Ahzab s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahzab s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Ekim 2014 Salı

Ahzab s. 4-5 . Ayetleri ve Evlatlıklar Hakkındaki Düzenleme

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c), kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği Kitabında iniş zamanı muhataplarına yönelik bir takım düzenlemeler bildirmiştir. Bu düzenlemeler bizler içinde geçerli olup hayatımızın herhangi bir safhasında karşımıza çıkacak sorunlara ışık tutmaktadır. 

Ahzab s. 4-5. ayetleri içinde "Zihar" ve "evlatlık uygulaması" hakkındaki düzenlemeleri görmekteyiz. Zihar uygulaması cahiliye araplarının eşlerine , "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek onları bir çeşit boşama şekli olup kadını ne evli nede boşanmış duruma sokan bir uygulama olup kadına bir çeşit zulmetme vasıtası idi. Ahzab s. 4. ayeti ve Mücadele s. 2-3-4. ayetlerde bu konu ile ilgili hükümler mevcuttur. 

Zihar uygulaması bugün işlevini yitirmiş olmasına rağmen evlatlık kurumu işlevini yitirmemiş olup devam etmektedir. Yazımızda bu kurum ile ilgili hükümlerin günümüzde nasıl hayata geçirilebileceği hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

[033.004] Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor.
[033.005]  Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.

Bir çocuk herhangi bir sebebten ötürü , onun Dünyaya gelmesine sebeb olan Anne ve Babasından ayrı kalmak durumunda olabilir. Bir Karı Koca da herhangi bir sebebten ötürü çocuk sahibi olmayabilir veya bir başkasının çocuğuna ebeveynlik yapmak zorunda kalabilir. Bu durum İnsan hayatının bir olgusudur.

"Nesil emniyeti" İslamın önem verdiği konulardan birisi olup , kişinin onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin bilinmesi önemli bir noktadır. Kişilerin evlatlık kurumu vasıtası ile bir başka aile içinde büyümesi onu doğuran annesinin ve babasının unutmasını gerektirmez.

Günümüzde Ebeveyninden ayrılmak zorunda kalan çocuklar veya çocuk sahibi olamayan aileler bu durumu evlatlık kurumu vasıtası ile karşılıklı olarak hal yoluna gitmektedirler. Kişilerin kimlik bilgileri nufüs kaydı ile bir kütükte belirlenip onların nesillerinin emniyeti sağlanmaktadır. 

Evlatlık alan aile , o çocuğun kimlik bilgilerini değiştirerek , onun Dünyaya gelmesine vesile olan ailesinin yerine kendi isimleri o çocuğun nufüs bilgilerine geçirerek o çocuğun gerçek ailesiymiş gibi değiştiremez.

Öncelikle bu şekil bir düzenleme Devletin kanuni bir düzenleme yapmasını gerektirir . T.C devletinin evlatlık kurumu uygulamasında , evlatlık verilen bir çocuğun evlatlık alan aile tarafından nufüs bilgilerinin değiştirirlerek gerçek ebeveyninin yerine evletlık alan ailenin ismleri yazılabilmekte olup kanuni düzenlemeler buna izin vermektedir.

Ahzab s. 5. ayetinde "onları babalarına nisbetle çağırın" emrinin bugünkü karşılığı , kişinin nufüs bilgilerinin gerçek anne ve babasının üzerinde olmasını gerektirir. Bunun tersi bir uygulama olarak, kişiyi evlatlık alan ailenin nufüs bilgileri üzerine yapılan bir kimlik düzenlemesi, ayete aykırı olup neslin emniyeti bakımından sakıncalı durumlara gebe bir durumdur.

Cahiliyye arapları arasında yapılagelen bu uygulama ayet ile ortadan kaldırılmış olup , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olarak bilenen Zeyd'in boşadığı eşi ile evlendirilerek bir tabu yıkılmış olmaktadır. Ahzab s.  36-40. ayetleri arası bu duruma işaret etmektedir.

