Resul'un etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Resul'un etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2016 Cumartesi

NİSA s. 65. Ayeti : Resul'ün Günümüzdeki Hakemliği Buhari ve Müslim İle mi Gerçekleşir?

Kur'anın bir çok ayetinde geçen "Allah'a ve onun Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , "Resulüne itaat edin" emrinin nasıl gerçekleşeceği  üzerinde yapılan tartışmalarda , bu itaat emrinin yerine gelmesinin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki rivayetlere itaat edilmesi ile gerçekleşeceği, "Ehli Hadis" fırkasının en önemli argümanı olarak , bu günlerde her zamankinden daha fazla dile getirilmeye başlandığını görmekteyiz.

Bu fırka genel olarak "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki ayetlerdeki "VE" bağlacının, Allah ve Resulünü ayırdığını , dolayısı ile Resulün de dinde ayrı bir teşri sahibi olduğu iddiasını bu şekilde delillendirmeye çalıştıkları bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olarak "Ehli Hadis" fırkasının, bu düşüncesine delil saydığı ayetleri teker teker ele alarak , bu görüşün ne kadar doğru olabileceği üzerindeki görüşlerimizi paylaştığımız yazılarımız mevcut olup , bu yazımızda Nisa s. 65. ayetinin bu konuda delil olarak ileri sürülmesinin ne kadar gerçekçi olabileceğini ele almaya çalışacağız.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.

Bugün, içinde Nisa s. 65. ayetinin de bulunduğu bir takım ayetler gurubu dile getirilerek , Resule itaatın, kendisi aramızda olmaması , ve bu ayetlerinde kıyamete kadar geçerli olması nedeniyle ,  başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarına uymakla gerçekleşeceği Allah adına yemin dahi edilerek dile getirilmektedir.

Kur'anın doğru anlaşılma yollarından birisi, kafadaki ön kabulleri tasdik ettirmeye yönelik bir okuma yapılmaması , ve ilgili ayetin bağlamının dikkate alınma gereğidir. Nisa s. 65. ayeti, böyle bir okuma ve ayetin bağlamının gözetilmemesi sonucunda istenilen amaca hizmet ettirilmeye çalışılan bir ayet olarak, "Ehli Hadis" fırkasının dilinde gezmektedir.

Ayeti önce bağlamı ve nuzül dönemi muhataplarına olan ilk hitabını gözeterek okumaya , sonra bize dönük mesajını anlamaya çalışacağız. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
[004.061] Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin , denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
[004.062]  Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, nasıl hemen sana geldiler de; gayemiz sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaret idi, diye yemin ediyorlar.
[004.063]  Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.
[004.064]  Biz, hiçbir resulü Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve resul de onlara mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak bulacaklardı.
[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.
[004.066]  Şayet onlara «Kendinizi öldürün» yahut «Memleketinizden çıkın» diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.
[004.067]  O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.
[004.068] Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.
[004.069]  Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
[004.070]  Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

Görülmektedir ki Nisa s. 65. ayeti , Nisa s. 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip bir ayettir. Eğer bu ayet doğru bir biçimde anlaşılmak isteniyor ise , önce bağlamının gözetilmesi , sonra ilk  hitabının kimlere olduğuna dikkat edilmelidir.

Ayetler , Medine de Müslümanlar arasına çöreklenmiş olan "Münafık" olarak vasıflandırılmış olan kimselerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitap ve elçinin hakemliğine itiraz etmelerini ele almaktadır. 

İlgili ayetlerin tarihselci bir bakış ile okunarak , bizlere dair mesajları olmadığı gibi bir iddia içinde olmadığımızı hatırlatarak , bu ayetlerin bize dönük mesajlarının okunabilmesi için , Muhammed (a.s) ın "KUL" ve "RESUL" statüsüne tabi olduğunun , kesinlikle unutulmaması gerektiği hatırda tutulmalıdır.

Beşer bir elçi olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) den bağımsız bir teşri yetkisine haiz olabilmesi için , Allah (c.c) ile denk bir konuma sahip olması gerekir ki ,böyle bir yetki ve görevi olabilsin. Böyle bir durum imkansız olduğuna göre , onun beşer bir elçi olmasından başka bir görev ve yetkisi olmadığı bilincinde olunarak , "Allah VE Resulü"  ayetlerinin , onu Allah (c.c) den ayırmadığı , aksine ona bağlı kıldığı , ondan bağımsız hareket imkanı olmadığı şeklinde bir ön kabul içinde okunması gerekmektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin elçisi sıfatına sahip bir kişi olarak , kendisine indirilen kitap ile insanlar arasında hüküm vermek zorunda idi. Onun insanlar arasında nasıl ve ne ile hükmetmesi gerektiği, bir çok ayet içinde beyan edilmektedir. 

[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
 [005.049]  O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Muhammed (a.s) yaşayan bir elçi olarak , yaşadığı zaman ve mekan dahilinde çıkan sorunlara karşı çözümleri vahyin rehberliğinde üreten bir kimse olup, onun ürettiği çözümlerde herhangi bir hata olduğu zaman , bu hatanın yeni vahiy ile düzeltilmesi mümkün idi. 

"Resul", Allah (c.c) nin hükümlerini insanlara bildirmesinde aracı olan kimsedir. Resul vasfına sahip olan bir kimsenin bu hükümlere herhangi bir eksiltme veya artırma gibi bir müdahale yetkisi yoktur. Kur'an içinde geçen "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerdeki "Ve" bağlacı, sanki böyle bir yetkiyi tanıyormuş gibi bir düşünce etrafında okunarak , Resul vasfına sahip bir kul olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) ile yetki paylaşımında bulunan birisi haline getirilmiştir. 

Bu düşünce etrafında gelişmiş olan resul algısı , vefatı sonrası onun hüküm koyma yetkisinin devam ettiği düşüncesinden yola çıkılarak , bu hükümlerin yazılı olduğu iddia edilen hadis kitaplarının , vefatından sonraki "Resule itaat" emrini yerine getiren hüküm kitapları olması gerektiği iddiası dile getirilmeye başlanmıştır.

"Resule itaat" emrinin bugünkü gerçekleşme şeklinin hadis kitaplarına itaat olduğunu iddia eden zihniyet , bu kitaplar üzerinde oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini ortadan kaldırmak için bu kitapların üzerine "Korunmuş Kitap" kılıfı giydirerek , bu kitapların sorgulanma yolunu ve imkanını baştan kapatmışlardır.

Şurası bir gerçektir ki ; Din konusunda hakemlik yapan ve hüküm vermekte kullanılacak olan kaynağın "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) vasfına sahip bir konumda olması gerekmektedir. Bu vasfa sahip olarak birden fazla kitabı ortaya koyduğunuzda çıkacak durumun "Kaos" olacaktır. 

"La raybe fihi" olan Kur'ana karşı , aynı vasfa sahip başka kitaplar ortay koyduğunuz zaman , "Bu kitaplardaki birbiri ile uyuşmayan bilgilerin doğruluğu hangi kaynağa göre belirlenecektir ?" sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun cevabını, "Ehli Hadis" düşüncesine mensup olanlar "Buhari ve Müslime göre" şeklinde cevaplamaktadırlar. 

