geçen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geçen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2024 Salı

Adem Kıssasında Geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ Emrinin Bazı Meallerdeki Çevirisi Bağlamında Meallerdeki Tutarsızlıklar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden okumak durumunda olan bir kimse, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuduğunda bazı ayet meallerin anlamının farklı olarak yapıldığını görecek ve bu durum onu hangi çevirinin doğru olduğu yönünde cevap arayışına yönlendirecektir. Bu okuyucu hele bir de konu merkezli bir meal okuması yapacak olursa aynı konu ile ilgili aynı ibareye sahip ayetlerin bazı meal yapıcıları tarafından tutarsız bir biçimde çevrildiğini maalesef tesbit edecektir.

Sözü fazla uzatmadan ne demek istediğimizi, Adem ve İblis kıssası içinde anlatılan Ademe secde ilgili geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin farklı çevirileri bağlamında anlatmaya, çeviri farklılıkları ile birlikte aynı konu bağlamında ortaya çıkan çeviri tutarsızlıklarına ve meal yapmaya soyunan kimselerin birçoğunda gördüğümüz bu hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.

Adem ve İblis kıssası Kur'an'da 7 ayrı sure içinde geçmektedir. Kıssada geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin meallerde iki farklı anlamda 1- Adem'e secde edin 2- Adem için secde edin şeklinde çevrildiği, karşılaştırmalı meal okuyanların malûmudur. 1. anlam secde emrinin Adem'in kendisine yapılması şeklinde iken, 2. anlam ise Adem'i yarattığı için secdenin Allah'a yapılmasının emredildiği şeklindedir. Biz hangi anlamın daha isabetli olduğunu değil, 2. anlamı tercih eden meal sahiplerinin aynı konu ile ilgili diğer ayetlerdeki tutarsızlıklarına dikkat çekmeye çalışacağız.

Bu farklılığın nedeni ise Lam edatından kaynaklanmaktadır. Bu edat emrin her iki şekilde çevrilebilmesine müsait bir anlam taşımaktadır. Fakat hangi anlamın daha isabetli olabileceği ise, bu kıssanın tamamının Kur'an bütünlüğünde ele alınması ve kıssada geçen bazı ibarelerin çevirisinde tutarlılığa dikkat edilmesi sonucunda ortaya çıkacaktır.

Araştırmamızda kuranmeali.com adlı sitedeki mealleri inceleme fırsatımız olduğu için 2. meal olan Adem için secde edin olarak çeviri yapılan aynı konu ile alakalı mealleri Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalışacağız. 

---Bakara s. 34. ayeti:

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Bahattin Sağlam- Yine bir vakit, meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. Şeytan hariç hepsi secde etti. O büyüklendi ve kâfirlerden oldu.

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Elmalılı (orjinal)Ve o vakit melâikeye «Adem için secde edin» dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi

Erhan Aktaş- Sonra meleklere: “Âdem için secde edin”¹ dedik. İblis² hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kâfirlerdendi.

İlyas Yorulmaz- Meleklere âdem için (Rabbinize) secde edin demiştik. İblisin dışında, meleklerin tamamı secde ettiler. İblis secde etmemekte diretti ve büyüklendi. Bundan dolayı inkârcılardan oldu.

Mahmut Özdemir- Hani, Melekler’e dedik:
-“Âdem’e secde edin!”.
Hemen secde ettiler; ancak İblîs kaçındı, kibirlendi / büyüklük tasladı, Kafirler’den oldu.

Mehmet Okuyan- Hani meleklere “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişti. İblis hariç. [*] Yüz çevirmiş, kibirlenmiş, kâfirlerden olmuştu.

Mustafa Çavdar- Meleklere “Âdem için secde edin/emre amade olun” demiştik de onlar da hemen emre amade oldular. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Osman Fırat- Meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve kafirlerden oldu.

Şaban Piriş- Meleklere:-Adem için secde edin, demiştik de onlar da hemen secde edivermişlerdi. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuştu.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Mahmut Özdemir ve Osman Fırat hariç hepsi سْجُدُوا لِاٰدَمَ emrini Adem için secde edin çevirmiştir. Mahmut Özdemir ve Osman Fırat bu ayette Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen fakat aynı ibarenin geçtiği diğer ayetleri aynı şekilde çevirmemiştir. 

---Araf. 11. ayeti:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

Bahattin Sağlam- Ve andolsun! Biz sizi yarattık, sonra sizi şekillendirdik. Sonra meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. İblis hariç, hepsi de secde ettiler. O iblis secde edicilerden olmadı.

Diyanet Yeni- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Elmalılı (orjinal)- Hakıkat sizi evvela halkettik, sonra size sûret verdik, sonra da Melâikeye dedik ki «Âdeme secde edin» hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı

Erhan Aktaş- Ant olsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra meleklere, Âdem'e secde¹ edin dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

İlyas Yorulmaz- Muhakkak ki sizi biz yarattık ve sonra size bulunduğunuz şekli de biz verdik. Sonra meleklere “Âdem için (bana) secde edin” dedik. İblis’in dışındaki tüm melekler secde etti, İblis (Rabbine) secde edenlerden olmadı.

Mahmut Özdemir- And olsun, sizi yarattık; sonra biçimlendirdik!
Sonra da Melekler’e:
-“Âdem için secde edin!” dedik.
Secde Edenler’den olmayan İblis dışında, secde ettiler.

Mehmet Okuyan- Yemin olsun ki sizi biz yaratmış, sonra size biçim vermiş, [*] sonra da meleklere, “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç. [*] O, secde edenlerden olmamıştı.

Mustafa Çavdar- Doğrusu sizi biz yarattık sonra sizi biçimlendirdik, sonrada meleklere, ‘Âdem’e secde edin/emrine amade olun’ dedik, İblis hariç, o secde edenlerden

Osman Fırat- Ve sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, "Âdem için secde edin" dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler ancak iblis secde edenlerden olmadı.

Şaban Piriş- Sizi yaratmış sonra da şekil vermiştik. Sonra, meleklere: “Adem için secde edin.” dedik. İblis dışında hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Elmalılı orjinale ve Erhan Aktaş'a baktığımızda Bakara s. 34. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmesine rağmen Araf s. 11. ayetini Ademe secde edin şeklinde çevirmiştir. Mahmut Özdemir ise Bakara s. 34. ayetini Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen, Araf s. 11. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmiştir. 

Hicr s. 29-33. ayetleri: Bu ayette ibare "Lehü sacidin" olarak yani 1. anlam Ona secde edin 2. anlam ise Onun için secde edin şeklindedir.

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

Ahmet Varol- Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın."

Ali Fikri Yavuz- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

Bahattin Sağlam- Onu (ilk çekirdeğini) düzeltip içinde ruhumdan üflediğimde, ona secdeye gidin. (Büyüyüp gelişmesini sağlayın.)

Bayraktar Bayraklı- “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”

Diyanet Yeni- 28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.

Kur'an Yolu- “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”

Diyanet Vakfı- «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»

Edip Yüksel- "Onu düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye varın," demişti.

