İsrailoğulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsrailoğulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2018 Pazartesi

Bakara s. 65. 66. Ayetleri: Cumartesi Günü Balık Avlama Yasağını Çiğneyen İsrailoğulları Maymuna mı Çevrildi?

Kur'an içinde geçen İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda, onlardan deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun, kendilerine balık avlamanın yasaklandığı cumartesi gününde, bu yasağı çiğneyerek balık avladıkları için maymuna çevrildikleri anlatılmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak tefsirlere bakıldığında, avlanma yasağını çiğneyen topluluğun maymuna çevrilmesinin fizyolojik olarak gerçekleştiği söyleyenler olmakla birlikte, onların maymuna çevrilmelerinin fizyolojik olarak gerçekleşmediğini, bu anlatımın mecaz olarak anlaşılması gerektiğini savunanların olduğunu görmekteyiz.

Kanaat olarak, bu olayın mecaz bir anlatım olduğunu iddia edenlere katıldığımızı baştan söyleyerek, bu iddiamızın gerekçelerini ifade etmeye çalışmak, bu yazının konusu olacaktır. Bu olayın geçtiği ayetler aşağıdadır.

Bakara s. 65. ve 66. ayetlerde şöyle anlatılmaktadır;

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقِين


Bu ayetlere meallerin çoğunda şu şekilde anlam verilmektedir;

[002.065] İçinizden cumartesi istirahat günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Biz onlara: «Sefil maymunlar olun!» dedik.
[002.066] Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.

Maide s. 60. ayetinde şu şekildedir;

قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللَّهِ ۚ مَنْ لَعَنَهُ اللَّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ ۚ أُولَٰئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضَلُّ عَنْ سَوَاءِ السَّبِيلِ

Bu ayete meallerin çoğunda şu şekilde anlam verilmektedir;

[005.060] De ki: Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi? O kimse ki; Allah ona la'net etmiş, aleyhine gazab etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağut'a kullar kılmıştır. İşte onlar; yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Araf s. 166. ayetinde şu şekilde anlatılmaktadır;

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ

Bu ayet meallerin çoğunda şu şekilde anlam verilmektedir;

[007.166] Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik.

Nisa s. 47. ayetinde ise şu şekilde anlatılmaktadır;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ آمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلَىٰ أَدْبَارِهَا أَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّا أَصْحَابَ السَّبْتِ ۚ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا

[004.047] Ey kendilerine kitap verilenler! Gelin yanınızda bulunan (Tevrat)ı tasdik etmek üzere indirdiğimiz bu kitaba iman edin. Biz birtakım yüzleri silip de enselerine çevirmeden yahut cumartesi halkını (yahudileri) lanetlediğimiz gibi onları lanetlemeden önce iman edin. Yoksa Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir.

Maymuna çevrilme ile ilgili ayetleri sadece belirli bir zaman ve mekanda yaşayan insanlar için geçerli bir olay olarak okumaya çalıştığımız zaman, Kur'an'ın bu konu ile alakalı anlatımlarından bize dönük herhangi bir ibret alma imkanı hasıl olmayacaktır. Halbuki Kur'an bu olayı başkalarının ders alması için anlatmaktadır (Bakara s. 66).

Öyleyse bu olayı lokal bir olay olarak değil, TOPLUMSAL BİR YASA, YANİ SÜNNETULLAH olması açısından bakarak okumanın daha sağlıklı bir yol olacağını söyleyebiliriz.

Araf s. 163. ayetinden itibaren başlayan deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun kıssasının anlatıldığı 166. ayette onlara, "Maymunlar olundenildikten sonra gelen 167. ve 168. ayetleri, bu oluşun mahiyeti hakkında bilgi verebilecek olan ayetlerdendir. 

[007.167] O Vakit Rabbin işte şu ahdi ilan edip bildirdi ki: Kıyamet gününe kadar onlara en kötü muameleyi yapacak olan kimseyi başlarına gönderecektir. Muhakkak ki, Rabbin hızla cezalandırandır ve yine muhakkak ki O, çok affedici, çok merhametlidir.

[007.168] Biz; onları, yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. İçlerinden kimisi salihlerdi, kimisi de onlardan aşağıdırlar. Belki dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle denedik.

Bu ayetler İsrailoğulları'nın düşmanları tarafından baskı, zulüm ve esaret altına alındığını haber vermektedir. Öyleyse "Maymunlar olun" ifadesini fizyolojik bir oluş olarak değil, "Düşmanlarınız tarafından baskı ve esaret altına alınarak, hayvanlar gibi başkalarının emirlerine göre hareket etmek zorunda kalanlar olun" şeklinde anlamak, olayı lokal bir olay olmaktan çıkararak, evrensel bir yasanın İsrailoğulları üzerindeki işleyişi haline getirecektir

Bu olay aynı zamanda Allah'ın emirlerini ciddiye almayarak, kendilerine emredilenlerin aksine davrananların düştükleri zelil duruma dikkat çekerek, sonrakiler için bir ibret vesikası olmasını istemekte, aynı durumun tekrarlanması halinde aynı yasanın yine işleyeceğini haber vermektedir.

[005.060] De ki: Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi? O kimse ki; Allah ona la'net etmiş, aleyhine gazab etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağut'a kullar kılmıştır. İşte onlar; yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Maide s. 60. ayetinde geçen "Tağut'a kul olmak" ifadesini, Firavun'un azgınlığının bu kelime ile, ayrıca Mü'minun s. 47. ayetinde Firavun ve melesinin Musa ve Harun (a.s) lar için kullandığı, "Kavimleri bize kölelik(lena abidune) ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?" cümlesinde geçen kölelik kelimesinin "Abede" fiili ile anlatılmış olması, İsrailoğullarının Maymun ve Domuz haline getirilmesinin fizyolojik olarak değil, esarete düştüklerindeki hallerinin tasviri için kullanılmış olduğunu söylemek mümkündür.

Ayrıca Nisa s. 47. ayetinde Cumartesi yasağını çiğneyenlerin lanetlendiğinin haber verilmesi, yine bu olayın fizyolojik olarak gerçekleşmediğini göstermesi açısından dikkat çekicidir. 

[007.179] And olsun ki , ins ve cinden bir çoğunu , kalpleri olup onunla anlamadıkları , gözleri olup onunla görmedikleri , kulakları olup onunla işitmediklerinden dolayı ,cehenneme yaydık. İşte bunlar , hayvanlar gibi hatta onlardan daha şaşkındırlar."

[025.044] Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve aşağı) dırlar.

Araf ve Furkan surelerinde geçen bu ayetlerde ise, inkarcıların işitme, görme ve duyma organlarını işletmemeleri neticesinde düştükleri durum hayvanlara benzetilmekte, bu durum ise yine maymun haline çevrilmenin keyfiyeti hakkında bizleri bilgi sahibi yapmaktadır.

Bu olayın hakiki anlamda değil, mecaz anlamda anlaşılması yönünde kanaat taşıyanlara katılma gerekçelerimizden bir tanesi, şayet bu olay gerçek anlamda bir dönüşüm ise, aynı hatayı yapan başka topluluklar neden maymun haline dönüşmemektedir?. sorusunun cevabının verilmesinin zor oluşudur.


Sonuç olarak; İsrailoğulları'na mensup olan deniz kıyısında bir beldede yaşayan topluluğun kendilerine cumartesi günü balık avlama yasağını çiğnedikleri için maymun haline getirildiğini bildiren ayetlerin bu durumun fizyolojik bir dönüşüm olarak anlaşılması durumunda bir takım soruların ortaya çıkması açısından mecaz anlamda bir ifade olarak anlaşılmasının, Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu kanaatini taşıyanlara katılma gerekçemizi anlatmaya çalıştık.

İsrailoğulları ile ilgili anlatımlara dikkat ettiğimizde, bu anlatımların Sünnetullah olarak bildiğimiz toplumsal yasaların nasıl işlediğinin bu toplum üzerinden yaşanmış örnekler biçiminde gösterilmesi, maymuna çevrilme olayının yine bu yasa gereği cereyan edebir olay olduğu kanaatini bizde kuvvetlendirmiştir.

Bunları söyledikten sonra, Bakara s. 65. ve 66. ayetlerine şu şekilde bir meal vermek mümkündür.


