Kur'an ayetlerinin ön yargılar doğrultusunda okunarak , mesajın anlaşılmasına yönelik olmayan bir okumaya tabi tutulması , özellikle Muhammed (a.s) ın görev ve yetkilerini daha üst seviyeye taşıyarak , onun da haram ve helal tayin etme yetkisi olduğunu iddia eden ,"Ehli Hadis" düşüncesi mensuplarınca sıkça kullanılan bir yöntemdir. Bu fırkanın mensupları bazı ayetleri bağlam tanımadan bektaşi misali bir okuma yaparak , "Bak işte bu ayet Resul'un haram helal tayin ettiğini beyan ediyor" diyerek düşüncelerini Kur'anın desteklediğini ispat etmeye çalışmaktadırlar.
Araf s. 157. ayeti , ön yargılar doğrultusunda yapılan bir okuma sonucunda , Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisinin olduğu yönünde bir delil ayet olarak bizlere sunulmaktadır. Bu yazımızda, ilgili ayeti ele almaya çalışarak, böyle bir tayin yetkisine delil olup olamayacağı yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي
يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ
يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ
لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ
عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ
آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ
أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o
ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder,
onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona
saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a)
uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
Muhammed (a.s) ın haram helal tayin etme yetkisi olduğunu savunanların delil olarak sundukları bir ayet olan Araf s. 157. ayeti, ilk okunuşta dahi muhatap kitlesinin Ehli Kitap olduğu anlaşılan bir ayettir. Kur'anın doğru anlaşılma yolunun , okunan ayetin ön yargıların kabul ettirilmesine yönelik bir okuma yöntemine tabi tutulmaMAsı , okunan ayetin, ayet , sure ve Kur'an bütünlüğü gözetilerek okumasından geçtiğini yeniden hatırlatarak , ilgili ayeti anlamaya çalışalım.
Ayetin başındaki "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları" cümlesinden, bu ayetin ilk muhataplarının Ehli kitap yani Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu anlaşılmaktadır. Tevrat ve İncil'e iman ettiklerini iddia edenlerin , Muhammed (a.s) ı oğullarını tanır gibi (6.20) tanıdıkları beyan edilerek , gelmiş olan bu elçinin daha önce geleceğinin İsa (a.s) tarafından müjdelendiği, (61.6), dolayısı ile bu elçiye iman etmelerinin şart olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu ayetin doğru anlaşılmasının yolunun, ayet içindeki "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesinin , neyi ifade ettiğinin anlaşılmasından geçtiğini düşünmekteyiz. Bu cümlede, Ehli kitabın üzerinde olan bir yükün , Muhammed (a.s) tarafından kaldırıldığı beyan edilmektedir. Bu yükü Muhammed (a.s) ın kaldırmış olması demek , Allah (c.c) nin kaldırmış olması demek anlamına gelmektedir. Çünkü "Nebi Resul" görevine sahip olan bir kimse , Allah (c.c) nin mesajını insanlara iletmekle görevli bir kişidir.
Öyleyse , bu cümlenin ifade ettiği anlamın yine Kur'an içinden aranarak anlaşılması gerekmektedir. Öncelikle , "Bunların üzerinde nasıl bir ağır yük vardı ki, Nebi Resul bunları kaldırdı?" sorusunu sorarak cevabını aramaya başlayalım. Bu sorunun cevabını aramak için , İsrailoğullarının köküne inen bir ayetten başlamak gerektiğini düşünmekteyiz.
[003.093-94] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram
ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru
sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim
olanlardır.
Al-i İmran s. 93 ve 94. ayetlerinde , Tevratın indirilmesinden önce , bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğu bildirilmektedir. İsrail yani Yakub (a.s) ın yemediği herhangi bir yiyeceğin, Allah (c.c) tarafından İsrailoğullarına haram kılındığı için değil , onun nefsine ait nedenlerden ötürü , sevmemesi veya bedenine zarar vermesinden ötürü yenilmediğini , yani onun yemediği şeylerin bile İsrailoğullarına helal olduğunu , bu kavme yiyecek olarak herhangi bir haramlığın bildirilmediğini anlamaktayız.
Musa (a.s) kıssasını okumuş olanların malumu olan , İsrailoğullarının Firavun esaretinden kurtulmasını müteakip cereyan eden olaylara baktığımızda , İsrailoğullarının esaret yıllarını unutarak nankörlüğe geri döndüklerini , başta Musa (a.s) a olmak üzere kendilerine gelmiş olan elçilere başkaldırdıklarını ve bir kısmını öldürdükleri bilinmektedir. Onların bu başkaldırmaları Allah (c.c) tarafından dünya hayatında karşılıksız bırakılmayarak , onlara ceza olarak bazı yiyeceklerin onlara haram edildiğini görmekteyiz.
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan
menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını
haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara
haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
Nisa s. 160 ve 161. ayetlerine baktığımızda , Yahudilerin yapmış oldukları hatalar sebebi ile onlara daha önce HELAL olan TAYYİBATIN , HARAM kılındığını görmekteyiz.
Peki bu haram kılınan TAYYİBAT neler idi ?.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve
davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık.
Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru
sözlüyüzdür.
[016.118] Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram
kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine
zulmediyorlardı.
Allah (c.c) nin İsrailoğullarına yapmış oldukları yüzünden uygulamış olduğu bu yasakların bir kısmının (tamamı değil), İsa (a.s) tarafından kaldırıldığını görmekteyiz.
[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.
Al-i İmran s. 50. ayetinde , İsa (a.s) ın gelmesi ile İsrailoğullarına uygulanan yasağın bir kısmının kalktığını görmüş olmamız , bu yasakların tamamının kalkmadığını bizlere göstermektedir.
Peki bu yasakların tamamı ne zaman ve kim ile kalktı?.
Sorusunun cevabını bizlere ,Araf s. 157. ayeti vermektedir. Bu ayet İsrailoğullarına uygulanan haramların tamamının, Muhammed (a.s) ile kalkmış olduğunu , bundan sonra onlara özel bir haramlılık olmadığını , onlara haram olan şeylerin artık bundan sonra , Kur'anın belirlediği haramlar olduğunu görmekteyiz.
Araf s. 157. ayeti içindeki ve konunun aydınlanmasında anahtar bir görevi olduğunu düşündüğümüz, "Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir" cümlesi , İsrailoğullarına daha önceden helal iken , yapmış oldukları bazı hatalar nedeni ile ceza olarak onlara haram kılınan bazı yiyeceklerin, bir kısmının İsa (a.s) ile helal kılınmış olmasına karşın , bir kısmının hala yürürlükte olduğunu göstermektedir . Araf s. 157. ayeti , artık bundan sonra böyle bir haramlılık olmadığını beyan ederek, özel bir durum olan İsrailoğullarının üzerindeki haramlılığı TAMAMEN kaldırmaktadır.
Muhammed (a.s) , Musa ve İsa (a.s) ların yolunu izleyen birisi olması nedeniyle , İtaat edilmesi gereken bir elçidir ve bu itaat zorunluluğu, kendisini İsa ve Musa (a.s) lara iman ettiklerini iddia edenler için de geçerlidir. Musa (a.s) a itaat ettiklerini iddia eden İsrailoğullarının da itaat etmeleri gereken bir elçi olan Muhammed (a.s) , bu insanlara kendilerine haram olan bazı şeylerin artık bundan kaldırılmış olduğunu kendisine Allah (c.c) nin vahyetmesi sonucunda onlara bildirmektedir.
Bu çerçevede , "Nesh" konusu ile ilgili olarak bir saptamada bulunmak yerinde olacaktır. Bilindiği gibi "Nesh" denilince ilk akla gelen şey , Kur'an içindeki bazı ayetlerin, bazı ayetler ile hükmünün kaldırılması olduğudur. Kur'an içindeki ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olduğu iddiası , ayetler arasında bağ kuramayanların ortaya attığı bir iddia olup , Kur'an içinde böyle bir durum söz konusu değildir.
"Nesh" konusunu , yani ayetlerin birbirinin hükmünü kaldırmış olmasını , Allah (c.c) nin daha önce göndermiş olduğu Tevrat'ın da Allah (c.c) nin ayetlerini ihtiva eden bir kitap olduğunu dikkate alarak düşündüğümüzde , İsrailoğullarına haram kılınan yiyecekler, onlara vahiy yolu ile yani "AYET" ile bildirilmekte idi. Muhammed (a.s) a inen Kur'an , Tevrat'ta olan bir ayetin hükmünü nesh etmiş yani hükmünü kaldırmıştır diyebiliriz. Nesh konusunu sadece Kur'an ile sınırlamayıp , Tevratı da içine içine alan bir çerçevede düşündüğümüzde ayetler arası nesh'in vaki olduğunu söyleyebiliriz.
[007.158] De ki: «Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı,
O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için
gönderdiği resulüyüm. Allah'a ve ümmi nebi resule -ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru
yolu bulasınız.»