Elmalılı (orjinal)- Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefheylediğim vakıt derhal onun için secdeye kapanın

Hasan Basri Çantay- «O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın».

İlyas Yorulmaz- “Çamuru insan halinde şekillendirdiğim ve kendi diriliğimden (canlılığımdan/ ruhumdan) ona verdiğim zaman, can verilmiş beşer (insan) için (Rabbinize) secdeye kapanın” demiştik.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- Öyleyse Ben onu düzenleyip de kendi ruhumdan ona üfleyince, onun için secde edeceksiniz."

Mahmut Özdemir- “Onu tesviye ettiğim, ona rûhumdan üflediğim zaman onun için secdeye kapanın!”.

Mehmet Okuyan- “Ona düzgün şekil verip kendisine [rûh]umdan üflediğim zaman onun için (bana) secde edin!”

Mustafa Çavdar- “Ben ona güzel bir şekil verip ona ruhumdan üflediğim de/ona vahiyden bir pay verdiğim de, siz hemen ona secde edecek/onun hizmetine gireceksiniz.”

Osman Fırat- Ve Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen secdeye kapanın...

Ömer Nasuhi Bilmen- «Artık Ben onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.»

Süleymaniye Vakfı- Onu tamamlayıp içine ruhumdan üflediğimde onun için secdeye kapanın.”

Şaban Piriş- 29,30,31. -Onu düzenleyip, canlandırdığım zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. Meleklerin hepsi topluca secde etti. İblis hariç, O, büyüklendi ve secde edenlerle beraber olmadı.

Bu ayette Ahmet Varol, Ali Fikri Yavuz, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleymaniye Vakfı önceki Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetlerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen rağmen burada 2. anlamı tercih etmişlerdirlerdir.

Mustafa Çavdar, Bakara s. 34. ayetinde 2. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29. ayetinde ise 1. anlamı tercih etmiştir.

Osman Fırat, Bakara s. 34. ayetinde 1. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29 ayetinde 2. anlamı tercih etmiştir.

Bahattin Sağlam, Bayraktar Bayraklı, Kur'an Yolu, Diyanet Vakfı, Hasan Basri Çantay Edip Yüksel, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Bakara s. 34 ve Araf s. 11. ayetlerinin meallerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen, Hicr. s. 29. ayet mealinde 2. anlamı tercih etmişlerdir.

Hasan Basri Çantay her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayet meallerinde ihtiyat olarak parantez içine (yahud: Âdem için Allaha) şeklinde 2. anlamı vermesine rağmen, tercihinin 1. anlam olduğu anlaşılmaktadır.

Hicr. 29. ayetinde ibare her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetiyle aynı olmasa dahi, bu ayette de "Lam" edatı bulunmaktadır. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta tek olan secde emrinin eğer 2 anlamdan biri tercih edilecekse her 3 ayette de ya sadece 1. ya da sadece 2. anlamın verilmesi gerektiği noktasındadır. Halbuki meallere baktığımızda bu noktada tutarsızlık görülmektedir. Bizim illaki 1. anlam veya illaki 2. anlam tercih edilmelidir şeklinde bir iddiamız yoktur.

Şimdi de aynı surenin 33. ayetine bakalım ve 29. ayete 2. anlamı veren meal yapıcılarının bu ayete nasıl bir anlam verdiklerine bakalım.

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 

Ahmet Varol- Dedi ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

Ali Fikri Yavuz- İblîs şöyle dedi: “- Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”

Bahattin Sağlam- İblis: “Kokuşmuş bir balçıktan, pişmemiş bir çamurdan yarattığın bir beşere (et parçasına) secde edecek değildim.” dedi.

Bayraktar Bayraklı- İblis, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi.

Diyanet Yeni- İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”

Kur'an Yolu- Dedi ki: “Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!”

Diyanet Vakfı- (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

Edip Yüksel- Dedi ki: "Kurumuş, yıllanmış balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim."

Elmalılı (orjinal)- Benim, dedi: bir salsâlden, bir mesnun balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem kabil değildir

Hasan Basri Çantay- «Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»!

İlyas Yorulmaz- İblis “Senin, toprağın çamurundan, kara yıllanmış balçıktan yarattığın bir insan için secde etmem olanaksız” dedi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- İblis dedi: "Ben Senin balçıktan, işlenmiş kara topraktan yarattığın ademoğluna secde etmek için var olmadım."

Mahmut Özdemir- -“Mesnûn balçıktan, salsâl’den yarattığın bir beşer için secde edecek değildim” dedi.

Mehmet Okuyan- (İblis de:) “Ben (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değildim!” cevabını vermişti.

Mustafa Çavdar- İblis: “Ben, kurumuş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek biri değilim!” dedi.

Osman Fırat- İblis dedi ki: "Ben, kuru bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem. "

Ömer Nasuhi Bilmen- (Şeytan) Dedi ki: «Kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yaratmış olduğun bir insana ben secde etmek için olmadım.»

Süleymaniye Vakfı- ”Kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattığın beşere secde edemem” dedi.

Şaban Piriş- -Ben, kuru bir çamurdan, olgun bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmek için var olmadım, dedi.

Burada da Hicr s. 29. ayetine 2. anlamı veren meallerden bir çoğunun Diyanet yeni, Hasan Basri Çantay, İlyas Yorulmaz, Mahmut Özdemir haricinde 33. ayete 1. anlamı vererek tutarsızlık içinde olduklarını görmekteyiz. 

Söylemek istediğimiz şu dur: Eğer siz bir kelimeye herhangi bir anlamı tercih etmişseniz, o kelime ile alakası olan ifadenin de onunla uyumlu olması gerekir şöyle ki: Hicr s. 29. ayetinde 2. anlamı tercih etmişseniz, 33. ayetine verdiğiniz anlamın da 29. ayet ile uyumlu olması gerekir. 29. ayetin mealini şayet "Onun için secde ediciler" olarak yapmışsanız, 33. ayetin mealini de ona uygun olarak "onun için secde etmem" anlamını vererek çevirmelisiniz. Yani "Lam" edatına 29. ayette hangi anlamı vermişseniz, 33. ayette de aynı anlamı vermek durumundasınız. Ancak bu uyuma birkaç meal yapıcısından başka dikkat eden olmadığını, birçok mealin 1. anlamı tercih ederek verildiğini görmekteyiz.

İsra s. 61. ayeti: Bu ayette de yine 2 tane olan "Lam" edatının çevirisinde uyumsuzluk yapılan meal örneklerini vereceğiz.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 

Ali Fikri Yavuz- Yine hatırla ki, bir vakit meleklere: “- Âdem için secde edin.” demiştik de onlar hemen secde etmişlerdi. Fakat, İblis secde etmemiş, şöyle demişti: “- Ben, bir çamur halinde yarattığın kimseye secde eder miyim?

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.

Hasan Basri Çantay- (Şunu da) hatırla ki biz meleklere: «Âdem için secde edin» demişdik ve onlar da secde etmişlerdi de İblîs etmemiş, «Ben bir çamur olarak yaratdığın kişiye secde edermiyim?» demişdi.

