Al-i İmran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Al-i İmran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2019 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde Al-i İmran s. 93. Ayetine Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinin karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, bu ayetin mealinin diğer meallerden farklı olduğunu görecek, hangi mealin doğru olduğu yönündeki sorusuna cevap aramaya gidecektir. Yazımızın konusu bu ayetin hangi çevirisinin doğru olabileceği üzerinedir.

Öncelikle ilgili ayetin 94. ayet ile birlikte Arapça metnini ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çevirisini vermek istiyoruz. 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

93- (Yahudiler dediler ki) Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in[1*] kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.”[2*] 

94- Tevrat’ı okuduktan sonra kendi yalanını Allah'a mal edenler yanlış yapanlardır. 


[1*] Yakup (as)’nin lakabı İsrail’dir. Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Tevrat’ın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz. Bir âyet şöyledir: İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, ayetleri görmezlikte direnenlerdir (kâfirlerdir.) (Maîde 5/44)
Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84 ve Nisa 4/162. âyetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir. Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 46) Tevrat, Yakub aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar İsrailoğulların nebîlerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
[2*] Allah Teala şöyle demiştir: “Yahudilere tek tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Bu ve benzeri âyetler inince Yahudiler bunu reddederek yukarıdaki sözleri söylemişlerdi. Halbuki Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

Al-i İmran s. 93. ayetinin Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan meali ile, diğer mealler arasındaki fark, ayetin başında parantez içine alınmış olarak yazılan, Yahudiler dediler ki kısmıdır. Süleymaniye Vakfı tarafından yapılmış olan Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinde, "  Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir."  cümlesi, Allah (c.c) tarafından değil, Yahudiler tarafından söylenmektedir.  Ancak bu ayetin diğer meallerine, baktığımızda, bu sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği görülmektedir. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, Al-i İmran s. 93. ayetindeki cümlenin, Allah (c.c) tarafından söylenmiş olan, ve Yakup (a.s) ın bazı kişisel nedenlerden dolayı yemediği yiyecekler dışındaki (o yiyeceklerin de helal olmasına rağmen, Yakup (a.s) tarafından bazı nedenlerden ötürü yenilmemektedir) bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğunu beyan eden bir söz olduğu anlaşılırken, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde ise, Allah (c.c) tarafından 94. ayette yalan olarak beyan edilen bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

Süleymaniye Vakfı tarafından ayetin başına açılan parantezin içine yazılan Yahudiler dediler ki ifadesinin sebebini, ayetin altına açtıkları dipnotta belirtmektedir. Dipnotta, Yahudilerin Al-i İmran s. 93. ayetindeki sözleri söyleme sebebi olarak, Enam s. 146. ayeti gösterilmektedir. Yahudiler kendilerine bazı yiyeceklerin haram kılındığını beyan eden ayetler indiğinde bunu ret etmişler, kendileri için böyle bir haramlılığın olmadığını Al-i İmran s. 93. ayetteki sözler ile dile getirmişlerdir.

Ancak Enam s. 146. ayeti, her ne kadar Yahudiler ile ilgili ise de, bu ayet 136. ayetten başlayıp 153. ayete kadar giden bir bağlama dahildir. Bu bağlama sahip olan ayetlerin, Mekke müşriklerinin şirk inançları ile ilgili olduğu için, Mekke'de inmiş olması gerekmektedir. Vakfa göre Mekke'de inen bu ayete itiraz edenler, cevabı Medine'de inen bir ayette almışlardır.

Kanaatimizce vakıf tarafından Al-i İmran s. 93. ayetine verilen anlamda, Enam s. 146. ayetinin dikkate alınması hatalı bir yaklaşımdır. Eğer Yahudiler Enam s. 146. ayetine karşı bir itiraz getirmiş olsalardı, bu itirazları Al-i İmran s. 93. ayetinde olduğu gibi değil, "Allah bize özel olarak hiç bir şeyi haram kılmadı" gibisinden olması, veya ilgili ayet içinde açık ve net olarak diğer ayetlerde olduğu gibi "Galetil Yahudi" (Yahudi dedi ki) şeklinde bir Arapça metin olması gerekirdi. Yahudilerin Enam s. 146. ayetine getirdiklerini düşündüğü itiraz, ve bu düşünce yönünde vakıf meal yapıcılarının açtıkları ilave parantez, kanaatimizce yanlış bir parantezdir. 

