Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kullarına elçi ve kitaplar aracılığı ile, dünya hayatında uymamız gereken kulları bildirmiş , bu kurallara uyanlara ve uymayanlara , dünya ve ahirette bir takım karşılıklar verileceğini vaat etmiştir. Bize emredilen kurallara uymanın karşılığı cennet olurken , uymamanın karşılığı cehennem olarak bildirilmektedir. Allah (c.c) bize vaat ettiği cennet ve cehennemin geçici olarak kalınacak bir yer değil, EBEDİ olarak kalınacak bir yer olduğunu beyan etmektedir.
İslam düşüncesinde, cennetin ebediliği konusunda bazı farklı düşünceler olmuş olsa da , ebediliği yani oraya giren kimsenin bir daha çıkmayacağı konusunda fikir birliği olduğunu söylemek mümkündür. Ancak cehennem için bunu söylemek mümkün değildir. Yaygın kanaate göre, dünya hayatında günah işleyen Müslümanlar , günahlarının cezasını ödedikten sonra oradan çıkarılarak cennete konulacaklardır.
Bu düşüncenin delili ise , Meryem s. 71. ayetinin siyak sibakına dikkat edilmeksizin okunması olup, ön kabule uygun bir ayet arayışının sonucu olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Asıl meselemiz cehennemden çıkış düşüncesinin nereden ve kimden kaynaklandığı olduğu için , bu düşüncenin kaynağını oluşturan İsrailoğullarının düşüncelerini , bu konudaki Kur'an ayetleri üzerinden okumaya, ve İslam düşüncesine hakim olan bu söylemin atalarının neden böyle bir söylem üretmek ihtiyacı duyduklarını ele almaya çalışacağız.
[007.169] Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım kimseler geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya) nın geçici-yararını alıyor
ve: «Yakında bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da
alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi
söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı da
okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Halâ akıl
erdirmeyecek misiniz?
Araf s. 169. ayeti , İsrailoğulları ile ilgili bir bağlama sahiptir. 163. ayetten başlayan ve deniz kıyısında yaşayan İsrailoğullarına mensup bir topluluğun, kendilerine emredilen yasağı delmeleri sonucu helak edilmesinin ardından gelenleri anlatmaktadır.
Bu ayetin asıl dikkat çekici cümlesi ise , dünya hayatını ahiret hayatına tercih eden İsrailoğullarının , dünya hayatı içindeki yaptıkları zulme "Yakında bağışlanacağız" şeklinde bir kılıf uydurmalarıdır. Ahiret hayatında nasıl olsa bağışlanma gelecek diye günah işlemek , bir insanı günaha teşvik eden bir düşüncedir. Bu düşünceyi insanlar arasında hakim kıldığımız zaman, dünya hayatında elde etmek istediğimiz gayri meşru olan şeylere ulaşmayı bu yol ile meşru kılmak mümkün olabilir.
Bakara ve Al-i İmran surelerinde İsrailoğullarının kendileri için ahiret hayatında uygulanacağını düşündükleri muamele şu şekilde anlatılmakta ve ret edilmektedir.
[002.079] Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak
için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay
kazandıklarına!
[002.080] Sayılı günlerden başka katiyyen bize ateş dokunmayacak dediler.
De ki; 'Allah'tan bu yönde söz mü aldınız - ki Allah asla sözünden caymaz- yoksa
Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
[002.081] Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan
kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.
[003.023] Kendilerine Kitapdan bir pay verilenleri, görmedin mi? Onlar
aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitabına çağırılmışlar, sonra onlardan bir
takımı dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
[003.024] Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir»
demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır.
[003.025] Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve
haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl
olacak?
Bakara s. 79 ve Al-i İmran s. 23. ayetlerine baktığımızda kendilerine indirilen kitabı hayatlarına pratik etmemeleri anlatılarak , buna sebep olan düşüncenin ahirette ebedi cehennemde değil , geçici bir süre cehennemde kalacaklarına dair oluşturdukları inançtır. İşte bu inanç İsrailoğullarına dünya hayatlarında her türlü kötülüğün yolunu açarak zalim bir kavim olmalarını sağlamıştır.
