Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir.
Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.
Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.
Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini, hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.
Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.
-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.
-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s) bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.
Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.
Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır.
Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.
Allah (c.c) ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.
Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.
Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denir" şeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.
Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?.
Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.
Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz.
Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.
Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.
Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.
Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.
Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Muhammed (a.s) ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhammed (a.s) ın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11 Aralık 2018 Salı
5 Şubat 2016 Cuma
TAHRİM s.1 : Muhammed (a.s) ın Haram Kılma Yetkisi OlMAdığını Beyan Eden Bir Ayet
Müslümanlar arasındaki ihtilafların temelinde , son elçi olan Muhammed (a.s) ın, beşer bir elçi olduğunun göz ardı edilmesi ve onun İsa (a.s) ile yarıştırılma gayretleri sonucunda getirildiği son nokta olan "İlah peygamber" algısı yatmaktadır. Böyle bir algının sonucunda oluşan peygamber , artık Allah (c.c) gibi haram ve helal tayini yapmakta , söylediği rivayet edilen sözler Kur'an ile eş değer, hatta Kur'an ayetlerini bile neshedebilecek bir kuvvete sahiptir.
Halbuki Kur'an onun "Beşer bir elçi" olduğunu defalarca vurgulayarak , bu dinin merkezinde elçinin değil, Allah (c.c) nin olduğunu beyan ederek , Hıristiyanların İsa (a.s) ile düştükleri hataları tekrarlamamaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
Ancak bu hatırlatmalar sanki hiç yapılmamış gibi okunan Kur'an, elçiyi merkeze alan bir okuma ve bazı ayetlerin bu okuma doğrultusunda yorumlanması ve bu yorumları destekleyen rivayetlerin uydurulması sonucunda , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram ve helal koyma yetkisine sahiptir" söylemi, dinin amentüsü haline getirilmiştir.
Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğunu iddia eden , "Ehli hadis" fırkasının delil olarak getirdiği ayetleri ele aldığımız yazılarımızda , böyle bir düşüncenin Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) ile aynı konuma getirilmesi anlamında yani , "Şirk" olduğunu vurgulayarak , "Elçi" olmanın ne anlama geldiğinin üzerinden ilgili ayetleri anlamaya çalışmıştık.
Bu yazımızda da Tahrim s. 1. ayetini ele almaya çalışarak , bu konuda düşülen hatanın boyutunu , ilgili ayet üzerinden anlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيم
[066.001] Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.
Ayeti okuduğumuzda , Muhammed (a.s) ın aile içi bir durumdan dolayı , kendisine helal olan bir yiyeceği artık yemeyeceğine dair vermiş olduğu kararın hata olduğunu, ve bu hatasının Allah (c.c) tarafından düzeltilmekte olduğunu görmekteyiz.
Bu ayet nazil olduğu zaman ve hitap ettiği kişiler çerçevesinde düşünüldüğü zaman, belki tarihsel bir ayet olarak görülerek , sadece Muhammed (a.s) ve eşleri arasında olan bir olayı anlatmış olduğunu düşündürebilir. Fakat ayetin bize dönük öyle bir mesajı vardır ki , Muhammed (a.s) ın haram helal koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, işiten kulaklara resmen bağırmaktadır.
Bilindiği üzere, kulları üzerinde yegane tasarruf sahibi ve onlar ile ilgili yaşam kurallarını yani "Din" i , düzenleme yetkisine sahip olan kişi sadece Allah (c.c) olup , onun dışında hiç kimsenin elçisi dahil böyle bir yetkisi yoktur. Tahrim s. 1. ayeti işte bu durumu açık ve net bir şekilde ifade ederek , Muhammed (a.s) ın bile Allah (c.c) tarafından belirlenmiş kurallara tabi olduğu , kendisi tarafından kural belirlemek gibi bir lüksü olmadığını ifade etmektedir.
Eğer Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi var idiyse ve bu yetkiyi Allah (c.c) ona tanımış ise , Allah (c.c) nin helal kıldığı bir şeyi , Muhammed (a.s) ın haram kılmasının hiç bir sakınca teşkil etmemesi gerekirdi. Çünkü Muhammed (a.s.) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi olduğuna göre , helal olan bir şeyi haram kılmasında ne gibi bir beis olabilirdi?.
Haram helal tayininde Allah (c.c) ile aynı hakka sahip olduğu iddia edilen bir kişinin , Allah (c.c) nin helal kıldığını rahatlıkla haram kılmasının mümkün olmasını icap ettirmektedir. Maalesef böyle olmamış , Allah (c.c) böyle bir yetkinin elçisinde bile olmadığını beyan ederek , elçisinin düşmüş olduğu hatayı onu ikaz ederek düzeltmiştir.
Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden düşünce taraftarlarının nasıl bir yanlış içinde olduklarını sadece Tahrim s. 1. ayeti bile gören göze , işiten kulağa , akleden kafalara haykırmaktadır.
"Muhammed (a.s) ın haram helal yetkisinin, Allah (c.c) nin bir şeyin haram veya helal olduğunu beyan etmeyerek açık bıraktığı konularda olup, onun beyan ettiği konularda zaten söz sahibi değildir" şeklinde bir itiraza karşı şunları söyleyebiliriz ;
Bu itiraz ancak , "Özrü kabahatinden büyük" dedirtecek cinstendir. Allah (c.c) "Din" konusunda yani bizim hesap gününde sorumlu olacağımız konularda , her hangi bir konuda eksik bırakarak ,bu eksikliğin elçisi Muhammed (a.s) tarafından giderilebileceği gibi bir hüküm bildirmemiştir. "Ehli hadis" fırkasının bu eksiğin hadisler ile giderildiği iddiası , Allah (c.c) ve elçisine atılmış büyük bir iftiradır.
Allah (c.c) elçisini , açık bıraktığı konuları onun tamamlaması için değil , onun bize olan emir ve yasaklarını bizlere hatırlatması için göndermiştir. Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin haşa açığını kapatan birisi değildir.
Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etmek gibi bir yetkisi olmadığını , böyle bir iddia içinde olanların suratlarına şamar gibi çarpmasına rağmen , "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misali , böyle bir iddia içinde olanlar , bu iddiaya karşı olanlara "Hadis sünnet inkarcısı" , "Peygamber düşmanı" , "Sapık" , "Zındık" v.s suçlamalar ile karşı çıkmaktadırlar.
Allah (c.c) nin kimseye vermediği ve vermediğini açık ve net olarak ifade ettiği bir çok ayete rağmen , Muhammed (a.s) ı "Din" konusunda Allah (c.c) ile aynı konumda görmenin literatürdeki adı "ŞİRK" tir. Bu şirkin içinde olanlar , kendi paçalarındaki pislikleri görmemeye özen göstererek , başkalarını suçlamak yerine önce kendi hatalarını düzelterek acilen tevbe etmeye yönelmeleri gerekmektedir.
Hükmünde kimseyi kendisine ortak kabul etmediğini beyan eden Allah (c.c)nin , elçisini bu beyandan istisna ederek hükümde onu ortak tanıması için ne gibi bir sebebi olacaktır?.
Kuluna indirdiği kitap içinde olması gereken bazı hükümleri koymayarak , bu hükümleri beyan etme görevini elçisine verdiği için olabilir mi ?.
Kur'anı eksik olarak indirerek , bu eksikliği ona tamamlatma gibi bir görev verdiği için olabilir mi ?.
Muhammed (a.s) ı özel bir statüye tabi tutarak , onu bu istisnadan muaf tutmuş olabilir mi ?.
Hıristiyanların İsa (a.s) a uyguladığı muameleden ötürü biz Müslümanların, peygamberleri yarıştırma konusunda geri kalmış olmasına karşı bizim elimizi güçlendirerek "Sizin İsanız varsa bizim de Muhammedimiz var" diyebilmek için olabilir mi ?.
Bunların hiç birine "Evet" demek mümkün değildir.
Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Allah (c.c) hiç kimseye kendisine ait olan bir yetkiyi vererek , yetki paylaşımında bulunmaz. Böyle bir paylaşım yapmış olduğunu iddia etmek , Allah ve elçisine atılmış en büyük iftiralardan birisidir. Eğer bu konuda birilerinin suçlanması ve "Sapık" olarak ilan edilmesi gerekirse , onlar Muhammed (a.s) ın helal haram yetkisi olduğunu iddia eden fırka mensupları olmalıdır.
Tahrim s. 1. ayeti ayrıca, Muhammed (a.s) ın hata yapmadığını iddia edenlere tokat gibi bir cevap olup , onun insan olma yönünü ortay çıkarmaktadır. Kendilerinin ululadıkları zatları masum ilan edebilmek için , önce Muhammed (a.s) ı masum ilan etmenin şart olduğunu bilen bu kimseler , onun hata yapmadığını öne sürerek , kendi ululadıkları zatlarında masum olduğu tezini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak Tahrim s. 1. ayeti böyle bir masumiyetin söz konusu olmadığını ifade etmesi açısından önemli bir delildir.
Tahrim s. 2. ayeti , yapılan bir yeminden dönülebileceğini öğreten bir ayettir.