Peki Al-i İmran s. 93. ayeti ile ilgili olan hangi ayetlerdir? denilirse, şu ayetleri sıralayabiliriz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.



[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Al-i İmran 93. ve 94. ayetlerinde önceden helal olduğu halde İsrailoğullarına haram kılınan bazı yiyeceklerin haramlılığının arızi olduğu beyan edilmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde bu arızi durumun gerekçesi beyan edilmekte, Al-i İmran s. 50. ayetinde ise bu arızi haramların bir kısmının İsa (a.s) a inen vahiy ile helal kılındığı beyan edilmektedir. Araf s. 157. ayetinde ise, geri kalan haramların tamamının Muhammed (a.s) ile birlikte sona erdiği beyan edilmektedir. 

Süleymaniye Vakfı'nın ilgili ayete böyle bir parantez açmasının diğer bir sebebi kanaatimizce şu olabilir: 

Ayetin ikinci cümlesi olan, "De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım"  cümlesinde geçen, İn küntüm sadıkin ifadesinin geçtiği diğer ayetlerde, bu ifade öncesinde genellikle, inkarcılar tarafından söylenen bir sözün olması, vakıf meal yapıcılarında Al-i İmran s. 93. ayetinin ilk cümlesinin de inkarcılar tarafından söylenmiş bir söz olabileceği kanaati uyandırmış olabilir. 

Al-i İmran s. 93. ayetini nasıl anlayabiliriz? dersek, şöyle bir cevabımız olabilir:

Medine'de bulunan Yahudiler muhtemelen, kendilerine özel kılınan bu haramlığın, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde beyan edilen gerekçelere istinaden değil, Tevrat öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu, sadece kendilerine değil bütün ümmetlere has bir yasak olduğunu savunuyor olmalıdırlar. Yahudilerin kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgili kulları olarak görmüş olmaları (5. 18), kendilerine özel olarak kılınan böyle bir haramlılık ile uyuşmamaktadır. Allah (c.c) onların bu iddialarını, Al-i İmran s. 93. ayetinde öne sürerek, bunun aksini savunuyorlar ise, Tevrat'ı getirerek o kitapta bulunan bu konudaki beyanı ortaya koymalarını istemektedir.

Olayı şu karşılıklı konuşma üslubu içinde anlatacak olursak:

Yahudiler= Bu haramlar bize özel bir haram değil, tüm insanlara kılınan bir haramlıktır.

Allah (c.c)= İsrailoğullarına kılınan bu haramlıklar, Tevrat öncesi değil, Tevrat'ın indirilmesinden sonra, onların işledikleri bazı cürümler sebebi iledir. Aksini iddia eden varsa getirsin Tevrat'ı ortaya koysun.

Vakfın hatası, Nisa s. 160. ve 161. ayetleri dikkate almak yerine, Enam s. 146. ayetini dikkate almış olmasıdır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Bu ayetlere baktığımızda, İsrailoğullarına yapmış oldukları bazı yanlışlar sebebi ile onlara helal olan bazı yiyeceklerin, yaptıklarının bir cezası olarak haram kılındığı anlaşılmaktadır. Bu haramların ne olduğu ise Enam ve Nahl s. ayetlerinde beyan edilmektedir. 

Nisa s. 160. ve 161. ayetlerindeki gerekçelere istinaden, İsrailoğullarına helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınma yolu, onlara gönderilen elçi ve kitap ile olması gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c) kulları ile ilgili emir ve yasakları, o kullar içinden seçtiği insanlar aracılığı ile göndermektedir.

İsrailoğullarına verilen bu cezanın bilgi kaynağı elçiler olup, bu yasaklar onlara elçiler ve onlara inen kitap aracılığı ile bildirilmiştir. İsrailoğullarına inen kitabın isminin bize Tevrat olarak beyan edilmiş olması burada dikkate değerdir. İsrailoğullarına Musa (a.s) öncesinde de elçi ve kitap gönderildiğini hesap edersek, bu kitabın adının Tevrat olması gerektiği açıktır.