Bakara s. 65- And olsun içinizden olan bir topluluğa, Cumartesi günü balık avlama yasağını çiğnemelerinden ötürü, "Aşağılık maymun olun" diyerek lanetlediğimizi bilmektesiniz
Bakara s. 66- Onları böyle bir söz ile lanetlememiz, onları gören ve sonradan gelenler için bir aynı hatayı yapmaktan vazgeçirmek, kendisini azaptan korumak isteyenler için öğüt olsun diyedir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Bakara s. 55. 56. Ayetleri: İsrailoğulları Allah'ı Görmek İsteyince Öldürüldükten Sonra Diriltildiler mi?

Bakara suresi içinde geçen İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda, onların Allah'ı açıkça görmek istedikleri, ve bu istekleri sonucunda başlarına gelenler anlatılmaktadır. Yazımızda onların bu istekleri sonucunda başlarına gelen olayın anlatıldığı ayetlerde geçen bazı kelimeler üzerinde durarak, o kelimelerin anlamını tespit etmeye çalışacağız.

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Arapça orjinal metinlerini verdiğimiz ayetler, Bakara s. 55. ve 56. ayetleri olup, Türkçe meallerde bu ayetler, ağırlıklı olarak şu şekilde anlamlandırılmaktadır.

[002.055] Hani bir zamanlar «Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız.» demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız

[002.056] Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik.

Bu ayetleri okuduğumuz zaman, Musa (a.s) dan kendilerine Allah'ı göstermelerini isteyen İsrailoğullarının öldüğü, ölümlerinin ardından yeniden diriltildiği anlaşılmaktadır. Fakat bir çok kimsenin aklına bu ölüm ve yeniden dirilmenin gerçek anlamda bir ölüm ve yeniden diriliş mi, yoksa mecazi anlamda bir ölüm ve diriliş mi olduğu sorusu takılmakta, ve bu sorunun cevabı aranmaktadır.

Öncelikle Kur'an içinde geçen bir kelime veya anlatımın mecaza hamledilebilmesi için, o kelime veya anlatılan olayın hakiki anlama sahip bir kelime veya olay olmasında bir takım soru işaretleri ve problemler olması gerekmektedir ki, kelime veya olay hakiki anlama değil, mecazi anlama hamledilebilsin. Yani Kur'an içindeki bir kelime veya olayın ilk anlamı, hakiki bir anlama sahip olmasıdır. 

Öncelikle 55. ayet içinde geçen ve İsrailoğullarının Allah'ı görmek istemelerinin sonucunda karşılaştıkları olayı anlatan Essaika kelimesi üzerinde durulması ve bu kelimenin Kur'an içindeki anlam alanının dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Saika; Bir nesnenin yere düşmesi sonucunda ortaya çıkan ses anlamına gelmektedir. Saikanın sonucu ortaya çıkan 1- Azap, 2- Ölüm, 3- Ateş, 4- baygınlık, bu kelimenin Kur'an içinde geçtiği ayetlerde görülebilir.

[039.068] Sûr'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi(fesaika). Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetiyorlar.

[052.045]  Öyleyse sen onları kendisinde (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları (yus'ekune)günlerine kavuşuncaya kadar bırak.

[004.153] Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, «Bize Allah'ı apaçık göster» demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı(essaikatü).Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki) verdik.

[041.013] Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: «İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma(essaikatü) benzer bir azap ile uyardım.»

[041.017] Semûd'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı(essaikatü) onları çarptı.

[051.044] Onlar Rablerinin buyruğundan çıkmışlardı; bunun üzerine kendilerini gözleri göre göre yıldırım(essaikatü) çarptı.

[002.019] Bir kısmı da, karanlıklarda, gök gürlemeleri ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan(essevaika) ölmek korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayan kimseye benzer.

[013.013] O'nu, gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından tesbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O, yıldırımları(essevaika)  gönderir de onlarla dilediğini çarpar.

[007.143] Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: «Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım» dedi. Allah: «Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin» buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü(saikan); ayağa kalkınca «Yarabbi, münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim» dedi.

Araf s. 143. ayetinde Bakara suresinde geçen olayın bir benzeri geçmektedir. Bakara suresinde geçen olayda Allah'ı görmek isteyenler İsrailoğulları iken, Araf s. 143. ayetinde ise Musa (a.s) dır. Ayetlerde geçen ortak kelime Saika olup, bu kelimenin Bakara s. 56. ayetinde hangi anlama gelebileceğini, Araf s. 143. ayetinden anlamak mümkündür.

Araf s. 143. ayetinde Allah'ı görmek isteyen Musa (a.s) ın başına gelen olayın ardından gelen Felemma efaka (ayağa kalkınca) kelimesi, Bakara s. 55. ayetinde geçen Essaika kelimesinin Ölmek anlamına gelemeyeceğini göstermektedir. Bu kelime, yürüyen bir kimse için kullanılan bir kelime olup, saikanın baygınlık geçirmek şeklinde bir anlamına geldiğini göstermektedir.

Kur'an'da Mevt kelimesinin geçtiği geçtiği her yerde kelimenin hakiki anlamda kullanılmayarak, mecazi anlamda kullanılmış olduğunu da dikkate almak gerekmektedir.

[002.243] Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

[002.164] Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır.

Bakara s. 56. ayetinde geçen Bease kelimesi; Bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek anlamına gelmektedir. Kelimenin ölümden sonra yeniden diriliş anlamına gelen kullanımları olsa da, geçtiği bütün ayetlerde bu anlama geldiğini söylemek mümkün değildir. 

[018.012] Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık (baasnahüm).

[006.060] Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, mukadder olan hayat süreniz doluncaya kadar gündüzleri sizi tekrar kaldıran(yeb'asüküm)  O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadır, işlediklerinizi size bildirecektir.

Bakara s. 55. ayetinde geçen Essaika kelimesinin ölüm değil, baygınlık anlamına gelmiş olmasının daha muhtemel olduğunu, Araf s. 143. ayetinde aynı durumun Musa (a.s) ın başından geçtikten sonraki halinin anlatıldığı Efaka kelimesini dikkate alarak anlamak mümkündür.

Bakara s. 56. ayetinde geçen ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ cümlesini anlayabilmek daha da kolaylaşacaktır. İsrailoğullarının Allah'ı görmek istemelerinin karşılığı olan Essaika kelimesi ile ifade edilen durumlarının,  hakiki anlamda bir ölüm olmadığı anlaşılmaktadır. Öyleyse onların bu durumlarını Baygınlık veya Derin uyku hali olarak ifade etmek mümkündür. Bease kelimesini ise bu halden uyanmak olarak anladığımızda, ilgili ayetleri anlamak ve meal vermek daha kolaylaşacaktır.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz Türkçe meallerde Bakara s. 56. ayetine bu doğrultuda anlam verenler bulunmaktadır. Bakara s. 55. ve 56. ayetleri için bizim yapmaya çalıştığımız ayet meali şöyledir;

Bakara s. 55- Bir zaman Musa'ya,  "Ey Musa Allah'ı apaçık görünceye kadar sana asla iman etmeyeceğiz" demiştiniz de,(bu isteğinizden ötürü) gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı.

Bakara s. 56- (Allah'ı görmek istemenizden dolayı uğradığınız) yıldırım çarpmasının verdiği baygınlığın etkisinden şükretmeniz için, sizi yine ayağa kaldırmıştık.


Sonuç olarak;Kur'an içinde bulunan kelimelerin ilk anlamlarının hakiki anlam olması asıl olandır. Ancak bazı durumlarda hakiki anlam yerine mecaz anlama da gelebilecek kelimeler bulunmaktadır. Bu kelimelerin mecaz olarak anlaşılma gereği, o kelimelerin hakiki anlam kazandıklarında bazı problemlerin ortaya çıkmasıdır. 

Yazımıza konu etmeye çalıştığımız Bakara s. 55. ve 56. ayetlerinde geçen ve İsrailoğullarının Allah'ı görmek istemelerinin sonucunda başlarına gelen olayın ölüm ve diriliş olarak anlatılması, ilgili ayetler içinde bu kelimelerin hakiki anlama hamledilmesinin getirebileceği bazı müşkiller gözönüne alınarak, bu kelimelerin mecazi olarak anlaşılmasının daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

30 Eylül 2017 Cumartesi

Bakara s. 41. Ayeti: İsrailoğulları Kur'an'ı İnkar Edenlerin İlki miydi? Evvele Kelimesinin Çevirilerinde Ortaya Çıkan Bir Müşkil

Kur'an meallerinde bazı kelimelerin konu bütünlüğüne uygun şekilde çevrilememesinden dolayı meydana gelen sıkıntılar, Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek cüretinde bulunan bazı kimselerin elinde koz olarak kullanılmaktadır. Kur'an içinde geçen kelimelerden birisi olan Evvele, bu duruma örnek olarak verebileceğimiz bir kelimedir. Bu kelimenin geçtiği bazı ayetlere verilen, ve bu kelimenin anlamlarından birisi olan ilk şeklindeki anlam, bazı meal okuyucularında soru işaretlerine sebep olabilmektedir. Yazımızda bu kelimenin çevirisinin İlk olarak yapılmasından dolayı ortaya çıkan soru işaretlerini ele alarak uygun çevirilere örnekler vermeye çalışacağız.