[066.002] Allah sizin için yemînlerinizin çözümlüğünü farz kılmıştır ve Allah sizin mevlânızdır, hem de alîm hakîm odur
Sonuç olarak ; Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın kendisi için helal olan bir şeyi , haram olarak görmek ile düştüğü bir yanlışı düzelten bir ayettir. Şayet iddia edildiği gibi Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) nin gibi haram helal yetkisi bulunsaydı , bu ayette böyle bir ikazın yapılmasına gerek kalmaz , Muhammed (a.s) yetkisi dahilinde olan bir hakkı kullanmış sayılırdı.
Ancak Allah (c.c) kimseye böyle bir yetki vermediği için , böyle bir eylemin hata olduğu ikaz edilerek , elçinin hatadan dönmesi sağlanmıştır. Bu ayet bizlere , haram helal tayini gibi konularda tek yetkilinin sadece Allah (c.c) olduğu , böyle bir yetki paylaşımının kimse ile yapılmadığı , yetki paylaşımı iddiasının ortaklı iddiası anlamına geldiğini hatırlatmaktadır.
Allah (c.c) nin böyle bir yetkiyi paylaştığını iddia ederek , yetkilerini kimse ile paylaşmadığını iddia edenlere yapıştırılan etiketlerin aynısı , bu yetkiyi paylaştığını iddia edenlere yapıştırılmaya daha layıktır.
RABBİMİZ BİZLERİ ONA ELÇİSİNİ DAHİ ORTAK KILMAYAN KULLARINDAN KILSIN.
Halbuki Kur'an onun "Beşer bir elçi" olduğunu defalarca vurgulayarak , bu dinin merkezinde elçinin değil, Allah (c.c) nin olduğunu beyan ederek , Hıristiyanların İsa (a.s) ile düştükleri hataları tekrarlamamaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
Ancak bu hatırlatmalar sanki hiç yapılmamış gibi okunan Kur'an, elçiyi merkeze alan bir okuma ve bazı ayetlerin bu okuma doğrultusunda yorumlanması ve bu yorumları destekleyen rivayetlerin uydurulması sonucunda , "Muhammed (a.s) da aynı Allah (c.c) gibi haram ve helal koyma yetkisine sahiptir" söylemi, dinin amentüsü haline getirilmiştir.
Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğunu iddia eden , "Ehli hadis" fırkasının delil olarak getirdiği ayetleri ele aldığımız yazılarımızda , böyle bir düşüncenin Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) ile aynı konuma getirilmesi anlamında yani , "Şirk" olduğunu vurgulayarak , "Elçi" olmanın ne anlama geldiğinin üzerinden ilgili ayetleri anlamaya çalışmıştık.
Bu yazımızda da Tahrim s. 1. ayetini ele almaya çalışarak , bu konuda düşülen hatanın boyutunu , ilgili ayet üzerinden anlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيم
[066.001] Ey Nebi! Eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.
Ayeti okuduğumuzda , Muhammed (a.s) ın aile içi bir durumdan dolayı , kendisine helal olan bir yiyeceği artık yemeyeceğine dair vermiş olduğu kararın hata olduğunu, ve bu hatasının Allah (c.c) tarafından düzeltilmekte olduğunu görmekteyiz.
Bu ayet nazil olduğu zaman ve hitap ettiği kişiler çerçevesinde düşünüldüğü zaman, belki tarihsel bir ayet olarak görülerek , sadece Muhammed (a.s) ve eşleri arasında olan bir olayı anlatmış olduğunu düşündürebilir. Fakat ayetin bize dönük öyle bir mesajı vardır ki , Muhammed (a.s) ın haram helal koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, işiten kulaklara resmen bağırmaktadır.
Bilindiği üzere, kulları üzerinde yegane tasarruf sahibi ve onlar ile ilgili yaşam kurallarını yani "Din" i , düzenleme yetkisine sahip olan kişi sadece Allah (c.c) olup , onun dışında hiç kimsenin elçisi dahil böyle bir yetkisi yoktur. Tahrim s. 1. ayeti işte bu durumu açık ve net bir şekilde ifade ederek , Muhammed (a.s) ın bile Allah (c.c) tarafından belirlenmiş kurallara tabi olduğu , kendisi tarafından kural belirlemek gibi bir lüksü olmadığını ifade etmektedir.
Eğer Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi var idiyse ve bu yetkiyi Allah (c.c) ona tanımış ise , Allah (c.c) nin helal kıldığı bir şeyi , Muhammed (a.s) ın haram kılmasının hiç bir sakınca teşkil etmemesi gerekirdi. Çünkü Muhammed (a.s.) ın aynı Allah (c.c) gibi haram helal yetkisi olduğuna göre , helal olan bir şeyi haram kılmasında ne gibi bir beis olabilirdi?.