Araf s. 158. e baktığımızda "Ey insanlar" hitabını, ilk muhataplar açısından değerlendirdiğimizde , ki bu ayetlerin Medine de inmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir , Ehli kitap olarak bilinen insanlara yapılan bir hitap olarak anlayabiliriz.
Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin bir elçisi yani onun adına konuşan bir kişi olarak , Allah (c.c) nin bundan sonra İsrailoğullarına uyguladığı yasakların artık kaldırıldığı , İsrailoğullarının diğerleri gibi bu elçiye iman etmeleri gerektiği , diğer insanlar gibi bu elçiye indirilen haramlara tabi olan bir hayat sürmeleri gerektiği beyan edilmektedir.
[005.004] Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size tayyibat helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp
yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve
üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk
görür.
[005.005] Bugün, size tayyibat olanlar helal kılındı. Kitap verilenlerin
yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan hür ve iffetli
kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerin hür ve iffetli kadınları -zina
etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğiniz takdirde- size
helaldir. Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de
kaybedenlerdendir.
Tayyip olanı helal , habis olanı haram kılma yetkisi, sadece Allah (c.c) ye has bir yetki olup , bu yetki onun dışında hiç kimse tarafından kullanılamaz. Araf s. 157. ayetinde ki durum , Allah (c.c) nin elçisi olan Muhammed (a.s) ın yetkisi dahilinde olan bir durumu ifade etmemekte olup tek yetkili olan Allah (c.c) nin daha önce verdiği bir hükmü kaldırmış olduğunu beyan etmektedir.
Sonuç olarak ; Araf s. 157. ayetinin , siyak sibak , konu ve Kur'an bütünlüğü açısından değerlendirildiğinde , Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) gibi haram helal tayin etme yetkisi bulunduğuna dair herhangi bir delil olduğunu anlamak mümkün görülmemektedir. Muhammed (a.s) ın böyle bir yetkisi olduğu düşüncesine bazı ayetlerin delil olarak sunulma çalışmalarının , bundan önceki bazı yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız gibi , onun "Elçi" olmasının ne demek olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyenlerin ortaya attığı düşüncelere, Kur'andan destek aranma çalışmalarının bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.
İlgili ayeti bağlamında değerlendirdiğimizde , İsrailoğullarına yapmış oldukları hatalar nedeni ile Allah (c.c) tarafından ceza olarak verilmiş olan bazı yiyeceklerin haram kılınma cezasının tamamen kaldırıldığını görmekteyiz. Bu kaldırılma Muhammed (a.s) ın elçi olması nedeniyle Allah (c.c) tarafından gerçekleştirilen bir neshetme olayı olup , Allah (c.c) nin yetki sınırları dahilinde olan ve kimseye verilmemiş olan haram helal tayin etme yetkisinin sadece ona ait olduğunun açık bir ifadesi olarak bizlerin ön yargılarından arınmış olarak okunmasını bekleyen bir ayettir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Nebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Ocak 2016 Çarşamba
19 Aralık 2015 Cumartesi
Nebi Resullük : Allah (c.c) Adına Konuşma Makamı
Allah (c.c) biz yaşadığımız dünya hayatında uymamız gereken kuralları bizler içinden seçmiş olduğu insanlar ile göndermiştir, Kur'an dilinde bu insanlara "Nebi Resul" denilmektedir. Muhammed (a.s) bu zincirin son halkası olup , ondan sonra bu sıfat kimseye verilmeyecektir. Ancak bazı Kur'an ayetlerinin farklı yorumlanması sonucunda , "Nebilik bitmiştir ancak resulluk bitmeyecek kıyamete kadar devam edecektir" şeklinde söylemlere rastlamaktayız.
İddiamız , nebiliğin bittiği resulluğun de bittiği ve bundan sonra kimsenin böyle bir iddia ile ortaya çıkmayacağı , "Ben resulum" diyen bir kimseye verilecek karşılık, onun sadece bir yalancı ve iftiracı olduğudur.
Bu konuda yapılan önemli yanlış , "Nebi" ve "Resul" kavramlarının aynı insan üzerinde toplanmamış olduğu , Allah (c.c) tarafından seçilen insanların bir kısmının "Nebi" bir kısmının ise "Resul" olduğunun zannedilmesidir. Bu yanlışlığı geleneksel anlayış içinde görmekle birlikte , Kur'an merkezli düşünce etrafında buluşan insanların bir kısmında da görmekteyiz.
[022.075] Allah meleklerden de resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz, Hacc s. 75. ayeti olup , Allah (c.c) bu ayette "Resul" sıfatını "Melek" ve "İnsan" lara verdiğini bildirmektedir.
"Resul" kelimesi kısaca , alınan bir haberi aktarmak görevli olan bir kimseye denilmektedir.
Allah (c.c) "Melek" resul seçerek, "Al bu mesajımı falan resulüme ilet" demekte, Melek resulden mesajı alan beşer resul ise, insanlara bu mesajı iletmektedir. Allah (c.c) resul olarak seçtiği insanlara "Nebi resul" şeklinde bir paye vermektedir.
"Nebi" ; Bir haberi iletmek ile görevli kimse için kullanılan kelimedir. Bu anlamda resul ve nebi kelimeleri birbiri ile eş anlamlı sayılabilir , bu noktada kafalara "Neden aynı anlamda olan iki kelimenin birlikte kullanıldığı" sorusu takılacaktır.
Hacc s. 75. ayetine geri dönecek olursak , bu ayette melek ve insanlardan resuller seçildiği beyan edilmektedir. İnsan cinsinden olan resulun, melek resulden ayrılması için "Nebi resul" şeklinde bir ifade kullanılmış olabileceğini düşünmekteyiz. Yani "Nebi Resul" sıfatı beşerden seçilmişler için kullanılarak , meleklerden seçilen elçi için böyle bir sıfat kullanılmamaktadır.
Bu anlamda Adem ve Muhammed (a.s) lar arasında gelen bütün beşer elçiler "Nebi Resul" olarak adlandırılmışlardır. Geleneksel düşüncede ki , "Nebi, kendisine kitap verilmeyen peygambere , Resul ise kendisine kitap verilen peygambere denir" şeklindeki tarif , Kur'anın tarifi uyum arz etmemektedir.
"Kitap" kelimesi ; "İki şeyi birbirine eklemek" anlamında olup ağızdan çıkan harflerin birbiri ardı sıra eklenerek dizeler haline gelmesine de "Kitap" denilmektedir. Allah (c.c) nin göndermiş olduğu bütün Nebi Resullerin ağzından çıkan kelimeler ile aktardıkları mesaj, almış oldukları vahyin sonucu olup bu anlamda , kitap verilmemişlik gibi bir durum asla söz konusu değildir.
Kitap verilmemişlik gibi bir iddia, beraberinde bu iddia sahiplerini , "Ben size Allah'ın gönderdiği elçiyim" diyen birinin, bu elçiliğinin delili olan vahyi almadığını iddia ederek, Allah (c.c) nin gönderdiği bir kısım elçiyi yalancı konumuna düşürmek durumuna getirecektir.
Allah (c.c) nin göndermiş olduğu hiç bir "Nebi Resul" bu görevin kendisine verilmiş olduğu haberini almadan " Ben Resulum" diye ortaya asla çıkamaz. Adem ve Muhammed (a.s) lar arasında gelen ve sayısının sadece Allah (c.c) nin bildiği bütün seçilmiş insanlar, bu seçilmişliklerini Allah (c.c) den aldıkları vahiy ile belgelemişlerdir.
Allah (c.c) den böyle bir belge ile görev alan bu seçilmişler kavimlerine giderek , almış oldukları vahyi ağızları ile iletmeleri onların "Kitap" almış olduklarını gösterir. Çünkü o Resullerin ağızlarından dökülen kelimelerin bir araya getirdiği cümleler, almış oldukları vahyin aktarılmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda "Kendisine kitap verilmeyen elçi" diye bir şey asla olamaz.
Bütün bunlardan sonra, "Nebi Resul" payesini alan insanlar , yeryüzünde Allah (c.c) nin mesajını insanlara iletmekle görevli olan kişiler olup , onların üstlendikleri bu görev, YER YÜZÜNDE ALLAH (C.C) ADINA KONUŞMAKTIR. Muhammed (a.s) a inen ilk ayetler olan Alak suresindeki "Oku seni yaratan rabbinin adı ile" emri, ona Allah (c.c) adına konuşma görevinin verildiğini beyan etmektedir.
Muhammed (a.s) "Nebi resul" zincirinin son halkası olup, ondan sonra hiç kimse Allah (c.c) adına okuma yetkisine sahip olMAyacaktır. Ahzab suresinin 40. ayetinde "Onun Allah'ın resulu ve nebilerin sonuncusu" olduğunun beyan edilmesi , Nebi ve Resul kelimelerini birbirinden ayıranlar için , nebiliğin bittiği fakat resullüğün devam ettiği gibi bir zanna götürmüştür. Bu düşünce sahipleri, Nebi ve Resullüğün et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığını bilselerdi böyle bir hataya düşmelerine gerek kalmazdı.
