16 Mart 2013 Cumartesi

Fırkalardan Şikayet Ederiz Ama Fırkacılıktan Kurtulamayız

Yazımızın başlığı "acı ama gerçek" denilen durumlardan olduğu her müslümanın malumudur. Tarih boyunca müslümanların fırkalaşma neticesinde birbirleri ile savaşlarında, kafirlerle olan savaşlardan daha fazla can kaybı olduğuda herkesin malumudur.Bu durumdan herkesin şikayetçi olduğu ve fırkalaşmanın hoş bir durum olmadığı müslümanların tek bir bayrak altında toplaşması gerektiğinin her fırsatta dile getirildiği y ine herkesin malumudur. Müslümanların en büyük hastalığının teşhisi konulmuş fakat herkesin yazdığı reçete farklı olduğu için yinede birlikteliğin sağlanamaması neticesinde ensemizde pişirilen boza pişirilmeye devam edilmektedir. Her fırka mensubu fırkacılık hastalığının  çaresinin kendi fırkasına dahil olmakta olduğunu iddia ettiği için birliktelik bir türlü sağlanmamaktadır.

Kur'an , dün müslümanların ortak kitabı idi , bugünde böyledir ,yarında böyle olacaktır, maalesef  dün ,bugün ve yarın müslümanlar bu kitabın sadece adına inandıkları müddettçe şikayet ettikleri sıkıntılarına çare bulamayacaklardır,çünkü kur'an her fırkanın elinde oyuncak olmuş ve o kitap kendi fırkalarının haklılığına delil getirdikleri bir araç durumuna  düşürülmüştür. 

Kur'anın önüne geçirilmiş olan kaynaklardan bir taneside çeşitli alimlerin yazmış olduğı eserlerdir. Bu alimler ve eserleri etrafında oluşturlmuş olan sahte karizmalar içindeki yazılanlar kur'ana aykırı olsa dahi kabul ettirlmeye çalışılmaktadır. Kürsülerde boy gösteren, sezai karakoç ustanın tarifi ile " yeşil sarıklı ulu hocalar" insanlara doğruyu öğretmemeleri bir tarafa onların sorgulamalarını dahi yasaklamaktadırlar. "Biz ne dersek ona inanacaksın" baskısı altında müslümanlar inim inim inlemektedirler.   

Hepimizin şahid olduğu ama başımdan geçen bir olayı örnek vererek bu işin vehametini göstermek istiyorum. Bir facebook sayfasında "ümmetimden sıla (imam rabbani) adında bir zat gelir ümmetimdem pek çok kişiye şefaat eder" diye bir gördüm ve hadisin uydurma olduğunu ve muhammed sav in " benim adıma bir yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" hadisini ona yazarak onu ikaz ettim, karşılığında almış olduğum cevap ise , "bu hadisin imam suyutinin cem'ul cevami adlı kitabında olduğunu ve benim bu zattan dahamı iyi bildiğim ve mütevatir bir hadisi inkar etmenin kişiyi dinden çıkaracağı idi.  

Herhangi bir alimin kitabında yazılanın kur'ana aykırı olsada "ondan dahamı iyi bilineceği" gerekçesi ile kabul gören düşüncelerinin hakim olduğu kafalardan bunu silip "kur'andan dahamı iyi bilineceği" düşüncesi hakim olmadan müslümanların fırkalaşmalarının önünün alınmayacağı bir gerçektir. Bunu nasıl yapacağız?   

 "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir."

Enam s. 108. ayeti olan bu ayet müşriklerle olan ilişkiler çerçevesinde ele alınabileciği gibi kendi içimizdeki farklı fırka mensupları ile olan ilşkilerimizide düzenleme açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Her fırka mensubu kendi yanındaki ile övünüp başkasının yanıdakini "tu kaka" şeklinde gördüğü veya kendi fırkası içindekileri "has mü'min" dışardakileri "pis müşrik" olarak dışladıkları zaman diyalog imkanının ortadan kalktığı görülecektir.    

Müslümanlar olarak yapılması gereken ilk şey , kur'anın hepimizin ortak kitabı olduğu ve dini meselelerde tek hakemin kur'an olduğunun fikir birliğine varılmasıdır. Falan alimin yazdığı filan kitabın içindekilerin doğruluğunun kur'an ile ölçülmesi gerektiği şuuruna varıldığı ana fırkacılığın büyük ölçüde ortadan kalkacağı görülecektir.   

Bunu yaparken kur'an dışındaki kitapları,alimleri vs. öncelleyenlere takınacağımız tavır onlara ulaşmamızda önemli rol oynayacaktır.Enam s 108. ayeti çerçevesinde karşımızdaki kişinin öncellediği şahsa ,kitaba , meşrebe sövmeden oradaki yanlışların kur'an çerçevesinden bakılarak görülmesini sağlamak tarihte geçmiş hiç bir alimin yazdıklarının kur'anın önüne geçemeyeceğini anlatmaktır. Allah cc musa ve harun as lara firavuna dahi "kavli leyyin" 
(güzel söz) söylemelerini "olurki öğüt alır" diyerek tavsiye etmesi bizler için tebliğde örnek olmalıdır. Bugün din hakkında en yanlış sözleri söyleyen kişiler herhalde firavundan daha asi olmasa gerektir ki onlara "kavli leyyin" ile yaklaşmayalım.   

Bunları yaptıktan sonra karşımızdaki şahsın düşüncelerini değiştirmeyerek yine eski inadında devam ederek " sen falan alimin kitabından dahamı iyi biliyorsun" şeklindeki sözleri bizleri kızgınlığa sevketmemeli ve kur'an ayetlerinde "kimse üzerine vekil olmadığımız" , " bize düşenin sadece tebliğ" olduğu hatırdan çıkarılmayarak onlardan güzelce ayrılmaktır.

