kim ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kim ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2016 Pazar

Enfal s. 48. Ayetinde Müşrikleri Savaşmaya Teşvik Eden Şeytan Kim ?

Şeytan , insanları kıyamete kadar yanlışa sevk ederek onların ayaklarının cennetten kaymasına sebep olacak her türlü sapmanın ve saptırıcının sembol isim olarak Kur'an'da yerini almış önemli bir kavramdır. Bir çok ayet , Şeytan'ın bize düşman olduğunu , ondan sakınmamız gerektiğini öğütlemekte, ona uyanların akıbetinin ise cehennem olduğunu haber vermektedir. 

Şeytan kavramı ilk olarak Adem kıssasında karşımıza çıkmakta, ve bu kavram "İblis" adında temsili bir şahsiyet üzerinden canlandırılarak , Adem'in şahsında tüm insanlara nasıl zarar vereceği, görsel bir anlatım yolu ile bizlere, çeşitli surelerdeki ayetlerde gösterilmektedir. 

[015.039]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Kur'an'da gördüğümüz tüm müşrik ve kafir karakterleri , Şeytan tarafından azdırılmanın yaşanan hayatlar da nasıl gerçekleştiğine dair verilen canlı örneklerdir. Bizler o karakterlerin yaptıkları üzerinden cehennemin yolunu öğrenerek , bu yola girmemeyi öğrenmekteyiz.

[004.120]  Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

[007.016-7] «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»

[020.120] [ Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Bedir savaşı bilindiği üzere Medine de, Müslümanlar ve Mekke müşrikleri arasında geçen bir savaştır. Bu savaş sadece belirli bir zaman ve mekanda yapılmış kahramanlık destanı olarak değil , Allah (c.c) nin yer yüzüne koyduğu toplumsal yasaların nasıl işlediğine dair bilgiler de içermektedir. Müslümanların karşısındaki müşrik ordusunun hangi saikle Müslümanlara saldırdığı , Enfal s. 48. ayetinde anlatılmaktadır.

Şeytan bu savaşta Müslümanların karşısındaki ordunun , Müslümanlara saldırmasını onlara güzel göstermek sureti ile onların bozguna uğramasına sebep olmakta , onun gerçek bir dost olmadığı, bizlere bu şekilde anlatılmaktadır.


[008.048] Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, «Bu gün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: «Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah'dan korkarım. Ayrıca Allah'ın azabı çok çetindir.»

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında , ayet içinde zikri geçen Şeytan'ın, müşrik ordusu içinde olan Süraka Bin Malik adlı kişi olduğu , İblis'in onun kılığına girerek bu sözleri söylediğine dair yorumları görmekteyiz. Adı geçen kişinin müşrikleri savaşa teşvik ettiği yönündeki rivayetler de doğruluk payı olması muhtemeldir. Ancak ayette bahsedilen Şeytan ile bu kişinin kast edildiği yorumlarına, ve İblis'in bu kişinin kılığına girdiği düşüncelerine katılmadığımızı ifade etmek istiyoruz. 

Bizim düşüncemiz , ayetin belirli bir kişiden bahsetmediği yönünde olup , belirli bir kişiden bahsedildiği yönündeki düşüncelerle bu ayeti yorumlamanın , Şeytan kavramının evrensel bir kavram olmasına ve Kur'an bütünlüğüne gölge düşüreceği yönündedir. 

[007.014-15] Bana, (insanların)  dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Buyurdu ki: Sen mühlet verilmişlerdensin.

[015.036]  Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

[038.079] Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

Şeytana kıyamete kadar müsaade edilmiş olması , bu kavramın insan ile iç içe bir kavram olmasından dolayıdır. İnsanlar hayatta olduğu süre içinde onların yapmış olduğu bir takım kötülükler mutlaka olacak , ve bu kötülükler "Şeytan" kavramı ile sembolize edilerek , yaptığı kötülüğün onu nereye götürdüğünü bilecektir. 

Kur'an, "Şeytan" adı ile ontolojik mahiyeti olan bir varlığı göstermek yerine , onu kavramlaştırarak evrensel sembol haline getirmiştir. Bu kavramın sembol haline getirilerek anlatılması, muhatapların kendilerine verilmek istenen mesajı daha kolay anlamasına yöneliktir.  

Enfal s. 48. ayetinde geçen Şeytan'ın belirli bir kişi olarak değil , bu kavram ile ilgili ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek yorumlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

Şeytan ile ilgili ayetlerin önemli noktası , onun insana kötülükleri süslediği ve güzel gösterdiği , onlara cazip gelecek şeyler fısıldadığı , insana istediğini yaptırdıktan sonra onu terk ederek onu yarı yolda bırakarak gerçek bir dost olmadığı yönündedir. 

[059.016] Şeytanın durumu gibi; hani o, insana; küfret, deyip de küfredince; doğrusu ben senden uzağım, çünkü ben; alemlerin Rabbı Allah'tan korkarım, demişti.

Enfal s. 48. ayeti ile Haşr s. 16. ayeti birlikte okunduğunda , Şeytan'ın insana istediğini yaptırdıktan sonra onu nasıl yalnız bıraktığı , gerçek bir dost'ta olması gereken en önemli haslet olan , iyi günde de kötü günde de yanında olma erdemini göstermediği yönünde bizlere bilgi verilerek , hesap gününde ona uyanlara karşı nasıl davranacağı, İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır. 

[014.022]  İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir gücüm yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

[016.099-100]  Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.

Enfal s. 48 ve Haşr s. 16. ayetlerinde verilmek istenilen mesaj görsel bir anlatım tarzı şeklinde bizlere sunulmaktadır. Bir insanın dost olarak bildiği kimse , onu hiç bir zaman yanlış bir yola sevk etmez . Eğer bir kimse arkadaşını yarı yolda bırakıyor ve onu satıyor ise , o kimse asla gerçek bir dost olamaz. 

Bu gerçek üzerinden Şeytan'ın insana asla dost olmadığı , kendisini dost edinenleri yarı yolda bıraktığı , insanın dosta ihtiyacı olduğu günde ise onu yapayalnız nasıl bırakacağı İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır.