Evvele kelimesine El Müfredat'ta verilen anlamlar şöyledir;

1- Zaman bakımından önce gelen.
2- Bir şeye başkanlık etme, başkasının kendisini örnek alması, kendisine uyması bakımından önde gelen.
3- Konum ve nispet bakımından önde gelen.
4- Yapılış düzeni bakımından önde gelen. 

Bu kelimenin Kur'an içinde ağırlıklı olarak 1. 2. anlamlarının kullanıldığını görebiliriz. Ancak ayetlerde hangi anlamın uygun olabileceği konusu vereceğimiz örneklerde daha kolay anlaşılacaktır. Bu kelimenin geçtiği bazı ayetler, kelimenin 1. anlamına uygun bir durumdadır. Fakat bütün ayetlerde 1. anlamını vermek maalesef uygun düşmemektedir. Biz, yazıyı uzatmamak adına, 2. anlamın uygun düştüğü ayet örneklerini vermekle yetineceğiz.

                                                        Bakara s. 41. ayeti.

Bu ayete meallerde çoğunlukla şu şekilde bir anlam verildiğini görmekteyiz. 

Yanınızdakini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın!Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun.

Bu ayeti okuyan bir kimsenin aklına haklı olarak"Bu ayet Medine'de indiğine ve İsrailoğullarına hitap ettiğine, Kur'an ise daha önce Mekke'liler tarafından inkar edildiğine göre, neden böyle bir hitapta bulunulmaktadır?

Halbuki ayet içinde geçen Evvele kelimesi, 2. anlamı gözetilerek çevrilmiş olsaydı, kafalarda herhangi bir soru işaretinin oluşmasına gerek kalmazdı.

Muhammed Esed
Muhammed Esed:
Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!
Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!

Ayetin bu şekildeki bir anlamı, Kitap Ehli olarak tanımlanan Yahudilerin Medine'de Kur'an'ı inkar edenlere öncülük yapmamasının emredildiği olarak anlaşılabilir.

                                                       Enam s. 14. ayeti

Bu ayete meallerde çoğunlukla şu şekilde anlam verildiğini görmekteyiz.

De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).

Bu şekilde yapılmış bir meali okuyan kimse haklı olarak "Daha önce hiç mi Müslüman yoktu?" sorusunu sorabilir. Ancak ayetin şu şekilde yapılan çevirileri böyle bir sorunun sorulmasına mahal bırakmayacaktır.

Muhammed Esed
De ki: “Hayat veren ve hiçbir şeye muhtaç olmayan O dururken göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'tan başka birini mi dost edineceğim?” De ki: “Ben, Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla emrolundum, Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasında bulunmakla değil”

                                                         Şuara s. 51. ayeti

Firavun sihirbazlarının iman etmelerinin ardından, Firavun'un ölüm tehditlerine karşı verdikleri cevap olan ayetin yapılan çevirileri şu şekildedir. 

«Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bağışlayacağını ummaktayız.»

Ayetin bu şekilde yapılmış çevirilerini okuyanlar, "Musa, Harun ve onlara iman edenler olduğu halde, onlardan sonra iman eden bu sihirbazlar neden böyle bir söz sarf etmektedirler?" sorusunu haklı olarak soracaklardır. Halbuki ayetin şu şekilde yapılan bir çevirisi bu tür soruların önüne geçebilecektir. 

Suat Yıldırım
“İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki Rabbimiz günahlarımızı affeder. ”

Firavun sihirbazlarının söylediği sözü bu şekilde çevirmek, daha önce iman etmiş olanların var olduğunu, fakat bu sihirbazların iman etmiş olmaları, kendilerinin durumunda olan ve Firavun baskısı altında inleyen halkın, onun korkusundan dolayı iman edememe korkusunu delerek, onlara önder ve yol gösterici olmaları şeklinde bir anlam kazandırmaktadır.


                                                        Enam s. 163. ayeti

Muhammed Esed
ki O'nun uluhiyetinde hiç kimse pay sahibi değildir: Ben böyle emrolundum; ve ben benliklerini Allah'a teslim edenlerin [daima] öncüsü olacağım”

                                                         Araf s. 143. ayeti 

Ali Fikri Yavuz
Mûsa, kendisiyle konuşacağımızı vâdettiğimiz vakitte gelince, Rabbi ona kelâmını (vasıtasız olarak) söyledi. (Mûsa) şöyle dedi: “- Rabbim! Cemâlini bana göster, sana bakayım.” Allah: “-Beni hiç bir zaman göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa sen de beni görürsün.” buyurdu. Nihayet Rabbi, o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti. Mûsa da bayılarak yere düştü. Sonra ayılınca şöyle dedi: “- Allah'ım! Seni tenzih ederim. (Dünyada seni görmeyi istemekten) tevbe ettim ve ben, mü'minlerin (buna inananların) ilkiyim.”

                                                       Zümer s. 12. ayeti

Muhammed Esed

ve Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla
                                                        
Sonuç olarak; Evvele kelimesinin ilk, öncü, önder gibi anlamlara sahip olması, kelimenin geçtiği ayetlerde hangi anlamın kullanılması gerektiği meselesini beraberinde getirmiştir. Kelimenin geçtiği bazı yerlerde Öncü, Önder anlamının yerine, İlk  anlamının kullanılması, bazı soruları beraberinde getirmiş, bazı kimselerin ise Kur'an'da çelişki olduğu iddialarına mesnet olarak kullanılmaya çalışılmıştır. 

Yukarıda verdiğimiz ayet örneklerinde Evvele kelimesinin İlk olarak çevrilmesi sonucunda bazı sıkıntılar ortaya çıkmakta, kelimeye Öncü, Önder anlamı verilmesi, bu sıkıntıları bertaraf edebileceğini düşünmekteyiz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 
                                                       

17 Ocak 2016 Pazar

ARAF s. 127-137. Ayetleri : Rabbin Güzel Sözünün İsrailoğulları Üzerinde Tamamlanması

Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan örnekler vererek , gelecek hayatların bu örneklere göre şekillenmesini veya şekillenmeMEsini amaçlayan mesajlar  içermektedir. Bu bağlamda , Kur'anda en fazla yer tutan Musa (a.s) ın kıssası içindeki anlatımlar, bizlere önemli mesajlar vermektedir. Musa (a.s) kıssasının iki önemli aktörleri olan Firavun ve İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajlar, zalimlerin yıkımının mazlumlar eli ile  nasıl gerçekleştiğinin okunarak , bu okumaların gelecek hayatlara yansıtılmasını amaçlamaktadır. 

Bu yazımızda , Musa (a.s) kıssasının, sihirbazların imanı sonrası gelişen olaylar ile Firavun ordusunun boğulmasına kadar geçen sürecin anlatıldığı Araf s. 127-137. ayetlerinin , bizlere dönük nasıl bir mesaj taşıyabileceğini okumaya çalışacağız.

Ayetleri okumaya önce son ayetten başlayarak sonuç ayeti okuyup , sonra başa dönerek o sonuca nasıl varıldığını okumaya çalışacağız. 

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Araf s. 137. ayetinde , Allah (c.c) nin İsrailoğullarına daha önceden vermiş olduğu sözün gerçekleştiği , Firavun ve ordusunun helak edildiği haber verilmektedir. İsrailoğullarını bu başarıya , Firavun ve ordusunu bu helaka götüren sürecin sonucunun anlatıldığı bu ayeti anlamak için , 127. ayetten başlayan bir bağlam dahilinde okuma yapmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına ne gibi bir söz verdiğini Kasas s. 4. ve 6. ayetlerinde şöyle görmekteyiz ;

 [028.004-6] Çünkü Firavun, o yerde baş kaldırmış ve halkını fırka fırka edip arkasına takmıştı; onlardan bir grubu ezmek istiyor; oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını hayatta bırakıyordu. O kesinlikle fesadçılardandı.Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım.Ve onlara arzda (yeryüzünde) hakimiyet verip Firavun, Haman ve ordularına korktukları şeyi, onların vasıtasıyla gösterelim.

