14 Ocak 2019 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde Al-i İmran s. 93. Ayetine Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinin karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, bu ayetin mealinin diğer meallerden farklı olduğunu görecek, hangi mealin doğru olduğu yönündeki sorusuna cevap aramaya gidecektir. Yazımızın konusu bu ayetin hangi çevirisinin doğru olabileceği üzerinedir.

Öncelikle ilgili ayetin 94. ayet ile birlikte Arapça metnini ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çevirisini vermek istiyoruz. 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

93- (Yahudiler dediler ki) Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in[1*] kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.”[2*] 

94- Tevrat’ı okuduktan sonra kendi yalanını Allah'a mal edenler yanlış yapanlardır. 


[1*] Yakup (as)’nin lakabı İsrail’dir. Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Tevrat’ın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz. Bir âyet şöyledir: İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, ayetleri görmezlikte direnenlerdir (kâfirlerdir.) (Maîde 5/44)
Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84 ve Nisa 4/162. âyetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir. Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 46) Tevrat, Yakub aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar İsrailoğulların nebîlerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
[2*] Allah Teala şöyle demiştir: “Yahudilere tek tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Bu ve benzeri âyetler inince Yahudiler bunu reddederek yukarıdaki sözleri söylemişlerdi. Halbuki Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

Al-i İmran s. 93. ayetinin Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan meali ile, diğer mealler arasındaki fark, ayetin başında parantez içine alınmış olarak yazılan, Yahudiler dediler ki kısmıdır. Süleymaniye Vakfı tarafından yapılmış olan Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinde, "  Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir."  cümlesi, Allah (c.c) tarafından değil, Yahudiler tarafından söylenmektedir.  Ancak bu ayetin diğer meallerine, baktığımızda, bu sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği görülmektedir. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, Al-i İmran s. 93. ayetindeki cümlenin, Allah (c.c) tarafından söylenmiş olan, ve Yakup (a.s) ın bazı kişisel nedenlerden dolayı yemediği yiyecekler dışındaki (o yiyeceklerin de helal olmasına rağmen, Yakup (a.s) tarafından bazı nedenlerden ötürü yenilmemektedir) bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğunu beyan eden bir söz olduğu anlaşılırken, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde ise, Allah (c.c) tarafından 94. ayette yalan olarak beyan edilen bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

Süleymaniye Vakfı tarafından ayetin başına açılan parantezin içine yazılan Yahudiler dediler ki ifadesinin sebebini, ayetin altına açtıkları dipnotta belirtmektedir. Dipnotta, Yahudilerin Al-i İmran s. 93. ayetindeki sözleri söyleme sebebi olarak, Enam s. 146. ayeti gösterilmektedir. Yahudiler kendilerine bazı yiyeceklerin haram kılındığını beyan eden ayetler indiğinde bunu ret etmişler, kendileri için böyle bir haramlılığın olmadığını Al-i İmran s. 93. ayetteki sözler ile dile getirmişlerdir.

Ancak Enam s. 146. ayeti, her ne kadar Yahudiler ile ilgili ise de, bu ayet 136. ayetten başlayıp 153. ayete kadar giden bir bağlama dahildir. Bu bağlama sahip olan ayetlerin, Mekke müşriklerinin şirk inançları ile ilgili olduğu için, Mekke'de inmiş olması gerekmektedir. Vakfa göre Mekke'de inen bu ayete itiraz edenler, cevabı Medine'de inen bir ayette almışlardır.

Kanaatimizce vakıf tarafından Al-i İmran s. 93. ayetine verilen anlamda, Enam s. 146. ayetinin dikkate alınması hatalı bir yaklaşımdır. Eğer Yahudiler Enam s. 146. ayetine karşı bir itiraz getirmiş olsalardı, bu itirazları Al-i İmran s. 93. ayetinde olduğu gibi değil, "Allah bize özel olarak hiç bir şeyi haram kılmadı" gibisinden olması, veya ilgili ayet içinde açık ve net olarak diğer ayetlerde olduğu gibi "Galetil Yahudi" (Yahudi dedi ki) şeklinde bir Arapça metin olması gerekirdi. Yahudilerin Enam s. 146. ayetine getirdiklerini düşündüğü itiraz, ve bu düşünce yönünde vakıf meal yapıcılarının açtıkları ilave parantez, kanaatimizce yanlış bir parantezdir. 

Peki Al-i İmran s. 93. ayeti ile ilgili olan hangi ayetlerdir? denilirse, şu ayetleri sıralayabiliriz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.



[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Al-i İmran 93. ve 94. ayetlerinde önceden helal olduğu halde İsrailoğullarına haram kılınan bazı yiyeceklerin haramlılığının arızi olduğu beyan edilmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde bu arızi durumun gerekçesi beyan edilmekte, Al-i İmran s. 50. ayetinde ise bu arızi haramların bir kısmının İsa (a.s) a inen vahiy ile helal kılındığı beyan edilmektedir. Araf s. 157. ayetinde ise, geri kalan haramların tamamının Muhammed (a.s) ile birlikte sona erdiği beyan edilmektedir. 

Süleymaniye Vakfı'nın ilgili ayete böyle bir parantez açmasının diğer bir sebebi kanaatimizce şu olabilir: 

Ayetin ikinci cümlesi olan, "De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım"  cümlesinde geçen, İn küntüm sadıkin ifadesinin geçtiği diğer ayetlerde, bu ifade öncesinde genellikle, inkarcılar tarafından söylenen bir sözün olması, vakıf meal yapıcılarında Al-i İmran s. 93. ayetinin ilk cümlesinin de inkarcılar tarafından söylenmiş bir söz olabileceği kanaati uyandırmış olabilir. 

Al-i İmran s. 93. ayetini nasıl anlayabiliriz? dersek, şöyle bir cevabımız olabilir:

Medine'de bulunan Yahudiler muhtemelen, kendilerine özel kılınan bu haramlığın, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde beyan edilen gerekçelere istinaden değil, Tevrat öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu, sadece kendilerine değil bütün ümmetlere has bir yasak olduğunu savunuyor olmalıdırlar. Yahudilerin kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgili kulları olarak görmüş olmaları (5. 18), kendilerine özel olarak kılınan böyle bir haramlılık ile uyuşmamaktadır. Allah (c.c) onların bu iddialarını, Al-i İmran s. 93. ayetinde öne sürerek, bunun aksini savunuyorlar ise, Tevrat'ı getirerek o kitapta bulunan bu konudaki beyanı ortaya koymalarını istemektedir.

Olayı şu karşılıklı konuşma üslubu içinde anlatacak olursak:

Yahudiler= Bu haramlar bize özel bir haram değil, tüm insanlara kılınan bir haramlıktır.