Nebi ve Resullüğün birbirinden ayrılarak , resullüğün devam ettiğini iddia edenlerin bir kısmı, bu resullüğü kendilerine layık görerek, "Ben de resulüm" diyerek ortalıklarda dolaştıklarını , hatta bu kimselere inanan bir kısım insanın da olduğuna şahit olmaktayız.
Herkesin malumudur ki, bir göreve atanmak isteyenlerin için gerekli belgeleri getirilme zorunluluğu vardır. Bir kimse eğer "Ben resulum" diye bir iddia sahibi ise, bu resullüğünün tasdiki ve ilanı için, elinde kim tarafından resul olarak gönderildi ise, ondan bir belge getirmesi zorunluluğu vardır.
"Ben Kur'anın resulüyüm" şeklinde bir iddia ile ortaya çıkanlara ise , Kur'anın Muhammed (a.s) ın resullüğünün belgesi olduğunu, eski resulün belgesinin , yeni resul !! için geçerli olamayacağını söyleriz. Çünkü gelen her resul , kendisinin resul olduğuna dair bir belge ile gelip, önceki resulun belgesi ile kavimlerinin karşısına çıkMAmıştır.
"Kur'an resulü" sadece Muhammed (a.s) için geçerli bir deyimdir, neden mi?
Bizler Kur'an ayetleri ile ilgili bir yorumda bulunduğumuz zaman bu yorumun doğru veya yanlış olma ihtimali mevcuttur. Eğer Muhammed (a.s) aldığı vahy ile ilgili bir yanlışta bulunduğu takdirde , vahy bu yanlışı düzeltir , bizlerin böyle vahy almak durumu olmadığı için , bizim yaptığımız yorumlar sadece kendi ilim ve bilgi düzeyimizin sınırları dahilindedir.
Muhammed (a.s) bu konuda bizlerden ayrıcalıklı bir konuma sahip olarak Allah (c.c) iletişim halinde olduğu için yaptığı yanlışın düzeltilmesi söz konusudur. Muhammed (a.s) dan başka bir kimsenin Allah (c.c) adına konuşma yetkisi bulunmadığı için hiç kimsenin "Ben Kur'anın resulüyüm" diyerek çakma resullük iddiasında bulunmaya hakkı yoktur.
Nebi Resul görevini almış kişiler, yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşma yetkisine sahip kimseler olduğu için bu gün böyle bir iddia ile ortaya çıkan kimselere söyleyeceğimiz iki kelime vardır ki o da YALANCI ve İFTİRACI olduklarıdır. Çünkü artık bir beşerin çıkıp Allah (c.c) adına konuşma yetkisi yoktur .
Bu gün artık "Nebi Resul" olmak görevini yüklenen bir kimsenin olmasının veya gelmesinin imkansız olduğunundan sonra , "Nebi Resul" denilen kimselerin yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşma yetkileri olduğundan yola çıkarak, son nebi resul olan Muhammed (a.s) a itaatı emreden ayetleri bu gün nasıl okumak gerektiği sorusu cevabını beklemektedir.
Bu konuda herhangi bir cevap verilmediğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz, söylemek istediğimiz ,bu konuda verilen cevapların bazı problemleri beraberinde getirmesi açısından sıkıntılar doğurduğudur şöyle ki;
Kur'an içinde bir çok ayette, "Allah'a ve resulüne itaat edin" şeklinde emir vardır. Bu ayetlerin hayata pratize edilmesi konusunda, Muhammed (a.s) hayatta iken herhangi bir sıkıntı mevcut değildi.
[004.080] Kim resule itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.
Nisa s. 80. ayeti, resule itaat etmek demeyi Allah'a itaat etmek ile birleştirmiştir. Resul hayatta olduğu için Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olması hasebiyle onun yaşamı dahilinde resulluk görevi ile ilgili vahiy haricindeki sözleri bile itaat edilmesi gereken sözler olarak değerlendirilmekteydi.
Muhammed (a.s) ın elçilik görevi ile ilgili olan vahiy harici sözlerinde ve fiillerinde herhangi bir hata olduğu takdirde bu hata, devam eden vahiy süreci dahilinde inen ayetler ile düzeltilmekteydi. Tevbe , Enfal ve Abese surelerinde, bu hatalı uygulamaları konusunda elçiyi uyaran ayetler buna örnektir.
Bu noktada klasik söylem olan "Hadise itaatın farz" olması konusunun Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman ile sınırlı bir söylem ve durum olduğunu onun vefatı sonrasında , onun söylediği rivayet edilen sözlere itaatın böyle bir farziyet taşıması asla söz konusu olamaz.
Problem şimdi resule itaatı emreden ayetlerin nasıl hayata geçeceği konusunda olup, "Ehli Hadis" geleneği , elçiye olması gereken itaatın artık rivayet kitaplarında bulunan ve ona ait olduğu söylenen sözlere olması gerektiğini iddia etmektedir. Ancak burada da şöyle bir sıkıntı ortaya çıkmaktadır;
Rivayet kitaplarındaki "Hadis" denilen sözler eğer bu gün "Resule itaat edin" emrini karşılıyor diyecek olursak , hadis adı verilen sözlerin sahih olup olmadıkları konusunda bir çok ihtilaf olduğu herkesin malumudur. X hadisçisi herhangi bir hadis için sahihtir derken , Y hadisçisi aynı hadis için sahih değildir diyebilmektedir.
Aynı hadisin, bir hadisçinin gözünde sahih , bir başka hadisçinin gözünde gayri sahih olması , o hadisi sahih kabul edenler tarafından, sahih kabul etmeyenlere karşı, resule itaat etmediği gibi suçlamaları beraberinde getirecektir.
Bu gün elimizde olan hiç bir hadis kitabında Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözler , onun ağzından çıktığı gibi aynı şekilde mevcut değildir. Bu iddia bizim şahsi düşüncemiz olmayıp , hadis alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir konudur. Hadis olarak rivayet edilen sözler , rivayet edenin aklında kaldığı kadarı veya anladığının başka bir kişiye aktarılmasından ibarettir. Bu aktarımda eksik , hata , yalan olması muhtemel olup , hadis usulu dairesinde bu ihtimaller bir şekilde çözülmeye çalışılmıştır.
Hal böyle iken, elimizde bulunan kitaplardaki hadis olarak bilinen sözlere ,Allah (c.c) nin itaatı emrettiğini iddia etmek, Allah ve elçisine yalan ve iftira etmekten başka bir anlam taşımayacak ve Allah (c.c) adına konuşan bir elçinin sözleri , kişisel içtihatların insafına bırakılarak , elçi yerine bu kişiler Allah (c.c) adına konuşturulmuş olacaktır.
Bu iddiamız , resule itaatı emreden ayetlerin ortadan kaldırılması yani neshedilmesi gibi bir düşünceyi ortaya atıyor gibi bir izlenim oluşturabilir , ancak kimsenin ayetleri neshetme gibi bir yetkisi olmadığı için bu ayetler kıyamete kadar okunacak ve hayata pratize edilmeye çalışılacaktır.
Bu ayetlerin Hayata pratize edilmesi nasıl olacaktır?.
"Nisa s. 80. ayeti , Allah (c.c) ve elçisine itaati emreden ayetleri anlama klavuzudur" demek yanlış bir ifade olmayacaktır. Çünkü itaat konusu elçi üzerinden Allah (c.c) ye bağlanmıştır. Bu gün elimizde Muhammed (a.s) ağzından çıktığı kesin ve üzerinde herhangi bir ihtilaf olmayan tek bir yazılı metin vardır o da Kur'an metnidir. Elçinin getirdiği bu kitaba itaat, elçiye itaat etmiş sayılmakla birlikte Allah (c.c) ye itaat etmiş olmayı beraberinde getirir.
Geriye, şimdi elimizdeki "Hadis" adı verilen müktesebata, nasıl bir konum yükleyebileceğimiz meselesi kalmaktadır.
[004.059] Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.
Nisa . 59 ve benzeri ayetlerde , herhangi bir husustaki ihtilafın Allah ve elçisine götürülmesi emredilmektedir. Elçinin sözleri konusundaki ihtilafın , elçinin olmaması nedeniyle (olsa zaten ihtilaf olmazdı) Allah' a götürülmesi gerekmektedir.
Bu gün elimizde olan hadis müktesebatı içindeki hadis adındaki sözler , eğer Kur'an ayetleri ile bir çelişki arz etmiyorsa , "Bu sözlerin Muhammed (a.s) a ait olma ihtimali yüksektir" diyebiliriz. Kur'an ile uyum arz etse bile "Bu sözü kesin olarak o söylemiştir" şeklinde bir kesin ifade kullanmak doğru değildir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) adına konuşmak için seçilmiş olan tek yetkili şahıslar olan "Nebi Resul" payesini alan insanlar , Muhammed (a.s) ile son bulmuş ve ondan sonra gelen ve kendisine resullük payesi vermeye kalkan kim olursa olsun , resullüğü kendisinden veya müritlerinden menkul bir sahtekar ,yalancı veya psikiyatrik tedaviye muhtaç bir kimse olarak görülmesi gerekmektedir.