Allah (c.c) nin , "Müstaz'af" olarak nitelediği İsrailoğullarına vermek istediği lütuf , dünya yüzünde yaşayan ve yaşayacak olan bütün müstaz'aflar için geçerli bir yasa yani "Sünnetullah" tır. Bu lütfun gerçekleşme şekli , merhum Akif'in dediği gibi "Gökten ordu ordu melek indirmek" şeklinde değil, mücadele ve sabrın sonunda gerçekleştiği , yaşanmış bir örnek olarak İsrailoğulları üzerinden anlatılmaktadır.

Öncesi Araf s. 103. ayetten başlayan bu kıssanın 127. ayetine kadar olan bölümünü kısaca şöyle özetleyebiliriz ; Kendisine verilen ayetlerle Firavunun karşısına çıkan Musa ve Harun (a.s) , Firavuna göstermiş olduğu ayetlere rağmen ona, ondan istediklerini kabul ettiremez. "Sihirbaz"  olarak yaftalanan Musa (a.s) ın karşısına ülkenin en mahir sihirbazları çıkarılarak onunla müsabakaya girişirler, bunun sonucunda sihirbazlar mağlup olur neticede , Firavun sihirbazları Musa ve Harun'un Rabbine canlarını ortaya koyarak iman ettiklerini ilan ederler.

Bu olaydan sonra Firavun, yenilginin vermiş olduğu hırsla daha da sertleşir ve yeni bir soykırıma girişerek zulmünü daha da artırır. 

[007.127]  Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»

Firavun "onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz" derken, kullanılan kelime Allah (c.c) nin esmasına dahil olan bir "Kahhar" kelimesidir. Firavunun kendisi için böyle bir kelime kullanmış olması , onun Allah'tan rol çalmaya kalkan sahte ilahlık iddiasının  getirdiği bir sözdür. Onun sonu, kendisini herkesin üzerinde gören ve ilahlığa soyunmaya kalkanlar için bir ibret mesabesindedir.

Ayrıca Firavunun melesinin "yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi" sözleri dikkat çekicidir. Her iki taraf birbiri için aynı şeyi düşünmektedir. Musa (a.s) Firavunun fesatçı olduğunu , Firavun Musa (a.s) ın fesatçı olduğunu iddia etmektedir. Bu ihtilafın sebebi , herkesin baktığı yerden kendisini haklı görmesine dayanmaktadır. Ancak Musa (a.s) ın baktığı yer, Allah (c.c) nin "Bak" dediği yer olduğu ve iman eden birisinin onun dediği yerden bakması gerektiği için doğru olan iddia onun iddiasıdır. 

[007.128]  Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü muhakkak ki Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar ve akıbet müttakilerindir.

Firavunun İsrailoğulları üzerinde zulmünü yoğunlaştırmasına karşın , Musa (a.s) önderliğinde örgütlenen İsrailoğulları, Firavun zulmüne karşı koymak için seferberliğe girişir. Bu seferberliğin ana hatları 128. ayet içinde çizilmektedir. Allah (c.c) nin salih kullarını arz üzerinde mirasçı kılmasına giden yol , bu kulların bu uğurda mücadele etmesi sonucunda olup , "Kullarından dilediğini" ifadesi bunu anlatmaktadır. "Dilemek" fiilinin geçtiği hiç bir yerde, Allah (c.c) için keyfi bir davranışı ifade etmediğini hatırlatarak , bu fiilin kulların iradelerini kullanmaları yönünde işlediğini ifade edelim.    

Musa (a.s) ın İsrailoğullarına "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin" şeklindeki sözleri , iman edenler için evrensel bir mücadele yönetimidir. 

[002.153]  Ey iman edenler! Sabır ve salat ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.

Bakara s. 153. ayetinde de aynı türden bir emir görmekteyiz. "Salat" kelimesi burada namazı değil , Allah (c.c) nin yardım sünnetinin işlemesi için gerekli olan amelleri ifade eden bir kavramdır (namazı ret ediyor anlamında bunu söylemediğimizi hatırlatmak isteriz).

"Sabır" hiç bir yerde elini kolunu bağlayarak oturmayı ifade eden bir kavram değildir. Zorluklara mücadele ederek göğüs germenin adı olan bu kavramın, özellikle salat ile birlikte anılmış olması , İsrailoğullarının elde ettiği başarının anahtarı ve nasıl hayata geçirildiği yönünden okunarak bizim de hayatımız için bir anahtar kavram olmalıdır.

[010.087] Musa ve kardeşine: «Mısır'da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble edinin, salatı ikame edin» diye vahyettik, «İnananlara müjdele.»

Yunus s. 87. ayeti , Araf s. 128. ayetinin paralelinde bir ayet olarak , bu mücadelenin nasıl şekillenmesini gerektiğini beyan etmektedir. Bu ayet ile ilgili müstakil bir yazımız olduğu için burada buna değinmeyeceğiz,  verdiğimiz yazı linki bu ayet ile ilgili daha önce bir okuma yapmaya çalıştığımız yazının adresidir.
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/10/yunus-s-87-ayeti-ve-firavunlarla.html

[007.129]  Dediler ki: Sen, bize gelmezden önce de, geldikten sonra da eziyyet edildik. Dedi ki: Rabbınızın, düşmanınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine getirmesi umulur. Ve o zaman nasıl davranacağınıza bakacaktır.

Bir mücadele içinde, "Çürük elma" olarak tabir edilebilecek olan, rahatına düşkün bir takım insanlar illaki olacaktır. Önemli olan bu çürük elmaların, diğer elmalara zarar vermesini önleyebilmektir. Musa (a.s) ın örnek örnek bir önder olarak , böyle bir yönetim tarzını gösterdiğini görmekteyiz. Onun , çürük elmaları hepten çöpe atmaktansa o elmaları rehabilite ederek , yeniden mücadeleye kazandırma yolunu seçtiğini görmekteyiz. Eziyetten kurtulma yolu , eziyet edenlere galebe çalmaktan geçtiğine ve bu galebenin eziyet görenler tarafından gerçekleşeceğinin evrensel bir yasa olduğuna göre , halinden şikayet edenlerin bir kenara çekilme hakları asla yoktur.

[007.130]  And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
[007.131]Onlara bir iyilik geldiği zaman «Bu bizim için» dediler; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
[007.132] Ve dediler ki: «Bizi sihirlemek için ne ayet getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.»
[007.133]Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir kavim oldular.

Bu ayetleri , Enam s. 42-45 ve Araf s. 94-101. ayetlerinin ışığında okunduğunda daha kolay anlaşılacaktır. 

[006.042-45] Andolsun, senden önceki ümmetlere (elçiler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk  ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorluğumuz geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici  gösterdi. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır.

[007.094-101] Biz hiçbir ülkeye bir nebi göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık. Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Artık onlar; Allah'ın düzeninden emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.  İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle damgalar.

Enam ve Araf surelerinden verdiğimiz ayetler , başına gelenlerden ibret almayarak küfürde ısrar eden insanların, başlarına gelen akıbeti bizlere beyan etmektedir. Firavun ve kavmi, başlarına gelenden ders çıkarmayıp küfür ve inkarda ısrar ederek, helakı hak eden yaşamış bir topluluk gözümüzün önünde durmaktadır.


[007.134]  Azab başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz» dediler.
[007.135]  Onların erişecekleri bir süreye kadar azabı üzerlerinden kaldırınca; bir de bakarsın, onlar sözlerinden cayıyorlardı.

Başlarına gelen bela ve musibetler için Musa (a.s) dan yardım isteyecek kadar nankör ve yüzsüz olan bu topluluk , başlarında bu sıkıntı gidince eski haline dönerek , fesada devam etmektedir. Aynı durumu Zuhruf suresi ayetlerinde şöyle görmekteyiz. 

[043.046-50]  Andolsun biz Musa'yı da ayetlerimizle Firavun'a ve melesine gönderdik: «Ben alemlerin Rabbinin elçisiyim» dedi.Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Ve onlara âyetten bir şey gösterir olmadık ki, illâ o, diğerlerinden daha büyük idi. Ve onları azab ile yakaladık, belki onlar geri dönerler.«Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim» dediler.Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.