Yukarıdaki ayetler İsrailoğullarının bu düşüncesini açık ve net bir şekilde ret ederken , aynı düşünce İslam düşüncesine hakim olmuş , Kur'an tarafından ret edilen "Cehennemde sayılı günler kalma" düşüncesi, İsrailoğullarından bize ithal edilmiştir.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir , Allah (c.c) İsrailoğulları için ret ettiği bir düşünceyi , biz Müslümanlar için kabul edebilir mi ?. Bu sorunun cevabı için , Allah (c.c) nin nezdinde "Özel kul" veya "Seçilmiş topluluk" gibi özel muamele yapılacak bir gurubun olup olmadığının cevabının verilmesi gerekmektedir.
[005.018] Yahudiler ve hıristiyanlar «Biz Allah'ın oğulları ve
sevgilileriyiz» dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap
ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar
ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti
Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.
Maide s. 18. ayeti , Yahudi ve Hristiyanlar tarafından dile getirilen bir iddiayı ret ederek , onlarında Allah (c.c) nin yarattığı insanlardan bir zümre olduğu , hiç bir şekilde özel bir statüye sahip olmadıklarını beyan etmektedir. Bu seçilmişliğe Müslümanların dahil olması asla mümkün değildir. Öyleyse cehenneme veya cennete girmek herhangi bir kimlik üzerinden değil , ameller üzerinden yapılacak değerlendirme ile sağlanacaktır. Cennete girmek için sadece Yahudi , Hristiyan veya Müslüman kimliğe sahip olmak değil , cennete girmek için belirlenen kriterleri yaşadığı dünya hayatında yerine getirmek gerekmektedir.
Kur'anın hiç bir yerinde , dünya hayatında işlenen günahlardan dolayı belirli bir süre cehennem azabı görüldükten sonra oradan çıkılacağı hakkında açık ve net bir bilgi yoktur. Allah (c.c) hesap gününde kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapılmayacağını beyan ettiğine göre , hesap gününde Müslüman , Hristiyan , Yahudi veya başka bir dine mensup olan insanlar hakkında en doğru karar verilecektir.
Allah (c.c) nin cehennem için "Ebedi" ve orada ölüm olmadığını beyan etmiş olması , dünya hayatında "Günah" olarak belirtilen amellerin işlenmesinin önünün kapatılması içindir. Dünya hayatını fısk ve fücur içinde geçirerek o halde ölen kimsenin , ahiretteki ödülü ebedi cehennem olarak bildirilmiştir.
Eğer cehennemden geçici bir mekan olarak bahsedilmiş olsa idi , dünya hayatında yapılmaması gereken bir takım günahlar , insanlar tarafından işlenerek , "Cezası neyse çekeriz" mantığı hakim olurdu. Allah (c.c) böyle bir düşüncenin önünü kapatmasına rağmen , elleri ile kitap yazanlar , böyle bir iddiayı, dillerini eğip bükerek kitaba mal etmişler , ve böylece fısk ve fücurun önünün açılmasına fırsat sağlamışlardır.
Ebedi olan bir hayatın ebedi olmadığını iddia ederek, fısk ve fücurun önünü açan bir düşünce üretmek hangi aklın ürünüdür?.
"Ne yardan geçerim ne serden" deyimi , bu sorunun cevabıdır. Dünya hayatının aldatıcı görüntüsüne kanarak onun sahte zevklerinden vazgeçemeyen , fakat ahiret inancına sahip olanlar , dünya hayatına olan sevgilerinden dolayı olan bu vazgeçemeyişlerini , ahiret inancını deformasyona uğratarak , cehennemin geçiciliği düşüncesi ortaya atmışlar , böylelikle ihtiraslarını tatmin etmek yoluna gitmişlerdir.