Rabbimiz bütün müslümanları kur'anı öncelleyen ve meselelerini kur'an ışığında çözümleyerek kur'ana rağmen pompalanmaya çalışılan alim ve kitaplardan muhafaza etsin.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Mart 2013 Çarşamba

Hadisleri Metin Tenkidi İle Okumaktan Neden Korkulur?


Bilindiği üzere , "hadis" denildiği vakit ilk olarak muhammed sav in ağzından çıktığı iddia edilen sözler akla gelir, bizde bu yazımızda bu sözlerin nasıl bir yöntem ile doğrusunu yanlışından ayrılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşacağız.  

Allah cc, muhammed sav i kendisine elçi olarak seçmiş ve ona kitabı indirmiştir, bu süreç 23 yıllık bir zaman zarfında gerçekleşmiştir. 23 yıllık zaman içinde kur'anı muhataplarına tebliğ ederken ağzından kur'an harici sözlerde çıkmıştır, bu sözlerin bir kısmı o sözleri işitenler tarafından başkalarına aktarılmış belli bir zamandan sonra bu sözler yazıya geçirilerek bugün elimizde olan hadis kitapları meydana gelmiştir.   

Hadis olarak bildiğimiz sözlerin sahih olup olmadığı konusu yüzyıllardır müslümanlar arasında ihtilaf konusu olmuş ve olmayada devam edecektir. Zaman içinde hadis'e yüklenen misyon korkunç denilebilecek boyutlara ulaşarak kur'an ile eşdeğer tutulmaya kadar gitmiştir ve bu düşüncenin uzantıları günümüzde "selef akidesi" düşüncesi adı altında devam ettirlmeye çalışılmaktadır. Hadis'in sahih olup olmaması konusunda yapılan çalışmalar malumumuzdur bu çalışmaların dayandığı yöntemlerden biri olan "sened tenkidi" metodunun bir hadis'in doğru ve yanlış olduğuna dair vereceği kararın doğru bir karar olmaktan uzak olduğunu düşünmekteyiz.    

Hadislerin toplanma süreci bilindiği üzere muhammed sav in vefatının üzerinden uzun yıllar sonraya dayanmaktadır, bu sözleri toplayan hadisçi bu sözlerin doğru olup olmadığına kendisine gelen bu sözü rivayet edenlerin kim olduklarına bakıp o kişinin güvenilir olup olmaması üzerinden karar vermiştir, bu metoda "senet tenkidi" metodu adı verilmiştir. Bu yöntem sağlıklı bir yöntem değildir, söylenen söze değil onu rivayet eden kişinin şahsiyeti üzerinde yapılan bir değerlendirme haliyle göreceli olacaktır. Aynı hadis sened zincirindeki şahısları güvenilir gören bir hadisçi tarafından sahih olarak görülürken bir başka hadisçinin o zincirdeki bir veya birkaç raviyi güvenilmez olarak görmesi o hadisi sahih olarak görmemesine yol açmıştır.   

Bugün islam dünyasında büyük bir şöhret sahibi olan hadis kitaplarının içindeki tüm hadisler bu metod ile yapılan bir sağlamanın ürünüdür. Özellikle "buhari" veya "müslim" hadisi denildiği zaman akan suların durduğu bir islam dünyasında bu kitapların içinde bile sahih olmayan hadisler mevcuttur demek maalesef aforoz sebebi olmuştur. Hadis konusunda araştırma yapanlar, buhari ve müslim gibi hadisçilerin toplamış olduğu hadislerin ilk zamanlarda başka hadisçiler tarafından eleştirilmiş olduğunu göreceklerdir, ancak zaman içinde bu eserlere kazandırılmış olan karizmanın çizilme endişesi, " bu eserlerde tek bir tane dahi sahih olmayan hadis yoktur" sözünü herkese ezberletmiştir. Objektif bir hadis araştırması yapanlar buhari ve müslimdeki hadislerin bazılarının tenkid edildiğini veya ravilerinin bazı sapık mezhep mensubu olduğu gerekçesi ile onlardan hadis alınmayacağını söylemelerine rağmen  bugün bu düşüncelerin üzeri örtülmeye çalışılarak kur'andan sonraki kutsal kitaplar olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır.  

Hadisleri sahihlemede kullanılan bu yöntem bugün kur'andan onaya almayan fakat etrafı kalın sur duvarları ile çevrilmiş bir din anlayışını ortaya çıkarmıştır. Kur'andan onay almayan bu din anlayışının yerine kur'ani bir din anlayışının hakim olması için önce hadis anlayışlarının gözden geçirilerek üzerine din bina edilen hadislerin tenkid metodunun değiştirilmesi gerekmektedir. Teklif ettiğimiz metod yeni bir metod olmayıp sahabeden beri örnekleri verilen bir tenkid metodu olup adına " METİN TENKİDİ " denilmektedir, ancak bunu yaparken önümüze "ATALAR TENKİD YÖNTEMİ" metodu kapı gibi dikilmektedir.    

"Atalar tenkid metodu" ile hadisler üzernden kurulan din anlayışlarının elden gitme korkusu bazılarını fena halde korkutmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, bu metod bağlıları "kur'ana dayalı metin tenkidi " metodunun yanlış bir metod olduğunu iddia ederek bu metod yolu ile hadislerin anlaşılmasını isteyenlere çeşitli sapık isimlerle yaftalayarak bu metodu gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. "Atalar tenkid yöntemi" ile marka isim haline gelmiş olan hadis kitaplarındaki bir çok hadisin , metin tenkidine uğrayarak uydurma olduğunun ortaya çıkma korkusu bu metod bağlılarının  "haydi atalar metoduna bağlılıkta direnin" şeklinde seslerini yükseltmelerine sebeb olmaktadır.   