Son elçinin Allah (c.c) adına konuşan birisi olması nedeniyle yaşarken onun ağzından çıkan sözler sahabe arasında herhangi bir ihtilaf teşkil etmezken , onun vefatından sonra toplanan ve ona ait olduğu iddia edilen sözlerin "Resule itaat" emrinin karşılığı asla olamaz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
İddiamız , nebiliğin bittiği resulluğun de bittiği ve bundan sonra kimsenin böyle bir iddia ile ortaya çıkmayacağı , "Ben resulum" diyen bir kimseye verilecek karşılık, onun sadece bir yalancı ve iftiracı olduğudur.
Bu konuda yapılan önemli yanlış , "Nebi" ve "Resul" kavramlarının aynı insan üzerinde toplanmamış olduğu , Allah (c.c) tarafından seçilen insanların bir kısmının "Nebi" bir kısmının ise "Resul" olduğunun zannedilmesidir. Bu yanlışlığı geleneksel anlayış içinde görmekle birlikte , Kur'an merkezli düşünce etrafında buluşan insanların bir kısmında da görmekteyiz.
[022.075] Allah meleklerden de resuller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz, Hacc s. 75. ayeti olup , Allah (c.c) bu ayette "Resul" sıfatını "Melek" ve "İnsan" lara verdiğini bildirmektedir.
"Resul" kelimesi kısaca , alınan bir haberi aktarmak görevli olan bir kimseye denilmektedir.
Allah (c.c) "Melek" resul seçerek, "Al bu mesajımı falan resulüme ilet" demekte, Melek resulden mesajı alan beşer resul ise, insanlara bu mesajı iletmektedir. Allah (c.c) resul olarak seçtiği insanlara "Nebi resul" şeklinde bir paye vermektedir.
"Nebi" ; Bir haberi iletmek ile görevli kimse için kullanılan kelimedir. Bu anlamda resul ve nebi kelimeleri birbiri ile eş anlamlı sayılabilir , bu noktada kafalara "Neden aynı anlamda olan iki kelimenin birlikte kullanıldığı" sorusu takılacaktır.
Hacc s. 75. ayetine geri dönecek olursak , bu ayette melek ve insanlardan resuller seçildiği beyan edilmektedir. İnsan cinsinden olan resulun, melek resulden ayrılması için "Nebi resul" şeklinde bir ifade kullanılmış olabileceğini düşünmekteyiz. Yani "Nebi Resul" sıfatı beşerden seçilmişler için kullanılarak , meleklerden seçilen elçi için böyle bir sıfat kullanılmamaktadır.
Bu anlamda Adem ve Muhammed (a.s) lar arasında gelen bütün beşer elçiler "Nebi Resul" olarak adlandırılmışlardır. Geleneksel düşüncede ki , "Nebi, kendisine kitap verilmeyen peygambere , Resul ise kendisine kitap verilen peygambere denir" şeklindeki tarif , Kur'anın tarifi uyum arz etmemektedir.
"Kitap" kelimesi ; "İki şeyi birbirine eklemek" anlamında olup ağızdan çıkan harflerin birbiri ardı sıra eklenerek dizeler haline gelmesine de "Kitap" denilmektedir. Allah (c.c) nin göndermiş olduğu bütün Nebi Resullerin ağzından çıkan kelimeler ile aktardıkları mesaj, almış oldukları vahyin sonucu olup bu anlamda , kitap verilmemişlik gibi bir durum asla söz konusu değildir.
Kitap verilmemişlik gibi bir iddia, beraberinde bu iddia sahiplerini , "Ben size Allah'ın gönderdiği elçiyim" diyen birinin, bu elçiliğinin delili olan vahyi almadığını iddia ederek, Allah (c.c) nin gönderdiği bir kısım elçiyi yalancı konumuna düşürmek durumuna getirecektir.
Allah (c.c) nin göndermiş olduğu hiç bir "Nebi Resul" bu görevin kendisine verilmiş olduğu haberini almadan " Ben Resulum" diye ortaya asla çıkamaz. Adem ve Muhammed (a.s) lar arasında gelen ve sayısının sadece Allah (c.c) nin bildiği bütün seçilmiş insanlar, bu seçilmişliklerini Allah (c.c) den aldıkları vahiy ile belgelemişlerdir.
Allah (c.c) den böyle bir belge ile görev alan bu seçilmişler kavimlerine giderek , almış oldukları vahyi ağızları ile iletmeleri onların "Kitap" almış olduklarını gösterir. Çünkü o Resullerin ağızlarından dökülen kelimelerin bir araya getirdiği cümleler, almış oldukları vahyin aktarılmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda "Kendisine kitap verilmeyen elçi" diye bir şey asla olamaz.
Bütün bunlardan sonra, "Nebi Resul" payesini alan insanlar , yeryüzünde Allah (c.c) nin mesajını insanlara iletmekle görevli olan kişiler olup , onların üstlendikleri bu görev, YER YÜZÜNDE ALLAH (C.C) ADINA KONUŞMAKTIR. Muhammed (a.s) a inen ilk ayetler olan Alak suresindeki "Oku seni yaratan rabbinin adı ile" emri, ona Allah (c.c) adına konuşma görevinin verildiğini beyan etmektedir.
Muhammed (a.s) "Nebi resul" zincirinin son halkası olup, ondan sonra hiç kimse Allah (c.c) adına okuma yetkisine sahip olMAyacaktır. Ahzab suresinin 40. ayetinde "Onun Allah'ın resulu ve nebilerin sonuncusu" olduğunun beyan edilmesi , Nebi ve Resul kelimelerini birbirinden ayıranlar için , nebiliğin bittiği fakat resullüğün devam ettiği gibi bir zanna götürmüştür. Bu düşünce sahipleri, Nebi ve Resullüğün et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığını bilselerdi böyle bir hataya düşmelerine gerek kalmazdı.
Nebi ve Resullüğün birbirinden ayrılarak , resullüğün devam ettiğini iddia edenlerin bir kısmı, bu resullüğü kendilerine layık görerek, "Ben de resulüm" diyerek ortalıklarda dolaştıklarını , hatta bu kimselere inanan bir kısım insanın da olduğuna şahit olmaktayız.
Herkesin malumudur ki, bir göreve atanmak isteyenlerin için gerekli belgeleri getirilme zorunluluğu vardır. Bir kimse eğer "Ben resulum" diye bir iddia sahibi ise, bu resullüğünün tasdiki ve ilanı için, elinde kim tarafından resul olarak gönderildi ise, ondan bir belge getirmesi zorunluluğu vardır.
"Ben Kur'anın resulüyüm" şeklinde bir iddia ile ortaya çıkanlara ise , Kur'anın Muhammed (a.s) ın resullüğünün belgesi olduğunu, eski resulün belgesinin , yeni resul !! için geçerli olamayacağını söyleriz. Çünkü gelen her resul , kendisinin resul olduğuna dair bir belge ile gelip, önceki resulun belgesi ile kavimlerinin karşısına çıkMAmıştır.
"Kur'an resulü" sadece Muhammed (a.s) için geçerli bir deyimdir, neden mi?
Bizler Kur'an ayetleri ile ilgili bir yorumda bulunduğumuz zaman bu yorumun doğru veya yanlış olma ihtimali mevcuttur. Eğer Muhammed (a.s) aldığı vahy ile ilgili bir yanlışta bulunduğu takdirde , vahy bu yanlışı düzeltir , bizlerin böyle vahy almak durumu olmadığı için , bizim yaptığımız yorumlar sadece kendi ilim ve bilgi düzeyimizin sınırları dahilindedir.
Muhammed (a.s) bu konuda bizlerden ayrıcalıklı bir konuma sahip olarak Allah (c.c) iletişim halinde olduğu için yaptığı yanlışın düzeltilmesi söz konusudur. Muhammed (a.s) dan başka bir kimsenin Allah (c.c) adına konuşma yetkisi bulunmadığı için hiç kimsenin "Ben Kur'anın resulüyüm" diyerek çakma resullük iddiasında bulunmaya hakkı yoktur.
Nebi Resul görevini almış kişiler, yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşma yetkisine sahip kimseler olduğu için bu gün böyle bir iddia ile ortaya çıkan kimselere söyleyeceğimiz iki kelime vardır ki o da YALANCI ve İFTİRACI olduklarıdır. Çünkü artık bir beşerin çıkıp Allah (c.c) adına konuşma yetkisi yoktur .
Bu gün artık "Nebi Resul" olmak görevini yüklenen bir kimsenin olmasının veya gelmesinin imkansız olduğunundan sonra , "Nebi Resul" denilen kimselerin yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşma yetkileri olduğundan yola çıkarak, son nebi resul olan Muhammed (a.s) a itaatı emreden ayetleri bu gün nasıl okumak gerektiği sorusu cevabını beklemektedir.