Haram helal tayininde Allah (c.c) ile aynı hakka sahip olduğu iddia edilen bir kişinin , Allah (c.c) nin helal kıldığını rahatlıkla haram kılmasının mümkün olmasını icap ettirmektedir. Maalesef böyle olmamış , Allah (c.c) böyle bir yetkinin elçisinde bile olmadığını beyan ederek , elçisinin düşmüş olduğu hatayı onu ikaz ederek düzeltmiştir.
Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden düşünce taraftarlarının nasıl bir yanlış içinde olduklarını sadece Tahrim s. 1. ayeti bile gören göze , işiten kulağa , akleden kafalara haykırmaktadır.
"Muhammed (a.s) ın haram helal yetkisinin, Allah (c.c) nin bir şeyin haram veya helal olduğunu beyan etmeyerek açık bıraktığı konularda olup, onun beyan ettiği konularda zaten söz sahibi değildir" şeklinde bir itiraza karşı şunları söyleyebiliriz ;
Bu itiraz ancak , "Özrü kabahatinden büyük" dedirtecek cinstendir. Allah (c.c) "Din" konusunda yani bizim hesap gününde sorumlu olacağımız konularda , her hangi bir konuda eksik bırakarak ,bu eksikliğin elçisi Muhammed (a.s) tarafından giderilebileceği gibi bir hüküm bildirmemiştir. "Ehli hadis" fırkasının bu eksiğin hadisler ile giderildiği iddiası , Allah (c.c) ve elçisine atılmış büyük bir iftiradır.
Allah (c.c) elçisini , açık bıraktığı konuları onun tamamlaması için değil , onun bize olan emir ve yasaklarını bizlere hatırlatması için göndermiştir. Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin haşa açığını kapatan birisi değildir.
Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etmek gibi bir yetkisi olmadığını , böyle bir iddia içinde olanların suratlarına şamar gibi çarpmasına rağmen , "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misali , böyle bir iddia içinde olanlar , bu iddiaya karşı olanlara "Hadis sünnet inkarcısı" , "Peygamber düşmanı" , "Sapık" , "Zındık" v.s suçlamalar ile karşı çıkmaktadırlar.
Allah (c.c) nin kimseye vermediği ve vermediğini açık ve net olarak ifade ettiği bir çok ayete rağmen , Muhammed (a.s) ı "Din" konusunda Allah (c.c) ile aynı konumda görmenin literatürdeki adı "ŞİRK" tir. Bu şirkin içinde olanlar , kendi paçalarındaki pislikleri görmemeye özen göstererek , başkalarını suçlamak yerine önce kendi hatalarını düzelterek acilen tevbe etmeye yönelmeleri gerekmektedir.
Hükmünde kimseyi kendisine ortak kabul etmediğini beyan eden Allah (c.c)nin , elçisini bu beyandan istisna ederek hükümde onu ortak tanıması için ne gibi bir sebebi olacaktır?.
Kuluna indirdiği kitap içinde olması gereken bazı hükümleri koymayarak , bu hükümleri beyan etme görevini elçisine verdiği için olabilir mi ?.
Kur'anı eksik olarak indirerek , bu eksikliği ona tamamlatma gibi bir görev verdiği için olabilir mi ?.
Muhammed (a.s) ı özel bir statüye tabi tutarak , onu bu istisnadan muaf tutmuş olabilir mi ?.
Hıristiyanların İsa (a.s) a uyguladığı muameleden ötürü biz Müslümanların, peygamberleri yarıştırma konusunda geri kalmış olmasına karşı bizim elimizi güçlendirerek "Sizin İsanız varsa bizim de Muhammedimiz var" diyebilmek için olabilir mi ?.
Bunların hiç birine "Evet" demek mümkün değildir.
Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Allah (c.c) hiç kimseye kendisine ait olan bir yetkiyi vererek , yetki paylaşımında bulunmaz. Böyle bir paylaşım yapmış olduğunu iddia etmek , Allah ve elçisine atılmış en büyük iftiralardan birisidir. Eğer bu konuda birilerinin suçlanması ve "Sapık" olarak ilan edilmesi gerekirse , onlar Muhammed (a.s) ın helal haram yetkisi olduğunu iddia eden fırka mensupları olmalıdır.
