örneğinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
örneğinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Temmuz 2015 Salı

Başörtüsü Örneğinde Kitaba Değil Kitabına Uydurma Çalışmaları

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına , yaşamış oldukları hayat içinde bir takım kurallar koyarak , bu kurallar dahilinde yaşamaları ile ilgili emirleri Elçi ve Kitap lar göndererek bildirmiştir. İnsanların bir çoğu Elçi ve Kitapları red ederek inkarcı bir hayat tarzı üzerine devam ederken , bir kısım insanlar Elçi ve Kitaplara uyan bir hayatı tercih etmektedirler. Elçi ve Kitaplara uyduğunu iddia eden bir kısım insanlar da , Kitap içindeki bir takım kurallara uymak noktasında sıkıntılar başgöstermiş ve bu sıkıntıları bir şekilde aşmak yoluna gitmeyi tercih ettiklerine şahid olmaktayız. 

"Kitaba değil kitabına uydurmak" deyimine uygun olarak Kitap içindeki bazı konular "O öyle değil böyle" denilerek uygun hale getirilmeye çalışılmış ve çalışılmaktadır. Yazımızda "Baş örtüsü" konusunu ele alarak bu kuralı bir şekilde delme çalışmaları olarak niteleyebileceğimiz ilgili Ayetlerin yorumlarında kullanılan argüman ve Ayetleri anlamada izlenilmesi gereken yolu ele almaya çalışacağız. 

Bu konu ile ilgili düşünceleri kısaca hatırlayacak olursak ; Kur'anda böyle bir emir olmadığı , bu konu ile ilgili Ayetlerin başı örtme ile ilgili olmadığı gibi sözler edilerek bu düşünceler bazı Kur'an çevirilerine yorum olarak sokulmuş olması , bazı okuyucular tarafından bunun Allahın emri olduğu gibi bir düşünce içine girmelerine sebeb olmaktadır. 

Şurası unutulmamalıdır ki , Kur'an yaşayan bir topluma inmiştir. Bu toplum günlük hayatı içinde bir takım bilgilere sahip olup , Kur'an bu bilgilerin bir kısmını kabul , bir kısmını red ederek doğrusunu yerleştirmeye çalışmıştır. Dil olarak indiği toplumun dilini kullanan Kur'anı bu gün doğru anlamak için indiği toplumda kullanılan dili , kelimelerin o günkü anlamını bilmek gerektiğini düşünüyoruz. 

İndiği zaman ve mekan şartları göz önüne alınmadan , bu gün inmiş gibi okunmaya çalışılan  Kur'andaki bazı emir ve yasakların ne anlama geldiği veya nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bir takım sıkıntılar baş göstermesi kaçınılmazdır. Kur'anı doğru anlamak için, önce okunan Ayetin tarihi bağlamı (özellikle Medine de inen Ayetler için sözkonusu olduğunu düşünmekteyiz), sonra o Ayetin bize dönük mesajının okunması şeklinde yapılan bir okuma doğru bir anlayışa götüreceğini düşünmekteyiz. 

Bu gün özellikle kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak ifade eden kesimini bir kısmında arız olan hastalık Kur'anı bu gün inmiş gibi okumaya çalışarak tarihi bağlamını hiçe saymaktan kaynaklanmaktadır. Baş örtüsü ile bir takım farklı çıkarımlar , yanlış olduğunu düşündüğümüz metodun bir yansıması olarak karşımızda durmakta ve bazılarımız baş örtmeme gerkeçelerini Kur'anda böyle bir emrin olmamasına bağlamaktadırlar.

Önce Ahzab s. 59. Ayeti üzerinde durmaya çalışarak , Ayetin tarihi bağlamı ve mesajını okumaya çalışalım.

 Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).

 [033.059]  Ey  nebi; eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: Üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınıp da incitilmemeleri için daha elverişlidir. Ve Allah; Gafur, Rahim olandır.