Allah (c.c)= İsrailoğullarına kılınan bu haramlıklar, Tevrat öncesi değil, Tevrat'ın indirilmesinden sonra, onların işledikleri bazı cürümler sebebi iledir. Aksini iddia eden varsa getirsin Tevrat'ı ortaya koysun.

Vakfın hatası, Nisa s. 160. ve 161. ayetleri dikkate almak yerine, Enam s. 146. ayetini dikkate almış olmasıdır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Bu ayetlere baktığımızda, İsrailoğullarına yapmış oldukları bazı yanlışlar sebebi ile onlara helal olan bazı yiyeceklerin, yaptıklarının bir cezası olarak haram kılındığı anlaşılmaktadır. Bu haramların ne olduğu ise Enam ve Nahl s. ayetlerinde beyan edilmektedir. 

Nisa s. 160. ve 161. ayetlerindeki gerekçelere istinaden, İsrailoğullarına helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınma yolu, onlara gönderilen elçi ve kitap ile olması gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c) kulları ile ilgili emir ve yasakları, o kullar içinden seçtiği insanlar aracılığı ile göndermektedir.

İsrailoğullarına verilen bu cezanın bilgi kaynağı elçiler olup, bu yasaklar onlara elçiler ve onlara inen kitap aracılığı ile bildirilmiştir. İsrailoğullarına inen kitabın isminin bize Tevrat olarak beyan edilmiş olması burada dikkate değerdir. İsrailoğullarına Musa (a.s) öncesinde de elçi ve kitap gönderildiğini hesap edersek, bu kitabın adının Tevrat olması gerektiği açıktır.

Al-i İmran s. 93. ayetini, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerini dikkate alarak okuduğumuz şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 


Allah (c.c) İsrailoğulları dahil olmak üzere, tüm kullarına Tayyibat olarak beyan ettiği yiyecekleri helal kılmıştır (2. 168/  5. 4-5-88/ 16. 114). İsrailoğullarına helal olduğu halde sonradan haram edilen tayyibatın, onlara elçileri aracılığı ile bildirilmiş olması gerektiğine göre, Tevrat'ın indirilmesinden önce böyle bir yasağın da olmaMAsı icap etmektedir. İşte Al-i İmran s. 93. ayeti bu durumu beyan etmektedir. O zaman bu ayetteki sözün İsrailoğullarına değil, Allah (c.c) ye ait olması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı mealinde, Al-i İmran s. 93. ayetinin başına açılan parantez hatalı olarak açılmıştır. Vakıf yetkilileri şayet ayeti, Enam s. 146. ayetini değil, Nisa s. 160. 161. ayetlerini dikkate alarak anlamaya çalışmış olsalardı, böyle bir hatayı yapmalarına gerek  kalmayacaktı.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


11 Ocak 2019 Cuma

AL-İ İMRAN SURESİ MEALİ

1- Elif, lam, mim.

2- Allah, O'ndan başka ilah yoktur. O, diri ve yarattıkları üzerinde her an gözetimdedir.

3- 4- Kendisinden öncekileri doğrulayıcı kitabı sana gerçekle indirdi. Önceden insanlar için yol gösterici olarak Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Ve Furkan'ı da indirmişti. Şüphesiz ki onlar Allah'ın ayetlerini inkar ettiler, onlar için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, yapılanın karşılığını verendir.

5- Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.

6- Rahimlerde, size dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur.  Güçlüdür, doğru karar vericidir.

7- Sana Kitabı indiren O'dur. Onda korunmuş ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır.  diğerleri ise benzeşmektedir. Kalplerinde eğrilik bulunanlara gelince,  fitne aramak ve sonucunu aramak için, onun benzeşeninin peşine düşerler. Oysa onun sonucunu Allah bilir. İlimde derinleşenler derler ki: "Biz ona inandık hepsi Rabbimizin katındandır". Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alır.

8- Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla, hiç şüphesiz ki sen bağışı bol olansın.

9- Rabbimiz, geleceğinde şüphe olmayan günde insanları toplayıcı olan sensin. Şüphesiz ki Allah verdiği sözden dönmez.

10-  İnkar edenlere gelince, onların ne malları ne de çocukları onları Allah'tan hiçbir şeyi gidermeyecektir. İşte onlar, onlardır ateşin yakıtları.

11- (Bunların izledikleri yol) Firavun'un yolundan gidenler ve ondan öncekilerin gidişi gibidir. Onlar ayetlerimizi yalanlamışlar, Allah'ta onları işledikleri günahlar sebebi ile yakalamıştı. Allah cezası şiddetli olandır.

12- İnkar etmiş olanlara de ki: Yakında mağlup olacak ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yataktır.

13-Karşı karşıya gelen iki toplulukta mutlaka sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah'ın yolunda savaşıyor, diğeri ise inkarcı idi. (Allah'ın yolunda savaşan topluluk, inkarcıları) gözün görüşü ile kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah yardımı ile dileyeceğini destekler. Basiret sahipleri için bunda mutlaka bir ibret vardır.

14- Kadınlardan ve oğullardan ve kantar kantar altın ve gümüşten ve nişan takılmış atlardan ve hayvanlardan ve ekinlerden yana olan düşkünlük, insanlara süslendi. Bunlar dünya hayatının geçici faydalarıdır. Allah, varılacak yerin güzeli O'nun  katındadır.

15- De ki: Size bunlardan daha hayırlı olanı haber vereyim mi?.  Korunanlar için Rableri katında, orada ölüm görmemek üzere kalacakları altından nehirler akan cennetler ve tertemiz eşler ve Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah,  kullarını görücüdür.

16- 17- Onlar "Ey Rabbimiz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru" diyen, başlarına gelen sıkıntılara karşı dayanan ve mücadele eden ve dosdoğru olan ve itaatten ayrılmayan ve mallarını hayır yolunda harcayan ve seher vakitlerinde bağışlanma isteyenlerdir.

18- Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de adaleti ayakta tutarak (şahitlik etti). O'ndan başka ilah yoktur. Güçlüdür doğru karar vericidir.

19- Allah'ın katında din şüphesiz İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar onlara ilim geldikten sonra aralarındaki hasetten başka bir nedenle ihtilafa düşmediler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse şüphesiz ki Allah, hesabı çabuk görücüdür.

20- Eğer seninle tartışacak olurlarsa de ki: Ben bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah'a teslim ettim. Kitap verilmiş olanlara ve ümmilere de ki: Siz de teslim ettiniz mi?. Eğer teslim ettilerse doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer  yüz çevirdilerse,  senin üzerine düşen sadece ulaştırmaktır. Allah kullarını görücüdür.