[007.136]  Biz de âyetlerimizi tekzib ettikleri ve onlara kulak asmadıkları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk

Firavun ve ordusunun uğradığı bu son , yaratılmış bir kul statüsüne sahip olanların , bir kısmının ilahlığa soyunmaları , diğer bir kısmının bu sahte ilahlara kul olmaları sonucunda dünya hayatında uğrayacakları değişmez bir yasayı bizlere anlatmaktadır. Bizler bu tür kıssaları okurken sonuç kısmının gerçek hayatta meydana gelip gelmediği üzerinde tartışmalar yapıp maalesef özden uzaklaşan mekanik ve hayata dair bir sözü olmayan okumalar yapmaktayız. 

Halbuki kavimleri böyle bir sona götüren sebeplerin , şu anda bizim yaşadığımız hayatlarda olup olmadığı yönünde okumalar yapılmış olsa, anlatılan kıssalar geçmişte kalmaktan çıkarak , yaşanan ve yaşanacak olan hayata dair mesajlar olarak karşımıza çıkacaktır.

Kıssalar ve sonu helak ile biten olayları okurken , tarihsel bir anlatım olması veya içindeki anlatımların gerçek olup olmadığının tartışılmasından çok , yapılan anlatımların bize dönük mesajlarının okunmaya çalışılmasının , daha doğru bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Bu kavimlerin helak edilmiş olmaları , hayatlarında Allah (c.c) nin söz hakkı olan konularda başkalarını yetkili kılmak şeklinde ortaya çıkan evrensel bir hastalık olan "Şirk" in , toplumları ne hale getirdiğinin canlı ve yaşanmış örneklerini oluşturmaktadır.

[007.137]  Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun'un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.

Sihirbazların imanı sonrasında başlayan yeni bir zulüm furyası karşısında kalan İsrailoğulları, yıllar süren mücadele sonunda denizin karşı kıyısına geçerek bu zulümden kurtulmuşlardır. Bu ayet içinde beyan edilen sonuca nasıl ulaşmak , Araf s. 128 ve Yunus s. 87. ayetinde daha teferruatlı bir şekilde belirtilen mücadele kurallarının hayata geçirilmesi sonucunda olmuştur. Kıssayı masal tadında okumak , bizleri böyle bir mücadelenin vaki olduğuna dair bir tefekkür yapmamıza engel olacaktır. 

Sihirbazların imanı ile denizin öte yakasına geçilen zaman arasının, yıllar ile ifade edilen bir zaman aralığı olduğu beyan edilmektedir. Bu zaman aralığı içinde soykırıma tabi tutulan İsrailoğullarının elini kolunu bağlayarak oturmadığı bu soykırıma karşı koymak için her türlü mücadeleye giriştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

"Sabır" - "Salat" - "Kıble" gibi kavramlar üzerine oturtulmuş olan mücadelenin anlaşılabilmesi , sadece o kıssayı okumak ile değil , o kıssa içinde geçen Kur'an kavramlarının hayat içinde ifade ettiği anlamların Kur'an bütünlüğü içinde okunması ile birlikte gerçekleştiğinde anlaşılacaktır. 

Bu kavramlar, başı dara düşen insanların hangi konuda başları dara düştü ise , o sıkıntıdan kurtulmak için gerekli olan çıkış yollarını denemeleri gerektiğini ifade eden kavramlardır. Hasta olan bir insanın, tedavi ile ilgili yolları denemesi onun sabır ve salat etmesini , borçlu olan bir insanın , borçtan kurtulmak için yaptığı çalışma onun sabır ve salat etmesini , ezilen insanların ezilmekten kurtulmak için yaptığı çalışmalar, onların sabır ve salat etmesini ifade etmektedir. 

"Müstekbir" (Büyüklenenler) ve "Müstaz'af" ( Zayıflatılanlar) kavramları , insanlık tarihinin en önemli iki kavramıdır. Tarihin , bu kavramların alanı içine girenlerin birbirleri ile  olan mücadelesinden ibaret olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.

Tarih boyunca gelen elçiler müstekbirlere karşı müstaz'afların yanında yer alarak, onlarla mücadele yöntemini canlı bir örnek olarak bizlere öğretmişlerdir. Onların bu öğretileri Kur'an içinde, "Kıssa" olarak yer alarak bizlere de örneklik olarak ulaşmıştır.

 [030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
[012.110] Nihayet o resuller ümitsizliğe düşüp kesinlikle yalanladıklarını sandıkları sırada, onlara yardımımız gelmiştir. Böylece dilediğimiz kurtarılmıştır. Suçlular güruhundan ise baskınımız asla geri çevrilmeyecektir.
[040.051] Hiç şüphesiz biz resullerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da, şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün de elbette yardım edeceğiz.

Yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerde , Allah (c.c) nin Resullerine ve onlara iman edenlere yardım etmesine dair verdiği bir sözü görmekteyiz. Aynı söz Musa (a.s) ve İsrailoğulları içinde geçerli olup , bu sözün nasıl yerine geldiği Musa (a.s) kıssasında görülmektedir. Allah (c.c) nin yardım sözü , hiç bir zaman bizim yerimize onun ve meleklerin savaşması şeklinde gerçekleşmemiştir. Bu zan doğru bir düşünce olmayıp , Müslümanlar olarak bugünkü zelil durumumuz bu tür düşüncelerin bir sonucudur. 

Kur'an bütün elçi kıssalarında gerçekleşen yardım vaadinin, mücadelesiz bir şekilde, pısırık bir halde gökten meleklerin inmesini bekleyenlere geldiği görülmemiştir. Yıllarca süren mücadeleler sonucunda bu yardım hak edilmiş ve bu yardımın gerçekleşme şekli kıyamete kadarda böyle olacaktır.

Maide s. 3 ayetindeki "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım" cümlesi ile ,Araf s. 137. ayetindeki "Rabbının İsrailoğullarına vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu" cümlesini , Musa(a.s) kıssasının , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar açısından okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kendilerine inen elçi kıssalarındaki özellikle Musa (a.s) kıssasındaki mücadele örneğini, yaşadıkları hayat içinde pratize eder bir şekilde okumak sureti ile Mekkenin fethine yani nihai sonuca ulaşmışlardır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , nihai hedefleri olan Mekkenin fethedilmesine giden yola , kendilerinden önceki elçi kıssalarında anlatılan mücadele örneğini takip ederek ulaşmışlardır. 

Musa (a.s) için nihai hedef olan İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtulmak için izlediği yol , Muhammed (a.s) için nihai hedef olan Mekkenin fethi için gerekli olan mücadele yöntemini belirlemiştir. Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , bu kıssayı masal tadında değil , hedefe giden yolda öncekilerin mücadele yönteminin izlenmesi gerektiği şeklinde okuyarak zafere ulaşmışlardır.

[006.034]  Senden önce nice resuller yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki resulllerin haberi sana da geldi.

Enam s. 34. ayetini Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okumaya çalışırsak ; 


Allah (c.c) nin sözünün değişmeyeceğini çok iyi bilen iman edenler , bu sözün nasıl yerine geleceğini ve geldiğini , kendilerine gelen "Resul haberleri" yolu ile yani, "Kıssalar" ile öğrenmişler ve başarıya giden yolun "Sabır ve Salat" ile yoğrulmuş bir hayattan geçtiğini okumuşlardır. Bu ayeti aynı göz ile okuyanlar , tarihin hangi zamanında veya mekanında olurlarsa olsunlar , Rabbin değişmez sözü gereğince başarıya ulaşacaklardır.

Bu gün bu ve benzeri ayetleri bizim gözümüzle okumaya çalışırsak ;

Musa (a.s) ın asası asla yılan olmaz çünkü Sünnetullah değişmez , deniz asla yarılmaz olsa olsa med cezir sonucu olmuştur , salat namazmı dır değilmi dir , namazsa kaç vakit , kaç rekat abdestlimi abdestsizmi kılınacak , Allah gökten melekleri indirip Bedir de nasıl savaştırdı , sarıkları ne renkti , uçları kaç cm sarkıktı v.s gibi bitmek tükenmez geleneksel ve modernist hurafeler ile yapılan okumalar sonucu elde var kocaman bir sıfır. 