Ayetin indiği zaman içinde yaşamadığımız veya o zamanı belgelendirecek görsel kaynaklara sahip olamadığımız için kaynak olarak sözlükler ve Kur'ana müracaat etmek zorundayız. Dolayısı ile Kur'anda bir kelimeye anlam bindirirken kişisel kanaatlere değil o kelimenin nuzül çağı toplumu içinde bilinen anlamı üzerinden hareket etmek daha doğru sonuçlar verecektir.

 Bu Ayette anahtar kelimemiz , "Cilbab" tır ;  Kökü "Ce-le-be" olan bu kelimenin sözlük anlamları ; "Bir nesneyi bir yerden bir yere sevk etmek , Deve semerinin üzerine örtülen deri parçası , yaranın üzerinde oluşan kabuk " tur. 

Bu anlamları toplayacak olursak Kur'anda geçen "Cilbab" kelimesinin ne anlama geldiği ve nazil olduğu zamanda yaşayanlar tarafından nasıl bir anlama sahip olduğunu anlamak kolaylaşacaktır. 

"Yara üzerindeki kabuğun yaranın tamamını kaplaması , Deve semerinin üzerine örtülen örtüye bu kelimeden türemiş bir anlam verilmesi , bir nesnenin bir yerden bir yere sevkedilmesi" anlamlarını toplayacak olursak ; "Cilbab" adı verilen nesnenin "Kadınların bir yerden bir yere giderken yani evlerinden dışarıya çıkarken kendilerini TAMAMEN örten nesneye verdikleri ad "CİLBAB" tır. 

Bu nesnenin, başı açıkta bırakması gibi bir durum sözkonusu olamaz , olursa başı açıkta bırakan nesnenin adı "Cilbab" olamaz. 

Eski tefsirlere baktığımızda , bu kelime ile ifade edilmek istenen emrin bütün vucüdu örten bir nesne olduğunda herhangi bir ihtilaf olmayıp , ihtilaf konusu yüz'ün ne kadar kısmının kapatılması gerektiği noktasındadır. 

Kur'anın nazil olduğu zaman içinde yaşayan kadınların "Cilbab" adı ile bildikleri nesne, bütün vücudu kaplayan bir giysi olup Allah (c.c) nin onlara evlerinin dışında giymelerini emrettikleri örtünün o günkü toplum içinde bilinen adıdır.

Ahzab s. 59. Ayetinde anahtar kelime olarak gördüğümüz "Cilbab" kelimesinin anlamını doğru bir zemine oturttuktan sonra bu Ayetin tarihsel yorumu hakkında şunları söyleyebiliriz. 

Kur'anın nazil olduğu zaman içinde toplum içinde kadınlar 1- Hür 2- Köle olmak üzere 2 farklı statüye sahiptiler, köle statüsüne dahil olan kadınlara "Cariye" denilmekteydi.Bu durum Kur'an öncesi Arap toplumunda geçerli olan bir statü olup böyle bir sınıfsallaştırmayı Kur'an emretmiş değildir. Kur'an bu sınıfsallaştırmayı karşısında bulmuş , içki yasağı gibi kökten kaldırmak yerine düzenleyici ve durumlarını iyileştirici tedbirler vaaz etmiştir. 

Nur s. 33. Ayetine baktığımızda nuzül çağı toplumunda , "Cariye" sınıfına dahil olanların fahişelik gibi işlerde kullanıldıklarını görmekteyiz. Ayet'in , hür kadınların açık bir vaziyette gezerek bu tür kadınlarla karıştırılarak eziyet görmelerini önlemek gibi bir amaca matuf olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Ayetin tarihsel bağlamını bu şekilde okuduktan sonra, bu gün için bizi bağlayıcılığı konusunda nasıl bir düşünce içinde olmak gerektiğinin sorusunun cevabının aranması gerekmektedir. 