[020.120] Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Şeytan'ın Adem kıssasında ontolojik mahiyeti olan İblis adında bir varlık olarak tasvir edilmiş olması ve cennetten onu çıkarmasına vesile olan sözleri söylerken karşısına gözle görünür bir kimse gibi çıktığının anlatılması , olayın görsel bir hale sokularak anlatılmasının sonucudur. 

Şeytan Adem'in karşısına gözle görünür bir kimse olarak değil , Adem'in yasaklanan ağaca yaklaşmak için kendisine haklı bir gerekçe sunmasının, içinden geçirdiklerinin bir ifadesi olarak, Şeytan'ın ağzından çıkan sözler şeklinde bizlere sunulmaktadır. Yani her insan aslında kendisinin Şeytanı olup , "Vesvese"  kelimesi ile ifade edilen akla gelen kötü düşünceler , temsili bir olay üzerinden bizlere aktarılmaktadır. 

Enfal s. 48. ayetinde anlatılan olay , müşrik ordusunun tamamının içinden geçen vesvesenin , Şeytan üzerinden dile getirilmiş bir ifadesidir. Olayın Adem kıssası ile benzerliğini kuracak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Müşrik ordusu , Müslüman ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu kendilerine vesvese yolu yani kötü düşünceler ile vermektedir. Müslüman ordusu ise müşrik ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu Allah (c.c) den almaktadır. Allah (c.c) nin Müslüman ordusunu Melek ile desteklemiş olmasının keyfiyeti, "Melek - Şeytan" zıtlığını düşündüğümüzde daha net ortaya çıkacaktır. 

Melek , insanın içine doğan iyi düşüncelerin kaynağı iken (Melek kavramını sadece bu anlamda düşünmediğimizi hatırlatmak isteriz), Şeytan , insanın içine doğan kötü düşüncelerin kaynağıdır. Melek kavramı iyilik ve güzelliği ifade ederken , Şeytan kavramı ise kötülük ve çirkinliği ifade etmektedir. 

Bedir savaşında karşılaşan iki ordudan Müslüman tarafın yardımcısı Allah ve Melekler olurken , Müşrik tarafın sözde yardımcısı Şeytandır. Müşrik tarafın sözde yardımcısı olan Şeytan, orduya değil yardım edebilmek , gerisin geri tabanları yağlayıp kaçtığı ifade edilerek onun gerçek bir dost olmadığı haber verilirken , Müslüman tarafın yardımcısı olan Allah ve Melekler , Müslüman ordusunun arkasında sonuna kadar durarak onların galip gelmesini sağlamışlardır. 

[017.064] «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.

Enfal s. 48. ayeti , Şeytan'ın gerçek hayat içinde , iman etmeyenler üzerinde nasıl bir işlevi olduğunu göstermektedir. İsra s. 64. ayeti , Şeytan'ın vaadinin insanları aldatmak üzerine olduğunu beyan ederken , Enfal s. 48. ayeti , bu vaadin insanları nasıl aldattığını , müşriklerin Bedir de uğradıkları bozgun üzerinden canlı bir örneğini vermektedir.

Sonuç olarak : Kur'an'ın rivayetler ile değil kendisi ile anlaşılması doğrultusunda bir çalışma örneğini , Enfal s. 48. ayette bahsedilen Şeytan'ın, rivayetlerde müşrik ordusundan bir kişi olduğu yönündeki yorumların , bu kavramın evrensel olarak anlaşılmasına mani olduğunu düşünmekteyiz. Halbuki bu kavram, tarihte yaşanmış bir olay üzerinden tüm zamanlarda meydana gelmesi muhtemel olan insanın ayağının cennetten nasıl kayabileceğini, Bedir de yaşanmış bir örnek üzerinden bizlere göstermektedir. 

Adem kıssasında temsili bir şahsiyet olarak gördüğümüz İblis'in , "Şeytan" olarak kavramsallaştırılmasından sonra , bu kavramın insanların hayatında  nasıl işlev gösterdiği , canlı örnekleri ile anlatılarak , ondan sakınma yolları gösterilmiştir. 

Bizler bu kavramın ontolojik mahiyetinin olup olmadığından çok , işlevi üzerinden anlama çalışmaları yaptığımız zaman , bu kavramın bizim hayatımızda nasıl yer bulduğu daha net anlaşılacak , ve korunma yolları aranacaktır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Ocak 2016 Salı

ARAF s. 46. Ayeti : Araf Üzerindeki Adamlar Kim ?

Kur'anın herhangi bir konu ile ilgili bilgi verirken kullandığı metotlardan birisi, olayı görsel bir hale sokarak anlatmasıdır. Bizler bu yol ile anlatılan ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajı okumaya çalışarak , hisse almaya yönelik okumalar gerçekleştirmek gereğini çoğu zaman unutarak , yapılan anlatımın içinde kalan bir okuma yaparak , verilmek istenilen mesajı çoğu zaman ıskalayabiliyoruz.

Yazımıza başlık olarak aldığımız ayetin , böyle bir okumaya tabi tutularak verilmek istenilen mesajı okumaya yönelik olmaktan çok , o ayet içinde bahsedilen kişilerin kim olduklarına dair yapılan tartışmaların yoğunlaştığı bir okuma yöntemi ile anlaşılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Biz bu ayeti, "Bize dönük nasıl bir mesaj içermektedir?" sorusunun cevabına yönelik bir okuma yapmaya çalışacağız.

Konumuz olan ayetin , Araf s. 35. ve 53. ayetler arasındaki bir bağlam dahilinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

[007.035]  Ey Âdem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak resuller gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[007.036]  Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.

Bu ayette , Allah (c.c) bizlere bütün elçileri ile yaptığı ortak bir çağrıyı hatırlatmaktadır , ne var ki bu ayet farklı bir bakış açısı üzerinden okunarak , resullerin devam edip etmediği noktasındaki tartışmalara kurban edilmeye çalışılmaktadır. Konumuz resullüğün devam edip etmemesi olmadığı için bu konuya burada değinmeyeceğiz. 

[007.037]  Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.