Mısır da Firavun zulmüne mücadele ile karşı koyan İsrailoğulları , Sünnetullah gereği yardıma mazhar olarak zulümden kurtulmuşlardır. Denizin karşısına geçtikten sonra bu zulmü unutan aynı İsrailoğulları, Maide s. 20. ve 26. ayetler arasında anlatılan bir olayda, bu yasayı unutarak Musa (a.s) a "Sen ve Rabbin gidin ikiniz savaşın bir burada oturacağız" diyerek isyan etmişler , neticede Sünnetullah yasaları bu sefer onlar aleyhlerine işleyerek,  yıllarca süren bir başıboşluğa düşürülmüşlerdir. 

Allah (c.c) nin yardım sünnetinin , belirli bir kavim üzerine has olarak işlemeyip, sünnetin gereğini yerine getirenler üzerinde işlediğini, İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda açık ve net olarak görmekteyiz. Yardım sünnetinin gereğini yerine getiren İsrailoğulları , denizin karşı kıyısında bu sünnetin gereğini yerine getirmeyerek bozguna uğramışlar , aynı İsrailoğulları Medine de Müslümanlara karşı yanlışlar yaparak bu sünnetin Müslümanlar üzerinde işlemesine sebep olmuşlardır.

Sonuç olarak ; Bizlere yaşanmış olan geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , içinde bulunduğumuz durumlardan nasıl kurtulabileceğimizi kıssalar yolu ile öğreten Rabbimiz , müstekbirlerden kurtulma yolunu da göstermiştir. Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetler , bu kurtuluşun işaret taşlarını bizlere göstermektedir. "Sünnetullah" adı verilen yasalar tarih boyunca nasıl işledi ise, bundan sonra da kıyamete değin aynı kurallara bağlı olarak işleyecektir.

Allah (c.c) nin müstaz'aflara olan güzel sözünün tamamlanma şartı , onların elini kolunu bağlayıp oturması şekilde değil , canlarını ortaya koyarak müstekbirlere karşı mücadele etmeleri ile tamamlanacaktır. Musa (a.s) kıssasını bu gözle okuyan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Mekkenin fethine giden yolu bu şekilde bulmuşlardır. Aynı ayetler bugünde Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların gözü ile okunmayı beklemektedir.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Tek Çeşit Yemeğe Dayanamayan İsrailoğulları ve Tek Kitaba Dayanamayan Müslümanlar

Kur'an'ın İsrailoğulları ile ilgili anlatımları, onların ne menem bir kavim olduklarından çok, Allah(c.c)'nin arz üzerine koymuş olduğu toplumsal yasaların yani Sünnetullah'ın işleyişinin nasıl ve hangi şartlarda gerçekleştiğinin pratik hayat üzerinden sonrakilere gösterilmesi amacına matuftur. İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece onlara hasredilerek okunması, bu anlatımların maalesef masal mesabesinde kalmasına sebep olmuş ve bizlere dair herhangi bir mesajı olabileceği ihtimali pek düşünülmemiştir.

İsrailoğulları ile ilgili yazılarımızda, ilgili ayetlerin bize dönük mesajını okumaya gayret ederek gerekli derslerin çıkarılması yönünde okumalar yapmaya çalıştığımızı hatırlatarak, "BAKARA 61 ayetinin bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.

Konumuz olan ayetlere kadar geçen süreci kısaca hatırlayacak olursak; Firavun'un zulmünden Musa(a.s) ve Harun(a.s) önderliğinde kurtulan İsrailoğulları, denizin karşı kıyısına geçmişler ve orada yaşam sürmeye başlamışlardır. BAKARA 57 ayetinde, onların yaşamlarını rahat bir biçimde idame ettirebilmeleri için onlara verilen nimetler şöyle beyan edilmektedir.

[002.057] Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

BAKARA 57 ayetinde, İsrailoğulları denizin karşı kıyısında, "elmenne vesselva" olarak haber verilen ve meallerde "bıldırcın ve kudret helvası" olarak çevrilen gıdalar ile rızıklandırıldıkları bildirilmektedir. "Menne" kelimesi Kur'an'da başka ayetlerde de geçmekte olup "verilen nimetin kişiye hatırlatılması" gibi bir anlama sahiptir. "Selva" ise "kişiyi avunduran şey" anlamına sahip bir kelimedir. Tefsirlere baktığımızda bunların ne olduğu konusunda bir takım farklı görüşler serdedilmiş olsa da, İsrailoğulları'nın hayatiyetini devam ettirebilmeleri için gerekli olan yiyeceği temin ettiklerini anlamak mümkündür.

Ancak bu yiyecekler onları zamanla bıktırmış ve Musa(a.s)'dan şöyle bir istekte bulunmuşlardır;

[002.061] Siz (ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır.» demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.

İsrailoğulları'nın bu istekleri karşısında, Musa(a.s) onlara eski günlerini hatırlatarak içinde bulundukları durumun kıymetini bilmeleri ve nankörlük etmemeleri yönünde uyarılarda bulunmaktadır.

Ayet içinde geçen "ihbitu Mısran" (Mısır'a inin) ibaresinden yola çıkarak, ayetin bize dönük nasıl bir mesajı olabileceğini okumak mümkündür. Neden "izhebu Mısran" (Mısır'a gidin) denilmedi de böyle bir kelime kullanıldı?

"Hubut" kelimesi "bir taşın yukarıdan aşağıya düşüşü"nü ifade etmektedir. Bu kelime alçaltılmaya dikkat çekilen yerlerde kullanılmaktadır. Musa(a.s)'ın böyle bir ifade kullanmış olması, İsrailoğulları'nın önceden çektiği sıkıntıları hatırlatmak ve oraya dönüldüğü takdirde aynı sıkıntılar ile karşı karşıya kalabileceklerinin hatırlatılması olarak anlaşılabilir.

Peki bu ayet bizlere nasıl bir mesaj içermektedir?

İsrailoğulları'nın Firavun zulmünden kurtulduktan sonra denizin karşı kıyısında onurlu ve özgür bir hayata kavuştuklarını görmekteyiz. Ancak bu hayata kavuşmak için yıllarca mücadele edip bir takım bedeller ödemişlerdir. Musa(a.s) kıssasının Firavun'un boğulma sürecine kadar geçen zamanın anlatıldığı ayetlerine baktığımızda, bu mücadele açık ve net olarak görülmektedir. YUNUS 87 ayeti bu mücadelenin nasıl olması gerektiğini beyan etmektedir.

Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur; İsrailoğulları'nın birlik ve beraberlik içinde hareket etmiş olmalarıdır. Her ne kadar içlerinde bir takım çatlak sesler çıkmış olsa da, ki bu tür çatlak sesler her toplumda çıkabilir, esas olan sağlam seslerin çatlak sesleri bastırarak inisiyatifi onlara bırakmamasıdır. Musa(a.s) ve kardeşinin önderliğinde tek bir vücut olan İsrailoğulları, girdikleri bu mücadeleden başarı ile çıkmaya hak kazanmışlardır.

Rehavet, atalet ve nankörlük gibi olumsuzluklar kişilerin ve bu kişilerin oluşturdukları toplulukların en amansız düşmanıdır. "Men ve selva"yı İsrailoğulları'na bahşeden Allah(c.c), dileseydi İsrailoğulları'na daha çeşitli rızıklar da verebilirdi. Ancak bunları vererek onları bir nevi denemeye tutmuştur.

"Bir çeşit yemek" üzerinden verilmek istenen mesajı, herkesin aynı durum üzerinde olması yani bir çeşit birlik ve beraberlik içinde olmaları şeklinde okumak mümkündür. Toplumların refah, istikrar, düzen, emniyet ve güven içinde olmaları aralarındaki birlik ve beraberlik ile mümkündür. Tersi durumlar toplumların yıkılışlarını hazırlayan unsurların başında gelmektedir.

İsrailoğulları'nın Musa(a.s)'dan farklı yiyecekler istemiş olmasının bize dönük mesajını, içlerinde olan fırkacılık ve bölünme isteği olarak okumak mümkündür.

[028.004] Doğrusu Firavun, ülkesinde (Mısır’da) zorbalık yaptı, büyüklük tasladı. Halkını çeşitli fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu, erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise hayatta bırakmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O, bozguncunun teki idi.

Musa(a.s) "bir çeşit yemeğe" dayanamayan yani birlik ve beraberlik içinde olmaya dayanamayan İsrailoğulları'na eski günlerini hatırlatarak, fırkalaştıkları takdirde başlarına geleceklerini hatırlatmıştır. BAKARA 61 ayetinin devamında İsrailoğulları'nın Musa(a.s)'ın bu ikazlarına aldırmayarak yanlışa saptıkları ve sonucunda "Zillet ve Meskenet" damgası vurulduğu beyan edilmektedir.