Ayetin illetini sadece Hür ve Cariye sınıfına mensup kadınların birbiri ile karıştırılmaması için böyle bir örtünme emredilmesi olarak okuduğumuz zaman , bu gün böyle bir durum sözkonusu olmadığı için yani Hür ve Cariye sınıflarının kalkmış olması sözkonusu olduğu için Ayetin hüküm otomatikman kalkmış yani Ayet NESH olmuştur gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.

 Kur'anın tarihsel bir hitap olmadığı , Ayetlerinin hükmünün kalkması şeklindeki bir nesh'in vaki olmasının söz konusu olmadığını düşünürsek Ahzab s. 59. Ayetinin bu gün için kadınlara , dışarı çıkarken vücutlarını başları dahil olmak üzere örten bir nesne ile kapatmaları gerektiğini emretmektedir. 

"Eziyet görmek" şeklinde ifade edilen şey , erkeklerin bakışları veya tacizkar davranışları olup , böyle bir durumun her zaman vaki olma tehlikesi mevcuttur.  Allah ;(c.c) böyle bir durumun önlenmesine matuf olarak , kadınlara örtünme emrini vaaz etmiştir.

Bu konu ile alakalı olarak diğer bir Ayet olan , Nur s. 31. de şöyle buyurulmaktadır;

 Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).

 [024.031]  Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini (Humuruhinne), yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

Bu Ayet'te anahtar kelimemiz "Humur" kelimesidir. Bu Ayet ile ilgili bazı yorumlarda bu kelimenin "Örtü" anlamında olduğu fakat başı örten bir örtü anlamına gelmediği , dolayısı ile başı örtmek gibi bir farziyetin bu Ayetten çıkmayacağı şeklinde ifadelere rastlamaktayız.

Bir kelimenin nuzül çağı toplumu içinde bilinen anlamını doğru öğrenmenin sözlükler ve o kelimenin Kur'anda kullanılış alanlarıdır. Kanaatlerimizi bu dorultuda kullanarak yapacağımız yorumlar bizleri daha doğru bir sonuca götürecektir. Aksi takdirde ön kabuller neticesinde oluşmuş düşünceleri Kur'ana kabul ettirmek gibi bir amaca matuf olarak okunan Ayetler bizleri doğru sonuca götürmeyecektir. 

"Humur" sözcüğünün türemiş olduğu "Elhamru" kelimesi sözlükte ; " Bir nesneyi örtmek gizlemek" anlamına gelir. Örtünme de ve gizlenme de kullanılan şeye "Hımarun" denilmektedir, çoğulu "Humur" dur.

Alkollu içkinin "Hamr" olarak adlandırılmış olmasının sebebi , aklı örterek akıllı bir insanın yapmayacağı ve söylemeyeceği şeylere sebeb vermiş olmasından ötürüdür. 

"Cilbab" kişiyi tamamen örten bir nesnenin ismi iken "Humur" kişinin başını örten bir nesnenin adı olup bu gün adına "Eşarp" dediğimiz nesne ile aynı işlevi gördüğünü söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. 

Ayet , "Humur" olarak bilinen baş örtülerinin yekpare olarak göğüs bölgesini de içine alacak şekilde örtülmesini belirtmektedir. 

 Sonuç olarak; Hayat içinde inancımızı yaşamakta karşılaştığımız bazı durumlar bizleri mücadele etmek yerine teslimiyete sevketmiştir. Özellikle bayanların evlerinin dışındaki yaşamlarında farklı bir şekilde olma zorunlulukları, yani tesettür kuralına uymak zorunda olmaları onları tercih noktasında bırakmış ve bir kısım kadın teslimiyeti seçerek baş örtü noktasında çıkış arama veya böyle bir çıkışı gösteren düşünceleri tasdik etme durumuna düşmüşlerdir.