Allah (c.c) , Ademoğullarına göndermiş olduğu elçilerini ve onlarla birlikte göndermiş olduğu ayetleri inkara dayalı bir hayat sürenleri "Zalim" olarak niteleyerek , bunların akıbetlerinin "Kitap" ta yani "Levhi Mahfuz" olarak ta bildiğimiz Allah (c.c) nin ilminde belirlenmiş olduğunu , ve bu belirlenen hükme göre onlara yer ayrılacağını beyan etmektedir. Zalimlerin can vermeleri anında artık elleri kolları bağlanır bir hale düşerek ölüme teslim oldukları yine görsel bir anlatım tarzı ile anlatılmaktadır.

[007.038]  (Allah onlara) «Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem ateşine girin!» dedi. Cehenneme giren her ümmet kendi  kardeşine lanet etti. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında dediler ki: «Rabbimiz ! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver». Allah dedi ki: «Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz».
[007.039]  Öncekiler sonrakilere, «Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktu, kazandığınıza karşılık azabı tadın» derler.

Cehennem ehlinin birbirlerini yemelerini tasvir eden bu ayetlerin benzerlerini, başka surelerde de görmekteyiz.

[007.040]  Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.
[007.041]Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız.

"Gök kapılarının açılmaması", inkar edenlerin Allah (c.c) tarafından bir rahmete erişemeyeceklerini ifade eden bir deyimdir. Deve veya halat'ın iğne deliğinden geçmesinin imkansız olduğundan hareketle , bu kişilerin cennete girebilmeleri , deve veya halat eğer iğne deliğinden geçerse onlar da o zaman cennete girebilir denilmektedir , yani bizdeki deyimler ile örnekleyecek olursak , "Kırmızı kar yağarsa" veya "Çıkmaz ayın son çarşambası" gibi.

[007.042]  İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar - ki biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz işte onlar cennet ehlidir ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
[007.043]  Onların içlerinde kin namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır, altlarından ırmaklar akar. Onlar: «Hamdolsun bizi buna eriştiren Allah'a. O, bize doğru yolu göstermeseydi, bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamız mümkün değildi. Gerçekten Rabbimizin resulleri bize gerçeği getirdiler!» demektedirler. Onlara: «İşte bu gördüğünüz, yaptığınız iyi işler karşılığında mirasçısı olduğunuz cennettir.» diye seslenilmektedir.

35. ayete dönecek olursak , elçi ve kitaplar ile gelen hakikatı kabul eden bir hayat sürenlerin , ahiretteki karşılıklarının ebedi cennetler olduğu bildirilmektedir. 35. ve 43.ayetler arasını özetleyecek olursak , elçi ve kitaplar ile gelen hakikate uygun bir hayat sürmeyenler ile sürenlerin alacakları karşılıklar bu ayetlerde bildirilmektedir.

[007.044] Cennet ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. «Evet!» derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır.
[007.045]  Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zalimlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.

Ayetleri ilk okuyuşta , Cennet ve Cehennem ehlinin birbirleri ile olan konuşmalarının nasıl gerçekleştiği düşünülebilir. Ayetler , sanki iki komşunun birbiri ile olan konuşması gibi bir çağrışım yapmaktadır. Biz konuşmanın nasıllığına değil , o konuşmanın içeriğine odaklanan bir bakış açısı ile ayetlere baktığımızda , bu konuşmanın nasıl gerçekleştiği sorusu önemini kaybedecektir. 

Bizler bu konuşmalardan , Allah (c.c) nin elçiler ve kitaplar aracılığı ile bize olan dünya hayatımızda yaptıklarımızın karşılığının Cennet veya Cehennem olarak karşılık görecek olmamız vaadinin, her iki taraf ehlinin konuşturulması üzerinden gerçek olduğunun beyan edilerek , daha hayatta olan bizler ,yani Cennet veya Cehennem adayları için , bu vaadin yalan olmadığı gösterilmektedir.

[007.046]  İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: «Selâm size!» diye seslenirler.
[007.047] Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince: «Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma» derler.

Yazımızın ana konusunu teşkil eden bu ayette Cennet ve  Cehennem ehlinin arasındaki engel üzerinde bir takım adamlardan bahsedilerek , bunların daha cennete giremeyen fakat oraya girmeyi uman insanlar olduğu ve bunların cennet ehline seslendiklerini görmekteyiz. 

Tefsirlere baktığımızda , bu adamların kim olduklarına dair uzunca malumatların olduğunu görmekteyiz. Bu malumatların hepsinin ortak yönünün , anlatım içinde kalarak ayeti anlamaya yönelik yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. Biz bu yorumlara sebep olan bakış açısından farklı bir bakış açısı sergileyerek , bu adamların kim olduklarından ziyade sözlerini dikkate alan bir okumaya yapmaya çalışacağız. Kim oldukları üzerinde yorum yapmak gerekirse , bu yorumumuz da bizi ilgilendiren bir bakış açısı olacaktır.

Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki ; Kur'anın gaybi alem ve varlıklar için kullandığı dil "Teşbihi Dil" yani benzetme dilidir. Gaybi alana dahil olan bilgiler, bizim zihni kapasitemizin algılayamayacağı bir konuma sahip olduğu için , bu bilgiler bizim yaşadığımız hayat içinde sahip olduğumuz bilgilere benzetilerek anlatılır. Bu ayet ile ilgili anlatımın, benzetme kullanılarak yapılmış bir üslubu olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu benzetmeyi daha iyi anlamak için önce , konumuz olan ayetler ile bağlantısı olduğunu düşündüğümüz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasını okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

[057.012]  O gün mümin erkeklerle, mümin kadınları önlerinden ve sağ taraflarından nurları koşarken göreceksin: «Bu gün müjdeniz altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İçlerinde ebedi olarak kalacaksınız.» (denir). İşte büyük kurtuluş budur!
[057.013]  Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir.
[057.014]  Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler de) derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı!
[057.015]  Bugün sizden ve inkar edenlerden fidye kabul edilmez; varacağınız yer ateştir, layığınız orasıdır; ne kötü bir dönüştür!