"Zillet ve Meskenet" damgası, toplumsal bir yasa yani Allah(c.c)'nin değişmeyen bir sünneti olarak İsrailoğulları'nda ortaya çıkmış. Bu yasanın tekrarı bugün biz Müslümanlar üzerinde de işlemektedir.

Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman çerçevesine baktığımızda, risalet görevini üstlenmesinden vefatına kadar geçen zaman içerisinde, ona Rabbi tarafından önerilen mücadele metodunu taviz vermeden uygulamış, o ve ashabı çıkarıldıkları şehre galipler olarak geri dönmüşlerdir. Müslümanların bu galibiyeti; Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların gereğini 23 sene boyunca yerine getirmiş olmaları neticesinde idi.

Bu galibiyette en önemli unsur; birlik, beraberlik, tek bir önder ve tek bir Kitap'a bağlı kalarak, yani olayı İsrailoğulları ile bağlantılı düşünürsek "TEK BİR ÇEŞİT YEMEĞE" sabretmeleri neticesinde idi.

Toplumları ayakta tutan en önemli faktörlerden birisi; sahip oldukları değerlere toptan yapışmalarıdır. Toplumlar, kendi içlerinde başka değerler üretip bunlara yapışmaya başladıkları zaman çöküş başlamış demektir.

[023.052-53] İşte sizin ümmetiniz bir tek olan ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim: öyleyse benden korkup-sakının. Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

[030.032] Onlardan ki dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır, her hizib kendilerindekine güvenmektedir

Resulullah hayatta iken "TEK BİR YEMEĞE" yani "TEK BİR KAYNAĞA" sabreden ve ona yapışan Müslümanlar, onun vefatının sonrasında tıpkı İsrailoğulları gibi "TEK BİR YEMEĞE DAYANAMAYACAĞIZ" yani "TEK BİR KİTAP'A DAYANAMAYACAĞIZ" diyerek ve farklı kitaplar üreterek, bu kitaplar doğrultusunda inançlar edinmeye başlamışlardır. Bu durum sonuç olarak fırkalaşmayı beraberinde getirmiştir.

[003.103] Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealine baktığımızda, Allah(c.c)'nin ipine sarılınması sonucunda düşmanlıkların bittiği ve kalplerin uzlaştığı beyan edilmektedir. Ayeti tersinden okuduğumuzda, Allah(c.c)'nin ipine sarılmadığımız zaman uzlaşan kalplerin düşmanlığa dönüşmesi durumu söz konusudur, ki bugün içinde bulunduğumuz hal bunun apaçık göstergesidir.

"TEK KİTAP'A DAYANAMAYAN" bizler, dinimizi farklı kitaplar, kişiler ve mezheplerin belirlediği şekilde anlamaya ve yaşamaya başladıktan sonra, İsrailoğulları'na vurulan "ZİLLET ve MESKENET" damgası bize de vurulmuştur. Bu durum kaçınılmaz yasa olup bundan kurtulmanın tek çaresi "TEK KİTAP'A DAYANMAK"tan geçmektedir.

Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yüzyıllardır kan, gözyaşı ve zulmün dinmemesinin sebebi; bizlerin fırka fırka olarak, bizim fırkamızın haricindekileri en azılı düşman görmemizden kaynaklanmaktadır. En azılı düşman olarak görülmesi gerekenler, bizlere birbirimizi vurmak için silah imal ederek, onları satıp hem maddi olarak kazanç elde etmekte, hem de kendileri savaşarak kaybedecekleri insan gücünden tasarruf etmektedirler.

"Zillet ve Meskenet" damgasının vurulması bir yasaya tabi ise, ki tabidir, bundan kurtulmanın çaresi de bir yasaya tabidir. Bu yasanın işlemesi ise bu duruma düşme sebebi olan fırkalaşmayı terk ederek tek bir Kitap etrafında birleşmekten geçmektedir. Bunu yapmadığımız müddetçe bizler her zaman her yerde zulme uğrayan, birbirini öldürmekten zevk alan bir toplum olarak yeryüzünde zulüm altında inleyerek yaşamaya devam ederiz.

Sonuç olarak; Sünnetullah denilen "toplumsal yasaların işleyişi", Kur'an'da İsrailoğulları üzerinden bizlere gösterilmiş, onların yaşamış olduğu olumlu ve olumsuz örneklikler bizlere anlatılarak ders çıkarmamız istenmiştir. Zillet ve Meskenet damgasının vurulma yasası olarak BAKARA 61 ayetinde İsrailoğulları "TEK BİR ÇEŞİT YEMEĞE" dayanamadıklarını söyleyerek farklı yiyecekler istemişlerdir. Bu ayetin bize dönük mesajını okuduğumuzda, "Zillet ve Meskenet" damgasının vurulmasının "TEK BİR KİTAP'A DAYANAMAMAK" olduğu ve bugün Müslüman coğrafyası olarak içinde bulunduğumuz durumun sebebinin bu olduğu anlaşılacaktır. Bu durumun tersi olan "Güven ve Emniyet" yasasının işlemesi için birlik ve beraberlik içinde olmak gerekmekte olup bunun yolu da "TEK BİR KİTAP'A DAYANMAK" yani Kur'an'a sarılmak, diğer bütün kitapları terketmekten geçmektedir. Bunun tersi durum yani farklı hiziplere ve kitaplara bölünmüş Müslümanların oluşturduğu toplum, yıkımdan kurtulamayacak ve kafirlerin elinde oyuncak olmaya devam edecektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2015 Pazar

Enbiya s. 105. Ayeti: Arz'a Salih Kulların Varis Olması İsrailoğulları Örneği

Kur'an kıssaları , geçmişlerin yaşantılarından kesitler sunarak , onların olumlu veya olumsuz örnekliklerinden kendimize pay çıkararak yolumuzu belirlememizi amaçlayan anlatımlardır. Bu bağlamda İsrailoğulları üzerinden verilen örnekler onların yaşantılarındaki olumlu veya olumsuz örnekleri okuyarak, bizlerin de ona göre bir yol tayin etmemizi amaçlayan anlatımlardır.  

Kur'an kıssaları içinde en fazla yer alan kavim olan İsrailoğulları nın Musa (a.s) önderliğinde Firavun zulmüne karşı baş kaldırışı ve sonucu , Allah (c.c) nin arz üzerinde geçerli kanunları olarak nitelendirdiği "Sünnetullah"ın bir tecellisidir. Bu tecellinin anlatıldığı Ayetler şayet doğru  biçimde okunarak hayata pratize edildiği takdirde , çağdaş firavunların aynı şekilde alt edilmesi yani Sünnetullah'ın tecelli etmesi kaçınılmazdır. Kur'an Ayetlerin'de bu anlatımlar, "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden bir amaca matuf olarak anlatılmamış , aksine hayatın ve yaşamın amacı olan tek bir İlaha kulluk etmek yolundaki mücadelede oluşan zorluklarının nasıl bertaraf edileceğinin yaşanmış örnekleri olarak bizlere sunulmuştur.

"Sünnetullah" terimi'ni , "Allah (c.c) nin Arz üzerinde cari olan kanunları" şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Kur'an kıssaları , Sünnetullah'ın nasıl gerçekleştiğini anlatması açısından önemli bilgi kaynakları olup , bizlerinde o kıssalar üzerinden yapılan anlatımların kıyamete kadar geçerli olacağı bilinci ile bunları okumak ve yaşanan hayat içinde pratize etmemiz gerekmektedir. 

Sünnetullah teriminin doğru anlaşılamamış olması , özellikle biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğumuz durumu doğru okuyamamasına sebeb olmakta , kendimizi seçilmiş kullar olarak görmemiz nedeniyle , Allah (c.c) nin bizlere yardım etme zorunluluğu varmış gibi bir düşünce içine girerek , bu yardımı hak etmenin belli kuralları olduğunu aklımıza getirilmemektedir. 

Musa (a.s) önderliğinde ki İsrailoğullarının uğramış olduğu soykırımın Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile neticelenmesine kadar gelen süreç içinde Allah (c.c) nin kendi üzerine yazmış olduğu inananlara yardım sözünün nasıl gerçekleştiğini görmekteyiz.

 
[021.105]  Andolsun ki, Zebur'da Zikir'den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.