Al-i İmran s. 93. ayetini, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerini dikkate alarak okuduğumuz şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 


Allah (c.c) İsrailoğulları dahil olmak üzere, tüm kullarına Tayyibat olarak beyan ettiği yiyecekleri helal kılmıştır (2. 168/  5. 4-5-88/ 16. 114). İsrailoğullarına helal olduğu halde sonradan haram edilen tayyibatın, onlara elçileri aracılığı ile bildirilmiş olması gerektiğine göre, Tevrat'ın indirilmesinden önce böyle bir yasağın da olmaMAsı icap etmektedir. İşte Al-i İmran s. 93. ayeti bu durumu beyan etmektedir. O zaman bu ayetteki sözün İsrailoğullarına değil, Allah (c.c) ye ait olması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı mealinde, Al-i İmran s. 93. ayetinin başına açılan parantez hatalı olarak açılmıştır. Vakıf yetkilileri şayet ayeti, Enam s. 146. ayetini değil, Nisa s. 160. 161. ayetlerini dikkate alarak anlamaya çalışmış olsalardı, böyle bir hatayı yapmalarına gerek  kalmayacaktı.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


16 Ekim 2015 Cuma

Al-i İmran s. 103. Ayeti: Birlik Olmanın Adresi

Biz Müslümanlar, yeryüzünde yaşayan topluluklardan olarak , aralarında en fazla ihtilaf olan guruplarının başında gelmekteyiz. Aralarında ihtilaf olan müslümanların  hepsi,  bu ihtilaflardan rahatsız olduğunu beyan ederek ,vahdet'in yani birliğin gerçekleşmesini istemektedir. İstemesine istemektedirler ancak, vahdet'in gerçekleşmesi için verdikleri adres, kendi fırkalarının bayrağının altıdır. Yani bütün hizipler kendilerini "Fırkai naciye" ilan ederek , vahdet'in kendi hiziplerinin altında gerçekleşmesi gereğini öne sürmektedirler. 

Bu duruma Kur'an ne diyor , adres olarak nereyi gösteriyor ?. 

[003.103]  Topluca Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Ve Allah'ın üzerindeki nimetini hatırlayın. Hani, siz; düşman idiniz de O, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı. Alah ayetlerini size işte böylece açıklar.

Allah (c.c) birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekerek "ve la teferrequu" (ayrılmayınız , fırkalaşmayınız) buyurarak , birlik ve beraberliğin tek adresinin "Hablilllahi" (Allah'ın ipi) olduğunu hatırlatıp, aynı surenin 105. ve 106. ayetlerinde şöyle buyurmaktadır. 

[003.105-6]  Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara: «İnanmanızdan sonra inkar eder misiniz? İnkar etmenizden dolayı tadın azabı» denecektir.

Maaleseftir ki , biz Müslümanlar bu gün sanki,"Topluca Allah'ın ipine sarılMAyın , Ayrılın" şeklinde bir emir almışçasına bir hareket içine girerek , olanca gücümüzle fırkalaşmaya devam etmekteyiz. Bütün fırka mensuplarının iman ettiğini iddia ettiği kitap içindeki bu ve benzeri ayetler, hayat içinde pratize edilmekten nesh edilmiş bir vaziyette atıl olarak bırakılmıştır. 

Bir topluluğu topluluk yapan en önemli unsur, topluluk içinde olan insanların birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleridir. Bu durum toplulukların ayakta kalmasına sebeb olan en önemli faktör olup , Müslümanlar olarak bizlere inandığımız kitabın bir çok yerinde birlik ve beraberliğin önemini vurgulayan ayetler hepimizin dilindedir.

Maaleseftir ki bu gün bir çok Müslüman , birlik ve beraber olmanın luzumunu , kendi fırkası haricinde olanların yanlış yolda olduğu ve doğru yola girerek kurtulmaları için kendi fırkasının şemsiyesi altında toplanılması gerektiğini savunmakta , "vahdet'e evet ama benim fırkam altında olması gereklidir" diyerek, vahdet isteği altında, ayrılıkların daha da körüklenmesine sebeb olmaktadır.