Sonuç olarak ; hayatın bir gerçeği olan evlatlık kurumunun nasıl çalışması gerektiğini Rabbimiz , Ahzab s. 4-5. ayetlerinde beyan ederek bizlere bildirmiştir. Buna göre evlatlık edinen bir aile , evlat edindiği çocuğun kimlik bilgilerini esas anne babasının yerine kendi isimlerini geçirerek koyamaz. Kişilerin bir şekilde aileye muhtaç kalmış bir çocuğa aile olması büyük bir sevab kazandırabilir ancak bunun olması gereken bir şekli vardır. Hiç kimse Dünyaya gelmesine vesile olmadığı bir çocuğa gerçek anne babasıymış gibi kimlik bilgilerini o şekilde düzenlemeye hakkı yoktur. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Ocak 2014 Perşembe

Ahzab s. 40. Ayeti ve Resullerin Devamlılığı

Allah cc alemlere hidayet kaynağı olarak indirdiği kitabında ahzab s. 40. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır. 
 Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
  Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve nebilerin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor.

Bu ayetin mesajını doğru anlamak için bu surede geçen diğer ayetlerin yardımı gerekmektedir.

[033.004]  Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
[033.005]  Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder.
[033.037]  Bir de hatırla o vakti ki, o kendisine hem Allah'ın nimet verdiği, hem de senin iyilik ettiğin kimseye: «Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork!» diyordun da Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor ve insanları sayıyordun. Oysa Allah, kendisini saymana daha layıktı. Sonra Zeyd o kadınla ilişiğini kestiğinde Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıklarının ilişkilerini kestikleri eşlerini nikahlama hususunda müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri fiile (pratiğe) çıkarılmış bulunuyor.
033.038] Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, takdir edilmiş bir kaderdir.

Meallerini verdiğimiz ayetlerden görüleceği üzere evlatlık müessesine düzenleme getirilmekte olup, evlatlık edinilmiş olan bir kişinin evlat edinen kimse ile herhangi bir kan bağı şeklinde bir akrabalığı olamayacağı ve bu durum muhammed as ın örnekliği çerçevesinde evlatlığı olan zeyd'in boşadığı karısı ile evlendirilerek tabu haline gelmiş bir düşüncenin yıkıldığına şahid olmaktayız.

Ahzab s. 40. ayetide yukardaki meallerini verdiğimiz ayetler bağlamında anlaşılması gereken ayetlerden bir olmasına rağmen, ön kabullu bir okuma neticesinde konu ile alakası olmayan bir çıkarım yapılarak resullerin devam ettiğine dair bir delil olduğu sanılmış , hatta resulluğu kendinden menkul çakma resuller ve tabileri tarafından bu ayet delil olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Peki nerede yanlış yapılıyorda bu ayet "ben resulum " diyen birinin delil ayeti olabiliyor?.

Bilindiği üzere, Allah cc yeryüzünde yaşayan kullarına yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gereken kuralları, o kullar içinden seçmiş olduklarına melek bir resul ile vahyederek bildirmekte ve bu insanlara "nebi ve resul" denilmektedir.  

Geleneksel islam algısında, "nebi" kavramı kendisine kitap verilmeyen, "resul " kavramı kendisine kitap verilen kişi anlamında kullanılmakta olup bu durum "her resul nebidir her nebi resul değildir"şeklinde sloganize edilmektedir. Böyle bir ayrım "vahy" kavramının anlamı ile ilgili olarak farklı yorumların neticesinde ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere musa'nın annesine,meryeme veya vahyetme gibi ayetler vahiy kavramının sözlük veya ıstılah anlamı şeklindeki kullanımlarının göz ardı edilmesi neticesinde musanın annesi veya meryeme nebilik vasfı yakıştırılmaya çalışılmıştır.  

Nebi ve resul kavramları eğer, Allah cc nin yeryüzünde yaşayan kullarına uymaları gereken kuralları melek resul vasıtası ile bildirdiği insanlar çerçevesinde anlaşılmaya kalkılsaydı bu tür anlaşmazlıklar ve hatalı anlayışların ortaya çıkması mümkün olmazdı. Nebi ve resul kelimelerini bu insanların Allah cc nin bir haber almaları ve bu haberi muhataplarına iletmeleri anlamında kullandığımız takdirde problemlerin ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.  