"Kur'anda baş örtüsü emri yoktur" şeklinde ortaya atılan düşüncelere bazılarımız bir can simidi gibi sarılmış ve bu konuda bir rahatlığa düşmüşlerdir. Kanaatimiz o dur ki ; Başörtüsü emri en ufak bir tereddüte mahal bırakmayacak açık ve net olup bu konudaki farklı düşünceler "Kitaba değil Kitabına uydurmak" tabir edebileceğimiz bir düşüncenin ürünüdür. Kimsenin kimseye başını örtmesi konusunda bir dayatmada bulunmaya hakkı yoktur , ancak baş örtüsünü Kur'anda böyle bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle kullanmayan bayan kardeşlerimize bu düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerini tavsiye ederiz. 

"Müslüman" ismine sahip olmak demenin , "Teslim olmak" anlamı taşıdığı akıldan çıkarılmadan , "Teslim almak" şeklinde çalışmalar içine girmenin bizleri iman zaafiyetine sokacağı unutulmamalıdır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


8 Ağustos 2014 Cuma

Yusuf a.s Örneğinde İktisat Yönetimi

Kur'an kıssalarının anlatım amacının önceki yaşanmışlıklardan ibret alınarak doğruların alınması , yanlışların tekrarlanmaması amacına matuf anlatımlar olduğunu kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Yusuf as kıssası da "ahsenel qasas" (en güzel kıssa) olarak vasıflandırılarak bizlere okunmuş ve okuyanların ibret alarak hayatlarında yer bulması amaçlanmıştır. Yusuf as ın Mısır yönetimine geçmesinden sonra yapmış olduğu kıtlık ekonomisi yönetimi evrensel bir mesaj taşımakta olup her zaman için muhtemel olan darlıkta kaynakların nasıl kullanılacağı bizlere öğretilmiştir.

İktisat ,mal ve hizmetlerin üretimi , dağıtımı ve bölüşümü ile ilgili bir alan olup , sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanmasında kıt kaynakların kullanılmasını adil bir biçimde kullanılmasını sağlayan bir bilim dalıdır. İktisadi hayat insanlığın vazgeçilmez bir unsuru olup, kur'anın insan hayatı ile ilgili düzenlemeleri bu alan içinde geçerlidir ve Yusuf as örnekliğinde bu yönetimin devlet bazında nasıl olması gerektiğinin ipuçları verilmiştir. 

Araf s. 31. ayetinde "yiyiniz içiniz israf etmeyiniz çünkü Allah israf edenleri sevmez" cümlesi kişisel bazdan taa devlet bazına kadar genişleyebilecek halkaya hitab eden bir cümle olarak kişilerin ve devletlerin uyması gereken kuralı beyan etmektedir. 

İktisat yönetiminin örnekliğini gördüğümüz ayetler şu şekildedir. 

[012.043]  Bir gün melik (hükümdar) dedi ki: «Ben rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz rüya tabir edebiliyorsanız benim bu rüyamın tabirini bana bildirin.»
[012.044] Dediler ki: «Karmakarışık bir rüya ve biz karışık rüyaları yormaya bilgi sahipleri değiliz.»
[012.045]  (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.
[012.046] Hapishaneye varıp: «Ey doğru sözlü Yusuf! Rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler» dedi.
[012.047]  Dedi ki: Yedi sene alıştığınız biçimde ekin. Yediğiniz bir mikdar dışında biçtiklerinizi başağında bırakın.
[012.048]  Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir. Saklayacağınız az bir mikdar dışında biriktirdiklerinizi yer, götürür.
[012.049]  Sonra onun arkasından hakin sıkıntıdan kurtulacağı, sıkıp sağacağı bir yıl gelecek.»

Bu ayetleri sadece Yusuf as zamanı ile sınırlı olarak değilde, dünyada geçerli olan evrensel yasalar bazında okuduğumuz zaman tüm zamanlara mesajı olduğu görülecektir. Olayı meliğin gördüğü rüyanın tevilinin gerçekçi bir bir biçimde yapılması olarak görüp rüyaların gizemleri ile vakit geçirmeyi medyumlara bırakarak kıssayı mesaj içerikli olarak okumaya çalışalım. 

