Araf s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Araf s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2016 Çarşamba

Araf s. 163 - 171. Ayetleri : Bir Toplum Nasıl Maymun Haline Getirilir ?

Allah (c.c) yaşadığımız arz üzerine bir takım yasalar koymuş , kişi ve toplumların yaşadıkları hayat içinde yaptıklarının karşılığını , Sünnetullah adı verilen yasalara  bağlamıştır. Kıyamete kadar geçerli olacak bu toplumsal yasaların nasıl işlediğinin canlı örnekleri, İsrailoğulları üzerinden yapılan anlatımlar ile bizlere verilmektedir. Kur'an içinde önemli bir hacim tutan bu kavim ile ilgili anlatımlar, sadece onlara has olarak okunduğunda , toplumsal yasaların nasıl işlediğinin anlaşılarak ibret alınması yerine , sadece o kavmin tarihte başından geçen olaylar olarak okunacak, bu suretle maksat hasıl olmasına yönelik olmayan sınırlı bir okuma yapılmış olacaktır. 

Bilindiği üzere Kur'an Araf suresi içinde , İsrailoğullarına mensup olan deniz kıyısındaki şehirde yaşayan bir topluluğun , Allah (c.c) nin koyduğu yasaklara uymamalarının cezası olarak maymun haline getirildiklerini anlatmaktadır. Ancak bu topluluğun maymun haline geldiğinin anlatılması bazı tefsir kitaplarında literal anlamda okunarak , fizyolojik olarak maymuna dönüştürüldükleri şeklinde bilgiler mevcuttur. Bu topluluğun fizyolojik olarak maymuna dönüştürüldüğü düşüncesi halen yaygın bir düşünce olup , maymun olma halinin fizyolojik olmadığını iddia edenler , modernistlik veya bazı suçlamalar ile karşı karşıya kalmaktadır. 

Eski tefsirler incelendiğinde , olayın fiziksel olarak gerçekleşmediğini iddia eden müfessirlerin var olduğunun da görüleceğini burada hatırlatmak istiyoruz. Eğer bu konuda suçlama bir yapılacaksa , olayın fiziki olarak gerçekleşmediğini iddia edenlere karşı yapılan suçlamaların aynısı , bu doğrultuda düşünen eski müfessirlere de yapılması gerekmektedir. 

Kur'an'da toplumların helak olması ile ilgili yapılan anlatımlar sebep - sonuç ilişkisi dahilinde, yani işlenen bir amel ve bunun karşılığında alınan karşılıklar olarak okunması gerekirken , sebepler terk edilerek sadece sonuca odaklanan bir okuma yöntemi şeklinde yapılmaktadır. Anlatılan sonuçlar üzerinde yorumların yapılması , asıl önemli nokta olan sebeplerin göz ardı edilerek , yapılan anlatımın mesajının alınmasına ve hayata aktarılmasına engel olmaktadır. Sebeplere odaklanarak yapılan okumalar , olayın tarihte yaşanmış bitmiş olmaktan çıkararak , evrensel bir boyutu olduğunu gösterecektir.

Bu ayetler ile ilgili olarak yapılacak en yanlış okuma ,sebeplerin terk edilerek sonuca odaklanan bir okuma, yani olayın gerçekleşme seklinin fizyolojik olarak gerçekleştiğini iddia etmek olacaktır. Olayın fizyolojik olarak değişime uğramak şeklinde gerçekleştiğini iddia etmek , böyle bir cezaya uğrayan topluluğun uğradığı cezanın benzerinin , aynı suçları işleyen tarihin değişik zaman ve mekanlarında yaşayan insanlara karşı neden uygulanmadığı sorusunun cevabının verilmesini güçleştirecektir.  

Bu ayetlere yönelik okuma yöntemi sebeplerin öne çıkarılması şeklinde yapılarak, tarihi bağlamında bırakılmadan bize dönük mesajlar olarak okunmalı, yapılan bu anlatımlardan okuyucular ibret almalı , yapılan hatalar tarihin hangi zaman ve mekanında işlenirse işlensin , Sünnetullah gereği aynı ceza ile karşılık göreceği şeklinde okunarak, verilen maymun olma cezasının evrensel bir karşılığı bulunmalıdır.   

Konumuz olan ayetlerde , İsrailoğullarına mensup deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun, kendilerine konulmuş olan , cumartesi çalışmama yasağını yasağını ihlal etmeleri sonucunda başlarına gelenler anlatılmaktadır. Ayetler, sadece o topluluğun başına gelenleri anlatmakla kalmamakta , aynı zamanda kıyamete kadar aynı suçları işleyenlerin de, aynı akıbete uğrayacaklarını haber vermektedir. 

Konumuz olan ayetleri iki bölüme ayırarak önce deniz kıyısındaki halkın yaptıkları ve başlarına gelenlerin anlatıldığı ayetler kısmını okumaya çalışacağız. Ayetlerin ikinci bölümü , o topluluğun başına gelenlerin Sünnetullah gereği olduğunu bizlere hatırlatarak , kıssadaki asıl mesajı anlamamızı kolaylaştıracaktır.

[007.163]  Onlara; denizin kıyısındaki o kasabanın durumunu sor. Hani onlar, cumartesi gününü ihlal ederek haddi aşmışlardı. Zira cumartesi günleri balıkları sürüyle geliyor, cumartesi tatili yapmayacakları gün ise gelmiyordu. İşte biz, fasıklık eder oldukları için onları böylece imtihan ediyorduk.
[007.164] Aralarından bir topluluk: «Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?» dediler. Öğüt verenler: «Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar» dediler.
[007.165] Kendilerine yapılan nasihatları unuttukları vakit, o kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulmedenleri de yaptıkları kötülükler sebebiyle şiddetli bir azaba uğrattık.
[007.166]  Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, hor ve zelil maymunlar olun, dedik.

Ayetler , işledikleri bazı suçlar sebebi ile daha önce kendilerine helal olan bazı şeylerin haram kılındığı (Nisa s. 160-161) İsrailoğullarından olan bir topluluğun, kendilerine yasak edilen cumartesi  günü çalışma yasağını delmeleri sonucunda Allah (c.c) tarafından cezaya çarptırılmasını anlatmaktadır.

Ayetleri dikkatli okuyacak olursak , topluluğun 3 farklı kesime ayrıştığı görülebilir. 

1- Yasağı ihlal edenler.
2- Yasağı ihlal etmeyenler , ihlal edenleri uyaranlar.
3- Yasağı ihlal etmeyenler, fakat ihlal edenleri uyarmayanlar. 

Ayetler , 1. ve 3. guruptakilerin helak olduğunu , 2. guruptaki insanların kurtulduğunu beyan etmektedir. Topluluğun helakına sebep olan cumartesi yasağını güncelleyerek kıssanın bize dair nasıl bir mesaj vermek istemiş olabileceği üzerinde düşündüğümüzde, Adem kıssasındaki yasak ağaç gibi , "Allah (c.c) nin insanların işlememesini emrettiği fiillerin tamamı" şeklinde genelleştirerek yeniden tarif edecek olursak , anlatılan kıssanın güncel mesajını anlamak kolaylaşacaktır.

Bu kıssa öncelikle , toplumların yaşam biçiminin hangi sistem üzerine kurulması noktasında mesajlar vermektedir. Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı olması nedeniyle insanların yaşamlarını düzenleyecek kurallar vaz etme yetkisine sahip tek ilahtır. Cumartesi yasağı , böyle bir düzenlemeyi bizlere anlatmaktadır. Konuyu sadece balık avlama yasağı olarak dar  bir kapsamda değil , daha geniş bir kapsamda düşünerek , Allah (c.c) nin bir toplumun yaşamı için gerekli olan kuralların bütünü olarak genişlettiğimizde , kıssa tarihsel olmaktan çıkarak , evrensel bir mesaj taşıyan kıssa haline gelecektir.

Kıssada anlatılan 3 gurup halk , bütün toplumlarda yaşayan halkı özetlemektedir. Bir toplum içinde asıl olan yaşam biçimi, kıssa içinde anlatılan 2. guruptaki insanlardan oluşması gerekirken , 1. gurupta olan insanlar toplumun ifsat olmasına yol açan eylemler yaparak toplumun yıkımının gerçekleşmesine sebep olmaktadırlar. 3. gurup insanlar ise , ifsad hareketinin içinde olmasalar bile , yapılanlara sessiz kalarak , "Bana ne" , "Bana dokunmayan bin yıl yaşasın" kabilinden bir yaşam sürenlerdir. Bu guruptaki insanlar pasif iyi olmakla kendilerini kurtardıkları zannetseler bile , 1. guruptaki insanların yaktığı ateş , onların da yanmasına sebep olacaktır.

Toplumlarda birlik ve beraberlik , o toplumun hayatiyetinin devamı için çok önemlidir. Birlik ve beraberliğini kaybetmiş olan toplumlar , parça parça olarak kuvvetten düşmek sureti ile , emperyalist devletlerin tasallutu altına girmekten kurtulamayacaklardır. Firavun'un halkını parçalara ayırarak güçten düşürdüğünü (Kasas s.4) hatırlayacak olursak, zalimlerin saltanatlarını ayakta tutmak için kullandıkları en önemli yöntem , halkın birliğini ve beraberliğini bozacak unsurları ortaya çıkarmak sureti ile onları düşman hale getirmesidir. 

Mazlumların Firavunların saltanatlarını yıkmak için kuvvet oluşturmak yerine , birbirleri ile savaşarak güçten düşmek sureti ile , kuvvetlerinin elden gitmesi , en çok Firavunları mutlu edecektir. Mazlumların birbirleri ile savaşarak parça parça olması , Firavunların iktidarının daha da sağlamlaşmasını sağlayacaktır. 

[008.046]  Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Enfal s. 46. ayeti , bir toplumun ayakta kalmasının nasıl mümkün olacağını bildiren bir ayet olup , bu ayetin deniz kıyısında yaşayan topluluğun yıkımı ile alakasını şu şekilde kurabiliriz; 

"Allah ve Resulüne itaat" olarak özetlenen yaşam biçimi , toplumun bütün katmanları tarafından hayata geçirildiğinde fırka , hizip , tarikat , parti , mezhep , meşrep , ırk , kavim gibi insanların ayrışmalarına sebep olabilecek unsurlar arkaya itilerek , toplumun en üst kimliği üzerinden birlikteliğin sağlanmış olması , o toplumun bütün bireylerinin birlik ve beraberlik içinde olmasını sağlayan ana unsurdur. Üst kimlik üzerinden birliktelik oluşturmuş olan toplumlar , daha kuvvetli ve düşmanları tarafından yok edilmesi daha zor toplumlar olacaklardır. 

Deniz kıyısındaki topluluğa dönecek olursak , "Üst Kimlik" olarak ifade edebileceğimiz "Allah'a itaat" şeklindeki hayat sisteminin bir kısım tarafından terk edilmesi ile ortaya çıkan durum , toplumun birlik ve beraberliğinin bozulması anlamına gelmektedir. toplumun 3 guruba ayrılması , 2. guruptaki hak üzere toplumun daha az , 1. ve 3. guruptakilerin daha çok olması nedeni ile toplumun bozulmasına sebep olmaları , bu toplumun Enfal s. 46. ayetinde olduğu gibi KUVVETİNİN GİTMESİ VE DAĞILMASI anlamına gelmektedir. 

İşte bu durum, bir toplumun MAYMUN OLMA sürecine girmesi anlamına gelmektedir.

Birlik ve beraberliğini yitirerek parça parça hale gelen toplumlar , düşmanları için kolay lokma haline gelerek , yenilmesi ve yutulması daha kolay bir hale dönüşecektir. 

166. ayette geçen, "Qulna lehüm künü qıredeten hasiin" (onlara zelil maymunlar olunuz dedik) cümlesi üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Bu ifadenin bir toplumun bir anda fizyolojik bir dönüşüme uğramasını ifade etmediğini düşünmekteyiz. Bakara s. 243. ayetinde " Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «ÖLÜN» dedi. Sonra onları DİRİLTTİ. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler." şeklindeki beyanı dikkate alarak 166.ayeti düşündüğümüzde bize bu noktada bir yol gösterecektir. Çünkü bu ayet , Araf s. 166. ayeti gibi fizyolojik anlamda ölüm ve dirimi değil , toplumsal yasalar gereğince meydana gelen bir sürecin sonucunu anlatmaktadır. 

Bakara s. 243. ayetinde geçen "Ölüm" ve "Diriliş" kelimeleri, hakiki anlamda bir ölüm ve sonrası dirilmeyi değil , toplumların güçsüz kalmaları nedeniyle , topraklarının düşmanları tarafından işgale uğramasını , yani mecaz anlamda ölmesini , toprakları işgale uğrayan toplumun , bu işgalin ardından yeniden toparlanarak, işgale uğrayan topraklarını geri almasını , yani mecaz anlamda dirilmesini ifade etmektedir.

Araf s. 166. ayetindeki olayı da bu bağlamda değerlendirmek gerektirdiğini düşünmekteyiz. 


"Qıredeten" kelimesi : "Maymun" anlamına gelmekle birlikte , yün ve yapağı yoluntusu , yaprakları sıyrılmış hurma dalı anlamına da gelmektedir. 