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda Cennet ve Cehennem için , nuzül dönemi insanının bilgileri dahilinde olan "Kale" şeklinde bir benzetme kullanıldığını görmekteyiz. İman edenlerin ebedi kalacakları yerin adı olan "Cennet" , "Kale" olarak bilinen , ve duvarlar ile çevrilerek dışarıdan gelecek olan herhangi bir tehlike için sığınılacak bir yer ve insanların rağbet ettiği korunaklı bir mekan olarak dünyada bilinen bir yapıya benzetilmiştir.

"Cehennem" ise , bu kalenin dışarısı için kullanılmış olup , kalenin dışında kalmanın , her türlü tehlikeye açık bir durum teşkil etmesi açısından , insanların rağbet etmeyeceği bir alan olarak bilinmesinden yola çıkılarak , kimsenin kalmak istemediği bu alana benzetilmiştir.

"Araf" kelimesi anlam olarak , yüksek mekanlara verilen isim olan "Urf" kelimesinin çoğuludur. 


Bu yüksek mekanı, kalenin düşmanları gözlemek için yapılmış olan yüksek kısımları ile ilişkilendirdiğimiz zaman , Araf s. 46. ayetinde anlatılan konu biraz daha aydınlanacaktır. Bu adamlar yüksek bir yerde olup kalenin içindekileri yani "Cennet Ehli" ni , kalenin dışında kalanları yani  "Cehennem Ehli" ni görmektedirler. Bize burada lazım olan taraf, bu adamların konuşmalarından çıkarılacak olan bize düşen hisse olmalıdır. 

[007.048]  A'raf ehli yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: «NE TOPLULUĞUNUZ , NE DE BÜYÜKLÜK TASLAMANIZ, size hiç bir yarar sağlamadı».

Araf ehlinin , kalenin dışında yani Cehennemde kalanlara söyledikleri söz dikkat çekicidir. Bu sözlerin bir benzerini yine Kur'anın diğer ayetlerinde görmekteyiz.Kendilerine verilmiş olan servet ve çokluk ile övünerek Allah'a isyan etmenin bedelinin Cehennem olacağını vaat eden ayetlerde, bu tiplerin akıbeti hatırlatılmaktadır.


[003.010]  İnkar edenlerin malları ve çocukları, Allah'a karşı onlara bir şey sağlamaz. İşte onlar ateşin yakıtlarıdır.
[003.116]  İnkar eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temellidirler.
[058.017]  Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
[060.003]  Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bir fayda veremezler. Allah onlarla sizi ayırır. Allah işlediklerinizi görendir.
[063.009] Ey inananlar! Sizi, mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır.

Bu ve benzeri bir çok ayet , inkar edenlerin yapmış olduklarına karşılık onlara cehennemi vaat etmektedir. Araf ehlinin sözleri işte bu vaadin gerçek olduğunun bir ifadesi ve inkarcıların inkarlarının sonucu olarak aldıkları karşılığı göstermektedir.

[007.049]  Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?»  «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» .

İnkar edenlerdeki gurur ve kibir onlarda, iman etmiş olanlara karşı aşağılamayı beraberinde getirmekteydi. 

[006.052-53] Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın.Böylece, «Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?» demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?
[038.008]  «Zikir (Kur'an), içimizden ona mı indirildi?» (dediler).Hayır, onlar benim zikrimden bir kuşku içindedirler. Hayır, onlar henüz benim azabımı tatmamışlardır.
[011.027]  Kavminden, ileri gelen inkarcılar: «Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizi yalancılar sanıyoruz» dedi.

Araf ehlinin bu hitabı , dünya hayatında iman edenlere karşı aşağılayıcı bir tavır takınarak onları hor ve hakir görenlerin görecekleri karşılığı bizlere göstermektedir. Aynı ayet içindeki "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz" ifadesinin , Araf ehli tarafından, cennet ehline söylendiği yönünde görüşler olup, bazı meallerin bu görüşler doğrultusunda  parantezler açılarak yapıldığını görmekteyiz. Bu görüşe katılmadığımızı baştan söyleyerek gerekçemizi şu şekilde ifade etmeye çalışalım ; 

Araf ehlinin bahsettiği kişiler zaten cennete girmiş olup ,"Cennet ehli" olarak nitelenmektedir. Bunlara yeniden "Girin cennete" demenin pek mantığı yoktur. O zaman bu hitap cennete henüz girmemiş olanlara yapılan bir hitap olmalıdır. 46. ayete geri dönecek olursak , o ayette "Araf ehli" olarak bahsedilenlerin henüz cennete girmediğini fakat umduğunu görmekteyiz. 49. ayette hazfedilmiş bir ibare olup , bu ibare araf ehline yapılmış bir hitaptır. Yani "Girin cennete" ifadesi araf ehline hitaben yapılmış , fakat bu hitabın onlara yapılmış olduğunu haber veren ibare hazf edilmiştir. Bu ayete takdir edilecek olan ibare "Araf ehline şöyle seslenilir" şeklinde olmalıdır.

[007.049]  Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?»  (Araf ehline şöyle seslenilir) «Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz» .

[007.050] Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır, derler.

Bu ayet sanki cennet ve cehennem ehlinin birbirleri ile komşu oldukları gibi bir izlenim uyandırmaktadır. Ancak diğer ayetlerdeki cennet ve cehennem ehlinin yediklerinden bahsedilmesini dikkate aldığımızda , cehennem ehline yiyecek olarak verilenlerin ne kadar iğrenç oldukları , cennet ehline verilen yiyeceklerin ne kadar güzel ve tatlı oldukları görüldüğünde , onların bu istekleri anlaşılacaktır.

[056.051-55]Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;Sonra onun üzerine kaynar sudan içicilersiniz. Artık kendisine bir hastalık arız olmuş devenin içişi gibi içicilersiniz.
[038.056]  Cehenneme girerler; ne kötü bir konaktır! İşte kaynar su ve irin; tatsınlar onu.

[056.016-21]  Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır. Hiç ölmeyecek genç hizmetçiler aralarında dolaşır, Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. Beğendikleri meyvalar,Canlarının çektiği kuş etleri,

Araf s. 50. ayetini , aynı surenin 32. ayetinin sonuç ayeti olarak nitelemek mümkündür. 