Mustafa Çavdar- Hani biz meleklere: “Âdem için secde edin/onun emrine girin!” dediğimizde, İblis dışında hepsi secde etti. İblis: “Çamurdan yarattığın kimseye ben secde mi ederim?” dedi

Bu meal örneklerindeki uyumsuzluğu şu şekilde ifade edebiliriz: Eğer siz "Üscudu li ademe" emrini "Adem için secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığın kimse için secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Yok şayet "Ademe secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığına secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Bu uyuma dikkat eden meal örnekleri de olmakla beraber, dikkat etmeyen meal örnekleri de bulunmaktadır.

Sonuç olarak: Bu yazının amacı Adem ve İblis kıssasında geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin iki farklı çevirisinden hangisinin daha isabetli olduğu konusunda değil (biz her ne kadar 1. anlamın daha isabetli olduğunu düşünüyorsak ta), çeviride takip edilmesi gereken noktalardan birisinin ayetler arasındaki uyum konusundadır. Yukarıda verdiğimiz örnekler maalesef bu noktanın gözden kaçırıldığı yönündedir.

Meal yapıcısı tutarlı olmak bakımından iki farklı anlamdan hangisini tercih ediyorsa diğer ayetlerde de aynı anlamı vermek durumundadır. Konuyu Adem ve İblis kıssasında bağlamında değerlendirdiğimiz zaman, ayet içinde geçen "Lam"edatının farklı anlamlarda kullanılmasını gerektiren herhangi bir durum sözkonusu değildir. Olay tek bir olaydır ve Allah (c.c.) yarattığı beşere meleklerin secde etmesini istemektedir. Eğer meal yapıcısı emri "Adem'e secde edin" anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde, eğer meal yapıcısı emri "Adem için secde edin anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde çevrilmelidir. Tutarlı bir meal yapmak bunu gerektirir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

6 Ocak 2023 Cuma

Nisa s.127. Ayetinde Geçen وَتَرْغَبُونَ Kelimesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

Kur'an mealini birkaç farklı çeviriden karşılaştırmalı olarak okuyan dikkatli bir okuyucu, Nisa s. 127. ayetinin mealini okuduğunda, karşısına farklı şekilde yapılmış iki farklı meal çıkınca bu meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde bir soru soracak, bu sorunun cevabını aramaya çalışacaktır. Yazımızın konusu, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde olacaktır. 

Ayetin Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا

-----Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nıkahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

----Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.

Meallerden görüldüğü üzere, nikahlamak istediğiniz ve nikahlamak istemediğiniz şeklinde iki farklı anlam verilmesinin sebebi, ayet içinde geçen وَتَرْغَبُونَ kelimesinden kaynaklanmaktadır. 

Kelimenin kökü olan ر غ ب, lügatta: Bir şeye karşı rağbet etmek, hırs göstermek,onu şiddetli bir şekilde arzuyla istemek anlamına gelmektedir ( El Müfredat). Fakat bu kelime عَنْ  edatı ile birlikte kullanıldığında, olumsuz bir anlam kazanarak kişinin rağbetini, hırsını, arzusunu başka bir tarafa çevirmesi anlamına gelmektedir. Bu kullanım örneklerini Kur'an da görmekteyiz.

BAKARA S. 130--- Kendini bilmezlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir(وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ) . Hiç kuşkusuz biz, O'nu dünyada seçkin kıldık ve elbette ahirette de iyilerden olacaktır.

MERYEM S. 46---(Babası) dedi ki: "Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun, (اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي) ey İbrahim? Eğer (bu tutumuna) son vermezsen andolsun seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl."

Dikkat edilirse her iki ayette de olumsuz olarak gelen anlam عَنْ edatının kullanılması ile ortaya çıkmıştır.  Bu noktada, " Neden böyle bir olmadığı halde bu ayete bazı meal yapıcıları böyle bir anlam vermişlerdir?" sorusu gündeme gelecektir.

Bizim cevabımız, "Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması ve geçmiş müfessirlerin bu konuda yaptıkları tercih ve her iki anlamın da verilebileceği yönünde ortaya koydukları tercihlerin dikkate alınması olabilir" yönündedir. 

Keşşaf tefsirinde bu ayet hakkında yapılan yorumu okuduğumuzda söylemek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.


Kur'an'ın en doğru anlaşılma yönteminin, Kur'an bütünlüğünü dikkate almak olduğunu merkeze alarak bu ayeti anlamaya çalıştığımızda, Nisa suresi ilk ayetlerinin özellikle yetim haklarına vurgu yaptığını görebiliriz. Kendilerine miras kalan yetimlerinin özellikle yetim kızların mallarının en doğru şekilde değerlendirilmesi ilgili ayetlerin emridir. Bu nokta bizi aynı surenin 3. ayetine götürecek, 127. ayetin de daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Nisa s. 3- (Mallarını muhafaza etmek ile sorumlu olduğunuz kız) Yetimlerin haklarını (nikah çağına geldiklerinde onları nikahlayarak) adaletli bir şekilde koruyamamaktan endişe ederseniz, (onların yerine) size helal olan (yetim olmayan hür) kadınları ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer (çok eşlilikte de eşler arasında) adaletli davranamayacağınızdan endişe ederseniz (özgür olan) bir eş, veya sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri cariye) kadını nikahlayın. Bu (şekilde yapılan bir evlilik), adaletten sapmamanız için daha uygun bir yoldur. 

Bu ayette dikkat edilirse kendisine miras kalmış yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi emredilmektedir. 

Bu durumu dikkate alarak 127. ayeti okuduğumuzda aynı durumun bu ayette de karşımıza çıktığını görebiliriz. Ayette yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi gerektiği anlamı daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunları dikkate alarak Nisa s. 127. ayet ile ilgili yapılan iki farklı mealin "Nikahlamayı istediğiniz" şeklinde yapılanın daha  isabetli olduğunu söyleyebiliriz. 

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. Ayetlerinde Geçen "Min Dabbetin" Kelimesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki  herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır. 

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.

Nahl s. 61. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir. 

Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.

Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen  مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...

Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.  

Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.

Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta  göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.

Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır. 

Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.

Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.

[008.022]  Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

[008.055]  Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.

Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.

Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.

2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


29 Ekim 2018 Pazartesi

Maide s. 38. Ayetinde Geçen "Eydiyehüma" Kelimesi Üzerinde Yapılan Spekülasyonlar Üzerinde Bir Mülahaza

Maide s. 38. ayeti bilindiği üzere, hırsızlık suçunun cezasını beyan etmektedir. Bu ceza yine bilindiği üzere, kadın ve erkek hırsızın elinin kesilmesi olarak beyan edilmektedir. Fakat bu cezanın hakiki anlamda bir el kesmeyi mi, yoksa mecazi anlamda bir el yani güç kesmeyi mi kapsadığı konusunda tartışmaların yapıldığı, yine bir çoğumuzun malumudur.