"Hasee" kelimesi : hor , hakir , zelil duruma düşmek anlamındadır.

Bu kıssa sadece 166. ayet ile son bulmamakta , 167-168-169-170-171. ayetler de kıssanın bağlamı ile yakından alakalı ayetlerdir. Kıssanın asıl anlatım amacını bu ayetlerdeki beyanlar teşkil etmektedir. Sadece kıssanın ilk bölümünü okuyarak , ikinci bölümünü okumamak veya sadece ikinci bölümünü okuyarak birinci bölümünü okumamak, asıl mesajı anlamaya engel olacaktır.


[007.167] Rabbin, kıyamet gününe kadar, o kimse ki onları azabın kötüsüne layık görecek olanı üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.

Araf suresi 167. ayeti maalesef tek olarak alınarak , rivayet kitaplarında mevcut olan , kıyamete yakın bir zamanda Yahudiler ile Müslümanlar arasında meydana gelecek olan bir savaşın delili olarak okunmaktadır. Bu ayet sadece kıyamete yakın olacak bir olayı değil , hak edişe bağlı olarak tüm zamanlarda meydana gelebilecek, ve sadece Yahudilere has olarak değil , bütün topluluklar için geçerli olacak bir sonucu hatırlatmaktadır.


"Teezzene" (bildirmişti) ifadesi , bu durumun daha önce bildirilmiş yani yasalaşmış olduğunu , ve işleyiş yasalarının bir gereği olarak , hak eden toplumun başına geldiğini anlatmaktadır.

 "Sünnetullah" dediğimiz toplumsal yasalar , bazı nedenlerden ötürü güçsüz durumda kalan toplulukların , düşmanları tarafından işgal edilmesi şeklinde çalışmaktadır. 167. ayet bu yasayı hatırlatmakta, ve "Men yesumuhum su el azabi" (o kimse ki onları azabın kötüsüne layık görecek) cümlesinin, aynı ibarenin geçtiği Firavun'un İsrailoğullarına yaptığı soykırımın anlatıldığı ayetler ile bağının kurularak okunması , konunun daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Burada kısaca 167. ayetindeki "Men" edatının, "kimseleri" şeklinde yapılan çevirisinin uygun bir çeviri olmadığını , bu konuyu ayrıca müstakil bir başlık olarak ele alacağımızı hatırlatalım.  
Kur'an'ın Firavun'dan bahsederken İsrailoğullarına yaptığı zulüm için kullandığı "Yesumuneküm su el azabi" (size azabın kötüsünü reva gören) ibaresinin, 167. ayet ile bağını kurmaya çalışırsak şunları söyleyebiliriz ; 

İsrailoğullarının Firavun'un esareti altına düşmeleri , yine toplumsal bir yasa sonucunda  kendi ellerinin işledikleri yüzünden güçsüz duruma düşmeleri sebebi iledir. Firavun sadece belirli bir zaman içinde yaşamış İsrailoğullarına zulmeden şahsiyet olmaktan çıkarak , Araf s. 167. ayetinde evrensel bir şahsiyete dönüşerek , tüm zamanlarda hak edişe bağlı olarak , toplumların başına musallat olacak zalimlerin ortak adı haline gelmiştir.


Firavun , yaşamış ve zulmü ile meşhur bir şahsiyet olarak, İsrailoğullarına en kötü zulmü reva görmüş, ve gördükleri zulüm İsrailoğullarının dilinde nesilden nesile aktarılarak, onlar için acı bir anı olarak akıllarda kalıcı bir şekilde yer etmiştir. 

Kan , gözyaşı ve zulmün evrensel bir adı olan "Firavunlar" , hak edişe bağlı olarak güçsüz kalan toplulukların başlarına musallat olarak , onların can , mal ,ırz , namus , doğal kaynakları gibi her neler varsa sömürerek , kendilerinin zenginliklerine ilave etmek için kıyamete kadar insanlık tarihi içinde var olacaklardır.

Maymun haline getirilme konusunu , bu söylediklerimizin çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, bu durumu fizyolojik değişimden öte , insanların hayatlarındaki yanlış sistemlerden kaynaklanan fillerin getirdiği toplumsal yıkımlar sonucunda , başkalarının esareti altına girmenin adını "MAYMUN HALİNE GETİRİLMEK" olarak ifade edebiliriz. Firavun ve askerlerinin İsrailoğullarına yapmış olduğu zulüm , bir insana yapılamayacak kadar vahşice bir eylemdir. İsrailoğullarına Firavun tarafından reva görülen zulüm , hayvana dahi reva görülmeyecek derecede olmuş olsa dahi , bu zulüm onların hayvan yerine konulması olarak anlaşılabilir.

Ayrıca "Qıredeten" kelimesinin maymun anlamından ayrı olarak , "yün ve yapağı yoluntusu , yaprakları sıyrılmış hurma dalı " gibi anlamları da mevcut olup , "Qulna lehüm künü qıredeten hasiin" ibaresini , yolunan yünlerin rüzgarda sağa sola uçuşması , hurma dalının meyvesiz hali üzerinden, o kavmin topraklarından sürülerek,sağa sola bölük pörçük kabileler halinde dağıtılması olarak okumakta mümkündür. İsrailoğullarının tarihine baktığımızda hayatlarının topraklarından sürülmek sureti ile sürgünlerde geçmiş olması , böyle bir anlamın da makul olabileceği yönünde bizi düşündürmektedir. 

Araf s. 168. ayette , kelimenin sürgün edilmek şeklinde yorumlanabilecek anlamına uygun bir ifade bulunması , bizim bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. 

[007.168] Ve onları yeryüzünde ümmetlere ayırdık. İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.

Yaptıklarının neticesinde topraklarından ayrılarak sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan İsrailoğullarının sürgünde geçen hayatları, 168. ayet içinde anlatılmaktadır. Bir toplumun yaşadığı hayat içinde başlarından geçenler " bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik" şeklinde ifade edilmekte , başlarından geçen imtihanlara sabredenler "İçlerinde iyi olanları" şeklinde , imtihana sabredemeyenler ise "olmayanları" olarak ifade edilmektedir. 

[007.169] Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya) nın geçici-yararını alıyor ve: «Yakında bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı da okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Halâ akıl erdirmeyecek misiniz?

Konumuz olan ayetlerin Medine de inmiş olduğunu dikkate aldığımızda , bu ayet o günkü yaşayan Yahudileri hedef almakta, ve onların inançlarının yanlışlığına vurgu yapmaktadır. Deniz kıyısında yaşayan topluluğun kıssasını anlatarak , yaptıkları yanlışlar yüzünden o topluluğun başına gelenlerin anlatılmasının ardından , Medine Yahudilerini hedef alan bu ayet , o günkü muhataplara zımnen şöyle demektedir ; 

Ey Yahudiler , sizden önceki atalarınız olan deniz kıyısında yaşayanlar , benim onlara emrettiğim yasakları çiğnemek sureti ile , kendi ellerinin hak ettikleri cezaya kavuştular , siz de benim size olan emirlerimi çiğneyecek olursanız, önceki atalarınızın çarptırıldığı cezanın aynısına kavuşursunuz. 

Nisa s. 47. ayetine baktığımızda, Yahudileri şu şekilde tehdit etmektedir. 

[004.047] Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi ashabı gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab'a) iman edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelmiştir.

Nisa s. 47. ayetinde, kitap ehlinden olan Yahudiler , kendilerine gelen elçi ve kitabı kabul etmeye davet edilerek , bu doğrultuda hayat sürmedikleri takdirde , kendilerinden öncekilerin başına gelen ile tehdit edilmektedirler. Ayet içinde geçen "Allah'ın emri mutlaka yerine gelmiştir" cümlesi , tehdidin daha önce gerçekleştiğini , aynı suçun işlendiği takdirde, aynı cezanın yerine geleceğini haber vermektedir.

Yahudiler kendilerine verilen emri yerine getirmeyerek elçi ve kitaba iman etmediklerini ve bu hatalarının karşılığını nasıl aldıklarını , yani Nisa s. 47. ayetindeki tehdidin nasıl gerçekleştiğini , yine Kur'an haber vermektedir. 

[059.002] Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Eğer Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine) dünyada azablandırırdı. Ahirette ise onlar için ateş azabı vardır.
[059.004] Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir.

Haşr suresindeki bu ayetlerde, Yahudilerin Medine den sürgün edilmesi anlatılmaktadır. Nisa s. 47. ayetinde haber verilen tehdidin gerçekleştiği, bu ayet ile haber verilmektedir. Nisa s. 47. ayetindeki "cumartesi ashabı gibi lânetlemeden önce" cümlesi, bu topluluğun "Qıredeten hasiin" şeklinde ifade edilen bir lanetin benzerine uğradığını haber vermektedir. 

Yahudilerin uğradığı lanet , Allah ve elçisine iman etmemek sureti ile fesada devam etmelerinden dolayı , ister maymun haline gelmek olsun , ister sürgün edilmek olsun , bu cezalar tüm zamanlar için geçerli olan cezalardır. Maymun haline getirilmek fiziki anlamda değil , hayvan muamelesi edilmek sureti ile , Firavunların elinde soykırıma uğramak olarak anlaşılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

Yahudilerin , Medine de gördüğü muamele zulüm değil , işledikleri fesadın ortadan kaldırılmasına yönelik bir hareket olduğunu hatırlatmak isteriz. Tarih içinde İsrailoğulları , büyük zulümlere elbette uğramışlardır , ancak Medine de gördükleri karşılık , yapmış oldukları fesadın bir sonucu olarak , Sünnetullah'ın Müslümanlar eli ile işlemiş olmasıdır.

[007.170]  Kitab'a sımsıkı sarılıp salatı ikame edenler var ya, işte biz böyle ISLAHA çalışanların ecrini zayi etmeyiz.

Islah kelimesi , fesat kelimesinin zıddı bir kelime olup , İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda bu kelimeyi Kur'an içinde sıkça görmekteyiz. 170. ayet , arz üzerinde kişi ve toplumların feci sonlara uğramadan bir hayat sürmesinin anahtarını işaret eden ayetlerden bir tanesidir. Kitaba sarılan ve onun gereklerini ayakta tutarak , yeryüzünü ıslaha çalışanlar , işlediklerinin karşılığını alarak hem dünya hem de ahirette felaha ereceklerdir. 

[007.171]  Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. «Size verdiğimi (Kitab'ı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız» dedik.

Bu ayette , israiloğullarından alınan sözden bahsedilmektedir. Onlardan alınan bu sözün , dağın sanki bir gölgelik gibi üzerlerine kaldırılmış olduğu halde alındığı bildirilmektedir. Bu olayın mecaz bir olay gerçek olarak vaki olmuş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü , dağın bir gölgelik gibi üzerlerine kaldırılmış olması ve onların dağın üzerlerine düşecek sanması , bu olayın gerçek olarak vaki olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Böyle bir durumda verdikleri sözden dönmüş olmaları , bu topluluğun nasıl bir yapı da olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekici olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak : Kur'an İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda , toplumların sürdürmüş oldukları yaşam biçimlerinin onları nasıl bir sona sürükleyeceğini canlı örnek olarak bizlere göstermektedir. Deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun maymun haline getirildiğinin anlatılması , literal bir okuma şeklinde değil , evrensel bir mesaj içermiş olabileceği açısından okunmaya çalışıldığı takdirde kıssa, tarihte yaşamış bir topluluk ile sınırlı olmaktan çıkarak , tarihin hangi zaman ve mekanında yaşarlarsa yaşasınlar , aynı suçu işleyenlerin uğrayacağı cezayı haber vermektedir. 

Toplumsal yasaların işleyişini merkeze alan , ve bu yasaların işleyişinin yaşanmış kıssalar ile bizlere gösterilmiş olduğu düşüncesinden yola çıkılarak yapılacak okumalar , Kur'an'ı masal kitabı olmaktan çıkararak , hayatın içinden mesajlar veren , hayatları düzenleyen , ve yaşanan hayatların dünya ve ahiret karşılığını haber vererek , canlı ve diri bir kitap olarak bilinmesini ve hayata yansıtılmasını sağlayan bir kitap haline gelecektir. 

Bir toplumun maymun haline getirilmesi demek , başka insanların elinde tahakküm altına alınma , ve topraklarından sürülme hali olarak anlaşıldığı zaman , ayetler tarihteki bir olayı anlatmaktan çıkarak , evrensel mesajlar haline dönüşecektir.

Yazımızın , deniz kıyısında yaşayan topluluğun , fizyolojik olarak maymuna dönüştürülmediğini ispat etmeye yönelik bir çalışma olmadığını hatırlatmak isteriz. Böyle bir dönüşümün olmadığı yönündeki düşüncelerin , geçmişteki tefsirciler tarafında da dile getirilmiş olduğunu hatırlatarak , modernizm kokan bir düşünce olarak görülmemelidir. 