Tahrim s. 1. ayeti ayrıca, Muhammed (a.s) ın hata yapmadığını iddia edenlere tokat gibi bir cevap olup , onun insan olma yönünü ortay çıkarmaktadır. Kendilerinin ululadıkları zatları masum ilan edebilmek için , önce Muhammed (a.s) ı masum ilan etmenin şart olduğunu bilen bu kimseler , onun hata yapmadığını öne sürerek , kendi ululadıkları zatlarında masum olduğu tezini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Ancak Tahrim s. 1. ayeti böyle bir masumiyetin söz konusu olmadığını ifade etmesi açısından önemli bir delildir.
Tahrim s. 2. ayeti , yapılan bir yeminden dönülebileceğini öğreten bir ayettir.
[066.002] Allah sizin için yemînlerinizin çözümlüğünü farz kılmıştır ve Allah sizin mevlânızdır, hem de alîm hakîm odur
Sonuç olarak ; Tahrim s. 1. ayeti , Muhammed (a.s) ın kendisi için helal olan bir şeyi , haram olarak görmek ile düştüğü bir yanlışı düzelten bir ayettir. Şayet iddia edildiği gibi Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) nin gibi haram helal yetkisi bulunsaydı , bu ayette böyle bir ikazın yapılmasına gerek kalmaz , Muhammed (a.s) yetkisi dahilinde olan bir hakkı kullanmış sayılırdı.
Ancak Allah (c.c) kimseye böyle bir yetki vermediği için , böyle bir eylemin hata olduğu ikaz edilerek , elçinin hatadan dönmesi sağlanmıştır. Bu ayet bizlere , haram helal tayini gibi konularda tek yetkilinin sadece Allah (c.c) olduğu , böyle bir yetki paylaşımının kimse ile yapılmadığı , yetki paylaşımı iddiasının ortaklı iddiası anlamına geldiğini hatırlatmaktadır.
Allah (c.c) nin böyle bir yetkiyi paylaştığını iddia ederek , yetkilerini kimse ile paylaşmadığını iddia edenlere yapıştırılan etiketlerin aynısı , bu yetkiyi paylaştığını iddia edenlere yapıştırılmaya daha layıktır.
RABBİMİZ BİZLERİ ONA ELÇİSİNİ DAHİ ORTAK KILMAYAN KULLARINDAN KILSIN.
30 Ağustos 2015 Pazar
Muhammed (a.s) ın Gayb Bilgisinin Kaynağı ve Sınırı
Müslümanlar arasındaki ihtilaflı düşüncelerin kaynağını oluşturan en başta gelen sebeb, yanlış peygamber anlayışıdır. Klasik İslam düşüncesi içindeki peygamber anlayışı , onun söylediği iddia edilen sözlerin vahiy ile eşdeğer ,ve onun sözlerinin toplandığı kitapların Kur'ana muadil kitaplar olduğu düşüncesinin yerleşmesi sonucunda Kur'an ile uyuşmayan düşünceler ortaya çıkmış ve bu düşünceleri savunanlar ile red edenler arasındaki tartışmalar sürüp gitmektedir.
Konumuzu Muhammed (a.s) ın gayb bilgisinin kaynağı ve sınırı olarak belirlediğimiz için, bu konudaki oluşturulmuş olan yanlış düşünceleri irdelemeye çalışarak ve bu konudaki Kur'ani düşüncenin nasıl olması gerektiği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
"Ğayb" kelimesi ; Algıdan ve insan bilgisine saklı kalan şeyler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir.
Kur'an içindeki bir çok ayette , gayb bilgisinin sadece Allah (c.c) nin elinde olduğu yönünde bilgiler mevcuttur.
[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.» Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
[068.047] Yoksa, gaybın bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar?
Gayb bilgisine sahip olmak İlah olmanın bir gereği olduğu için, böyle bilgiler hiç bir beşerin uhdesinde olmayıp bu durum Muhammed (a.s) için de geçerlidir. Kendisine Kur'an indirilen elçi Muhammed (a.s) , kendisinin beşer bir elçi olma durumunu ve insan üstünlükten herhangi bir payı olmadığının bilinmesi için, gayb bilgisine sahip olmadığını beyan etmektedir.
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.188] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıp-korkutucu ve bir müjde vericiden başkası değilim.»
Allah (c.c) bu bilgileri kime , ne kadar ve nasıl açacağını şu şekilde beyan etmektedir.
[072.026-8] O bütün gaybı bilir. Fakat gaybına kimseyi vakıf etmez. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir, ta ki o elçiler Rab’lerinin mesajlarını, o gözetleyicilerin kendilerine hakkıyle tebliğ ettiklerini kesin olarak bilsinler. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa herşeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
Bu ayetlerde istisna edilen gayb bilgisinin elçilere bildirilmesinin , Muhammed (a.s) ın elçiliği bazındaki keyfiyeti ona vahyedilen kitap içindeki bilgiler ile olup bunun dışında herhangi bir bilgi kaynağından ona bu tür bilgiler verilmemiştir.
