Yazımızın başlığı "acı ama gerçek" denilen durumlardan olduğu her müslümanın malumudur. Tarih boyunca müslümanların fırkalaşma neticesinde birbirleri ile savaşlarında, kafirlerle olan savaşlardan daha fazla can kaybı olduğuda herkesin malumudur.Bu durumdan herkesin şikayetçi olduğu ve fırkalaşmanın hoş bir durum olmadığı müslümanların tek bir bayrak altında toplaşması gerektiğinin her fırsatta dile getirildiği y ine herkesin malumudur. Müslümanların en büyük hastalığının teşhisi konulmuş fakat herkesin yazdığı reçete farklı olduğu için yinede birlikteliğin sağlanamaması neticesinde ensemizde pişirilen boza pişirilmeye devam edilmektedir. Her fırka mensubu fırkacılık hastalığının çaresinin kendi fırkasına dahil olmakta olduğunu iddia ettiği için birliktelik bir türlü sağlanmamaktadır.
Kur'an , dün müslümanların ortak kitabı idi , bugünde böyledir ,yarında böyle olacaktır, maalesef dün ,bugün ve yarın müslümanlar bu kitabın sadece adına inandıkları müddettçe şikayet ettikleri sıkıntılarına çare bulamayacaklardır,çünkü kur'an her fırkanın elinde oyuncak olmuş ve o kitap kendi fırkalarının haklılığına delil getirdikleri bir araç durumuna düşürülmüştür.
Kur'anın önüne geçirilmiş olan kaynaklardan bir taneside çeşitli alimlerin yazmış olduğı eserlerdir. Bu alimler ve eserleri etrafında oluşturlmuş olan sahte karizmalar içindeki yazılanlar kur'ana aykırı olsa dahi kabul ettirlmeye çalışılmaktadır. Kürsülerde boy gösteren, sezai karakoç ustanın tarifi ile " yeşil sarıklı ulu hocalar" insanlara doğruyu öğretmemeleri bir tarafa onların sorgulamalarını dahi yasaklamaktadırlar. "Biz ne dersek ona inanacaksın" baskısı altında müslümanlar inim inim inlemektedirler.
Hepimizin şahid olduğu ama başımdan geçen bir olayı örnek vererek bu işin vehametini göstermek istiyorum. Bir facebook sayfasında "ümmetimden sıla (imam rabbani) adında bir zat gelir ümmetimdem pek çok kişiye şefaat eder" diye bir gördüm ve hadisin uydurma olduğunu ve muhammed sav in " benim adıma bir yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" hadisini ona yazarak onu ikaz ettim, karşılığında almış olduğum cevap ise , "bu hadisin imam suyutinin cem'ul cevami adlı kitabında olduğunu ve benim bu zattan dahamı iyi bildiğim ve mütevatir bir hadisi inkar etmenin kişiyi dinden çıkaracağı idi.
Herhangi bir alimin kitabında yazılanın kur'ana aykırı olsada "ondan dahamı iyi bilineceği" gerekçesi ile kabul gören düşüncelerinin hakim olduğu kafalardan bunu silip "kur'andan dahamı iyi bilineceği" düşüncesi hakim olmadan müslümanların fırkalaşmalarının önünün alınmayacağı bir gerçektir. Bunu nasıl yapacağız?
"Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek
Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri
Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir."
Enam s. 108. ayeti olan bu ayet müşriklerle olan ilişkiler çerçevesinde ele alınabileciği gibi kendi içimizdeki farklı fırka mensupları ile olan ilşkilerimizide düzenleme açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Her fırka mensubu kendi yanındaki ile övünüp başkasının yanıdakini "tu kaka" şeklinde gördüğü veya kendi fırkası içindekileri "has mü'min" dışardakileri "pis müşrik" olarak dışladıkları zaman diyalog imkanının ortadan kalktığı görülecektir.