[002.213]  İnsanlar bir tek ümmetti. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
[003.081] Allah nebilerden şöyle söz almıştı: «Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir resul geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik» dediler. (Allah da) dedi ki: «Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım».

Yukarıda örnek olarak olarak verdiğimiz bakara s.213 ve ali imran s.81. ayetlerine göre nebilere kitap verilmesinden bahsetmekte olup geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyen" şeklinde bir tarifin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Yanlış anlaşılan bir anlamda kitap kelimesi ile ilgilidir, bu kelimeyi kitap kelimesinin iki kapak arasında yazılmış bir materyal şeklindeki anlmından yola çıkarak anlamaya kalktığımızda ortaya yine yanlış anlamalar çıkmaktadır.  

"Ketebe" kelimesi ; iki şeyi dikerek birbirine eklemek anlamda olup, harfleri yazarak veya söyleyerek birbibine eklemek anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamdan hareketle "kitap" kelimesi hem yazarak hem söyleyerek harfleri birbirine eklemek anlamına gelir.  

Kitap kelimesinin anlamını doğru olarak ortaya koyduktan sonra, Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar seçmiş olduğu insanlara vahyetmesi o elçilerin bu vahyi muhatplarına okumaları onlara verilmiş olan kitaptır ve bu kitabın illaki yazıya dökülmüş olması gerekmez. Musa,isa,davud ve muhammed as a verilen kitaplar iki kapak arasına alınmış ama diğer elçilere verilen kitaplar iki kapak arasına alınmamıştır, işte bu yüzden bizler bu isimlere kitab verildiğini zannedip diğerlerine verilmediğini zannetmekteyiz.  

Nebilik vasfı ,Allah cc nin seçmiş olduğu beşere elçisi vasıtası ile haberini bildirmesi, resulluk vasfı ise bu haberi alan kişinin muhataplarına aktarma görevidir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler kavimlerine "BEN SİZİN RESULUNUZUM"  dediği zaman resulluğunu yaptığı vahyi önce Allah cc den alması yani NEBİ olmasını gerektir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu şekilde kavimlerine gelip resul olarak aktardıkları vahyi nebi olarak Allah cc den almışlerdır.  

Durumu , "her nebi resul her resul nebidir" şeklinde sloganize edip akılda kalmasını kolaylaştırabilirz. "Ben sizin resulunuzum" diye kavimlerine gelen hiç bir şahıs Allah cc den vahiy almadan gelmemiştir. Çünkü önce nebi olma vasfı ile önce o vahyi alacak, sonra resul olma vasfı ile kavimlerine aktaracaklardır, kısacası NEBİ OLMADAN RESUL OLUNMAZ.  
Nebilik ve resulluk birbiri içine girmiş iki kavram olup birbirini tamamlayan unsurlandır,bri olmadan ötekisini olması mümkün değildir.  

Hal böyle iken muhammed as dan sonra günümüze kadar "ben resulum" şeklinde çıkan adamların durumu nedir? sorusu gündeme gelecektir.  

Nebi ve resul kavramlarını kur'an ayetleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç; Bu kavramların içiçe olduğu, birbirini tamamlayan kavramlar olduğu gözönüne alınacak olursa dün bugün ve yarın karşımıza "ben sizin resulunuzum" diyen birine soracağımız ilk ve tek soru "  KİTABIN NEREDE?" şeklinde olacaktır. Çünkü resul Allah cc den aldığı vahyi aktaran kişidir ve bize aktardığı sözler onun Allah cc den aldığı vahyle olmalıdır. "Ben kur'anın resuluyum" sözü havada kalan bir söz olup bütün elçilerin kendinden önceki elçileri tasdik etmesinin yanısıra kavimlerine Allah cc nin vahyi ile geldiklerini aklımızdan çıkarmamalıyız.   