Bilindiği üzere, bu kitaplarda Kur'an ile uyuşmayan bir çok bilgi ve haber bulunmakta olup , bütün kavga, bu bilgi ve haberlerin yanlışlığının ortaya çıkarak , Buhari ve Müslim adlı kitapların "Dinde belirleyicilik" vasfının ortadan kalkarak , rivayetler üzerine kurulu din anlayışının yıkılma korkusudur.

Hem "Kur'anın Allah (c.c) nin kitabı olduğuna iman ediyorum" diyeceksiniz , hem de bu kitaba karşı nazire kitaplar getireceksiniz , yapılan bu ameliyenin adı Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen kişiler ile aynı kategoriye düşmenin adından başka bir şey değildir.

Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen "Münafık" karakterindeki insanların yapmış olduğu , Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) nin kitabı ile yapmış olduğu hakemliği , ve onunla verdiği hükmü kabul etmeyerek , işlerine gelen başka kaynak ile hakemlik yapılması ve hüküm verilmesi idi. Bugün Allah (c.c) nin kitabı ile değil de başka kitaplar ile hüküm verilmesini isteyenlerin adı "Münafık" tan başka bir şey olabilir mi ?.

Sahih olup olmadığı, kişilerin belirlediği kriterler dahilinde şekillenen hadislerin toplandığı , Resulün hakem olmasının bugünkü karşılığı olduğu iddia edilen rivayet kitaplarına giydirilen "La raybe fihi" (Asla şüphe olmayan) kılıfı , sadece ve sadece Kur'an için geçerli olup , onun dışında hangi kitaba böyle bir kılıf giydirilmeye çalışılsın , o kitap Kur'ana denk bir kitap haline getirilerek , "Kulların Kitabı" ile "Allah'ın Kitabı"nın aynı seviyeye çekilmesi anlamına gelir.

Buhari , Müslim gibi kitapların "Kul Kitabı" olmaktan çıkarılarak , Kur'an gibi bir kutsiyet yüklenmesi sonucunda "Eleştirilemez ve sorgulanamaz bir kitap" statüsüne tabi tutulduktan sonra , Muhammed (a.s) ın vefatı ile boşalan yerin, bu kitaplar tarafından doldurulduğu iddiaları daha kolay bir şekilde kabul ettirilmiştir.

Nisa s. 65. ayetinin içindeki "seni hakem ta'yin edip  sonra haklarında verdiği hükümden" cümlesinin ne anlama geldiği noktasında oluşacak olan doğru bir anlayış , Buhari ve Müslim gibi kitapları Kur'an ile denk tutma şirk'ini de ortadan kalkmasına zemin hazırlayacaktır.

Ayet içindeki "HAKEM" ve "HÜKÜM" kelimelerinin Muhammed (a.s) ın hayatında nasıl bir uygulama alanına sahip olması gerektiğini ona Kur'an öğretmektedir.

[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir HAKEM mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Enam suresi 114. ayetinden anlaşılacağı üzere , Nisa s. 65. ayetindeki "Resulün hakem olması", onun kendisinin değil KUR'ANIN HAKEM OLMASI anlamına gelmektedir. Çünkü "Resul" görevini yüklenmiş olan kişi , insanların aralarındaki olan ihtilafları kendisini gönderenin verdiği karar doğrultusunda çözmeye çalışmak ile görevlidir.


[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında ALLAH'IN SANA GÖSTERDİĞİ GİBİ HÜKMEDESİN diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde HÜKÜM VERMEK, ALLAH'A MAHSUSTUR. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.

 [005.049]  O halde, ALLAH'IN İNDİRDİĞİ KİTAP İLE ARALARINDA HÜKMET, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.

Verdiğimiz ayet meallerinde ki altını çizdiğimiz cümlelere dikkat edecek olursak , Muhammed (a.s), insanlar arasında kendisine indirilen ile HÜKMEDEREK , HAKEMLİK yapmaktadır.


Nisa s. 65. ayetinden, insanlar arasında HAKEM olup , onların aralarında HÜKÜM verirken , başvurduğu şeyin, ALLAH (C.C) NİN KİTABI OLAN KUR'AN OLDUĞU AÇIK VE NET BİR BİÇİMDE ANLAŞILMAKTADIR. 

Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu hakemlik ve hüküm vermekte, Allah (c.c) nin kitabını kullanmış olması gerçeğini göz ardı ederek ,bugün bu hakemliğin yerini "Buhari ve Müslim" gibi kitapların alması gerektiğini iddia edenler , Bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) nin emri olduğunu söyleyerek insanlar üzerinde, yalan ve iftira üzerine kurulmuş bir din algısını yaymaya çalışmaktadırlar . Bu düşünce , Allah'a atılmış büyük bir iftira olup , iddia sahiplerini ve bu iddialara inananları KÜFÜR ve ŞİRK batağına sokmaktadır.

Muhammed (a.s) hayatta iken "Resul" vasfını taşıyan bir kimse olarak , insanlar arasında din ile ilgili meselelerde kendi insiyatifini kullanarak hakemlik yapıp hüküm veren biri olmamıştır. Böyle olduğunu iddia etmek , Allah'a ve ona atılmış büyük bir yalan ve iftira olacaktır. 

Hal böyle iken ; Hayatta iken din ile ilgili meselelerde Allah (c.c) nin kitabı ile hüküm veren bir elçinin , vefatından sonra neden aynı kitap ile hakemlik yapılıp , hüküm verilmesinde bir sakınca görülerek , Kur'anın yerini Buhari ve Müslim'in aldığı gibi bir iddia da bulunulmaktadır?. 

Muhammed (a.s) ın hakemlik ve hüküm vermede kullandığı Allah (c.c) nin kitabının yerini ne oldu da bugün Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarının alması gerektiği düşüncesi oluştu?.


Bu düşüncenin oluşmasına en büyük sebep , Muhammed (a.s) ın dindeki konumunun, aynı Allah (c.c) gibi eşit durumda olduğu düşüncesidir. Bilindiği üzere, onun söylediği rivayet edilen sözler, "Gayri Metluv Vahiy" adlı bir kategoriye dahil edilerek Kur'an ile aynileştirilmiştir. Hadis literatüründe , "Erike Hadisi" olarak bilinen bir uydurma rivayet ile , kendisine Kur'an ile bir misli daha verildiği söyletilerek , hadislerin aynı Kur'an gibi kendisine indirilmiş olduğu iddiasının pekiştirilmeye çalışılmakta olduğu , konu ile alakalı olanların malumudur. 

Kur'anın eksik olduğu , ve bu eksikliği hadislerin doldurduğu iddiası , bu kitapların dinde belirleyici olması gerektiği düşüncesine sahip olanların iddialarından bir tanesidir. Muhammed (a.s) ın dinde eksikliği giderici bir konuma sahip olduğunu iddia edenlerin bu iddiaları , haşa Allah (c.c) nin "Kemale erdirdim" dediği dinine karşı , "Hayır eksik bıraktın" şeklinde bir itiraz getirilerek , ona karşı yalan ve iftira atmak anlamına gelmektedir. 


Buhari ve Müslim gibi kitapların dinde hakem olması düşüncesi , bu iddian sahiplerinin akidesinde derin yaralar açan bir düşüncedir. Kur'anın beşer mahsulü olan kitaplara denk tutulması demek , beşer mahsulü kitaplara ilahi bir anlam yüklemek , bu kitapların sahiplerini de ilahlaştırmak anlamına gelmektedir. 