Müslümanlar olarak yapılması gereken ilk şey , kur'anın hepimizin ortak kitabı olduğu ve dini meselelerde tek hakemin kur'an olduğunun fikir birliğine varılmasıdır. Falan alimin yazdığı filan kitabın içindekilerin doğruluğunun kur'an ile ölçülmesi gerektiği şuuruna varıldığı ana fırkacılığın büyük ölçüde ortadan kalkacağı görülecektir.
Bunu yaparken kur'an dışındaki kitapları,alimleri vs. öncelleyenlere takınacağımız tavır onlara ulaşmamızda önemli rol oynayacaktır.Enam s 108. ayeti çerçevesinde karşımızdaki kişinin öncellediği şahsa ,kitaba , meşrebe sövmeden oradaki yanlışların kur'an çerçevesinden bakılarak görülmesini sağlamak tarihte geçmiş hiç bir alimin yazdıklarının kur'anın önüne geçemeyeceğini anlatmaktır. Allah cc musa ve harun as lara firavuna dahi "kavli leyyin"
(güzel söz) söylemelerini "olurki öğüt alır" diyerek tavsiye etmesi bizler için tebliğde örnek olmalıdır. Bugün din hakkında en yanlış sözleri söyleyen kişiler herhalde firavundan daha asi olmasa gerektir ki onlara "kavli leyyin" ile yaklaşmayalım.
Bunları yaptıktan sonra karşımızdaki şahsın düşüncelerini değiştirmeyerek yine eski inadında devam ederek " sen falan alimin kitabından dahamı iyi biliyorsun" şeklindeki sözleri bizleri kızgınlığa sevketmemeli ve kur'an ayetlerinde "kimse üzerine vekil olmadığımız" , " bize düşenin sadece tebliğ" olduğu hatırdan çıkarılmayarak onlardan güzelce ayrılmaktır.
Rabbimiz bütün müslümanları kur'anı öncelleyen ve meselelerini kur'an ışığında çözümleyerek kur'ana rağmen pompalanmaya çalışılan alim ve kitaplardan muhafaza etsin.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
ama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Mart 2013 Cumartesi
14 Şubat 2013 Perşembe
Ayet Var Diyorsun Ama Hadis Var Kardeşim....
Yazımıza başlık olarak koymuş olduğumuz bu söz Müslüman kardeşlerimizin kendi aralarında yapmış olduğu münazaralardaki anlaşmazlıklarında çok kullanılan bir sözdür. Bir kardeşimiz herhangi bir konu hakkında ayet olduğunu söylerken bir başka kardeşimizde bu ayete muhalif hadis olduğunu iddia ederek o hadisi ayete karşı bir delil olarak sunmaya çalışmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, peki ayetin ak dediğine hadis kara der mi? El cevap binlerce hayır, öyleyse hadis ve ayet birbiri ile çelişirse biz hangisini alacağız dediğimiz zaman her iki tarafında cevabı "tabi ki ayeti alacağız" olmasına rağmen maalesef bir taraf hadisi alarak Kur’an’a muhalefet etmek yolunu seçmektedir. Doğru bir düşüncenin oluşması için Müslümanlar arasındaki ortak ölçü ne olmalı ki ihtilaflar en aza indirgensin?
İnsanın yaratılış gereği olarak tartışmayı seven bir yapısı olması Müslümanlara da yansımış ve bu yansıma birçok konuda tartışmalar ve ihtilafları beraberinde getirmiştir. İslami konularda yürütülen münazaralar ortan bir ölçü olmaması nedeniyle maalesef sonuçsuz kalmakta ve tarafların birbirlerini tekfir etmelerine kadar gitmektedir. "Sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" şeklindeki sözlerle kafalar bir yerlere kiraya verilmekte ve o âlimin görüşü Kur’an’ın önüne geçirilerek delil olarak sunulmaktadır veya herhangi bir konudaki ayetin karşısına "hadisi şerif" denilerek rivayetler çıkarılmakta ve o rivayet Kur’an’a muhalif olsa da kabul görmektedir.