Ahiret inancına sahip olmayan müşrikler ilk yaratılma konusunda Kur'an tarafından ortaya konulan onca akli delile rağmen , kendilerinin ortaya koydukları akli delilleri öne sürerek yeniden dirilmeyi ret etmekte , bu suretle dünya hayatının geçici zevklerini hiç bir kural tanımadan elde etme yoluna giderlerken , ahiret inancına sahip olan kitap ehli ise , bu zevklerini, ahiret inancına sahip olmaları nedeniyle, cehennemin geçici olduğu yönünde bir düşünce geliştirerek tatmin etme yoluna gitmektedirler.
Bugün İslam coğrafyası sınırları içinde yaşayan Müslümanların, dünya hayatına olan gayri meşru tutkularını tatmin etmenin altında yatan en büyük saiklerden birisi , işte bu dışarıdan ithal edilmiş olan cehennemin geçiciliği düşüncesidir.
Dün , "Yakında bağışlanacağız" diyen Yahudilere ilave olarak , bugün aynı sözü söyleyen geniş bir Müslüman kitlesi türemiş bulunmakta, ve iman etmek iddiasında bulunduğumuz kitap içinde , net olarak ret edilmiş olan Yahudi düşüncesini , sahiplenerek yahudileşme yolunda maalesef önemli bir adım atmış bulunmaktayız.
Cehennemin süreli olduğu düşüncesine ilaveten , müşriklerden ithal edilen şefaat düşüncesi , İslam coğrafyasının önemli bir kesiminde yaygın olarak kabul görerek , dünya hayatında yapılması muhtemel olan yanlışlara , bu düşüncelerin verdiği serbestiyet ile kapı aralanmaktadır.
Ahiret hayatında birileri tarafından ricacı olunarak ateşten kurtulunacağı veya ateşte belirli bir süre kalınacağı düşüncesi nasıl İsrailoğullarına fesadın yolunu açmış ise , biz Müslümanlarda da günah işlemenin yolunu açarak , bizleri fısk ve fücurda örnek bir topluluk haline getirmiştir.
Elbette bağışlayıcı olduğunu haber veren bir Rabbimiz vardır , ve bu vaadinden dönmeyecektir. Onun bağışlayıcılığı belirli bir zümreye veya bazı kişilere tabi olmuş insanlara has değil , bu bağışlamayı hak edecek olanlara verilmiş bir vaattir.
[031.033] Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz
ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek
değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın
aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın.
[035.005] Ey insanlar, haberiniz olsun ki, Allah'ın va'di muhakkak
gerçektir; sakın o dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı şeytan, sizi
Allah'a karşı aldatmasın!
[057.014] Onlara bağırırlar ki: «Biz sizinle beraber değil mi idik?» Onlar
da derler ki: «Evet.. Velâkin siz nefsinizi fitneye düşürdünüz, ve (mü'minler
hakkında fenalık) gözettiniz ve sizi bâtıl şeyler gurura düşürdü. Tâ ki,
Allah'ın emri geliverdi. Ve sizi şeytan Allah ile aldattı.»
Bağışlanma garantili günah işlemek , insana şeytanın verdiği vesveselerden olup , yukarıdaki ayet mealleri insan için mevcut olan bu tehlikeye karşı uyarılarda bulunmaktadır.
Cehennemin ebedi olmadığı düşüncesinin İslam dünyasında alıcı bulmasının altında yatan sebepleri araştırdığımızda , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında siyasal olayların neticesinde ortaya çıkan bir takım itikadi fırkaların, büyük günah işleyenin kafir olup olmadığı , bunların akıbeti tartışmalarını görebiliriz.
Özellikle iman ile amelin birbirinden ayrılması sonucunda , iman etmiş olmanın sadece dil ile ikrar kalp ile tasdik etmeye indirgenmiş olması , imanı hayatına pratize etmeyen sultanların akıbetinin halledilmesi ! sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu hal işini üstlenen saray uleması , çareyi Yahudilerin düşüncelerini devşirmekte bularak , bu sorunu kökünden halletmiştir!!.
