17 Ocak 2016 Pazar

ARAF s. 127-137. Ayetleri : Rabbin Güzel Sözünün İsrailoğulları Üzerinde Tamamlanması

Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan örnekler vererek , gelecek hayatların bu örneklere göre şekillenmesini veya şekillenmeMEsini amaçlayan mesajlar  içermektedir. Bu bağlamda , Kur'anda en fazla yer tutan Musa (a.s) ın kıssası içindeki anlatımlar, bizlere önemli mesajlar vermektedir. Musa (a.s) kıssasının iki önemli aktörleri olan Firavun ve İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajlar, zalimlerin yıkımının mazlumlar eli ile  nasıl gerçekleştiğinin okunarak , bu okumaların gelecek hayatlara yansıtılmasını amaçlamaktadır. 

Bu yazımızda , Musa (a.s) kıssasının, sihirbazların imanı sonrası gelişen olaylar ile Firavun ordusunun boğulmasına kadar geçen sürecin anlatıldığı Araf s. 127-137. ayetlerinin , bizlere dönük nasıl bir mesaj taşıyabileceğini okumaya çalışacağız.

Ayetleri okumaya önce son ayetten başlayarak sonuç ayeti okuyup , sonra başa dönerek o sonuca nasıl varıldığını okumaya çalışacağız. 

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Araf s. 137. ayetinde , Allah (c.c) nin İsrailoğullarına daha önceden vermiş olduğu sözün gerçekleştiği , Firavun ve ordusunun helak edildiği haber verilmektedir. İsrailoğullarını bu başarıya , Firavun ve ordusunu bu helaka götüren sürecin sonucunun anlatıldığı bu ayeti anlamak için , 127. ayetten başlayan bir bağlam dahilinde okuma yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına ne gibi bir söz verdiğini Kasas s. 4. ve 6. ayetlerinde şöyle görmekteyiz ;

 [028.004-6] Çünkü Firavun, o yerde baş kaldırmış ve halkını fırka fırka edip arkasına takmıştı; onlardan bir grubu ezmek istiyor; oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını hayatta bırakıyordu. O kesinlikle fesadçılardandı.Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım.Ve onlara arzda (yeryüzünde) hakimiyet verip Firavun, Haman ve ordularına korktukları şeyi, onların vasıtasıyla gösterelim.

Allah (c.c) nin , "Müstaz'af" olarak nitelediği İsrailoğullarına vermek istediği lütuf , dünya yüzünde yaşayan ve yaşayacak olan bütün müstaz'aflar için geçerli bir yasa yani "Sünnetullah" tır. Bu lütfun gerçekleşme şekli , merhum Akif'in dediği gibi "Gökten ordu ordu melek indirmek" şeklinde değil, mücadele ve sabrın sonunda gerçekleştiği , yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğulları üzerinden anlatılmaktadır.

Öncesi Araf s. 103. ayetten başlayan bu kıssanın 127. ayetine kadar olan bölümünü kısaca şöyle özetleyebiliriz ; Kendisine verilen ayetlerle Firavunun karşısına çıkan Musa ve Harun (a.s) , Firavuna göstermiş olduğu ayetlere rağmen ona, ondan istediklerini kabul ettiremez. "Sihirbaz"  olarak yaftalanan Musa (a.s) ın karşısına ülkenin en mahir sihirbazları çıkarılarak onunla müsabakaya girişirler, bunun sonucunda sihirbazlar mağlup olur neticede , Firavun sihirbazları Musa ve Harun'un Rabbine canlarını ortaya koyarak iman ettiklerini ilan ederler.

Bu olaydan sonra Firavun, yenilginin vermiş olduğu hırsla daha da sertleşir ve yeni bir soykırıma girişerek zulmünü daha da artırır. 

[007.127]  Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»

Firavun "onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz" derken, kullanılan kelime Allah (c.c) nin esmasına dahil olan bir "Kahhar" kelimesidir. Firavunun kendisi için böyle bir kelime kullanmış olması , onun Allah'tan rol çalmaya kalkan sahte ilahlık iddiasının  getirdiği bir sözdür. Onun sonu, kendisini herkesin üzerinde gören ve ilahlığa soyunmaya kalkanlar için bir ibret mesabesindedir.