Ayrıca, araf s. 87-hud s.57-ahkaf s. 23- ayetlerinde geçen "ursiltu bihi" (onunla gönderildiğiniz şeye) ve ibrahim s.9- sebe s. 34-fussilet s. 14- zuhruf s.23. ayetlerinde "ursiltum bihi" leklinde geçen ayetlerden resullerin yanlarında olan bir şeyin yani vahyin inkar edildiğini görmekteyiz va kavimlerinin inkarcıları onlara " BİZ SİZİNLE BİRLİKTE GÖNDERİLENE İNANMIYORUZ" demeleri o elçilerin ellerini kollarını sallayarak kavimlerine gelmedikleri ve yanlarında "BEYYİNE" leri ile geldiklerinin delili olup inkar edilen şey o beyyinedir. Şimdi "ben resulum " diyen birine "hani beyyinen?" diye sorsak cevabı " işte bu" diyeceği birşey gösteremez ve bu onun yalancı ve iftiracı olduğunun bir göstergesidir.


"Ben resulum" diye ortaya çıkan birisi bize şayet Allah cc den almış olduğu vahyi tebliğ edemezse biz onun ancak resulluğu kendinden menkul bir yalancı ve iftiracı olduğuna hükmederiz. Ahzab s. 40. ayetinde belirtilen " Allah'ın resulu nebilerin sonuncusu" tabirinden resulluk makamının devam ettiği muhammed as dan resullerin geleceği hatta kur'ana iman eden ve onu tebliğ eden herkesin bir resul olabileceği yönündeki iddialar kur'andaki bu kelimeleri bağlamından kopararak okumanın bir ürünüdür. Allah cc nin bizlere verdiği "müslüman" ismi bizim onun vahyini tebliğ etme görevimiz için yeterli olup ilave payeler aramamıza gerek yoktur.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

14 Ocak 2014 Salı

Ahzab s. 56. Ayeti ve Salavat Kültürü

Alemlerin rabbi olan Allah ahzab s. 56. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır.  

İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen). 

 Gerçekten Allah ve melekleri resule salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.

Bu ayeti doğru anlamak için önce ayet içinde geçen "salat" ve "teslim" kelimeleri ifade edilmek istenenlerin ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir. 

Salat kelimesi kur'anda en fazla geçen kelimelerden olup, çok anlamlı kelimelerden bir tanesidir. Çok anlamlı olmasından kastımız Arap dilinde kullanıldığı cümleye göre anlam kazanan bir kelime olmasındandır. Kur'anda namaz ibadetinin ifade edilmesi ilgili kullanımı da dahil ateşe atılma,dua,destek, gibi anlamlara gelir. Bu yazımızda bu kelimenin anlamı üzerinde değil, Ahzab s. 56. ayetinin mesajı üzerinde durmaya gayret edeceğiz.   

Allah ve meleklerin resul üzerine salat etmesi ne anlama gelebilir ? dersek bu kelimeyi anlamak için kur'anda geçen "lanet" kelimesi ile bir ilişki kurabiliriz.Bu kelime , "cezalandırmayı gerektirecek kadar şiddetli bir öfkeyle kovma ve uzaklaştırmak" anlamına gelir. 

[002.161]  (Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.[003.086-87]  İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. 

Bu kelime bir çok ayette geçmesine rağmen Allah ve meleklerin laneti şeklinde geçen ayet örnekleri ile yetiniyoruz. Allah ve meleklerin lanet etmesi demek " yapılan yanlışların neticesinde kişileri kovmaları onlarla herhangi bir alakaları olmadığı anlamına gelir ki "salat etme" kelimesinin bir bakıma zıddı anlam taşıyabilir. Rabbimiz bizlere kendisinin ve meleklerin övgüsüne desteğine sahip olan resulüne karşı aynı destek ve övgüyü bizimde ona karşı göstermemizi bizlerden istemektedir.
Salat kelimenin anlam alanlarından biriside "destek olmak,arka çıkmak " tır. Ahzab s. 56. ayetinde Allah ve meleklerin resule destek oldukları araka çıktıkları onun kovmayı gerektirecek herhangi bir işi yapmayacağı gibi anlama gelmesini anlamak mümkündür.   

Ayetteki "Sellimü teslimen" kelimeleri ile ifade edilmek istenenin ne olduğu konusunu da düşünmek gerekmektedir.  Kelimenin kökü "Se-Le-Me" olup, " dış ve iç afetlerden,belalardan,dertlerden uzak olmak" anlamına gelir. Allah cc nin bize din olarak İslamı seçmesi bize cehennemi kazandıracak belalardan uzaklaştırması "ben Müslümanlardanım" dememiz bizim cehennemi kazanacak her türlü amelden uzak durmamız anlamına gelmektedir. 