Ayetin Arapça metni ve meali şu şekildedir:

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ellerini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

El kesme cezasının mecazi anlamda bir el kesme, yani hırsızlık yapmanın önünü almak, hırsızın gücünü kesmek şeklinde bir anlama sahip olduğunu savunanların delil öne sürdüğü iddialardan bir tanesi, Maide s. 38. ayetinin içinde geçen  فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا ibaresinin, yerleşik gramer kaideleri gereğince, "Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bu çeviriye dayanan iddia sahipleri, hırsızlık yapan erkek ve kadının eğer hakiki anlamda elinin kesilmesinden bahsedilmiş olsaydı, kesilmesi gereken erkek ve kadının birer eli olmak üzere iki el olacak, dolayısı ile kesilecek olan iki elin ise, tesniye yani ikili siga ile ifade edilmesi yani ayetin "Faktau yedeyhüma" olarak gelmesi gerektiğini öne sürmektedirler. 

Ayette bu durum böyle olmadığından, yani tesniye sigası yerine cemi (çoğul) sigası ile ifade edildiğinden, çoğul siganın ise yerleşik gramer kuralları gereğince üç ve yukarısı olan sayılara işaret etmesinden dolayı, Allah (c.c) nin bu ayette hakiki anlamda bir el kesmekten bahsetmediği, mecazi anlamda bir el kesmeyi yani hırsızın gücünü kesmeyi emrettiği iddia edilmektedir. 

Fakat bu iddia sahiplerinin gözlerinden kaçırdığı bir nokta vardır ki o da şu dur: KUR'AN'A BAKTIĞIMIZ ZAMAN CEMİ SİGASININ HER ZAMAN ÜÇ VE YUKARISI OLAN SAYILARI İFADE ETMEDİĞİNİ, ÜÇÜN AŞAĞISINDA OLAN İKİ SAYISINI DA İFADE ETTİĞİNİ GÖREBİLİRİZ. 

Arapçada Cem kelimesi  ikiden fazla sayıya delalet etmesine rağmen, bu genel geçer kuralın Kur'an içinde karşılığının her zaman böyle olmadığı, bazı ayetlerde cemi sigasının tesniyeye yani iki kişiye işaret ettiği görülecektir. 

Öne sürdüğümüz bu iddia ile ilgili olarak delil sıralayacak olursak şu ayetleri örnek verebiliriz:

-----Taha s. 123- قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ

 Onlara şöyle dedi: «Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin.

Taha s. 123. ayetinde geçen اهْبِطَا kelimesi iki kişiye yani Ademe ile eşine hitap eden tesniye bir kelimedir. Fakat devam eden cümle içinde geçen جَمِيعًا kelimesi ise yerleşik gramer kaidelerine göre ikiden fazla kişiye delalet etmektedir. Burada جَمِيعًا  kelimesi aslında Adem ve eşini kast etmektedir. Görülmektedir ki Cemian kelimesi iki kişi için kullanılmaktadır.

-----Şuara s. 15- قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»
Bu ayette geçen فَاذْهَبَا (ikiniz gidin) kelimesi ile kast edilen kişiler Musa ve Harun (a.s) lardır. Yine ayet içinde geçen مَعَكُمْ  ile edilen kişiler, yine Musa ve Harun (a.s) lar olup, bu zamir ikili yani tesniye "Meaküma" olarak gelmesi gerektiği halde "Küm" çoğul yani cemi olarak gelmiştir. 

Burada görülmektedir ki,  kast edilen iki kişi olduğu halde zamir çoğul olarak gelmiştir, ayetin anlamı ise şu şekildedir: 

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz ikiniz ile birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»

-----Sad s. 21-22- وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ

[038.021]  Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.
[038.022]  Hani Davud'un yanına girmişlerdi de, Davud onlardan korkmuştu. «Korkma dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, adaletten ayrılıp bize zulmetme, bizi doğru yola çıkar.»

Bu ayetlerde Davud (a.s) ın yanına giren davacılardan bahsedilmektedir. Ayette iki davacı olduklarından bahsettikleri halde, Tesevveru, Dahalu, Minhum, Galu gibi kelimeler,görüldüğü gibi  çoğul sigada gelmiştir. Halbuki iki davacı ile ilgili olan kelimelerin tesniye yani, Tesevvera, Dahala, Minhüma, Gala şeklinde gelmesi gerekirdi. Kelimeler çoğul sigada geldiği halde, konu iki kişi ile ilgilidir. 

-----Enbiya s. 78- وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ

[021.078] Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de hükümlerine şahittik.

Ayet görüldüğü gibi Davud ve Süleyman (a.s) dan, yani iki kişiden bahsetmektedir. Ayetin sonundaki لِحُكْمِهِمْ kelimesindeki Hüm çoğul zamirinin döndüğü yer Davud ve Süleyman (a.s) lar,  yani iki kişidir. Burada da görülmektedir ki cemi sigası Kur'an'da iki kişi için de kullanılabilmektedir. 

Bu durum dikkate alınarak Enbiya s. 78. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir: 

"Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyodu. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de Davud ve Süleyman'ın verdiği hükme şahittik."

-----Tahrim s. 4- إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi

Bu ayet konumuz ile ilgili olarak daha çarpıcı bir örnektir. Çünkü ayet içinde geçen  قُلُوبُكُمَا kelimesi ile, Maide s. 38. ayetindeki أَيْدِيَهُمَا kelimesi aynı kalıpta gelmiştir. Allah (c.c) bir kişide iki kalp kılmadığına göre (Ahzab s. 4) burada Kalpleriniz şeklinde çoğul olarak çevrilen kelimenin döndüğü iki kişidir yani tesniyedir. Burada görülmektedir ki çoğul olarak Kulub kelimesi, iki kişinin kalbine işaret etmektedir.

Bu cümleye verilecek olan makul bir meal ise şu şekilde olabilir:

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbi eğildi

Burada şöyle bir itiraz getirilebilir: Tahrim s. 4. ayetinde geçen Kalp kelimesi hakiki anlamda bir kalp değil, mecazi anlamda bir kalpten bahsetmektedir. Öyleyse Maide s. 38. ayetinde geçen Yed kelimesi de, güç anlamında neden mecazi anlamda kullanılmasın?. 

Bu itiraza ise cevabımız şu dur: Kur'an içinde geçen Kalp kelimesi bütün ayetlerde mecaz anlamda kullanılmıştır. Fakat Yed (el) kelimesi bazı yerlerde mecaz kullanıldığı gibi, bazı yerlerde de hakiki anlamda kullanılmıştır. Kur'an içindeki bir kelimenin anlamı, öncelikle hakiki anlama sahip olması üzerinden değerlendirilir, yani kelimenin ilk anlamı onun hakiki anlama sahip olmasıdır. Şayet kelimeye hakiki anlam verildiğinde herhangi bir sorun ortaya çıkıyor ise, o zaman kelimenin mecazi anlamda kullanıldığına hükmedilebilir.