Muhammed (a.s) a gayb bilgisi , kendisinden önce geçmiş kavim ve elçilerin başlarından geçenlerin haberleri olarak bildirilmiş olup , kendisine vahy edilmeden önce böyle bir bilgiye sahip olmadığı , vahy edilenin haricinde de herhangi bir bilgiye sahip olmayacağı bildirilmektedir.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.
[012.003] Biz sana bu Kuran'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.
[012.102] İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir (oyun) yaparlarken sen yanlarında değildin.
[018.022] Ashab- ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir» diyecekler. Diğer bazıları da «Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir « diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) «Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.» Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!
[028.044] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.
[028.045] Bilakis biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen, âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin; (onları sana) gönderen biziz.
[028.046] Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.
[038.069-70] Mele-i Âla sakinleri tartışırlarken kendi aralarında neler konuştuklarına dair bilgim yoktur. Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.
Verdiğimiz ayet meallerinin genel çerçevesi , Muhammed (a.s) ın sahip olduğu bilgilerin onun daha önce bilmediği şeyler olduğu , bu bilgileri vahy ile öğrendiğidir.
Bu bilgiler çerçevesinde, özellikle Kur'an kıssaları ile ilgili ayetlerin tefsirlerinde "Hadis" adı altında o kıssalar ile ilgili olarak gelen bilgilerin sıhhat derecesi nedir ?
Muhammed (a.s) ın gayb ile ilgili bilgileri sadece Kur'an ile sınırlı olup , Kur'an harici olarak onun adına rivayet edilen gelecek veya geçmiş ile ilgili bilgiler eğer Kur'an tarafından onay almıyorsa , bu rivayet ve bilgilerin içinde bulunduğu ktapların adı üzerinde her ne kadar dokunulmazlık gibi özel durumlar yüklenerek , eleştirilemez , sorgulanamaz konuma yükseltilmiş olsa dahi bu bilgilerin adı "İFTİRA" ve "UYDURMA" bilgiler olup yeri sadece çöp tenekesidir.
Muhammed (a.s) a bu tür gaybi bilgilerin "Öğretildiği" şeklinde iddialara gelince ; Muhammed (a.s) a öğretilen bilgi sadece ve sadece bu gün elimizde iki kapak arasında korunmuş olan kitap içinde olup , ona bu kitap harici olarak herhangi bir bilgi indirilmemiştir. Cibril ona geldiği zaman, "Bu okuduklarım ayettir bunu mushafa yazdır , bu okuduklarım ayet değildir mushafa yazdırma bunların adı hadisi kutsi olsun" şeklinde bir beyanda bulunmamıştır.
"Vahyi gayri metluv" adı altında ihdas edilen teori , hadisleri ayet kategorisine koymak için üretilmiş bir teori olup , temelinde İsa (a.s) a yapılan ilahlaştırma ameliyesi yatmaktadır. Bu gib düşünceler , Muhammed (a.s) ın elçilik görevini hakkı ile yapamadığı ve kendisine vahy edilenlerin tamamını bir kitap içinde toplayamadığı gibi bir iddiayı beraberinde getirmesi açısından tehlikeli sonuçlara gebedir.
[069.044-7] Eğer o, Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.Sizden kimse de buna mani olamazdı.
Muhammed (a.s) ın yapmadığı Allah (c.c) nin sözüne karşı bazı sözler katma işini , ondan sonra gelenler bazı Kur'an ayetlerini hevalarına göre te'vil ederek (Necm s. ilk ayetlerin buna örnektir), onun Kur'an harici söylediklerinin de "Vahy" olduğunu iddiaları ile birlikte Kur'ana hadisleri de ilave ederek, Yahudilerin Tevrat'a yaptıkları gibi Kur'ana da aynı muameleyi uygulamışlardır.
Bu kitaplar içindeki yanlış bilgiler şayet Kur'ana aykırı olduğu gerekçesi ile red edilmeye kalkışıldığında karşımıza şiddetli bir biçimde, bu kitapların içindeki bilgilerin sağlam olduğu asla hata barındıramayacağı gibi itirazlar çıkmaktadır. Bu kitaplar üzerinde öyle bir mahalle baskısı kurulmuş ki itiraz edince sanki o kitabın yazarı o kimseyi çarpacak korkusu hakim olmuştur.