Bu konuda herhangi bir cevap verilmediğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz, söylemek istediğimiz ,bu konuda verilen cevapların bazı problemleri beraberinde getirmesi açısından sıkıntılar doğurduğudur şöyle ki;
Kur'an içinde bir çok ayette, "Allah'a ve resulüne itaat edin" şeklinde emir vardır. Bu ayetlerin hayata pratize edilmesi konusunda, Muhammed (a.s) hayatta iken herhangi bir sıkıntı mevcut değildi.
[004.080] Kim resule itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.
Nisa s. 80. ayeti, resule itaat etmek demeyi Allah'a itaat etmek ile birleştirmiştir. Resul hayatta olduğu için Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olması hasebiyle onun yaşamı dahilinde resulluk görevi ile ilgili vahiy haricindeki sözleri bile itaat edilmesi gereken sözler olarak değerlendirilmekteydi.
Muhammed (a.s) ın elçilik görevi ile ilgili olan vahiy harici sözlerinde ve fiillerinde herhangi bir hata olduğu takdirde bu hata, devam eden vahiy süreci dahilinde inen ayetler ile düzeltilmekteydi. Tevbe , Enfal ve Abese surelerinde, bu hatalı uygulamaları konusunda elçiyi uyaran ayetler buna örnektir.
Bu noktada klasik söylem olan "Hadise itaatın farz" olması konusunun Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman ile sınırlı bir söylem ve durum olduğunu onun vefatı sonrasında , onun söylediği rivayet edilen sözlere itaatın böyle bir farziyet taşıması asla söz konusu olamaz.
Problem şimdi resule itaatı emreden ayetlerin nasıl hayata geçeceği konusunda olup, "Ehli Hadis" geleneği , elçiye olması gereken itaatın artık rivayet kitaplarında bulunan ve ona ait olduğu söylenen sözlere olması gerektiğini iddia etmektedir. Ancak burada da şöyle bir sıkıntı ortaya çıkmaktadır;
Rivayet kitaplarındaki "Hadis" denilen sözler eğer bu gün "Resule itaat edin" emrini karşılıyor diyecek olursak , hadis adı verilen sözlerin sahih olup olmadıkları konusunda bir çok ihtilaf olduğu herkesin malumudur. X hadisçisi herhangi bir hadis için sahihtir derken , Y hadisçisi aynı hadis için sahih değildir diyebilmektedir.
Aynı hadisin, bir hadisçinin gözünde sahih , bir başka hadisçinin gözünde gayri sahih olması , o hadisi sahih kabul edenler tarafından, sahih kabul etmeyenlere karşı, resule itaat etmediği gibi suçlamaları beraberinde getirecektir.
Bu gün elimizde olan hiç bir hadis kitabında Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözler , onun ağzından çıktığı gibi aynı şekilde mevcut değildir. Bu iddia bizim şahsi düşüncemiz olmayıp , hadis alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir konudur. Hadis olarak rivayet edilen sözler , rivayet edenin aklında kaldığı kadarı veya anladığının başka bir kişiye aktarılmasından ibarettir. Bu aktarımda eksik , hata , yalan olması muhtemel olup , hadis usulu dairesinde bu ihtimaller bir şekilde çözülmeye çalışılmıştır.
Hal böyle iken, elimizde bulunan kitaplardaki hadis olarak bilinen sözlere ,Allah (c.c) nin itaatı emrettiğini iddia etmek, Allah ve elçisine yalan ve iftira etmekten başka bir anlam taşımayacak ve Allah (c.c) adına konuşan bir elçinin sözleri , kişisel içtihatların insafına bırakılarak , elçi yerine bu kişiler Allah (c.c) adına konuşturulmuş olacaktır.
Bu iddiamız , resule itaatı emreden ayetlerin ortadan kaldırılması yani neshedilmesi gibi bir düşünceyi ortaya atıyor gibi bir izlenim oluşturabilir , ancak kimsenin ayetleri neshetme gibi bir yetkisi olmadığı için bu ayetler kıyamete kadar okunacak ve hayata pratize edilmeye çalışılacaktır.
Bu ayetlerin Hayata pratize edilmesi nasıl olacaktır?.
"Nisa s. 80. ayeti , Allah (c.c) ve elçisine itaati emreden ayetleri anlama klavuzudur" demek yanlış bir ifade olmayacaktır. Çünkü itaat konusu elçi üzerinden Allah (c.c) ye bağlanmıştır. Bu gün elimizde Muhammed (a.s) ağzından çıktığı kesin ve üzerinde herhangi bir ihtilaf olmayan tek bir yazılı metin vardır o da Kur'an metnidir. Elçinin getirdiği bu kitaba itaat, elçiye itaat etmiş sayılmakla birlikte Allah (c.c) ye itaat etmiş olmayı beraberinde getirir.
Geriye, şimdi elimizdeki "Hadis" adı verilen müktesebata, nasıl bir konum yükleyebileceğimiz meselesi kalmaktadır.
[004.059] Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.
Nisa . 59 ve benzeri ayetlerde , herhangi bir husustaki ihtilafın Allah ve elçisine götürülmesi emredilmektedir. Elçinin sözleri konusundaki ihtilafın , elçinin olmaması nedeniyle (olsa zaten ihtilaf olmazdı) Allah' a götürülmesi gerekmektedir.
Bu gün elimizde olan hadis müktesebatı içindeki hadis adındaki sözler , eğer Kur'an ayetleri ile bir çelişki arz etmiyorsa , "Bu sözlerin Muhammed (a.s) a ait olma ihtimali yüksektir" diyebiliriz. Kur'an ile uyum arz etse bile "Bu sözü kesin olarak o söylemiştir" şeklinde bir kesin ifade kullanmak doğru değildir.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) adına konuşmak için seçilmiş olan tek yetkili şahıslar olan "Nebi Resul" payesini alan insanlar , Muhammed (a.s) ile son bulmuş ve ondan sonra gelen ve kendisine resullük payesi vermeye kalkan kim olursa olsun , resullüğü kendisinden veya müritlerinden menkul bir sahtekar ,yalancı veya psikiyatrik tedaviye muhtaç bir kimse olarak görülmesi gerekmektedir.
Son elçinin Allah (c.c) adına konuşan birisi olması nedeniyle yaşarken onun ağzından çıkan sözler sahabe arasında herhangi bir ihtilaf teşkil etmezken , onun vefatından sonra toplanan ve ona ait olduğu iddia edilen sözlerin "Resule itaat" emrinin karşılığı asla olamaz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
10 Ocak 2013 Perşembe
Nebi Olmadan Resul Olunmaz
Ahzab s. 40. ayetinde "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın
Resûlü ve nebillerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." mealindeki ayetten yola çıkarak bazılarının , "bakın ayette nebilerin sonuncusu deniliyor resullerin sonuncusu denilmiyor" diyerek kendisinin veya bir başkasının resul olduğunu iddia ettiklerine şahid oluyoruz. Yada resulluğun kur'anı tebliğ ile memur olan herkesin ortak vasfı olduğunu iddia ederek tüm müslümanları resul ilan etme yoluna gittiklerini görmekteyiz. Kur'anı tebliğ tüm müslümanların mü'min olma gereğinin bir sonucu olması hasebiyle biz kendisini veya bir başkasını resul ilan etme yoluna gidenlerin kur'ani dayanaklarının ne kadar sağlam olduklarını ortaya koymaya gayret edeceğiz.
Öncelikle iddiamız şudur , bugün kendisini veya bir başkasını resul ilan eden bir kişinin resul olmadan önce nebi olması gerekmektedir. Çünkü resul olmak demek bir başkasından aldığı haberi bir başkasına aktaran demektir ve o haberi aktaran kişinin önce o haberi bir yerden alması gerekir buda onun nebi olması ile gerçekleşir. Bu kişiler "biz kur'anın resuluyuz" diyerek önceki kitabın elçisi olduklarını iddia etmeleri ise "kaş yapayım derken göz çıkarma" mesabesinde bir hatadır. Önce nebi kelimesinin anlamı üzerinde durarak Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu vahyi iletmekle memur olan kişilerin ortak vasfının sadece resul değil "nebi resul" olduklarının kur'anda nasıl belirtildiğini görelim.