Kabir hayatı, İsa (as)ın nüzulü, Kur’an’a nasıl dokunulacağı, zina suçunun cezası vs. gibi konularda Kur’an’ın dediği arkaya atılarak rivayetler kabul görmektedir. Bu ve benzeri konulardaki ihtilafların en aza inmesi için yapılması gereken ilk şey ortak bir ölçü tespiti ve bu ölçünün herkesçe kabulü ve bu ölçünün dışında kalan görüşlerin reddedilmesidir, ancak bu kolay bir şey değildir yüzyıllardır Müslümanlar arasında oluşturulan konsensüs Kur’an’ı değil rivayetleri baz alarak din konusunda söz söylemiştir.
Peki, Allah (cc)nin dediğinin tersi bir şeyi elçisi Muhammed sav söyler mi? Tabi ki söylemez diyeceğiz ama neden Allah (cc)nin dediği alınmaz da elçisinin söylediği iddia edilen sözler alınır ve Kur’an’a muhalif sözler ortaya atılır, bunun cevabı için biraz geriye giderek bu düşüncenin temelinin nasıl atıldığına bakmak gerekmektedir.
Muhammed (sav)in vefatını müteakip başlayan fitne hareketlerinin içinde bulunanlar kendilerinin haklılığını sağlamak amacı ile özellikle Muhammed (as) adına sözler uydurmuşlar ve bu yolla kendi düşüncelerini Muhammed as a söylettirerek onun adına iftiralar düzmüşlerdir. Hadis uydurukçuluğu bu yolla başlamış olup günümüze kadar bu uydurmalar nerdeyse Kur’an’ın yerini tutarak gelmiş ve bu uydurmalara sarılanlar bunlara öyle kutsiyetler yüklemiş ki hadisler "gayri metluv vahiy" olmuş ve bunlar Kur’an ayetini neshedecek kadar kuvvetli bir delil olarak Müslümanların önüne sürülmüştür.
Durumu kısaca özetledikten sonra günümüzde artık herhangi bir konudaki "hadisi şerif" olduğu iddia edilen bir söz söylendi mi akan sular durmakta ve onun üstüne başka söz (ayet olsa bile) konulamaz olmuştur, artık hadisin sahih olup olmaması hiç önemli değildir, bazıları "hadisin sahih olup olmaması seni ne alakadar eder" diyecek kadar azmakta ve uydurmalar üzerine kurdukları dinlerinin elden gitmemesi için kişileri kendilerinin düşüncelerinden başka bir düşünce taşımamaya zorlamaktadırlar. Muhammed (sav) Allah (cc)nin kitabına aykırı herhangi bir söz söylemeyeceğine göre onun söylemiş olduğu iddia edilen sözler Kur’an’a arz edilerek sahih olup olmadığı anlaşılabilir. Sahih olmadığı anlaşılan bir "hadisi şerif" Kur’an’ın hilafına herhangi bir söz söyleyemez ve Kur’an’ın önüne kesinlikle geçirilemez. Müslümanlar herhangi bir konuda ihtilafa düştükleri zaman Kur’an’ın emri olarak onu Allaha ve resulüne götürmeleri, Kur’an ve Muhammed (as)ın Kur’an’la örtüşen sözlerine itibar etmeleri gerekmektedir.
Ortak bir ölçüde birleşen Müslümanlar artık bundan sonra herhangi bir konuda Kur’an ayetine mutabık olmayan bilgiyi adı "hadisi şerif" olsa dahi "bu sahih bir söz değildir" diyerek ellerinin tersiyle itecekler ve Kur’an’a teslim olacaklardır ve netice itibari ile , "ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" veya "sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" türünden itirazlarda bulunmayacaklardır.
İnsanın yaratılış gereği olarak tartışmayı seven bir yapısı olması Müslümanlara da yansımış ve bu yansıma birçok konuda tartışmalar ve ihtilafları beraberinde getirmiştir. İslami konularda yürütülen münazaralar ortan bir ölçü olmaması nedeniyle maalesef sonuçsuz kalmakta ve tarafların birbirlerini tekfir etmelerine kadar gitmektedir. "Sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" şeklindeki sözlerle kafalar bir yerlere kiraya verilmekte ve o âlimin görüşü Kur’an’ın önüne geçirilerek delil olarak sunulmaktadır veya herhangi bir konudaki ayetin karşısına "hadisi şerif" denilerek rivayetler çıkarılmakta ve o rivayet Kur’an’a muhalif olsa da kabul görmektedir.