Ayrıca Firavunun melesinin "yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi" sözleri dikkat çekicidir. Her iki taraf birbiri için aynı şeyi düşünmektedir. Musa (a.s) Firavunun fesatçı olduğunu , Firavun Musa (a.s) ın fesatçı olduğunu iddia etmektedir. Bu ihtilafın sebebi , herkesin baktığı yerden kendisini haklı görmesine dayanmaktadır. Ancak Musa (a.s) ın baktığı yer, Allah (c.c) nin "Bak" dediği yer olduğu ve iman eden birisinin onun dediği yerden bakması gerektiği için doğru olan iddia onun iddiasıdır. 

[007.128]  Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü muhakkak ki Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar ve akıbet müttakilerindir.

Firavunun İsrailoğulları üzerinde zulmünü yoğunlaştırmasına karşın , Musa (a.s) önderliğinde örgütlenen İsrailoğulları, Firavun zulmüne karşı koymak için seferberliğe girişir. Bu seferberliğin ana hatları 128. ayet içinde çizilmektedir. Allah (c.c) nin salih kullarını arz üzerinde mirasçı kılmasına giden yol , bu kulların bu uğurda mücadele etmesi sonucunda olup , "Kullarından dilediğini" ifadesi bunu anlatmaktadır. "Dilemek" fiilinin geçtiği hiç bir yerde, Allah (c.c) için keyfi bir davranışı ifade etmediğini hatırlatarak , bu fiilin kulların iradelerini kullanmaları yönünde işlediğini ifade edelim.    

Musa (a.s) ın İsrailoğullarına "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin" şeklindeki sözleri , iman edenler için evrensel bir mücadele yönetimidir. 

[002.153]  Ey iman edenler! Sabır ve salat ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

Bakara s. 153. ayetinde de aynı türden bir emir görmekteyiz. "Salat" kelimesi burada namazı değil , Allah (c.c) nin yardım sünnetinin işlemesi için gerekli olan amelleri ifade eden bir kavramdır (namazı ret ediyor anlamında bunu söylemediğimizi hatırlatmak isteriz).

"Sabır" hiç bir yerde elini kolunu bağlayarak oturmayı ifade eden bir kavram değildir. Zorluklara mücadele ederek göğüs germenin adı olan bu kavramın, özellikle salat ile birlikte anılmış olması , İsrailoğullarının elde ettiği başarının anahtarı ve nasıl hayata geçirildiği yönünden okunarak bizim de hayatımız için bir anahtar kavram olmalıdır.

[010.087] Musa ve kardeşine: «Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble edinin, salatı ikame edin» diye vahyettik, «İnananlara müjdele.»

Yunus s. 87. ayeti , Araf s. 128. ayetinin paralelinde bir ayet olarak , bu mücadelenin nasıl şekillenmesini gerektiğini beyan etmektedir. Bu ayet ile ilgili müstakil bir yazımız olduğu için burada buna değinmeyeceğiz,  verdiğimiz yazı linki bu ayet ile ilgili daha önce bir okuma yapmaya çalıştığımız yazının adresidir.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/10/yunus-s-87-ayeti-ve-firavunlarla.html

[007.129]  Dediler ki: Sen, bize gelmezden önce de, geldikten sonra da eziyyet edildik. Dedi ki: Rabbınızın, düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine getirmesi umulur. Ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır.

Bir mücadele içinde, "Çürük elma" olarak tabir edilebilecek olan, rahatına düşkün bir takım insanlar illaki olacaktır. Önemli olan bu çürük elmaların, diğer elmalara zarar vermesini önleyebilmektir. Musa (a.s) ın örnek örnek bir önder olarak , böyle bir yönetim tarzını gösterdiğini görmekteyiz. Onun , çürük elmaları hepten çöpe atmaktansa o elmaları rehabilite ederek , yeniden mücadeleye kazandırma yolunu seçtiğini görmekteyiz. Eziyetten kurtulma yolu , eziyet edenlere galebe çalmaktan geçtiğine ve bu galebenin eziyet görenler tarafından gerçekleşeceğinin evrensel bir yasa olduğuna göre , halinden şikayet edenlerin bir kenara çekilme hakları asla yoktur.