 [013.026]  Allah dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bir ölçüye göre verir. Dünya hayatıyla övünenler bilsinler ki dünyadaki hayat ahiret yanında sadece bir geçimlikten ibarettir.

Yukarda mealini vermiş olduğumuz rad s. 26. ayeti gibi ayetler kur'anın diğer surelerinde pek çok defa zikredilmiştir. Allah cc nin rızkı bir ölçüye göre vermek demesi keyfilik olarak değil koymuş olduğu evrensel yasalar dahilinde işlemekte olan kuralları hatırlatmaktadır. Rızkı elde etmek için çalışan mü'min veya kafir olsun bunlar arasında hiç bir şekilde ayrım yapmadan Errahman isminin tecellisi gereğince çalışana çalıştığı kadar karşılığını verir.

[015.021]  Hazinesi Bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz.
[023.018]  Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.
[042.027]  Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi, yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüye göre indirir. Doğrusu O, kullarından haberdardır, onları görendir.
[043.011]  O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz. İşte siz de böyle diriltileceksiniz.
[042.028]  O’dur ki insanlar artık ümitlerini kestikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa yayar. O, gerçek dost ve hâmidir, bütün övgülere ve hamdlere lâyıktır.
[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.

Yukarda verdiğimiz ayet örneklerini dünyada geçerli olan evrensel kurallar olarak okuyarak kıt kaynakların her zaman aynı seviyede bol olarak insanlara verilmediği , bolluk zamanında gelebilecek olan darlığa karşı hazırlıklı olmak üzere birikim yapılması gerektiği şeklinde okumak gerekmektedir. Olayı en küçük birim olan kişiden en büyük birim olan devlet bazında düşünürsek bu olgu değişmez. 

Hiç bir insan hayatı boyunca tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde ,hiç bir devlette tek düze olarak sadece darlık veya bolluk içinde bir hayat idame ettirmez, kişilerin ve devletlerin hayatlarında inişler ve çıkışlar her zaman olmuş ve olacak olup bu evrensel bir kuraldır. Önemli olan bu inişler ve çıkışları doğru okumak ve doğru yönetmektir, kur'an bu iniş ve çıkışları Yusuf as örneğinde nasıl okunacağını ve nasıl yönetileceğini bizlere öğretmektedir.

Kur'an bu olaylarıda imtihan kelimesi çerçevesinde değerlendirmekte ve kişilerin başına gelen olmulu veya olumsuz olarak görülen ne varsa imtihan olduğu ve bu olayları bu şekil okuyarak isyan etmeyip sabredenlerin mükafatlanacaklarını beyan eder. İmtihan denilen olgu sadece darlık ile sınırlı olmayıp bollukta bir imtihandır. Kişilerin darlıkta sabretmeleri demek yan gelip yatmaları anlamında değil darlığı meydana getiren sebebleri ortadan kaldırmaya çalışmak şeklinde algılanmalıdır. Bolluk ile imtihan ise o bolluğu saçıp savurmak değil , verilen bolluğu doğru şekilde kullanmak şeklinde olur, bu doğru kullanımın nasıl olması gerektiği kur'anda bir çok ayette beyan edilmiştir.

Kişisel bazda iktisat yönetimi kişinin kazandığı kadar harcaması ve bu kazandığından belli bir miktarıda sıkıntılı anlarda harcamak için saklaması şeklinde olur. Bu saklama tevbe s. 35. ayetinde anlatılan şekli ile asla olmamalı , kişinin sahip olduğu birikimin bir kısmı zekat,sadaka,infak ayetleri doğrultusunda harcanmalıdır. 

 [009.034-35] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.

[017.026]  Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma!
[017.027]  Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

Verdiğimiz örnek ayet mealleri vermenin ne şekilde olmasını öğütlemektedir,ne infaktan geri duracak şekilde birikim yapılmalı, nede elindekinin tamamını saçıp savurarak başkasına muhtaç kalacak şekilde israf edilmelidir.

