verdiği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
verdiği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2017 Perşembe

Hakkı Yılmaz'ın Maide s. 6. ve Nisa s. 43. Ayetlerindeki "Cünüben" Kelimesine Verdiği Anlam Üzerine Bir Mülahaza

Allah (c.c) sünnetinin bir gereği olarak, gönderdiği elçi ve kitapları, o elçi ve kitaba muhatap olan kavmin dili ile göndermiştir. Elçilere indirilen kitap, o kavmin konuştuğu dil ve anlatım üsluplarını kullanarak inmekte, dolayısı ile muhatap kavmin bu kitabı anlamaması gibi sorun ortaya çıkmamaktaydı. 

Kur'an, Arap kavmine mensup ve Arap dilini konuşan insanların dilini ve dil üsluplarını kullanan bir kitap olarak inmiştir. Bu kitabın bizler tarafından anlaşılması ise, bu kitap içindeki kelimelere, ilk muhatapların yükledikleri anlamların bilinmesi ile mümkün olacaktır. Kur'an'ı anlama faaliyetlerinden olan, onun başka bir dile çevrilmesi ve ayetlerinin yorumlanmasının, bu durumun dikkate alınarak yapılması, anlama faaliyetinin doğru bir mecrada yürümesini sağlayacaktır.

Allah (c.c) nin gönderdiği kitaba uymakta çeşitli nedenlerle zorlanan bazı kimselerin, bu kitap içindeki ayetleri hevalarına uygun biçimde anlamaya çalışarak veya bu tür çalışmalar yapanları destekleyerek, kendilerine yüklenen sorumluklardan kurtulmaya çalıştıkları malumdur. Hevaya göre anlam yükleyerek, kitabın ayetleri üzerinde oynama yapmanın adı ise bilindiği üzere tahriftir.

Kelimelere farklı anlamlar yüklemek sureti ile yapılan çevirilerin ve yorumların arkasında, bazı ön yargıları Kur'an'a onaylatmak amacı olduğunu öncelikle ifade etmek istiyoruz. Bu iddiamızı bundan önce yazmaya çalıştığımız bazı yazılarda delillendirerek ortaya koymaya, bu konuda başı çeken kimselerden olduğunu düşündüğümüz sayın Hakkı Yılmaz'ın Tebyin-ül Kur'an adlı eserinden bazı alıntılar yaparak, bu konudaki maharetini !! göstermeye çalışmıştık. 

Bu yazımızda, mezkur şahsın İşte Kur'an adlı sitesinde bulunan CÜNÜPLÜK VE CENABET adlı makalesinde, kişinin cünüp sayılma durumu hakkında getirdiği yorumu, Maide s. 6. ve Nisa s. 43. ayetindeki Cünüben kelimesine yüklediği anlam üzerinde durmaya çalışacağız. 

Sayın Yılmaz, Cünüplük ve Cenabet adlı makalesinde, klasik anlamda bilinen cünüplüğün Kur'an'ın bahsettiği cünüplük ile alakası olmadığını iddia ederek, bu konudaki düşüncelerini sıralamakta ve makalesini şöyle bitirmektedir;


"Özetlersek “cünüp” sözcüğü kısaca; “uzak olan; kopuk” anlamına gelmektedir. Nisa suresinin 43. ve Maide suresinin 6. ayetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılmaktadır. Zira herkesin bildiği gibi, bu hâldeki insan hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Nitekim böyle kişilere halk arasında “aklı bilmem nesine takılı” denir ve insanın bu duruma gelmesine sebep olan fizikî hazların tatmin aracı olan organlar için de “dini imanı olmaz” tabiri kullanılır.
Buradan anlaşılan odur ki cünüplük; meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl değil, şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâldir.
İşte Rabbimiz, hem Nisa; 43 hem de Maide; 6 ayetlerinde, kişilerin bu gergin hâlde iken salâta çıkmamalarını öngörmüştür. Bir başka ifade ile, şehvet kabarması sebebiyle hayattan kopuk olan ve sağduyulu davranamayan insanların bu gibi sosyal faaliyetlere katılmalarını yasaklamış, gergin olanların önce nefislerini söndürmelerini, sonra da yıkanıp toplum huzuruna çıkmalarını emretmiştir. Çünkü gerginliğini atmış (orgazm olmuş) insanın zihninde artık cünüplük hâlinin yol açtığı bir dikkat toplama sorunu söz konusu olmayacak, bu kişiler sakin, anlayışlı birer birey olarak salâtın gereğini yerine getirebileceklerdir. Zaten boşalarak dinginleşmiş insanın kimseye zararı dokunmayacağından, onun toplumdan uzak tutulmasının da bir anlamı yoktur, lanetlenmeleri anlamsızdır."
Kur'an ayetleri ile ilgili olarak herkesin yorum yapma hakkı olduğunu kabul etmekle birlikte, yapılan yorumun kelimelere farklı anlamlar vererek yerinden oynatmamak şartı ile olması, yorumcunun bu konuda nasıl bir düşünce içinde olduğunun bilinmesi açısından önemlidir. 

Sayın Yılmaz'ın Maide s. 6. ve Nisa s. 43. ayetlerine verdiği anlamlar şöyledir;

Maide s. 6.Ey iman etmiş kişiler! Salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] doğru kalktığınız/toplum içine çıktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp/aşırı şehvet nedeniyle aklınız başında olmayacak durumda iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız/cinsel ilişkiye girdiyseniz, sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da temiz topraktan yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.

Nisa s. 43.Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken de –yolcu olanlar bu hükmün dışındadır– yıkandırılıncaya kadar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] yaklaşmayın/ toplum içine çıkmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz tuvaletten geldiyse veya kadınlarla temaslaştıysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.


Sayın Yılmaz, Maide s. 6. ayetinde geçen Eğer cünüp iseniz temizlenin ifadesine "aşırı şehvet nedeniyle aklınız başında olmayacak durumda iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]" şeklinde anlam vermektedir.


Biz cünüp olmanın ne anlama geldiği hakkında herhangi bir yorum yapmak yerine, sayın Yılmaz'ın cünüplüğe yüklediği anlamı ele almaya çalışacağımızı hatırlatmak isteriz. Bizim amacımız, mezkur şahsın bu konu ile ilgili olan iki ayetin yaptığı çevirisinde düştüğü çelişkiye dikkat çekmek, ve ön yargılı bir çalışmanın kişiyi nasıl bir duruma düşürdüğünü göstermeye çalışmak olacaktır.

Maide s. 6. ayeti, salata yaklaşılamayacak durumlardan birisini, kişinin Cünüp olması şartına bağlamıştır. Ayet, cünüplükten kurtulma durumunu ise Fettahharu kelimesi ile ifade etmektedir. Sayın Yılmaz bu kelimeye "cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın" anlamı vermektedir. Yıkanın şeklinde verilen anlam aslında yeterli olmasına rağmen, cünüp kelimesine yüklemeye çalıştığı anlamı doğrulatmak uğruna ayete"Cinsel ilişkiye girin orgazm olun" ilavesini yapmak ihtiyacı hissetmiştir.