Ne-be-e kelimesi sözlükte , haber vermek,duyurmak anlamındadır . Bu kelimeye kur'anın bindirmiş olduğu anlam açısından bakacak olursak, Allah cc nin insanlar içinden seçtiği kişileri hidayet ve rahmet olmak üzere göndermeden önce onlara vahy etmesi onlara kitap vermesi demektir. Öncelikle bu yanlış anlayışın temelinde gelenekteki "nebi ve resul" kavramlarının ve "kitap" kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Geleneksel anlayışta "nebi" demek kendisine kitap verilmeyen demektir bu anlayış kitap kelimesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır . "Kitap" kelimesinin sözlükteki anlamına bakacak olursak , harflerin yazarak birbirine eklenmesi demek olup ağızdan çıkan sözlerinde kitap demek olduğunu görmekteyiz. (el müfredat,ketebe maddesi bk)
Kitap kelimesinin anlamından hareketle "nebi" kavramı için kullanılan , "kendisine kitap verilmeyen" tabirinin yanlışın ötesinde büyük bir hata olduğu görülmektedir. Hiçbir resulun , Allah cc den vahiy almadan "ben resulum" diye ortaya çıkmasının mümkün olmadığına onun Allh cc den almış olduğu vazife ona vahyedilerek verilmiş ve o vahyi ağzından çıkan kelimelerle yani kitaplaştırarak muhataplarına aktarmıştır. Allh cc nin şeçiş olduğu insanlar resul olma vazifesinden önce bu vazifeyi yerine getirmek için ondan bir haber almakta yani nebi olmakta ve sonra o haberi muhataplarına aktarma vazifesini yüklenerek resul olmaktadır. Yani Allh cc insanlar içinden seçtiği kullarına kur'anda " RESUL NEBİ" adını vermektedir. Yanlış anlayışın aksine o kulların bir kısmı "nebi" bir kısmıda" resul" değildir.
-----2-136- Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün nebilere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
Bakara s. 136. ayetinde, musa ve isa as a verilenin diğer nebilerede verildiğini görmekteyiz.
-----2-213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere nebiler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
Bakara s 213. ayetinde gönderilen nebilerin beraberlerinde hak kitapların indirildiği beyan edilmektedir. Bu ayete göre Allh cc insanlara beşir ve nezir olmak üzere gönderdiği bütün elçilerini "nebi" olarak vasıflandırmakta ve hepsine kitap verildiğini bildirmektedir. Kur'anda geçen elçilerin isimlerine baktığımız zaman bir çoğunun " resul nebi" olarak vasıflandırıldığı açıktır . Bazı elçilerin isimleri geçtiği yerde onların "nebi" olarak zikredilmemesi bizi resul ve nebi kavramlarının ayrı olduğu kanaatine götürmemelidir bakara s. 213. ayeti Allh cc nin insanlar içinden seçtiği ve adını bilmediğimiz bir çok insana vahyederek yani kitaplar indirerek insanlara hidayet yolunu göstermiştir. Kitap verilmesi demek nebilere vahyedilen sözlerin incil ,tevrat ,zebur veya kur'an gibi yazılı olmalarıda şart değildir. Kitap kelimesinin anlam alanının ağızdan çıkan sözlerinde bir kitap olduğunu yukarda söylemiştik, adını bilmediğimiz bir çok elçiye vahyedilmiş ve o elçilerin Allah cc nin kendilerine olan vahyini ağızları ile iletmeleri onların kendilerine verilen kitabı okumaları demektir.
-----3.081 Allah, vaktiyle nebilerden: «Andolsun ki, size kitap ve hikmetten her ne verdiysem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde ona kesinlikle inanacaksınız ve çaresiz ona yardım edeceksiniz.» diye söz almış ve: «Bunu kabul ettiniz mi? Bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik.» dediler. Allah da: «Öyle ise, şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim!» buyurdu.
Al-i imran s 81 ayet her ne kadar ehli kitaba hitap etmesi ve muhammed as ın musa ve isa as ı tasdiklemesi açısından bakılması gerekir isede arka plan anlamlarından biriside Allh cc nin nebilere kitap ve hikmetten vermesi konusunuda kapsaması açısından bakılması gerekn ayetlerden biridir.
-----4.163- Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
Nisa s 163. ayetinde nuh as ile muhammed arasındaki bütün vahye muhatap olan kişiler "nebi " olarak vasıflandırılmakta olup bunların diğer ortak vasfı resul olmalarıdır.
----- 6.112- Biz böylece, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak.
-----22.52- Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm'dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir)
En'am s 112 ve hacc s 52 . ayetlerinde Allah cc nin insanlara vahyini iletmesi için göndermiş olduğu her nebinin muhataplarına şeytanların düşman olduğu ve o vahyi inkar etmeleri için onlara vesveseler verdikleri beyan edilmekte ve yine bu ayetlerin o eçilerin ortak vasfını "resul nebi" olduğu görülmektedir.
Allah cc hacc s. 75. ayetinde meleklerden ve insanlardan resuller seçtiğini bildirmektedir. Resul kavramını genişleterek melekleride dahil edecek olursak "her resul nebi değildir" diyebiliriz çünkü melekler için "nebi" kavramı kullanılmaz. Ancak resul kavramının anlamını Allh cc nin seçmiş olduğu insanlar için kullanacak olursak " her nebi resuldur her resul nebidir" diyebiliriz.
Sonuç olarak, bugün birisi kalkıp "ben resulum" veya "falan şahıs resuldur" diye bir iddiada bulunması onun bu iddiasına delil olarak Allh cc den aldığı bir haberi bize göstermesini gerektirir, yani elçiliğine delil olan vahyi iletmesi gerekir , "ben kuranın elçisiyim" demesi onun resul olmasına delil asla olmaz , bu kişi ya iskender evrenosoğlu gibi kendisinede vahyedildiğini iddia ederek en'am s. 93.94. ayetlerinin muhatabı olmaya hak kazanacak yada bu kavramların gelenekteki yanlış kullanımlarını kalkan ederek iddiasına devam edecektir. Kur'anın resulu olmak demek o kitaptaki kavramları ters yüz ederek yapılamayacağına göre bu kişi sade bir müslüman olma yolunu ister istemez tercih edecektir, aksi takdirde resulluk iddiası ya cehalet eseri yada yalancılıktan başka bir şey olamaz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Öncelikle iddiamız şudur , bugün kendisini veya bir başkasını resul ilan eden bir kişinin resul olmadan önce nebi olması gerekmektedir. Çünkü resul olmak demek bir başkasından aldığı haberi bir başkasına aktaran demektir ve o haberi aktaran kişinin önce o haberi bir yerden alması gerekir buda onun nebi olması ile gerçekleşir. Bu kişiler "biz kur'anın resuluyuz" diyerek önceki kitabın elçisi olduklarını iddia etmeleri ise "kaş yapayım derken göz çıkarma" mesabesinde bir hatadır. Önce nebi kelimesinin anlamı üzerinde durarak Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu vahyi iletmekle memur olan kişilerin ortak vasfının sadece resul değil "nebi resul" olduklarının kur'anda nasıl belirtildiğini görelim.
Ne-be-e kelimesi sözlükte , haber vermek,duyurmak anlamındadır . Bu kelimeye kur'anın bindirmiş olduğu anlam açısından bakacak olursak, Allah cc nin insanlar içinden seçtiği kişileri hidayet ve rahmet olmak üzere göndermeden önce onlara vahy etmesi onlara kitap vermesi demektir. Öncelikle bu yanlış anlayışın temelinde gelenekteki "nebi ve resul" kavramlarının ve "kitap" kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Geleneksel anlayışta "nebi" demek kendisine kitap verilmeyen demektir bu anlayış kitap kelimesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır . "Kitap" kelimesinin sözlükteki anlamına bakacak olursak , harflerin yazarak birbirine eklenmesi demek olup ağızdan çıkan sözlerinde kitap demek olduğunu görmekteyiz. (el müfredat,ketebe maddesi bk)
Kitap kelimesinin anlamından hareketle "nebi" kavramı için kullanılan , "kendisine kitap verilmeyen" tabirinin yanlışın ötesinde büyük bir hata olduğu görülmektedir. Hiçbir resulun , Allah cc den vahiy almadan "ben resulum" diye ortaya çıkmasının mümkün olmadığına onun Allh cc den almış olduğu vazife ona vahyedilerek verilmiş ve o vahyi ağzından çıkan kelimelerle yani kitaplaştırarak muhataplarına aktarmıştır. Allh cc nin şeçiş olduğu insanlar resul olma vazifesinden önce bu vazifeyi yerine getirmek için ondan bir haber almakta yani nebi olmakta ve sonra o haberi muhataplarına aktarma vazifesini yüklenerek resul olmaktadır. Yani Allh cc insanlar içinden seçtiği kullarına kur'anda " RESUL NEBİ" adını vermektedir. Yanlış anlayışın aksine o kulların bir kısmı "nebi" bir kısmıda" resul" değildir.
-----2-136- Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün nebilere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
Bakara s. 136. ayetinde, musa ve isa as a verilenin diğer nebilerede verildiğini görmekteyiz.