Kişiler kendi iktisadı hayatlarını bu şekilde düzenledikleri zaman toplumdada iktisadi yönden herhangi bir kriz durumu yaşanması şeklindeki olaylar zuhur etmez. Devlet yönetimi kişilerin iktisadi hayatını yönetmektende sorumlu olmaları gerektiğini düşünmekteyiz, günümüzdeki liberal ekonomi veya pazar ekonomisi deyimlerine pek uygun düşmesede, kişilerin harcamalarını teşvik ederek onları iktisadi yönden sıkıntıya sokabilecek durumlara düşmelerini engellemek devletin görevleri arasında olması gerekmektedir.

Yeniden kıssaya dönecek olursak,Yusuf as örneğindeki iktisad yönetiminde ekonomi yönetiminin tek elden yürütüldüğünü görmekteyiz. Meliğin rüyasını yorumlamak konusunda aciz kalan melesi rüyada belkide bir takım esrarlı hakikatler!! olabileceğini düşünerek altından kalkamamışlar , aynı rüyayı Yusuf as ın tevil etme yöntemi bizler için bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir. Hayatın gerçeklerini okumayı bilen Yusuf as ülkelerin kaderi şeklinde tarif edebileceğimiz iktisadi hayattati iniş ve çıkışların sünnetullah gereği olarak Mısır içinde geçerli olduğunu bilen birisi olarak rüyayı gerçekçi bir biçimde yorumlamış ve bu doğrultuda bir yönetim sergilemek için Melikten kendisini ülke yönetiminin başına geçirmesini istemiştir.

[012.047]  Yusuf: «Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın.»
[012.048] «Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.»

Yusuf as ın tevili sadece yerel bazda değil dün , bugün ve yarın kişilerin ve devletlerin uyması gereken evrensel yasaları ifade etmektedir. Hangi kişi veya hangi devlet olursa olsun bolluk anında , yarın meydana gelebilecek olan darlığa karşı önlem almadan bugün kazandıklarını bugün yedikleri takdirde ağustos böceği misali kışın aç kalmaya mahkumdurlar. Varlık anında yarını düşünerek yapılan yatırımlar darlık anında devreye sokularak darlık geçene kadar kişileri ve devletleri ele güne muhtaç olmaktan koruyacaktır.

[012.059]  Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»

59. ayetteki " ölçüyü bol tutmak ve misafirperverlik" şeklinde karşımıza çıkan durum darlık ekonomisini yönetmenin bir kuralı olarak yöneticilerin işi sıkı tutması ve muhtaç olanlara karşı nasıl davanmaları gerektiğinin ipuçlarını vermektedir.

[012.060]  «Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»

60. ayeti mesaj içerikli okuduğumuz takdirde , cömert , misafirperver , muhtaç olana karşı müşfik davranan Yusuf as ın ipleri elinde sıkı skıya tuttuğu karşısındaki insandan ibr isteği karşısında tavizkar davranmadığını anlayabiliriz,insanları yönetmek demek onların başlarına vurarak yönetmek değil , onlara müşfik davranmamın yanısıra konulan kurallarada riayet etmelerini sağlamaktır, yöneticeler tarafından verilebilecek en küçük bir taviz iğne deliği kadar olsa , bu delik büyütülerek onarılması güç yıkımlara sebebiyet verebilir.

Hayatın inişli ve çıkışlı olmsı sadece Mısıra ve Yusuf as dönemine has bir durum değil evrensel bir yasa olduğunu daha önce hatırlatmıştık , bu yasaların işleyişini başka ayetlerdede görmekteyiz.

[007.094-96]  Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz. Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, «babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik.Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.

[006.042-45]  Şüphesiz ki, senden önce ümmetlere peygamberler göndermiştik; onları yalvarsınlar diye darlık ve sıkıntıya sokmuştuk. Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını câzip gösterdi.Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler. Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun.