Yazımızda kıyamete kadar işleyecek olan toplumsal yasaları yani Sünnetullah'ı merkeze alarak ,bu doğrultuda kıssayı okumaya , ve bu kıssadan hisse çıkarmaya gayret ettik.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

7 Kasım 2016 Pazartesi

Bakara s. 58-59 ve Araf s. 161-162. Ayetleri : Şehirde Yaşamanın Kuralları

İnsan , fıtratından gelen bazı özellikler nedeniyle birlikte yaşamak zorunda olan bir varlıktır. Birbirine muhtaç bir halde yaşamını sürdürmek mecburiyetinde olan insan , ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile toplu yaşamın gereği olana şehirler kurmuş , bu şehirlerde yaşamış , halen yaşamakta olup , bu yaşam biçimini kıyamete değin sürdürecektir. İnsanların birlikte yaşam sürdüğü şehirlerde doğal olarak belirli kuralların olması , herkesin koyulan kurallara uyması , şehirde yaşayan insanların mutlu , huzurlu , güvenli bir yaşam sürmesi için gerekli olan , olmazsa olmaz şartlardandır.

İsrailoğulları ile ilgili anlatımları konu aldığımız ayetlerde , bu ayetlerin sadece onlara has olarak okunmayıp , Allah (c.c) nin arz üzerine koyduğu evrensel yasaların yani Sünnetullah'ın toplumlar üzerinde nasıl tecelli ettiğinin canlı göstergesi olarak okunması gerektiğini vurgulayarak , böyle bir okumanın o kavmi konu alan ayetler ile bizlere verilmek istenilen mesajların anlaşılmasını da kolaylaştıracağını daha önceki yazılarımızda hatırlatmaya çalışmıştık.

Bu yazımıza konu olan ayetler , şehirlerde yaşamanın kurallarını, İsrailoğulları örneği üzerinden beyan eden, şehir yaşamının uyulması şart olan evrensel kuralları hatırlatmakta, bu kurallara uyulmadığında ise , İsrailoğulları örneğinde şehirlerde meydana gelecek olan yıkımı hatırlatarak , bu kurallara uyulmamasının hangi zaman ve mekanda yaşanırsa yaşansın, tüm şehirlerde evrensel yasalar gereği , meydana gelecek olan yıkımı hatırlatmaktadır. 

[002.058]  Hani bir zamanlar «Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve «hıtta» (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız» dedik.
[002.059] Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, o zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten azab indirdik.

[007.161]  Ve o vakit onlara denilmişti ki; Şu şehre yerleşin ve orada dilediğiniz şeylerden yiyin, «hitta» (günahlarımızı bağışla.) deyin ve secde ederek kapısından girin ki, suçlarınızı bağışlayalım. İyilere nimetlerimizi daha da arttıracağız.
[007.162] Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, o zalimlere, zulümlerinden ötürü gökten azab gönderdik.

Bakara ve Araf surelerindeki bu ayetler, aynı konuyu anlatmaktadır. Ayetlerin tarihi bağlamı , Firavun zulmünden kurtularak denizin karşı tarafına geçen İsrailoğullarının yeni bir hayat kurmaları için girmeleri gereken bir şehir, ve o şehirde yaşamlarını sürdürebilmeleri için onlara gerekli olan kuralların onlara hatırlatılması ile ilgilidir. Ayetler sadece onlar ile ilgili bir durumu değil , şehir yaşamı için her zaman ve mekanda geçerli olacak olan kuralları vaz etmekte, ve bu kurallara uyulmadığında ortaya çıkacak durumu anlatmaktadır.

Bazı tefsir kitaplarında bu ayetlerin tefsirlerine baktığımızda , İsrailoğullarına emredilen şehre secde ederek girme emrinin nasıl uygulanacağı konusunda yoğunlaştığını görebiliriz. Şehrin kapısından şekli anlamda bir secde ederek girilip girilmemesi konusu , tefsirlerin yoğunlaştığı konudur.  Halbuki buradaki secde ederek şehre girme emrinin şekli anlamdaki secde ederek girmek olarak değil , şehirdeki yaşamın bu kelimenin ifade ettiği anlam olan Allah c.c nin emirlerine uygun , onu ilah ve rab olarak tanıyan bir yaşam sisteminin hayata geçirilmesi olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Böyle bir okuma , ayetleri sadece o kavme has olmaktan çıkararak , tüm zamanlara dönük evrensel mesajlar olarak okunmasını , aynı şartların bizler içinde geçerli olduğunu hatırlatacak , şehirlerde mutlu , huzurlu ve güven içinde yaşamanın nasıl olması gerektiğini  bizlere öğretecektir. 

Şehre kendilerini Allah'ın emirlerine teslim etmiş bir halde girenlerin yaşadığı şehirlerin halkı mutlu , huzurlu ve güvenli , birbirinden emin bir yaşam süreceklerdir. Kapısından secde ederek girilen  ve günah işlemekten korkan insanların oluşturduğu şehirler , insanlığın her zaman özlemi olan şehirlerdir. Ancak bu halin aksine hareket ederek , isyan eden ve günah işlemekten korkmayan insanların oluşturduğu şehirler , anarşi, terör , huzursuzluk , korku kaynağı olacaklardır. 

----- Şehirlerde secde halinde ve günah işlemekten korkmaya dayalı bir yaşam nasıl olmalıdır?. 

Şehir yaşamının esası , o şehirde birlikte yaşamanın getirdiği bir takım kurallara uyulması şartına dayanır. İnsanlığın evrensel değerler olarak kabul ettiği insana saygı esasına dayanan bütün kurallar şehir yaşamı için şarttır. Yere tükürmemek , çöp atmamak gürültü yapmamak gibi en basit kuraldan , insanların birbirinin mal , can ,ırz ve namusuna saygı duyan bir yaşam sürmesi gibi insan onurunu öne çıkaran tüm şartların ortak adı "Şehirde secde eden ve günahtan korkan bir yaşam" dır .

Secde eden ve günahtan korkan insanların yaşadığı şehirlerin oluşması , o şehirlerde yaşayan insanların Allah'a ve hesap gününe inanan bir hayatı esas almaları ile mümkündür. Allah ve hesap günü korkusu , insanların kendi polisi olmalarını sağlayacak olan en büyük haslettir. İnsanlara zarar vermek için yapacağı bir kötülüğün, şehir polisine yakalanmasa bile Allah (c.c)nin gözünden kaçmadığını , yaptığı kötülüğün hesap gününde karşısına mutlaka çıkacağını bilen bir kimse, artık kendi kendisinin polisi olacak , ve kötülükleri işlemekten korkacaktır. 

Bu insanların oluşturduğu şehirler , güvenli , mutlu, huzurlu , kapılarına kilit üstüne kilit vurmayan , komşusunda emin , birbirine saygılı , birbirlerini seven , ırk , renk , memleket ayrımı yapmayan insanların şehri olacaktır. Bu şehirlerdeki kolluk kuvvetleri sembolik olarak var olacak , ve kendilerine düşen asayişi koruma görevi en az düzeyde olacaktır.

Böyle şehirlerin tesisi , bu şehirleri oluşturun insanların kendilerinin bu şuur içinde olması , çocuklarını da aynı şuur içinde yetiştirmesi ile mümkün olacaktır. Aile içi eğitimin bu noktada önemi büyüktür. Aile içinde aldığı eğitimin devamını gittiği okulda da gören çocuklar , yarınların güvencesi olarak yetişeceklerdir. 

Eğitimin kesintisizliği ve sürekliliğinin önemi bu noktada çok önemlidir. Ailesinden aldığı eğitimin benzerini okulda almayan bir nesil , veya okulda aldığı eğitimin benzerini ailesinde almayan bir neslin , secde eden ve günahtan korkan bir nesil olarak yetişmesi güç olacak , bu nesillerin oluşturduğu toplumlar ise her türlü anarşi , terör , ve huzursuzluğa açık olacaklardır.

----- Kendilerine söylenen sözü başka sözle değiştirmenin şehir hayatına nasıl bir etkisi olur ?.

Şehirde secde eden ve günahtan korkan bir yaşam sürmenin terk edilerek , isyan eden ve günahtan korkmayan bir yaşamın sürülmesi , söylenen sözün başka bir sözle değiştirilmesi anlamına gelecektir. 

Allah'tan ve hesap gününden korkmayan bir neslin şehirlerde hayat sürmeye başlaması , bırakın polis ordusunun güvenliği sağlamasını , polisin bile can emniyeti olmayan şehirleri ortaya çıkaracaktır. İnsani değerleri esas almayan nesillerin yetiştiği şehirler , korku bilmeyen , sadece dünyayı düşünen , ihtiyacı olan bir şeyi çalışarak kazanmak yerine, çalarak, gasp ederek kazanmaya çalışan insanların yaşadığı şehirlere dönüşecektir. 

Bırakın başka ülkeleri , kendi yaşadığımız ülkedeki  televizyon ve gazete haberlerine baktığımızda , günahtan korkmayan Allah'a secde etmeyerek , şeytana secde eden nesillerin doldurduğu şehirlerde her gün meydana gelen , cinayet , tecavüz , hırsızlık, uyuşturucu ,anarşi ve terör haberleri, artık alışkanlık haline gelerek normal olaylar olarak görülmektedir. 

----- Allah'a secde etmeyen, günahtan korkmayan insanların oluşturduğu şehirlerin sonu ne olur ?. 

"Biz de, o zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten azab indirdik."
" Biz de, o zalimlere, zulümlerinden ötürü gökten azab gönderdik."

Yukarıdaki cümleler , bu şehirlerde yaşayan insanların sonunu anlatmaktadır. Sünnetullah gereği , Allah (c.c) tarafından belirlenen kulluk ve insana saygı esasına dayanmayan insanların hakim olduğu şehirlerin yıkımı kaçınılmazdır. Bu şehirlerin yıkımı illaki gökten taş yağması şeklinde gerekmemektedir. Kur'an'ın böyle bir ifade kullanması , din dilinin gereği olan işlenen bir cürümün ne kadar çirkin, ve bunun cezasının ne kadar feci olduğunu beyan etmek amacına matuftur. 

Bugün şehirlerde, engelli bir insanı hayata bağlayan aracını , emekli bir yaşlının maaşını , hastanın tedavi için biriktirdiği parasını sadece uyuşturucuya para yetiştirmek için çalmaktan çekinmeyen , çocuklara dahi şiddet göstermekten çekinmeyen , cinsel arzularını tatmin için her türlü aşağılık yolu deneyen , üç kuruş için cinayet işlemekten çekinmeyen insanların doldurduğu şehirlerin başına gelenler gökten azap yağması değilde nedir ?. 

Çocuklarını okula yalnız göndermekten korkan velilerin , geceleri sokağa çıkmaya korkan , evlerinin kapılarını kilit üstüne kilit yaptırmak zorunda kalan , yolda her şeyden habersiz olarak yürürken trafik kazasına kurban giden , ve daha sayamadığımız bir çok tehlike ile iç içe olan insanların yaşadığı şehirlerin üzerine gökten herhalde rahmet değil azap yağacaktır. 

Kur'an , Araf suresi içinde İsrailoğullarına mensup deniz kıyısındaki bir şehirde yaşayan insanların helak edildiğinden bahsetmektedir. Bu topluluğun helak edilme sebebi , Allah (c.c ) nin yasaklamış olduğu halde cumartesi günü çalışmış olmalarıdır. Bu topluluk içinde helak edilen guruplar bu yasağı ihlal edenlerle , yasağı ihlal etmeyip fakat ihlal edenleri uyarmayanlardır . 

Bizler her türlü şerrin yaşandığı şehirler halkı olarak , bu şerleri işlememek ile erdemli bir davranış içinde bulunuyor olabiliriz , fakat bu şerleri işleyenlere karşı uyarı görevinde bulunmamak sureti ile , yorganı tepemizden çekip yattığımız takdirde , bu şerlerin meydana getirdiği çöküşün enkazı altında bizlerde kalmaktan kurtulamayız.

Şehirde yaşamanın bir kuralı da , Allah'a kul olma bilincini kaybetmiş , insanı insan yapan değerleri hiçe sayarak , hak , hukuk , kural tanımadan bir hayat sürenlerin yanlışlarını uyarmaya çalışmak olmalıdır. Uyarı görevinde bulunmayanların da , geçmişte yaşayan deniz kıyısındaki halkın benzeri bir akıbete uğraması kaçınılmazdır.

İnsanların birlikte yaşamasının temel kuralı birbirlerinin hak ve hukukuna saygı gösterilmesi olduğunu herkes bilmektedir. Bizim amacımız , ilgili ayetlerin güncel mesajının ne olduğunu okumaya çalışmaktır. İsrailoğulları ile ilgili bir ayetin nasıl tarihsel olmaktan çıkarılarak , bize dair bir mesajı olabileceğini göstermek çalışmak bu yazının gayelerinden birisidir. Yazıda ele almaya çalıştığımız konu , kimsenin bilmediği bir konu değil , herkesin malumu olan bir konudur.

Sonuç olarak : Birlikte yaşamak zorunda olan insanların bu birlikteliğinin mutlu ve huzurlu bir şekilde sürmesi için , insanların can , mal , ırz , namus , gibi haklarının gözetilmesine yönelik kuralların ihdas edilmesi şartı vardır. Birlikte yaşamak, önce bireysel eğitimden başlamak zorundadır . Aile ve okulun, insanların hak ve hukukuna riayet eden bir yaşamın sürülmesi gerektiğini insanlara öğreten en önemli kurumlar olması nedeniyle , insan hayatındaki yeri elbette yadsınamaz. 