Yed kelimesinin Kur'an içinde kullanımlarına baktığımızda bu kelimenin mecaz ve hakiki olarak her iki anlamda da kullanılmış olması, bu cezanın hakiki anlamda bir el kesme olduğu yönünde görüş beyan edenlerin daha tutarlı olduğunu düşündürmektedir.

Ayrıca Kataa ve Yed kelimelerinin birlikte geçtiği ayetler incelendiğinde, bu iki kelimenin birlikte geçtiği bütün ayetlerde bu kelimelerin mecaz değil hakiki anlamda kullanılmış olduğu görülecektir. Bakınız (Yusuf s. 31-50/ Araf s. 124/ Taha s.71/ Şuara s. 49/ Maide s. 33)

Kur'an üzerinde meal ve tefsir çalışmaları yapan kişilerin kanaatimizce en büyük eksikliği, yerleşik gramer kaidelerine bağlı kalmak adına yaptıkları çeviri ve yorumlarda özellikle hedef dili yansıtamama sorunudur. Yukarıda verdiğimiz ayet örneklerinin çevirilerine baktığımızda bu sorun daha net ortaya çıkmaktadır. 

Çünkü yukarıdaki ayetlerde kast edilen iki kişi olduğu halde, o iki kişiye dönen zamirin cemi sigasında olması, ve cemi sigasının yerleşik gramer kaidelerince ikinin üzerinde olan sayılara tekabül etmesi, kişileri cemi sigasının Arap dilinde bazı hallerde iki kişiye de tekabül edebileceği şeklinde olan kaidenin göz ardı edilmesine, ve anlamın çoğunluk şeklinde verilmesine sebep olmuştur. 

Bugün hepimiz için geçerli olan Kur'an'ı anlamada önümüzdeki en büyük engellerden bir tanesi, bu kitabın indiği zaman ve mekanda kullanılan Arapça dil ve gramer kurallarının tam olarak tespit edilemeyişidir. Yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerdeki, bugün Arapçada yerleşik dil kurallarına aykırı gibi görünen gramer kuralları, nüzul dönemi Arapçasında herhangi bir aykırılık göstermediğinden dolayı, elimizdeki kitap içindeki bazı ayetlerde böyle örnekleri görmekteyiz.

Biz konuyu uzatmamak adına sadece cemi sigasının tesniye anlamı taşıdığı ayetleri örnek olarak gösterdik. Kur'an içinde onlarca yerleşik gramer kaidelerine uymayan ayeti görebilmek mümkündür. Önemle hatırlatmak isteriz ki Kur'an içinde bu tür ayetlerin bulunmuş olması, bazı kimselerin iddia ettiği gibi Kur'an'da hatalar olduğuna asla delalet etmez, aksine nüzul döneminde konuşulan Arapçanın bu gibi gramer kurallarına sahip olduğunu gösterir. 

Bütün bunlardan sonra konumuz olan أَيْدِيَهُمَا kelimesine geri dönecek olursak: Eydiye kelimesi çoğul bir kelime olup, yerleşik gramer kurallarına göre bu kelimenin sonuna eklenecek olan zamir de çoğul zamiri yani Hüm zamiri olmalıydı. Hüma zamiri ise tesniye yani iki kişiye işaret bir zamir olup, yerleşik  gramer kurallarına göre bu zamire eklenecek olan kelime ise, iki kişinin elini işaret eden Yeda kelimesi olmalıydı. Fakat böyle olmamış kelime أَيْدِيَهُمَا şeklinde gelmiştir.

İddia o dur ki; kelimenin bu şekil kullanımından, dolayı el kesme cezası gerçek bir el kesme olarak değil, güç kesme olarak algılanmalıdır. Ancak bu iddianın da yine Kur'an tarafından onayı gerekmektedir. Yani Yed kelimesinin Kur'an içindeki mecaz anlamdaki kullanımlarında bir kişi için çoğul olarak kullanılıp kullanılmadığına bakılmalıdır.

[005.064]  Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır,

Maide s. 64. ayetinde mecaz anlamda Allah'ın iki elinden bahsedilmektedir. Yani çoğul kullanım yoktur.

[111.001] Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.

Tebbet suresinde Ebu Leheb'in iki elinden bahsedilmektedir. Yani burada mecaz anlamda olmasına rağmen çoğul kullanım yoktur.

[022.010] (Denilir ki) «Bu (azab) senin iki elinin evvelce yaptığından dolayıdır. Ve şüphe yok ki, Allah kulları için hiçbir zulmeden değildir.»

[038.075]  Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.

Kur'an'ın hiç bir yerinde Yed kelimesinin tek kişilik kullanımı asla çoğul bir şekilde Eller olarak geçmemektedir. Bu da demektir ki, Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesinin, çoğul olarak kullanılmış olmasından dolayı, kelimenin mecaza hamledilmesi gerektiği iddiası çürüğe çıkmaktadır. 

Bütün bunlardan sonra Maide s. 38. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir:

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ikisinin elini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

Sonuç olarak: Maide s. 38. ayetinde فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا  ibaresi, İkisinin ellerini kesin  şeklinde değil, İKİSİNİN ELİNİ KESİN şeklinde çevrilmelidir. Bu düşüncemizin gerekçesi, yukarıda diğer Kur'an ayetleri örneğinde anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bu cezanın mecaz olduğuna dair getirilen iddianın da Kur'an içinde delili bulunmamaktadır.

Cezanın hakiki anlamda el kesmeyi değil, güç kesmeyi ifade ettiğini ileri sürenlerin ortaya koydukları delillerin  sağlam olmadığını dikkat edilirse Kur'an içinden somut deliller ile göstermeye çalıştık. Özellikle Yed kelimesinin çoğul kullanımından dolayı cezanın mecaza hamledilmesi gerektiği iddiasının çürüklüğü, cemi sigasının iki sayısı için de kullanılan ayetler ile gösterilmeye çalışılmıştır.

Yazının çerçevesinin sadece Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesi ile sınırlı olduğu bilinmelidir. Biz Kur'an içindeki kullanım örnekleri ile, cemi sigasının aynı zamanda tesniye sigası anlamına geldiğini izah etmeye çalıştık.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


1 Ekim 2018 Pazartesi

Al-i İmran s. 36. Ayetinde Geçen "Erkek Kız Gibi Değildir" Sözü Kime Aittir?

Al-i İmran 36. ayeti, Meryem'in doğumunu anlatan bağlama dahil olan bir ayettir. Bu ayet içinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" sözünün kime ait olduğu noktasında, bu ayetin meallerine baktığımız zaman, sözün İmran'ın karısına veya Allah'a ait olduğu şeklinde iki farklı çeviri görmekteyiz. Yazımızda bu sözün kime ait olabileceği üzerindeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ ۖ وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Bu ayete verilen mealler ise şöyledir:

1- [003.036]  Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi.

2- [003.036] Vaktâ ki hamlini vaz etti (karnındakini doğurdu), dedi ki: «Yarabbi! Ben onu kız olarak doğurdum.» Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyâde bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. «Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini racîm olan şeytandan Senin himayene ısmarladım.»