[007.130]  And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
[007.131]Onlara bir iyilik geldiği zaman «Bu bizim için» dediler; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
[007.132] Ve dediler ki: «Bizi sihirlemek için ne ayet getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.»
[007.133]Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir kavim oldular.

Bu ayetleri , Enam s. 42-45 ve Araf s. 94-101. ayetlerinin ışığında okunduğunda daha kolay anlaşılacaktır. 

[006.042-45] Andolsun, senden önceki ümmetlere (elçiler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk  ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorluğumuz geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici  gösterdi. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır.

[007.094-101] Biz hiçbir ülkeye bir nebi göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık. Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Artık onlar; Allah'ın düzeninden emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.  İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle damgalar.

Enam ve Araf surelerinden verdiğimiz ayetler , başına gelenlerden ibret almayarak küfürde ısrar eden insanların, başlarına gelen akıbeti bizlere beyan etmektedir. Firavun ve kavmi, başlarına gelenden ders çıkarmayıp küfür ve inkarda ısrar ederek, helakı hak eden yaşamış bir topluluk gözümüzün önünde durmaktadır.


[007.134]  Azab başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz» dediler.
[007.135]  Onların erişecekleri bir süreye kadar azabı üzerlerinden kaldırınca; bir de bakarsın, onlar sözlerinden cayıyorlardı.

Başlarına gelen bela ve musibetler için Musa (a.s) dan yardım isteyecek kadar nankör ve yüzsüz olan bu topluluk , başlarında bu sıkıntı gidince eski haline dönerek , fesada devam etmektedir. Aynı durumu Zuhruf suresi ayetlerinde şöyle görmekteyiz. 

[043.046-50]  Andolsun biz Musa'yı da ayetlerimizle Firavun'a ve melesine gönderdik: «Ben alemlerin Rabbinin elçisiyim» dedi.Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Ve onlara âyetten bir şey gösterir olmadık ki, illâ o, diğerlerinden daha büyük idi. Ve onları azab ile yakaladık, belki onlar geri dönerler.«Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim» dediler.Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.

[007.136]  Biz de âyetlerimizi tekzib ettikleri ve onlara kulak asmadıkları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk

Firavun ve ordusunun uğradığı bu son , yaratılmış bir kul statüsüne sahip olanların , bir kısmının ilahlığa soyunmaları , diğer bir kısmının bu sahte ilahlara kul olmaları sonucunda dünya hayatında uğrayacakları değişmez bir yasayı bizlere anlatmaktadır. Bizler bu tür kıssaları okurken sonuç kısmının gerçek hayatta meydana gelip gelmediği üzerinde tartışmalar yapıp maalesef özden uzaklaşan mekanik ve hayata dair bir sözü olmayan okumalar yapmaktayız. 

Halbuki kavimleri böyle bir sona götüren sebeplerin , şu anda bizim yaşadığımız hayatlarda olup olmadığı yönünde okumalar yapılmış olsa, anlatılan kıssalar geçmişte kalmaktan çıkarak , yaşanan ve yaşanacak olan hayata dair mesajlar olarak karşımıza çıkacaktır.

Kıssalar ve sonu helak ile biten olayları okurken , tarihsel bir anlatım olması veya içindeki anlatımların gerçek olup olmadığının tartışılmasından çok , yapılan anlatımların bize dönük mesajlarının okunmaya çalışılmasının , daha doğru bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , hayatlarında Allah (c.c) nin söz hakkı olan konularda başkalarını yetkili kılmak şeklinde ortaya çıkan evrensel bir hastalık olan "Şirk" in , toplumları ne hale getirdiğinin canlı ve yaşanmış örneklerini oluşturmaktadır.

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Sihirbazların imanı sonrasında başlayan yeni bir zulüm furyası karşısında kalan İsrailoğulları, yıllar süren mücadele sonunda denizin karşı kıyısına geçerek bu zulümden kurtulmuşlardır. Bu ayet içinde beyan edilen sonuca nasıl ulaşmak , Araf s. 128 ve Yunus s. 87. ayetinde daha teferruatlı bir şekilde belirtilen mücadele kurallarının hayata geçirilmesi sonucunda olmuştur. Kıssayı masal tadında okumak , bizleri böyle bir mücadelenin vaki olduğuna dair bir tefekkür yapmamıza engel olacaktır. 