Buhari ve Müslim gibi kitaplar , dinde belirleyicilik gibi bir vasfa asla sahip olamazlar. Bu kitapların İslam düşüncesi içinde olması gereken yer Kur'anın önünde değil , geçmiş yaşantılardan örnekler olarak okunabilecek bir siyer kitapları mesabesinde olmalıdır. 

Sonuç olarak ; "Resul" sıfatına sahip birisi olarak , insanlar arasında Allah (c.c) nin ona indirdiği ile hakemlik yapmak ve hüküm vermekle yükümlü olan elçinin vefatından sonra ortaya atılan yanlış mülahazalar sonucunda , artık bu hakemlik ve hüküm verme görevi , ona isnat edilen sözlerin yer aldığı rivayet kitaplarına düştüğü dile getirilir olmuştur.

Yaşadığı hayat içinde kendisine indirilen "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) kitap ile hakemlik yapan ,ve onunlar hüküm veren bir bir elçi olan Muhammed (a.s) ın bıraktığı tek sahih kaynak olan Kur'ana denk olarak getirilmeye çalışılan kulların kitapları üzerine "Şüphe olmayan kitap" kılıfı giydirilerek , korunmuş olduğunu iddia etmek "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir. 

Yavuz hırsız olan bu kitapların müdafilerinin , kendi görüşlerine uymayanları aynı yafta ile suçlamalarına karşı , asıl küfür ve şirk suçunu bu kitapları Allah (c.c) nin kitabına denk tutmakla kendileri işlemektedirler.

RABBİMİZ BİZLERİ , DİNDE HAKEM VE HÜKÜM KAYNAĞI OLARAK KULLARININ KİTAPLARINI DEĞİL , KENDİ KİTABINI SAVUNAN KULLARINDAN KILSIN.

27 Ocak 2016 Çarşamba

ARAF s. 157. Ayeti : Nebi Resul'un Tayyibi Helal, Habisi Haram Kılması

Kur'an ayetlerinin ön yargılar doğrultusunda okunarak , mesajın anlaşılmasına yönelik olmayan bir okumaya tabi tutulması , özellikle Muhammed (a.s) ın görev ve yetkilerini daha üst seviyeye taşıyarak , onun da haram ve helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden ,"Ehli Hadis" düşüncesi mensuplarınca sıkça kullanılan bir yöntemdir. Bu fırkanın mensupları bazı ayetleri bağlam tanımadan bektaşi misali bir okuma yaparak , "Bak işte bu ayet Resul'un haram helal tayin ettiğini beyan ediyor" diyerek düşüncelerini Kur'anın desteklediğini ispat etmeye çalışmaktadırlar.

Araf s. 157. ayeti , ön yargılar doğrultusunda yapılan bir okuma sonucunda , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğu yönünde bir delil ayet olarak bizlere sunulmaktadır. Bu yazımızda, ilgili ayeti ele almaya çalışarak, böyle bir tayin yetkisine delil olup olamayacağı yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu savunanların delil olarak sundukları bir ayet olan  Araf s. 157. ayeti, ilk okunuşta dahi muhatap kitlesinin Ehli Kitap olduğu anlaşılan bir ayettir. Kur'anın doğru anlaşılma yolunun , okunan ayetin ön yargıların kabul ettirilmesine yönelik bir okuma yöntemine tabi tutulmaMAsı , okunan ayetin, ayet , sure ve Kur'an bütünlüğü gözetilerek okumasından geçtiğini yeniden hatırlatarak , ilgili ayeti anlamaya çalışalım.

Ayetin başındaki "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları" cümlesinden, bu ayetin ilk muhataplarının Ehli kitap yani Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu anlaşılmaktadır. Tevrat ve İncil'e iman ettiklerini iddia edenlerin , Muhammed (a.s) ı oğullarını tanır gibi (6.20) tanıdıkları beyan edilerek , gelmiş olan bu elçinin daha önce geleceğinin İsa (a.s) tarafından müjdelendiği, (61.6), dolayısı ile bu elçiye iman etmelerinin şart olduğu hatırlatılmaktadır.

Bu ayetin doğru anlaşılmasının yolunun, ayet içindeki "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesinin , neyi ifade ettiğinin anlaşılmasından geçtiğini düşünmekteyiz. Bu cümlede, Ehli kitabın üzerinde olan bir yükün , Muhammed (a.s) tarafından kaldırıldığı beyan edilmektedir. Bu yükü Muhammed (a.s) ın kaldırmış olması demek , Allah (c.c) nin kaldırmış olması demek anlamına gelmektedir. Çünkü "Nebi Resul" görevine sahip olan bir kimse , Allah (c.c) nin mesajını insanlara iletmekle görevli bir kişidir.

Öyleyse , bu cümlenin ifade ettiği anlamın yine Kur'an içinden aranarak anlaşılması gerekmektedir. Öncelikle , "Bunların üzerinde nasıl bir ağır yük vardı ki, Nebi Resul bunları kaldırdı?" sorusunu sorarak cevabını aramaya başlayalım. Bu sorunun cevabını aramak için , İsrailoğullarının köküne inen bir ayetten başlamak gerektiğini düşünmekteyiz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

Al-i İmran s. 93 ve 94. ayetlerinde , Tevratın indirilmesinden önce , bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğu bildirilmektedir. İsrail yani Yakub (a.s) ın yemediği herhangi bir yiyeceğin, Allah (c.c) tarafından İsrailoğullarına haram kılındığı için değil , onun nefsine ait nedenlerden ötürü , sevmemesi veya bedenine zarar vermesinden ötürü yenilmediğini , yani onun yemediği şeylerin bile İsrailoğullarına helal olduğunu , bu kavme yiyecek olarak herhangi bir haramlığın bildirilmediğini anlamaktayız.

Musa (a.s) kıssasını okumuş olanların malumu olan , İsrailoğullarının Firavun esaretinden kurtulmasını müteakip cereyan eden olaylara baktığımızda , İsrailoğullarının esaret yıllarını unutarak nankörlüğe geri döndüklerini , başta Musa (a.s) a olmak üzere kendilerine gelmiş olan elçilere başkaldırdıklarını ve bir kısmını öldürdükleri bilinmektedir. Onların bu başkaldırmaları Allah (c.c) tarafından dünya hayatında karşılıksız bırakılmayarak , onlara ceza olarak bazı yiyeceklerin onlara haram edildiğini görmekteyiz. 

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Nisa s. 160 ve 161. ayetlerine baktığımızda , Yahudilerin yapmış oldukları hatalar sebebi ile onlara daha önce HELAL olan TAYYİBATIN , HARAM kılındığını görmekteyiz. 

Peki bu haram kılınan TAYYİBAT neler idi ?. 

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına yapmış oldukları yüzünden uygulamış olduğu bu yasakların bir kısmının (tamamı değil), İsa (a.s) tarafından kaldırıldığını görmekteyiz.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

Al-i İmran s. 50. ayetinde , İsa (a.s) ın gelmesi ile İsrailoğullarına uygulanan yasağın bir kısmının kalktığını görmüş olmamız , bu yasakların tamamının kalkmadığını bizlere göstermektedir. 