Tahere; Maddi veya manevi kirlerden arınmak, temizlenmek anlamındadır.  Kadının hayız halinden kurtulup yıkanması, Tahuret- il mer'etü olarak ifade edilmektedir. 

Maide s. 6. ayetindeki bu kelimenin, maddi anlamda temizlenmeyi ifade ettiğini anlamamak zor değildir. Ayetin bütünlüğüne dikkat edildiğinde, salat öncesi yapılacak olan ameliyenin su ile olacağı, su bulunmadığı takdirde temiz toprağa yönelmek gerektiği beyan edilmektedir. Sayın Yılmaz'ın Fettahharu kelimesine yüklediği Cinsel ilişki ve Orgazm şeklindeki anlam, en hafif tabiri ile zorlama ve ön yargılı bir okumanın sonucudur.

Cünüben kelimesi, Nisa s. 43. ayetinde de geçmektedir. Maide s. 6. ayetinde geçen cünüplükten kurtulmanın yolunun Fettahharu kelimesi ile beyan edilmesi, bu kelimenin nasıl bir anlama sahip olduğunu, cünüplükten kurtulmanın yolunun nasıl olacağını bu ayet içinde daha net ve açık bir şekilde beyan etmektedir.

Nisa s. 43. ayetindeki Hatta tağtesilu (yıkanıncaya kadar) kelimesi, cünüplükten kurtulmanın yolunun (istisnai durumlar hariç) su ile olacağını açık ve net bir şekilde göstermektedir. Fakat sayın Yılmaz, bu kelimeye doğru bir anlam verdiği takdirde, Maide s. 6. ayetindeki yaptığı zorlama yorum ile çelişeceğini bildiği için, bu kelimeye de farklı bir anlam yükleyerek çelişkiden kurtulmaya çalışmak istemişse de, elini yüzüne daha beter bulaştırarak, bu kelimeye yıkandırılıncay kadar şeklinde bir anlam vermiştir. Yıkandırılmanın ne demek olduğu, ne anlama geldiği konusunda ise şunları söylemektedir; 

"Dikkat çeken bir başka nokta da âyetteki, فاغتسلوا[fağtesilû/yıkandırılın] ifadesidir. Bu sözcük de maalesef, “gusül yapmak” olarak anlaşıla gelmiştir. Bu sözcük, غسل[ğasl/yıkamak] iftial kalıbından gelmekte olup, “yıkandırılmak” [bir etki ile kirlenip yıkanmak zorunda bırakılmak] demektir. Konumuz olan âyetteki, ولا جنبا الا عابرى سبيل حتّى تغتسلوا [ve lâ cünüben illâ âbîri sebîlin hattâ tağtesilû] ifadesinin doğru anlamı, “cünüb iken de –yolcu olanlar müstesnâ– yıkandırılıncaya kadar” demektir. Bu ifadeler Mâide/6'da, و ان كنتم جنبا فاتّحّررا [ve inkuntum cünüben fettahherû/ve eğer cünüb/kopuk/şehveti kabarık iseniz, temizlik üstüne temizlik yapın/cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın] şeklinde yer almıştır. Buradaki, fettahherû emri de, hem fiziksel hem de zihinsel temizliği ifade etmektedir."

Sayın Yılmaz, Fağtesilu kelimesinin Gusul yapmak yani yıkanmak şeklindeki anlamının yanlış olduğunu iddia ederek, bu kelimeye iftial kalıbından gelmiş olmasından dolayı yıkandırılıncaya kadar şeklinde anlam verilmesi gerektiğini söylemektedir. Ayetin devamındaki Fe lem tecide maen (eğer su bulamamışsanız) ifadesi, Fağtesilu kelimesinin su ile yıkanmak anlamına sahip olduğunu net bir şekilde ortaya koymasına rağmen, ön yargının kör ettiği gözler maalesef bu noktayı görememiştir. 

Ayrıca  fağtesilu kelimesi malum (etken) bir kelimedir. Bu kelimeye Yıkandırılıncaya kadar anlamı verilebilmesi için kelimenin meçhul (edilgen) olması yani Tuğteselu şeklinde olması gerekmektedir. Sayın yazar Kur'an içinde iftial kalıbında geçen kelimelere burada yaptığı gibi edilgen kalıbına sokarak bir anlam acaba verebilir mi?.

Ğasele kelimesinin iftial kalıbında kullanılışı, Eyyub (a.s) kıssasının anlatıldığı Sad s. 42. ayetinde de geçmektedir. 

Ürkud bi riclike heze muğteselun baridun ve şerabun. 

Bu ayete sayın Yılmaz'ın verdiği anlam şu şekildedir;

Sad s. 42.Hemen, hızlıca, yaya olarak oradan uzaklaş! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!

Sayın Yılmaz'ın Nisa s. 43. ayetinde geçen Tağtesilu kelimesine verdiği, yıkandırılıncaya kadar anlamı için ortaya koyduğu gerekçeye göre, Sad s. 42. ayetinde geçen Muğteselun kelimesine de kendisi tarafından Yıkandırılacak şeklinde bir anlam verilmiş olması gerekirdi. Halbuki sayın Yılmaz, Sad s. 42. ayetinde geçen bu kelimeye doğru anlam vermesine rağmen, Nisa s. 43. ayetinde doğru anlam vermemiştir. İkisi de iftial kalıbında olmasına rağmen bir kelimeye farklı, diğer kelimeye farklı bir anlam vermeye çalışmanın sebebi, ön yargılarını Kur'an'a onaylatmaya çalışmaktan başka ne olabilir?.

Görülmektedir ki Kur'an, kendisini koruyan bir kitap olarak ön yargılarını Kur'an'a onaylatmaya çalışanları her zaman rezil ve rüsvay eden bir kitaptır. Kelimelerle oynamak sureti ile Kur'an'ı oyuncak haline getirmeye çalışanların yapmaya çalıştıkları tahrifler, Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ortaya çıkmaktadır.