[007.032]  De ki: «Allah'ın kulları için yarattığı zineti ve temiz hoş rızıkları kim haram etmiş?» De ki: «Onlar, KIYAMET GÜNÜNDE SADECE KENDİLERİNE HAS OLMAK ÜZERE, dünya hayatında iman edenler içindir.» İşte bu şekilde ayetleri, ilim sahibi olanlar için ayrıntılarıyla açıklıyoruz.

32. ayette , Allah (c.c) nin kulları için yarattığı temiz rızıkların , kıyamet gününde sadece iman edenlere verileceği , bunun tersi olarak iman etmeyenlere ise bu temiz rızıkların onlara haram edileceği 50. ayette , cehennem ehlinin yalvarmalarından öğrenilmektedir.

Dünya hayatında iken hor ve hakir gördükleri insanlardan bir yudum su dilenmek , bir insanın düşebileceği en kötü durumlardan birisidir. Dünya hayatını yaşarken ellerinde her türlü serveti tutanların , etrafında dönün hizmetçiler onlara su götürebilmek için yarışırken , kıyamet gününde bir bardak suya muhtaç kalmak gurur ve kibrin, kişileri ne hale düşürdüğünü anlatması bakımından ibretli bir görüntüdür.

[007.051]  O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.

51. ayet onların bu hale düşmelerine neden olan durumu ifade etmektedir. Allah (c.c) nin dinini ciddiye almayarak, onu alay konusu edinenlerin kıyamet günü düşecekleri zavallı durum böyle haber verilmektedir. Allah (c.c) nin unutması gibi bir eksiklik mümkün olmadığına göre, burada bahsedilen unutma ifadesi , kafirlerin Allah'ın rahmetinden uzak bir hayat yaşamasını ifade etmektedir.

[007.052] Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.

Halbuki onlara yol gösterici ve rahmet olan kitaplar elçiler aracılığı ile gelmiş idi , fakat onlar bu kitaplara iman ederek , hayatlarını bu kitapların çerçevesinde yönlendirmeyi tercih etmeyip , başka kitaplar çerçevesinde hayatlarını yönlendirerek bu karşılığa hak kazandılar . Kitabın ilim üzere açıklanması , bu kelimenin zıddı olan cehalet kelimesini düşündüğümüzde anlaşılacaktır. Allah (c.c) nin kitap içinde bizlere beyan ettiği bilgilerin tamamı , insanın fıtri yapısına uygun olup , bunların hayata geçirilmesi neticesinde kişilerin dünya ve ahiret hayatları kurtulacaktır.


[007.053]  Onlar, onun te'vilinden başkasını mı bekliyorlar? Onun te'vilinin geldiği gün; daha önce onu unutmuş olanlar derler ki: Gerçekten Rabbımızın elçileri, bize hakkı getirmiştir. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki; şefaat etsin. Yahut geriye çevrilir miyiz ki, yapmış olduğumuzdan başkasını yapalım? Onlar gerçekten kendilerini hüsrana uğratmışlardır. Ve uydurageldikleri şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur.

Şimdiye kadar inkarcıların kıyamet günü düşecekleri durumu haber veren ayetler , geri dönüş yaparak dünya hayatını yaşayan inkarcılara dönmekte ve iman etmek için illaki vaat edilen haberin gerçekleşmesini beklememelerini haber vermektedir. Çünkü vaat edilen gün geldiği zaman yapılan iman artık fayda etmeyecektir.

"Müşriklerin sünneti" olarak ifade edebileceğimiz , son anda iman etmek durumu kişiden kabul edilmeyen bir imandır. Firavunun boğulacağı anda yapmış olduğu iman , kendisinden kabul edilmeyerek , kafir olarak can vermiştir. Yine bir çok ayet , müşriklerin helak anında imana döndüğünü beyan ederek , bu imanın bir faydası olmadığı , yol yakın iken dönmenin daha karlı olduğu bildirilmektedir.

[021.012-14] Onlar bizim baskınımızı hissettiklerinde, oradan kaçmağa koyuluyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz! Vay bizlere: bizler cidden zalimler idik dediler
[040.084-85]Onlar bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: «Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik.» Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin kullarına olan cennet ve cehennem vaadinin hak olduğu , kıyamet gününden sahneler ile bizlere anlatılmakta, bu anlatımlar yapılırken teşbihi anlatım üslubu kullanılarak , insanların dünya hayatlarında sahip olduğu bilgiler kullanılmaktadır. 

Tarihte kullanılan , "Kale" adındaki yapılar insanlara güvenli bir hayat sunması bakımından, geçmiştekilerin sıkça kullandıkları yapılardır. İşte bu yapılar üzerinden  bir benzetme yapılarak , cennet adlı mekan kalenin içi , cehennem adlı mekan ise kalenin dışı, olarak tasvir edilmektedir. Kale teşbihine uygun olarak kalelerin en yüksek yerlerinde her iki tarafı gören insanların dilinden , biz dünyada yaşayan ve halen cennet veya cehenneme aday olan insanlara canlı örnekler sunulmaktadır.

Bizler çoğunlukla bu tür teşbihi anlatımlardaki mesajlara değil , anlatımlardaki aktörlere takılı kalmış bir okuma üzerinde gittiğimiz için maalesef çoğu zaman özü kaçıran yorumlarla vakit geçirmekteyiz. Araf ehlini kıyamet gününden şu ana taşıyarak, onlar üzerinden bize verilmek istenilen mesajı okumakta mümkündür.

"Araf ehli bir bakıma dünya hayatında olan , kitap ve elçi ile tanışmış olan herkestir" , diye bir tarif getirmek sanırım yanlış olmayacaktır. Çünkü bizler kitap ile muhatap olmuş insanlar olarak cenneti ve cehennemi gören ve onlardan birisine gitmeye aday bir duruma sahibiz. Aklı selim sahibi herkes , kendisine gösterilen biri iyi olan , diğeri kötü olan seçeneklerin , kötü olanını asla seçmez.  Araf ehli olarak bahsedilen kişilerin kendileri için iyi olanı seçen aklı selim sahibi kişilere örnek olarak okumak ta mümkündür.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Ağustos 2015 Pazar

Bizim Peygamberimiz Kim ?