 [004.065] [E0] Yok, yok rabbına kasem ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık işlerde seni hakem yapıb sonra da verdiğin hukümden nefislerinden hiç bir darlık duymaksızın tam bir teslimiyyetle teslim olmadıkça iyman etmiş olmazlar.

Nisa s. 65. ayetinde iman iddiasında bulunanların resul as ın verdiği bir hükme tam bir teslimiyetle yani ıkır cıkır etmeden uymadıkları müddetçe dertlerden belalardan uzak olamayacakları beyan edilmektedir.   

Ahzab s. 56. ayetinin mesajını Nisa s. 65. ayeti ile birlikte anlayacak olursak şöyle bir mesaj görmek mümkündür.  Ey iman iddiasında bulunanlar,Allah ve meleklerinin desteğine sahip olan resule sizde destekte bulunup ona sahip çıkmadıkça onun elçiliğini yaptığı vahye tam bir gönül rahatlığı içinde sahip çıkıp onu hayatınıza hakim kılmaya çalışmadıkça her türlü tehlikeye açık bir duruma düşüp dünya ve ahirette sıkıntıya düşersiniz.   

Ancak ayetteki salat kelimesi salavat getirmek şeklinde bir emire dönüştürülerek israiloğullarının kitaba yaptığı tahrif ve dilini eğip büküp "işte bu kitap'tandır" demeleri misali olmayan bir şeyi kitaba mal etme durumuna getirilerek salavat adı altında birçok uydurma yanlışlar üretilmiştir. 

 Abdulbaki Gölpınarlı :
Şüphe yok ki Allah ve melekleri, salavat getirir Peygambere; ey inananlar, siz de ona salavat getirin, tam teslîm olarak da selâm verin.
 Adem Uğur :
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
Ahmet Tekin :
Allah ve melekleri peygambere salavat getirirler. Hep rahmet, övgü ve iltifat ile anarlar.
Ey iman edenler, siz de ona salavat getirin, onu dua ve saygıyla, salâtü selâm ile anın, tam bir teslimiyetle ona bağlanın, onu selâmlayın, ona selâmet dileyin.
 Diyanet Vakfi :
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.

 YukarIda örneklerini verdiğimiz kitabı eğip bükmek metodu ile yapılmış meallere lütfen dikkat edelim, Allah cc salavatı eğer"Allahümme salli ala muhammed" şeklinde getiriyorsa Allah bu yardımı hangi Allah'tan istiyor ki haşa binlerce haşa Allah cc ye "Allah'ım Muhammede salat et" dedirtiyorlar. Bu şekilde mealler tam bir şirk örneğidir' bu şekil bir çeviri ile Allah cc yi başka bir Allah'tan yardım isteme durumuna düşürmektedirler.  

Bu şekil tahriflerle halk arasında öyle bir salavat kültürü yayılmıştır ki Muhammed as ın adı anlıdığı vakit salavat getirmemek sanki küfür işareti haline getirilmiştir. 

   
   “Dua ile sema arasında bir engel vardır.Üzerime salavat getirilince engel açılır, DUA YERİNE ULAŞIR.”
·        “Üzerime bir günde bin defa salavat getiren kimseye cennetteki makamı gösterilmedikçe ölmez.”
·        “Bana en yakın olanlar, üzerime en çok salavat getirenler olacaktır.”
·        “Her kim, farz namazını kıldıktan sonra bana on defa salevat okursa, Allah Teala, onun namazını kabul buyurur. Onun bu namazını Adem’e secde eden meleklerden daha üstün meleklerin makamı olan İlliyyine ulaştırır.O makamdan bir melek şöyle seslenir:
      -Artık dileğin neyse dile, her dileğin yerine getirilecektir.”
·       Vefatımdan sonra sizden kim bana selam gönderirse Cebrail(a.s.) gelir ve bana şöyle der:
-Ya Muhammed! Ümmetimden falan kimsenin sana selamı var.Bana karşılık ben şöyle selam alırım:
-Benden de ona selam olsun.Ayrıca onun için Allah’tan rahmet ve bereket diliyorum.”
·        Kim altından kalkamayacağı güç bir işle karşı karşıya gelirse, üzerime çok çok salavatı şerife getirsin.Çünkü Allahü Teala, üzerime getirilen salavat-ı şerife sebebi ile onun sıkıntılarını, kederlerini giderir, rızkını çoğaltır, Allah’ın yardımı ile muradına nail olur.”
·        “Kıyamet gününde, katımda insanların en değerlisi, bana en çok salatü selam getirenlerdir.” 
YukarIdaki örneklerden daha bir çok sözleri din adına hurafe üreten kitaplarda bulmak mümkündür.