Sonuç olarak; Salat kelimesine yüklediği anlamı doğrulatmaya çalışmak adına, bu kelime ile alakalı olan diğer kelimeleri de konulduğu yerden oynatmak ihtiyacı duyan sayın Yılmaz'ın yaptığı yanlışları, yine Kur'an ortaya çıkarmaktadır. Biz onun bu konulardaki yorumlarına karşı çıkmak yerine, yaptığı yorumlardaki Kur'an ayetleri üzerinde yapmaya çalıştığı oynamaları dikkate alarak, düştüğü çelişkiyi ortaya koymaya çalıştık Ayeti tahrif ederek ortaya konulan yorumların ne kadar doğru olabileceğini ise, dinini ve Kur'an'ı bu kişinin eserlerini okuyarak öğrenmeye çalışanların takdirine bırakıyoruz. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Nisan 2017 Cumartesi

Firavun Sihirbazlarının Kıssası ve Onların Bize Verdiği Ders

Musa (a.s) kıssası Kur'an içinde en fazla yer tutan bir kıssa olması, ve bu kıssa içinde bize yönelik bir çok mesajlar olması bakımından göze çarpan bir kıssadır. Onun kıssası içinde geçen sihirbazlarla olan karşılaşmasının anlatıldığı ayetler, ayrı başlıklar altında okunmaya müsait bir bölümdür. Bu yazımızda, sihirbazların Firavun ile olan konuşmaları, Musa (a.s) a yenilmelerinin ardından ona iman etmeleri, Firavunun ölüm tehdidine karşı söylediklerinin, bize dair nasıl mesajlar içermiş olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Musa (a.s) Medyen'den ayrıldıktan sonra, Tuva vadisinde risalet görevini almış, tuğyan içinde olan Firavun'a gitmesi istenmiştir. Firavun ile olan karşılaşmasında, onun bilgin bir sihirbaz olduğunu iddia eden Firavun ve etrafındaki melesi ona, Musa ile karşılaşma yapmaları için ülkenin en mahir sihirbazlarını toplamasını söylerler.

[007.113]  Sihirbazlar Firavun'a geldi ve dediler ki: Eğer galibler biz olursak; şüphesiz bize bir ücret var, değil mi?.

[026.041]  Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a «Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?» dediler.

Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde onunla olan konuşmalarında galip geldikleri takdirde bunu karşılığını almak istediklerini söylemektedirler. 

[007.114] Dedi ki: «Evet. Ve şüphe yok siz (o zaman) en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

[026.042] Dedi ki: «Evet. Ve o vakit elbette siz, en yakınlardansınız (El Mukarrabine)

Firavun'un sihirbazlara karşılık olarak verdiği El Mukarrabin den olacaksınız cevabı, bir insana verilebilecek olan en yüksek derecedeki mükafatı ifade etmesi açısından önemli bir kelimedir. Bu kelime Kur'an içinde başka ayetlerde de geçmektedir. 

[056.011-2] İşte onlardır Allah’a en yakın olanlar (El Mukarrebune). Naîm cennetlerindedir onlar.

[083.028] Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (El Mukarrebune) olanlar ondan içer.

[056.088-9] Ama eğer ölen kimse Allah’a yakın olanlardan (El Mukarrebine) ise, onun için rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.

El Mukarrebune olarak tanımlanan insanlar, Allah'a olan bu yakınlıklarının karşılığını cennet ile almakta, dolayısı ile en yüksek derecede ödüle hak kazanmaktadırlar. 

Firavun, sihirbazlarına galip geldikleri takdirde geçici dünya menfaatini vaat ederken, Allah (c.c) ebedi cenneti vaat etmektedir. Musa (a.s) ın karşısında yenilen sihirbazların secdeye kapanarak, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik demelerinin ardından, Firavun onları ölüm ile tehdit eder. Firavun'un ölüm tehdidine karşı sihirbazların Firavun'a karşı verdikleri cevap dikkat çekicidir. 

[007.125-6] Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.

[020.072-73]  Dediler ki; «Biz seni, bize gelen açık delillere ve yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir»«Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır.»

[026.050-1] (İman eden sihirbazlar): «Zararı yok, biz şüphesiz Rabbimize doneceğiz; inananların ilki olmamızdan ötürü, Rabbimizin kusurlarımızı bize bağışlayacağını umarız» dediler.

Firavun'a iman ederek hayatta kalmak veya Allah'a iman ederek ölmek arasında tercih yapmak zorunda kalan sihirbazlar, geçici hayatın menfaatlerini değil, ebedi hayatın nimetlerini tercih ederek, böyle durumlarda nasıl bir davranış sergilenmesi gerektiğine dair canlı ve yaşanmış örneği oluşturmuşlardır. 

[003.014] Kadınlarından oğullarından, kantar kantar altın ve gümüşten, nişanlı atlardan, develerden ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük; insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır.

İnsan yaratılışı gereği dünya hayatına ve onun geçici menfaatlerini seven bir itiyada sahiptir. Ancak Allah (c.c) dünya hayatının geçici menfaatlerinin ahiret hayatına tercih edilmemesi gerektiğini, defaatle hatırlatmaktadır. Her insan yaşadığı hayat içinde dünya veya ahireti tercih etme noktasında seçim yapmak zorunda kalabilir veya bırakılabilir. Kur'an bize böyle bir durumda kaldığımız zaman, nasıl bir davranış sergilememiz konusunda Firavun'un sihirbazları örneği üzerinden canlı ve yaşanmış hayat örneği sunmaktadır.

Musa (a.s) ile karşılaşana kadar Firavunu rab ve ilah olarak kabul eden sihirbazlar, gerçek rab ve ilahın Allah (c.c) olduğuna iman ettikten sonra, Firavun'un onlara vereceği azap ile, Allah'a iman etmemenin vereceği azabı mukayese ederek, doğru bir seçim yapmışlar, Firavun'un safında değil, Musa'nın safında olmayı yeğlemişlerdir.

Sonuç olarak; Bizler eğer Firavun'un sihirbazlarının yaptıklarını bir kahramanlık destanı şeklinde okuyarak, onların hayatlarının bize dair neler söylemiş olabileceği üzerinde herhangi bir tefekkürde bulunmayacak olursak, kıssa Firavun sihirbazlarının masalı haline dönüşerek, buharlaşacaktır. Ancak Kur'an böyle bir olayı anlatarak, dünya veya ahireti tercih etmek arasında kalanların şartlar ne olursa olursa olsun, hangi tarafı seçmelerinin daha hayırlı olduğunu yaşanmışlık üzerinden bize öğretmektedir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


19 Nisan 2017 Çarşamba

Maide s. 119. Ayeti: Doğrulara Doğruluklarının Fayda Verdiği, Kimsenin Kimseye Şefaat Edemediği Bir Gün

Kıyamet gününde başta Muhammed (a.s) olmak üzere, bazı kimselere Allah (c.c) tarafından şefaat etme hakkı verilerek, cehenneme girmeyi hak etmiş bazı kimselerin ateşten kurtulmalarını sağlayacaklarına dair olan inanç, İslam düşüncesi içinde neredeyse imanın bir şartı haline getirilerek, itiraz edilmesi bile yasak olan bir duruma sokulmuştur. 

Rivayetler kanalı ile gelen bilgilerde, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaat yetkisine sahip olacağına dair rivayetler, marka haline gelmiş ve muhteviyatının sorgulanması dahi yasak olan Buhari, Müslim gibi hadis kitaplarında yerini almış, Kur'anın bu konuda söyledikleri ne yazık ki geriye atılmış veya rivayetler doğrultusunda yorumlanmış sureti ile anlam tahrifine uğratılmıştır. 