Bu ayetleri yerel bazda değilde arz üzerinde geçerli olan evrensel kuralların işlemesinin örneği olurak okursak karşımıza şöyle bir manzara çıkacaktır. Darlık ve sıkıntılar insanların ve ülkelerin her zaman karşılaşabilecekleri olağan durumlardır. Kişiler ve uluslar darlık ile ilgili olarak Allah cc nin kendilerine öğütlediği amelleri yapmayıp aksi davranışlarda bulundukları ve ,  belli bir zaman sonra bolluğa kavuştukları takdirde eski darlıktan ders çıkarmadıkları takdirde aynı durum başlarına gelerek helake uğramaları evrensel bir kuraldır yani Allah cc nin sünnetidir. Bu durumu, en yakın örnek olarak ülkemiz üzerinde nasıl olabileceğini görelim.

Türkiyede hatırı sayılır bir kriz olarak "ecevit krizi" dediğimiz bir kriz yaşadık , bundan önce aynı şekilde bir çok krizler yaşadığımızı unutmadan yakın bir örnek olduğu için bu krizi örnek gösteriyorum. Hiç birimiz krizin oluşumundaki payını görmek istemeden bir yerleri suçlamaya ve kendisini bu krizin sorumlusu olarak görmek istemedi , halbuki ülkelerin krize girmesinde en önemli faktör o ülkeyi oluşturan halkın harcama konusundaki israflı tutumudur. İstisnaları olmakla birlikte bir çok insan krizden etkilendi ve bu durum harcamaların etkileyerek alışmış oldukları hayat tarzlarına bir süreliğine ara vermelerini gerektirdi. Bu ara vermede yine istisnaları olmakla birlikte bir çok insan bunun sebeblerini araştırarak başlarına gelenden ders çıkarmak ve bir daha böyle bir duruma düşmemek için gerekli olan önlemleri almayı hatırına getirmedi.

Ecevit krizinin etkileri belli zaman sonra kayboldu ve halk eski yaşadıklarını unutarak aynı şeyin başlarına gelebileceği tehlikesini hatıra getirmeden alışmış oldukları hayat tarzına dönmeye başladılar. Tv lerin ekonomi haberlerine baktığımız zaman ekonomistlerin ülkemizin kredi kartı borcu olanların veya tüketici kredisi alanların oranlarının tehlikeli boyutlara geldiğini her fırsatta dile getirmeleri yeni bir krizin kapıda olduğunu göstermektedir.

Arabalarının modelini her sene yükseltmek için kredi ile araba alanlar , yazın sahil kenarlarına tatile gitmek için tatil kredisi alanlar, bayramlarda eşten dosttan kaçmak için geleneksel bayram kredisi alarak hayatlarını bilmem kaç senesini bankalara ipotek edenlerin sayısı binler değil milyonlarla ifade edilen bir ülkenin helakı başımıza gökten taş yağması şeklinde değil yeniden bir ekonomik krize girerek halkın sıkıntıya düşmesi ülkemizin zengin ülkelerden borç alarak onların hegomonyası altına girmesi şeklinde olacaktır.

Yusuf as örneğinde görüldüğü gibi bir ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak yarınlar için yatırım yapması sıkıntıya düştüğü zaman o özkaynakları kullanması şeklinde tezahür eden ekonomi, yönetimi bugün ülkemize baktığımızda dışa bağımlı ithalat ve ihracak dengesi ithalat lehinde bir dengesizlik gösteren bir halde olması özellikle ithal edilen malların ekonomiyi güçlendiren maddeler değil lüks tüketim maddeleri olması kriz çanlarının çalmasına vesile olan bir durumdur. Bankaların böyle bir tüketim tarzını körüklemesi özellikle tv reklamları yolu ile  , kredi almayan veya kredi kartı olmayanların sanki çok büyük bir hata yaptıklarını empoze etmeleri ve bunlara kanarak ağlarına düşenlerin feryatları kulaklarımızdan hala gitmedi. 