Sonuç olarak ; Gayb'ı bilmek ilah olmanın bir gereği olduğu için, bu bilginin anahtarı sadece Allah (c.c) nin elindedir. Bu bilgiden dilediğini elçilerine açmasının keyfiyetini ayetlerin yardımı ile öğrenmekteyiz. Muhammed (a.s) ın gayb bilgisinin kaynağı sadece Kur'an olup , gayb bilgisinin sınırı da sadece Kur'an içindeki bilgiler ile sınırlıdır. Kur'an kıssaları ile ilgili geçmiş kavim ve elçilerin anlatıldığı ayetlerin tefsirlerinin yapıldığı kitaplarda "Hadis" adı altında gelen bilgilerin tümü "İsrailiyyat" adı verilen bilgiler olup kaynağı Yahudi ve Hıristiyanların aktardığı bilgilerdir. Özellikle tasavvuf kesiminde yaygın olan , kerametleri müritlerinden menkul tarikat baronlarının gaybı bildikleri iddiaları tamamen uydurma ve iftira ve yalan dan başka bir şeye dayanması mümkün değildir. Hadis usulunde bile özellikle güvenilmez hadisler kategorisine dahil olan hadis gurupları gaybe dair haber veren hadisler olduğuna göre bu uydurma ve yalanlar bir kısım hadisçiler tarafından bile kabul edilmeyerek red edilmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Konumuzu Muhammed (a.s) ın gayb bilgisinin kaynağı ve sınırı olarak belirlediğimiz için, bu konudaki oluşturulmuş olan yanlış düşünceleri irdelemeye çalışarak ve bu konudaki Kur'ani düşüncenin nasıl olması gerektiği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
"Ğayb" kelimesi ; Algıdan ve insan bilgisine saklı kalan şeyler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir.
Kur'an içindeki bir çok ayette , gayb bilgisinin sadece Allah (c.c) nin elinde olduğu yönünde bilgiler mevcuttur.
[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.» Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
[068.047] Yoksa, gaybın bilgisi kendilerinin katında da onlar mı yazıyorlar?
Gayb bilgisine sahip olmak İlah olmanın bir gereği olduğu için, böyle bilgiler hiç bir beşerin uhdesinde olmayıp bu durum Muhammed (a.s) için de geçerlidir. Kendisine Kur'an indirilen elçi Muhammed (a.s) , kendisinin beşer bir elçi olma durumunu ve insan üstünlükten herhangi bir payı olmadığının bilinmesi için, gayb bilgisine sahip olmadığını beyan etmektedir.
[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»
[007.188] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıp-korkutucu ve bir müjde vericiden başkası değilim.»
Allah (c.c) bu bilgileri kime , ne kadar ve nasıl açacağını şu şekilde beyan etmektedir.
[072.026-8] O bütün gaybı bilir. Fakat gaybına kimseyi vakıf etmez. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir. Bu durumda o elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler yerleştirir, ta ki o elçiler Rab’lerinin mesajlarını, o gözetleyicilerin kendilerine hakkıyle tebliğ ettiklerini kesin olarak bilsinler. Doğrusu Allah, kullarının nezdinde ne var, ne yoksa herşeyi ilmiyle ihata etmiş, her şeyi bir bir kaydetmiştir.
Bu ayetlerde istisna edilen gayb bilgisinin elçilere bildirilmesinin , Muhammed (a.s) ın elçiliği bazındaki keyfiyeti ona vahyedilen kitap içindeki bilgiler ile olup bunun dışında herhangi bir bilgi kaynağından ona bu tür bilgiler verilmemiştir.
Muhammed (a.s) a gayb bilgisi , kendisinden önce geçmiş kavim ve elçilerin başlarından geçenlerin haberleri olarak bildirilmiş olup , kendisine vahy edilmeden önce böyle bir bilgiye sahip olmadığı , vahy edilenin haricinde de herhangi bir bilgiye sahip olmayacağı bildirilmektedir.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.
[012.003] Biz sana bu Kuran'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.
[012.102] İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir (oyun) yaparlarken sen yanlarında değildin.
[018.022] Ashab- ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir» diyecekler. Diğer bazıları da «Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir « diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) «Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.» Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!
[028.044] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.
[028.045] Bilakis biz nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen, âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin; (onları sana) gönderen biziz.
[028.046] Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.
[038.069-70] Mele-i Âla sakinleri tartışırlarken kendi aralarında neler konuştuklarına dair bilgim yoktur. Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.
Verdiğimiz ayet meallerinin genel çerçevesi , Muhammed (a.s) ın sahip olduğu bilgilerin onun daha önce bilmediği şeyler olduğu , bu bilgileri vahy ile öğrendiğidir.