"Allah'a secde etmek ve günahtan korkmak" cümlesi ile ifade edilen insan onuruna saygı duyulan , insanların hak ve hukukuna dayalı bir şehir yaşamı , insanların güvenli , mutlu ve huzurlu bir hayat sürmesinin garantisidir. Bunun tersi ise , korkunun hakim olduğu bir şehir yaşamı demektir. Huzur ve güvenden yoksun olan şehirler ise , zaman içinde yıkıma uğramaya mahkumdur. 

Şehirlerin birleşiminden meydana gelen devletlerin devamı ise , şehir halklarının kulluk bilincine sahip bir hayat sürmesi ile yakından alakalıdır. Bireylerin sağlıklı bir inanca sahip olması , aynı zamanda o bireylerin meydana getirdiği toplumların da sağlıklı bir şekilde yaşamasının garantisidir. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


19 Eylül 2016 Pazartesi

ARAF s. 169. Ayeti : Yakında Bağışlanacağız Diyen Yahudiler ve Müslümanlar

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kullarına elçi ve kitaplar aracılığı ile, dünya hayatında uymamız gereken kulları bildirmiş , bu kurallara uyanlara ve uymayanlara , dünya ve ahirette bir takım karşılıklar verileceğini vaat etmiştir. Bize emredilen kurallara uymanın karşılığı cennet olurken , uymamanın karşılığı cehennem olarak bildirilmektedir. Allah (c.c) bize vaat ettiği cennet ve cehennemin geçici olarak kalınacak bir yer değil, EBEDİ olarak kalınacak bir yer olduğunu beyan etmektedir. 

İslam düşüncesinde, cennetin ebediliği konusunda bazı farklı düşünceler olmuş olsa da , ebediliği yani oraya giren kimsenin bir daha çıkmayacağı konusunda fikir birliği olduğunu söylemek mümkündür. Ancak cehennem için bunu söylemek mümkün değildir. Yaygın kanaate göre, dünya hayatında günah işleyen Müslümanlar , günahlarının cezasını ödedikten sonra oradan çıkarılarak cennete konulacaklardır. 

Bu düşüncenin delili ise , Meryem s. 71. ayetinin siyak sibakına dikkat edilmeksizin okunması olup, ön kabule uygun bir ayet arayışının sonucu olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Asıl meselemiz cehennemden çıkış düşüncesinin nereden ve kimden kaynaklandığı olduğu için , bu düşüncenin kaynağını oluşturan İsrailoğullarının düşüncelerini , bu konudaki Kur'an ayetleri üzerinden okumaya, ve İslam düşüncesine hakim olan bu söylemin atalarının neden böyle bir söylem üretmek ihtiyacı duyduklarını ele almaya çalışacağız. 

[007.169] Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım  kimseler geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya) nın geçici-yararını alıyor ve: «Yakında bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı da okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Halâ akıl erdirmeyecek misiniz?

Araf s. 169. ayeti , İsrailoğulları ile ilgili bir bağlama sahiptir. 163. ayetten başlayan ve deniz kıyısında yaşayan İsrailoğullarına mensup bir topluluğun, kendilerine emredilen yasağı delmeleri sonucu helak edilmesinin ardından gelenleri anlatmaktadır. 

Bu ayetin asıl dikkat çekici cümlesi ise , dünya hayatını ahiret hayatına tercih eden İsrailoğullarının , dünya hayatı içindeki yaptıkları zulme "Yakında bağışlanacağız" şeklinde bir kılıf uydurmalarıdır. Ahiret hayatında nasıl olsa bağışlanma gelecek diye günah işlemek , bir insanı günaha teşvik eden bir düşüncedir. Bu düşünceyi insanlar arasında hakim kıldığımız zaman, dünya hayatında elde etmek istediğimiz gayri meşru olan şeylere ulaşmayı bu yol ile meşru kılmak mümkün olabilir. 

Bakara ve Al-i İmran surelerinde İsrailoğullarının kendileri için ahiret hayatında uygulanacağını düşündükleri muamele şu şekilde anlatılmakta ve ret edilmektedir.

[002.079]  Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
[002.080] Sayılı günlerden başka katiyyen bize ateş dokunmayacak dediler. De ki; 'Allah'tan bu yönde söz mü aldınız - ki Allah asla sözünden caymaz- yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
[002.081]  Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.

[003.023]  Kendilerine Kitapdan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitabına çağırılmışlar, sonra onlardan bir takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
[003.024]  Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir» demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır.
[003.025]  Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?

Bakara s. 79 ve Al-i İmran s. 23. ayetlerine baktığımızda kendilerine indirilen kitabı hayatlarına pratik etmemeleri anlatılarak , buna sebep olan düşüncenin ahirette ebedi cehennemde değil , geçici bir süre cehennemde kalacaklarına dair oluşturdukları inançtır. İşte bu inanç İsrailoğullarına dünya hayatlarında her türlü kötülüğün yolunu açarak zalim bir kavim olmalarını sağlamıştır. 

Yukarıdaki ayetler İsrailoğullarının bu düşüncesini açık ve net bir şekilde ret ederken , aynı düşünce İslam düşüncesine hakim olmuş , Kur'an tarafından ret edilen "Cehennemde sayılı günler kalma" düşüncesi, İsrailoğullarından bize ithal edilmiştir.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir , Allah (c.c) İsrailoğulları için ret ettiği bir düşünceyi , biz Müslümanlar için kabul edebilir mi ?. Bu sorunun cevabı için , Allah (c.c) nin nezdinde "Özel kul" veya "Seçilmiş topluluk" gibi özel muamele yapılacak bir gurubun olup olmadığının cevabının verilmesi gerekmektedir.

[005.018] Yahudiler ve hıristiyanlar «Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.

Maide s. 18. ayeti , Yahudi ve Hristiyanlar tarafından dile getirilen bir iddiayı ret ederek , onlarında Allah (c.c) nin yarattığı insanlardan bir zümre olduğu , hiç bir şekilde özel bir statüye sahip olmadıklarını beyan etmektedir. Bu seçilmişliğe Müslümanların dahil olması asla mümkün değildir. Öyleyse cehenneme veya cennete girmek herhangi bir kimlik üzerinden değil , ameller üzerinden yapılacak değerlendirme ile sağlanacaktır. Cennete girmek için sadece Yahudi , Hristiyan veya Müslüman kimliğe sahip olmak değil , cennete girmek için belirlenen kriterleri yaşadığı dünya hayatında yerine getirmek gerekmektedir.

Kur'anın hiç bir yerinde , dünya hayatında işlenen günahlardan dolayı belirli bir süre cehennem azabı görüldükten sonra oradan çıkılacağı hakkında açık ve net bir bilgi yoktur. Allah (c.c) hesap gününde kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapılmayacağını beyan ettiğine göre , hesap gününde Müslüman , Hristiyan , Yahudi veya başka bir dine mensup olan insanlar hakkında en doğru karar verilecektir.


Allah (c.c) nin cehennem için "Ebedi" ve orada ölüm olmadığını beyan etmiş olması , dünya hayatında "Günah" olarak belirtilen amellerin işlenmesinin önünün kapatılması içindir. Dünya hayatını fısk ve fücur içinde geçirerek o halde ölen kimsenin , ahiretteki ödülü ebedi cehennem olarak bildirilmiştir. 

Eğer cehennemden geçici bir mekan olarak bahsedilmiş olsa idi , dünya hayatında yapılmaması gereken bir takım günahlar , insanlar tarafından işlenerek , "Cezası neyse çekeriz" mantığı hakim olurdu. Allah (c.c) böyle bir düşüncenin önünü kapatmasına rağmen , elleri ile kitap yazanlar , böyle bir iddiayı, dillerini eğip bükerek kitaba mal etmişler , ve böylece fısk ve fücurun önünün açılmasına fırsat sağlamışlardır.

Ebedi olan bir hayatın ebedi olmadığını iddia ederek, fısk ve fücurun önünü açan bir düşünce üretmek hangi aklın ürünüdür?.

"Ne yardan geçerim ne serden" deyimi , bu sorunun cevabıdır. Dünya hayatının aldatıcı görüntüsüne kanarak onun sahte zevklerinden vazgeçemeyen , fakat ahiret inancına sahip olanlar , dünya hayatına olan sevgilerinden dolayı olan bu vazgeçemeyişlerini , ahiret inancını deformasyona uğratarak , cehennemin geçiciliği düşüncesi ortaya atmışlar , böylelikle ihtiraslarını tatmin etmek yoluna gitmişlerdir. 

Ahiret inancına sahip olmayan müşrikler ilk yaratılma konusunda Kur'an tarafından ortaya konulan onca akli delile rağmen , kendilerinin ortaya koydukları akli delilleri öne sürerek yeniden dirilmeyi ret etmekte , bu suretle dünya hayatının geçici zevklerini hiç bir kural tanımadan elde etme yoluna giderlerken , ahiret inancına sahip olan kitap ehli ise , bu zevklerini, ahiret inancına sahip olmaları nedeniyle, cehennemin geçici olduğu yönünde bir düşünce geliştirerek tatmin etme yoluna gitmektedirler.

Bugün İslam coğrafyası sınırları içinde yaşayan Müslümanların, dünya hayatına olan gayri meşru tutkularını tatmin etmenin altında yatan en büyük saiklerden birisi , işte bu dışarıdan ithal edilmiş olan cehennemin geçiciliği düşüncesidir. 

Dün , "Yakında bağışlanacağız" diyen Yahudilere ilave olarak , bugün aynı sözü söyleyen geniş bir Müslüman kitlesi türemiş bulunmakta, ve iman etmek iddiasında bulunduğumuz kitap içinde , net olarak ret edilmiş olan Yahudi düşüncesini , sahiplenerek yahudileşme yolunda maalesef önemli bir adım atmış bulunmaktayız.

Cehennemin süreli olduğu düşüncesine ilaveten , müşriklerden ithal edilen şefaat düşüncesi , İslam coğrafyasının önemli bir kesiminde yaygın olarak kabul görerek , dünya hayatında yapılması muhtemel olan yanlışlara , bu düşüncelerin verdiği serbestiyet ile kapı aralanmaktadır.

Ahiret hayatında birileri tarafından ricacı olunarak ateşten kurtulunacağı veya ateşte belirli bir süre kalınacağı düşüncesi nasıl İsrailoğullarına fesadın yolunu açmış ise , biz Müslümanlarda da günah işlemenin yolunu açarak , bizleri fısk ve fücurda örnek bir topluluk haline getirmiştir. 

Elbette bağışlayıcı olduğunu haber veren bir Rabbimiz vardır , ve bu vaadinden dönmeyecektir. Onun bağışlayıcılığı belirli bir zümreye veya bazı kişilere tabi olmuş insanlara has değil , bu bağışlamayı hak edecek olanlara verilmiş bir vaattir. 


[031.033]  Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın.

[035.005]  Ey insanlar, haberiniz olsun ki, Allah'ın va'di muhakkak gerçektir; sakın o dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı şeytan, sizi Allah'a karşı aldatmasın!

[057.014]  Onlara bağırırlar ki: «Biz sizinle beraber değil mi idik?» Onlar da derler ki: «Evet.. Velâkin siz nefsinizi fitneye düşürdünüz, ve (mü'minler hakkında fenalık) gözettiniz ve sizi bâtıl şeyler gurura düşürdü. Tâ ki, Allah'ın emri geliverdi. Ve sizi şeytan Allah ile aldattı.»

Bağışlanma garantili günah işlemek , insana şeytanın verdiği vesveselerden olup , yukarıdaki ayet mealleri insan için mevcut olan bu tehlikeye karşı uyarılarda bulunmaktadır.

Cehennemin ebedi olmadığı düşüncesinin İslam dünyasında alıcı bulmasının altında yatan sebepleri araştırdığımızda , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında siyasal olayların neticesinde ortaya çıkan bir takım itikadi fırkaların, büyük günah işleyenin kafir olup olmadığı , bunların akıbeti tartışmalarını görebiliriz. 

Özellikle iman ile amelin birbirinden ayrılması sonucunda , iman etmiş olmanın sadece dil ile ikrar kalp ile tasdik etmeye indirgenmiş olması , imanı hayatına pratize etmeyen sultanların akıbetinin halledilmesi ! sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu hal işini üstlenen saray uleması , çareyi Yahudilerin düşüncelerini devşirmekte bularak , bu sorunu kökünden halletmiştir!!. 

Büyük günah işleyenin durumu etrafında yapılan tartışmaların bir tarafı olan mürcie fırkasının ürettiği teoriler , bir takım uydurma rivayetler ile yüzlerce yıldır ehli sünnet itikadı adı altında Müslümanların üzerinde bir kılıç gibi durmaktadır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) dünya hayatında emirleri gereğince hareket etmeyenlere ebedi cehennemi layık görerek , bu mekanı hak etmemek için gerekli olan amelleri yerine getirmemizi bizden istemektedir. Bu cezanın ebedi olarak öngörülmüş olması , dünya hayatını yaşayan insanların yaşadıkları hayat içinde kendilerine emredildiği şekilde yaşamasına matuf olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak dünya hayatının cazibesine kendisini kaptıran ve dünya ile ahiret arasında tercih yapmak zorunda kalan kitap ehli "Ne yardan geçerim ne serden" misali , cehennem hayatının ebedi olmadığı yönünde düşünceler üreterek , dünya hayatının geçici menfaatlerinden faydalanmak yolunu seçmişlerdir.