Peki bu yasakların tamamı ne zaman ve kim ile kalktı?.

Sorusunun cevabını bizlere ,Araf s. 157. ayeti vermektedir. Bu ayet İsrailoğullarına uygulanan haramların tamamının, Muhammed (a.s) ile kalkmış olduğunu , bundan sonra onlara özel bir haramlılık olmadığını , onlara haram olan şeylerin artık bundan sonra , Kur'anın belirlediği haramlar olduğunu görmekteyiz.

Araf s. 157. ayeti içindeki ve konunun aydınlanmasında anahtar bir görevi olduğunu düşündüğümüz, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesi , İsrailoğullarına daha önceden helal iken , yapmış oldukları bazı hatalar nedeni ile ceza olarak onlara haram kılınan bazı yiyeceklerin, bir kısmının İsa (a.s) ile helal kılınmış olmasına karşın , bir kısmının hala yürürlükte olduğunu göstermektedir . Araf s. 157. ayeti , artık bundan sonra böyle bir haramlılık olmadığını beyan ederek, özel bir durum olan İsrailoğullarının üzerindeki haramlılığı TAMAMEN kaldırmaktadır.

Muhammed (a.s) , Musa ve İsa (a.s) ların yolunu izleyen birisi olması nedeniyle , İtaat edilmesi gereken bir elçidir ve bu itaat zorunluluğu, kendisini İsa ve Musa (a.s) lara iman ettiklerini iddia edenler için de geçerlidir. Musa (a.s) a itaat ettiklerini iddia eden İsrailoğullarının da itaat etmeleri gereken bir elçi olan Muhammed (a.s) , bu insanlara kendilerine haram olan bazı şeylerin artık bundan kaldırılmış olduğunu kendisine Allah (c.c) nin vahyetmesi sonucunda onlara bildirmektedir. 

Bu çerçevede , "Nesh" konusu ile ilgili olarak bir saptamada bulunmak yerinde olacaktır. Bilindiği gibi "Nesh" denilince ilk akla gelen şey , Kur'an içindeki bazı ayetlerin, bazı ayetler ile hükmünün kaldırılması olduğudur. Kur'an içindeki ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olduğu iddiası , ayetler arasında bağ kuramayanların ortaya attığı bir iddia olup , Kur'an içinde böyle bir durum söz konusu değildir.

"Nesh" konusunu , yani ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olmasını , Allah (c.c) nin daha önce göndermiş olduğu Tevrat'ın da Allah (c.c) nin ayetlerini ihtiva eden bir kitap olduğunu dikkate alarak düşündüğümüzde , İsrailoğullarına haram kılınan yiyecekler, onlara vahiy yolu ile yani "AYET" ile bildirilmekte idi. Muhammed (a.s) a inen Kur'an , Tevrat'ta olan bir ayetin hükmünü nesh etmiş yani hükmünü kaldırmıştır diyebiliriz. Nesh konusunu sadece Kur'an ile sınırlamayıp , Tevratı da içine içine alan bir çerçevede düşündüğümüzde ayetler arası nesh'in vaki olduğunu söyleyebiliriz.

[007.158] De ki: «Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği resulüyüm. Allah'a ve ümmi nebi resule -ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız.»

Araf s. 158. e baktığımızda "Ey insanlar" hitabını, ilk muhataplar açısından değerlendirdiğimizde , ki bu ayetlerin Medine de inmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir , Ehli kitap olarak bilinen insanlara yapılan bir hitap olarak anlayabiliriz.

Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin bir elçisi yani onun adına konuşan bir kişi olarak , Allah (c.c) nin bundan sonra İsrailoğullarına uyguladığı yasakların artık kaldırıldığı , İsrailoğullarının diğerleri gibi bu elçiye iman etmeleri gerektiği , diğer insanlar gibi bu elçiye indirilen haramlara tabi olan bir hayat sürmeleri gerektiği beyan edilmektedir.

[005.004]  Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size tayyibat helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.
[005.005] Bugün, size tayyibat olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de kaybedenlerdendir.

Tayyip olanı helal , habis olanı haram kılma yetkisi, sadece Allah (c.c) ye has bir yetki olup , bu yetki onun dışında hiç kimse tarafından kullanılamaz. Araf s. 157. ayetinde ki durum , Allah (c.c) nin elçisi olan Muhammed (a.s) ın yetkisi dahilinde olan bir durumu ifade etmemekte olup tek yetkili olan Allah (c.c) nin daha önce verdiği bir hükmü kaldırmış olduğunu beyan etmektedir. 

Sonuç olarak ; Araf s. 157. ayetinin , siyak sibak , konu ve Kur'an bütünlüğü açısından değerlendirildiğinde , Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) gibi haram helal tayin etme yetkisi bulunduğuna dair herhangi bir delil olduğunu anlamak mümkün görülmemektedir. Muhammed (a.s) ın böyle bir yetkisi olduğu düşüncesine bazı ayetlerin delil olarak sunulma çalışmalarının , bundan önceki bazı yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız gibi , onun "Elçi" olmasının ne demek olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyenlerin ortaya attığı düşüncelere, Kur'andan destek aranma çalışmalarının bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

İlgili ayeti bağlamında değerlendirdiğimizde , İsrailoğullarına yapmış oldukları hatalar nedeni ile Allah (c.c) tarafından ceza olarak verilmiş olan bazı yiyeceklerin haram kılınma cezasının tamamen kaldırıldığını görmekteyiz. Bu kaldırılma Muhammed (a.s) ın elçi olması nedeniyle  Allah (c.c) tarafından gerçekleştirilen bir neshetme olayı olup , Allah (c.c) nin yetki sınırları dahilinde olan ve kimseye verilmemiş olan haram helal tayin etme yetkisinin sadece ona ait olduğunun açık bir ifadesi olarak bizlerin ön yargılarından arınmış olarak okunmasını bekleyen bir ayettir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Aralık 2015 Salı

Haşr s. 7. Ayeti : Resul'un Verdiğini Almak Nehyettiğinden Sakınmak

Kur'an okumalarında yapılan en önemli hatalardan birisinin , ihdas edilmiş olan bir takım fikir ve düşüncelere bu kitap içinden delil bulmak maksadı ile yapılan okumalar olduğunu, bundan önceki bir çok yazımızda belirtmeye çalışarak bu yanlışları ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazımızda aynı yanlışa kurban gittiğini düşündüğümüz Haşr. 7. ayetinin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. 

Muhammed (a.s) ın elçilik görevinin nasıl bir zemin üzerine oturtulması gerektiği konusu, yüz yıllardır biz Müslümanlar arasında ihtilaf edilen konulardan birisi olarak hala yerini korumaktadır. Ehli hadis düşüncesinin hakim olduğu Müslümanlar arasında yaygın olan kanaat , Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi din konusunda hükümler vaaz edebilme yetkisine sahip olduğu , onun yasaklarının ve emirlerinin tıpkı Allah (c.c) nin emir ve yasağı gibi kabul edilmesi gerektiğidir. 