-----2-213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere nebiler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
Bakara s 213. ayetinde gönderilen nebilerin beraberlerinde hak kitapların indirildiği beyan edilmektedir. Bu ayete göre Allh cc insanlara beşir ve nezir olmak üzere gönderdiği bütün elçilerini "nebi" olarak vasıflandırmakta ve hepsine kitap verildiğini bildirmektedir. Kur'anda geçen elçilerin isimlerine baktığımız zaman bir çoğunun " resul nebi" olarak vasıflandırıldığı açıktır . Bazı elçilerin isimleri geçtiği yerde onların "nebi" olarak zikredilmemesi bizi resul ve nebi kavramlarının ayrı olduğu kanaatine götürmemelidir bakara s. 213. ayeti Allh cc nin insanlar içinden seçtiği ve adını bilmediğimiz bir çok insana vahyederek yani kitaplar indirerek insanlara hidayet yolunu göstermiştir. Kitap verilmesi demek nebilere vahyedilen sözlerin incil ,tevrat ,zebur veya kur'an gibi yazılı olmalarıda şart değildir. Kitap kelimesinin anlam alanının ağızdan çıkan sözlerinde bir kitap olduğunu yukarda söylemiştik, adını bilmediğimiz bir çok elçiye vahyedilmiş ve o elçilerin Allah cc nin kendilerine olan vahyini ağızları ile iletmeleri onların kendilerine verilen kitabı okumaları demektir.
-----3.081 Allah, vaktiyle nebilerden: «Andolsun ki, size kitap ve hikmetten her ne verdiysem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde ona kesinlikle inanacaksınız ve çaresiz ona yardım edeceksiniz.» diye söz almış ve: «Bunu kabul ettiniz mi? Bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik.» dediler. Allah da: «Öyle ise, şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim!» buyurdu.
Al-i imran s 81 ayet her ne kadar ehli kitaba hitap etmesi ve muhammed as ın musa ve isa as ı tasdiklemesi açısından bakılması gerekir isede arka plan anlamlarından biriside Allh cc nin nebilere kitap ve hikmetten vermesi konusunuda kapsaması açısından bakılması gerekn ayetlerden biridir.
-----4.163- Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
Nisa s 163. ayetinde nuh as ile muhammed arasındaki bütün vahye muhatap olan kişiler "nebi " olarak vasıflandırılmakta olup bunların diğer ortak vasfı resul olmalarıdır.
----- 6.112- Biz böylece, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak.
-----22.52- Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm'dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir)
En'am s 112 ve hacc s 52 . ayetlerinde Allah cc nin insanlara vahyini iletmesi için göndermiş olduğu her nebinin muhataplarına şeytanların düşman olduğu ve o vahyi inkar etmeleri için onlara vesveseler verdikleri beyan edilmekte ve yine bu ayetlerin o eçilerin ortak vasfını "resul nebi" olduğu görülmektedir.
Allah cc hacc s. 75. ayetinde meleklerden ve insanlardan resuller seçtiğini bildirmektedir. Resul kavramını genişleterek melekleride dahil edecek olursak "her resul nebi değildir" diyebiliriz çünkü melekler için "nebi" kavramı kullanılmaz. Ancak resul kavramının anlamını Allh cc nin seçmiş olduğu insanlar için kullanacak olursak " her nebi resuldur her resul nebidir" diyebiliriz.
Sonuç olarak, bugün birisi kalkıp "ben resulum" veya "falan şahıs resuldur" diye bir iddiada bulunması onun bu iddiasına delil olarak Allh cc den aldığı bir haberi bize göstermesini gerektirir, yani elçiliğine delil olan vahyi iletmesi gerekir , "ben kuranın elçisiyim" demesi onun resul olmasına delil asla olmaz , bu kişi ya iskender evrenosoğlu gibi kendisinede vahyedildiğini iddia ederek en'am s. 93.94. ayetlerinin muhatabı olmaya hak kazanacak yada bu kavramların gelenekteki yanlış kullanımlarını kalkan ederek iddiasına devam edecektir. Kur'anın resulu olmak demek o kitaptaki kavramları ters yüz ederek yapılamayacağına göre bu kişi sade bir müslüman olma yolunu ister istemez tercih edecektir, aksi takdirde resulluk iddiası ya cehalet eseri yada yalancılıktan başka bir şey olamaz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
4 Temmuz 2011 Pazartesi
Al-i imran s.81. Ayeti Çerçevesinde Nebi ve Resul Kavramları
Al-i imran suresi 81. ayetinde Allah cc nin nebilerden söz alıp gelecek olan resullere yardım etmeleri sözünü alması ile ilgili ayet kuran bağlamı gözetilmeden anlaşılmaya çalışıldığı için nebi ve resul ayrımına gidilerek "her nebi resuldur fakat her resul nebi değildir" şeklinde formuluze edilerek , ahzab suresi 40. ayetinde "o nebilerin sonuncusudur" ayetinde resul geçmediği için "muhammed as nebilerin sonuncusu imiş resullerin sonuncusudur demediği için demekki resulluk devam etmektedir" şeklinde bir söylem geliştirilerek kerameti kendinden menkul resullerimiz mantar gibi yerden bitmeye başlamışlardır. Bu konu ile yazmış olduğumuz "her nebi resuldur her resul nebidir" isimli yazımızdada belirtmeye çalıştığımız gibi Allah cc nin yeryüzünde seçmiş olduğu , vahyi tebliğ ile sorumlu olan insanların ortak vasfı önce vahyi alması sebebiyle "nebilik" sonra o vahyi insanlara tebliğ etme görevini yüklenmeleri sebebiyle "resul" olmalarıdır. Yani nebi olmadan resul olmak mümkün değildir.
3-81- Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım" demişti.
Ayetin mealinden anlaşılacağı üzere Allah azze ve celle konuyu bizlere görsel bir anlatım çerçevesi içinde anlatmaktadır. Sanki nebilerin hepsini bir anda toplamış ve onlardan hep bir ağızdan söz almış şeklinde bizlere sunulmaktadır. Bu anlatım uslubu adem as dan muhammed as a kadar gelen bütün nebilerin bir silsile halinde tek bir görevi olduğu ve muhammed as ile son bulan vahyin daha önceki vahiy muhatapları olan yahudi ve hırıistiyanların tabi olduklarını iddia ettikleri musa ve isa as ın muhammed as ile aynı görevde oldukları ve musa ve isa tabi olduklarını iddia edenlerin son nebi ve resul olan muhammed as a tabi olmaları gerektiğini bildirmesi açısından anlaşılması gerektiği halde "parmak ayı gösterdiği halde aya değil parmağa bakmak" deyimine uygun olarak konuyla alakası olmayan fakat bir ön kabullu veya heva merkezli bir okumanın ürünü olarak "resulluğun devam ettiği" şeklinde anlaşılmıştır.Ayeti kuran bütünlüğünde anlamaya çalıştığımız zaman konu daha kolay anlaşılacaktır.
Ayetin "Hani Allah nebilerden kesin bir söz almıştı" şeklinde başlaması "resulluk "yani haberi ulaştırma görevlerinden önce "nebilik" yani haber almaları gerektiği için "nebilerden söz almıştı" şeklinde başlamaktadır. Geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyip önceki resulun kitabını tebliğ eden kimse" olarak tarifi yapılan nebiliğin tersine olarak ayette görüldüğü gibi "size kitaptan ve hikmetten verdim" şeklindeki cümleden ve enam suresi 89. ayet öncesi sayılan isimlere "kitap. hikmet ve nübüvvet verdiklerimizdir" cümlesinden anlaşılacağı üzere Allah azze ve celle gönderdiği her elçisine resulluk belgesi olan kitab vermiştir.Ayetteki anahtar cümle "SİZE BERABERİNİZDEKİNİ DOĞRULAYAN BİR RESUL GELDİĞİNDE" cümlesidir. Acaba beraberlerindekini doğrulayan resul kim? bunun cevabını da kuranda bulmaktayız.
2.089 Allah katından beraberlerinde olan (Tevrat) ı doğrulayıcı bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce küfredenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin üzerinedir.
2.101]beraberlerindekini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.
46.12 Kuran'dan önce, Musa'nın kitabı (Tevrat), bir rahmet ve rehberdi. Bu Kuran da, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap'dır.
6.92 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler[002.041] [DI] Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkar edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin .
2.41 Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkar edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin[002.091] [DI] Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
.
2.91Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
2.97 De ki, «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kuran'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir .
3.3 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevratt'ı ve İncil'i indirdi[003.039] [SY] Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: «Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler» dediler .
3.39 Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: «Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem nebi olacak olan Yahya’yı müjdeler» dediler.
Bu ayette dikkatimizi çeken nokta yahya as ın kendisinden sonra gelecek olan isa as ı tasdik edecek olmasının ifade edilmesidir.
4.47 Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.
5.46 Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik .
5.48 Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir .
35.31 Bu, sana vahyettiğimiz, öncekileri doğrulayan gerçek Kitap'dır. Allah şüphesiz kullarından haberdardır, görendir.
46.30 Şöyle dediler: «Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.
61.6 Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
2.146 Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
Al-i imran suresinin bütünlüğüne dikkat ettiğimiz zaman surenin konularının ehli kitap ile ilgili olduğunu görürüz.Medinede yahudi ve hıristiyanlarla karşılaşan muhammed as, yahudi ve hıristiyanların iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve isa as ın hem kendilerini hemde getirdiği tevrat ve incili tasdik eden bir elçi olduğunu tevratta ve incilde vasıflarının belirtildiği dolayısi ile yahudi ve hıristiyanların imanlarında samimi iseler muhammed as a uymaktan başka yolları olmadığını yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerdende görmekteyiz.