Kabir hayatı, İsa (as)ın nüzulü, Kur’an’a nasıl dokunulacağı, zina suçunun cezası vs. gibi konularda Kur’an’ın dediği arkaya atılarak rivayetler kabul görmektedir. Bu ve benzeri konulardaki ihtilafların en aza inmesi için yapılması gereken ilk şey ortak bir ölçü tespiti ve bu ölçünün herkesçe kabulü ve bu ölçünün dışında kalan görüşlerin reddedilmesidir, ancak bu kolay bir şey değildir yüzyıllardır Müslümanlar arasında oluşturulan konsensüs Kur’an’ı değil rivayetleri baz alarak din konusunda söz söylemiştir.
Peki, Allah (cc)nin dediğinin tersi bir şeyi elçisi Muhammed sav söyler mi? Tabi ki söylemez diyeceğiz ama neden Allah (cc)nin dediği alınmaz da elçisinin söylediği iddia edilen sözler alınır ve Kur’an’a muhalif sözler ortaya atılır, bunun cevabı için biraz geriye giderek bu düşüncenin temelinin nasıl atıldığına bakmak gerekmektedir.
Muhammed (sav)in vefatını müteakip başlayan fitne hareketlerinin içinde bulunanlar kendilerinin haklılığını sağlamak amacı ile özellikle Muhammed (as) adına sözler uydurmuşlar ve bu yolla kendi düşüncelerini Muhammed as a söylettirerek onun adına iftiralar düzmüşlerdir. Hadis uydurukçuluğu bu yolla başlamış olup günümüze kadar bu uydurmalar nerdeyse Kur’an’ın yerini tutarak gelmiş ve bu uydurmalara sarılanlar bunlara öyle kutsiyetler yüklemiş ki hadisler "gayri metluv vahiy" olmuş ve bunlar Kur’an ayetini neshedecek kadar kuvvetli bir delil olarak Müslümanların önüne sürülmüştür.
Durumu kısaca özetledikten sonra günümüzde artık herhangi bir konudaki "hadisi şerif" olduğu iddia edilen bir söz söylendi mi akan sular durmakta ve onun üstüne başka söz (ayet olsa bile) konulamaz olmuştur, artık hadisin sahih olup olmaması hiç önemli değildir, bazıları "hadisin sahih olup olmaması seni ne alakadar eder" diyecek kadar azmakta ve uydurmalar üzerine kurdukları dinlerinin elden gitmemesi için kişileri kendilerinin düşüncelerinden başka bir düşünce taşımamaya zorlamaktadırlar. Muhammed (sav) Allah (cc)nin kitabına aykırı herhangi bir söz söylemeyeceğine göre onun söylemiş olduğu iddia edilen sözler Kur’an’a arz edilerek sahih olup olmadığı anlaşılabilir. Sahih olmadığı anlaşılan bir "hadisi şerif" Kur’an’ın hilafına herhangi bir söz söyleyemez ve Kur’an’ın önüne kesinlikle geçirilemez. Müslümanlar herhangi bir konuda ihtilafa düştükleri zaman Kur’an’ın emri olarak onu Allaha ve resulüne götürmeleri, Kur’an ve Muhammed (as)ın Kur’an’la örtüşen sözlerine itibar etmeleri gerekmektedir.
Ortak bir ölçüde birleşen Müslümanlar artık bundan sonra herhangi bir konuda Kur’an ayetine mutabık olmayan bilgiyi adı "hadisi şerif" olsa dahi "bu sahih bir söz değildir" diyerek ellerinin tersiyle itecekler ve Kur’an’a teslim olacaklardır ve netice itibari ile , "ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" veya "sen falan âlimden daha mı iyi bileceksin" türünden itirazlarda bulunmayacaklardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)