Halbuki Allah (c.c) adresi açık ve net olarak beyan etmiştir . 

[003.064] De ki: «Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin». Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim müslüman olduğumuza şahid olun» deyin.

Tüm insanların arasında müşterek olması gereken sözler 1- sadece Allah'a kulluk, 2- ona hiç bir şeyi ortak koşmamak , 3- Allah'tan başka rabler benimsememek. 

Biz bu durumun kapsamını biraz daraltarak , olayı biz müslümanlar çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman , fırkalaşmanın nedenleri açıkça ortaya çıkmaktadır. 3. sıradaki, Allah dışında rabler edinilmesi durumu maalesef , biz müslümanların hayatlarında yer ederek, mensubu olduğu fırkanın , kitabı , büyüğü , prensipleri , Allah (c.c) nin kitabından öne geçmiştir. 

Allah (c.c) kendisinin ipine sarılarak ateş çukurundan kurtulmanın yolunu bizlere göstermiştir. Bu ipi sarılmayarak başka iplere sarılmak , başka rabler edinmek ve kişiyi ateş çukuruna götürmesi anlamına gelecektir.

[023.053]  Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük oldular. Her bölük kendi tuttuğu yoldan memnundur.
[030.032] Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp-sevinç duymaktadır.

Yukarda verdiğimiz ayetler , Müslümanlar olarak durumumuzu gayet net bir şekilde ifade etmektedir. Her hizip kendisini temsil eden , kitap , kişi , objeyi sahiplenerek onlar üzerinden aidiyetlerini yansıtarak dinlerini oluşturmuş bundan herhangi bir rahatsızlık duymadan günlerini geçirmektedirler.

Müslümanların bu gün birleşerek , fırka ve hiziplerini arkaya atıp vahyin belirleyeciliğinde birleşmeleri için , böyle bir gerekliliğini olduğunun şuuruna varmaları gerekmektedir.Maalesef bu gün bir çok müslüman bir başka müslüman kardeşini gördüğü zaman , aklına  ilk gelen şey onunla hangi konularda ihtilaf içinde oldukları olup, bu ihtilafları öne çıkararak birbirlerini usul , uslup , edep gözetmeden tekfir etmeleri olağan bir durum haline gelmiştir.

Müslümanların birbirleri ile bazı konularda ihtilaf etmeleri doğal olup , bu ihtilafların tefrikaya dönüşmemesi gerekmektedir. Üzücü olan şey bu ihtilafların özellikle tefrikaya dönüşmesi için elimizden gelen gayreti gösteriyor olmamızdır. 

Kur'anın belirleyiciliğini kabul etsek bile, yine bu kitabın içindeki ayetleri hazmederek karşımızdaki farklı düşüncelere karşı bu kitabın bize öngördüğü usulu kullanmaktan geri kaçarak, Kur'anı birleştirici değil ,ayırıcı bir kitap konumuna sokmaktayız.İnancını ve düşüncesini Kur'anın belirlediğini iddia eden bazı kimselerde gördüğümüz yanlış şu dur;

Geleneksel islam düşüncesi ile , Kur'anın önerdiği düşünce arasında büyük bir uçurum olduğu herkesin malumudur. Kendisini Kur'an nisbet ederek bu yanlışlara dikkat çeken kimselerin çoğunda usul ve uslup hatası bulunmaktadır. Kendisinin geleneksel din inancı içinde olmadığını dikkat çekmek için bazılarımızın, karşısındaki kimseye "Ben sizden farklıyım" şeklinde bir mesaj vermeye çalıştığını görmekteyiz. 

Karşısındaki kişiyi ötekileştirmek diyebileceğimiz bu uslubun kullanılması , diyalog imkanını ortadan kaldırmaktadır. "Ötekileştirmek" şeklindeki yaklaşımlar , müslümanlar olarak yaptığımız en önemli hatalardan birisidir. Bu durum bazılarımızda öyle bir boyuta gelmiştir ki, geleneksel inanç içinde yer alan ve doğru olan bazı konular bile , sadece muhalefet olsun diye eleştiriye tabi tutulmakta ve red edilme yoluna gidilmektedir. 