Metin tenkidi yöntemi ile hadislerin doğru olup olmadığının anlaşılması diğer metoda göre daha sağlıklı olduğu bir gerçektir. Güvenilirliliği hadisçiler tarafından belirlenen şahısların rivayet ettiği sözlerin doğru olmasını iddia etmek kadar yanlışbir yöntem olamaz. Kur'an müslüman olduğunu iddia eden herkes tarafından kabul edilebilir bir kitap olduğuna göre, elçi sav inde bu kitaba aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmayacağına göre ondan gelen sözlerin sözlerin doğru olup olmadığını kur'anın karar vermesi gibi doru bir metod olamaz bunun aksini iddia etmek kişinin akidesinde derin yaralar açacak olan bir iddiadır.  

Sonuç olarak, bugün genel geçer olan hadis sahihleme anlayışının yerine kur'anı baz alan hadis sahihleme anlayışı en doğru metodtur. Bu metodu kötüleyerek kendilerinin "atalar tenkid metodunu" devam ettirmek isteyenleri Allah cc ye havale etmekten başka yapacak bir şeyimizde yoktur. 
                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Mart 2013 Salı

Bakara s. 255. Ayeti (Ayetel Kürsi) Üzerine Bir Mülahaza

Bakara s. 255. ayeti olan ve "Ayetel Kürsi" adıyla bilinen ayet, bize önemli bilgiler veren ayetlerden birisidir. Bu ayette Allah cc bizlere kendisini tanıtmaktadır.   

--------ALLAHü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te'huzühû sinetün ve lâ nevm. Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil erd. Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihi. ya'lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm velâ yühîtûne bişey'in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel erd. Velâ yeûdühü hıfzuhumâ ve hüvel aliyyül azîm. 


-------ALLAH, O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.  Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.   

Elhayy, sözlükte diri ve canlı olmak manasına gelen bu kelime Allah cc nin isimlerinden olup varlığı hiç bir zaman kesintiye uğramayacak olan ezeli ve ebedi demektir. 
Elkayyum, bütün yarattıklarının idaresini elinde tutan demektir. onu değil uyku tutması uyuklamanın bile tutmaması yarattıklarının üzerinde her an gözetleyici olmasının teşbihi bir anlatımıdır. Uyku hali kişide bazı şeyleri görmesine engel bir durum meydana getirmesi nedeniyle rabbimiz bizlere kendisini böyle bir halin tutmadığını bildirerek bizlerinde,  "ELHAYY" , "ELKAYYUM" olan, kendisini uyku ve uyuklama tutmayan o ilahın kulları olduğumuz hatırlatılmaktadır.   

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur"  bu cümle daha pek çok ayette daha bizlere hatırlatılarak göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğu ve bu mülkte ortağı bulunmadığı hatırlatılmaktadır.

"Onun izini olmadan katında şefaat edecek olan kimdir" cümlesini anlamak için nuzül dönemi şefaat anlayışını anlatan ayetlere bakmak gerekmektedir. 

------010.018 Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.
-----006.094 Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Hakkında Allah cc tarafından hiç bir delil olmadan kendi yanlarından uydurdukları putlarını şefaatçiler olarak gören müşriklerin bu inancı, Allah cc tarafından kendilerine böyle bir izin verilmediği gerekçesi ile red edilmektedir. İzin kelimesi şefaat konusu hakkındaki ayetlerin müşrik inancı paralelinde islam inancındada yer buldurulmuş olması nedeniyle sanki Allah cc bir başkasına izin verirse o kişininde şefaat edebileceği şeklinde saptırılmıştır. Allah cc bu yetkinin kendisinden başkasına ait olmadığını diğer ayetlerde buyurmasına rağmen o ayetlerin aksine olarak bu yetki başkalarına verdirilmek amacı ile ayetlerin anlamı üzerinde oynanmıştır.Bu ayetteki "izin" kelimeside başkalarına izin vererek şefaatte bulunulabileceği zannı verilmeye çalışılmıştır.    

"O önlerindekini ve arkalarındakini bilir" cümlesi böyle bir bilinmenin yaratılmışların bir özelliği olup bir nevi eksiklik anlamına gelir, bunun tersi bir bilinmezlik ise ilahlık vasfına haiz olan bir varlığın özelliğindendir. Allah cc bizlere , önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi bilinen varlıkların Allah cc den başka şefaatçiler edinilmesinin şirk olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

"Dilediği kadarının dışında onun ilminden hiçbirşeyi kuşatamazlar", önleri ve arkalarındaki bir başkası tarafından bilinmiş olan ve Allah cc nin ilminden onun dilemesi dışında herhangi bir şey ihata edememeleri yine onların eksikliklerini ve bu eksikliklere haiz olan yaratılmışların şefaatçi olarak belirlenmelerinin yanlışlığı vurgulanmaktadır.   

"Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır" . Bu cümlede teşbihi bir anlatım olarak "kürsi" kelimesi geçmektedir . Arş ve kürsi hükümdarın mülkünü sembolize eden objelerdir , sebe melikesinin arşı veya yusufun arşı gibi kulanımların muhkem manası yanısıra " allahın arşı" gibi müteşabih kullanımlarını kur'anda görmekteyiz. Kürsi kelimeside müteşabih bir kullanım olup üzerine oturulan veya yüksek bir yere çıkmak kullanılan nesne anlamındadır . Ayette, kürsi olarak kullanılması arşten küçük olan ve kürsisi yeri ve gökleri kaplaması onun azametinin teşbihi olarak anlatılmasıdır , kürsisi gökleri  ve yeri kaplayan bir ilahın arşının azametini tahayyül etmek insan idrakını aşar.