Kur'an içindeki şefaat konulu ayetler, müşriklerin bu konudaki inançları ret etmek üzerine kurulu olmasına rağmen, rivayetler bu konuda baskın çıkarak, bu konudaki Kur'an ayetlerinin üzerini örtmüştür. Bu yazımızda belki şefaat konusu ile alakası olmadığı düşünülebilecek bir ayet olan Maide s. 119. ayetinin üzerinde durarak, rivayet kitaplarında yer alan uydurma kıyamet sahnelerine karşı, Ahsenel Hadis olan Kur'an'daki kıyamet sahnelerindeki İsa (a.s) ın sorgulanma sahnesinde geçen konuşmaları ele alarak, kıyamet gününde kişilere neyin faydası olacağını öğrenmeye çalışacağız.

[005.116] Allah: «Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?» dediğinde: «Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen.»

[005.117] «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen'din. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

[005.118] «Onlara azabedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin.»

Maide s. 116. ve 117. ayetlerde Allah (c.c) tarafından İsa (a.s) ın sorgulanma sahnesinde geçen konuşmalardan sonra, 118. ayette İsa (a.s) ın söylediği sözlere karşılık Allah (c.c) tarafından verilen cevap, kıyamet gününde kişilerin değil, dünyadan getirilen amellerin fayda edeceğini bildirmesi bakımından dikkat çekicidir.

Rivayet kitaplarındaki kıyamet günü ile ilgili bazı rivayetlerde, bu sahnenin bir benzeri Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) arasında gerçekleşmekte, Muhammed (a.s) ın Ümmetim ümmetim diyerek başını secdeden kaldırmadığı, Allah ile bir takım pazarlıklara girdiği anlatılmaktadır. Muhammed (a.s) gibi bir elçi olan İsa (a.s) ın sorgulanması ile ilgili ayetler, bu rivayetleri yalanlamaktadır.

[005.119] Allah, «Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür; ebedi ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur» dedi.

Ayet içindeki, "Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür" cümlesini tersten okuyacak olursak, kimsenin kimseye faydası olmadığı bir gündür anlamı çıkar, ve bu anlam başka ayetlerle de desteklenmektedir. 

[002.048] Ve kimsenin kimseden bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul olunmayacağı, kimseden fidyenin alınmayacağı ve kimsenin kurtarılamayacağı bir günden sakının!

[002.123] Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[002.254] Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir.

[026.88-89] O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selimle gelmiş olan başka.

[050.031-33] Ve cennet muttakîler için uzak olmaksızın yaklaştırılmıştır.İşte bu, sizin vaadolunduğunuz şeydir, her bir tevbekar olan (vazifesini) muhafaza eden için. Rahmân'a gıyaben korku duyan ve hakka müteveccih bir kalb ile gelen kimseye (mahsus) bir cennettir.

Kur'an içindeki daha bir çok ayet, kıyamet gününde kişiye sadece dünya hayatında yapmış olduğu amellerin fayda edeceğini beyan etmesine rağmen, bazı kişilerin devreye girerek şefaat yetkisine sahip olacağı ve ateşi hak etmiş kişileri ateşten kurtaracakları düşüncesi Kur'an ile asla uyuşmayan bir düşüncedir. 

 [039.019-20] Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın? Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlar için yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez.

Bu noktada şefaat hakkının kafirler için değil, Müslümanlar için olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Neresinden tutsanız elinizde kalacak cinsten gariplikler içeren bir konu olan şefaat etme ve edilme hakkının, kıyamet gününde Müslüman olarak gelen bir kimse, yani ateşe girmeyecek bir kimse için ne işe yarayacağı, zaten cenneti hak etmiş bir kimsenin şefaate ihtiyacı olabileceği sorusuna nasıl cevap verilebilir?.

Bu soruya şayet, Günahkar bir Müslümanın günahlarının cezasını çekmek için geçici bir süre için cehenneme gireceği, şefaat hakkının bu durumda olan kimseleri cehennemden kurtarmak için kullanılacağı şeklinde bir cevap verilecek olursa, bu iddianın da çürük bir iddia olduğu görülecektir. 

Cehennemden çıkışa delil olarak gösterilen Meryem s. 71. ayeti, bağlamından koparılarak şefaat düşüncesine alt yapı hazırlanmak amacı ile okunduğu için, öyle bir düşünce ortaya atılmış, eğer bu ayet Meryem s. 66. ayetinden başlayan bağlamı dahilinde okunacak olursa gerçek ortaya çıkacak, ve cehenneme herkesin değil, yeniden dirilişi inkar eden kafirlerin gireceğinden bahsettiği görülecektir.

Burada dikkat çekmesi gereken konulardan bir tanesi, rivayetler ile Kur'an'ın bu konuda birbiri ile çelişmesidir. Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarında Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) ile pazarlık etmesini konu alan rivayetler mevcut iken, Kur'an'da İsa (a.s) ın böyle bir pazarlık içine girmediği görülmektedir. İsa (a.s) a verilmeyen böyle bir yetkinin, Muhammed (a.s) a verileceği iddia edilecek olursa, bu iddia peygamberler arası ayrımcılıktan başka bir anlama gelmeyecektir.

Sonuç olarak; Kur'an tarafından müşrik inancı olduğu gerekçesi ile ret edilen ve o konudaki bütün ayetler bu yanlış inancı ret etmek amacına dayalı olduğu halde, rivayet kültürünün etkisi ile İslam inancı haline gelmiş olan şefaat düşüncesinin, Maide s. 119. ayetinde gerçek bir kıyamet sahnesinde nasıl ret edildiğini okumaya ve anlamaya çalıştık. 

Buhari, Müslim gibi rivayet kitaplarında uydurma kıyamet sahneleri düzenlenerek, Muhammed (a.s) ın ümmetini almadan cennete gitmeyeceğini bildiren haberlerin, Kur'an ile taban tabana zıt olduğu aşikardır.

Bütün bunlardan sonra hala başta Muhammed (a.s) olmak üzere, tabi oldukları Şeyh, Gavs gibi ünvanlar takılmış kimselerin böyle bir yetkiye sahip oldukları düşünülecek olursa, gerçeklerin ortaya çıktığı kıyamet gününde bunu anlamanın bir faydası olmayacaktır.

Herkes cenneti de , cehennemi de dünya hayatında yaptığı amelleri ile dünyada kazanmakta olup, kıyamet gününde kendisi gibi bir insan olan kimselerden fayda beklemesi boş bir beklentiden ibarettir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

22 Kasım 2014 Cumartesi

Mustafa İslamoğlu nun Abese s. İlk Ayetlerine Verdiği Anlam Hakkında Bir Düşünce

Son günlerde bir takım cemaatlerin hedef tahtası haline gelen Sayın Mustafa İslamoğlu hoca ya karşı Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlam üzerinden yeni bir karalama kampanyası başlatıldığına şahid olmaktayız. Bu kampanyanın öncülerine baktığımız zaman, kendilerine bağlı olanlara "Din" olarak Kur'an tarafından onay görmeyen ne kadar hurafe bilgi varsa onları anlatarak Samiri misali " Sizin Dininiz bu dur" dediklerini görmekteyiz. Sayın hocanın bu tür anlatımlara karşı Kur'anı öne çıkarma gayreti hurafe dini temsilcileri tarafından şiddetli bir biçimde karşılık görmüş ve görmektedir. 