Sihirbazların imanı ile denizin öte yakasına geçilen zaman arasının, yıllar ile ifade edilen bir zaman aralığı olduğu beyan edilmektedir. Bu zaman aralığı içinde soykırıma tabi tutulan İsrailoğullarının elini kolunu bağlayarak oturmadığı bu soykırıma karşı koymak için her türlü mücadeleye giriştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

"Sabır" - "Salat" - "Kıble" gibi kavramlar üzerine oturtulmuş olan mücadelenin anlaşılabilmesi , sadece o kıssayı okumak ile değil , o kıssa içinde geçen Kur'an kavramlarının hayat içinde ifade ettiği anlamların Kur'an bütünlüğü içinde okunması ile birlikte gerçekleştiğinde anlaşılacaktır. 

Bu kavramlar, başı dara düşen insanların hangi konuda başları dara düştü ise , o sıkıntıdan kurtulmak için gerekli olan çıkış yollarını denemeleri gerektiğini ifade eden kavramlardır. Hasta olan bir insanın, tedavi ile ilgili yolları denemesi onun sabır ve salat etmesini , borçlu olan bir insanın , borçtan kurtulmak için yaptığı çalışma onun sabır ve salat etmesini , ezilen insanların ezilmekten kurtulmak için yaptığı çalışmalar, onların sabır ve salat etmesini ifade etmektedir. 

"Müstekbir" (Büyüklenenler) ve "Müstaz'af" ( Zayıflatılanlar) kavramları , insanlık tarihinin en önemli iki kavramıdır. Tarihin , bu kavramların alanı içine girenlerin birbirleri ile  olan mücadelesinden ibaret olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.

Tarih boyunca gelen elçiler müstekbirlere karşı müstaz'afların yanında yer alarak, onlarla mücadele yöntemini canlı bir örnek olarak bizlere öğretmişlerdir. Onların bu öğretileri Kur'an içinde, "Kıssa" olarak yer alarak bizlere de örneklik olarak ulaşmıştır.

 [030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
[012.110] Nihayet o resuller ümitsizliğe düşüp kesinlikle yalanladıklarını sandıkları sırada, onlara yardımımız gelmiştir. Böylece dilediğimiz kurtarılmıştır. Suçlular güruhundan ise baskınımız asla geri çevrilmeyecektir.
[040.051] Hiç şüphesiz biz resullerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da, şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün de elbette yardım edeceğiz.

Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Allah (c.c) nin Resullerine ve onlara iman edenlere yardım etmesine dair verdiği bir sözü görmekteyiz. Aynı söz Musa (a.s) ve İsrailoğulları içinde geçerli olup , bu sözün nasıl yerine geldiği Musa (a.s) kıssasında görülmektedir. Allah (c.c) nin yardım sözü , hiç bir zaman bizim yerimize onun ve meleklerin savaşması şeklinde gerçekleşmemiştir. Bu zan doğru bir düşünce olmayıp , Müslümanlar olarak bugünkü zelil durumumuz bu tür düşüncelerin bir sonucudur. 

Kur'an bütün elçi kıssalarında gerçekleşen yardım vaadinin, mücadelesiz bir şekilde, pısırık bir halde gökten meleklerin inmesini bekleyenlere geldiği görülmemiştir. Yıllarca süren mücadeleler sonucunda bu yardım hak edilmiş ve bu yardımın gerçekleşme şekli kıyamete kadarda böyle olacaktır.

Maide s. 3 ayetindeki "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım" cümlesi ile ,Araf s. 137. ayetindeki "Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu" cümlesini , Musa(a.s) kıssasının , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar açısından okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kendilerine inen elçi kıssalarındaki özellikle Musa (a.s) kıssasındaki mücadele örneğini, yaşadıkları hayat içinde pratize eder bir şekilde okumak sureti ile Mekkenin fethine yani nihai sonuca ulaşmışlardır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , nihai hedefleri olan Mekkenin fethedilmesine giden yola , kendilerinden önceki elçi kıssalarında anlatılan mücadele örneğini takip ederek ulaşmışlardır. 