Göklerin ve yerin sahibi olan Allah cc ye onu korunmasının ona güç gelmeyeceği hatırlatılarak yine onun insan idrakini aşan mülkünün herhangi bir tehlike ile karşı karşıya kalma gibi bir durum olmadığı bizlere bildirilmektedir. Bakara s. 255 ayeti Alah cc nin kudretini azametini ve mülkünü bizlere anlatması ve bizlerin bu mülk sahibi olan bir varlığın kulu olduğumuz bilinci içinde sadece ona kul olmamız ve onun yetki sahasında olan bir konuyu ondan başka birine vermememiz gerektiği mesajını taşımaktadır.  

                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Maide s. 111. Ayetindeki Vahyedilen Havariler

Maide s. ayetleri medinede nazil olması nedeniyle ehli kitap olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların yanlışlarını düzeltici mesajlar ihtiva etmektedir. 109-120. ayetler arası isa as hakkında yanlışları düzeltici mesajları görmekteyiz, bu yazıda 111. ayet üzerinde durmaya gayret ederek havarilere vahyedilmesinin keyfiyetini kur'an bütünlüğünde görmeye gayret edeceğiz.   

 Ve iz evhaytü ilel havariyyıne en aminu bı ve bi rasulı kalu amenna veşhed bi ennena müslimun
Hani Ben Havarilere: Bana ve peygamberime iman edin, diye vahyetmiştim de; inandık, şahid ol ki biz, müslümanlarız, demişlerdi.

Bilindiği gibi havariler isa as a iman eden sayılarının 12 kişi olduğu rivayet edilen kimselerdi,ayete baktığımız zaman onlara vahyedilmesini görmekteyiz. Onlara yapılan vahyin keyfiyeti ile görüşlere baktığımız zaman onların elçilere yapılan vahiy gibi vahyedildiği dolayısı ile onlarında elçi olduğu görüşlerine bile rastlamaktayız. Başka görüşler ise havarilere yapılan vahyin, musa as ın annesi ile balarısına yapılan vahy gibi olduğudur. Havarilerinde peygamber olduğu revaç bulan bir görüş olmamasına rağmen onlara ilham edildiği görüşleri yaygındır. Acaba havariler "şahid ol biz müslümanlarız" demelerine sebeb olan vahyin kendilerine ilham yolu ile gelen bir vahiymi yoksa elçi olarak iman ettikleri isa as a vahyedileni kabul etmek yolu ilemi olmuştur?.    

Havariler ile ilgili anlatımlar , isa as kıssasında, al-i imran,maide ve saff s. ayetleri içinde yerini almaktadır.

-----003.052-53 İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».«Rabbimiz! İndirdiğine inandık, resule uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».

-----061.014 Ey inananlar! Allah'ın dininin yardımcıları olun. Nitekim, Meryem oğlu İsa, Havarilere: «Allah'a giden yolda yardımcılarım kimlerdir?» deyince, Havariler: «Allah'ın dininin yardımcıları biziz» demişlerdi. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da inkar etmişti; ama Biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.

Maide s. 111. ayetindeki anlatım, sanki havarilere direk vahyedilmiş ve onlarında sanki Allah cc ye " şahid ol biz müslümanlarız" demiş gibi bir düşünceyi çağrıştırarak havariler ile bir konuşma ortamı olduğu izlenimi vermektedir. Halbuki şura s. 51. ayeti çerçevesi içinde bakarsak Allah cc insanlarla konuşma şekillerinden birinin "elçi göndererek" olduğunu görürüz. Havariler ile konuşmasıda isa as a vahyederek ona emirlerini bildirmesi, isa as.  insanlara bunları ilan etmesi ile olmuş, bu ilana olumlu cevabı ise havariler vermiştir.  

"Allahın dinine yardım edin" sadece isa as için geçerli bir emir olmayıp bütün elçilere ve muhataplarına verilen  bir emirdir. 
 -----047.007 Ey inananlar! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.
-----007.157 Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
-----003.081Allah peygamberlerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti.
-----009.040Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) «Üzülme, Allah bizimledir» diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakimdir.
-----022.040 Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
-----057.025 And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru (adaletli) hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.

Bu ve benzeri ayetler, Allah cc den yardım görmek için ona ve elçisine yardım etme gerektiğini bildiren ayetlerdir. Bu ayetlerin benzerleri isa as da vahyedilerek Allaha ve elçisine yardım edilmesi emredilmiştir. İsa as kıssası içinde gördüğümüz ve havarilerin iman etmelerini sağlayan emirle isa as ın ağzındanda dökülmüş ve o vahye havariler olumlu cevap vererek "müslüman" olmuşlardır.    

Maide s. 111. ayetinde havarilere vahyedilme keyfiyeti , al-i imran s 52-53 ve saff s. 14. ayetlerinde görüldüğü üzere isa as ın kendisine indirilen vahyi tebliğ etmesi iledir. "Evhaytü" kelimesinin karşılıklarından birisininde "emretmek" olduğu lisan'ul arab'ta görülmektedir. Yani Allah cc isa as vasıtası ile "Allahın dinine yardım edin" şeklinde vahyetmiş ve bu emre sadece sayıları 12 olduğu söylenilen havariler icabet etmişlerdir. Maide s 111. ayetinde Allah cc havarilere direk olarak ne vahyetmiş nede musa as ın annesine vahyetmesi gibi ilham etmiştir. İsa as vasıtası ile kavmine olan tebliğine sadece havariler olumlu cevap vermişlerdir. Maide s. 111. ayetindeki " şahid ol ki biz müslümanlarız" ibaresinin aynısı , al-i imran s. 52. ayetindede görülmektedir. Kur'an bütünlüğü çerçevesinde bakacak olursak 52. ayette yardım isteyen isa as a havariler "şahid ol biz müslümanlarız" der. 111. ayetttede havarilere vahyedilmesi diğer ayetlerde görüldüğü gibi yardım isteyen isa as a icabet ederek "şahid ol biz müslümanlarız" derler , 111. ayette bu söylenen söz sanki Allah cc ye karşı söylenmiş gibi görünüyorsada asıl muhatap isa as olup onun şahid olması havariler tarafından istenmektedir.    