1. sırada verilen meal örneğinde "Erkek kız gibi değildir" sözünün İmran'ın karısı tarafından söylendiği şeklinde çeviri yapılırken, 2. sırada verilen meal örneğinde ise, sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği şeklinde bir çeviri yapıldığı görülmektedir. Dikkatli bir meal okuyucusu, çeviriler arasındaki bu farkı görecek, ve hangi mealin daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır.

"Hangi meali daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır" şeklinde bir ifade kullanmış olmamız, bu ayete verilen bir mealin yanlış, diğerinin doğru olduğu için değil, yapılan her iki çevirinin de yorum olduğu, ve bu yorumların isabet kaydedip kaydetmeme gibi bir sorunu olduğu içindir. Çünkü yapılan her iki mealin de kendisine göre gerekçeleri ve haklı nedenleri bulunmaktadır. Biz yazımızda sadece hangi meali tercih ettiğimiz yönündeki görüşümüzü ortaya koymaya çalışacağız.

Konuyu kısaca özetleyecek olursak; İmran'ın karısı hamiledir ve bu hamileliğinin sonunda erkek bir çocuk doğuracağını umarak, o çocuğu Allah'a hizmet yolunda adayacağına söz verir. Fakat erkek çocuk beklerken, kız çocuğu doğurduğunu görür ve hayal kırıklığına uğramış bir halde 36. ayetteki sözler, ağzından dökülür.

Ayete bakacak olursak, orada hem İmran'ın karısına hem de Allah'a ait olan sözlerin olduğu görülecektir. Kanaatimizce ayet içindeki "Erkek kız gibi değildir" sözü, eğer İmran'ın karısı tarafından söylenecek olsaydı, bu şekilde değil "Kız erkek gibi değildir" şeklinde söylenmesi gerekirdi. 

Çünkü İmran'ın karısı erkek çocuk beklerken bu beklentisi boşa çıkarak kız çocuk doğurmuştur. Hayal kırıklığına uğrayan bir kadının ağzından çıkabilecek sözlerin, doğurduğu kız çocuğunun, doğmasını beklediği erkek çocuk gibi olmadığı, yani doğurduğu kız çocuğunun onun Allah'a verdiği sözü yerine getiremeyeceğinin endişesini taşıdığını beyan eden sözler olması gerekmekteydi.

Büyük ihtimalle yaşanan zamanda sadece erkek çocukları böyle bir amaca hizmet için kullanılabiliyor, kız çocukları ise kullanılamıyordu. İmran'ın karısı bu nedenle doğurduğu çocuğun kız olmasından dolayı hayıflanmaktaydı. Ancak İmran'ın karısının bilmediği fakat Allah'ın bildiği bazı şeyler vardı. İmran'ın karısının doğurduğu kız, ilerleyen zamanlarda İsa'yı doğuracak ve bu kişi ise bir elçi olarak görevlendirilecekti. Elbette İmran'ın karısı bunu bilemezdi.

Ayet içinde geçen "Erkek kız gibi değildir" sözünün Allah (c.c) tarafından söylenmiş olduğunu düşündüğümüzde  İmran'ın karısının doğmasını istediği erkek çocuğunun ileride böyle bir olayın vuku bulmasına sebep olmayacağının Allah (c.c) tarafından ifade edilmiş olması açısından okunabilir. 

Bütün bunları dikkate aldığımızda, Al-i İmran s. 36. ayetine şöyle bir anlam vermek mümkündür: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ Onu doğurduğunda dedi ki: 

رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ Rabbim onu kız olarak doğurdum. (Bu söz İmran'ın karısına aittir)

 وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ  Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir ve erkek kız gibi değildir.

(Bu cümledeki sözler bazı meallerde ikiye bölünerek bir kısmı İmran'ın karısına, bir kısmı ise Allah'a ait olarak çevrilmektedir. "Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir " sözü Allah'a, " erkek kız gibi değildir" sözü ise İmran'ın karısına atfedilmektedir. Halbuki sözün tamamının Allah'a atfedilmesi kanaatimizce daha uygundur). 

وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ Onu Meryem olarak isimlendirdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan sana sığındırırım.

Sonuç olarak: Al-i İmran suresi 36. ayetinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" İmran'ın karısına değil, Allah'a ait olduğu yönünde yapılan çeviri ve yorumların, daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bizim düşüncemizin tersi olan çeviri ve yorumların da hatalı olduğunu iddia etmediğimiz bilinmelidir. Biz bu yazımızda sadece tercihimizin hangisi olduğunu belirtmeye çalıştık.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

15 Mart 2018 Perşembe

Nisa s. 34. Ayetinde Geçen Darabe Kelimesini Tarihi Bağlamında Okumak

Dilimizde kullanılan "Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse, diğerleri de yanlış gidersözü, bir işe yanlış başlanıldığında, o işin arkasının da aynı yanlış ile devam edeceğini bildirmektedir. Biz bu sözü Nisa s. 34. ayeti etrafında yapılan tartışmalar için kullanarak, bu ayet ile ilgili yapılan bazı anlama çalışmalarının ilk düğmeyi yanlış iliklemek sureti ile başladığını, bu sebeple diğer iliklerin de yanlış iliklendiğini, ve bu nedenle ayet içinde geçen Darabe fiilinin anlamı üzerinde bir takım oynamalar yapılmak zorunda kalındığını görmekteyiz. 

Halbuki Kur'an'ın bütünü için geçerli olan anlama kuralı olan, bu ayetin nazil olduğu zaman ilk muhataplarına ne dediği anlaşılabilmiş olsa, savunmacı bir yaklaşım sergilenmek sureti ile, kelimeler üzerinde oynanma gereği hiç duyulmamış olacaktı. 

Yazımızda, sanki kadının dövülmesini tavsiye ediyor gibi görünen bir ayetin, aslında o gün toplumda mevcut olan kadın dövme fiilinin önünü almayı amaçladığı maalesef kimsenin dikkatini çekmediğini vurgulamaya, "Nasıl yapsak ta Kur'an'ın kadın dövmeyi emretmediğini izah edebilsek" kabilinden çırpınmalara düşülmesinin yanlışlığını izah etmeye çalışacağız. 

Bundan önceki bazı yazılarımızda değinmeye çalıştığımız anlama yöntemi, Kur'an ile ilgili yapılan anlama çalışmalarının sahip olduğumuz bir takım düşünceleri Kur'an'a onaylatmak amacı taşımaMAsı, Kur'an okurken ön yargılardan veya savunmacı anlayışlardan arınmış bir bakış açısı, daha önemlisi bu kitabın indiği zaman ve mekanda yaşayan insanların nüzul öncesi sosyal, ekonomik, dini yaşantılarının arka planının bilinmesi gerektiğidir. Bu arka planın yine Kur'an içinden okunabileceğini, bundan önceki yazılarımızda örneklerle vermeye çalıştığımızı da özellikle hatırlatmak isteriz.