Kur'an tarafından ret edilmesine rağmen aynı iddia , İslam düşüncesi içine sokularak , günahkar Müslümanlar açısından cehennemin ebedi olmadığı , geçici olduğu düşüncesi ortaya atılarak , dünya hayatında yapılan günahların , ahirette af edileceği gündeme sokulmuş , böylelikle dünya hayatında bazı günahlara meşruiyet kazandırma yoluna gidilmiştir. 

Ahiret hayatında affa uğrayacaklarına dair kimseye garanti vermeyen Allah (c.c) nin vermediği bu garanti , maalesef bazı kulları tarafından , başka kullara verilerek , yanlışların önünü kapama amaçlı olan bu ceza, bir şekilde delinmeye çalışarak , af garantili yanlışlar yapmak teşvik edilmiştir.

Allah (c.c) elbette ahirette bağışlayıcı olduğunu bizlere beyan etmektedir. Ancak dünya hayatında bazı kimselerin yaptıkları yanlışlara kılıf uydurmak için , "Yakında bağışlanacağız" şeklindeki sözlerini ret etmekte ve bu iddianın yalan olduğunu bildirmektedir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Ocak 2016 Çarşamba

ARAF s. 157. Ayeti : Nebi Resul'un Tayyibi Helal, Habisi Haram Kılması

Kur'an ayetlerinin ön yargılar doğrultusunda okunarak , mesajın anlaşılmasına yönelik olmayan bir okumaya tabi tutulması , özellikle Muhammed (a.s) ın görev ve yetkilerini daha üst seviyeye taşıyarak , onun da haram ve helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden ,"Ehli Hadis" düşüncesi mensuplarınca sıkça kullanılan bir yöntemdir. Bu fırkanın mensupları bazı ayetleri bağlam tanımadan bektaşi misali bir okuma yaparak , "Bak işte bu ayet Resul'un haram helal tayin ettiğini beyan ediyor" diyerek düşüncelerini Kur'anın desteklediğini ispat etmeye çalışmaktadırlar.

Araf s. 157. ayeti , ön yargılar doğrultusunda yapılan bir okuma sonucunda , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğu yönünde bir delil ayet olarak bizlere sunulmaktadır. Bu yazımızda, ilgili ayeti ele almaya çalışarak, böyle bir tayin yetkisine delil olup olamayacağı yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu savunanların delil olarak sundukları bir ayet olan  Araf s. 157. ayeti, ilk okunuşta dahi muhatap kitlesinin Ehli Kitap olduğu anlaşılan bir ayettir. Kur'anın doğru anlaşılma yolunun , okunan ayetin ön yargıların kabul ettirilmesine yönelik bir okuma yöntemine tabi tutulmaMAsı , okunan ayetin, ayet , sure ve Kur'an bütünlüğü gözetilerek okumasından geçtiğini yeniden hatırlatarak , ilgili ayeti anlamaya çalışalım.

Ayetin başındaki "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları" cümlesinden, bu ayetin ilk muhataplarının Ehli kitap yani Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu anlaşılmaktadır. Tevrat ve İncil'e iman ettiklerini iddia edenlerin , Muhammed (a.s) ı oğullarını tanır gibi (6.20) tanıdıkları beyan edilerek , gelmiş olan bu elçinin daha önce geleceğinin İsa (a.s) tarafından müjdelendiği, (61.6), dolayısı ile bu elçiye iman etmelerinin şart olduğu hatırlatılmaktadır.

Bu ayetin doğru anlaşılmasının yolunun, ayet içindeki "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesinin , neyi ifade ettiğinin anlaşılmasından geçtiğini düşünmekteyiz. Bu cümlede, Ehli kitabın üzerinde olan bir yükün , Muhammed (a.s) tarafından kaldırıldığı beyan edilmektedir. Bu yükü Muhammed (a.s) ın kaldırmış olması demek , Allah (c.c) nin kaldırmış olması demek anlamına gelmektedir. Çünkü "Nebi Resul" görevine sahip olan bir kimse , Allah (c.c) nin mesajını insanlara iletmekle görevli bir kişidir.

Öyleyse , bu cümlenin ifade ettiği anlamın yine Kur'an içinden aranarak anlaşılması gerekmektedir. Öncelikle , "Bunların üzerinde nasıl bir ağır yük vardı ki, Nebi Resul bunları kaldırdı?" sorusunu sorarak cevabını aramaya başlayalım. Bu sorunun cevabını aramak için , İsrailoğullarının köküne inen bir ayetten başlamak gerektiğini düşünmekteyiz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

Al-i İmran s. 93 ve 94. ayetlerinde , Tevratın indirilmesinden önce , bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğu bildirilmektedir. İsrail yani Yakub (a.s) ın yemediği herhangi bir yiyeceğin, Allah (c.c) tarafından İsrailoğullarına haram kılındığı için değil , onun nefsine ait nedenlerden ötürü , sevmemesi veya bedenine zarar vermesinden ötürü yenilmediğini , yani onun yemediği şeylerin bile İsrailoğullarına helal olduğunu , bu kavme yiyecek olarak herhangi bir haramlığın bildirilmediğini anlamaktayız.

Musa (a.s) kıssasını okumuş olanların malumu olan , İsrailoğullarının Firavun esaretinden kurtulmasını müteakip cereyan eden olaylara baktığımızda , İsrailoğullarının esaret yıllarını unutarak nankörlüğe geri döndüklerini , başta Musa (a.s) a olmak üzere kendilerine gelmiş olan elçilere başkaldırdıklarını ve bir kısmını öldürdükleri bilinmektedir. Onların bu başkaldırmaları Allah (c.c) tarafından dünya hayatında karşılıksız bırakılmayarak , onlara ceza olarak bazı yiyeceklerin onlara haram edildiğini görmekteyiz. 

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Nisa s. 160 ve 161. ayetlerine baktığımızda , Yahudilerin yapmış oldukları hatalar sebebi ile onlara daha önce HELAL olan TAYYİBATIN , HARAM kılındığını görmekteyiz. 

Peki bu haram kılınan TAYYİBAT neler idi ?. 

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına yapmış oldukları yüzünden uygulamış olduğu bu yasakların bir kısmının (tamamı değil), İsa (a.s) tarafından kaldırıldığını görmekteyiz.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

Al-i İmran s. 50. ayetinde , İsa (a.s) ın gelmesi ile İsrailoğullarına uygulanan yasağın bir kısmının kalktığını görmüş olmamız , bu yasakların tamamının kalkmadığını bizlere göstermektedir. 

Peki bu yasakların tamamı ne zaman ve kim ile kalktı?.

Sorusunun cevabını bizlere ,Araf s. 157. ayeti vermektedir. Bu ayet İsrailoğullarına uygulanan haramların tamamının, Muhammed (a.s) ile kalkmış olduğunu , bundan sonra onlara özel bir haramlılık olmadığını , onlara haram olan şeylerin artık bundan sonra , Kur'anın belirlediği haramlar olduğunu görmekteyiz.

Araf s. 157. ayeti içindeki ve konunun aydınlanmasında anahtar bir görevi olduğunu düşündüğümüz, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesi , İsrailoğullarına daha önceden helal iken , yapmış oldukları bazı hatalar nedeni ile ceza olarak onlara haram kılınan bazı yiyeceklerin, bir kısmının İsa (a.s) ile helal kılınmış olmasına karşın , bir kısmının hala yürürlükte olduğunu göstermektedir . Araf s. 157. ayeti , artık bundan sonra böyle bir haramlılık olmadığını beyan ederek, özel bir durum olan İsrailoğullarının üzerindeki haramlılığı TAMAMEN kaldırmaktadır.

Muhammed (a.s) , Musa ve İsa (a.s) ların yolunu izleyen birisi olması nedeniyle , İtaat edilmesi gereken bir elçidir ve bu itaat zorunluluğu, kendisini İsa ve Musa (a.s) lara iman ettiklerini iddia edenler için de geçerlidir. Musa (a.s) a itaat ettiklerini iddia eden İsrailoğullarının da itaat etmeleri gereken bir elçi olan Muhammed (a.s) , bu insanlara kendilerine haram olan bazı şeylerin artık bundan kaldırılmış olduğunu kendisine Allah (c.c) nin vahyetmesi sonucunda onlara bildirmektedir. 

Bu çerçevede , "Nesh" konusu ile ilgili olarak bir saptamada bulunmak yerinde olacaktır. Bilindiği gibi "Nesh" denilince ilk akla gelen şey , Kur'an içindeki bazı ayetlerin, bazı ayetler ile hükmünün kaldırılması olduğudur. Kur'an içindeki ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olduğu iddiası , ayetler arasında bağ kuramayanların ortaya attığı bir iddia olup , Kur'an içinde böyle bir durum söz konusu değildir.

"Nesh" konusunu , yani ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olmasını , Allah (c.c) nin daha önce göndermiş olduğu Tevrat'ın da Allah (c.c) nin ayetlerini ihtiva eden bir kitap olduğunu dikkate alarak düşündüğümüzde , İsrailoğullarına haram kılınan yiyecekler, onlara vahiy yolu ile yani "AYET" ile bildirilmekte idi. Muhammed (a.s) a inen Kur'an , Tevrat'ta olan bir ayetin hükmünü nesh etmiş yani hükmünü kaldırmıştır diyebiliriz. Nesh konusunu sadece Kur'an ile sınırlamayıp , Tevratı da içine içine alan bir çerçevede düşündüğümüzde ayetler arası nesh'in vaki olduğunu söyleyebiliriz.

[007.158] De ki: «Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği resulüyüm. Allah'a ve ümmi nebi resule -ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız.»

Araf s. 158. e baktığımızda "Ey insanlar" hitabını, ilk muhataplar açısından değerlendirdiğimizde , ki bu ayetlerin Medine de inmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir , Ehli kitap olarak bilinen insanlara yapılan bir hitap olarak anlayabiliriz.

Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin bir elçisi yani onun adına konuşan bir kişi olarak , Allah (c.c) nin bundan sonra İsrailoğullarına uyguladığı yasakların artık kaldırıldığı , İsrailoğullarının diğerleri gibi bu elçiye iman etmeleri gerektiği , diğer insanlar gibi bu elçiye indirilen haramlara tabi olan bir hayat sürmeleri gerektiği beyan edilmektedir.

[005.004]  Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size tayyibat helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.
[005.005] Bugün, size tayyibat olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de kaybedenlerdendir.

Tayyip olanı helal , habis olanı haram kılma yetkisi, sadece Allah (c.c) ye has bir yetki olup , bu yetki onun dışında hiç kimse tarafından kullanılamaz. Araf s. 157. ayetinde ki durum , Allah (c.c) nin elçisi olan Muhammed (a.s) ın yetkisi dahilinde olan bir durumu ifade etmemekte olup tek yetkili olan Allah (c.c) nin daha önce verdiği bir hükmü kaldırmış olduğunu beyan etmektedir. 

Sonuç olarak ; Araf s. 157. ayetinin , siyak sibak , konu ve Kur'an bütünlüğü açısından değerlendirildiğinde , Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) gibi haram helal tayin etme yetkisi bulunduğuna dair herhangi bir delil olduğunu anlamak mümkün görülmemektedir. Muhammed (a.s) ın böyle bir yetkisi olduğu düşüncesine bazı ayetlerin delil olarak sunulma çalışmalarının , bundan önceki bazı yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız gibi , onun "Elçi" olmasının ne demek olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyenlerin ortaya attığı düşüncelere, Kur'andan destek aranma çalışmalarının bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

İlgili ayeti bağlamında değerlendirdiğimizde , İsrailoğullarına yapmış oldukları hatalar nedeni ile Allah (c.c) tarafından ceza olarak verilmiş olan bazı yiyeceklerin haram kılınma cezasının tamamen kaldırıldığını görmekteyiz. Bu kaldırılma Muhammed (a.s) ın elçi olması nedeniyle  Allah (c.c) tarafından gerçekleştirilen bir neshetme olayı olup , Allah (c.c) nin yetki sınırları dahilinde olan ve kimseye verilmemiş olan haram helal tayin etme yetkisinin sadece ona ait olduğunun açık bir ifadesi olarak bizlerin ön yargılarından arınmış olarak okunmasını bekleyen bir ayettir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Ocak 2016 Salı

ARAF s. 46. Ayeti : Araf Üzerindeki Adamlar Kim ?

Kur'anın herhangi bir konu ile ilgili bilgi verirken kullandığı metotlardan birisi, olayı görsel bir hale sokarak anlatmasıdır. Bizler bu yol ile anlatılan ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajı okumaya çalışarak , hisse almaya yönelik okumalar gerçekleştirmek gereğini çoğu zaman unutarak , yapılan anlatımın içinde kalan bir okuma yaparak , verilmek istenilen mesajı çoğu zaman ıskalayabiliyoruz.