21- Allah'ın ayetlerini inkar edenlere ve  nebileri haksız yere öldürenlere ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, artık onları acı veren azabla müjdele.

22- İşte bunların yaptıkları, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. Onlar için yardımcılardan kimse yoktur.

23- Kendilerine, kitap'tan bir pay verilen (Yahudi) leri görmedin mi?. Aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına (Tevrat'a) çağrılıyor, sonra onlardan bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.

24- Bunun sebebi "Ateş bize sayılı günlerden başka dokunmayacaktır"  demelerinden ötürüdür. Dinlerinde  uydurmakta oldukları bu yalanlar onları aldatmaktadır.

25- Geleceğinde şüphe olmayan, onları topladığımız ve her kişiye kazandığının karşılığı haksızlık yapılmadan tam olarak ödendiği günde, halleri ne olacak?.

26- De ki: Yönetim gücünün asıl sahibi olan Allah'ım, yönetim gücünü dilediğine verir, yönetim gücünü dilediğinden de çekip alırsın, dileğini yüceltir, dilediğini de zelil kılarsın, iyilik senin elindedir. Sen her şeye güç yetiricisin. 

27- Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın.

28- İnananlar, inananların aşağısından inkarcıları, koruyucu sahip çıkan edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah'tan hiçbir şey üzerinde değildir. Ancak onlara karşı güç yetirememe gibi bir durumda olursanız  hariçtir. Allah sizi kendisinden sakındırır. Dönüş Allah'adır.

29- De ki: Göğüslerinizde olanı gizleseniz de onu açığa çıkarsanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şeye güç yetiricidir.

30- O gün her kişi hayırdan ne işlemiş ise onu hazır vaziyette bulur. Kötülükten ne işlemiş ise, kötülüğü ile kendisi arasında uzak mesafe olsun ister. Allah sizi kendisinden sakındırır. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

31- De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah'ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

32- De ki: Allah'a ve elçiye itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz kiAllah inkarcıları sevmez. 

33- Şüphesiz ki Allah, Adem'i ve Nuh'u ve İbrahim ailesini ve İmran ailesini, insanlar üzerine seçkin kıldı.

34- Bunlar birbirinden türemiş olan bir soydur. Allah işiticidir bilicidir.

35- Ve bir zaman İmran'ın karısı: "Rabbim karnımdakini, hür olarak sana adadım onu benden kabul buyur. Muhakkak ki sen işitici bilicisin" demişti.

36- Onu doğurduğunda, -Allah onun ne doğurduğunu ve (istemiş olduğu) erkek, (onun doğurduğu) kız gibi olmayacağını daha iyi bildiği halde- "Rabbim onu kız olarak doğurdum, ben ona Meryem adını koydum. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan sana sığındırıyorum" demişti.

37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etmiş ve onu en  güzel bir bitki gibi yetiştirmiş ve Zekeriyya'yı ona sorumlu yapmıştı. Zekeriyya, Meryem'in kaldığı odaya her ne zaman girmişse, onun yanında bir rızık bulmuş, "Ey Meryem bu sana nereden geliyor?" demiş, Meryem bu soruya ise, " Bu Allah katındandır, muhakkak ki Allah dileyeceğini hesapsız rızıklandırır" demişti.

38- Zekeriyya orada Rabbine dua etmiş, "Rabbim bana katından temiz bir soy bağışla, muhakkak ki sen duayı işiticisin" demişti. 

39- Mihrab'ta ayakta salat (namaz) halinde iken melekler ona, "Şüphesiz ki Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayan, toplumuna liderlik yapacak, iffetine düşkün bir  nebi ve doğru kimselerden olacak olan Yahya'yı müjdeliyor" demişti. 

40- (Zekeriyya): "Rabbim, ben ihtiyarlığa ulaşmış karım ise çocuk doğuramayan biri olduğu halde benim oğlum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir Allah dileyeceğini yapar" demişti.

41- (Zekeriyya): "Rabbim bana bir alamet kıl" demiş, (Allah): "Senin alametin, insanlarla işaretten başka üç gün konuşamamandır. Rabbini çokça an. Akşam sabah O'nu tesbih et (O'nun çizdiği daire içinde kal)" dedi. 

42- 43- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni seçti ve tertemiz kıldı ve  alemlerin (Dünya) kadınlarının üzerine seni şeçti. Ey Meryem, Rabbine gönülden bağlı ol ve secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et" demişti.

44- Bu, sana vahyettiğimiz gaybin haberlerindendir.  Hangisi Meryem'e sorumlu olacak diye kura çekerlerken sen onların yanlarında değildin. Onlar aralarında (bu konuda) tartıştıkları zaman da sen onların yanlarında değildin.

45- 46- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O dünyada ahirette itibarlı ve yakınlaştırılmışlardandır. O, insanlarla çocuk iken de, yetişkin iken de konuşacak, ve o doğru kimselerdendir" demişti.

47- (Meryem), "Rabbim bana bir beşer dokunmadığı halde benim çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah), " Bu böyledir, Allah dileyeceğini yaratır. Bir işe hükmettiği zaman ona sadece "ol" der, o da oluverir." demişti. 

48- Ona Kitab'ı, doğruyu yanlıştan ayırmayı, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49- 50- 51- Ve İsrail'in oğullarına elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ki ben size Rabbinizden  delil getirdim. Size çamurdan bir kuş sureti yaratır, ona üflediğimde Allah'ın izni ile bir kuş olur ve Allah'ın izni ile gözleri doğuştan kör olanı ve abraşı iyileştirir ve ölüleri diriltirim ve evlerinizde yediklerinizi ve ileride yemek için sakladıklarınızı size haber veririm. Eğer inanmışlar iseniz şüphesiz ki bunda bir delil vardır. Önümdeki Tevrat'tan doğrulayıcı olarak, size haram kılınmış olanların bir kısmını helal kılmak için Rabbinizden size delil getirdim. Artık Allah'tan korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Artık O'na kulluk edin, doğru yol işte bu dur".

52- 53- İsa, onlardan inkarı sezdiğinde, "Allah'a (yapılan bu inkara karşı) yardımcılarım kim dir?demiş, Havariler'de: "Biz Allah'ın yardımcılarız, Allah'a inandık, şahit ol şüphesiz ki biz teslim olmuşlarız. Rabbimiz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk, artık bizi şahitlerle birlikte yaz" demişti.

54- Ve (İsrailoğulları) tuzak kurdular. Allah onların bu yaptıklarını boşa çıkardı. Allah tuzakları boşa çıkaranların hayırlısıdır.