Büyük günah işleyenin durumu etrafında yapılan tartışmaların bir tarafı olan mürcie fırkasının ürettiği teoriler , bir takım uydurma rivayetler ile yüzlerce yıldır ehli sünnet itikadı adı altında Müslümanların üzerinde bir kılıç gibi durmaktadır.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) dünya hayatında emirleri gereğince hareket etmeyenlere ebedi cehennemi layık görerek , bu mekanı hak etmemek için gerekli olan amelleri yerine getirmemizi bizden istemektedir. Bu cezanın ebedi olarak öngörülmüş olması , dünya hayatını yaşayan insanların yaşadıkları hayat içinde kendilerine emredildiği şekilde yaşamasına matuf olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak dünya hayatının cazibesine kendisini kaptıran ve dünya ile ahiret arasında tercih yapmak zorunda kalan kitap ehli "Ne yardan geçerim ne serden" misali , cehennem hayatının ebedi olmadığı yönünde düşünceler üreterek , dünya hayatının geçici menfaatlerinden faydalanmak yolunu seçmişlerdir.
Kur'an tarafından ret edilmesine rağmen aynı iddia , İslam düşüncesi içine sokularak , günahkar Müslümanlar açısından cehennemin ebedi olmadığı , geçici olduğu düşüncesi ortaya atılarak , dünya hayatında yapılan günahların , ahirette af edileceği gündeme sokulmuş , böylelikle dünya hayatında bazı günahlara meşruiyet kazandırma yoluna gidilmiştir.
Ahiret hayatında affa uğrayacaklarına dair kimseye garanti vermeyen Allah (c.c) nin vermediği bu garanti , maalesef bazı kulları tarafından , başka kullara verilerek , yanlışların önünü kapama amaçlı olan bu ceza, bir şekilde delinmeye çalışarak , af garantili yanlışlar yapmak teşvik edilmiştir.
Allah (c.c) elbette ahirette bağışlayıcı olduğunu bizlere beyan etmektedir. Ancak dünya hayatında bazı kimselerin yaptıkları yanlışlara kılıf uydurmak için , "Yakında bağışlanacağız" şeklindeki sözlerini ret etmekte ve bu iddianın yalan olduğunu bildirmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Yahudiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yahudiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
19 Eylül 2016 Pazartesi
12 Temmuz 2015 Pazar
Cumartesi Yasağını Delmeye Çalışan Yahudiler İle Riba Yasağını Delmeye Çalışan Müslümanlar
Kur'an; kıssa yollu anlatım uslubu ile bizden önceki yaşantılardan kesitler sunarak, o yaşanmışlıklardan ibretler almamızı ve hayatımızı ona göre düzenlememizi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, prototip bir kavim olarak karşımıza İsrailoğulları çıkmaktadır. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlar, onların yaşamış oldukları hayat içindeki yaşanmışlık örneklerinden muhatapların dersler çıkararak onlar üzerinden verilen olumlu ve olumsuz örneklerin bizlere yol gösterici olması amacına matuf olarak bir bakış içinde okunduğunda "Eskilerin Masalları" olmaktan çıkacaktır.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda öne çıkan nokta; onların olumsuz davranışları ve bu davranışları neticesinde başlarına gelen akıbettir. ARAF 163 -166 ayetleri arasında İsrailoğulları'na mensup, deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun kıssası ve başlarına gelenler anlatılarak, aynı hataya düşmememiz hatırlatılmaktadır.
Neydi bu topluluğun kıssası?
Allah(c.c) İsrailoğulları'na, yapmış oldukları hatalar nedeniyle daha önce kendilerine helal bazı şeyleri haram kıldığını beyan etmektedir (NİSA 160-161). Bu haramların içinde onlara Cumartesi günleri çalışma yasağı getirmiştir. ARAF Suresi içindeki ilgili ayetler bu yasağı delmeye çalışan topluluğun akıbetini anlatmaktadır.
Balıkçılık ile geçinen bu kasabanın halkı için, Cumartesi günü akın akın gelen balıklar çalışmanın serbest olduğu diğer günlerde aynı şekilde gelmiyordu. Buna daha fazla dayanamayan halk bir şekilde bu yasağı ihlal etme yoluna giderek sonlarını hazırlamışlardır.