Birlik olmanın adresini Kur'anda görerek güzel bir nokta yakaladığmızı zannettiğimiz bazı kimselerdeki ortaya çıkan Kur'an anlayışlarının, geleneksel din inancına sahip olanlardan daha yanlış ve ifrata varan düşünceler olduğunu gördükçe, birlik konusunda çok geride olduğumuzu görmekteyiz. 

Yüzlerce yıldır , müslümanların uygulaya geldikleri namaz , hacc , kurban gibi ibadetlerin , gelenekten gelen bazı yanlışlarla bezenerek icra edilmesi , bazılarımız tarafından bu ibadetlerin red edilmesine sebeb olmaktadır. Kur'an nazil olmaya başladığı zaman , bu gibi ibadetler şirk bulaştırılarak icra edilmekte olduğu yine Kur'an içindeki ayetlerden bilinmektedir. Kur'an bunları toptan kaldırmak yerine doğru olan boyuta getirmek için gerekli olanları vaaz etmiştir. 

Bizler bu usule dikkat ederek , müslümanların çoğunun yanlış içinde olmasını kalkan edinerek bunları red yoluna gitmek yerine , doğrusunun ne olduğu Kur'an içinde açık ve net bir şekilde edildiğini yanlış yaptığını iddia ettiklerimize anlatmak zorundayız. Kur'anın hayatında belirleyici kitap olduğunu iddia ederek , inancını , düşüncesini, karşısındaki insana olan tavrını, bu kitaptan almayan birisinin okuduğu kitap, maalesef boşa vakit harcamaktan başka bir işe yaramayacaktır. 

Birlik olmanın gerekliliğini ve bu birlikteliğin adresinin Kur'anda olması gerektiğini kavramış insanlara, bu konularda önemli roller düşmektedir. Öncelikle kendimizi ciddi biçimde eğitimden geçirmenin ilk şartı olduğunu söylemek , Kur'an adına konuştuğunu iddia eden bazılarımızda arız olan hataları gördükçe, bu şartın ne kadar gerekli olduğunu bize gösterecektir.

Bir şey red etmekteki kriterimiz , o şeyin müslümanlar tarafından yanlış bilinip ve uygulanması olmamalıdır. Eğer ortada bir yanlışlık varsa bunu Kur'ana mal etmek büyük bir hatadır. Yapılması gereken yanlış bilinen ve uygulanan şeyin doğrusunun ne olduğunu öğrenip bu doğruyu önce kendimiz uygulayıp , sonra yanlış uygulama içinde olanlara uygun bir dil ile aktarmak olmalıdır. 

Bir şeyi kabul etmekteki kriterimiz , bu şeyin geleneğin aksini iddia etmesi olmamalıdır. Gelenek içinde bazı bilgiler doğru olup bu doğrular hurafeler ile üzeri örtülü bir hale düşürülmüştür. Dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi, her devirde ortaya çıkan ve kendilerini içimizden birisi gibi gösterip , kaleyi içerden yıkma faaliyetlerine girişmiş kişilerdir. Bu tür kişiler , özellikle Kur'anı öncelleyen insanlar arasında bulunarak , bizlerin geleneğe karşı olan tutumumuzdan faydalanarak , gelenekteki yanlışları göstererek , kendi yanlışlarının içine samiri misali bir avuç doğru katarak , zehiri bal şerbeti diye bizlere sunmaktadırlar.

Kimsenin kalbini yarıp içinde ne gibi duygular taşıdığını bilmemiz mümkün değildir , ancak bakış açımızı , ortaya atılan bir düşüncenin kimin ekmeğine yağ sürdüğünü , kime faydası,kime zararı olduğunu noktasında düzenleyerek söylenen sözü değerlendirmemiz mümkündür . 