55- 56- 57- O vakit Allah:"Ey İsa, seni ben öldürecek, kendime yükseltecek ve seni inkarcılardan (kurtararak) arındıracağım. Sana uyanları ise kalkışın gününe kadar inkar edenlerin üzerinde kılacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda ben hükmedeceğim. İnkar etmiş olanlara gelince, onları dünyada ve ahirette şiddetli bir azabla azap edeceğim, onlara yardımcılardan kimse yoktur. İnanmış ve doğruları işlemiş olanlara gelince, onların mükafatlarını tam olarak verecektir. Allah yanlış yapanları sevmez" demişti.

58- İşte bu sana okuduğumuz, ayetlerden ve doğruyu yanlıştan ayıran Zikir'dendir.


59- Şüphesiz ki Allah'ın katında İsa'nın örneği, Adem'in örneği gibidir.  Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, o da  oluverdi. 

60- Gerçek senin Rabbindendir, artık kuşkuya kapılanlardan olma.

61- Artık sana bu konuda bilgi geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra açık gönüllülükle dua ederek, Allah'ın uzaklaştırmasının yalancıların üzerine kılalım.

62- Şüphesiz ki bu gerçek anlatıdır. Allah'tan başka ilah yoktur. Şüphesiz Allah, güçlüdür doğru karar vericidir.

63- Buna rağmen eğer yine yüz çevirdilerse,  şüphesiz ki Allah bozucuları bilicidir.

64- De ki: Ey kitabın ehli, Allah'tan başkasına kulluk etmemek ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmamak ve Allah'ın aşağısından birbirimizi rabler edinmemek olan, bizimle sizin aranızdaki ortak söze gelin. Eğer yüz çevirdilerse, artık siz de "Şahit olun biz teslim olmuşlarız" deyin.

65-  Ey kitabın ehli, İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz?. Tevrat ve İncil ondan sonra indirilmiştir. Halâ aklınızı kullanmaz mısınız?.

66- Hadi siz hakkında bilgi sahibi olduğunuz bir konuda tartıştınız, ama hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz?. Allah biliyor siz ise bilmiyorsunuz.

67- İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan idi. O ancak bozulmamış fıtrat sahibi olarak teslim olmuş biri idi, ortak koşanlardan değildi.

68- Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu nebi ve inanmış olanlardır. Allah inananların sahip çıkan koruyucusudur.

69- Kitabın ehlinden bir grubu sizi saptırmayı arzu etmektedir. Oysa onlar kendilerinden başkalarını saptırmadıklarının şuurunda değillerdir.

70- Ey kitabın ehli, şahit olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?.

71-  Ey kitabın ehli, niçin gerçeği, sahte ile örtüyor,  bildiğiniz halde gerçeği gizliyorsunuz?.

72- 73- Kitabın  ehlinden bir grup dedi ki: "İnanmış olanlara indirilene gündüzün başlangıcında ina(nmış gibi davra)nın, onun bitiminde ise inkar edin. Belki onlar da dönerler. Bir de sizin dininize uyandan başkasına da inanmayın". De ki: Şüphesiz ki doğru yol, Allah'ın yoludur. Size verilenin bir benzerinin başka birine de verilmiş olmasından dolayı mı veya Rabbinizin katında size karşı delil getirecekler diye mi (böyle söylüyorsunuz)?. De ki: (Risalet konusunda) lütuf Allah'ın  elindedir, onu dileyeceğine verir. Allah, lütfu geniş olandır bilicidir.

74- Kitap ve elçiliğini* dileyeceği kimseye ayrıcalık tanır. Allah büyük lütuf sahibi olandır. 

Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

75- Kitabın ehlinden öylesi vardır ki, kendisine kantar ağırlığınca mal emanet etmiş olsan, onu sana geri verir. Onlardan öylesi de vardır ki, bir dinar  dahi emanet etmiş olsan, (tepesine) dikilmediğin müddetçe ona sana geri vermez. Bunun nedeni onların (Ümmilere karşı üzerimize sorumluluk yoktur" demeleridir. Onlar bildikleri halde Allah üzerine yalan söylemektedirler.

76- Hayır,  sözünü (emanetini) tam olarak yerine getirmiş ve korunmuşsa, şüphesiz ki Allah korunanları sever.

77- Şüphesiz ki Allah'ın sözünü, ve yeminlerini az bir bedele satanlar var ya. işte onlar için ahirette (cennetten) bir pay yoktur. Kalkışın gününde Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Acı azap onlar içindir.

78- Ve yine onlardan bir grup vardır ki, siz onu kitaptan olduğunu hesap edesiniz diye dillerini kitapla eğip bükerler. Halbuki o kitaptan değildir. "Bu Allah'ın katındandır" derler, halbuki o Allah'ın katından değildir. Onlar bilerek Allah'a karşı yalan söylüyorlar.

79- Allah'ın, kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiği bir beşerin, tüm bunlardan sonra kalkıp insanlara, " Allah'ın astından olarak bana kul olun" deme(yetki)si yoktur.  Ancak, "Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitabın doğrultusunda Rabbe kul olun" (deme yetkisi vardır) .  

80-  Size, melekleri ve nebileri rabler edinmenizi emretmez. Siz teslim olduktan sonra size inkar etmeyi hiç emreder mi?.

81- Bir zaman Allah nebilerden, "Size kitaptan ve doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetinden verdikten sonra, sizin beraberinizde olanı doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz" diye kayıt altına alınmış söz almış "Kabûl ettiniz ve bu ağır yükümü aldığınız mı?"  demiş, (o nebilerde) "Kabûl ettik" demişler, (Allah'ta) " Şahit olun, sizinle birlikte ben de şahitlerdenimdemişti.

82- Artık kim bu sözü verdikten sonra yüz çevirdiyse, işte onlar, itaatten çıkmış olanlardır.

83- Yoksa onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?. Oysa göklerde ve yerde ne varsa, ister istemez hepsi O'na teslim olmuştur, ve O'na döndürüleceklerdir.

84- De ki: Biz Allah'a ve bize indirilene ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a veYakub'a ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya ve nebilere Rablerinden verilmiş olana inandık. Onlardan hiç birisinin arasını ayırmayız, ve biz O'na teslim olmuşlarız.

85-  Kim din olarak İslam'dan başkasını arıyorsa bilsin ki, bu ondan asla kabul olunmaz, ve o ahirette de zarara uğrayanlardandır.

86- İnandıktan sonra inkar eden bir topluluğu, Allah nasıl doğru yola iletir?. Onlar elçinin gerçek olduğuna şahitlik etmişler, ve kendilerine apaçık deliller de gelmişti. Allah, yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

87- İşte onların karşılığı, Allah'ın ve meleklerin ve bütün (inanmış olan) insanların uzaklaştırmasının onların üzerine olmasıdır.