Bu düşüncenin oturtulması için gerekli zemin, bazı Kur'an ayetlerinin bu düşüncenin delili olarak sayılması şeklinde okunarak hazırlanmaya çalışılmış , bu çerçevede Haşr s. 7. ayeti içinden sadece bir cümle alınarak , "İşte bak delil" diye sunulduğu , konu ile ilgili olanların malumudur.

[059.007]  Kasabalar halkından, Allah'ın Rasulüne fey' olarak verdiği; Allah, peygamber, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalanlar içindir. Ta ki içinizden zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının. Ve Allah'tan korkun. Muhakkak ki Allah; azabı şiddetli olandır.

Muhammed (a.s) ın haram-helal koyma yetkisinin olduğunu iddia edenlerin dayandığı ayet bu olup sadece ayet içindeki "Resul, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının." cümlesi alınarak konu ile alakalı bir delil olarak sunulmaya çalışılmaktadır. 

Haşr s. 7. ayetinin , aynı surenin 2. ayetinden başlanarak 10. ayetine kadar giden bir bağlam dahilinde okunarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bağlam gözetilmeden sadece tek bir ayet içindeki cümle alınarak , delil olarak sunulması ilgili konuda yapılan ön yargılı bir okumanın örneğinden başka bir şey olamaz. 

Surenin 2. ayetinden başlayarak okuduğumuzda konu kendiliğinden aydınlanacaktır. 

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azap verecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.
[059.004]  Bu; onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Her kim Allah'a karşı gelirse; muhakkak ki Allah, azabı şiddetli olandır.
[059.005]  Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları cezalandırması içindir.
[059.006] Onlardan Allah'ın resulune verdiği «fey'e» gelince, ki siz buna karşı (bunu elde etmek için) ne at, ne deve sürdünüz. Ancak Allah, kendi elçilerini dilediklerinin üstüne musallat kılar. Allah, her şeye güç yetirendir.
[059.007]  Kasabalar halkından, Allah'ın Rasulüne fey' olarak verdiği; Allah, peygamber, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalanlar içindir. Ta ki içinizden zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının. Ve Allah'tan korkun. Muhakkak ki Allah; azabı şiddetli olandır.
[059.008]  Yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lutuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir muhacirler içindir. İşte bunlar, sadıkların kendileridir.
[059.009]  Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve göğüslerine imanı yerleştirmiş olanlar; kendilerine hicret edip gelenleri severler. Ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları, kendilerine tercih ederler. Her kim nefsinin tamahkarlığından korunabilmişse; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.
[059.010]  Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.

Ayetleri bu bağlam içinde okuduğumuzda , Müslümanların , Ehli kitaba mensup bir gurubu yurtlarından çıkararak , onlardan ele geçen ganimet mallarının kimlere dağıtılacağı konusundaki , Allah (c.c) nin dağıtım emrini görmekteyiz.

Ganimet paylaşımında, Mekke den sadece Allah (c.c) nin rızasını isteyerek, Medine ye hicret etmiş olanlara öncelik tanınması gerektiği, 7. ayet sonrasındaki ayetlerde göze çarpmakta olup , bu paylaşım konusunda Medineli Müslümanların örnek bir özveride bulunduklarını görmekteyiz. 

Mekke den her şeylerini geride bırakarak hicret ederek, ihtiyaç sahibi durumuna düşen muhacirler , bu galibiyet sonrası alınan ganimetlerden kendilerine öncelik tanınarak , Medineli Müslümanlardan biraz daha fazla pay almak sureti ile ekonomik olarak nefes alır duruma gelmişlerdir. 

[003.014]  Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

İnsanın mala olan düşkünlüğünün fıtri bir durum olduğu herkesin malumudur. Müslüman bile olsa , hak ettiğini düşündüğü bir malın başka birine verilmesi , kişiyi rahatsız edebilir. İşte bu durumu dikkate alarak 7. ayeti okumaya çalıştığımızda , Resulun yapacağı bu dağıtıma kimsenin itiraz etmemesi , ve onun yaptığı ganimet dağıtımının Allah (c.c) nin rızası dahilinde olduğu hatırlatılmaktadır. 

Mekkeli muhacirlere öncelik tanıyan ganimet dağılımı, her zaman olması gereken bir durum değil , gerektiğinde baş vurulması gereken bir yöntem olarak evrensel bir mesaj taşımaktadır. Bizler ayetleri sadece rivayetleri kotarmak , veya Muhammed (a.s) a Allah (c.c) nin verdiği görev ve yetkiden fazlasını vermek için okumaya çalışırsak , Kur'an rahmet ve hidayet olmaktan çıkarak sadece noter haline gelmiş bir kitaba dönüşecektir.

Bizler ilgili ayetleri sadece içinden bir cümleyi almadan  ön yargısız , ve bize dönük nasıl bir mesaj taşımakta olduğu düşüncesi ile okuduğumuz zaman ayetlerden şu mesajı çıkarabiliriz ;

Ayetler içinden tek bir kelime alınarak okunması gerekirse o kelime 9. ayet içinde geçen "İsar" kelimesinden başka bir kelime olamaz. Çünkü bu kelime ilgili ayetlerin bel kemiğini oluşturmaktadır. Anlam olarak , "Kendisinin ihtiyacı olduğu halde , kardeşini önceleyerek özveri de bulunmak" anlamına gelen "İsar" kelimesi , bu özverinin Medineli ensar ile , Mekkeli muhacir arasında nasıl hayata yansıtıldığının örnekliğidir. 

Bu ayetler ile ,herhangi bir zaman ve mekanda ilgili ayetlerdeki durum karşımıza çıktığı takdirde , nasıl davranılması gerektiği bizlere öğretilmektedir. Dün Medineli ve Mekkeli ler arasında oluşan bu kardeşlik duygusunun , gereğinin hayata geçirilmesi , bu gün yine gerekli bir durum iken, maalesef kavmiyet asabiyeti ortaya çıkarak bu yardımlaşma ve özveri gereği gibi yapılamamaktadır.

Dün Medine de hem elçi hem devlet başkanı olarak hayatta olan Muhammed (a.s) ın bu gün hayatta olmayışı, onun şimdi nasıl bir konumda olması gerektiği konusunda bir takım farklı anlayışları ortaya çıkarmıştır. Dün Medine de ganimet dağılımı konusunda ilk ağızdan ve herhangi bir rivayet zinciri olmadan verdiği talimatların uygulanması, onun ağzından çıkan sözlerin emir olarak telakki edilmesini gerektirmesine karşın , durum bugün farklılık arz etmektedir. 

Medine de Allah (c.c) adına konuşan bir elçi var iken , bu gün böyle bir elçinin yerine, onun söylediği rivayet edilen sözler bulunmakta olup , hayatta iken söylediği sözler ile , vefatından sonra onun söylediği rivayet edilen sözleri aynı kefeye koymak doğru bir yaklaşım değildir.

[004.059]  Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan emir sahiblerine itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir.

Her toplulukta olduğu gibi , İslam toplumunda da kurallar üzerine yaşama şartı , yöneten ve yönetilen şeklinde bir tabakanın olmasını gerektirmektedir. Bir toplumdaki bütün insanlar ne sadece yönetici ne de sadece yönetilen olabilir, bir kısmı yönetici olan insanların , diğer bir kısmı yönetilen olarak, yöneticilerin koyduğu kurallara yönetenler de dahil olmak üzere tabi olmak zorundadır, bu zorunluluk toplumun selameti için gerekli bir durumdur.