Sayın hoca asla eleştirilmez veya hata yapmaz bir kişi değildir. Hatta hatalarını dile getirmekten hiç çekinmediğimizi bizi tanıyanlar çok iyi bilmektedir , ancak Hocaya karşı Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlamdan ötürü yapılan bir eleştiri var ki buna sadece "AHLAKSIZLIK" demekten başka bir ad bulamıyoruz. Bu yazımızda Hoca nın bu ayetlere verdiği anlam hakkında düşüncelerimizi herkese örnek olması gereken ilmi ve ahlaki bir uslup dairesinde dile getirmeye çalışacağız. 

Sayın Hoca nın Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlam ve gerekçeleri şu şekildedir. 

 1 O (KİBİRLİ ADAM) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı,
2- yanına âmâ geldi di- ye,.. (1)
3- "Ve (sana gelince Ey Nebi!) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağına (2) dair bir ihtimal (3) bulunduğunu; (4) veya alacağı öğütün kendisine yarar sağlayacağını?
4 - 5- Fakat, kendi kendine yettiğini sanan (5) kimseye gelince:
6 -Sen bütün ilgini ona yönelttin; (6- 7) oysa ki, onun arınmaması- nın sorumlusu sen değilsin,-
7- 8- fakat sana büyük bir iştiyakla gelen var ya:
9 -ki o Allah'a saygıda kusur etmez-
10- işte sen onu ihmal ediyorsun.

 (1) Veya: "O (Peygamber) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanına âmâ geldi diye..." Müteakip 3 ve 4. âyetlerin okunuşuna bağlı olarak ilk iki âyetin özneleri değişir. Bu âyetlerin öznesi- nin Hz. Peygamber olduğunu ittifakla söyleyen klasik tefsirin tercihinde, Muvatta ve Tirmizi'nin Sünen'inde nakledilen nüzul sebebi rivayeti belirleyici olmuştur. Fakat Tirmizi rivayeti sorunludur. Mamafih bu rivayetler bile tercihimizi dolaylı olarak onaylar. Tercihimizin gerekçesi, "surat astı" ['abese) ve "sırt dönüp uzaklaştı" [tevellâ) fiillerinin aynen geçtiği Müddessir 23-24. âyetler ve orada anlatılan tiptir. Nüzul sebebi rivayetlerine dikkatle bakın- ca, Hem 74:23-24'teki hem de buradaki olayda aynı isimlerin geçtiği görülür: Velid b. Muğire ve/veya Ubey b. Ka'b.

 (2) Yezzekkâ'mn aslı yetezekka'dır. Dönüşlü kiptir. Kipin bu bağlamdaki açılımı şudur: Vahiy gibi arıtan bir öznenin varlığı tek başına yetmez. Onun yanında insan da arınmaya gönüllü olmalıdır ki işlem tamamlansın.

(3) Lealle edatının bu bağlamdaki en uygun karşılığı.

(4) Veya: "Ve (ey Peygamber); sen nereden bileceksin; belki de o arınacak veya alacağı öğüt kendisine bir yarar sağlayacaktı?" İki âyetlik bu uzun cümlenin i'rabı, mâna farklılığına izin verecek bir yapıdadır. Klasik tefsir iki hatta üç mef'ul alan yudrîke geçişli fiilim ya biri zamir (Ke/sen) diğeri mahzuf iki mef'ulle izah etmiş, ya da arkasından gelen le'alle edatının kalp fiillerinden olduğunu, üstelik talep ve temenni bildiren bir istifham olduğunu söyleyen Ebu Ali Farisi'ye dayanarak, bu durumda yudrî fiilinin iki- üç değil, tek tümleç isteyen fiile dönüştüğünü, sonrasının da müstakil bir cümle olduğunu sa- vunmuşlardır (Nkl: îbn Aşur). Tercihimiz, yudrî fiilinin iki mefulüyle birlikte (biri ke zamiri diğeri müteakip iki cümle) tek bir cümle gibi okunmasına dayanmaktadır. Bu âyet İslâm'a davette seçkinci yaklaşımı reddetmektedir.

(5) Istiğna'daki sin ve te'nin mânaya kattığı yan anlam.

(6) Zımnen: "böyle yapmak sana yakışmadı". Bu Allah Rasulü'ne açıkça "Bir daha böyle yapma" uyarışıdır. Burada soru şudur: Vahiy seyrek de olsa ara sıra yer verdiği Hz. Peygamber'e ait bu gibi 'zelle'leri örtemez miydi? Eğer örtseydi, kimsenin haberi olmazdı. Peki, o zaman ne diye dile getirip onları ölümsüzleştirdi? Bu ve buna benzer tüm soruların cevabı bu sûrenin 23. âyetinde verilmiştir: Hatasız kul olmaz. Peygamberler de buna dahildir. Şu halde Hz. Peygamber'in görevi "Nasıl hatasız kul olunur?" sorusunun isbatmı ortaya koymak değil, "Hata yapılınca nasıl özür dilenir, nasıl tevbe edilir, nasıl geri dönülür?" sorularının isbatmı ortaya koymaktır. Allah'ın kendi elçisine "Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım" demesini emretmesinin temelinde yatan sebep de bu olsa gerektir.

(7) İlahi şefkatin beliğ bir ifadesi. Demek ki uyarı alan bu davranışın temelinde Nebi'nin aşırı sorumluluk duygusu vardı. Bu âyet Rasulullah'ın içtihad ettiğinin ve içtihadında yanıldığında Allah'ın onu düzelttiğinin beyanıdır. Düzeltilen o içtihat "varlıklı ve hatırlı kimselerle fazla ilgilenilirse imana geleceklerine dair" yanlış görüştür. Eğer vahyin müdalahesi olmamış olsaydı, onun içtihadı "sünnet" olacaktı. Hz. Peygamber Amiroğuîlarmdan olan babası yerine soylu Mahzumoğlullarmdan olan annesine nisbetle anılan Îbn Ümmi Mektum'u gördüğünde "Merhaba ey Rabbimin kendisi yüzünden beni uyardığı kişi" dermiş. Biz Kur'an'da anlatılan diğer peygamberlerin kıssalarında da onaylanmayan içtihatlar görüyoruz. Hz. Musa'nın bir kulun davranışlarına karşı iç- tihatları (18:71, 74, 77), Hz. Nuh'un oğlu hak- kındaki içtihadı (11:45), Hz. İbrahim'in soyu ve babası hakkındaki içtihadı gibi (9:114).