Bu durumu önce biraz irdeleyerek, daha sonra kendimize "Riba" örneği üzerinden bir pay çıkarmaya çalışacağız.
Deniz kıyısındaki kasabanın halkı diğer günler tutabildikleri balıklar ile geçimlerini sağlayamayarak muhtaç bir duruma mı düşüyorlardı? Elbette ki hayır. Diğer günler gelen balıklar onların geçimlerini sağlayacak miktarda olup, daha fazla kazanma arzusu ve aç gözlülükleri, onları haram olan günde o balıkları avlamaya sevketmiştir. Kıssa içinde bu yasağı ihlal etmeyenlerin de olduğu görülmektedir. Peki onları bu yasağı ihlal etmemelerine sebep olan durum nedir?
Yasağı ihlal etmeyenlerin sebepleri; Allah(c.c)'nin emrine olan itaatları ve kanaatkar olmaları idi. Yaşadıkları hayat içinde gözettikleri şey bitmez tükenmez aç gözlülükleri değil, haram helal dairesini gözetmenin gereğine inanmış bir hayata talip olmaları idi.
Yasağı ihlal edenlere neden böyle yaptıklarını sorsak sanırım şöyle cevaplar almamız kaçınılmazdır;
"Kardeşim benim bir sürü ihtiyacım var, çocuğumun okul taksidi, yeni ev aldım onun taksidi, arabayı değiştirdim onun taksidi, ev eşyası eskidi onun taksidi, cep telefonun modeli eski onu değiştirmem lazım. Hayatım deniz kıyısında mı geçecek? Dağ başına tatile gitmek zorundayım, Cumartesi günü gelen fırsatı nasıl kaçırabilirim" gibi vs. vs. vs.
Ancak bitip tükenmeyen ihtiyaçlarını karşılamak için haram helal gözetmeden çalışanlar, gün gelir bataklığa saplanır kalır, maymun ve domuz haline gelirler. Onların maymun ve domuz olmaları fiziki olarak olup, olmadıklarını tartışmak bu yazının konusu değildir. Ancak hayvani hislere sahip olmak demek, insan olduğunu ve kendisine Allah(c.c) tarafından bir takım emir ve nehiylere tabi tutulmuş olmasını unutarak, sadece midesini doldurmak üzere bir hayat sürmenin adı maymun ve domuz olmak yani maymunlaşmak ve domuzlaşmak olmalıdır.
Bu olaydan yola çıkarak, bugün yaşadığımız hayat içinde bazı yasaklara karşı olan ihlal girişimleri bize "Cumartesi ashabı"nı hatırlatmaktadır. Çünkü bitip tükenmez hevalarını tatmin etmek için yaşadıkları hayat, onları maymun ve domuzlaştırmıştır.
"Riba" yasağı üzerindeki bazı ihlal girişimleri ve düşüncelerini ele alarak bu girişimlerin "Cumartesi Ashabı" üzerindeki sonuçları ile bağlantısını kurmaya çalışacağız.
"Riba" kelimesi sözlükte "fazlalaşma, artma, köpürme" gibi anlamlara gelip terim olarak "sermayenin ana malın üzerinde olan haksız artışı" demektir.
Riba, ticaret usulü ile mal ve para mübadelesinin dışında bir olgudur. Allah(c.c) ticareti helal, ribayı haram kılmıştır (BAKARA 275). Peki bu haramlılık nasıl oluşmaktadır?
"Riba" vadeli alışverişler ve borç vermede ortaya çıkan bir durumdur. Kişi peşin olarak 100TL olan bir malı, belirli bir süre sonunda ödemek üzere aldığında onun fiyatı 110TL oluyorsa, aradaki 10TL'lik farkın adı "riba"dır. Kişi bir başkasından 100TL borç ister ve bu borcu belirli bir zaman sonunda 110TL olarak öderse, arada oluşan 10TL'lik farkın adı da "riba"dır.