Halk arasında yaygın olan bu kültürün kaynağı yukarıda örneklerini verdiğimiz Muhammed as adına uydurulmuş iftiralardır. Ayrıca salatı tefriciyye, salaten tüncine, salatı münciye vs gibi bir çok salat adı altında insanlar maalesef şirk işlemekte olup bunlar alim sıfatı altında insanlara şirk empoze eden bel'am lar tarafından övücü sözlerle desteklenmektedir.  

 Net olarak ifade etmek gerekirse bugün salavat adı altında ne kadar söz varsa hiçbiri Muhammed as tarafından ashabına talim ettirilmiş sözler değildir. Hristiyan kültürünün bir uzantısı olarak elçileri yüceltme projesinin bir ürünüdür. Muhammed as a bugün destek olmak demek ölmüş olmasını unutarak ona yapacağımız salavatları onun duyup Allah cc ile aramızda bir aracı olacağını ummak şirklerin en büyüğüdür.  

[002.186]  Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
“Dua ile sema arasında bir engel vardır.Üzerime salavat getirilince engel açılır, DUA YERİNE ULAŞIR

Bakara s. 186. ayetinin mesajı ile altındaki rivayetin mesajı arasındaki farkı düşünecek olursak insanların salavat kültürü altında nasıl bir şirke yuvarlandığı acı bir şekilde görülecektir. Günümüzde kampanyalar oluşturularak bilmem kaç bin tane salavat çekiyoruz gibi sözlerle insanların oturup Allahı zikreder gibi Muhammed as ı zikretmesi kişilerin din adına şirk işlemelerine bir örnek teşkil etmektedir.

Sonuç olarak; Ahzab s. 56. ayetinde, Muhammed as ın getirmiş olduğu vahye iman ve onun hayata ikamesi istenirken ayet ters çevrilerek haşa Allah cc nin elçisine salavat getirdiği gibi bir anlama dönüştürülmüş ve sadece lafta kalan ve sözler ve şirk içeren kelimeler ile bu ayetin mesajı örtülmeye çalışılmıştır. Resule destek olmak hiç bir şekilde belirli sözlerin tekrar edilmesi ile onu Allah gibi zikretmek anlamına gelmez . "Muhammed as a salavat getirmek" gibi bir tabir ile bizlere söylememiz emredilen hiç bir söz bulunmayıp aksine bu sözleri söylemek kişilerin imanında derin yaralar açılmasına vesile olmaktadır. Yeri gelmişken şunu da ilave edelim, ilmihal kitaplarında kayıtlı olan namazda oturduğumuz zaman okunması gerektiği yazılan salli ve barik diye bilinen sözleri tekrarlamak gibi bir mecburiyet olmayıp bunların yerine kur'an ayetlerinden alınan dualar okunabilir. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

Ahzab s. 37. Ayeti ve Resulun Örnekliği

Allah cc nin, muhammed as a kadar gönderdiği elçileri vasıtası ile kullarına bildirdiği vahyi hayat sahasına koyan yine aynı elçileri olmuştur. Allah cc nin dininin  yaşanması imkansız kurallar bütünü olarak değil hayat içinde tatbik olunabilir kurallar olduğu yine o elçilerin örnekliğinde gösterilmiştir. Bunun açık örneğini ahzab s. 37. ayetinde "fiili sünnet" diyebileceğimiz bir uygulama şeklinde resul sav üzerinden onun mü'minler nezdindeki durumu canlı olarak gösterilmiştir.