Sayın Mustafa İslamoğlu hoca yukarıda vermiş olduğumuz Abese s. 1-10. ayetleri meali ve gerekçesinde özet olarak , 1. ayette "Surat asıp sırt çevirip uzaklaşan" kişinin Muhammed (a.s) olmadığını , Muhammed (a.s) tebliğ yapmaya çalıştığı bir MÜŞRİK olduğunu iddia etmektedir.

Sayın Hocanın bu düşüncesi elbette tartışılır , buna girmeden önce ilk ayetin mealine parantez içine aldığı KİBİRLİ ADAM kelimesinin Hocaya karşı linç kampanyasına girişenler tarafından Muhammed (a.s) a KİBİRLİ ADAM dediği iddiası AHLAKSIZCA söylenmiş bir iftiradan başkası değildir. Bu iftiraları atanlar Hocanın böyle bir iddia da bulunmadığını çok iyi bilmelerine rağmen, cahil ve koyun sürüsünden farksız , okuma , araştırma gibi melekeleri öldürülmüş olan bağlılarının araştırma ihtiyacı hissetmeden bu iftiralara inanacaklarını bildikleri için hiç çekinmeden dillerini bükebilmektedirler. 

Sayın Hocanın Abese suresi ayetleri ile ilgili olarak vermiş olduğu anlam şahsi bir düşüncesi olup bunu gerekçesinde belirtmiştir. Ancak Hocayı eleştiren EHLİ SÜNNET taifesinin Kur'an anlayışlarını ele alacak olursak bir sürü Kur'an dışı rivayetlerin Kur'ana onaylatmak için Kur'anı tahrife varan anlamlar verdikleri ve "Allah böyle diyor" diyerek iftiralar attıklarını unutmayalım. Şirk düşüncelerini "Din bu dur" diyerek yaymaya çalışanların önce kendi şirklerini düzeltip sonra başkalarını düzeltmeye kalkışmalarını tavsiye ederek sayın Hocanın meali ile ilgili düşüncelerimizi aktarmaya çalışalım.

Öncelikle empati yapıp , Abese s. 1. ayetindeki bahsedilen kişinin sebebi nuzül rivayetleri doğrultusunda okunması neticesinde bu düşüncenin pekiştiğini söyleyebiliriz , şayet böyle bir rivayet olmasa idi bu gün ilk ayet içinde bahsedilen kişinin Muhammed (a.s) olduğu düşüncesine sahip olanlar linç edilme durumu ile karşı karşıya kalacak oldukları kuvvetli bir ihtimal sayın Hocanın doğrultusunda yapılan mealler revaç görecekti.

Ayetleri sebebi nuzül rivayetlerini göz önüne almadan veya sayın Hoca nın görüşleri doğrultusunda yapılan mealleri yanlış şeklinde bir ön kabul de bulunmadan Abese s. ilk ayetleri hakkında şunları söyleyebiliriz.

[080.001]  Surat astı ve yüz çevirdi;
[080.002]  Kendisine o ama geldi diye.
[080.003]  Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?
[080.004]  Yahut öğüt alacak da bu öğüt, kendisine fayda verecek.
[080.005]  Ama kendisini müstağni gören.
[080.006]  Sen ona yöneliyorsun.
[080.007]  Oysa, onun temizlenip-arınmasından sana ne?
[080.008]  Ama sana koşarak gelen,
[080.009] Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır;
[080.010]  sen ondan tegafül ediyor (ona ilgi göstermiyor) sun.

Ayetlerin siyak ve sibakından anlaşılacağı üzere ortada 1-Elçi, 2-Ama, 3-Müstağni kişi olmak üzere 3 kişi vardır , problem 1. ayetteki ameli işleyenin kim olduğudur.

Ayetler basit bir okuma ile okunduğunda , Muhammed (a.s) Müstağni kişi ile uğraşırken o anda yanına gelen Ama ya karşı ilgisiz davrandığı , hatta surat asıp yüz çevirdiği ve Müstağni kişi ile uğraşmaya devam ettiği anlaşılabilir ve doğru olduğunu düşündüğümüz okumanın bu olduğunu da söyleyebiliriz.

Burada Sayın Hoca nın tercih ettiği "Anlam yorum" tarzı mealler hakkında bir çekincemizi belirtmek isteriz. Bu tarz ile yapılan meallendirmeler metne sadık kalarak yapılan çeviri olmaktan çok , çeviren kişinin düşünce yapısından kaynaklanan Kur'an anlayışını tercümeye yansıtmak şeklinde yapılmış olmasından dolayı hata yapma payı yüksek olan bir çeviri tarzıdır.

2. ayette " En caehul'ama" ( O Ama geldiğinde) ibaresinde "Cae" kelimesini anahtar bir kelime olarak okuyarak , 1. ayette ki surat asıp yüz çevirenin kim olduğu 8. ayete bakılıp kolayca anlaşılabilir. 8. ayetin metni olan "Ve emme men caeke yes'a" (Ama sana koşarak gelen) ibaresindeki "Ke" (sana) zamirinin muhatabı Muhammed (a.s) olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. 2. ve 8. ayetlerde "Cae" fiili ile bahsedilen kişi Ama kişi olup o kişiyi bırakıp diğer Müstağni kişi ile uğraşmaya devam eden kişi Muhammed (a.s) dır.

Sayın Hoca 1. ayete (KİBİRLİ ADAM) parantezi ile gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyince diğer düğmelerinde yanlış iliklenmesi misali 3. ayet içine açtığı (müşrik) parantezi ile yanlışa devam etmiştir.

Halbuki 8. ve 9. ayetlerde  Muhammed (a.s) ın, kendisine koşarak ve korkarak gelen Ama yı bırakarak , 5.6.7. ayetlerde ki Müstağni kişi ile ilgilendiği , 2.3.4 ayetlerde geliş sebebi beyan edilen Ama ya karşı olan tutumunun 1. ayette eleştirildiği şeklinde yapılacak bir okumanın daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz. 

Sayın Hoca yıllar önce bu ayetler ile ilgili olarak farklı bir düşünce içinde olup , yüz çeviren kişinin Muhammed (a.s) olduğu düşüncesinde idi. Geçen yıllar içinde bu görüşünden dönmüş olmasını elbette yadırgamıyoruz. Aksine, doğrudan yanlışa dönmek gibi bir tutum içinde olması bundan sonraki yıllarda bazı yanlışlarından dönmek gibi bir erdem içinde olduğunu göstermesi açısından olumlu bir gelişmedir. 

Ancak sayın Hocanın gerekçesinde belirtmiş olduğu gramer kuralları binlerce yıllık bir geçmişe sahip olup , sayın Hocanın aksi görüşte olduğu yıllar içinde de aynı kurallar geçerli idi ve bunu sayın Hoca çok iyi biliyordu. Gramer kurallarını gerekçe göstererek böyle bir yorumda bulunmuş olmasını anlamakta zorlandığımızı ifade etmek istiyoruz. Sayın Hoca eğer "Önceden bu kuralı bilmiyordum" şeklinde bir bahane ileri sürecek olursa , "özrü kabahatinden büyük" deyimine uygun bir bahane üretmiş olacaktır.