Nisa s. 59. ayetinin bu durum dikkate alınarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz."Ulul emr" olarak ayette geçen sıfata sahip kişiler, toplumu Allah (c.c) nin emirleri ve yasakları doğrultusunda yönetmek , yönetilenlerin ise bu yönetime uymak zorunluluğu vardır. 

Muhammed (a.s) elçilik görevine ilaveten, emir sahibi olarak yaptığı göreve karşı , sahabenin tutumu bizler için örnek bir tutum olmalıdır. Muhammed (a.s) elçi olarak , Rabbi tarafından kendisine verilen görevi ifa etmesinin yanısıra , yaşadığı zaman içinde o toplumun başında bir emir sahibi olarak görev yapmakta idi. Onun Kur'an harici koymuş olduğu iddia edilen bir takım yasaklamalar , işte bu emir sahibi olmasından kaynaklanan tasarrufların neticesindedir. 

Mekkeli muhacirlerin ihtiyaçları dikkate alınarak , Medineli ensardan daha fazla ganimetten pay almaları emir sahibi olan elçinin emri ile gerçekleşmiş ve bu paylaşıma kimse itiraz edememiştir. Bu gün aynı durum hasıl olduğunda, böyle bir taksimatın yapılması gene gerekecek ve , "Ulul emr" sıfatına sahip bir yönetici tarafından yapılan taksimata asla itiraz edilmemesi gerekecektir. 

Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu tasarrufların nasıl değerlendirilmesi gerektiği bu noktada önem arz etmektedir. Örneğin ; Hayber kuşatmasında ehli eşeklerin etinin yenmesini yasaklamış olduğuna dair getirilen rivayetlerin temelinde , ehli eşeklerin askeri nakliye amacıyla kullanılması ve bunların kesilerek yenmesi neticesinde, nakliye sorunları ile karşı karşıya kalınacağı tehlikesine binaen, böyle bir yasaklama getirilmiş olmasına rağmen , bu rivayette ki yasaklama, sanki Kur'anın yasağı imiş gibi algılanarak, ehli eşeklerin yenmesinin, kıyamete kadar sürecek bir haram olduğu zannı ortaya atılmıştır. 

Muhammed (a.s) Kur'an haricinde ve kıyamete kadar Kur'an gibi bağlayıcılığı olan hiç bir hüküm koymamıştır  koymaz da, koymuş olduğunu iddia edenler , Ya Muhammed (a.s) ı ilah seviyesine , ya Allah (c.c) yi kul düzeyine indirmiştir , bunun 3. bir şıkkı yoktur.

"Resul" olmanın , Allah (c.c) ye denk bir konum olmadığı biz Müslümanlar anlaşılmadığı müddetçe , yüzyıllardır süren bu kavgaların arkası kesilmeyecek , daha da şiddetlenerek devam edecektir. Resul olmak demek,yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşan insan anlamında olup , bu insanlar kendi adlarına herhangi bir söz söyleme yetkisine sahip değillerdir.

Sonuç olarak ; Haşr s. 7. ayeti parçacı bir okumaya kurban edilerek , Muhammed (a.s) ın aynen Kur'an gibi haram-helal koyma yetkisinin olduğu yönünde oluşturulan bir algıya dayanak olarak sunulmuştur. Halbuki bağlam gözetilerek yapılan ön yargısız bir okumada , ganimet dağılımı konusunda Mekkeli muhacirlere tanınan önceliğin, Medineli ensar tarafından nasıl karşılandığı anlatılarak, evrensel bir örneklik olarak bizlere sunulmuş olması maalesef örtülerek farklı bir anlayış çıkarılmıştır. 

Kur'an kimilerinin, ön yargılarını kabul ettirmek için okumaya çalıştığı , ayetlerinin istenildiği yerden kesilerek okunduğu bir kitap olarak kaldığı müddetçe , onun mesajının anlaşılması ve hayata yansıtılması gibi bir durumun hasıl olması asla mümkün olmayacaktır. 

                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

7 Aralık 2015 Pazartesi

Al-i İmran s. 164. Ayeti : Resul'un Kitap ve Hikmeti Öğretmesi

Müslümanlar arasında bitmek tükenmez bilmeyen tartışmalardan olan Muhammed (a.s) ın nasıl bir konuma oturtulması gerektiğini , ona indirilen Kur'an açık ve net olarak anlatmaktadır. Muhammed (a.s) ın konulması gereken yer, onu gönderen Rabbimiz tarafından beyan edilmesine rağmen , bu konuda ifrat ve tefrit olarak tanımlayabileceğimiz uç düşünceler ortaya çıkarak bir tarafta yarı ilah, diğer tarafta sadece getirdiği mesajı okuyan bir elçi portresi oluşturularak, vasat anlayışın dışına çıkılmıştır. 

Al-i İmran s. 164. ayeti, Muhammed (a.s) ı nasıl konuma oturtulması gerektiğini beyan eden  ayetlerden bir tanesidir. 

Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

[003.164] And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.

Ayete baktığımızda gönderilen elçinin görevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür. 

1- Allah'ın ayetlerini okumak.
2-Mü'minleri tezkiye etmek.
3-Onlara Kitap ve Hikmeti öğretmek. 

Konumuz olan ayetlerin benzerleri , Bakara s. 129 ve 151. , Nisa s. 113 , Cuma s. 2. ayetlerde de karşımıza çıkmaktadır. Resulün görevini özetleyen bu ayetlerin , yukarıda bahsettiğimiz iki uç anlayışı tasdik ettiğini söylemek mümkün görülmemektedir. Bazı uç anlayışlarda gördüğümüz , Muhammed (a.s) ın görevini sadece 1. şık ile sınırlandırma düşüncesinin yanlış olduğu, bu ayeti okuduğumuz zaman anlaşılmaktadır

"Ehli hadis" düşüncesinin dayandığı peygamber anlayışında ortaya çıkan söylem, ayet içindeki "Hikmet" kelimesinin, Kur'andan ayrı olarak inen bir bilgi kaynağı olduğu yönündedir. Bu görüş uydurma olarak ifade edebileceğimiz rivayetler ile, Muhammed (a.s) a söyletilerek ona atfen büyük bir iftira uydurulmuştur. 

"Elçi" payesini alan insanlar , öncelikle insan olmanın gereği olan yaratılıştan gelen fıtri bilgilere sahip olarak dünyaya gelirler. Bu anlamada "Kitap ve Hikmet" , sadece elçilere has bir öğreti değil , bütün insanlara öğretilen bilgileri ifade etmektedir. 

"Kitap" kelimesi, Kur'anda kullanıldığı cümle içinde anlamını bulan bir kelime olmakla birlikte , "Hikmet" ile birlikte kullanıldığı yerlerde , insanların tümüne öğretilen fıtri bilgileri ifade ettiğini söyleyebiliriz. "Hikmet" kelimesini , "doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti" olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz. 

Dünyaya imtihan edilmek için gelen insanın esas problemi , kendisine verilen "Kitap" bilgisini, yine kendisine verilen "Hikmet"i kullanarak eşyayı nasıl kullanması gerektiğidir. Elçilerin ve Kitapların fonksiyonu burada ortaya çıkmaktadır.