Nisa s. 22. ayette "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve igrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!" buyurulmuş ve evlenilmesi haram olanlar listesine eklenmiş ve bu yolla bir evlilik yasaklanmıştır.  

 -----33.4-5 Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir. Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. 

Ahzab s. 4.5. ayetlerde evlatlıklar ile ilgili hükümler yeniden düzenlenip onların özoğullar olmadığı doğru olanın onların babalarının ismi ile anılması yani nesil emniyeti açısından neslinin kimden geldiğinin belli olması gerektiği , eğer babaları bilinmiyorsa onların din'de kardeşler olduğu önceki yanlış uygulamaların bir vebal olmadığı bildirilmektedir. Kur'an'ın yetimlere iyi davranılması hususundaki emirlerine binaen bir yetimi barındırıp onu hayata kazandırmak kişi için büyük bir ecir kaynağıdır, ancak bunu yaparken o yetimin gerçek ebeveyninin isminin kimliğinde yer alması gerekir, onu evlat edinen ailenin kendi ismini onun kimliğine anne ve babası olarak yazdırmaları kur'anın neslin emniyeti açısından kabul etmediği bir durumdur.   

 -----33.021 Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
Ahzab s. 21. ayeti yine bu konuya ön hazırlık mahiyetinde hatırlatıcı bir ayet olup resulun örnekliği ve bu örnekliğin kimler için olduğu beyanı vardır.   

 -----33.036 Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
Ahzab s. 36. ayetinde verilen bir hüküm karşısında o hüküm ile muhatap olanların durumu beyan edilmekte olup bu hükme resul sav in de muhatap olduğu ve itiaraz edemeyeceği gelecek ayetten belli olmaktadır.

-----33.037 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.

Ahzab s. 37. ayeti artık nihai hüküm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi "zeyd" muhammed asın evlatlığı olup onu "zeyneb binti cahş" ile evlendirmiş fakat bu evlilik  bazı sebeblerden ötürü yürümemiştir. Bazı sebebler olarak kısa geçtiğimiz o sebebler ile ilgili olarak tefsir ve siyer kitaplarındaki bilgi kirliliği buraya onları almamıza engel olup ayet çerçevesinden dışarı çıkmak istemiyoruz. 

Muhammed as ın isteği ile evlenen zeyd ile  zeyneb validemiz boşandıktan sonra, Allah cc zeyneb validemizi muhammed as ile evlendirerek evletlıklar konusunda verdiği hükmün hayat sahasında nasıl tatbik edilebileceği örneğini elçisinin örnekliği üzerinden mü'minlere göstermiştir. 

Yukarda okuduğumuz ayetler bilindiği gibi evlatlık olarak alınan kişilerin onu evlatlık olarak alanların nezdindeki durumlarını düzenlemekte, evlatlıkların onların gerçek çocukları olmadığı bildirilmektedir. Toplum içinde bir tabu olabilecek bir durum olan evlatlıkların onların gerçek çocuklarının olmadıklarının net bir şekilde belli olması için evlenilmesi haram olan kişilerin dışında tutularak bir tabu olmaktan çıkarılmış ve bunun yıkılması elçinin fiili olarak uygulaması ile gösterilmiştir. Bu ayetten bir kaç ayrı mesaj çıkarılması mümkündür.  

Bir kişinin resul dahi olsa kendini toplumun yerleşik kurallarından ayrı bir konumda tutamayacağı ve yerleşik örfe aykırı bir davranışta bulunumayacağı muahmmed as ın 37. ayetinde bildirilen çekincesinde görülmekte olup, Allah cc çekinmesi gerekenin toplum baskısı değil kendisi olduğunu elçisi üzerinden bizlere bildirmektedir.  

Tabiki böyle bir durum belki herhangi bir uygulamaya gerek duyulmadan sadece ayet emri ile yapılabilirdi ve mü'minler için yine bu şekilde bir emir bağlayıcı sayılırdı. Ancak evlatlık olarak bildiğimiz birisinin ne bizim gerçek evladımız , evlatlık olan kişininde onu besleyip büyüten kişilerin gerçek anne babası olmadıklarının net bir şekilde belli olması için böyle bir uygulamaya gidilmiş olup bu durum bizler  içinde örneklik olarak bilinmesi ve uygulaması gereken bir durum olduğu beyan edilmektedir.  