Biz Müslümanların yapmış olduğu en önemli hatalardan birisi , Peygamberler arasında ayrım yapmaktır. Bu cümleyi okuyan birisi hemen , " Sen ne demek istiyorsun kardeşim bizim amentümüz de bütün peygamberlere iman etme esası var bizde bütün peygamberlere iman ediyoruz" diyerek itiraz edecektir. Amentümüz de "Bütün peygamberlere iman" esası vardır , ancak bu iman esası "Bizim peygamberimiz" deyiminin dilimizde yerleşmiş olduğundan hareketle i fiiliyatta pek dikkate alınmadığını söylemek istiyoruz. 

"Bizim Peygamberimiz" deyimi, biz Müslümanlar tarafından Muhammed (a.s) için kullanılır ve bu ifadenin arka planında , bilmeyerek te olsa Peygamberler arasında bir ayrım yapmak yatmaktadır. Bu deyimi kullanan birisine şunu sorabiliriz ; Muhammed (a.s) şayet bizim peygamberimiz ise , İsa , Musa (a.s) ve diğerleri bizim Peygamberimiz değil mi ? . 

Peygamberler arasında ayırım yapma hastalığının temelinde , Hıristiyanların İsa (a.s) a karşı aşırı bir sevgi besleyerek onu ilahlık makamına yükseltmelerinin yattığını düşünmekteyiz. "Peygamberleri yarıştırma hastalığı" diyebileceğimiz bu durum, Hıristiyanların İsa sı varsa bizimde Muhammedimiz var diyerek ortaya çıkmış ve Hıristiyanların İsa (a.s) ı sahiplenmelerine karşın Müslümanların  Muhammed (a.s) ı sahiplenmeleri ve ona aşırı bir değer yüklemeleri neticesinde bu günlere gelinmiştir. 

Bizim Peygamberimiz Kim ? .

[002.136]  Biz; Allah'a, bize indirilmiş olana, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub 'a, ve torunlarına indirilmiş olanlara, Musa'ya, İsa'ya verilenlere, peygamberlere Rabbları tarafından verilmiş olanlara iman ettik. Onların hiçbirinin arasını diğerinden ayırmayız. Biz ona teslim olmuşlardanız, deyin.

[002.285]  Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. «Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.» dediler.

[003.084]  De ki; Allah 'a, bize indirilen kitaba; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilen ilahi mesajlara; Musa'ya, İsa'ya ne diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilenlere inandık; onlar arasında ayırım yapmayız, biz O'na teslim olmuşuz;

[004.150]  Doğrusu Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, bir kısmına inanır, bir kısmını da inkar ederiz, diyerek bu ikisinin arasında yol tutmak isteyenler;
[004.151]  İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
[004.152]  Buna karşılık Allah'a ve peygamberlerine inananlara ve peygamberler arasında ayırım yapmayanlara gelince, Allah onların mükafatını ilerde verecektir. Hiç kuşkusuz Allah affedicidir, merhametlidir.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin delaleti ile " Bizim peygamberimiz kim?" sorusunun cevabını ; "Allah (c.c) nin Adem (a.s) dan , Muhammed (a.s) a kadar gönderdiği ve adedini sadece kendisinin bildiği bütün peygamberler bizim peygamberimizdir" şeklinde verebiliriz. 

İslam düşüncesinde yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi peygamber anlayışı olup , bu yanlış anlayış neticesinde Muhammed (a.s) a diğer peygamberlere nazaran farklı bir ayrıcalık yüklenerek , Hıristiyanlara nazire yapılmaya çalışılmıştır. Bu durum farkında olmadan peygamberler arasında ayrım yapılmasını doğurmuş ve İsa (a.s) ı Hıristiyanların , Musa (a.s) ı Yahudilerin peygamberi olarak görmeyi beraberinde getirmiştir. 

İsa veya Musa (a.s) için Kur'anda "Mucize" diyebileceğimiz olağan dışı görsel ayetlerin Muhammed (a.s) da görülmemiş olması , Müslümanlar tarafından sanki bir eksiklik olarak görülmüş , Muhammed (a.s) adına yüzlerce mucize uydurularak diğer elçilerden geri kalmaması !! sağlanmıştır.

Allah (c.c) nin elçileri aracılığı ile gönderdiği din'in tek adı vardır o da "İslam" dır. İsimlerinin önlerinde prof , doç gibi ünvanlar bulunan ilahiyatçı sıfatına sahip olan bir takım kimselerin bile "3 ilahi din" terimini kullanarak , Allah (c.c) nin sanki Hıristiyanlık ve Yahudilik adı altında İslam dan ayrı 2 din daha göndermiş olduğu düşüncesi maalesef yaygın bir düşünce olup , bu düşünce şuur altında Muhammed (a.s) haricindeki elçilere karşı bir dışlama düşüncesi doğurmuştur. 

"Bizim peygamberimiz" terimi , altında art niyet taşımasa bile Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) haricindeki elçiler ile ayrı bir din göndermiş olduğu zannının dilimize pelesenk olmuş bir yansımasıdır. 

Kur'anda adı geçen ve kıssaları anlatılarak bizlerin örnek alması istenen elçilerin tamamı bizim peygamberimizdir. "İzlenen yol" anlamındaki "Sünnet" kelimesinin maalesef sadece "Muhammed (a.s) ın sünneti" olarak anlaşılmış olması , Kur'an da adı geçen diğer elçilerin izlediği yol yani "Sünnet" leri yokmuş gibi bir durum meydana getirmiştir. Yollarını yani sünnetlerini izlememiz gereken elçi sadece Muhammed a.s) olmayıp zikri geçen bütün elçilerdir.

Sonuç olarak; Yüzlerce yıldır süregelen yanlış peygamber algısı , bizlerin şuur altında, Muhammed (a.s) ile diğer peygamberler arasını ayırmak anlamına gelen "Bizim peygamberimiz" deyimini üretmiştir. Bu deyimi kullananlar peygamberler arasında ayrım amacına matuf olarak bunları yapıyor iddiasında olmamakla birlikte , yanlış peygamber algısının bir ürünü olan bu deyimi kullanmanın yanlış olduğunu söylemek istiyoruz. Bizim peygamberimiz sadece Muhammed (a.s) değil , Allah (c.c) nin göndermiş olduğu bütün peygamberlerdir. Bizler sadece Muhammed (a.s) ı değil , Kur'anda zikir geçen bütün elçilerin örnekliğini okuyarak , o örneklikleri içselleştirip hayata pratize etmek zorundayız. Aksi takdirde , Muhammed (a.s) ı öne çıkarıp diğer peygamberleri ötekileştirmek şeklinde ortaya çıkan ve Kur'anın yasakladığı ayırımcılık yanlışına düşmekten kurtulamayız. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Neml s. 40. Ayetinde Hükümdarın Tahtını Getiren Kim ?