Sonuç olarak ; Sayın Mustafa İslamoğlu Hoca Abese suresi ilk ayetlerine vermiş olduğu anlam ile yanlış bir çeviri yapmış olduğunu düşünmekteyiz , ancak bir takım guruhun onun bu yanlışı üzerinden iftira ve karalama kampanyası başlatmasına asla müsade edilmemesi gerektiğini de düşünmekteyiz. Kur'an meali yapan hiç kimse hatadan beri değildir ancak yapılan bu hataların bazı kişileri linç etme girişimi olarak kullanılması olayın başka bir tarafı olduğu yönündeki ihtmalleri kuvvetlendirmektedir. Sayın Hoca nın eleştirilmez olduğu asla savunulamaz ve hataları asla ört bas edilemez , bu hataları iftira ve karalamaya dönüştürülmeden , ilmi ve ahlaki bir uslup dahilinde dile getirilmek mecburiyetindedir. Kaleme almaya çalıştığımız bu yazının ilk amacı böyle bir usluba örnek olmak çalışması olup sayın Hoca ya karşı başlatılan karalama kampanyasının öncülerinin önce kendi paçalarından akan ŞİRK pisliğini temizlemeleri ,tercih ettikleri Kur'an meal ve tefsirlerindeki tahrifkar ibareleri düzeltip Kur'an a sadık kalan bir anlayışa döndürmelerini tavsiye ederiz. 

                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Kasım 2014 Çarşamba

Mustafa İslamoğlu'nun Muhammed Suresi 35. Ayetine verdiği Meal Hakkında

Bu yazımızda Sayın Mustafa İslamoğlu Hocanın hazırlamış olduğu gerekçeli mealinde, Muhammed suresi 35. ayeti ile ilgili yapmış olduğu meal üzerinde durmaya çalışacağız. Ayetin arapça metni şöyledir.

"Fe lâ tehinû ve ted’û iles selmi ve entumul a’levne vallâhu meakum ve len yetirekum a’mâlekum."

Bu ayetin meali Sayın Hoca tarafından şu şekilde verilmiştir. 

"ARTIK gevşemeyin , ama siz üstün durumdaysanız barışa davet edin , çünkü Allah sizinle beraberdir, ve o sizin amellerinizi asla zayi etmeyecektir."

Sayın Hocanın bu şekil bir meal yapmasının gerekçesini şu şekilde belirtmektedir. 

"Ve ted'u yu bir "la" takdiri ile "ve la ted'u" okumak ayetin manasını tersine çevireceği için tasvip edilemez. (krş 3-139) .Barış için bakınız "eğer onlar barışa yönelirlerse sende bu yönelişe uy (8.61) 

Tetkik ettiğimiz bütün meallerde Muhammed Suresi 35. ayetine yapılan meal şu şekildedir. 

 Diyanet Vakfi :
Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Onun için gevşeklik etmeyin de sizler daha üstün olacak iken sulha yalvarmayın, Allah sizinledir ve asla sizin amellerinize kıymaz

 Muhammed Esed :
Böylece, (adil bir dava uğrunda mücadele ettiğinizde) korkup gevşemeyin ve barış için yalvarıp yakarmayın! Allah sizinle beraber olduğuna göre (sonunda) mutlaka siz üstün geleceksiniz ve O, sizin (iyi ve güzel) fiillerinizi zayi etmeyecektir.

 Bayraktar Bayraklı :
Üstün durumdayken gevşeyip barışa çağırmayınız. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla heder etmeyecektir.

Tetkik ettiğimiz meallerden verdiğimiz örneklere bakıldığında bütün meallerde , ayetin metnindeki " ve ted'u" kelimesine "la" takdiri yapılarak "ÇAĞIRMAYINIZ" şeklinde meal verilmiş olup doğru mealin bu şekilde olması gerektiğini düşünmekteyiz , gramer kuralları bu kelimenin olumsuz bir anlam verilerek çevrilmesini gerekli kılmaktadır. 

Aynı cümle kalıbı içinde geçen bazı ayetlerden örnekler vererek, hem doğru olduğunu düşündüğümüz meal şeklinin başka ayetlerde de aynı olduğunu , hem de Sayın Hocanın bu ayetleri Muhammed s. 35. ayetine muhalefet ederek çelişkili bir biçimde nasıl çevirdiğini görelim. 

Bakara s. ayet 42.  
"Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne)."

 Sayın hocanın bu ayete verdiği meal şöyledir. 

"Hakkı batılla karıştırmayın , bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin"

Dikkat edilecek olursa ayetin metnindeki "ve tektumul" kelimesine gramer kuralları gereği "la" takdiri yapılarak yani olumsuzlanarak "GİZLEMEYİN" şeklinde verilerek aynı kural Muhammed s. 35. ayetinde işletilmemiştir. Eğer Muhammed s. 35. ayetine verilen anlam mantığında bu ayete anlam vermiş olsaydı "Gizleyin" şeklinde bir anlam verilmesi gerekirdi ki böyle anlam asla doğru olmazdı. 

Aynı cümle kalıbı Enfal s. 27. ayetindede geçmektedir.

Enfal s. 27. ayeti.
"Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tehûnûllâhe ver resûle ve tehûnû emânâtikum ve entum ta'lemûn(ta'lemûne)"

 Sayın hocanın bu ayete verdiği meal şöyledir. 

"Siz ey iman edenler ,Allah ve Elçiye asla ihanet etmeyin , sonra korumanız gereken değerlere bile bile ihanet etmiş olursunuz"
 
Ayetin metin yapısına daha uygun olan başka bir meal örneğini vererek konunun daha kolay anlaşılmasını sağlamaya çalışalım.

 Muhammed Esed :
(O halde,) siz ey imana erişenler, Allaha ve Elçiye karşı haince davranmayın; size tevdi edilen emanete bilerek ihanet etmeyin!

Bakara s. 42. ayetinde olduğu gibi bu ayetin metnindeki "ve tehunu" kelimesine gramer kuralları gereği "la" takdir edilerek "ihanet etmeyin" şeklinde meal verilmiştir. 

Sayın Hoca maalesef , Muhammed s. 35. ayetine uygulamadığı gramer kurallarını , Bakara s. 42 , Enfal s. 27. ayetlerinde uygulayarak çelişkili bir meal örneği vermiştir.

Muhammed s. 35. ayetinde "ÇAĞIRIN" şeklinde olumlu mana verdiği kelimeye , aynı cümle yapısı içinde olan diğer iki ayete olumlu mana vermemiştir. 

Sayın Hoca aynı surenin 4. ayetini biraz tefekkür ederek okumuş olsaydı 35. ayet ile aralarındaki bağı kurup böylesine bariz bir hatalı meal yapmaktan kendisini korumuş olurdu. 