Allah cc nin verdiği bir hükmü gönül rahatlığı ile uygulama konusu'da ayetin mesajları içinde sayılabilir. 36. ayet verilen bir hüküm konusunda muhatabın olması gereken tavrını bildirmekte olup ne elçinin nede toplumun bu uygulama karşısında yadırganacak bir durum olmadığını bilmeleri istenmektedir.   

Ahzab s. 37. ayetinden çıkarılabilecek mesajların en önemlisi elçilerin örnekliği meselesidir. Allah cc göndermiş olduğu elçileri vahyi tebliğ ve onu uygulama sahasına koymakla görevli olduğunu kur'anın diğer ayetlerinde bizlere bildirmektedir. Muhammed as sadece vahyi iletmekle kalmamış o vahyin hükümlerini bizzat kendi örnekliğinde yaşayarak topluma göstermiştir. 37. ayetteki durum elçilerin görevlerinin sadece vahyi iletmekle sınırlı olmadığının mesajını vermesi açısından önemli bir ayet olup zeyneb validemize gönlü kaymışmı kaymamışmı şeklindeki tefisir ve siyer kitaplarında sayfalar tutan rivayetler onun canlı örnekliği konusundaki anlama eksikliğinin bir göstergesidir.    

Kur'anı öncelliğini iddia edip elçinin adını duyduğu zaman elektirik çarpmış gibi saçları diken diken olan bazı kişilerin elçi as ın geleneksel anlayıştaki yanlış konumlandırılmasına karşın onu hepten dışlayıcı bir tavır içinde olduklarını görmek bir yanlışa karşı diğer yanlış anlayış olarak karşımıza çıkmakta olup ahzab s. 37. ayeti çerçevesindeki ayetlerin daha dikkatli okunması gereğini ortaya çıkarmaktadır.
 

 -----33.040Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir; fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
Ahzab s. 40. ayeti, aynı konunun devamı olan ayetlerden olup muhammed as ın toplum nezdindeki konumunu bildiren bir ayettir. Ancak bu ayetin bağlamından ayrı olarak düşünülüp nebi ve resul kavramları bağlamında okunmaya çalışıldığını görmekteyiz. "nebilerin sonuncusu" mealindeki ifade sanki resullerinde sonuncusu değildir anlamında okunarak ,resullukleri kendinden menkul çakma resuller üremesine sebeb olmuştur. Bir kişinin "ben resulum " diye ortaya çıkmasının onun Allah cc den almış olduğu vahiy ile mümkün olabileceğini bilmeyen bazıları vahiy almadan " ben resulum" diyerek ortalarda gezmekte onlardan daha uyanık olan ve bu işin gereçekten vahiy almadan mümkün olmadığını bilen bazı sahte resuller " ben vahiy aldım " diyerek elçiliklerini vahye dayandırmak yoluna gitmektedirler. Nebi olmadan resul olunmayacağı gerçeğini bilen kişiler ise bunların sadece yalancı ve iftiracı olduğunu bilerek onların yalancılıklarını dünyada onlara haber vermekte olup,  ahirette onların ne ile muhatab olacaklarını enam s. 93.94. ayetleri haber vermektedir. 

 -----6.93-94- Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Sonuç olarak, insanlar içinden seçilmiş olan elçilerin görevi sadece o vahyi iletmekle kalmayıp o vahyin gerçek hayat içinde nasıl uygulamaya konulacağının örnekliği olması açısından önemli bir görev yüklendiklerinin bilinmesi gereği ortada olup elçilerin sadece postacı mesabesinde olmadığı ahzab s. 37. ayetinde görülmektedir. "Fiili sünnet" olarak tabir edebileceğimiz bir şekilde gerçekleştirilen bu evlilik elçilerin "usvetun hasene" olmalarının bir gerçeği olup bu en güzel örneklik bugün, yarın ve her zaman bizler için göz önüne alınması gerekli bir olan  bir durumdur.    

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.