 Enbiya s. 105. Ayetinde , Allah (c.c) bir yazgısından bahsetmektedir. "Arz üzerine salih kulların varis olması" bu varisliğin belirli bir kurala yani Sünetullah'a bağlanmış olması anlamına gelmektedir. Bu Ayeti bazılarının diline dolayarak , "Allah böyle diyor ama bakın sizler hala geri ve ezilmiş bir halde yaşıyorsunuz" diyerek , sanki Allah (c.c) nin yalan söylediğini iddia etmektedirler. Allah hiç bir zaman yalan söylemez ancak bizlere ettiği vaadin yerine gelmesi için belirli şartlar koymuştur ve bunları bizlere yerine getirmeden o vaadini yerine getirmez. 

 [010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
 
[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.

Enbiya s. 105 ve yukarıda meallerini verdiğimiz Ayetler Sünnetullah'ın gerçekleşmesi ile ilgili Ayetler olup, bu gerçekleşmenin İsrailoğulları üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ilgili Ayetler örneğinde okumaya çalıştığımızda Allah (c.c) nin kimseye yattığı yerden yardım etmediği anlaşılacaktır. 

 [028.004]  Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.
[028.005]  Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım
 [028.006]  Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.

 Kasas s. 4. ve 6. Ayetlerin'de Allah (c.c), Firavun'un İsrailoğullarına uyguladıkları zulmün son bulmasını ve zulme uğrayanların öne geçmesini ve zalimlerin helak olmasını irade ettiğini belirtmektedir. Ancak onun bu iradesinin gerçekleşmesi , ezilenlerin zulme karşı başkaldırması neticesinde olacağını , İsrailoğullarının verdikleri mücadele örneğinde anlamaktayız. 

Musa (a.s) ın doğumu öncesinde başlayan İsrailoğullarına uygulanan soykırım , Musa ve Kardeşi Harun (a.s) ların , Firavuna Elçi olarak gönderilmeleri ile farklı bir ivme kazanır. Bu ivme , Firavunun sihirbazlarının mağlubiyeti ve onların iman etmesi ile birlikte daha hızlanarak yeniden bir soykırımın başlamasına sebeb olur. İsrailoğulları için bundan sonra daha zor bir mücadele süreci başlamıştır , bu süreci Araf s. Ayetlerinde şöyle okumaktayız.

 [007.127]  Firavun'un kavminin ileri gelenleri: Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesadçılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Oğullarını öldürtürüz, kadınlarını sağ bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz.
 
[007.128]  Musa kavmine dedi ki; Allah'tan yardım isteyiniz ve sabrediniz. Yeryüzü Allah'ındır. Orayı dilediği kullarına miras kılar. Mutlu sonuç, günahlardan sakınanlarındır.»

Musa (a.s) kavmine , 128. Ayet'te görüldüğü üzere, mücadele stratejisinin ana temellerini öğütlemekte ve bu şekil bir mücadelenin nasıl sonuçlanacağını haber vermektedir. Ancak her topluluk içinde olduğu gibi İsrailoğulları içinde de zorluğa ve sıkıntıya sabredemeyen insanlar vardır. 

 [007.129] Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.» (Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.

Yunus s. 87. Ayetinde , Firavunlar ile evrensel mücadele yöntemi olarak niteleyebileceğimiz emirler verilerek bu doğrultuda bir metod izlenmesi vahyedilmiş ve bu metod İsrailoğullarını başarıya ulaştırmıştır. 

 [012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.

Yunus s. 87. Ayetinde emredilen metodun uygulanarak başarıya ulaşılması, uzun yıllar süren bir zaman içinde gerçekleşmiş , bu sürecin uzunluğunu Araf s. 130-136 . Ayetler arasında görmekteyiz , bu süreç sonunda başlarına gelen felaketlerin hiçbirinden ders çıkarmayan Firavun ve ordusunun akıbeti suda boğularak helak edilmek ile sonuçlanmıştır. 

 [007.137] Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik.
[026.057-9]Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
[044.025-8]  Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.

Enbiya s. 105 ve diğer Ayetlerde , Allah (c.c) nin vaadi olan , "Arza salih kulların varis edilmesi" Sünneti, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı Ayetlerde canlı örnek olarak bizlere sunulmaktadır. Sünnetullah'ın Firavun ve ordusu üzerinde "Helak edilmek" , İsrailoğulları üzerinde "Kurtarılmak" şeklinde tecelli etmiş olması örneği sadece onlara has bir durum değil , aynı mücadele yönetimini uygulayan bütün müstaz'aflar için bir örnektir. 

Bu mücadele örnekliğini , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı da uygulayarak , çıkarıldıkları Mekke ye geri dönmüşlerdir. Sünnetulah'ın , Mekkeli müşrikler üzerinde "Helak edilmek" şeklindeki tecellisi onların mağlubiyeti şeklinde gerçekleşmiş , Müslümanlar üzerinde "Kurtarılmak" şeklindeki tecellisi onların Mekkelilere galebe çalması şeklinde gerçekleşmiştir. 

Sünnetullah'ın gerçekleşmesi dün nasıl tecelli ettiyse bu gün ve yarın aynı şekilde gerçekleşecektir bu Allahın inanan kullarına vaadi dir ve Allah vaadinden asla caymaz , ancak bu vaadin gerçekleşmesi için onun önerdiği yöntemin takip edilme şartı vardır. İlahi metodun hayata pratize edilmesi , Elçilerin örnekliğinde kıssa yollu anlatımlar şeklinde canlı ve diri bir şekilde önümüzde durmaktadır. 

Muhammed (a.s) kendisine vahyedilen mücadele metodunun kendisinden önceki Elçilere vahyedilen ile aynı olduğunu bilerek, bu mücadelenin nasıl icra edildiğini kendisine vahyedilen Kitap'ta görmüş ve bu anlatımların bir amaca matuf olduğunu bilerek bu amaç doğrultusunda bir mücadele yöntemine uyarak şirk ile mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur , sabır , kararlılık, ve taviz vermemek olmuştur. 

Bizler Elçilerin ve onlarla birlikte olanların yolları üzerinde yürüyen Mü'minler olarak , onların bu yolları bizler için birer yol gösterici işaret taşları mesabesindedir. Sünnetullah'ta asla değişiklik olmayacağına göre bizler , yaşamın tek gayesi olan sadece Allaha kulluk etmek yolunda önümüzdeki şirk engellerini aşma yolunda onların yolunu izlediğimiz takdirde  Sünnetullah, aynı onlar için tecelli ettiği gibi bizler içinde tecelli edecek ve bizler Arz'a varis olacağız, eğer böyle bir varisliğimiz şimdi olamıyorsa bu  bizlerin böyle bir gaye içerisinde olmadığımız içindir. 

Kendisini Kur'anı öncelleyenler olarak takdim edenlerin bir kısmı bile bu örnekliğin ne anlama geldiğinden habersiz olarak , Elçi denildiği zaman saçları diken diken olmakta ve bu örnekliklerin ne anlama geldiği noktasında en ufak bir fikre sahip olmayı aklına bile getirmemektedir. Kur'anı sadece sevap makinası gören diğerleri için zaten böyle bir örneklik diye bir şey sözkonusu bile değildir, kısacası bizler daha yolun başında bile değil yolun ne olduğunu dahi bilmeden maalesef "Müslümancılık" oynamakla vakit geçirmekteyiz. 

Sonuç olarak ; Yaratılış gayemiz olan sadece bizi yaratana kulluk görevi, ilk insandan son insana kadar devam edecek bir mücadeleyi beraberinde getirmesi bakımından kolay bir görev değildir. Bu görevi kendileri gibi yaratılmışlara tevdi etmek isteyen , veya kendisi yaratılmış olduğu halde yaratıcıdan rol kapmak isteyen bedbahtlar , tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Arz üzerinde kol gezmektedirler. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile geçmişte bu mücadelenin "Tevhid" ve "Şirk" kanatların yer alanların birbirleri ile olan mücadele örneklerini vererek onların bu yolda başlarına gelenleri bizlere anlatarak , örneklikler vermiş ve "Tevhid" kanadında yer alan bizlerin , "Şirk" kanadında yer alanlara karşı nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini beyan etmiştir. Geçmiştekiler için geçerli olan kanunlar bizler içinde geçerli olup , o kanunların yani Sünnetullah'ın işlemesi , gerekli olan şartların bizler tarafından yerine getirilmeye başlanmasından sonra işleyecektir , Allah (c.c) asla vaadinden dönmez. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.