Bilerek veya bilmeyerek , biz gibi düşünmeyen insanlara karşı olan tutumumuz eğer onları , dışlayıcı , diyalog ortamından koparıcı bir uslup ise eğer bu bilinerek yapılıyorsa ihanet , eğer bilinmeden yapılıyorsa cehalettir.

Bu gün müslümanlar olarak , en fazla ihtiyaç duyuduğumuz şey aramızda birlik ve beraberliğin tesis edilmesi olup , bunun tesis edilmemesi için çalışanlar olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Aradaki birliğin kurulmaması için çalışanlar "kafir" diye bildiğimiz insanlar olsa işimiz daha kolay olurdu , ancak birlik ve beraberliğin kurulmaması için çalışanlar maalesef bizden daha uyanık olup bu isteklerini aramıza soktukları truva atları ile gerçekleştirmek yoluna gitmektedirler.

Özellikle inanç değerlerini Kur'andan aldıklarını iddia eden insanların arasına sızmış olan bu insanlar , Kur'anın birleştiriciliğini gündem etmek yerine , gelenekten gelen yanlışları devamlı körükleyerek , bu yanlışları yapanları doğruya çağırmak şeklinde bir uslubu değil , onları tekfir eden bir söylem kullanmaktadırlar. 

Gerçekten bilgi sahibi ve samimi bir müslüman , karşısındaki kişilerin yanlış düşüncelerine nefsinin verdiği vesveseler ile değil , Kur'anın ona önerdiği yol ile yaklaşmasını bilecektir. Musa (a.s) dan, Firavuna dahi yumuşak söz kullanmasını isteyen Rabbimizin bu isteği bizlere de örnek olmalı değil midir ?.

Birlik olmanın olmazsa olmaz bir şart olduğu , bu gün yer yüzünde acı çeken , zulüm gören toplulukların başında bizlerin gelmekte olduğumuzu göz önüne aldığımızda ,durumun aciliyeti gözler önündedir. Bizler ferdi olarak vazifemizi yapmaya çalıştığımızı düşünür ve her fert bu vazifeyi yerine getirmek için çalışırsa , kitlesel anlamda birlikte hareket eden insanlar ortaya çıkacak ve kafirlerin korkulu rüyası , müslümanların umudu olacaktır. 

Tek şartımız , Allah (c.c) nin ipine birlikte sarılmak olup , bu ipin gerçek mesajını doğru biçimde anlamak ve hayata geçirmeye çalışmak gerekmektedir. Bize pratik hayat içinde herhangi bir getirisi olmayan suni gündemler oluşturarak , bizleri bu suni gündemler etrafında kavga ettirerek purolarını tüttürenlerin alay konusu olmamalıyız. 

Kur'anın gerçek gündemini yakalayarak bunun etrafında bir söylem geliştirmek en çok kimin konforunu bozacak ise , bu gün bizleri gerçek gündem etrafından alarak gereksiz gündemler etrafında vaktimizi ve çalanlar aynı kadrolardır. Çünkü müstekbirlerin saltanatını yıkmak için ortaya atılan gündemler , zamanla aksiyon haline dönüşerek , bazılarının sömürü güçlerinin ellerinden gitmesine sebeb olacaktır.  

Kur'anda birlik olmanın önemini kavramış olan insanlar arasında önemli olan sorunlardan bir tanesi "Hangi Kur'an?" sorusunun cevabıdır. 

Hangi Kur'an bizleri, bu gün içinde bulunduğumuz zelil ve hakir durumdan çıkarak mazlumların umudu haline getirebilir ?.

Tarih boyunca gelen elçilerin , ne uğurda mücadele ettiklerini anlatan , bu elçiler ve onlarla birlikte olanların , Allah (c.c) yolunda bıkmadan , usanmadan , korkmadan malını ve canını feda etmekten çekinmediklerini anlatan, Nisa s. 69. ayetinde bahsedilen kişilerle birlikte olmaya teşvik eden bir Kur'an bizleri zelil ve hakir durumdan çıkararak , yarınların umudu haline gelmiş insanlar haline getirebilir.

                     GAYRET BİZDEN BAŞARI ALLAH (C.C) KATINDANDIR.