Araf s. 172. ve 173. ayetlerinin beyanından anlaşılacağı üzere , bütün insanların yaratılışından gelen bir özellik olarak "Rab" olarak birilerini bilme yetisi mevcuttur. Yaratılan insan kendisine karşı , herhangi bir dış müdahale olmadığı müddetçe "Rab" olarak Allah (c.c) yi tanır. Fakat kendisine yapılan dış müdahale sonucu "Rab" olarak başkalarını tanıma yoluna gidebilir.

Kur'anın "Şeytan" olarak tanımladığı , ve insanı başka rab ve ilahlara kul olmayı teşvik eden bu düşmana karşı , Allah (c.c) bir çok elçi ve kitap göndererek bu tehlikeye dikkat çekmiş , ve ondan korunma yollarını göstermiştir. 

"Şeytan" vasfına sahip olanların , insana karşı yaptığı en büyük düşmanlık , ona verilmiş olan doğruyu yanlışı ayırt edebilme kabiliyetini yani "Hikmet" i, insana nasıl kullanacağını onların öğretmeye çalışmasıdır. Kur'anda anlatılan "Adem ve İblis" kıssasının mesajını kısaca özetleyecek olursak , Ademe verilen emirlerin , "İblis" adında müşahhaslaştırılan bir kişilik üzerinden nasıl saptırılarak , doğru olanın yanlış , yanlış olanın ise doğru gösterilerek, insanların ayağının cennetten nasıl kayabileceğinin anlatılması olduğunu söyleyebiliriz.

Adem kıssasında "İblis" adı ile müşahhaslaştırılan "Şeytan" , kıyamete kadar insanın ayağını cennetten kaydırmak için var olan her şeyin genel adı olarak aramızda yaşamakta ve yaşamaya devam edecektir. 

Adem ve Muhammed (a.s) lar arasında gelen bütün elçilerin ortak görevi , "Hikmet" adı verilen doğruyu yanlışı ayırt edebilme kabiliyetini , şeytanlar tarafından öğretilen bilgi doğrultusunda kullananlara karşı mücadele etmek ve bu mücadelede başı çekerek örneklik yapmaktır.

Kur'anda adı geçen elçilere karşı amansız bir savaş giren müşrik önderler, kendilerinde mevcut bulunan "Hikmet" i , şeytanların onlara vaaz ettiği bilgiler doğrultusunda kullanarak, kendilerinin doğru yolda olduklarını , onları vahye teslim olmaları gerektiğini haber veren elçilerin ise ,yanlış yolda olduklarını zannetmişlerdir.   

Musa (a.s) a karşı çıkan Firavun da , İbrahim (a.s) a karşı çıkan Nemrut ta , Nuh ,Hud , Salih , Lut (a.s) gibi bütün elçilere karşı çıkan  mele ve mütref takımında ,"Hikmet" adı verilen doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti mevcut idi. Elçilere karşı çıkan bu insanlar , kendilerinde olan "Hikmet" i vahye değil şeytana bağladıkları için , kendilerinin haklı ve doğru yolda , elçilerin haksız ve yanlış yolda oldukları zannı hakim olmuştur. 

Bu durum Muhammed (a.s) ın elçiliği zamanında da böyle gelişmiştir. Mekke ve Medinenin ileri gelenleri , kendilerine gelen elçiye iman etmeyerek  önceki ataları gibi, elçi ve ona tabi olanlara karşı amansız bir savaşa girişerek , kendi yollarının doğru olduğu zannına kapılmışlardır. 

Allah (c.c) elçisine indirdiği ayetler ile , o elçinin insanlara "Kitap ve Hikmet" i öğretmek için geldiğini haber vermektedir. Muhammed (a.s) dahil olmak üzere ondan önce gelen bütün elçiler , onun gibi aynı şekilde insanlara "Kitap ve Hikmet" i öğretmekle görevli öğretmenlerdir. 

Bu elçiler içinde oldukları topluluğa  kendilerine inan vahiy doğrultusunda, kendilerinde mevcut olan bilgilerin nasıl bir bilgi kaynağına bağlanarak kullanılması gerektiğini öğretmeye çalışmışlardır. Tebliğci ve öğretici olmaları hasebiyle , kendilerine inen vahyi önce kendileri hayata tabi kılarak örnek bir hayat yaşamışlardır. 

Son elçi olan Muhammed (a.s) bu elçilerden birisi olup, kendisine inen vahye iman edenlerin ilki olarak ona okunan vahyi , önce kendisi iman ederek hayatına yansıtmıştır. Onun kendisinde mevcut olan bilgileri inen vahiy doğrultusunda kullanması ve bu kullanımı hayatı içinde pratiğe aktarması , literatürde "Sünnet" (gidilen yol) olarak isimlendirilmiştir.

Muhammed (a.s) ın vahye tabi olarak yaşadığı hayat , "Ehli hadis" olarak tabir edilen fırka mensupları tarafından farklı algılanarak , yaşadığı bu hayat içinde yapmış olduğu fiiller ve söylemiş olduğu rivayet edilen sözlerin , vahiy olarak ona bildirilmiş olduğu düşüncesi geliştirilmiş , geliştirilen bu düşünce ,  diğer insanlar gibi ona da doğuştan verilmiş olan "Hikmet" i kendisine inen vahiy doğrultusunda kullanmış olmasının  hiçe sayılması, ve bir robot konumuna düşürülmesi anlamına gelmektedir. 

Hikmetin sünnet olduğu , sünnetinde vahiy olduğu düşüncesi, kendi içinde büyük bir hatayı barındırmaktadır. Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu fiilllerin , kendisine vahyedilmesi neticesinde meydana geldiğini iddia etmek , Kur'anda Muhammed (a.s) ın hata yaptığına dair olan ayetleri dikkate aldığımızda , ya ona yapıldığı iddia edilen vahyin yanlışlığını , veya ona vahyedildiği iddia edilen vahye uymadığı anlamına gelecektir.

Muhammed (a.s) a verildiği iddia edilen "Hikmet" in ona vahyedildiğini iddia edecek olursak , Abese suresinin ilk ayetlerinde , kendisine gelen ama ya karşı olan tutumunun, ona yapılan vahiy neticesinde olduğunu söylemek zorunda kalır , bu yaptığını yanlış olduğunu ifade eden ayetleri izah etmekte zorlanırız. Enfal s. 67. ayetinde Bedir savaşında esir almasının hata olduğunun beyan edilmiş olmasını , eğer yaptığı her fiil vahiy eseri ise , esir alması da bir vahiy eseri olması gerekir , esir almasının yanlış olduğu konusunda inen ayeti nasıl izah edebiliriz?.


Elçilerin görevini, "Tebliğ" (İletmek) ve "Talim" (Öğretmek) şeklinde iki kelime ile özetleyebiliriz. Muhammed (a.s) a inen ayetler içinde anlatılan elçi kıssaları , o elçilerin hikmeti nasıl öğrettiklerini Mekkeli ilk muhataplara öğreterek , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara canlı örnekler olmuştur. Muhammed (a.s) bu örneklerden yola çıkarak 23 senelik risaleti boyunca kendisinden önceki elçilerin yolunu, yani literatürdeki adı ile "Sünnet" lerini takip etmiştir. 