Bugün Kur'an üzerinde okuma ve anlama çalışma yapan kimselerin düştükleri açmazların başta gelen sebebi, rivayet kültürünün yol açtığı olumsuz din anlayışı nedeniyle geçmişi tamamen silip atmak, Kur'an'ı geçmişten kopararak sanki bugün iniyor gibi okumaktır. Nüzul ortamı ile bağı koparılarak okunan bir kitap maalesef doğru anlaşılmayacak, ve bu sıkıntı bazı kelimeler üzerinde oynama yapılmasına sebep olacaktır. 

Konumuz olan Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe fiili üzerinde son yıllarda yapılmaya çalışılan bazı spekülasyonlar, kanaatimizce bu yanlış bakış açısının ürünüdür. Şayet bu ayet mevcut olan güncel durum dikkate alınarak okunmaya çalışılsaydı, üzerinde bu kadar tartışma yapılmasına gerek duyulan ayet olarak gündemde tutulmaya çalışılmayacaktı.

لرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ ۚ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ ۚ وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ ۖ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا ۗ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

[004.034] Er olanlar kadınlar üzerinde hâkim dururlar, çünkü bir kerre Allah birini diğerinden üstün yaratmış bir de erler mallarından infak etmektedirler, onun için iyi kadınlar itaatkârdırlar, Allah kenidlerini sakladığı cihetle kendileri de gaybı muhafaza ederler, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasıhat edin, sonra yattıkları yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse döğün, dinledikleri halde incitmeye behane aramayın, çünkü Allah çok yüksek, çok büyük bulunuyor. [Elmalılı Hamdi Yazır]

Kur'an'ın hüküm içeren ayetlerinin doğru anlaşılması, böyle bir hükmün verilmesine sebep olan mevcut durumun dikkate alınması ile mümkündür. Kur'an yaşayan bir topluma inmiş, ve bu toplumun yaşantısı içinde olumlu ve olumsuz olarak görülen bir takım yaşam tarzları bulunmaktadır.

Aile olarak bildiğimiz, karı koca ve çocuklardan oluşan toplumun temel taşı olan yapı, insanlığın var oluşundan beri mevcut bulunmakta, ve bu yapının sağlam olması toplum menfaati açısından büyük önem arz etmektedir. Nisa s. 34. ayetine baktığımızda, aile içinde bulunan bir sorunun nasıl halledilebileceği ile ilgili hüküm taşımakta olduğu görülmektedir. Bu ayetin indiği toplum içinde mutlaka ailelerin olduğu, ve bu ayetin bu aileler ile ilgili bir takım sorunlara çözüm önerisi sunduğu dikkate alınmalıdır.

Bu çözüm önerisi sunulur iken, nuzül döneminde kadınların toplum içindeki durumlarının dikkate alınması büyük önem taşımaktadır. Bunu söylerken rivayetleri adres gösterdiğimiz anlaşılmamalı, Kur'an'ın kadınlar ile ilgili ayetleri dikkate alınarak, onların nüzul dönemindeki mevcut toplumsal yapılarının arka plan bilgisi, o ayetlerden çıkarılmalıdır.

Kur'an'ın kadınların evlenmesi, boşanması, mallarının idaresi gibi ayetlerine baktığımızda arka planda kadının toplum içinde ikinci sınıf bir vatandaş muamelesi gördüğü, sahip olması gereken haklarının verilmediği görülebilecektir. Onlarla ilgili ayetlerin onların bu durumlarının iyileştirilmesine yönelik olduğu herkesin dikkatini çekecektir.

Bu arka plan dikkate alındığında, Kur'an'ın kadınlar ile ilgili olan hükümlerinin onların mevcut olan kötü durumlarını iyileştirici ayetler olarak okunması, bizlerin özellikle Nisa s. 34. ayeti hakkında bir takım spekülasyonlar yapmak gereğinden de kurtaracaktır. Kur'an'ın kadınlara karşı iyi davranmayı emretmesinin arka planında, onlara karşı mevcut olan kötü davranışların olduğu dikkate alınmalıdır. Çünkü kadınlarına zaten iyi davranan bir topluma karşı yeniden böyle emirler verilmesinin bir gereği yoktur.

Ayet içindeki erkekler için geçen Kavvam, kadınlar için geçen Salihat kelimesi, ailenin temelini teşkil eden karı kocanın olması gereken ideal durumunu yansıtmaktadır. Kavvam  kelimesinin ifade ettiği en genel anlam, erkeğin aile içinde eşine ve çocuklarına karşı olan görev ve yetkilerini yerine getirmesini işaret etmekte, Salihat kelimesinin ifade ettiği en geniş anlam ise, kadının eşine ve çocuklarına karşı olan vazifelerini yerine getirmesine işaret etmektedir. 

Kavvam erkek ile, Saliha bir kadının oluşturduğu aile içinde çıkabilecek olan sorunlar yine bu kelimelerin ifade ettikleri anlamlara sahip olmanın gerektirdiği şekilde çözülecektir. Nisa s. 34. ayet içindeki yaptırımların, Saliha olmanın dışına çıkan kadınlar için olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Saliha bir kadının en önemli özelliği ise, ırzını ve namusunu korumaya özen göstermesi, onu bu konuda sıkıntıya sokacak her türlü davranıştan kaçınmasıdır. Bu durum sadece kadın için değil, erkek için de elbette geçerlidir. Nisa s. 34. ayetinde kadının böyle bir duruma düşmesi, Nüşuz kelimesi ile ifade edilmektedir.

Bu durumdaki bir kadına erkek tarafından: 
1- Yaptığının yanlışlığı hakkında nasihat edilecek.
2- Nasihat kar etmezse, yatakta yalnız bırakılacak.
3  Yatakta yalnız bırakmak kar etmezse, kadın dövülecek.

Zurnanın zırt dediği yer 3. şık olup, kadının dövülmesi konusu etrafında fırtınalar koparılmakta, ayet içinde geçen Darabe kelimesinin çok anlamlı olmasının verdiği avantajla, kelimenin dövmek değil, ayrılmak veya başka anlamlara sahip olduğu iddia edilmekte, Darabe kelimesinin çevirisi bazı kimseler tarafından o şekilde yapılmaktadır.

Yine tekrarlamak isteriz ki: Ayet kadınları dövmek şeklinde yeni bir hüküm getirmemekte, aksine kadınların aile içinde eşleri tarafından dövülmek sureti ile maruz kaldıkları zor duruma yeni bir düzenleme getirerek, onların durumlarını iyileştirmeye yönelik hükümler getirmektedir.

Kadının ikinci sınıf olarak görüldüğü ve sahip olduğu haklarının verilmediği bir toplumda onların erkeklerden şiddet görmesi de kaçınılmazdır. Yani Kur'an'ın nazil olduğu toplum içinde kadın, eşi tarafından dövülen ve hor görülen bir konumdadır. Öncelikle bu saptamanın yapılması, Nisa s. 34. ayetinin doğru anlaşılmasında önem arz etmektedir. 

Bu saptama yapıldıktan sonra ayet içinde geçen Nuşüz kelimesinin ifade ettiği anlam gündeme gelecektir.