Yazımıza başlık olarak aldığımız ayetin , böyle bir okumaya tabi tutularak verilmek istenilen mesajı okumaya yönelik olmaktan çok , o ayet içinde bahsedilen kişilerin kim olduklarına dair yapılan tartışmaların yoğunlaştığı bir okuma yöntemi ile anlaşılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Biz bu ayeti, "Bize dönük nasıl bir mesaj içermektedir?" sorusunun cevabına yönelik bir okuma yapmaya çalışacağız.

Konumuz olan ayetin , Araf s. 35. ve 53. ayetler arasındaki bir bağlam dahilinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

[007.035]  Ey Âdem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak resuller gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[007.036]  Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.

Bu ayette , Allah (c.c) bizlere bütün elçileri ile yaptığı ortak bir çağrıyı hatırlatmaktadır , ne var ki bu ayet farklı bir bakış açısı üzerinden okunarak , resullerin devam edip etmediği noktasındaki tartışmalara kurban edilmeye çalışılmaktadır. Konumuz resullüğün devam edip etmemesi olmadığı için bu konuya burada değinmeyeceğiz. 

[007.037]  Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.

Allah (c.c) , Ademoğullarına göndermiş olduğu elçilerini ve onlarla birlikte göndermiş olduğu ayetleri inkara dayalı bir hayat sürenleri "Zalim" olarak niteleyerek , bunların akıbetlerinin "Kitap" ta yani "Levhi Mahfuz" olarak ta bildiğimiz Allah (c.c) nin ilminde belirlenmiş olduğunu , ve bu belirlenen hükme göre onlara yer ayrılacağını beyan etmektedir. Zalimlerin can vermeleri anında artık elleri kolları bağlanır bir hale düşerek ölüme teslim oldukları yine görsel bir anlatım tarzı ile anlatılmaktadır.

[007.038]  (Allah onlara) «Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem ateşine girin!» dedi. Cehenneme giren her ümmet kendi  kardeşine lanet etti. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında dediler ki: «Rabbimiz ! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver». Allah dedi ki: «Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz».
[007.039]  Öncekiler sonrakilere, «Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktu, kazandığınıza karşılık azabı tadın» derler.

Cehennem ehlinin birbirlerini yemelerini tasvir eden bu ayetlerin benzerlerini, başka surelerde de görmekteyiz.

[007.040]  Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.
[007.041]Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız.

"Gök kapılarının açılmaması", inkar edenlerin Allah (c.c) tarafından bir rahmete erişemeyeceklerini ifade eden bir deyimdir. Deve veya halat'ın iğne deliğinden geçmesinin imkansız olduğundan hareketle , bu kişilerin cennete girebilmeleri , deve veya halat eğer iğne deliğinden geçerse onlar da o zaman cennete girebilir denilmektedir , yani bizdeki deyimler ile örnekleyecek olursak , "Kırmızı kar yağarsa" veya "Çıkmaz ayın son çarşambası" gibi.

[007.042]  İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar - ki biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz işte onlar cennet ehlidir ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
[007.043]  Onların içlerinde kin namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır, altlarından ırmaklar akar. Onlar: «Hamdolsun bizi buna eriştiren Allah'a. O, bize doğru yolu göstermeseydi, bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamız mümkün değildi. Gerçekten Rabbimizin resulleri bize gerçeği getirdiler!» demektedirler. Onlara: «İşte bu gördüğünüz, yaptığınız iyi işler karşılığında mirasçısı olduğunuz cennettir.» diye seslenilmektedir.

35. ayete dönecek olursak , elçi ve kitaplar ile gelen hakikatı kabul eden bir hayat sürenlerin , ahiretteki karşılıklarının ebedi cennetler olduğu bildirilmektedir. 35. ve 43.ayetler arasını özetleyecek olursak , elçi ve kitaplar ile gelen hakikate uygun bir hayat sürmeyenler ile sürenlerin alacakları karşılıklar bu ayetlerde bildirilmektedir.

[007.044] Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. «Evet!» derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır.
[007.045]  Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zalimlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.

Ayetleri ilk okuyuşta , Cennet ve Cehennem ehlinin birbirleri ile olan konuşmalarının nasıl gerçekleştiği düşünülebilir. Ayetler , sanki iki komşunun birbiri ile olan konuşması gibi bir çağrışım yapmaktadır. Biz konuşmanın nasıllığına değil , o konuşmanın içeriğine odaklanan bir bakış açısı ile ayetlere baktığımızda , bu konuşmanın nasıl gerçekleştiği sorusu önemini kaybedecektir. 

Bizler bu konuşmalardan , Allah (c.c) nin elçiler ve kitaplar aracılığı ile bize olan dünya hayatımızda yaptıklarımızın karşılığının Cennet veya Cehennem olarak karşılık görecek olmamız vaadinin, her iki taraf ehlinin konuşturulması üzerinden gerçek olduğunun beyan edilerek , daha hayatta olan bizler ,yani Cennet veya Cehennem adayları için , bu vaadin yalan olmadığı gösterilmektedir.

[007.046]  İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: «Selâm size!» diye seslenirler.
[007.047] Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: «Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma» derler.

Yazımızın ana konusunu teşkil eden bu ayette Cennet ve  Cehennem ehlinin arasındaki engel üzerinde bir takım adamlardan bahsedilerek , bunların daha cennete giremeyen fakat oraya girmeyi uman insanlar olduğu ve bunların cennet ehline seslendiklerini görmekteyiz. 

Tefsirlere baktığımızda , bu adamların kim olduklarına dair uzunca malumatların olduğunu görmekteyiz. Bu malumatların hepsinin ortak yönünün , anlatım içinde kalarak ayeti anlamaya yönelik yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. Biz bu yorumlara sebep olan bakış açısından farklı bir bakış açısı sergileyerek , bu adamların kim olduklarından ziyade sözlerini dikkate alan bir okumaya yapmaya çalışacağız. Kim oldukları üzerinde yorum yapmak gerekirse , bu yorumumuz da bizi ilgilendiren bir bakış açısı olacaktır.

Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki ; Kur'anın gaybi alem ve varlıklar için kullandığı dil "Teşbihi Dil" yani benzetme dilidir. Gaybi alana dahil olan bilgiler, bizim zihni kapasitemizin algılayamayacağı bir konuma sahip olduğu için , bu bilgiler bizim yaşadığımız hayat içinde sahip olduğumuz bilgilere benzetilerek anlatılır. Bu ayet ile ilgili anlatımın, benzetme kullanılarak yapılmış bir üslubu olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu benzetmeyi daha iyi anlamak için önce , konumuz olan ayetler ile bağlantısı olduğunu düşündüğümüz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasını okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

[057.012]  O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: «Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.» (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
[057.013]  Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir.
[057.014]  Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler de) derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı!
[057.015]  Bugün sizden ve inkar edenlerden fidye kabul edilmez; varacağınız yer ateştir, layığınız orasıdır; ne kötü bir dönüştür!

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda Cennet ve Cehennem için , nuzül dönemi insanının bilgileri dahilinde olan "Kale" şeklinde bir benzetme kullanıldığını görmekteyiz. İman edenlerin ebedi kalacakları yerin adı olan "Cennet" , "Kale" olarak bilinen , ve duvarlar ile çevrilerek dışarıdan gelecek olan herhangi bir tehlike için sığınılacak bir yer ve insanların rağbet ettiği korunaklı bir mekan olarak dünyada bilinen bir yapıya benzetilmiştir.

"Cehennem" ise , bu kalenin dışarısı için kullanılmış olup , kalenin dışında kalmanın , her türlü tehlikeye açık bir durum teşkil etmesi açısından , insanların rağbet etmeyeceği bir alan olarak bilinmesinden yola çıkılarak , kimsenin kalmak istemediği bu alana benzetilmiştir.

"Araf" kelimesi anlam olarak , yüksek mekanlara verilen isim olan "Urf" kelimesinin çoğuludur. 


Bu yüksek mekanı, kalenin düşmanları gözlemek için yapılmış olan yüksek kısımları ile ilişkilendirdiğimiz zaman , Araf s. 46. ayetinde anlatılan konu biraz daha aydınlanacaktır. Bu adamlar yüksek bir yerde olup kalenin içindekileri yani "Cennet Ehli" ni , kalenin dışında kalanları yani  "Cehennem Ehli" ni görmektedirler. Bize burada lazım olan taraf, bu adamların konuşmalarından çıkarılacak olan bize düşen hisse olmalıdır. 

[007.048]  A'raf ehli yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: «NE TOPLULUĞUNUZ , NE DE BÜYÜKLÜK TASLAMANIZ, size hiç bir yarar sağlamadı».

Araf ehlinin , kalenin dışında yani Cehennemde kalanlara söyledikleri söz dikkat çekicidir. Bu sözlerin bir benzerini yine Kur'anın diğer ayetlerinde görmekteyiz.Kendilerine verilmiş olan servet ve çokluk ile övünerek Allah'a isyan etmenin bedelinin Cehennem olacağını vaat eden ayetlerde, bu tiplerin akıbeti hatırlatılmaktadır.


[003.010]  İnkar edenlerin malları ve çocukları, Allah'a karşı onlara bir şey sağlamaz. İşte onlar ateşin yakıtlarıdır.
[003.116]  İnkar eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temellidirler.
[058.017]  Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
[060.003]  Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bir fayda veremezler. Allah onlarla sizi ayırır. Allah işlediklerinizi görendir.
[063.009] Ey inananlar! Sizi, mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır.

Bu ve benzeri bir çok ayet , inkar edenlerin yapmış olduklarına karşılık onlara cehennemi vaat etmektedir. Araf ehlinin sözleri işte bu vaadin gerçek olduğunun bir ifadesi ve inkarcıların inkarlarının sonucu olarak aldıkları karşılığı göstermektedir.

[007.049]  Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?»  «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» .

İnkar edenlerdeki gurur ve kibir onlarda, iman etmiş olanlara karşı aşağılamayı beraberinde getirmekteydi. 

[006.052-53] Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın.Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?
[038.008]  «Zikir (Kur'an), içimizden ona mı indirildi?» (dediler).Hayır, onlar benim zikrimden bir kuşku içindedirler. Hayır, onlar henüz benim azabımı tatmamışlardır.
[011.027]  Kavminden, ileri gelen inkarcılar: «Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizi yalancılar sanıyoruz» dedi.

Araf ehlinin bu hitabı , dünya hayatında iman edenlere karşı aşağılayıcı bir tavır takınarak onları hor ve hakir görenlerin görecekleri karşılığı bizlere göstermektedir. Aynı ayet içindeki "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz" ifadesinin , Araf ehli tarafından, cennet ehline söylendiği yönünde görüşler olup, bazı meallerin bu görüşler doğrultusunda  parantezler açılarak yapıldığını görmekteyiz. Bu görüşe katılmadığımızı baştan söyleyerek gerekçemizi şu şekilde ifade etmeye çalışalım ; 

Araf ehlinin bahsettiği kişiler zaten cennete girmiş olup ,"Cennet ehli" olarak nitelenmektedir. Bunlara yeniden "Girin cennete" demenin pek mantığı yoktur. O zaman bu hitap cennete henüz girmemiş olanlara yapılan bir hitap olmalıdır. 46. ayete geri dönecek olursak , o ayette "Araf ehli" olarak bahsedilenlerin henüz cennete girmediğini fakat umduğunu görmekteyiz. 49. ayette hazfedilmiş bir ibare olup , bu ibare araf ehline yapılmış bir hitaptır. Yani "Girin cennete" ifadesi araf ehline hitaben yapılmış , fakat bu hitabın onlara yapılmış olduğunu haber veren ibare hazf edilmiştir. Bu ayete takdir edilecek olan ibare "Araf ehline şöyle seslenilir" şeklinde olmalıdır.

[007.049]  Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?»  (Araf ehline şöyle seslenilir) «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» .

[007.050] Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır, derler.

Bu ayet sanki cennet ve cehennem ehlinin birbirleri ile komşu oldukları gibi bir izlenim uyandırmaktadır. Ancak diğer ayetlerdeki cennet ve cehennem ehlinin yediklerinden bahsedilmesini dikkate aldığımızda , cehennem ehline yiyecek olarak verilenlerin ne kadar iğrenç oldukları , cennet ehline verilen yiyeceklerin ne kadar güzel ve tatlı oldukları görüldüğünde , onların bu istekleri anlaşılacaktır.

[056.051-55]Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;Sonra onun üzerine kaynar sudan içicilersiniz. Artık kendisine bir hastalık arız olmuş devenin içişi gibi içicilersiniz.
[038.056]  Cehenneme girerler; ne kötü bir konaktır! İşte kaynar su ve irin; tatsınlar onu.

[056.016-21]  Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır. Hiç ölmeyecek genç hizmetçiler aralarında dolaşır, Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. Beğendikleri meyvalar,Canlarının çektiği kuş etleri,

Araf s. 50. ayetini , aynı surenin 32. ayetinin sonuç ayeti olarak nitelemek mümkündür. 