Eğer bir malın peşin fiatı 100 tl , vadeli fiatı 110 tl ise ,ve müşteri vadeli seçeneği seçerek malı 110 liradan belirli bir süre içinde ödemek zorunda kalmış ise bu ödeme şekli riba olmaz. Ancak 110 lira bedel mukabili aldığı malı, ödeme güçlüğü içine düşerek , satıcı tarafından gecikme bedeli olarak 10 tl daha yüksek bir fiat biçilerek alıcı 120 tl ödemek zorunda bırakılıyor ise aradaki bu 10 tl lik fark riba olacaktır.
Eğer bir malın peşin fiatı 100 tl , vadeli fiatı 110 tl ise ,ve müşteri vadeli seçeneği seçerek malı 110 liradan belirli bir süre içinde ödemek zorunda kalmış ise bu ödeme şekli riba olmaz. Ancak 110 lira bedel mukabili aldığı malı, ödeme güçlüğü içine düşerek , satıcı tarafından gecikme bedeli olarak 10 tl daha yüksek bir fiat biçilerek alıcı 120 tl ödemek zorunda bırakılıyor ise aradaki bu 10 tl lik fark riba olacaktır.
Allah(c.c)'nin dün haram kıldığı bu işlem, bugün de, yarın da, kıyamete kadar haram olup bunu değiştirecek yeni bir hüküm gelmeyecektir.
İçinde yaşadığımız sistemde, bu tür işlemler hayatın her safhasına girmiş olup Müslüman olsun veya olmasın herkesin bir şekilde yapmış olduğu alışverişlerde uygulamaları mevcuttur. Bugün "vade farkı" veya "faiz" adı altında bilinen işlemler, Kur'an'ın "riba" adını vermiş olduğu işlem ile aynıdır.
Hayat standartları bizleri öyle bir duruma getirmiştir ki, bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlar ve bunları her an temin etme gayreti içinde olan bir hayat tarzı içinde olmamız, bizi bu konuda bazı çareler üretmek zorunda bırakmıştır.
Bankalar tarafından reklam edilen kredi çeşitlerine baktığımızda; geleneksel bayram kredisi, tatil kredisi, ev kredisi, araba kredisi, okul kredisi, ihtiyaç kredisi vb. kredi çeşitleri gerçek ihtiyaçtan çok, oluşturulmuş suni bir ihtiyaçtır. Yaz gelince tatile çıkmak için bankadan kredi alıp gelecek tatile kadar onu ödemek zorunda kalmak, cep telefonun modelini yükseltmek için alınan taksitli telefonun taksit bitimine kadar yeni modelinin çıkarak onu almak zorunda bırakılmış olmamız, ihtiyacımız olmadığı halde bizlere "zorunlu ihtiyaç" olarak empoze edilen birçok gereksiz şeyleri almak için çalışan insanlar, kapitalist sistemin içinde sadece bir tüketici olarak görülmektedir.
Kişiler ihtiyaçlarını bütçelerine göre ayarlamak veya biriktirerek almak yerine, taksitli veya kredi alarak temin etmek ve daha sonra bunları ödemek yoluna gitmektedirler. Taksitli satışlarda veya kredilerde alınan malın veya paranın fazlalık olarak geri ödenen kısmı faizi oluşturmakta olup, bu faiz Allah(c.c) tarafından haram kılınmıştır.
İşin sorun oluşturan kısmı burası olup, içinde bulunduğumuz ekonomik sistemde böyle fazlalığın alınmama imkanı bulunmamaktadır. Bu konuda duyarlı olan bazı Müslümanlar yapılan işin haram olup olmadığı noktasında tereddütte kalmakta ve bazılarımız böyle bir sistemin haram olmaması gerektiğini savunmaktadır.
Bu ihtiyaçları temin etmek için bankalardan alınan kredilerin İslami açıdan hükmü tartışılmakta olup, bir kısım tarafından bu tür işlemlerin Kur'an'ın haram ettiği "riba" ile alakası olmadığı, bunun adının "faiz" veya "vade farkı " olduğu, bu tür alışverişlerin haram kapsamına girmediği veya girmemesi gerektiği savunulmaktadır. Gerekçe olarak; yaşadığımız dünyada böyle bir işlemden artık kurtulmanın mümkün olmadığı, hatta zorunlu olduğu, dolayısı ile buna haram demenin yanlış olduğu öne sürülmektedir. Kur'an'ın haram kıldığı "riba"nın tefeci faizi olan kat kat artırılmış faiz olduğu, makul ölçülerde olan faizin haram olmadığı düşüncesi yine ortaya atılan düşünceler arasındadır.