Bu ayetlerin ışığında al-i imran s. 81. ayetine döndüğümüz zaman bu ayet muhammed as ın geldiği zaman kuran ayetlerinin doğrultusunda ifade ettiği vechile kendisinden önce gelen musa, isa ve diğer bütün resulleri ve kendinden önce gelen tevrat ve incili tasdikleyerek geldiğini görüyoruz. "ONA İNANACAK VE ONA YARDIM EDECEKSENİZ " şeklindeki emir aslında musa ve isa as a iman ettiklerini iddia eden yahudi ve hıristiyanlara verilen bir emirdir. Allah azze celle demek yahudi ve hıristiyanlara hitaben şunu demek istiyor. "SİZ MUSA VE İSA AS A İMAN ETTİKLERİNİ İDDİA EDEN KULLARIM SİZİN İMAN ETTİĞİNİZ MUSA VE İSA AS LAR GETİRDİKLERİ KİTABI TASDİKLEYEN MUHAMMED AS A İNANIP VE YARDIM EDECEKLERİNE DAİR SÖZ VERMİŞLERDİR . SİZLERDE EĞER BU İMANLARINIZDA SAMİMİ İSENİZ MUHAMMED AS A İMAN VE YARDIM ETMENİZ GEREKMEKTEDİR.
Kuran bütünlüğü doğrultusunda bu şekilde anlaşılması gereken bu ayet görüldüğü gibi muhammed as ın nebilerin sonuncusu olduğu fakat resulluğun devam edeceğine dair ortaya atılan söylemin yanlış bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır.Nebi ve resul kavramları ile ilgili olarak ortaya atılan ve iki kavramı birbirinden ayrı olarak anlama yolundaki bu düşüncenin geldiği nokta kerameti kendinden menkul "bende resulum" şeklinde ortaya çıkan meczuplardır. Maalesef bu meczupların dışında kuran merkezli düşünce sloganı ile yola çıkan ve" bizde kuranı tebliğ etme görevi ile yükümlü olduğumuz için resul sayılırız" şeklinde bir düşünce ortaya atan bazı kişiler "resul" kelimesinin yusuf suresindeki lugat anlamındaki kullanımlarını öne sürerek bu iddialrını dile getirmektedirler . Kuranı tebliğ etmekle yükümlü olmak demek mümin olmanın gereklerinden biridir. Nebilik ve resulluk muhammed as ile son bulmuştur.
en doğrusunu Allah cc bilir.
3-81- Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım" demişti.
Ayetin mealinden anlaşılacağı üzere Allah azze ve celle konuyu bizlere görsel bir anlatım çerçevesi içinde anlatmaktadır. Sanki nebilerin hepsini bir anda toplamış ve onlardan hep bir ağızdan söz almış şeklinde bizlere sunulmaktadır. Bu anlatım uslubu adem as dan muhammed as a kadar gelen bütün nebilerin bir silsile halinde tek bir görevi olduğu ve muhammed as ile son bulan vahyin daha önceki vahiy muhatapları olan yahudi ve hırıistiyanların tabi olduklarını iddia ettikleri musa ve isa as ın muhammed as ile aynı görevde oldukları ve musa ve isa tabi olduklarını iddia edenlerin son nebi ve resul olan muhammed as a tabi olmaları gerektiğini bildirmesi açısından anlaşılması gerektiği halde "parmak ayı gösterdiği halde aya değil parmağa bakmak" deyimine uygun olarak konuyla alakası olmayan fakat bir ön kabullu veya heva merkezli bir okumanın ürünü olarak "resulluğun devam ettiği" şeklinde anlaşılmıştır.Ayeti kuran bütünlüğünde anlamaya çalıştığımız zaman konu daha kolay anlaşılacaktır.
Ayetin "Hani Allah nebilerden kesin bir söz almıştı" şeklinde başlaması "resulluk "yani haberi ulaştırma görevlerinden önce "nebilik" yani haber almaları gerektiği için "nebilerden söz almıştı" şeklinde başlamaktadır. Geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyip önceki resulun kitabını tebliğ eden kimse" olarak tarifi yapılan nebiliğin tersine olarak ayette görüldüğü gibi "size kitaptan ve hikmetten verdim" şeklindeki cümleden ve enam suresi 89. ayet öncesi sayılan isimlere "kitap. hikmet ve nübüvvet verdiklerimizdir" cümlesinden anlaşılacağı üzere Allah azze ve celle gönderdiği her elçisine resulluk belgesi olan kitab vermiştir.Ayetteki anahtar cümle "SİZE BERABERİNİZDEKİNİ DOĞRULAYAN BİR RESUL GELDİĞİNDE" cümlesidir. Acaba beraberlerindekini doğrulayan resul kim? bunun cevabını da kuranda bulmaktayız.
2.089 Allah katından beraberlerinde olan (Tevrat) ı doğrulayıcı bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce küfredenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin üzerinedir.
2.101]beraberlerindekini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.
46.12 Kuran'dan önce, Musa'nın kitabı (Tevrat), bir rahmet ve rehberdi. Bu Kuran da, zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap'dır.
6.92 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler[002.041] [DI] Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkar edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin .
2.41 Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kuran'a, inanın; onu ilk inkar edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin[002.091] [DI] Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
.
2.91Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
2.97 De ki, «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kuran'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir .
3.3 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevratt'ı ve İncil'i indirdi[003.039] [SY] Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: «Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler» dediler .
3.39 Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: «Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem nebi olacak olan Yahya’yı müjdeler» dediler.
Bu ayette dikkatimizi çeken nokta yahya as ın kendisinden sonra gelecek olan isa as ı tasdik edecek olmasının ifade edilmesidir.
4.47 Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.
5.46 Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik .
5.48 Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir .
35.31 Bu, sana vahyettiğimiz, öncekileri doğrulayan gerçek Kitap'dır. Allah şüphesiz kullarından haberdardır, görendir.
46.30 Şöyle dediler: «Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.
61.6 Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
2.146 Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
Al-i imran suresinin bütünlüğüne dikkat ettiğimiz zaman surenin konularının ehli kitap ile ilgili olduğunu görürüz.Medinede yahudi ve hıristiyanlarla karşılaşan muhammed as, yahudi ve hıristiyanların iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve isa as ın hem kendilerini hemde getirdiği tevrat ve incili tasdik eden bir elçi olduğunu tevratta ve incilde vasıflarının belirtildiği dolayısi ile yahudi ve hıristiyanların imanlarında samimi iseler muhammed as a uymaktan başka yolları olmadığını yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerdende görmekteyiz.
Bu ayetlerin ışığında al-i imran s. 81. ayetine döndüğümüz zaman bu ayet muhammed as ın geldiği zaman kuran ayetlerinin doğrultusunda ifade ettiği vechile kendisinden önce gelen musa, isa ve diğer bütün resulleri ve kendinden önce gelen tevrat ve incili tasdikleyerek geldiğini görüyoruz. "ONA İNANACAK VE ONA YARDIM EDECEKSENİZ " şeklindeki emir aslında musa ve isa as a iman ettiklerini iddia eden yahudi ve hıristiyanlara verilen bir emirdir. Allah azze celle demek yahudi ve hıristiyanlara hitaben şunu demek istiyor. "SİZ MUSA VE İSA AS A İMAN ETTİKLERİNİ İDDİA EDEN KULLARIM SİZİN İMAN ETTİĞİNİZ MUSA VE İSA AS LAR GETİRDİKLERİ KİTABI TASDİKLEYEN MUHAMMED AS A İNANIP VE YARDIM EDECEKLERİNE DAİR SÖZ VERMİŞLERDİR . SİZLERDE EĞER BU İMANLARINIZDA SAMİMİ İSENİZ MUHAMMED AS A İMAN VE YARDIM ETMENİZ GEREKMEKTEDİR.
Kuran bütünlüğü doğrultusunda bu şekilde anlaşılması gereken bu ayet görüldüğü gibi muhammed as ın nebilerin sonuncusu olduğu fakat resulluğun devam edeceğine dair ortaya atılan söylemin yanlış bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır.Nebi ve resul kavramları ile ilgili olarak ortaya atılan ve iki kavramı birbirinden ayrı olarak anlama yolundaki bu düşüncenin geldiği nokta kerameti kendinden menkul "bende resulum" şeklinde ortaya çıkan meczuplardır. Maalesef bu meczupların dışında kuran merkezli düşünce sloganı ile yola çıkan ve" bizde kuranı tebliğ etme görevi ile yükümlü olduğumuz için resul sayılırız" şeklinde bir düşünce ortaya atan bazı kişiler "resul" kelimesinin yusuf suresindeki lugat anlamındaki kullanımlarını öne sürerek bu iddialrını dile getirmektedirler . Kuranı tebliğ etmekle yükümlü olmak demek mümin olmanın gereklerinden biridir. Nebilik ve resulluk muhammed as ile son bulmuştur.
en doğrusunu Allah cc bilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)