[007.032]  De ki: «Allah'ın kulları için yarattığı zineti ve temiz hoş rızıkları kim haram etmiş?» De ki: «Onlar, KIYAMET GÜNÜNDE SADECE KENDİLERİNE HAS OLMAK ÜZERE, dünya hayatında iman edenler içindir.» İşte bu şekilde ayetleri, ilim sahibi olanlar için ayrıntılarıyla açıklıyoruz.

32. ayette , Allah (c.c) nin kulları için yarattığı temiz rızıkların , kıyamet gününde sadece iman edenlere verileceği , bunun tersi olarak iman etmeyenlere ise bu temiz rızıkların onlara haram edileceği 50. ayette , cehennem ehlinin yalvarmalarından öğrenilmektedir.

Dünya hayatında iken hor ve hakir gördükleri insanlardan bir yudum su dilenmek , bir insanın düşebileceği en kötü durumlardan birisidir. Dünya hayatını yaşarken ellerinde her türlü serveti tutanların , etrafında dönün hizmetçiler onlara su götürebilmek için yarışırken , kıyamet gününde bir bardak suya muhtaç kalmak gurur ve kibrin, kişileri ne hale düşürdüğünü anlatması bakımından ibretli bir görüntüdür.

[007.051]  O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.

51. ayet onların bu hale düşmelerine neden olan durumu ifade etmektedir. Allah (c.c) nin dinini ciddiye almayarak, onu alay konusu edinenlerin kıyamet günü düşecekleri zavallı durum böyle haber verilmektedir. Allah (c.c) nin unutması gibi bir eksiklik mümkün olmadığına göre, burada bahsedilen unutma ifadesi , kafirlerin Allah'ın rahmetinden uzak bir hayat yaşamasını ifade etmektedir.

[007.052] Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.

Halbuki onlara yol gösterici ve rahmet olan kitaplar elçiler aracılığı ile gelmiş idi , fakat onlar bu kitaplara iman ederek , hayatlarını bu kitapların çerçevesinde yönlendirmeyi tercih etmeyip , başka kitaplar çerçevesinde hayatlarını yönlendirerek bu karşılığa hak kazandılar . Kitabın ilim üzere açıklanması , bu kelimenin zıddı olan cehalet kelimesini düşündüğümüzde anlaşılacaktır. Allah (c.c) nin kitap içinde bizlere beyan ettiği bilgilerin tamamı , insanın fıtri yapısına uygun olup , bunların hayata geçirilmesi neticesinde kişilerin dünya ve ahiret hayatları kurtulacaktır.


[007.053]  Onlar, onun te'vilinden başkasını mı bekliyorlar? Onun te'vilinin geldiği gün; daha önce onu unutmuş olanlar derler ki: Gerçekten Rabbımızın elçileri, bize hakkı getirmiştir. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki; şefaat etsin. Yahut geriye çevrilir miyiz ki, yapmış olduğumuzdan başkasını yapalım? Onlar gerçekten kendilerini hüsrana uğratmışlardır. Ve uydurageldikleri şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.

Şimdiye kadar inkarcıların kıyamet günü düşecekleri durumu haber veren ayetler , geri dönüş yaparak dünya hayatını yaşayan inkarcılara dönmekte ve iman etmek için illaki vaat edilen haberin gerçekleşmesini beklememelerini haber vermektedir. Çünkü vaat edilen gün geldiği zaman yapılan iman artık fayda etmeyecektir.

"Müşriklerin sünneti" olarak ifade edebileceğimiz , son anda iman etmek durumu kişiden kabul edilmeyen bir imandır. Firavunun boğulacağı anda yapmış olduğu iman , kendisinden kabul edilmeyerek , kafir olarak can vermiştir. Yine bir çok ayet , müşriklerin helak anında imana döndüğünü beyan ederek , bu imanın bir faydası olmadığı , yol yakın iken dönmenin daha karlı olduğu bildirilmektedir.

[021.012-14] Onlar bizim baskınımızı hissettiklerinde, oradan kaçmağa koyuluyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz! Vay bizlere: bizler cidden zalimler idik dediler
[040.084-85]Onlar bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: «Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik.» Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin kullarına olan cennet ve cehennem vaadinin hak olduğu , kıyamet gününden sahneler ile bizlere anlatılmakta, bu anlatımlar yapılırken teşbihi anlatım üslubu kullanılarak , insanların dünya hayatlarında sahip olduğu bilgiler kullanılmaktadır. 

Tarihte kullanılan , "Kale" adındaki yapılar insanlara güvenli bir hayat sunması bakımından, geçmiştekilerin sıkça kullandıkları yapılardır. İşte bu yapılar üzerinden  bir benzetme yapılarak , cennet adlı mekan kalenin içi , cehennem adlı mekan ise kalenin dışı, olarak tasvir edilmektedir. Kale teşbihine uygun olarak kalelerin en yüksek yerlerinde her iki tarafı gören insanların dilinden , biz dünyada yaşayan ve halen cennet veya cehenneme aday olan insanlara canlı örnekler sunulmaktadır.

Bizler çoğunlukla bu tür teşbihi anlatımlardaki mesajlara değil , anlatımlardaki aktörlere takılı kalmış bir okuma üzerinde gittiğimiz için maalesef çoğu zaman özü kaçıran yorumlarla vakit geçirmekteyiz. Araf ehlini kıyamet gününden şu ana taşıyarak, onlar üzerinden bize verilmek istenilen mesajı okumakta mümkündür.

"Araf ehli bir bakıma dünya hayatında olan , kitap ve elçi ile tanışmış olan herkestir" , diye bir tarif getirmek sanırım yanlış olmayacaktır. Çünkü bizler kitap ile muhatap olmuş insanlar olarak cenneti ve cehennemi gören ve onlardan birisine gitmeye aday bir duruma sahibiz. Aklı selim sahibi herkes , kendisine gösterilen biri iyi olan , diğeri kötü olan seçeneklerin , kötü olanını asla seçmez.  Araf ehli olarak bahsedilen kişilerin kendileri için iyi olanı seçen aklı selim sahibi kişilere örnek olarak okumak ta mümkündür.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Ocak 2016 Pazar

ARAF s. 127-137. Ayetleri : Rabbin Güzel Sözünün İsrailoğulları Üzerinde Tamamlanması

Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan örnekler vererek , gelecek hayatların bu örneklere göre şekillenmesini veya şekillenmeMEsini amaçlayan mesajlar  içermektedir. Bu bağlamda , Kur'anda en fazla yer tutan Musa (a.s) ın kıssası içindeki anlatımlar, bizlere önemli mesajlar vermektedir. Musa (a.s) kıssasının iki önemli aktörleri olan Firavun ve İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajlar, zalimlerin yıkımının mazlumlar eli ile  nasıl gerçekleştiğinin okunarak , bu okumaların gelecek hayatlara yansıtılmasını amaçlamaktadır. 

Bu yazımızda , Musa (a.s) kıssasının, sihirbazların imanı sonrası gelişen olaylar ile Firavun ordusunun boğulmasına kadar geçen sürecin anlatıldığı Araf s. 127-137. ayetlerinin , bizlere dönük nasıl bir mesaj taşıyabileceğini okumaya çalışacağız.

Ayetleri okumaya önce son ayetten başlayarak sonuç ayeti okuyup , sonra başa dönerek o sonuca nasıl varıldığını okumaya çalışacağız. 

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Araf s. 137. ayetinde , Allah (c.c) nin İsrailoğullarına daha önceden vermiş olduğu sözün gerçekleştiği , Firavun ve ordusunun helak edildiği haber verilmektedir. İsrailoğullarını bu başarıya , Firavun ve ordusunu bu helaka götüren sürecin sonucunun anlatıldığı bu ayeti anlamak için , 127. ayetten başlayan bir bağlam dahilinde okuma yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına ne gibi bir söz verdiğini Kasas s. 4. ve 6. ayetlerinde şöyle görmekteyiz ;

 [028.004-6] Çünkü Firavun, o yerde baş kaldırmış ve halkını fırka fırka edip arkasına takmıştı; onlardan bir grubu ezmek istiyor; oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını hayatta bırakıyordu. O kesinlikle fesadçılardandı.Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım.Ve onlara arzda (yeryüzünde) hakimiyet verip Firavun, Haman ve ordularına korktukları şeyi, onların vasıtasıyla gösterelim.

Allah (c.c) nin , "Müstaz'af" olarak nitelediği İsrailoğullarına vermek istediği lütuf , dünya yüzünde yaşayan ve yaşayacak olan bütün müstaz'aflar için geçerli bir yasa yani "Sünnetullah" tır. Bu lütfun gerçekleşme şekli , merhum Akif'in dediği gibi "Gökten ordu ordu melek indirmek" şeklinde değil, mücadele ve sabrın sonunda gerçekleştiği , yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğulları üzerinden anlatılmaktadır.

Öncesi Araf s. 103. ayetten başlayan bu kıssanın 127. ayetine kadar olan bölümünü kısaca şöyle özetleyebiliriz ; Kendisine verilen ayetlerle Firavunun karşısına çıkan Musa ve Harun (a.s) , Firavuna göstermiş olduğu ayetlere rağmen ona, ondan istediklerini kabul ettiremez. "Sihirbaz"  olarak yaftalanan Musa (a.s) ın karşısına ülkenin en mahir sihirbazları çıkarılarak onunla müsabakaya girişirler, bunun sonucunda sihirbazlar mağlup olur neticede , Firavun sihirbazları Musa ve Harun'un Rabbine canlarını ortaya koyarak iman ettiklerini ilan ederler.

Bu olaydan sonra Firavun, yenilginin vermiş olduğu hırsla daha da sertleşir ve yeni bir soykırıma girişerek zulmünü daha da artırır. 

[007.127]  Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»

Firavun "onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz" derken, kullanılan kelime Allah (c.c) nin esmasına dahil olan bir "Kahhar" kelimesidir. Firavunun kendisi için böyle bir kelime kullanmış olması , onun Allah'tan rol çalmaya kalkan sahte ilahlık iddiasının  getirdiği bir sözdür. Onun sonu, kendisini herkesin üzerinde gören ve ilahlığa soyunmaya kalkanlar için bir ibret mesabesindedir.

Ayrıca Firavunun melesinin "yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi" sözleri dikkat çekicidir. Her iki taraf birbiri için aynı şeyi düşünmektedir. Musa (a.s) Firavunun fesatçı olduğunu , Firavun Musa (a.s) ın fesatçı olduğunu iddia etmektedir. Bu ihtilafın sebebi , herkesin baktığı yerden kendisini haklı görmesine dayanmaktadır. Ancak Musa (a.s) ın baktığı yer, Allah (c.c) nin "Bak" dediği yer olduğu ve iman eden birisinin onun dediği yerden bakması gerektiği için doğru olan iddia onun iddiasıdır. 

[007.128]  Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü muhakkak ki Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar ve akıbet müttakilerindir.

Firavunun İsrailoğulları üzerinde zulmünü yoğunlaştırmasına karşın , Musa (a.s) önderliğinde örgütlenen İsrailoğulları, Firavun zulmüne karşı koymak için seferberliğe girişir. Bu seferberliğin ana hatları 128. ayet içinde çizilmektedir. Allah (c.c) nin salih kullarını arz üzerinde mirasçı kılmasına giden yol , bu kulların bu uğurda mücadele etmesi sonucunda olup , "Kullarından dilediğini" ifadesi bunu anlatmaktadır. "Dilemek" fiilinin geçtiği hiç bir yerde, Allah (c.c) için keyfi bir davranışı ifade etmediğini hatırlatarak , bu fiilin kulların iradelerini kullanmaları yönünde işlediğini ifade edelim.    

Musa (a.s) ın İsrailoğullarına "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin" şeklindeki sözleri , iman edenler için evrensel bir mücadele yönetimidir. 

[002.153]  Ey iman edenler! Sabır ve salat ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

Bakara s. 153. ayetinde de aynı türden bir emir görmekteyiz. "Salat" kelimesi burada namazı değil , Allah (c.c) nin yardım sünnetinin işlemesi için gerekli olan amelleri ifade eden bir kavramdır (namazı ret ediyor anlamında bunu söylemediğimizi hatırlatmak isteriz).

"Sabır" hiç bir yerde elini kolunu bağlayarak oturmayı ifade eden bir kavram değildir. Zorluklara mücadele ederek göğüs germenin adı olan bu kavramın, özellikle salat ile birlikte anılmış olması , İsrailoğullarının elde ettiği başarının anahtarı ve nasıl hayata geçirildiği yönünden okunarak bizim de hayatımız için bir anahtar kavram olmalıdır.

[010.087] Musa ve kardeşine: «Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble edinin, salatı ikame edin» diye vahyettik, «İnananlara müjdele.»

Yunus s. 87. ayeti , Araf s. 128. ayetinin paralelinde bir ayet olarak , bu mücadelenin nasıl şekillenmesini gerektiğini beyan etmektedir. Bu ayet ile ilgili müstakil bir yazımız olduğu için burada buna değinmeyeceğiz,  verdiğimiz yazı linki bu ayet ile ilgili daha önce bir okuma yapmaya çalıştığımız yazının adresidir.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/10/yunus-s-87-ayeti-ve-firavunlarla.html

[007.129]  Dediler ki: Sen, bize gelmezden önce de, geldikten sonra da eziyyet edildik. Dedi ki: Rabbınızın, düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine getirmesi umulur. Ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır.