Neml s. içinde anlatılan Süleyman as kıssasını hatırlayacak olursak, Süleyman as sebe adlı ülkenin hükümdarına kendisine teslim olması için bir mektub(kitab) gönderir , yanındaki mele'sine hükümdar gelmeden önce onun tahtını bana kim getirir? şeklinde bir soru sormuş ve bu soruya cinlerden bir ifrit'in "yerinden kalkmadan önce" cevabına karşılık , "ellezi indehu ilmün min elkitabi" (kitab'tan ilmi yanında olan) olarak anlatılan kişinin " onu sana gözünü kırpmadan getiririm" cevabını verdiğini görmekteyiz.  

Tefsir kitablarında bu kişinin kimliği etrafında farklı yorumlar olduğunu görmekle beraber, bu ayetin özellikle tasavvvuf ekolu tarafından istismar edilerek uçan kaçan şeyhlere mesned edildiğini de görmekteyiz. Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , kıssayı okurken anlatıldığı zaman ve mekana hapsetmeden, ama yaşadığı zaman ve mekan içindeki olaylarıda red etmeden bir okuma yapılması ve bu kıssa dan alınması gerekli olan hisse üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini hatırlatarak, kıssaları bu minval üzerinde okumanın örneklerini paylaşmıştık. Süleyman as kıssası ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız bir kaç yazıda bu metodu takip ederek, "bu kıssa bize ne mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak merkezli bir çalışma yaptığımızı hatırlatarak neml s. 40 ayetindeki tahtı getiren'in kim OLABİLECEĞİ , kim olduğu demiyorum çünkü kim olduğu yönündeki kanaatim benim şahsi düşüncem olup ,yazılarımızın sonunda yazdığımız gibi en doğrusunu Allah cc bilir deyip bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Öncelikle neml s. 40. ayeti ile ilgili olarak tefsir kitaplarında yapılan yorumları kısaca hatırlayalım.

Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).

[027.040] Kitaptan  ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu  yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

Kitab tan ilmi olan kimse için tefsirlerde şu yorumları görmekteyiz.

1-Hızır
2-Süleyman as ın veziri asaf bin berhiya
3-İsmi azam'ı bilen bir kişi
4-ada da yaşayan bir zat
5- Süleyman as ın kendisi
6- Cibril 

Bu görüşlerin kritiğini yaparak yazımızın hacmini büyültmeden bu ayetteki bahsedilen kişinin kim olduğu konusundaki görüşümüzü ve bu görüşümüzü dayandırdığımız delillerimizi sunmak istiyoruz. NEML S. 40. AYETİNDEKİ "KİTABTAN YANINDA İLMİ OLAN ZATIN ALLAH CC  olduğunu düşündüğümüzü belirterek bu düşüncemize dayanak olarak kullandığımız delillerimiz şunlardır. 

Öncelikle müşkil oluşturduğunu düşündüğümüz " gale" (dedi) kelimesi üzerinde durarak bu demenin nasıllığı ile ilgili düşüncemizi paylaşalım. Süleyman as ın "tahtı bana hanginiz getirir?" sorusuna cevaben 40. ayette "gale ellezi indehu ilmün min el kitabi" olarak vasfedilen kişi ile ilgili olarak bunu diyen kişinin bir şahıs olduğu düşüncesi hemen hemen bütün meal ve tefsirlere yansımış olup , "kitab tan ilmi olan kişi " olarak meal verilmiştir. Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen kişinin 3. ayrı bir şahıs değil "Allah dedi" şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünüp bu demenin Süleyman as tarafından kulak ile duyulması gerekmemektedir.

Allah cc nin kulları ile konuşmasının keyfiyetini bildirdiği şura s. 51. ayetinde ki 1. konuşma şekli olan vahy'in, seçilmiş elçilerin dışındakiler için anlatılan şeklini kur'an ayetlerindeki anlatımları üzerinden bir kaç örnek vererek bu konuyu biraz açalım. Musa as  kıssasını hatırlayacak olursak, annesine vahyedilerek onu denize bırakması söylendiği anlatılır, bu vahyedilmeyi Musa as ın annesi duyu organları ile algılaması diye bir şey söz konusu olmayıp fıtratındaki annelik duygusunun verdiği evlat sevgisinin bir tezahürü olarak yapmış olup sesli bir uyarı olarak bunu duymamıştır. 

Bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalan birisinin  diriltildikten sonra olan konuşmalar , ikili bir mukaleme şeklinde verilmesine karşın Allah cc nin o kişinin duyu organları ile şahid olduğu bir konuşması olmamış olup,  konuşma tasviri içinde yapılan bir anlatım uslubudur.   

Zülkarneyn kıssası içinde kehf s. 86. ayetinde "Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin» dedik" şeklinde buyurulması bu demenin keyfiyetinin Zülkarneyn' e vahyedilmesi şeklinde değil mülk sahibi olan hükümdarlarının yetkisi olarak anlaşılması ve mülk sahiplerinin elinde yetki ile , ellerinin altındakilere ya iyi muamele yada azab etme durumunda olduklarını anlatmaktadır. Bu örnekleri kur'an içinden örnekler vererek dahada çoğaltmak mümkündür.

Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen sözü söyleyen kişinin illaki kulağın işitmesi şeklinde bir sözü söylemesi gerekli olmayıp Allah cc nin kulları ile konuşmasını anlattığı şura s. 51. ayetindeki 1. şekil çerçevesinde anlamak mümkündür. 

Sad s. 38. ayetinde , "«İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut.»"  buyurulması Süleyman as ın duyu organları ile algıladğı bir söz olmayıp hükümdarlara verilen yetki dahilinde ellerini altında olanlara yapabilecekleri davranış olarak anlayabiliriz.