Dikkat edilirse kadının dövülebilmesi için bırakılan alan, dar bir alandan onun eşinin namusuna halel getirebileceği daha geniş bir alana çekilmiştir. Kadının nüşuzu ile ifade edilen alan, kadının yemeğin tuzunu fazla koymuş olması, komşulardan eve geç gelmiş olması veya eşinin maddi gücünü aşan bir istekte bulunmuş olması gibi tali meseleler değil, namus konusu gibi ağır ve hiç bir kadının kolay kolay cesaret edemeyeceği bir alana çekilmiştir. Yani bir kadının dövülebilme sebebi, namusuna halel getirecek bir yol içinde olmasıdır.

Bunu söylerken, kadın böyle bir duruma düştüğünde onun dövülmesi Farz hükmündedir gibi bir iddia içinde olmadığımız bilinmelidir. Kadın velev ki dövülmeyi hak edecek bir eylem içine girse, eşi de onu dövmemiş olsa, bu durumdaki erkek herhangi bir günah altına girmeyecektir. Ayet, kadınların dövülmesini en uzak bir ihtimal olan namus konusu ile ilişiklendirmek sureti ile, kadına şiddeti toplum hayatından çıkarmayı amaçlamaktadır.

Nisa s. 34. ayetinden zımnen şunu anlamak sanırım yanlış olmayacaktır: "Eşini her fırsatta dövmek için fırsat kollayan ey erkekler!!: Eşlerinizi olur olmaz sebeplerden ötürü dövmeniz asla doğru değildir. Size onları dövebilmeniz için bıraktığım açık kapı, sadece onların sizin namusunuza halel getirebilecek bir duruma düşmeleridir. Bunun dışında kadınlarınızı dövmeniz size yasaktır".

Bu yaptırımlar boşanmanın tercih edilmemesi, sorunun aile içinde halledilmesi durumlarında geçerli olabileceği de hatırdan çıkarılmamalıdır.

Bizim Nisa s. 34. ayetine yaptığımız bu şekildeki yorumumuz, "Öyleyse neden Allah direk olarak "Kadınlarınızı dövmenizi yasaklıyorum" şeklinde bir emir vermedi de, böyle dolambaçlı bir yol önerdi?" sorusunu beraberinde getirecektir.

Nisa s. 43. ayetinde içkili iken namaza yaklaşılmaması emri, bu soruya bir cevap teşkil edebilir. İçkinin halen kullanıldığı bir toplumda bunu birden yasak etmenin bazı sıkıntılara yol açma ihtimalini göz önünde bulundurduğumuzda, tedrici olarak yasaklama daha uygun bir yol olarak görülecektir. Nisa s. 43. ayeti içki içmenin alanını nasıl daraltıyor ise, Nisa s. 34. ayeti de kadınlara karşı şiddet kullanmanın alanını öyle daraltmakta, bu sorunu tedrici olarak çözme yoluna gitmektedir.


Ayetin nuzül dönemi arka planını hesaba katmadan okumaya çalışanların takıldıkları bir nokta da, 2. sıradaki yaptırım olan kadınların yatakta yalnız bırakılmalarıdır. Bir çok insan böyle bir işlemin kadından çok erkeğe ceza olduğunu düşünecektir. Ancak nuzül döneminde bir çok erkeğin bugünkü gibi tek eşli değil, birden fazla eş sahibi olduğu hesaba katıldığında ve 2. şıktaki yaptırım erkeklerin bu durumu göz önüne alınarak okunduğunda, kadına karşı bir yaptırım olduğu anlaşılacaktır.

Nisa s. 34. ayetinde geçen Nüşuz kelimesi, aynı surenin 128. ayetinde de geçmekte, Darabe fiilinin Vurmak anlamına sahip olmadığını düşünenler tarafından, "Kadını nüşuz ettiğinde erkek kadını dövebiliyor ise, erkek nüşuz ettiğinde kadın neden erkeği dövemiyor?" şeklinde sorular sorulmaktadır.

Bu tür sorular, Nisa s. 34. ayetinin kadının nüşuz ettiğinde dövülmesi gerektiğine dair yeni bir hüküm getirdiğinin zannedildiği için sorulmakta, ve böyle bir sorunun sorulması, Nisa s. 34. ayetinin ilk düğmesinin baştan yanlış iliklenmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu tür soruları soranların kafalarında Nisa s. 34. ayetinin kadının dövülmesine dair bir emir veya tavsiye olduğu zannı hakim bulunmaktadır.

Burada tekrar hatırlatıyoruz: Allah (c.c) kadının nüşuzunda ona uygulanması gereken müeyyideler hakkında hüküm değil, kadınlara şiddet uygulayan bir toplumun erkeklerinin hareket alanını kısıtlamak amaçlı bir yönteme başvurmaktadır.

Kur'an ayetlerinin dün indiği topluma dair ne söylemiş olabileceği hesaba katılmadan, bugün bizlere ne demiş olabileceği üzerinde yapılacak anlama çalışmaları eksik kalacaktır. Kur'an'ın nazil olduğu zaman içinde yaşayan toplumun sosyal şartları ile, şu anda bizim yaşadığımız toplumun sosyal şartlarının aynı olmadığı malumdur. Hal böyle iken dün indiği toplumda herhangi bir sorun teşkil etmeyen bir ayetin, bugün şartların değiştiği bir toplumda sorun teşkil ediyor gibi görünmesi, o ayet veya kelime ile ilgili bir takım spekülasyonlar yapmaya çalışarak, onu birilerinin hoşuna gidecek şekle sokmayı gerektirmez.

Nisa s. 34. ayeti ilk bakışta sanki kadınlara bir takım cezai müeyyideler uygulayan bir ayet gibi görünmesine karşın, aslında erkeğe bir takım müeyyideler uygulamaktadır. Çünkü kadına şiddeti kendi uygun gördüğü şartlara göre uygulayan bir toplumun erkeklerine, Kur'an tarafından daha ağır şartlar getirilmekte, kadına şiddet uygulayan erkeklerin elleri bir şekilde bağlanmak sureti ile kadına şiddet şartları zorlaştırılmaktadır.

Sonuç olarak: Nisa s. 34. ayetinde geçen Darabe kelimesi üzerinde yapılan anlama çalışmaları ilk başta yanlış bir noktadan başlaması sebebi ile yanlış sonuçlar çıkarılmasına sebep olmaktadır. Tarih üstücü okuma taraftarlarının, kendilerinin tarihselci olarak suçlanmalarından çekinmesi sebebi ile, ayetin tarihsel bağlamına dikkat etmemiş olmaları, ilgili fiilin üzerinde bir takım oynamalar yaparak, ayet üzerinde bazılarının hoşuna gidecek iyileştirme çalışmaları yapmaları kabul edilir bir durum değildir. 

Şayet ilgili ayet, nuzül döneminde kadının mevcut olan kötü durumunun iyileştirmesi doğrultusunda erkeğe yönelik bir takım yaptırımlar olarak okunmaya çalışılsaydı, üzerinde bu kadar fırtınalar koparılmasına gerek duyulmazdı.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.