Muhammed (a.s) sonrası değişen "Sünnet" algısı,diğer elçilerin sünnetleri hesaba katılmadan sadece Muhammed (a.s) a indirgenmiş , "Muhammed (a.s) Sünneti" denildiği zaman akla , onun fiillleri olarak rivayet edilen ve insan olarak yaptığı ve kendi yaşadığı zaman ile sınırlı bir takım fiiller akla gelerek , bütün elçilerin evrensel bir çağrı olan Tevhid mücadelesindeki izledikleri yolları yani sünnetleri akla bile gelmemiştir. 

Bu gün biz Müslümanların her yönden geri kalmış olmamızın en başta gelen sebebi , "Sünnet" denildiği zaman bütün elçilerin sünnetlerinin değil, tek bir elçinin sünnetinin hatırlanması , o sünnetler ise evrensel bir bağlayıcılığı olmayan ve sadece elçinin insan olması hasebiyle yapmış olduğu yemek , içmek , uyumak v.s gibi şeylerle sınırlandırılmış bir sünnet anlayışına sahip olmamızdır.

Muhammed (a.s) ın Kitap ve Hikmeti öğretmesinin anlamı, evrensel bir boyuta taşınmayıp sadece kendi yaşadığı zaman içindeki yaşantısını baz alan bir anlayış içinde değerlendirilmeye çalışılması elçilerin öğreticilik unsurunun doğru anlaşılmamasına sebep olacaktır. 

"Elçi" kavramının öncelikle , onun getirdiği vahiy bilgisi öne çıkarılarak değerlendirilmesi gerekirken , elçinin kendisi öne çıkarılmış ve bu öne çıkarılma , vahyin evrensel mesajının anlaşılmasında engel oluşturmuştur. Elçiler elbette sevilecektir , ancak bu sevilme onları İsa (a.s) ın düştüğü duruma getirmemelidir. Bizlere, elçiler tarafından öğretilen bilgiler gerekli iken , o bilgilerin bir tarafa bırakılıp o bilgileri öğretenlerin şahıslarının öne çıkarılması dinamik ve hayata yansıyan bir Kur'an anlayışının üzerini örtmektedir. 

Muhammed (a.s) dahil bütün elçiler ruhban ve pısırık bir dini yaşam sahibi değil , yaşanan zamana dair itirazı olan pratik bir söylem sahibidirler. Bu gün din olarak bildiğimiz ve yaşadığımız şey , bu elçiler tarafından tebliğ edilen ve öğretilen din değil , kimseye zararı olmayan , yaşanan zamana dair bir itirazı ve söylemi olmayan, muhafazakar ve uzlaşmacı bir din haline gelmiştir. 

Kur'anda anlatılan elçi kıssalarına baktığımızda , gelen elçilerin kavimlerinin yaşantılarına dair yaptığı itirazların sosyal , ekonomik , ahlaki , ve herkesin yaşam hakkına saygı duyan bir söylem içinde oldukları görülmektedir. 

Şuayb (a.s) kıssasında önce çıkan tebliğ, başta tevhidi bir hayat sürülmesi gerektiğinin yanısıra , o kavmin ekonomik hayat içinde yaptığı fesadın düzeltilmesine yöneliktir. Salih (a.s) kıssasında öne çıkan tebliğ , tevhidi bir hayat sürülmesi gerektiğinin yanısıra ekolojik dengenin gözetilmesine yöneliktir. Lut (a.s) ın kıssasında öne çıkan tebliğ , o kavmin ahlaki yozlaşmasına karşı çıkan bir söylemdir.

Bütün elçiler insana verilen hikmetin , nasıl bir kaynağa bağlanarak kullanılmasını öğretmek üzere gelerek, bunları söz ve fiil ile kendi topluluklarına anlatmış olmalarına rağmen , bu gün yaşanan hayatların , geçmiş elçilerin kavimlerinde yaşanan olumsuzlukları barındırması bizleri o olumsuzluklara karşı bir söylem üretmemize vesile olmamaktadır. 

Yaşanan hayata dair olumsuzluklara itiraz etmek , kendilerini elçilerin yolundan gittiğini iddia edenlerin başta gelen görevleri olmasına rağmen , bu iddia sahiplerinin büyük çoğunluğunun böyle bir görevi olduğundan bile habersiz bir hayat yaşamaları bizleri düşündürmelidir. 

"Hikmet" denilince hadislerin akla geldiği ,ve yapılan tartışmaların bu hadislerin sahih olup olmadığı yönünde olan bir Müslümanlık anlayışı , bırakın yaşanan dünyadaki sorunların çözümünde söz sahibi olmayı , kendi içinde bile doğru düzgün bir din anlayışı ortaya koyamayan biz Müslümanları, yaşanan dünya içinde birilerinin kendi mel'un amaçlarını ikame etmek için kullandıkları figüranlar olmaktan başka bir işe yaramayan topluluk haline getirmiştir. İşin daha vahimi bu durumun farkında bile olamayışımız , ve hala birilerinin ekmeğine yağ sürecek sünnet vahiymidir değilmidir gibi boş tartışmalar ile vakit kaybediyor olmamızdır.

Sonuç olarak ; Elçi ve kitapların gönderiliş gayesi , biz insanların doğuştan gelen bazı hassasiyetlerinin yanlış bir şekilde kullanılmasının, yanlışlığını hatırlatmak , doğru kullanımın nasıl olması gerektiğini, gelen kitapları okuyan ve o kitapların muhteviyatını hayatlarına geçirerek örnek olan elçilerin görevlerini oluşturmuştur. 

Muhammed (a.s) bu görevi üstlenen son elçi olup , o da diğer elçi ataları gibi kavminin yapmış olduğu şirk'in onlara neye mal olacağını , bu hallerini düzeltmeleri gerektiğini hatırlatan bir elçidir. Bu görevini sadece kendisine inen vahyi okumakla kalmamış , kendisine inen vahyin ilk muhatabı kendisinin olması hasebiyle , okuduklarını önce kendi sahasına aktararak "Üsvetün Hasenetün" (Güzel Örnek) olmuştur. 

Kur'anın elçilerin görevleri ile ilgili ayetleri, bizlere elçilerin öğrettikleri bilgileri öğrencileri ile birlikte yaşayan insanlar olduğunu hatırlatmaktadır. Bu elçiler ne sadece bir iletici , ne de bütün yaptıklarını kendilerine iletilen vahiy ile gerçekleştiren robot değildir. Robot elçi olarak gönderilen bu kişilerin hata yapmaları gibi insani hassasiyetleri de olmaması gerektiği için , biz insanlara örnek olmaları mümkün değildir. 

Bu gün eğer dünyada yaşanan olaylara dair bir sözümüz olmasını istiyorsak, elçilerin getirdiği kitaplardaki muhteviyatı nasıl hayatlarına aktardıkları bizler için yol gösterici olmalıdır. Bu yol göstericilik eğer göz ardı edilerek, Kur'an dışı elçi algılarının hakim olduğu bir din anlayışı içinde olmak bizlerin dünyada özne olmak yerine figüran olma rolünü oynamaya devam ettirecektir. 


                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.