Bu bilgiler çerçevesinde, özellikle Kur'an kıssaları ile ilgili ayetlerin tefsirlerinde "Hadis" adı altında o kıssalar ile ilgili olarak gelen bilgilerin sıhhat derecesi nedir ?
Muhammed (a.s) ın gayb ile ilgili bilgileri sadece Kur'an ile sınırlı olup , Kur'an harici olarak onun adına rivayet edilen gelecek veya geçmiş ile ilgili bilgiler eğer Kur'an tarafından onay almıyorsa , bu rivayet ve bilgilerin içinde bulunduğu ktapların adı üzerinde her ne kadar dokunulmazlık gibi özel durumlar yüklenerek , eleştirilemez , sorgulanamaz konuma yükseltilmiş olsa dahi bu bilgilerin adı "İFTİRA" ve "UYDURMA" bilgiler olup yeri sadece çöp tenekesidir.
Muhammed (a.s) a bu tür gaybi bilgilerin "Öğretildiği" şeklinde iddialara gelince ; Muhammed (a.s) a öğretilen bilgi sadece ve sadece bu gün elimizde iki kapak arasında korunmuş olan kitap içinde olup , ona bu kitap harici olarak herhangi bir bilgi indirilmemiştir. Cibril ona geldiği zaman, "Bu okuduklarım ayettir bunu mushafa yazdır , bu okuduklarım ayet değildir mushafa yazdırma bunların adı hadisi kutsi olsun" şeklinde bir beyanda bulunmamıştır.
"Vahyi gayri metluv" adı altında ihdas edilen teori , hadisleri ayet kategorisine koymak için üretilmiş bir teori olup , temelinde İsa (a.s) a yapılan ilahlaştırma ameliyesi yatmaktadır. Bu gib düşünceler , Muhammed (a.s) ın elçilik görevini hakkı ile yapamadığı ve kendisine vahy edilenlerin tamamını bir kitap içinde toplayamadığı gibi bir iddiayı beraberinde getirmesi açısından tehlikeli sonuçlara gebedir.
[069.044-7] Eğer o, Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.Sizden kimse de buna mani olamazdı.
Muhammed (a.s) ın yapmadığı Allah (c.c) nin sözüne karşı bazı sözler katma işini , ondan sonra gelenler bazı Kur'an ayetlerini hevalarına göre te'vil ederek (Necm s. ilk ayetlerin buna örnektir), onun Kur'an harici söylediklerinin de "Vahy" olduğunu iddiaları ile birlikte Kur'ana hadisleri de ilave ederek, Yahudilerin Tevrat'a yaptıkları gibi Kur'ana da aynı muameleyi uygulamışlardır.
Bu kitaplar içindeki yanlış bilgiler şayet Kur'ana aykırı olduğu gerekçesi ile red edilmeye kalkışıldığında karşımıza şiddetli bir biçimde, bu kitapların içindeki bilgilerin sağlam olduğu asla hata barındıramayacağı gibi itirazlar çıkmaktadır. Bu kitaplar üzerinde öyle bir mahalle baskısı kurulmuş ki itiraz edince sanki o kitabın yazarı o kimseyi çarpacak korkusu hakim olmuştur.
Sonuç olarak ; Gayb'ı bilmek ilah olmanın bir gereği olduğu için, bu bilginin anahtarı sadece Allah (c.c) nin elindedir. Bu bilgiden dilediğini elçilerine açmasının keyfiyetini ayetlerin yardımı ile öğrenmekteyiz. Muhammed (a.s) ın gayb bilgisinin kaynağı sadece Kur'an olup , gayb bilgisinin sınırı da sadece Kur'an içindeki bilgiler ile sınırlıdır. Kur'an kıssaları ile ilgili geçmiş kavim ve elçilerin anlatıldığı ayetlerin tefsirlerinin yapıldığı kitaplarda "Hadis" adı altında gelen bilgilerin tümü "İsrailiyyat" adı verilen bilgiler olup kaynağı Yahudi ve Hıristiyanların aktardığı bilgilerdir. Özellikle tasavvuf kesiminde yaygın olan , kerametleri müritlerinden menkul tarikat baronlarının gaybı bildikleri iddiaları tamamen uydurma ve iftira ve yalan dan başka bir şeye dayanması mümkün değildir. Hadis usulunde bile özellikle güvenilmez hadisler kategorisine dahil olan hadis gurupları gaybe dair haber veren hadisler olduğuna göre bu uydurma ve yalanlar bir kısım hadisçiler tarafından bile kabul edilmeyerek red edilmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)