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Şubat 2013 Çarşamba

li Naleme (Bilmek İçin) Kelimesinin Kur'an İçinde Kullanımları

Bugünlerde gündemimizi meşgul eden konulardan biriside sayın Abdülaziz Bayındır hocanın bir telefon konuşmasındaki soruya vermiş olduğu " Allah bazı şeyleri bilmeyebilir" şeklindeki cevabın devamında gelen ve bu düşüncesini desteklediğini düşündüğü ayetler üzerindeki sözleridir. 

Sayın hocanın bu düşüncesine katılmadığımızı daha önceden bir yazı halinde sunmuştuk, bu yazımızda Kur'andaki bazı ayetler ve kelimeler üzerinden bu düşüncesini desteklemek isteyen sayın hocamızın "li naleme" kelimesi ile ilgili olarak söylemiş olduğu " burada Allah cc bilmek için diyor bilseydi böylemi derdi " diyerek maalesef ön kabullerini Kur'ana tasdik amaçlı bir söylem üretmekte olduğunu düşünmekte olduğumuz için bu kelimenin geçtiği ayetleri kur'an bütünlüğünde tahlil ederek bu kelimeyi ve geçtiği ayetleri nasıl anlamamız gerektiği üzerinde bir çalışma yapmaya gayret edeceğiz.

                                                  1. ayet bakara s. 143. ayeti
 Ve kezâlike cealnaküm ümmeten vesetan litekunu şühedae alenNasi ve yekunerRasûlü aleyküm şehiyda* ve ma cealnel kıbletelletiy künte aleyha illâ Lİ  NA'LEME men yettebi’urRasûle mimmen yenkalibü alâ akıbeyh* ve in kânet lekebiyraten illâ alelleziyne hedAllah* ve ma kânAllahu liyudıy'a iymaneküm* innAllahe BinNasi leRauf’un Rahîym;  

 Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan bilmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.

Bilindiği gibi bu ayetin konusu kıble değişimi ile ilgili olup bu değişimin münafıkların bilinmesi için yapıldığı beyan edilmektedir. Bu ayette "li na'leme (bilmek için) kelimesinin kullanılması acaba "burada bilseydi neden bilmek için kelimesinin kullanırdı?" sorusunu haklı çıkarabilir mi? dersek bunun cevabını şu ayet meallerinde buluyoruz.  

----- 009.101 Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.
-----047.030 Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.

Bu ayet mealleri bize, Allah cc nin kalplerinde nifak olanları bildiğinin , bakara 143. ayetinde "bilmek için" şeklindeki kullanımın onun bilmediğinin delili değil gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması için olduğunu bildirmektedir.  

                                            2. ayet Al-i İmran s 167. ayet 

 Ve Lİ YA'LEMElleziyne nafeku* ve kıyle lehüm tealev katilu fiy sebiylillâhi evidfeu* kalu lev na'lemu kıtalen letteba'naküm* hüm lilküfri yevmeizin akrebu minhüm lil iyman* yekulune Bi efvahihim ma leyse fiy kulubihim* vAllahu a'lemu Bi ma yektümun;  

Bir de münafıkları bilmesi içindi. Onlara «Geliniz, Allah yolunda savaşınız, ya da savunma yapınız» denince «Eğer savaşmayı bilseydik, mutlaka peşinizden gelirdik» dediler. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızları ile söylüyorlardı. Hiç kuşkusuz Allah, onların gizli tuttukları duyguları çok iyi bilir.

Bu ayet yine bakara 143. ayeti gibi kalplerinde nifak olanların ortaya çıkarılması için olup, haşa Allah cc nin bilmediğini iddia etmek yukarda mealleri verilen tevbes. 101. ayeti ile muhammed s. 30. ayetlerine ters bir düşüncedir .  

                                                  3. ayet kehf s. 12. ayet

Sümme beasnahüm Lİ NA'LEME eyyül hızbeyni ahsa lima lebisu emeda; 

Sonra onları uyandırdık; iki tâifeden hangisinin bekledikleri müddeti daha iyi hesab ettiklerini bilelim diye.

Bu ayette mağara ashabının uyutulduktan sonra uyandırılması ve mağarada ne kadar bir zaman geçirdiklerinin hesabını bilmeleri için uyandırdık demesi haşa Allah cc nin bilmediğini göstermez çünkü uyuyan hiç kimse uyuduğu müddeti bilmesine imkan yoktur bunun cevabı aynı surenin 19. ayetinde cevabını bulmaktadır. 

 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.

                                                       4. ayet Sebe s 21.ayet

  Ve ma kâne lehu aleyhim min sultanin illâ Lİ NA'LEME men yu'minu Bil ahireti mimmen huve minha fiy şekk* ve Rabbüke alâ külli şey'in Hafiyz;  

Halbuki iblisin onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye . Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.

 Bu ayette de, Allah cc  iblisi bir imtihan vesilesi kılarak ona uyan ile uymayanı ayırt edip ahirette ona göre karşılık vermesi için iblise böyle bir mühlet verdiğini beyan etmektedir, iblise uyan ile uymayanı önceden bilmiyor demek doğru olmaz çünkü ahirette kişinin alacağı karşılık dünya hayatında somut olarak yaptıklarının karşılığı olacaktır buda bizim düşmanımız olan iblise uymak veya uymamakla  olacaktır.  

                                                             5. ayet Muhammed s. 31. ayet   

  Ve leneblüvenneküm hatta NA'LEMEL mücahidiyne minküm vessabiriyne, ve neblüve ahbareküm; 

 Andolsun, biz, sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye  kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sınayacağız.

Medine de nazil olan ayetlere bakılınca genelde cihad konuları işlenmekte ve o cihada gitmekten kaçan münafıkların deşifre edilme metodları bizlere öğretilmektedir. Münafıklar islam toplumunda her zaman çıban başı olmaya devam edeceği için Allah onların ismini değil vasıflarını bildirerek her zamanda nasıl deşifre olacaklarının bilgisini vermektedir, 30. ayette " Eğer dileseydik, Biz onları sana gösterirdik; sen de onları yüzlerinden tanırdın. And olsun ki sen, onları konuşmalarından da tanırsın; Allah işlediklerinizi bilir." buyurularak münafıkların Allah cc tarafından bilindiği ancak münafık olduklarının toplum tarafından alenen bilinmesi için onların denendiği bir çok ayette bildirilmektedir. Haşa Allah cc , "ben bilmiyorum" da bilmek için bunları deniyorum dediğini iddia etmek daha önce o münafıkları tanıdığını bildiren ayetlere terstir.

                                               6-7. ayetler Al-i imran s. 142. ve tevbe s 16. ayet 

Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma ya'lemillahulleziyne cahedu minküm ve ya'lemes sabiriyn;

Yoksa, Allah sizden mücahade edenleri bilmeden ve sabredenleri bilmeden cennete dahil olacağınızı mı sandınız?.

Em hasibtüm en tütrakû ve lemma ya'lemillahulleziyne cahedu minküm ve lem yettehızu min dunillahi ve la RasûliHİ ve lel mu’miniyne veliyceten, vAllahu Habîyrun Bi ma ta'melun;

Yoksa siz, Allah, sizden mücahade edenleri, Allah’dan, O’nun Rasûlü’nden ve mü’minlerden gayrısını veliyce (sırdaş, dost) edinmeyenleri bilmeden (izhar etmeden kendi halinize) terkedileceğinizi mi sandınız?... Allah yapmakta olduğunuz şeyleri Habiyr’dir.

Aynı şekilde, haşa " bak burada Allah bilmeden neden diyor , demekki bilmiyor " gibi sözler kur'an dan ilham aldığını iddia eden kimseye yakışmayacak bir sözdür. Ön kabulleri atarak yapılacak olan bir okumadan Allah cc nin bazı şeyleri önceden bilmediği zannı kesinlikle çıkmaz. Kişinin ahirette göreceği karşılığın dünyada iken yapmış olduğu ameller neticesinde olacağı için bu karşılığın hakkının verilmesi için kişilerin imanlarının ortaya konulması gerekmektedir , "bilmek" şeklinde ifade edilen kelimeden kasıt budur, haşa bilmiyorumda bilmek istiyorum şeklinde bir ifade kesinlikle değildir.   

Sonuç olarak, "Allah cc bazı şeyleri bilmez" düşüncesinin içini doldurmak amacı ile ortaya konulan yukarıdaki ayetler, böyle bir ön kabul olmaksızın okunduğu takdirde Allah cc nin kendisinin bunları önceden bildiği ancak Müslümanların da bilmesi için bu kişilerin münafıklıklarının ortaya çıkması gerektiğini bildiren ayetlerdir. Şuna kesinlikle eminiz ki sayın hocamızda böyle bir ön kabul olmasaydı ve bu ayetler sorulsaydı herhalde Allah cc nin önceden bilmediği gibi bir düşünceyi ortaya atmazdı. Süleymaniye vakfı sitesinde Tebbet suresinin tefsirine bakıldığı zaman o surenin Mekke de nazil olduğu , bayındır hocaya bakarsak o surenin Medine de nazil olduğu söylenmektedir vakıf sitesindeki tefsir bu düşünceler ortaya atılmazdan evvel konulduğu için Mekke, sonradan "Allah cc bazı şeyleri bilmez" düşüncesi ortaya atıldıktan sonra medeni olmuştur, ön kabullü okuma dediğimiz herhalde budur. Temennimiz odur ki sayın hocamız bu düşüncesini yeniden gözden geçirip yanılgısını anlar ve diğer ayetleri de bu düşüncesine kalkan ederek bağlamından koparmaya çalışmaz. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.  

19 Şubat 2013 Salı

Kıssa İçinde Kıssa "Sebe Melikesinin Kıssası"

Kur'anda kıssa yollu anlatımların büyük bir yer kapladığı bilinmektedir . Süleyman as ın kıssası içinde anlatılan sebe ülkesinin melikesi ile olan konuşmalar hem kıssa hemde teşbihi bir biçimde bizlere aktarılmaktadır, bu aktarımların bizlere nasıl bir mesaj verdiği bu yazımızın konusunu oluşturmaktadır. 

Bilindiği üzere neml suresinde hüdhüd adlı kuş süleyman as a sebe ülkesinden bir haber getirir ve bu ülke hükümdarının ve halkının Allah cc den başka varlıklara secde ettiklerinin haber verir , bu haber üzerine süleyman as hüdhüd adlı kuş vasıtası ile o ülkenin hükümdarına bir mektup gönderir ve bu mektup ile hükümdar süleyman as ın mektubuna olumlu cevap vererek iman eder. süleyman as ın neml suresi içinde anlatılan kıssası içindeki olayın kısaca özeti budur. Ancak burada kıssa yolluanlatım ile birlikte teşbihi bir anlatımda mevcut olup bu anlatım kıssanın bizlere mesaj veren yönünü oluşturmaktadır.  

Neml s. 20. ayetinde, süleyman as kuşları denetlerken hüdhüd'ün olmadığın görür, hüdhüd  geldiği zaman denetlemede olamasının sebebini süleyman as a izah eder ve sebe ülkesinden bir haber getirdiği için geç kaldığını ve o ülke ve hükümdarının Allah cc yi bırakıp güneşe secde ettiklerini bildirir (neml s. 22-23-24). Bunun üzerine süleyman as hüdhüd vasıtası ile melikeye bir mektup gönderir ve melike mektupta yazılanları okur. Buraya kadar olan kısımdaki anlatılanlar bizlere nasıl mesaj veriyor?  

Süleyman as bilindiği gibi mülk ve güç sahibi olan bir elçidir ve emrinde ordular vardır. Allah cc nin bizlere kendisini kur'anda tanıtım şekline baktığımız zaman hükümdar tasviri içinde anlattığı herkesin malumudur , arşı, ordusu, mülkü, hazineleri,melesi gibi teşbihi anlatımlar bunu göstermektedir.Süleyman as Allah cc nin elçisi ve kendisine mülk ve güç verilmiş birisi olarak insanlar üzerindede hakim bir kişidir ve buda Allah cc nin kudretinin ne kadar muhteşem olduğunun süleyman as kıssası üzerinden bir göstergesidir.   

Burada hüdhüd adlı kuşun kimliği üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Hüdhüd , kur'anda kuş olarak vasfedilmektedir, ancak onun bu şekilde vasfedilip konuşması bazılarının kafasında "kuş konuşurmu olsa olsa bu insandır" gibi düşünceler oluşmasına vesile olmaktadır. Kur'anın genel mesajına bakıldığı zaman bu tür düşüncelerin vahyi ileten elçiler içinde kullanıldığını görmekteyiz. Elçilerin insan olan kimliğini beğenmeyip melek elçi isteyen insanlar , "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakanlar" misali vahyin elçisi üzerinde spekülasyonlarda bulunarak onu inkar yoluna gitmişlerdir. Sebe melikesi ise süleyman as tarfından kendisine gönderilen mesaja karşı genel geçer kuralın aksine " aaa benim gibi br hükümdara kuştan elçi gönderilirmi " demeden elçiye değil mesja yönelmiştir.    

Sebe melikesinin elçinin kimliğine değilde elçinin getirdiği mesja yönelmesi biz müslümanlar içinde örnek teşkil edebilecek bir davranıştır. Biz müslümanlar muhammed sav i Allah cc nin elçisi olarak kabul ederiz , ancak baskın olan anlayış onun getirdiği mesajı öncelleyen değil aksine o mesajı öteleyerek elçinin şahsı üzerine geliştirilmiş din anlayışlarıdır. Kendisinden önceki elçiler ile yarıştırılarak onlarca mucize atfedilmesi veya sözlerinin kur'ana eşdeğer vahiy olarak algılanması dahada öte gidilerek Allah cc ye ortak koşulmasına giden anlayışlar getirdiği mesajı değil elçiyi öne çıkaran anlayışların tezahürüdür. Ancak kur'an bizlere böyle elçi anlayışını tavsiye etmez elçilerin şahsından öte getirdikleri mesajın önemli olduğunu vurgular. Sebe melikesinin şahsında bizlere elçilerin şahsına değil getirdiklere mesaja bakılması öğütlenmektedir. 

Sebe melikesinin süleyman as göndermiş olduğu hediyelere karşı süleyman as ın verdiği cevap (neml s. 37) ile kur'anda zikri geçen elçilerinin kavimlerinin o elçiyi inkar etmeleri soncunda başlarına gelen akıbetin helak ile sonuçlanması bizlere kavimlerin helakının hakiki olduğu  değil mecazi olduğu şeklindeki düşüncelerin yanlışlığını ortaya koymaktadır. Süleyman as ın,  kendisine teslim olmayan sebe ülkesini ordular ile gelip helak etmesi tehdidi ile, Allah cc nin elçilerine iman etmeyen kavimleri helak etmesi bu helak olaylarının gerçekliğini göstermektedir.

Hüdhüd getirdiği haberde melikenin büyük bir arşı yani tahtı olduğunu (neml s 23) bildirmektedir , taht bir hükümdarın mülkünün büyüklüğünü gösteren bir simgedir, 26. ayette Allah cc nin arşının daha büyük olduğu vurgulanarak onun hükmüdarların hükümdarı olduğu vurgusu yapılır. Sebe melikesinin tahtının getirilmesi onun hükümdarlığının kendisinden daha büyük bir hükümdar karşısında hiçbir şey ifade etmediğinin işareti olup bu durumun kendisininde farkında olduğu, tahtının peşine düşmeden kendisinin iman ettiğinin vurgulanması iman teslimiyeti ile mülk sahiplerinin mülklerinin iman karşısında hiç bir değeri olmadığı iman etmenin en büyük zenginlik olduğu mesajı verilmektedir.   

 44-Ona: «Köşke gir» dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğini çekti. Süleyman: «Doğrusu bu camdan yapılmış mücella bir salondur» dedi. Melike: «Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum» dedi.

44. ayet, süleyman as ın elçisi ile gönderdiği mesaja elçinin kuş olmasını hiç önemsemeden direk mesaja yönelen ve ona iman eden melikenin aldığı ödül anlatılmaktadır. Bu anlatım bizler için de, Allah cc tarafından gönderilen elçinin getirdiği vahye iman edip, elçinin insan olmasını içine sindiren mü'minlere vaad edilen cennetlerin gerçek olduğunun mesajını taşımaktadır. Sebe melikesi kendisinden daha kuvvetli olan süleyman as a iman ederek malının mülkünün onun hükümdarlığı karşısında para etmediğinin bilincinde olmuş, süleyman as da kendisinin sahip olduğu bu hükümdarlığın üstünde daha büyük bir hükümdarın olduğununun bilincinde olmuştur,  sahip olunan mülkün Allah cc nin mülkünün karşısında hiç bir değer taşımadığının mesajı kıssa yollu anlatım metodu ile çarpıcı bir şekilde verilmektedir.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

14 Şubat 2013 Perşembe

Ayet Var Diyorsun Ama Hadis Var Kardeşim....

Yazımıza başlık olarak koymuş olduğumuz bu söz Müslüman kardeşlerimizin kendi aralarında yapmış olduğu münazaralardaki anlaşmazlıklarında çok kullanılan bir sözdür. Bir kardeşimiz herhangi bir konu hakkında ayet olduğunu söylerken bir başka kardeşimizde bu ayete muhalif hadis olduğunu iddia ederek o hadisi ayete karşı bir delil olarak sunmaya çalışmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, peki ayetin ak dediğine hadis kara der mi? El cevap binlerce hayır, öyleyse hadis ve ayet birbiri ile çelişirse biz hangisini alacağız dediğimiz zaman her iki tarafında cevabı "tabi ki ayeti alacağız" olmasına rağmen maalesef bir taraf hadisi alarak Kur’an’a muhalefet etmek yolunu seçmektedir. Doğru bir düşüncenin oluşması için Müslümanlar arasındaki ortak ölçü ne olmalı ki ihtilaflar en aza indirgensin?

İnsanın yaratılış gereği olarak tartışmayı seven bir yapısı olması Müslümanlara da yansımış ve bu yansıma birçok konuda tartışmalar ve ihtilafları beraberinde getirmiştir. İslami konularda yürütülen münazaralar ortan bir ölçü olmaması nedeniyle maalesef sonuçsuz kalmakta ve tarafların birbirlerini tekfir etmelerine kadar gitmektedir. "Sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" şeklindeki sözlerle kafalar bir yerlere kiraya verilmekte ve o âlimin görüşü Kur’an’ın önüne geçirilerek delil olarak sunulmaktadır veya herhangi bir konudaki ayetin karşısına "hadisi şerif" denilerek rivayetler çıkarılmakta ve o rivayet Kur’an’a muhalif olsa da kabul görmektedir.

Kabir hayatı, İsa (as)ın nüzulü, Kur’an’a nasıl dokunulacağı, zina suçunun cezası vs. gibi konularda Kur’an’ın dediği arkaya atılarak rivayetler kabul görmektedir. Bu ve benzeri konulardaki ihtilafların en aza inmesi için yapılması gereken ilk şey ortak bir ölçü tespiti ve bu ölçünün herkesçe kabulü ve bu ölçünün dışında kalan görüşlerin reddedilmesidir, ancak bu kolay bir şey değildir yüzyıllardır Müslümanlar arasında oluşturulan konsensüs Kur’an’ı değil rivayetleri baz alarak din konusunda söz söylemiştir.
Peki, Allah (cc)nin dediğinin tersi bir şeyi elçisi Muhammed sav söyler mi? Tabi ki söylemez diyeceğiz ama neden Allah (cc)nin dediği alınmaz da elçisinin söylediği iddia edilen sözler alınır ve Kur’an’a muhalif sözler ortaya atılır, bunun cevabı için biraz geriye giderek bu düşüncenin temelinin nasıl atıldığına bakmak gerekmektedir.

Muhammed (sav)in vefatını müteakip başlayan fitne hareketlerinin içinde bulunanlar kendilerinin haklılığını sağlamak amacı ile özellikle Muhammed (as) adına sözler uydurmuşlar ve bu yolla kendi düşüncelerini Muhammed as a söylettirerek onun adına iftiralar düzmüşlerdir. Hadis uydurukçuluğu bu yolla başlamış olup günümüze kadar bu uydurmalar nerdeyse Kur’an’ın yerini tutarak gelmiş ve bu uydurmalara sarılanlar bunlara öyle kutsiyetler yüklemiş ki hadisler "gayri metluv vahiy" olmuş ve bunlar Kur’an ayetini neshedecek kadar kuvvetli bir delil olarak Müslümanların önüne sürülmüştür.

Durumu kısaca özetledikten sonra günümüzde artık herhangi bir konudaki "hadisi şerif" olduğu iddia edilen bir söz söylendi mi akan sular durmakta ve onun üstüne başka söz (ayet olsa bile) konulamaz olmuştur, artık hadisin sahih olup olmaması hiç önemli değildir, bazıları "hadisin sahih olup olmaması seni ne alakadar eder" diyecek kadar azmakta ve uydurmalar üzerine kurdukları dinlerinin elden gitmemesi için kişileri kendilerinin düşüncelerinden başka bir düşünce taşımamaya zorlamaktadırlar. Muhammed (sav) Allah (cc)nin kitabına aykırı herhangi bir söz söylemeyeceğine göre onun söylemiş olduğu iddia edilen sözler Kur’an’a arz edilerek sahih olup olmadığı anlaşılabilir. Sahih olmadığı anlaşılan bir "hadisi şerif" Kur’an’ın hilafına herhangi bir söz söyleyemez ve Kur’an’ın önüne kesinlikle geçirilemez. Müslümanlar herhangi bir konuda ihtilafa düştükleri zaman Kur’an’ın emri olarak onu Allaha ve resulüne götürmeleri, Kur’an ve Muhammed (as)ın Kur’an’la örtüşen sözlerine itibar etmeleri gerekmektedir.

Ortak bir ölçüde birleşen Müslümanlar artık bundan sonra herhangi bir konuda Kur’an ayetine mutabık olmayan bilgiyi adı "hadisi şerif" olsa dahi "bu sahih bir söz değildir" diyerek ellerinin tersiyle itecekler ve Kur’an’a teslim olacaklardır ve netice itibari ile , "ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" veya "sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" türünden itirazlarda bulunmayacaklardır.