Bu düşüncelerin; evlenemeyen insanların zina yapmalarının gayet normal, hatta mecbur olmasını iddia etmekten bir farkının olmadığını düşünmekteyiz. Hayatımızı Allah(c.c)'ye göre değil, yaşadığımız şartlara göre uydurmak gibi bir düşüncenin ürünü olan faizin haram olmaması gerektiği düşüncesine, Kur'an'dan delil arayarak yasağı ihlal etmeye çalışmak ayrı bir hata olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşadığımız zaman içinde karşımızdaki en önemli sorun; faiz gibi yasaklanmış birçok işlemin toplum içinde hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Bu durum bizleri bu gibi günahlardan kaçınacak tedbirler almak yerine, bunları delme girişimlerine yani KİTABA DEĞİL KİTABINA UYDURMA işlemleri içine girmeye sokmuştur.
Faiz ve faizli işlemler şayet hayatın gereklerinden olsaydı, Allah(c.c) bunları yasaklayarak bizlere büyük bir zulüm ve haksızlık(!) yapmaz, ona göre gerekli hükümleri kitabında bizlere vaaz ederdi.
"Borçlu darda ise ona süre tanıyın" (BAKARA 280) demez, "Borçlu darda ise borcunun üzerine fazlalık (riba) ekleyip ona süre verin" derdi.
"Yeyin için israf etmeyin" (A'RAF 31) demez, "Eşinizle dostunuzla alışverişte yarışın, yetmediği yerde kredi alın" derdi.
Maalesef böyle demedi, asla da demeyecek. O zaman bizler KİTABA UYMAK zorunda olduğumuzu yeniden hatırlayarak çağdaşlığın gerekleri olan israf yerine vasat bir hayat sürmeye gayret edeceğiz.
Böyle bir hayat sürmenin neticesinde, geleneksel bayram kredilerine ihtiyacımız kalmaz ve buna benzer bir sürü cazip kılınmış kredi tuzaklarına düşerek yaşadığımız yanlışlara kılıf aramak zorunda kalmayız.
Faizli işlem yapanların öne sürdükleri gerekçelerden bir tanesi de bunu almaya mecbur kaldıklarıdır. Ticarethane işleten bir esnaf işlerini düzeltmek için, kirada oturan bir kişi ev sahibi olmak için vb. gerekçelerle böyle kredi almak zorunda kalmış olduğunu gerekçe göstererek, böyle bir mecburiyetin haram olmaması gerektiğini savunmaktadır.
Mecburiyetler karşısında haram olan bir şeyin helal olma durumu, yiyecek ve içecekler ile sınırlı olup, Rabbimiz faizi haram kılarken "Darda kalanlar müstesna" ibaresini eklememiştir. Müslümanlar olarak birbirimizi faizli işlem yapmaktan kurtaracak müesseseler oluşturamamış olmamız, darda kalanları maalesef faiz batağı içine sokmuştur.
Şurası bir gerçektir ki; "riba" olarak Kur'an'da haram kılınan bir işlemin bu gün adının "faiz" olması, onun haramlılığını değiştirmez. "Zina" yerine "nikahsız ilişki", "rüşvet" yerine "hediye" denilmiş olması, bunların meşrulaşmasını nasıl sağlamazsa; "faiz" olarak bilinen işlemin "riba"dan farklı olduğunu söylemek onu meşrulaştırmaz. Haram olan bir fiil, adı değiştirilmek sureti ile helale asla dönüşmez.