88-  Orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar, azap onlardan hafifletilmez, ve onların yüzlerine bile bakılmaz.

89- Ancak bunun ardından (itaatle) dönmüş ve durumlarını düzeltmiş olanlar hariç. Allah şüphesiz bağışlayıcıdır merhamet edicidir.

90- Şüphesiz ki, iman etmelerinin ardından inkar etmiş, sonra da inkarlarını artırmış olanların, (ölüm anında yapacakları) dönüşleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, onlardır yolunu kaybetmişler.

91- Şüphesiz ki inkar etmiş ve inkar etmiş olarak ölmüş olanlar var ya, onlar yeryüzünün dolusu  altını fidye verseler dahi, hiç birinden asla kabul edilmeyecektir. Acı azap onlar içindir, onlara yardımcılardan kimse yoktur.

92- Sevdiklerinizden harcamadıkça, iyilik ve erdeme nail olamazsınız. Bir şeyden her ne harcarsanız Allah onu bilicidir.

93- Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldığı hariç bütün yiyecekler, İsrail'in oğullarına helal idi. De ki: Eğer doğrulardan iseniz Tevrat'ı getirip onu okuyun.

94- Kim bundan sonra artık Allah üzerine yalan uydurduysa, işte onlar,  yanlış yapanlar onlardır.

95- De ki: Allah doğruyu söyledi. Artık fıtratı bozulmamış olan İbrahim'in ortak değerine uyun. O ortak koşanlardan değildi.

96- Şüphesiz insanlar için kurulan ilk ev, ilahi hayır kaynağı ve insanlar için yol gösterici olan Bekke'deki (Kâbe) dir.

97- Onda apaçık deliller ve İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girdiyse güvende olmuştur. Evi hac etmek,  ona güç yetiren insanlar için, Allah'ın onlar üzerindeki hakkıdır. Kim (bu hakkı) inkar ettiyse,  şüphesiz ki Allah alemlerden (yarattıklarından) hiçbir şeye muhtaç değildir.

98- De ki: Ey kitabın ehli, Allah'ın ayetlerini niçin inkar ediyorsunuz?. Allah yapmakta olduklarınızın üzerinde şahittir.

99- De ki: Ey kitabın ehli, (doğruluğuna) şahit olduğunuz halde niçin inanmış olanı Allah'ın yolundan, onda eğrilik arayarak alıkoymaya çalışıyorsunuz?. Allah yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.

100- Ey inanmış olanlar,  eğer kitap verilmiş olanlardan bir kısmına itaat edecek olursanız, inanmanızdan sonra sizi inkarcılar olarak döndürürler.

101- Nasıl inkar edersiniz ki, Allah'ın ayetleri size okunmakta ve onun elçisi de içinizdedir. Kim Allah'a sımsıkı yapışırsa mutlaka doğru yola eriştirilmiştir.

102- Ey inanmış olanlar, Allah'tan korunmanın gereğini hakkı ile yerine getirin. Sizler ancak Allah'a teslim olanlar olmuşlar can verin.

103- Topluca Allah'ın ipine sarılın ve fırka fırka olup parçalanmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Siz birbirinize karşı düşman iken, sizin kalplerinizi birleştirmişti de böylelikle onun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da sizi ondan kurtarmıştı.  Allah ayetlerini doğru yolda olmanız için size böyle açıklıyor.

104- Sizler hayra çağıran, güzel ve uygun olanı emreden, çirkin ve uygun olmayandan sakındıran bir topluluk olun. İşte onlar,  arzuladıklarına kavuşanlar onlardır.

105- Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşerek fırkalara ayrılanlar gibi olmayın. İşte onlar,  şiddetli azap onlar içindir.

106- O günde ağaran yüzler ve kararan yüzler vardır. Yüzleri kararanlara, "İnandıktan sonra inkar mı ettiniz?. Öyleyse inkar etmenizden ötürü tadın azabı" (denir).

107- Yüzleri ağaranlar ise artık  Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada ölüm yüzü görmemek üzere kalıcıdırlar.

108- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah alemlere (yarattıklarına) zulmetmek istemez.

109- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Yapılan bütün işler Allah'a döndürülür.

110- Siz, insanlar arasından çıkarılmış bir oldunuz. İyi ve güzel emreder, kötü ve çirkin olandan yasaklar ve Allah'a inanırsınız. Kitabın ehli de inanmış olsaydı onlar için elbette hayırlı olmuştu. İçlerinden inanmış bir kısım olsa da çoğu elbette itaatten çıkmış olanlardır.

111- Onlar, size eziyet (söz ile incitme) dışında asla başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşacak olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra yardım da göremezler.

112- Allah'tan bir ipe ve (inanan) insanlardan bir ipe sığınmadıkça, nerede bulunmuşlarsa üzerlerine aşağılanma damgası vurulmuş, Allah'tan  gazaba uğramışlar ve üzerlerine yoksulluk damgası vurulmuştur. Bunun nedeni, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, nebileri haksız yere öldürmeleridir. Bunun nedeni ise isyan etmiş ve aşırı gidiyor olmalarındandır.

113- Hepsi aynı değillerdir. Kitabın ehlinden, dimdik ayakta duran (yamulmamış) bir topluluk vardır ki; gecenin vakitlerinde Allah'ın ayetlerini okurlar ve onlar secde ederler.

114- Allah'a ve ahirete inanır, güzel ve uygun olanı emreder, çirkin ve uygun olmayandan sakındırır, hayırlarda koşuştururlar. İşte onlar doğru kimselerdendir.

115- Hayırdan her ne yaparlarsa bu asla inkar edilmeyecektir. Allah korunanları bilicidir.

116- İnkar edenlere gelince, onların ne malları ne de çocukları onları Allah'tan hiçbir şeyi gidermeyecektir. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

117- Onların bu dünya hayatındaki  harcamakta olduklarının örneği, kendilerine yanlış yapmış bir topluluğun ekinine isabet etmiş, böylelikle onu mahvetmiş, kavurucu soğuğa sahip rüzgar gibidir. Allah onlara yanlış yapmadı, ancak onlar kendilerine karşı yanlış yapıyorlardı.

118- Ey inanmış olanlar, sizin aşağınızdan olanları sırdaş edinmeyin. Onlar sizi karıştırmaktan geri durmazlar. Sizin sıkıntıya düşmenizi istediler. Öfkeleri ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Göğüslerindeki gizlemekte oldukları ise daha da büyüktür. Aklınızı kullananlardan iseniz ayetlerimizi kesinlikle açıkladık.