Bir mücadele içinde, "Çürük elma" olarak tabir edilebilecek olan, rahatına düşkün bir takım insanlar illaki olacaktır. Önemli olan bu çürük elmaların, diğer elmalara zarar vermesini önleyebilmektir. Musa (a.s) ın örnek örnek bir önder olarak , böyle bir yönetim tarzını gösterdiğini görmekteyiz. Onun , çürük elmaları hepten çöpe atmaktansa o elmaları rehabilite ederek , yeniden mücadeleye kazandırma yolunu seçtiğini görmekteyiz. Eziyetten kurtulma yolu , eziyet edenlere galebe çalmaktan geçtiğine ve bu galebenin eziyet görenler tarafından gerçekleşeceğinin evrensel bir yasa olduğuna göre , halinden şikayet edenlerin bir kenara çekilme hakları asla yoktur.

[007.130]  And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
[007.131]Onlara bir iyilik geldiği zaman «Bu bizim için» dediler; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
[007.132] Ve dediler ki: «Bizi sihirlemek için ne ayet getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.»
[007.133]Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir kavim oldular.

Bu ayetleri , Enam s. 42-45 ve Araf s. 94-101. ayetlerinin ışığında okunduğunda daha kolay anlaşılacaktır. 

[006.042-45] Andolsun, senden önceki ümmetlere (elçiler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk  ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorluğumuz geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici  gösterdi. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır.

[007.094-101] Biz hiçbir ülkeye bir nebi göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık. Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Artık onlar; Allah'ın düzeninden emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.  İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle damgalar.

Enam ve Araf surelerinden verdiğimiz ayetler , başına gelenlerden ibret almayarak küfürde ısrar eden insanların, başlarına gelen akıbeti bizlere beyan etmektedir. Firavun ve kavmi, başlarına gelenden ders çıkarmayıp küfür ve inkarda ısrar ederek, helakı hak eden yaşamış bir topluluk gözümüzün önünde durmaktadır.


[007.134]  Azab başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz» dediler.
[007.135]  Onların erişecekleri bir süreye kadar azabı üzerlerinden kaldırınca; bir de bakarsın, onlar sözlerinden cayıyorlardı.

Başlarına gelen bela ve musibetler için Musa (a.s) dan yardım isteyecek kadar nankör ve yüzsüz olan bu topluluk , başlarında bu sıkıntı gidince eski haline dönerek , fesada devam etmektedir. Aynı durumu Zuhruf suresi ayetlerinde şöyle görmekteyiz. 

[043.046-50]  Andolsun biz Musa'yı da ayetlerimizle Firavun'a ve melesine gönderdik: «Ben alemlerin Rabbinin elçisiyim» dedi.Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Ve onlara âyetten bir şey gösterir olmadık ki, illâ o, diğerlerinden daha büyük idi. Ve onları azab ile yakaladık, belki onlar geri dönerler.«Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim» dediler.Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.

[007.136]  Biz de âyetlerimizi tekzib ettikleri ve onlara kulak asmadıkları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk

Firavun ve ordusunun uğradığı bu son , yaratılmış bir kul statüsüne sahip olanların , bir kısmının ilahlığa soyunmaları , diğer bir kısmının bu sahte ilahlara kul olmaları sonucunda dünya hayatında uğrayacakları değişmez bir yasayı bizlere anlatmaktadır. Bizler bu tür kıssaları okurken sonuç kısmının gerçek hayatta meydana gelip gelmediği üzerinde tartışmalar yapıp maalesef özden uzaklaşan mekanik ve hayata dair bir sözü olmayan okumalar yapmaktayız. 

Halbuki kavimleri böyle bir sona götüren sebeplerin , şu anda bizim yaşadığımız hayatlarda olup olmadığı yönünde okumalar yapılmış olsa, anlatılan kıssalar geçmişte kalmaktan çıkarak , yaşanan ve yaşanacak olan hayata dair mesajlar olarak karşımıza çıkacaktır.

Kıssalar ve sonu helak ile biten olayları okurken , tarihsel bir anlatım olması veya içindeki anlatımların gerçek olup olmadığının tartışılmasından çok , yapılan anlatımların bize dönük mesajlarının okunmaya çalışılmasının , daha doğru bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , hayatlarında Allah (c.c) nin söz hakkı olan konularda başkalarını yetkili kılmak şeklinde ortaya çıkan evrensel bir hastalık olan "Şirk" in , toplumları ne hale getirdiğinin canlı ve yaşanmış örneklerini oluşturmaktadır.

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Sihirbazların imanı sonrasında başlayan yeni bir zulüm furyası karşısında kalan İsrailoğulları, yıllar süren mücadele sonunda denizin karşı kıyısına geçerek bu zulümden kurtulmuşlardır. Bu ayet içinde beyan edilen sonuca nasıl ulaşmak , Araf s. 128 ve Yunus s. 87. ayetinde daha teferruatlı bir şekilde belirtilen mücadele kurallarının hayata geçirilmesi sonucunda olmuştur. Kıssayı masal tadında okumak , bizleri böyle bir mücadelenin vaki olduğuna dair bir tefekkür yapmamıza engel olacaktır. 

Sihirbazların imanı ile denizin öte yakasına geçilen zaman arasının, yıllar ile ifade edilen bir zaman aralığı olduğu beyan edilmektedir. Bu zaman aralığı içinde soykırıma tabi tutulan İsrailoğullarının elini kolunu bağlayarak oturmadığı bu soykırıma karşı koymak için her türlü mücadeleye giriştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

"Sabır" - "Salat" - "Kıble" gibi kavramlar üzerine oturtulmuş olan mücadelenin anlaşılabilmesi , sadece o kıssayı okumak ile değil , o kıssa içinde geçen Kur'an kavramlarının hayat içinde ifade ettiği anlamların Kur'an bütünlüğü içinde okunması ile birlikte gerçekleştiğinde anlaşılacaktır. 

Bu kavramlar, başı dara düşen insanların hangi konuda başları dara düştü ise , o sıkıntıdan kurtulmak için gerekli olan çıkış yollarını denemeleri gerektiğini ifade eden kavramlardır. Hasta olan bir insanın, tedavi ile ilgili yolları denemesi onun sabır ve salat etmesini , borçlu olan bir insanın , borçtan kurtulmak için yaptığı çalışma onun sabır ve salat etmesini , ezilen insanların ezilmekten kurtulmak için yaptığı çalışmalar, onların sabır ve salat etmesini ifade etmektedir. 

"Müstekbir" (Büyüklenenler) ve "Müstaz'af" ( Zayıflatılanlar) kavramları , insanlık tarihinin en önemli iki kavramıdır. Tarihin , bu kavramların alanı içine girenlerin birbirleri ile  olan mücadelesinden ibaret olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.

Tarih boyunca gelen elçiler müstekbirlere karşı müstaz'afların yanında yer alarak, onlarla mücadele yöntemini canlı bir örnek olarak bizlere öğretmişlerdir. Onların bu öğretileri Kur'an içinde, "Kıssa" olarak yer alarak bizlere de örneklik olarak ulaşmıştır.

 [030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
[012.110] Nihayet o resuller ümitsizliğe düşüp kesinlikle yalanladıklarını sandıkları sırada, onlara yardımımız gelmiştir. Böylece dilediğimiz kurtarılmıştır. Suçlular güruhundan ise baskınımız asla geri çevrilmeyecektir.
[040.051] Hiç şüphesiz biz resullerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da, şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün de elbette yardım edeceğiz.

Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Allah (c.c) nin Resullerine ve onlara iman edenlere yardım etmesine dair verdiği bir sözü görmekteyiz. Aynı söz Musa (a.s) ve İsrailoğulları içinde geçerli olup , bu sözün nasıl yerine geldiği Musa (a.s) kıssasında görülmektedir. Allah (c.c) nin yardım sözü , hiç bir zaman bizim yerimize onun ve meleklerin savaşması şeklinde gerçekleşmemiştir. Bu zan doğru bir düşünce olmayıp , Müslümanlar olarak bugünkü zelil durumumuz bu tür düşüncelerin bir sonucudur. 

Kur'an bütün elçi kıssalarında gerçekleşen yardım vaadinin, mücadelesiz bir şekilde, pısırık bir halde gökten meleklerin inmesini bekleyenlere geldiği görülmemiştir. Yıllarca süren mücadeleler sonucunda bu yardım hak edilmiş ve bu yardımın gerçekleşme şekli kıyamete kadarda böyle olacaktır.

Maide s. 3 ayetindeki "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım" cümlesi ile ,Araf s. 137. ayetindeki "Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu" cümlesini , Musa(a.s) kıssasının , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar açısından okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kendilerine inen elçi kıssalarındaki özellikle Musa (a.s) kıssasındaki mücadele örneğini, yaşadıkları hayat içinde pratize eder bir şekilde okumak sureti ile Mekkenin fethine yani nihai sonuca ulaşmışlardır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , nihai hedefleri olan Mekkenin fethedilmesine giden yola , kendilerinden önceki elçi kıssalarında anlatılan mücadele örneğini takip ederek ulaşmışlardır. 

Musa (a.s) için nihai hedef olan İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtulmak için izlediği yol , Muhammed (a.s) için nihai hedef olan Mekkenin fethi için gerekli olan mücadele yöntemini belirlemiştir. Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , bu kıssayı masal tadında değil , hedefe giden yolda öncekilerin mücadele yönteminin izlenmesi gerektiği şeklinde okuyarak zafere ulaşmışlardır.

[006.034]  Senden önce nice resuller yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki resulllerin haberi sana da geldi.

Enam s. 34. ayetini Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okumaya çalışırsak ; 


Allah (c.c) nin sözünün değişmeyeceğini çok iyi bilen iman edenler , bu sözün nasıl yerine geleceğini ve geldiğini , kendilerine gelen "Resul haberleri" yolu ile yani, "Kıssalar" ile öğrenmişler ve başarıya giden yolun "Sabır ve Salat" ile yoğrulmuş bir hayattan geçtiğini okumuşlardır. Bu ayeti aynı göz ile okuyanlar , tarihin hangi zamanında veya mekanında olurlarsa olsunlar , Rabbin değişmez sözü gereğince başarıya ulaşacaklardır.

Bu gün bu ve benzeri ayetleri bizim gözümüzle okumaya çalışırsak ;

Musa (a.s) ın asası asla yılan olmaz çünkü Sünnetullah değişmez , deniz asla yarılmaz olsa olsa med cezir sonucu olmuştur , salat namazmı dır değilmi dir , namazsa kaç vakit , kaç rekat abdestlimi abdestsizmi kılınacak , Allah gökten melekleri indirip Bedir de nasıl savaştırdı , sarıkları ne renkti , uçları kaç cm sarkıktı v.s gibi bitmek tükenmez geleneksel ve modernist hurafeler ile yapılan okumalar sonucu elde var kocaman bir sıfır. 


Mısır da Firavun zulmüne mücadele ile karşı koyan İsrailoğulları , Sünnetullah gereği yardıma mazhar olarak zulümden kurtulmuşlardır. Denizin karşısına geçtikten sonra bu zulmü unutan aynı İsrailoğulları, Maide s. 20. ve 26. ayetler arasında anlatılan bir olayda, bu yasayı unutarak Musa (a.s) a "Sen ve Rabbin gidin ikiniz savaşın bir burada oturacağız" diyerek isyan etmişler , neticede Sünnetullah yasaları bu sefer onlar aleyhlerine işleyerek,  yıllarca süren bir başıboşluğa düşürülmüşlerdir. 

Allah (c.c) nin yardım sünnetinin , belirli bir kavim üzerine has olarak işlemeyip, sünnetin gereğini yerine getirenler üzerinde işlediğini, İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda açık ve net olarak görmekteyiz. Yardım sünnetinin gereğini yerine getiren İsrailoğulları , denizin karşı kıyısında bu sünnetin gereğini yerine getirmeyerek bozguna uğramışlar , aynı İsrailoğulları Medine de Müslümanlara karşı yanlışlar yaparak bu sünnetin Müslümanlar üzerinde işlemesine sebep olmuşlardır.

Sonuç olarak ; Bizlere yaşanmış olan geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , içinde bulunduğumuz durumlardan nasıl kurtulabileceğimizi kıssalar yolu ile öğreten Rabbimiz , müstekbirlerden kurtulma yolunu da göstermiştir. Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler , bu kurtuluşun işaret taşlarını bizlere göstermektedir. "Sünnetullah" adı verilen yasalar tarih boyunca nasıl işledi ise, bundan sonra da kıyamete değin aynı kurallara bağlı olarak işleyecektir.

Allah (c.c) nin müstaz'aflara olan güzel sözünün tamamlanma şartı , onların elini kolunu bağlayıp oturması şekilde değil , canlarını ortaya koyarak müstekbirlere karşı mücadele etmeleri ile tamamlanacaktır. Musa (a.s) kıssasını bu gözle okuyan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Mekkenin fethine giden yolu bu şekilde bulmuşlardır. Aynı ayetler bugünde Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okunmayı beklemektedir.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.