Lüks ve israf özentisi bir hayatın sonu, aynı "Cumartesi Ashabı"nın sonu gibi maymunlaşmak ve domuzlaşmak olarak helaka uğramaktır. Bugün Türkiye'de yaşayan birçok insanın sadece lüks ve israf sayılabilecek ihtiyaçlarını temin etmek veya o ihtiyaçlar için borç ödemek zorunda olmasının bir tür helak olduğu unutulmamalıdır.
Bugün Türkiye'nin kredi kartı ve hacizli kişi verilerine baktığımızda; nüfusun büyük bir çoğunluğunun bankalara borç batağı içinde yüzüyor olmasını banka faizlerinin "riba" olmadığı düşüncesine sahip olanlar nasıl karşılamaktadırlar?
Faizli bir hayatın gerekliliği; inancımızda belirleyici olarak Allah(c.c)'nin değil, yaşadığımız şartların belirleyici olmasının bir sonucudur. Kur'an bir şeye haram diyorsa bu harama giden yolları kapatmış ve kapatılması için gereki yolları önermiştir. Gücünün üzerinde yük teklif etmeyen Rabbimiz bizleri haram kıldığı bir işleme mecbur bırakmaz. Şayet böyle bir mecburiyet içinde olduğumuzu hissediyorsak, bu Allah(c.c)'nin bizim için tamamlamış olduğu bir eksiklik buluyoruz anlamına gelecektir.
Hayatımıza yön verirken çağın gereklerini değil dinin gereklerini gözetmek ve bu gerekler üzerine kurulmuş bir hayat sürmek zorundayız. Bunun dışında sürüdğümüz bir hayat bizi haramları helal görerek Dünya ve Ahiret'te helakımıza sebeb olacaktır.
Allah(c.c)'nin biz insanlar için önermiş olduğu hayat sistemi kompleks bir sistemdir. Hırsızlık, zina, faiz vb. yasakları, önce bu yasakları çiğnemek zorunda kalınmasını önleyecek sosyo ekonomik tedbirler alır. Faize haram demişse buna bulaşmayacak önemleri de beraberinde vaaz eder. Hırsızlık suçuna ceza getirmişse, önce hırsızlık yapmayı gerektirecek durumları ortadan kaldırır, buna rağmen bu suçu işleyen olursa ona ceza verir.
Kapitalist bir sistem içinde, faiz yasağı gibi hükümlerinin uygulaması elbette mümkün görünmemektedir. Kapitalist sistem içinde barındırdığı bir takım uygulamalar ile tüketimi körükler, kişilere suni ihtiyaçlar empoze eder ve israfı körükler. Kişilere harcama konusunda geniş imkanlar vererek, onları tüketim çılgınlığına sürükler.
"Paran yoksa ben veririm; yeter ki sen harca" diyerek kişilere maddi imkanlar sağlar ancak bu sağlamasını karşılıksız yapmaz. Bunun karşılığında bir fazlalık alır. Böyle bir sistem içinde Müslüman kalmanın zorluğuna dayanamayanlar maalesef hududları çiğneme pahasına bu çarkların arasında ezilmeye razı olarak yaptıkları yanlışa mensup oldukları dinden cevaz aramaya kalkarlar.
Sonuç olarak; Allah(c.c)'nin bizim için belirlediği kurallara uymanın zor geldiği zamanlarda, kuralları kendimize uydurmanın bir örneği olan faizli işlemlere bulaşmış bir hayatın sürülmesi, bizleri öyle bir hale getirmiştir ki; artık böyle işlemlerin hayatın bir gerçeği ve olmazsa olmazlarından olup bu tür işlemlerin dini açıdan herhangi bir mahzurunun olması hayatın gerçeklerine aykırı olduğu için meşru olması gerektiği düşünülür olmuştur. Kur'an ayetlerinin bile bu düşünceler ışığında anlaşılmaya çalışılır olması bir tür "Yahudileşme temayülü" içine girilmiş olduğunu göstermektedir. "Ayağını yorganına göre uzat" atasözü kişinin kazancı ve imkanları kadar harcamasını öğütleyen güzel bir atasözü olup bunun tersi bir yaşam bizleri borç batağına sürükleyerek maddi ve manevi açıdan çok zor duruma bırakacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)