Musa (a.s) için nihai hedef olan İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtulmak için izlediği yol , Muhammed (a.s) için nihai hedef olan Mekkenin fethi için gerekli olan mücadele yöntemini belirlemiştir. Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , bu kıssayı masal tadında değil , hedefe giden yolda öncekilerin mücadele yönteminin izlenmesi gerektiği şeklinde okuyarak zafere ulaşmışlardır.

[006.034]  Senden önce nice resuller yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki resulllerin haberi sana da geldi.

Enam s. 34. ayetini Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okumaya çalışırsak ; 


Allah (c.c) nin sözünün değişmeyeceğini çok iyi bilen iman edenler , bu sözün nasıl yerine geleceğini ve geldiğini , kendilerine gelen "Resul haberleri" yolu ile yani, "Kıssalar" ile öğrenmişler ve başarıya giden yolun "Sabır ve Salat" ile yoğrulmuş bir hayattan geçtiğini okumuşlardır. Bu ayeti aynı göz ile okuyanlar , tarihin hangi zamanında veya mekanında olurlarsa olsunlar , Rabbin değişmez sözü gereğince başarıya ulaşacaklardır.

Bu gün bu ve benzeri ayetleri bizim gözümüzle okumaya çalışırsak ;

Musa (a.s) ın asası asla yılan olmaz çünkü Sünnetullah değişmez , deniz asla yarılmaz olsa olsa med cezir sonucu olmuştur , salat namazmı dır değilmi dir , namazsa kaç vakit , kaç rekat abdestlimi abdestsizmi kılınacak , Allah gökten melekleri indirip Bedir de nasıl savaştırdı , sarıkları ne renkti , uçları kaç cm sarkıktı v.s gibi bitmek tükenmez geleneksel ve modernist hurafeler ile yapılan okumalar sonucu elde var kocaman bir sıfır. 


Mısır da Firavun zulmüne mücadele ile karşı koyan İsrailoğulları , Sünnetullah gereği yardıma mazhar olarak zulümden kurtulmuşlardır. Denizin karşısına geçtikten sonra bu zulmü unutan aynı İsrailoğulları, Maide s. 20. ve 26. ayetler arasında anlatılan bir olayda, bu yasayı unutarak Musa (a.s) a "Sen ve Rabbin gidin ikiniz savaşın bir burada oturacağız" diyerek isyan etmişler , neticede Sünnetullah yasaları bu sefer onlar aleyhlerine işleyerek,  yıllarca süren bir başıboşluğa düşürülmüşlerdir. 

Allah (c.c) nin yardım sünnetinin , belirli bir kavim üzerine has olarak işlemeyip, sünnetin gereğini yerine getirenler üzerinde işlediğini, İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda açık ve net olarak görmekteyiz. Yardım sünnetinin gereğini yerine getiren İsrailoğulları , denizin karşı kıyısında bu sünnetin gereğini yerine getirmeyerek bozguna uğramışlar , aynı İsrailoğulları Medine de Müslümanlara karşı yanlışlar yaparak bu sünnetin Müslümanlar üzerinde işlemesine sebep olmuşlardır.

Sonuç olarak ; Bizlere yaşanmış olan geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , içinde bulunduğumuz durumlardan nasıl kurtulabileceğimizi kıssalar yolu ile öğreten Rabbimiz , müstekbirlerden kurtulma yolunu da göstermiştir. Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler , bu kurtuluşun işaret taşlarını bizlere göstermektedir. "Sünnetullah" adı verilen yasalar tarih boyunca nasıl işledi ise, bundan sonra da kıyamete değin aynı kurallara bağlı olarak işleyecektir.

Allah (c.c) nin müstaz'aflara olan güzel sözünün tamamlanma şartı , onların elini kolunu bağlayıp oturması şekilde değil , canlarını ortaya koyarak müstekbirlere karşı mücadele etmeleri ile tamamlanacaktır. Musa (a.s) kıssasını bu gözle okuyan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Mekkenin fethine giden yolu bu şekilde bulmuşlardır. Aynı ayetler bugünde Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okunmayı beklemektedir.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder