hadis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hadis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2017 Cumartesi

Hadis İnkarcılığı Nedir? Hadis İnkarcısı Kimdir?

Son yıllarda Türkiye'de Kur'an merkezli din anlayışının yaygınlaşması, rivayet kültürünün hakim olduğu din anlayışının sorgulanmaya başlanmasına sebep olmuştur. Bu sorgulamanın Müslümanlar arasında bir takım ayrışmaları beraberinde getirdiği de, konu ile alakalı olan herkesin malumudur. Kur'an merkezli düşünce sahiplerinin, Kur'an'ın önüne geçirilmiş olan hadis külliyatının sorgulanmaya açılması isteğine karşı, rivayet merkezli düşünce sahipleri ise, bu sorgulamaya şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Hadis rivayetlerinin yeniden sorgulanmaya açılması isteğine karşı çıkanlar tarafından, hadislerin Kur'an merkezli bir sorgulamaya tabi tutulması gerektiğini düşünenlere karşı, bir takım suçlamalar içine girilmekte, ve bu kimselere özellikle HADİS İNKARCILARI  şeklinde yaftalar takılmaktadır. Yazımızda bu deyimin ne anlama geldiğini ele almaya çalışarak aynı suçlamaya, başkalarını bu şekilde suçlayan insanların da muhatap olabileceğine dikkat çekmeye çalışacağız.


Hadis İnkarcısı olarak yaftalanan kişiler, Buhari , Müslim v.s gibi hadis kitaplarında bulunan ve Kur'an ile çeliştiği düşünülen hadislerin, Muhammed (a.s) tarafından söylenmesinin mümkün olmadığını iddia ederek, bu hadislerin sahihliği noktasında bir takım itirazlar ortaya koymaktadırlar. Ortaya konulan bu itirazların ne kadar doğru veya yanlış olabileceği bu yazının konusu değildir. Bizim asıl dikkat çekmeye çalışacağımız nokta, bu hadis inkarcılığı suçlamasına, hadis taraftarlarının da bazı hadislerin sahih olmadığını düşünmeleri dolayısı ile onların da aynı suçlamaya maruz kalabileceğini göstermeye çalışmak olacaktır.

Hadis İlmi olarak bilinen ilim dalı, Muhammed (a.s) a isnat edilen sözlerin doğruluğunu araştıran, bu sözlerin doğruluk derecesine göre onları, Sahih, Hasen, Meşhur v.s gibi çeşitli isimler altında kategorize eden bir ilim dalıdır. Bu ilim dalında Muhammed (a.s) a isnat edilen sözleri değerlendirme kriterlerinin hadisçiler tarafından belirlendiği ve bütün hadisçilerin bir tek belirleme kriteri üzerinde ittifak etmedikleri malumdur. 

Örneğin; A hadisçisinin belirlediği kriterlere göre, bir hadis için Sahihtir şeklinde karar verilebilirken, B hadisçisinin belirlediği kriterlere göre, aynı hadis için Sahih değildir  şeklinde karar verilebilmektedir. Mezheplerin birbirleri ile aralarındaki görüş farklılıklarının temelinde yatan sebeplere baktığımızda, kendilerine gelen hadislerin sahih olup olmadığı noktasındaki görüş ayrılıklarının büyük rolü olduğu görülecektir.

Hadisçiler arasında bile aynı hadis hakkında farklı görüşler serdedilerek, Sahih veya Sahih değildir şeklinde karar verilebilmesi, bir hadisi sahih olarak kabul etmeyen hadisçiye, aynı hadisi sahih olarak kabul eden diğer hadisçi tarafından,  Hadis İnkarcısı  yaftasının takılabilmesinin yolunu açmaktadır.

Hadis taraftarlarının bir kimseyi hadis inkarcısı olarak suçlamalarının sebebi, onlar tarafından sahih olduğu düşünülen hadisin, bir başkası tarafından sahih olmadığı sonucuna varıldığı için kabul edilmemesi olduğuna göre, hadis ehline mensup olan bir kimse için, herhangi bir hadisin sahih olmadığı düşüncesine sahip olduğu zaman neden ona HADİS İNKARCISI yaftası takılmasın?.

Başkalarını Hadis İnkarcısı olarak suçlayan hadis taraftarı olan bir kimseye eğer, SENİN SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜN HADİSLER HİÇ Mİ YOK? şeklinde sorulacak bir soruya cevabı büyük ihtimalle, EVET BENİM DE SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM HADİSLER VAR olacaktır. Yine aynı kişiye, SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜN BİR HADİSİN HANGİ SEBEPLERDEN DOLAYI SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNÜRSÜN? şeklinde sorulacak soruya, o hadis ile ilgili bir takım gerekçeler sunmak sureti ile cevap vermeye çalışacak, ve bu kimseye hadis ehli olduğu, bir takım hadisleri sahih olarak kabul etmediği için ona Hadis İnkarcısı yaftası takılMAyacaktır.

Başkaları tarafından Hadis İnkarcısı olarak suçlanan ve kendisini Kur'an Ehli olarak tanıtan bir kimseye, SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜN BİR HADİSİN HANGİ SEBEPLERDEN DOLAYI SAHİH OLMADIĞINI DÜŞÜNÜRSÜN? şeklinde sorulacak soruya, o da o hadis ile ilgili bir takım gerekçeler sunmak sureti ile cevap vermeye çalışacak, ve bu kimse hadis ehli olMAdığı için, ona Hadis İnkarcısı yaftası takılAcaktır.

Şimdi ortada iki kişi var, ve bu iki kişinin ikisinin de sahih olmadığını düşündükleri bir hadis var, ve bu iki kişinin ikisi de sahih olmadığını düşündükleri hadisin hangi sebeplerle sahih olamayacağına dair ortaya gerekçeler sunuyor. İki kişiden bir tanesi Hadis Ehli olduğu, sahih olmadığını düşündüğü hadise öne sürdüğü gerekçe için ona Hadis İnkarcısı yaftası takılmaz iken, Kur'an Ehli  olan diğer ikinci kişiye, sahih olmadığını düşündüğü bir hadisekarşı öne sürdüğü gerekçe için neden Hadis İnkarcısı yaftası takılmaktadır?. 

EĞER  HADİSİ BİR TAKIM GEREKÇELER İLE RET EDEN KİMSEYLERE HADİS İNKARCISI YAFTASI TAKILMASI GEREKİYOR İSE, BU İKİ KİŞİDEN NEDEN HER İKİSİNE DEĞİL DE, NEDEN SADECE BİRİSİNE BU YAFTA TAKILMAKTADIR?

Bu sorunun cevabı gayet basittir. 

Hadisi bir takım gerekçeler ile ret eden kişiden biri, EHLİ HADİS olarak bilinen tarafın mensubu olduğu, bu kimsenin sahih olmadığını düşündüğü hadise öne sürdüğü gerekçeler, HADİS ALİMLERİ olarak bilinen kimseler tarafından, hadisin senet ve ravi zincirinde bir takım sorunlar olduğu gerekçesi ile ortaya konulduğu için, o kişiye hadis inkarcısı yaftası takılmaMAktadır. 

Hadisi bir takım gerekçeler ile ret eden iki kişiden biri, KUR'AN EHLİ olarak bilinen tarafın mensubu olduğu, bu kimsenin sahih olmadığını düşündüğü hadise öne sürdüğü gerekçeler METİN TENKİDİ YÖNTEMİ olarak bildiğimiz yöntem ile hadisin tenkidi yapılarak, Kur'an metni ile uyuşmayan bir takım sorunları olduğunu öne sürdüğü için, o kişiye hadis inkarcısı yaftası takılmaktadır.

Ortada farklı düşüncelere mensup insanların ortaya koyduğu gerekçeler dahilinde bir hadisin sahih olmadığı iddiaları var, ve bu iddia sahiplerinden bir tarafa hadis inkarcısı yaftası yapıştırılmaz iken, diğer tarafa hadis inkarcısı yaftası yapıştırılmaktadır. 

Görülmektedir ki; Hadis İnkarcısı  yaftasını yapıştırmak, sadece hadis ehline mensup insanların eline verilmiş bir hak değildir. Çünkü aynı yaftayı yeme tehlikesi onlar için de mevcut olup, onlar da sahih olmadığını düşündükleri hadisler olduğu için, hadis inkarcısı olarak görülme potansiyeline sahiplerdir. 

Aklı başında hiç bir Müslüman, Ben Muhammed (a.s) söylemiş olsa bile hiç bir hadise inanmıyorum şeklinde aptalca bir laf etmeyeceği için, hadisler konusunda farklı kriterler öne sürmek sureti ile, bazılarının sahih olmadığını iddia eden kimselerin birbirlerini Hadis İnkarcısı olarak suçlaması kadar saçma ve basit bir iddia olamaz.

Hadislerin sahihliği noktasında ortaya konulan kriterler vahiy ile belirlenmediğine göre, hiç bir gurubun, kendi kriterini en iyi ve en güzel olarak, diğer gurubun ise en kötü ve en çirkin olarak lanse etmeye hakları yoktur. Doğru olduklarını düşündükleri kriterler dahilinde yaptıkları hadis sahihlemeleri konusunda, bir gurubun diğer bir gurubu Hadis İnkarcısı olarak görmek hakkı da yoktur.

Sonuç olarak; Hadis İnkarcısı suçlaması, hadis ehline mensup Müslümanların, Kur'an'ın dinde belirleyici bir konuma sahip olmasını savunan insanların, bazı hadislerin sahih olmadığı gerekçesi ile yaptıkları itirazlara karşı, hadisleri savunmak adına ortaya koymaya çalıştıkları bir suçlamadır. Fakat hadis ehline mensup bu kimselerin de bazı hadislerin sahih olmadığı noktasında itirazları bulunmasına rağmen, aynı suçlamanın kendileri için de geçerli olduğunun farkında değillerdir. 

Bir Müslümana diğer bir Müslüman tarafından yapılan 
Hadis İnkarcısı şeklindeki ithama muhatap olmamak için, hadis müktesebatındaki bütün hadislerin sahih olarak kabul edilerek, hiç bir hadis hakkında Bu hadis sahih değildir şeklinde bir iddia içinde olmamak gerekmektedir ki, böyle bir iddianın hiç bir Müslüman tarafından yapılabilmesi asla ve kat'a mümkün değildir. 

Bundan dolayı, bir kimsenin ağzına Hadis inkarcısı şeklinde suçlayıcı ifadeler alarak başkalarını itham etmesi demek, aynı itham ile kendisinin de karşı karşıya kalması anlamına gelecektir.

Müslümanların birbirlerini suçlayıcı ifadelerle yaftalamak yerine, ilmi münazaralar ile geliştirmeye çalıştığı günlerin gelmesi temennisi ile. 

14 Şubat 2016 Pazar

Hadis Uydurma Faaliyetleri ve D.İ.B. nın Erike Hadisinden Medet Beklemesi

12-2-2016 cuma günü , D.İ.B. tarafından Türkiye deki bütün camilerde okutulan hutbede , rivayetlerin ördüğü ağda oluşmuş din algısına karşı çıkarak , Kur'anın etrafında oluşmuş bir din algısını tercih edenlerin, ne kadar yanlış !! bir yolda olduklarına dair cemaate uyarılarak yapılarak , "Bize Kur'an yeter" diyenlere uyulmaması , rivayetler ile oluşturulmuş din algısı etrafında bütünleşilmesi gerektiğine dair öğütler verildiği malumdur. 

Bu öğütler yapılırken , Muhammed (a.s) ın  söylediği rivayet edilen, ve hadis literatüründe "Erike Hadisi" olarak bilinen bir rivayetin, bu hutbede destek olarak kullanıldığı malumdur. Bu hadisin senet ve metin tenkidi yönünden incelemesini "http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/erike-hadisi-uzerine-bir-metin-tenkidi.html" linkteki yazımızda yapmaya çalıştığımız için hadisin Allah ve elçisine atılmış yalan ve iftira olduğunu tekrar etmek istiyoruz.

Bu yazımızda , hadis uydurma faaliyetleri , ve Müslümanları hadis uydurmaya iten sebepler üzerinde durmaya çalışarak , "Erike Hadisi" olarak bilinen rivayetin uydurulmasına, ne gibi sebeplerin itmiş olabileceğini konuşmaya çalışacağız.

Muhammed (a.s) ın vefatını müteakip gelişen siyasi olaylar neticesinde ortaya çıkan fırkalar , kendi haklılıklarını dini bir temele oturtmak için , Kur'an ayetlerini kendi düşüncelerini destekleyen biçimde yorumlama yoluna gitmişlerdir. Kur'an ayetlerini işlerine geldiği biçimde yorumlamak ile yetinmeyen bu fırka mensupları , Muhammed (a.s) adına rivayetler uydurarak , kendi haklılıklarını veya karşı fırkanın haksızlığını ispatlamak için "Bu kadar olmaz" dedirtecek rivayetleri, Muhammed (a.s) adına uydurmaktan çekinmemiş , hatta bu yalan ve iftira olan durumu kutsal bir görev olarak kabul ederek yapmışlardır. 

D.İ.B tarafından tüm camilerde okutulan hutbede yer alan "Erike hadisi" işte böyle bir kaygının sonucunda literatüre sokulmuş rivayetlerden bir tanesidir. Rivayetin hadis kitaplarındaki metni şu şekildedir. 

 “Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]  

Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; TahaviŞerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"

Bu hadisin senet ve metin yönünden tenkidinin daha önce yapılmış olduğunu tekrar hatırlatarak , böyle bir rivayete neden ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekmeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Müslümanlar arasındaki ayrışımlardan bir tanesi , "Ehli Hadis" ve "Ehli Rey" ekolü olarak kendisini göstermiş, ve bu ekollerin etkileri halen Müslümanlar arasında yaşatılmaktadır. Bu iki ekolü ana damar olarak nitelemek mümkündür. Müslümanlar, yüzyıllardır bu iki ekol etrafında oluşmuş düşünceler geliştirerek, kendilerini ifade etmeye çalışmışlar ve halen aynı vakıanın sürdüğünü söyleyebiliriz.

"Ehli Hadis" ekolü bu yarışta öne geçerek , İslam dünyası genelinde şu anda baskın olan görüşün, bu ekolün izlerini taşıdığını görmekteyiz. Bu ekolün görüşü özet olarak , rivayetleri dinde belirleyici kılma esasına dayalı olup , Kur'an bu ekolün düşüncesinde rivayetten sonra gelen bir kitaptır , ve rivayetler yeri geldiğinde Kur'an ayetlerini bir neshedebilecek yani hükmünü kaldırabilecek güçtedir. Rivayetlerin bu gücünün , bazı ayetlerin Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin yani hadislerin , aynı ayet gibi olduğu şeklinde yorumlanmasından ötürü doğan düşünceden gelmekte olduğu da bilinmektedir.

Kur'anın değil rivayetlerin hakem kılındığı bir din anlayışı, elbette kabul edilebilir bir anlayış değildir. Ehli hadis fırkasının, rivayetleri dinde belirleyici olarak görmesine karşı çıkanların olduğu ve bu karşı çıkmalarına gerekçe olarak , dinde belirleyiciliğin sadece Kur'anın hakkı olması gerektiği düşüncesinin yüzyıllar öncesinden de ortaya atılmış olduğu böyle bir rivayetin ortaya atılmasına sebep olan en büyük gerekçedir.

İbni Kuteybe adlı hadisçinin Türkçeye , "Hadis Müdafaası" adı ile çevrilen kitabına baktığımızda , zina eden evli kişinin cezasının recm olduğunu ret edenlere karşı yazılmış bir başlık bulmaktayız. Bu başlık bize , ilk devirlerden beri Kur'anın dinde belirleyici olmasını savunanların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe  yaşadığı zamanda bu tehlikeli düşünceye karşı!! gerekli önlemi almaya çalışmış, ve Kur'ana karşı rivayetleri desteklemenin "Ehli Hadis" fırkasının kutsal bir görevi olduğunu bilincinden yola çıkarak , bu kutsal görevi!! yerine getirmiştir.

"Erike Hadisi" adı ile , "Ben gaybı bilmem bana vahyolunana uyarım " diyen bir elçinin ağzından , kendisine vahyolunan kitaba değil kendisinin adına söylendiği rivayet edilen sözlerine uyulması gerektiğine dair ona atfen uydurulan söz YALAN ve İFTİRA dan başka bir şey değildir. 

Hadis ehlinin saltanatına son vermeyi amaçlayan , dinde Kur'anın belirleyici olma düşüncesi , Muhammed (a.s) a atfedilen ve bir çoğu Kur'an ile uyuşmayan rivayetin ret edilmesini gerektireceği için , dinlerini rivayet üzerine kuranlar tarafından korkulu bir rüya olmuş ve hala aynı korku devam etmektedir.

Dün Muhammed (a.s) adına rivayetleri öne çıkararak , Kur'anın dinde belirleyici olmaması gerektiğini kendisine söyleten zihniyetin takipçileri, bu gün aynı yalanlara sarılarak , dinde Kur'anın değil rivayetlerin belirleyici olması gerektiğini savunmaya devam etmektedirler. 

Yalan ve iftiranın en büyük günahlardan bir tanesi olduğunu Kur'andan okuyan bu zihniyetin sahipleri , "Amaca ulaşmak için her yol mübahtır" diyerek , yalan ve iftiraya sarılmaktan bir an bile haya etmemektedirler. Bu zihniyet sahiplerine şunu sormak istiyoruz ; "Hadi Kur'an sizin için dinde belirleyici değil , mütevatir derecesine ulaşmış olan, "Benim adıma yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" şeklindeki rivayette mi sizi Allah ve elçisine yalan ve iftira atmaktan sakındırmıyor?".

Bugün Türkiye genelinde "Sadece Kur'an" diyenlerin ipin ucunu kaçırarak , büyük bir batağa saplandıkları bir gerçektir. Okunan hutbe eğer bu kimseleri hedef alıyorsa , bu tür düşüncelere sahip olan kimseler , marjinal bir grup olup, bütün Türkiye camilerinde sadece bunların konu edildiğini iddia etmek , abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Ancak Türkiye de Kur'anın dinde belirleyici olması esasına dayanan bir düşüncenin gün geçtikçe çoğalması ve bu çoğalmanın bazı kesimleri rahatsız ettiği de bir gerçektir. Türkiye camilerinde böyle bir düşüncenin yanlış olduğuna dair okutulan hutbe bu rahatsızlığın boyutlarının nereye vardığını göstermesi açısından önemlidir. 

İşin daha vahim bir tarafı şu dur ; D.İ.B. yardımcısı makamında oturan Prof dr. Sayın Mehmet Emin Özafşar , sade bir akademisyen iken yazdığı "Polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesinde, bu tür rivayetlerde ciddi problemler olduğunu , güvenilmez olduğunu , bu tür rivayetlerin ortaya atılmasında bir takım siyasi ve itikadi mülahazaların rol oynadığını yazmasına, ve aynı kurumun başkanı olan sayın Prof dr. Mehmet Görmez inde aynı düşünceyi paylaşmasına rağmen , bu rivayetin kullanılarak , Muhammed (a.s) ın ağzından Kur'anın değil rivayetlere dikkat edilmesi gerektiğini ona söyletmekten çekinmemişlerdir.

Sayın hocalara tavsiyemiz şu dur ; Makamlar gelip geçicidir bunu sizler de bilirsiniz , ancak bu makamlarda yaptıklarınız ve söylediklerinizden hesaba çekileceğinizi size buradan tekrar hatırlatmak görevimizdir. Size böyle bir hutbeyi hazırlamayı gerektiren kim veya kimler ise, onlara belki dünya hayatında sevgili görünebilirsiniz , ancak sevgili görünmeniz gereken tek kişi Allah (c.c) olduğunu unutmamanızdır.

Yalan ve iftira , bir Müslümanda kesinlikle olaması gereken iki haslet olmasına rağmen , siyasi ve itikadi düşüncelerini onaylatmak için , Allah ve elçisine karşı yalan ve iftira atmaktan geri durmayan Müslüman tiplerinin yüzlerce yıldır içimizde bulunmuş olması , bizleri her türlü yönden geri kalan bir topluluk haline getirmiştir. Bu tiplerin uydurduklarına sarılarak , yalan ve iftiranın halen devam ettirilmesi de daha kötü bir durum olup , ilerleyen yıllar için Müslümanların dünya üzerinde nasıl bir konumda olabileceğine dair bize fikir vermektedir. 

Sonuç olarak ; Hadis uydurma faaliyeti , bir Müslümanda olmaması gereken yalan ve iftiranın, siyasi ve itikadi düşüncelerin onaylatılmasında kullanılmış olması kabul edilemez bir durumdur. Yüzyıllar önce uydurulan bu hadislerin hala , muhalif bazı düşüncelerin engellenmesinde kullanılmaya devam edilmesi , daha vahim bir durumdur. 

D.İ.B. adlı kurumun hadisler konusunda bazı çalışmalar içinde olması , bizi bu konuda sevindirmiş olmasına rağmen , Türkiye camilerinde cuma hutbesinde Kur'anın öne çıkmasından doğan rahatsızlığın tavana vurmuş olduğunun göstergesi olan bir hutbede bu kurumun en üst düzeyindeki kişilerin bile güvenilmez olarak gördüğü bir hadisin kullanılmış olması, geçmişin yalanlarına sarılmak ve ilmi ahlakın makama değiştirilmesinden başka bir şey değildir.

RABBİMİZ BİZLERİ DÜŞÜNCELERİNİ ONAYLATMAK İÇİN ALLAH VE ELÇİSİNE İFTİRA VE YALAN İSNAT ETMEKTEN ÇEKİNMEYENLERİ ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.

14 Şubat 2013 Perşembe

Ayet Var Diyorsun Ama Hadis Var Kardeşim....

Yazımıza başlık olarak koymuş olduğumuz bu söz Müslüman kardeşlerimizin kendi aralarında yapmış olduğu münazaralardaki anlaşmazlıklarında çok kullanılan bir sözdür. Bir kardeşimiz herhangi bir konu hakkında ayet olduğunu söylerken bir başka kardeşimizde bu ayete muhalif hadis olduğunu iddia ederek o hadisi ayete karşı bir delil olarak sunmaya çalışmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, peki ayetin ak dediğine hadis kara der mi? El cevap binlerce hayır, öyleyse hadis ve ayet birbiri ile çelişirse biz hangisini alacağız dediğimiz zaman her iki tarafında cevabı "tabi ki ayeti alacağız" olmasına rağmen maalesef bir taraf hadisi alarak Kur’an’a muhalefet etmek yolunu seçmektedir. Doğru bir düşüncenin oluşması için Müslümanlar arasındaki ortak ölçü ne olmalı ki ihtilaflar en aza indirgensin?

İnsanın yaratılış gereği olarak tartışmayı seven bir yapısı olması Müslümanlara da yansımış ve bu yansıma birçok konuda tartışmalar ve ihtilafları beraberinde getirmiştir. İslami konularda yürütülen münazaralar ortan bir ölçü olmaması nedeniyle maalesef sonuçsuz kalmakta ve tarafların birbirlerini tekfir etmelerine kadar gitmektedir. "Sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" şeklindeki sözlerle kafalar bir yerlere kiraya verilmekte ve o âlimin görüşü Kur’an’ın önüne geçirilerek delil olarak sunulmaktadır veya herhangi bir konudaki ayetin karşısına "hadisi şerif" denilerek rivayetler çıkarılmakta ve o rivayet Kur’an’a muhalif olsa da kabul görmektedir.

Kabir hayatı, İsa (as)ın nüzulü, Kur’an’a nasıl dokunulacağı, zina suçunun cezası vs. gibi konularda Kur’an’ın dediği arkaya atılarak rivayetler kabul görmektedir. Bu ve benzeri konulardaki ihtilafların en aza inmesi için yapılması gereken ilk şey ortak bir ölçü tespiti ve bu ölçünün herkesçe kabulü ve bu ölçünün dışında kalan görüşlerin reddedilmesidir, ancak bu kolay bir şey değildir yüzyıllardır Müslümanlar arasında oluşturulan konsensüs Kur’an’ı değil rivayetleri baz alarak din konusunda söz söylemiştir.
Peki, Allah (cc)nin dediğinin tersi bir şeyi elçisi Muhammed sav söyler mi? Tabi ki söylemez diyeceğiz ama neden Allah (cc)nin dediği alınmaz da elçisinin söylediği iddia edilen sözler alınır ve Kur’an’a muhalif sözler ortaya atılır, bunun cevabı için biraz geriye giderek bu düşüncenin temelinin nasıl atıldığına bakmak gerekmektedir.

Muhammed (sav)in vefatını müteakip başlayan fitne hareketlerinin içinde bulunanlar kendilerinin haklılığını sağlamak amacı ile özellikle Muhammed (as) adına sözler uydurmuşlar ve bu yolla kendi düşüncelerini Muhammed as a söylettirerek onun adına iftiralar düzmüşlerdir. Hadis uydurukçuluğu bu yolla başlamış olup günümüze kadar bu uydurmalar nerdeyse Kur’an’ın yerini tutarak gelmiş ve bu uydurmalara sarılanlar bunlara öyle kutsiyetler yüklemiş ki hadisler "gayri metluv vahiy" olmuş ve bunlar Kur’an ayetini neshedecek kadar kuvvetli bir delil olarak Müslümanların önüne sürülmüştür.

Durumu kısaca özetledikten sonra günümüzde artık herhangi bir konudaki "hadisi şerif" olduğu iddia edilen bir söz söylendi mi akan sular durmakta ve onun üstüne başka söz (ayet olsa bile) konulamaz olmuştur, artık hadisin sahih olup olmaması hiç önemli değildir, bazıları "hadisin sahih olup olmaması seni ne alakadar eder" diyecek kadar azmakta ve uydurmalar üzerine kurdukları dinlerinin elden gitmemesi için kişileri kendilerinin düşüncelerinden başka bir düşünce taşımamaya zorlamaktadırlar. Muhammed (sav) Allah (cc)nin kitabına aykırı herhangi bir söz söylemeyeceğine göre onun söylemiş olduğu iddia edilen sözler Kur’an’a arz edilerek sahih olup olmadığı anlaşılabilir. Sahih olmadığı anlaşılan bir "hadisi şerif" Kur’an’ın hilafına herhangi bir söz söyleyemez ve Kur’an’ın önüne kesinlikle geçirilemez. Müslümanlar herhangi bir konuda ihtilafa düştükleri zaman Kur’an’ın emri olarak onu Allaha ve resulüne götürmeleri, Kur’an ve Muhammed (as)ın Kur’an’la örtüşen sözlerine itibar etmeleri gerekmektedir.

Ortak bir ölçüde birleşen Müslümanlar artık bundan sonra herhangi bir konuda Kur’an ayetine mutabık olmayan bilgiyi adı "hadisi şerif" olsa dahi "bu sahih bir söz değildir" diyerek ellerinin tersiyle itecekler ve Kur’an’a teslim olacaklardır ve netice itibari ile , "ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" veya "sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" türünden itirazlarda bulunmayacaklardır.