 [047.004]  Öyleyse, küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) ya da bir fidye (karşılığı salıverin) . Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin) . İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenler ise; (Allah,) kesin olarak onların amellerini giderip-boşa çıkarmaz.

Muhammed s. 4. ayetinde savaş sonrası yapılması gerekenler beyan edilmekte olup , şayet 35. ayete Sayın Hocanın vermiş olduğu anlam doğrultusunda, "ARTIK gevşemeyin , ama siz üstün durumdaysanız barışa davet edin , çünkü Allah sizinle beraberdir, ve o sizin amellerinizi asla zayi etmeyecektir" şeklinde verilen bir meal Sayın Hocanın gerekçesinde "manayı tersine çevireceği" için böyle yapmış olmasına karşılık asıl kendisinin yapmış olduğu meal anlamı ters çevirmiştir. 

Aynı sure içinde , ki surenin bir tek seferde inmiş olması kuvvetle muhtemeldir , Allah (c.c) savaş sonrası 4. ayette savaş sonrası ne yapılacağını bildirip 35. ayette barışa çağırın buyurması bizce çelişkili bir durum olup "çelişkisiz bir Kitab" olmanın şanına yakışmaz.

Sonuç olarak; Muhammed s. 35. ayeti sayın Mustafa İslamoğlu hoca tarafından gramer kurallarına aykırı olarak çevrilmiş olup ,aynı cümle yapısına uygun olan Bakara s. 42 ,Enfal s. 27. ayetlerini gramer kurallarına uygun bir biçimde çevirerek çelişkiye düşmüştür. Halbuki örneğini verdiğimiz 2 ayetin cümle yapısı ile Muhammed s. 35. ayetinin cümle yapısı aynı olup "la" takdiri ile kelime olumsuza dönüşmüştür. Anlamı ters çevireceği gerekçesi ile böyle bir meal yaptığını ileri süren Sayın Hoca aynı surenin 4. ayeti ile 35. ayetini birlkte okuyup aradaki bağı kurmaya çalışmış olsa idi esas çelişkinin kendi yaptığı meal de olduğunu görürdü. 

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
 

14 Mayıs 2013 Salı

Firavun'un Sihirbazlarının Verdiği Mesaj

Musa as ın kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan birisidir. Musa as ın firavun'un sihirbazları ile olan karşılaşması ve karşılaşma sonundaki olanların verdiği mesaj düşünülmesi ve örnek alınması gereken mesajlardır. Olay 3 ayrı surede anlatılmakta ve ayet mealleri şu şekildedir.   

                         Araf s. 113-126. ayetlerinde anlatılan ayet mealleri 

113 - O sihirbazlar Firavun'a geldiler: "Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?" dediler.
114 - "Evet" dedi (Firavun), "Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız."
115 - Sihirbazlar, Musa'ya: "Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?" dediler.
116 - Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
117 - Biz de Musa'ya "Sen de asânı bırakıver." diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.
118 - Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.
119 - Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.
120 - Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
121 - "Âlemlerin Rabbine iman ettik." dediler.
122 - "Musa'nın ve Harun'un Rabbine."
123 - Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!"
124 - "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım."
125 - Onlar da: "Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz." dediler.
126 - "Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al." derler.  

                                         Taha s. 57-76. arası anlatılan ayet mealleri    

56 - And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
57 - (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
58 - "O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
59 - Musa: "Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.
60 - Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
61 - Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır."
62 - Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
63 - (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
64 - "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır."
65 - Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler.
66 - Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
67 - Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
68 - Biz dedik ki: "Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) "
69 - "Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
70 - Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71 - Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72 - (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73 - "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
74 - Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
75 - Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
76 - Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır.    

                                         Şuara s. 36-51. ayet mealleri  

36 - Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37 - "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38 - Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39 - Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40 - "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41 - Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42 - Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43 - Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44 - Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45 - Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
46 - Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47 - "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48 - "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49 - Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50 - "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51 - "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"   

Kıssa içinde kıssa denilebilecek türden bir anlatımı olan sihirbazların iman etmesi ile sonuçlanan karşılaşma ile ilgili ayet mealleri bu şekildedir.  

Sihirbazlar firavuna geldikleri zaman ona söyledikleri ilk söz "galip geldikleri zaman alacakları mükafat" idi, firavunu sihirbazların bu sözlerine karşılık onların galip geldikleri takdirde "elmukarrebin" lerden olacaklarını söylemektedir. "Elmukarrebin"(yakınlaştırılmışlar) kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetlere bakacak olursak . (3.45-56.11.88-/83.21.28 ) bu kelimeyi Allah cc nin cenneti haketmiş kulları içinde kullandığı görülür. Firavun'un , sihirbazlarının galip geldiği takdirde onları "elmukarrebun"dan kılacağını söylemesi sihirbazlara vermeyi vaad ettiği mükafatın büyüklüğünü teşbih için kullanılmış bir kelimedir.

Sihirbazların yapmış olukları sihir musa as ın asası tarafından yok edilince sihirbazlar bu durumun bir sihir olamayacağının farkına vararak iman ederler. Olay ile ilgili olarak geçen ayetlerde firavunun sihirbazları öldüreceğini söylemesi sihirbazların firavuna boyun eğmeyerek onun vereceği "elmukarrebin" payesi ile Allah cc nin vereceği "el mukarrebin" payesi arasında seçim yaparak firavunun geçici dünya hayatında vereceği mükafatı ellerinin tersi ile iterek ölümü göze almışlar ve imanlarından dönmemişlerdir.    

Sihirbazlar o an için imanlarını gizleyip takıyye yaparak firavun'dan canlarını kurtarıp içi Allah cc ye kul dışı firavuna kul olarak refah içinde bir hayat sürmeleri pekala mümkündü. Böyle yapmamaları onların haşa geri zekalılar olduğunumu gösterir?.  

Dün meydanlarda "her firavuna bir musa" diye bağıran bazı ağabeylerimiz dün lanetledikleri firavunların bugün kendilerine sunmuş olduğu dünyalık "elmukarrebun" luğu ahiret "elmukarrebun" luğuna tercih ederek Allah cc ye olan kulluklarını açığa vurma cesaretini kaybetttiklerine şahid olmaktayız. Kendileri ile beraber yola çıkanların yollarına aynı kararlılıkla devam ettiklerini görünce onlara alaycı tavırlarla " siz daha oralardamısınız?" şeklinde sözler sarfetmektedirler.  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin arapça metinlerini dünya şampiyonları hafızlar tarafından dinlerken gözyaşlarını tutamayan bu eski ağabeylerimiz bu ayetlerin mesajı ile ilgili olarak hiç bir düşünme gereği dahi duymamaları içler acısı bir durumdur.  

Rabbimiz bizleri dünya hayatının geçici nimetleri ile ahiret hayatının ebedi nimetleri arasında seçim yapmak durumunda kaldığımız zaman firavunun sihirbazları örneğinde ölümü dahi göze alarak yamulmadan ahireti seçen kullarından kılsın. Amin