"Ellezi indehu ilmün min elkitab" ( kitabtan ilmi olan kimse) ibaresine gelince bu kelimenin mesanisi rad s. 43. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. 
Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
[013.043]  Kâfir olanlar: Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan  yeter.

Bu ayet ile ilgili olarak yapılan tefsirlerde, kitab kelimesi ile ifade edilen şeyinhangi kitab  olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Rad s. 43. ayetinde, "indehu ilmul kitabi" cümlesinin ," ve men" edatından sonra gelmesi şahid olarak Allah cc den başka, kitabın bilgisine sahip olan yeter şeklinde okunması gramer yapısına daha uygun olmasına rağmen Said bin cübeyr , Zeccac, Hasan el Basri bu cümle ile kastedilenin Allah cc nin kendisi olduğunu iddia etmişler ve bu ayete ," ibâdete müstehak olan ve Levh-i Mahfuz'dakileri ancak kendisi bilen kimse, benimle sizin aranızda şahit olarak yeter" şeklinde anlam vermişlerdir. 
 
Bu kişilerin böyle bir anlam vermesini kendimize delil olarak almamakla beraber bu düşüncemizi destekleyen birilerininde olduğunu görmek, bizi bu konudaki düşüncemizi ortaya koymada bir nebze olsun güçlendirmiştir. Burada "El kitab" olarak nitelenen kitabın hangi kitab olduğu şeklinde bir soru haliyle akla gelecektir. Kitab kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden olup kullanım alanı içinde Allah cc nin ilminin kayıtlı olduğu kitab olarak nitelenen ve bir başka adının da " levhi mahfuz" olarak bilinen müteşebih yani benzetmeli olarak kullanımıda mevcut olup, neml suresinde bu anlamda kullanıldığını düşünmekteyiz. Rad s. 43. ayetini ele alarak bu düşüncemize delil olarak kullanma sebebimiz budur, her ne kadar gramer açısından böyle bir anlam vermek zorlama olduğu düşünülsede "el kitabın indinde" olmasını, getireceğimiz başka deliller ile takviye etmek mümkündür.

"Levhi mahfuz" veya "Ümmül kitab" gibi  isimlerle nitelenen , Allah cc nin indinde olan bilgi sadece ona has olup bu bilgiye onun seçtikleri dışında kimse vakıf olamaz. İndinde olan bu bilgiden verdiği kimseler için kullandığı ifadeleri dikkate alarak şunları söyleyebiliriz. 

 Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).
 [018.065]  Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet  vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

Allah cc kendisine ait olan bir şey için kullandığı "indehu" kelimesine karşın kullarına verdiği için kullandığı kelime kehf s. 65. ayet örneğinde olduğu gibi "indina" (indimizden) kelimesidir, yani Allah cc kendi katında olan bilgi için "indehu" kullanmakta olup neml s. 40. ayetindeki bu kelimeyi' de " levhi mahfuzun ilmi yanında olan kişi" yani Allah cc olarak anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz. Kehf s. 65. ayetinde ki kişi için kullanılan ibare "katımızdan bir ilim verdiğimiz kul" şeklindedir.

Neml s. 40. ayetinde kitab tan ilmi olan kişi şayet Allah cc olmayıp herhangi bir kul olsaydı bu kullar, tefsirlerdeki gibi gerek Süleyman as, gerek veziri , gerek cibril olduğunu düşünecek olursak bunlar için "indehu ilmun min el kitab" (el kitabın bilgisi indinde olan) ibaresi yerine kehf s. 65. ayetinde olduğu gibi " Fe vecedâ abden ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ"şeklinde bir ifade kullanılırdı.

Allah cc olduğunu iddia etttiğimiz kitabtan ilmi olan kişinin ," Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" demesinin keyfiyetini illaki duyu organları ile idrak etmek gerekmez , Süleyman as ın elçi olması hasebiyle şura s. 51 ayetinde beyan edilen 1. veya 2. şekil konuşmadan birisi ile olması muhtemeldir.

"Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir."

Ayetin asıl mesaj taşıyan cümlesi üstteki cümle olup, Süleyman as açısından baktığımız zaman kendisine böyle bir imkanı sağlayan kişinin rabbi olduğunu ve onu denemeden geçirdiğini idrak ederek gurur ve kibire kapılmadan hemen rabbini anması , Süleyman as gibi güç ve mülk sahibi olanların ne şekil bir hal üzere olmaları gerektiğini hatırlatarak muhataplara bir mesaj  verilmektedir. Kıssa daki şahsin kimliğinden öte, Süleyman as ın sahip olduğu güce karşı verdiği karşılığın dikkate alınarak okunmasının daha doğru sonuçlar çıkaracağını düşünmemize rağmen şahsın kimliği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istedik.

Sonuç olarak; neml s. 40. ayetinde tahtı getiren şahsın kimliği üzerinde yaptığımız çalışmada bu kişinin Allah cc olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu iddiamız tefsir ve meallerde bahsedilen farklı kişiler olan Süleyman as , Cibril , Vezir gibi şahıslar olduğunu iddia edenlerin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte ayette bahsedilen elkitabın "levhi mahfuz" olduğunu düşündüğümüz , levhi mahfuz'un bilgisinin Allah cc nin indinde olduğu , seçtiği bazı kullarına indinde olan kitab tan vermiş olduğu bilgi ile o kulların bilgi sahibi oldukları bilgisinden yola çıkarak böyle bir iddiayı dillendirmeye çalıştık, farklı bir yaklaşım olduğu için anlaşılmakta zorlanılacağını tahmin ederek elimizden geldiğince kur'an içinden bunu delillendirmeye gayret ettik. El kitab kelimesi ile ifade edilmek istenen levhi mahfuz harici bir kitab olduğu düşünülecek olursa tefsirlerde gördüğümüz anlamlar makul görülebilir, kur'an okumalarında farklı yorumların kur'an bütünlüğü gözetilerek , kiralık düşünceler ile yapılmadığı takdirde red edilmemesi gerektiğini hatırlatarak yazımızı her yazımızı bitirdiğimiz gibi bitiriyoruz. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.