119- İşte siz öyle kimselersiniz ki siz onları seviyorsunuz, fakat onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın (Tevrat, İncil Kur'an) tamamına inanıyorsunuz (onlar inanmıyorlar). Sizinle karşılaştıklarında size "İnandık" dediler, yalnız kaldıklarında ise size karşı (öfkelerinden) parmaklarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizle ölün, Allah şüphesiz sinelerde olanı bilicidir"

120- Eğer siz bir iyilik dokunacak olursa bu onları üzer, eğer size bir kötülük isabet edecek olursa buna  sevinirler. Eğer siz direnerek mücadele eder ve korunursanız, onların planları size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz ki Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatıcıdır. 

121- Hani sen sabahın erken vaktinde, inanmış olanları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah işiticidir bilicidir.

122- Hani içinizden iki grup korkuya kapılmıştı. Halbuki Allah, o iki grubun sahip çıkan koruyucusuydu. O halde inanmış olanlar sadece Allah'a güvenmelidirler.

123- And olsun ki Allah , siz sayıca az bir durumda iken size Bedir'de yardım etmişti. O halde Allah'a karşı gelmekten korunun ki şükretmiş olasınız.

124- Hani sen o zaman inanmış olanlara, "Rabbinizin, meleklerden indirilmiş üç bini ile size destek vermesi yetmez mi?" demiştin.

125- Elbette yeter.  Eğer siz direnerek mücadele eder ve korunur, onlarda size şu anda ansızın gelirlerse, Rabbiniz sizi alametli meleklerden beş bini ile destekleyecektir.

126- 127- Allah bunu size ancak bir müjde onunla kalpleriniz yatışsın, inkarcılardan bir kısmının kökünü kazısın, perişan olarak gerisin geri dönsünler diye yapmıştır. Yardım, ancak güçlü doğru karar verici Allah'ın katındandır.

128- Allah'ın, onlara lütuf ile dönmesi, veya onlara azap etmesinden dolayı, senin yapabileceğin herhangi bir şey yoktur. Çünkü onlar yanlış yapmışlardır. 

129- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Dileyeceğini bağışlar, dileyeceğine de azap eder. Şüphesiz ki Allah bağışlayacıdır merhamet edicidir.

130- Ey inananlar kat kat artırılmış olan faizi yemeyin. Arzuladıklarınıza kavuşabilmeniz için Allah'tan korunun.

131- Korunun o ateşten ki o, inkarcılar için hazırlanmıştır.

132- Allah'a ve Resul'e itaat edin ki merhamet olunasınız.

133- Rabbinizden olan bağışlanmaya, korunanlar için hazırlanmış olan, onun genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşturun.

134- Onlar ki, bollukta da, darlıkta da harcarlar, öfkelerini bastırırlar, insanlar(ın kusurlarını yüzlerine vurmak) dan geçerler. Allah iyilik edenleri sever.

135- Onlar ki, bir hayasızlık veya kendilerine karşı bir yanlış yaptıklarında Allah'ı hatırladılar,  günahlarına hemen bağışlanma istediler. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?. (Onlar) günahları üzerinde bile bile ısrar etmezler.

136- İşte onların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve orada ölümsüzlük görmemek üzere kalacakları altından nehirler akan cennetlerdir. (Güzel işler) yapanların mükafatı ne  güzeldir.

137- Sizden önce değişmez yasalar geldi geçti. Artık yeryüzünde dolaşın da, yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğuna bakın.

138- Bu, insanlar için bir açıklama, korunanlar için ise, öğüt ve yol göstericidir.

139- Gevşemeyin,  üzülmeyin, eğer inanmışlar iseniz, üstün olan sizsiniz.

140- 141- Eğer size (Uhud'da) bir yara dokunduysa, o topluluğa da, (Bedir'de) onun benzeri bir yara dokunmuştu. Bu günleri, Allah'ın inanmış olanları bilmesi ve içinizden şahitler edinmesi ve Allah'ın inanmış olanları arındırması ve inkarcıları imha etmesi için, insanlar arasında döndürür dururuz. Allah yanlış yapanları sevmez.

142- Yoksa Allah, içinizden çaba gösterenleri, direnerek mücadele edenleri bilmeden, cennete girivereceğinizi mi hesap ettiniz?.

143- Siz onunla karşılaşmadan önce, ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu gerçekten gördünüz ve siz bakıp duruyorsunuz.

144- Muhammed bir elçiden başka biri değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülür ise, siz ökçeleriniz üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?. Kim iki ökçesi üzerinde gerisin geri dönecek olursa, Allah'a asla bir zarar veremez. Allah  şükredenlerin karşılığını verecektir.

145- Allah'ın izni olmadan, hiç kimse için yazılı süreden önce ölüm yoktur. Kim  dünyanın  sonucunu isterse, ona ondan veririz. Kim ahiretin sonucunu isterse, ona da ondan veririz. Şükredenlerin karşılığını vereceğiz.

146- Nebi'den nicesi vardı ki, Rabbe kul olmuş bir çok kimse, onunla birlikte savaşmışlardır. Onlar Allah'ın yolunda başlarına gelenden ötürü, gevşememiş ve zayıflık göstermemiş ve boyun eğmemişlerdir. Allah direnerek mücadele edenleri sever.

147- Onların sözleri, " Rabbimiz işimizdeki aşırılığımızı ve günahlarımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl, inkarcılar topluluğuna karşı bize yardım et" demekten başka olmadı.

148- Böylelikle Allah onlara hem dünyanın sonucunu, hem de ahiretin güzel sonucunu verdi. Allah iyilik edenleri sever.

149- Ey inanmış olanlar, eğer inkar etmiş olanlara itaat edecek olursanız, sizi ökçeleriniz üzeri gerisin geri döndürürler, böylelikle zarara uğrayanlara dönüşürsünüz.

150- Hayır, Allah sizin sahip çıkan koruyucunuzdur, ve O yardımcıların hayırlısıdır.

151-  Hakkında hiç bir kanıt indirmediği halde, Allah'a ortak koşmalarından dolayı inkarcıların kalplerine korku salacağız. Onların sığınağı ateştir. Ne kötüdür, yanlış yapanların kalacak yeri.

152- And olsun ki Allah, size olan sözünü, ta ki onun izni ile onları öldürene, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşediniz, ayrılığa düştünüz emre isyan ettiniz. Çünkü içinizden dünyayı isteyen olduğu gibi, ahireti isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi zorlu bir denemeye tabi tutmak için, onlar(a karşı savaşı kazanmaktan)dan geri çevirdi. And olsun ki (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizden (kaynaklanan suçunuzu) affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

153- O vakit Elçi sizi arkanızdan çağırıyor, siz ise hiç kimseye dönüp bakmadan yukarı doğru kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

154- (Allah) Sonra, uğradığınız kederin ardından size, içinizden bir grubu kapsayan güvenlik uykusu bahşetti (de böylelikle cesaret ve güveninizi kaybetmediniz). Sadece kendilerini önemseyen bir diğer grup (olan münafıklar) ise, Allah'a karşı haklı bir gerekçeye dayanmaksızın cahiliyeye özgü bir zan besleyerek, "Bu emir ve komuta konusunda bizim bir yetkimiz mi vardı ki(sorumluluğumuz olsun)diyorlardı. De ki: Bütün ve iş ve yetki Allah'a aittir. Onlar sana karşı açıklayamadıklarını içlerinde saklıyarak, "Bu emir ve komuta konusunda bizim de bir yetkimiz olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: Eğer evlerinizde olmuş olsanız bile, haklarında ölüm yazılmış olanlar,  devrilecekleri meydana mutlaka çıkardı. Allah bunu sinenizde olanı denemek, kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı. Allah sinelerde olanı bilicidir.

155- Şüphesiz ki iki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, şeytan içinizden sırtını dönerek kaçanları, bazı kazandıklarından dolayı sadece kaydırmak istemişti. And olsun ki Allah onlardan geçti. Şüphesiz ki Allah bağışlayıcı ve cezalandırmakta acele etmeyendir.

156- Ey inanmış olanlar, kardeşleri yeryüzünde yolculuğa veya savaşa çıktığı zaman, onlar hakkında, "Eğer yanımızda kalsalardı, ne ölürler ne de öldürülürlerdi" diyen, şu inkarcılar gibi olmayın. (Bu emri size)Allah, onlar gibi olmamanız ve kalplerinde onların asla elde edemeyecekleri bir isteğe çevirmek için verdi. Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Allah, yapmakta olduklarınızı görücüdür. 

157- Muhakkak ki eğer Allah'ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, muhakkak Allah'tan bağışlama ve merhamet, onların toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.

158- Ve muhakkak ki ölseniz de öldürülseniz de, muhakkak Allah'a toplanacaksınız. 

159- Allah'tan bir rahmet sebebi ile onlara  karşı yumuşak davrandın. Eğer sert ve kaba kalpli olsaydın, o vakit etrafından dağılırlardı. Artık sen onlardan geç ve onlar için bağışlanma iste ve iş hususunda onlarla danış. Karar verdiğinde ise artık Allah'a güven. Şüphesiz Allah, güvenenleri sever.

160- Eğer Allah size yardım ederse,  artık size karşı kimse galip gelemez. Eğer sizi yüzüstü bırakacak olursa, artık O'ndan sonra size yardım edebilecek kimdir?. İnananlar yalnızca Allah'a güvensin.

161- Bir nebinin ganimeti zimmetine geçirmesi mümkün değildir.. Kim ganimeti zimmetine geçirirse,  kalkışın gününde zimmetine geçirdiği ile gelir. Sonra herkese kazandığının karşılığı tam olarak ödenir. Ve onlara yanlış yapılmaz.

162- Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan kişi gibi midir?. Onun sığınağı cehennemdir. Ne kötü dönüş yeridir.

163- Onlara Allah'ın katında (farklı) dereceler vardır. Allah onların yapmakta olduklarını görücüdür.

164- Allah inananlara, içlerinden O'nun ayetlerini okuyan ve onları arındıran ve kitabı ve doğruyu yanlıştan ayırmayı öğreten bir elçi göndermekle, elbette lütufta bulunmuştur. Halbuki bundan önce apaçık sapıklık içinde idiler.

165- (Bedir'de) iki mislini ettirdiğiniz musibet, (Uhud'da) size isabet ettiğinde mi, "Bu 
 nereden?" dediniz?. De ki: Bu kendinizdendir. Şüphesiz ki Allah her şeye güç yetiricidir.

166-167- İki topluluğun karşı karşıya geldiği günde size isabet edenin sebebi, Allah'ın(galibiyet ve mağlubiyet için koyduğu yasalar dahilindeki) izninin bir gereği ve inananları bilmesi ve münafıkları bilmesi içindi. Onlara, "Allah'ın yolunda savaşın veya (şehri) savunun" denildiğinde onlar, "Eğer savaşmayı bilseydik mutlaka size uyardık" dediler. O gün onlar inkara, inanmaktan daha yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızları ile söylüyorlardı. Allah onların gizlediklerini en iyi bilicidir.

168- Onlar (evlerinde) oturup, (savaşta ölen) kardeşleri için, "Eğer bize itaat etmiş olsalardı öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğrulardan iseniz haydi ölümü kendi üzerinizden def edin".

169-170- 171- Allah'ın yolunda öldürülenleri ölüler olarak hesap etmeyin. Hayır onlar diridirler, Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah'ın, lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinç içindedirler. Ve onlar arkalarındaki henüz kendilerine katılmayanlara, onlara korku olmadığını ve üzüntü duymayacaklarını müjdelemek isterler. Yine onlar, Allah'tan bir nimet ve lütfu, Allah'ın inananların mükafatını zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.

172- Onlar ki kendilerine yara isabet ettikten sonra (savaş meydanından kaçmayarak), Allah ve elçisine (olumlu) cevap verdiler. İçlerinden iyilik yapanlar ve korunanlar için büyük mükafat vardır.

173- Onlar ki, (bazı) insanlar onlara, "İnsanlar sizin için (ordu) topladı, artık onlardan korkun" dediğinde, (bu sözlerle) onlar inancını artırdı ve "Allah bize yeter, o ne güzel güvenilecek olandır" dediler.

174- Böylelikle onlara bir kötülüğe dokunmadan Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın rızasına da uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

175- İşte şu ancak, kendisini sahip çıkan koruyucu olarak görenleriyle sizi korkutan bir şeytandır. Eğer inanmışlar iseniz, onlardan korkmayın benden korkun.

176- İnkarda koşuşturanlar, sakın seni üzmesin. Onlar Allah'a asla zarar veremezler. Allah, ahirette onları (cennetten) bir pay sahibi yapmamak istiyor. Şiddetli azap onlar içindir.

177- Muhakkak inanmaya karşılık inkarı satın alanlar, Allah'a asla bir zarar veremezler. Acı azap onlar içindir.

178- İnkarcılar onlara verdiğimiz mühletin kendilerinin hayrına olduğunu hesap etmesinler. Onlara verdiğimiz mühlet, ancak onların günahlarını artırmaları içindir. Hor ve hakir edici azap onlar içindir.

179- Allah temiz olanı temiz olmayandan ayırıncaya kadar, inananları içinde bulunduğunuz (inananlarla, münafıkların karıştığı) durumda bırakacak değildir. (Bu ayırmayı) Size görünmeyene vakıf kılmak sureti ile yapmayacaktır. (savaş gibi imtihanlara uğratmak sureti ile yapacaktır). Allah görünmeyeni bildirmek için elçilerden diyeceğini seçer. Öyleyse Allah'a ve elçilerine inanın. Eğer inanır ve korunursanız artık size büyük mükafat vardır.

180- Allah'ın, lütfundan dolayı kendilerine verdiklerinde cimrilik yapanlar, onu kendileri için hayır olduğunu hesap etmesinler. Bilakis o (cimrilik), onlar için şerdir. Kalkışın gününde, cimrilik yaptıkları şey, boyunlarına ağırlık olarak dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

181- Allah, "Allah fakir, biz zengin kimseleriz" diyen (Yahudi) lerin sözünü elbette işitmiştir. Bu dediklerini, ve haklı bir gerekçeleri olmadan nebileri öldürmelerini (hesap gününde önlerine) kitap halinde koyacak*, onlara "yakıcı azabı tadın" diyeceğiz.

(*) Ayette geçen "senektübu" kelimesine "yazacağız" yerine "kitap halinde koyacağız" anlamı verme gerekçemiz, geçmişte işlenen bir cürümün daha önce zaten yazılmış olması sebebi iledir. İşlendiği anda yazılan bir amel, kıyamet gününde kitaplaşmış olarak herkesin önüne geleceği için böyle bir anlamı tercih ettik.

182- Bunun sebebi, elleriniz ile sunduklarınınızın sebebidir. Yoksa Allah kullarına karşı asla yanlış yapıcı değildir.

183- Onlar (Yahudiler), "Allah bize, onu ateşin yiyeceği bir kurban getirene kadar, hiçbir elçiye inanmamamız konusunda söz aldı" dediler. De ki: "Benden önce elçiler apaçık deliller, ve o dediğinizi size getirdiği halde, eğer doğrulardan iseniz onları niçin öldürdünüz?".

184- Eğer seni yalanladılar ise, senden önce apaçık deliller ve hikmet dolu sayfalar ve aydınlatıcı kitap getiren elçiler de yalanlanmıştı.

185- Her nefis ölümü tadıcıdır. Kalkışın gününde karşılığınız size tam olarak ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete girdirilmişse, o artık kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcının geçimliğinden başka birşey değildir.

186- Mallarınız ve canlarınız ile mutlaka zorlu bir denemeye tabi tutulacak ve sizden önce kitap verilmiş olanlar ve  ortak koşanlardan, mutlaka çok eziyet (veren sözler) işiteceksiniz. Eğer direnerek mücadele eder ve korunursanız, işte bu yaptığınız işlerin kararlı olanındandır.

187- Allah bir zamanlar, kitap verilmiş olanlardan,  onu insanlara açıklayacak ve onu gizlemeyeceksiniz diye, kayıt altına alınmış söz almıştı. Onlar, buna rağmen sözlerini arkalarına atmış onu az bir değere satmışlardı. O ne kötü bir alışverişti.

188- Hesap etmeyesin ki, getirdikleri(kötülükler) ile sevinen, yapmadıkları (iyilikler) ile övülmeyi sevenler, evet hesap etmeyesin ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Acı azap onlar içindir.

189- Göklerin ve yerin yönetim ve tasarruf  hakkı Allah'ındır. Allah her şeye güç yetiricidir.

190- Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, temiz akıl sahipleri için mutlaka deliller vardır.

191-192-193- 194-  Onlar, ayakta olduğu, oturduğu, ve yanı üstü yattığı halde (yani her durumda), Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. (Ve derler ki): "Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın. Sen her türlü eksik ve kusurdan uzaksın. Bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz, sen kimi ateşe girdirirsen, şüphesiz ki sen onu rezil bir duruma düşürmüşündür. Yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur. Rabbimiz şüphesiz ki biz, "Rabbinize inanın" (diyerek) inanmaya davet eden bir davetçiyi işittik. Onun çağrısı üzerine inandık. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, yaptığımız kötü işleri bizden ört, bizim canımızı iyi ve erdemliler ile birlikte al.Rabbimiz, bize elçilerine (itaat karşılığı) vaat ettiğini ver. Kalkış gününde bizi rezil duruma düşürme. Şüphesiz ki sen vaadinden dönmezsin".

195- Rableri de onların dualarına şöyle cevap verdi: Şüphesiz ki ben, sizden erkekten veya kadından, çalışanın çalışmasını göz ardı etmem. (Çalışmasının karşılığını almakta) birbirinize göre bir farklılığınız yoktur. Onlar ki göç ettiler ve yurtlarından çıkarıldılar ve benim yolumda eziyete uğradılar, savaştılar ve öldürüldüler, yaptıkları kötülükleri onlardan mutlaka örtecek, Allah'ın katından bir sonuç olarak, altından nehirler akan cennetlere girdireceğim. Allah, sonucun güzeli O'nun  katında olandır.

196- 197- O inkarcıların şehirlerde dolaşması seni aldatmasın. Az bir faydalanmadır, sonrasında sığınakları cehennemdir. O ne kötü bir yataktır.

198- Ancak onlar ki Rablerinden korundular, onlar için Allah katından bir ikram olarak, orada ölüm görmemek üzere kalacakları, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Allah'ın katında olan, iyi ve erdemliler için hayırlıdır.

199- Kitabın ehlinden öylesi vardır ki, Allah'a gönülden saygı besleyerek, Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene inanır ve Allah'a karşı itaatkardırlar, Allah'ın ayetlerini  az bir değere satmazlar. İşte onlar için Rableri katından mükafatları vardır. Şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görücüdür.

200- Ey inananlar, arzuladıklarınıza kavuşabilmeniz için, direnerek mücadele edin, direnerek mücadele etmekte birbirinizle yarışın, (düşmana karşı) her an hazır vaziyette olun, Allah'tan korunun.

1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Aralık 2018 Salı

Al-i İmran s. 153. Ayeti: Muhammed (a.s) ın Sözünü Dinlemeyen Sahabe kafir mi Oldu?

Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.

Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.

Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini,  hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.

Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.

-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s)  bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.

Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.

Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır. 

Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.

Allah (c.c)  ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.

Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan  SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.

Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denirşeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.

Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?. 

Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.

Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz. 

Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.

Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.

Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.

Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.

Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.