Özkaynakları kullanarak üretim yapmak ve dışa bağımlı olmadan bir hayat sürdürmek kişileri ve o kişilerin oluşturduğu ulusların iktisadi hayatları için önemli bir unsurdur. Dışardan ithal ettiğimiz lüks tüketim mallarını almak için , sahipleri yabancı olan bankalardan kredi alarak bunlara sahip olmamız için kurulan tezgahların altında ülkeleri köleleştirme planları yatmaktadır. 

Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli olarak okuma metodu içinde , Yusuf as ın Mısır ülkesinin iktisadi hayatını yönetmesi ve bu yönetim tarzının bizler için örneklik teşkil etmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştık. Sünnetullah yasaları gereği kişilerin ve ülkelerin hayatları iniş ve çıkışlar göstererek bu iniş ve çıkışlara verdikleri cevaplar bizlere geçmişlerin örnekleri verilerek anlatılmakta ve o anlatımlardan örnekler alınarak olumlu ve olumsuz tarafları görmemiz istenmektedir. Geçim araçlarının her daim insanlar için aynı şekilde olmadıkları gerçeğinden yola çıkılarak "bollukta biriktirip darlıkta harcamak" diyebileceğimiz bir tutum ile darlık ekonomisinin idare edilebileceği Yusuf as örneğinde bizlere öğretilmiştir. Yusuf as örneği özellikle iktisadi hayatın devlet yöneticilerinin elinde olmasının tek sesli bir yönetimin daha kolay ve daha sonuç verici olduğunu göstermektedir. Bu tekelciliği devlet kademelerindeki kişilerin Allah cc nin kendilerine kıyamet günü yaptıklarının hesabını tek tek soracağını bilen kişiler olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Ahiret bilincinden yoksun insanların elindeki bir devlet yönetiminin ne hale gelebileceğini sanırım söylememize bile gerek yoktur.

                                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Nuh a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Gemi Yapması)

Kur'an kıssalarının, yaşanmışlık içinden yapılan anlatımlar ile muhataplarına mesaj vererek öncekilerin başlarından geçenlerden ibret almasını sağlamak amaçlı olduklarını kıssalar ile ilgili yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Kıssaları bu şekil okumak bizleri kıssaları bir masal olarak kurtarır ve canlı birer örnek mesabesine sokar. Nuh as kıssasını okuduğumuz zaman olmuş bitmiş olaylar olarak değil, onun üzerinden yapılan anlatımların bizler içinde geçerli örneklikler olduğu görülecektir. 

Kıssaları anlatılan bütün kavimlerde olduğu gibi Nuh as ın kavmininde en büyük hastalığı şirk'tir. Kur'an o kavmin kulluk ettiği putların adlarının Nuh s . 23. ayetinde, vedd , suva,
yeğus, ye'uk ve nesr olduğunu bildirmektedir. Bugün müslümanlar olarak kendimize baktığımız zaman o putların isimleri değişiklik arz ettiği, ancak işlev olarak herhangi bir farkın olmadığı görülecektir. 

Kendimizi müslüman kimliği altında görmemiz şirkten kurtulmuş olduğumuz anlamına gelmemekteve bir çok müslüman kimliği altında insan kendisini kur'an dışında kitaplara ve bu kitapları yazan kişilere kul ederek şirk bataklığına düşmektedirler. Nuh as kavminin dediği gibi her fırka mensubu kendi fırka lideri ve kitabına aynen o kavim misali yapışarak onları asla terketmek istememektedirler. Nuh as ın kavminin putlarını her türlü güncelleştirmek mümkündür. Mensubu olduğumuz fırka , şeyh , siyasi parti vs hangi şey bizi Allah cc ye kul olmaktan geri atıyorsa putumuz odur .

Şirk denilen olguyu sadece mekke veya kıssaları anlatılan kavimler içine hapsettiğimiz zaman kur'anın şirk merkezli anlatımlarının hiçbirisi bizleri zerre kadar ilgilendirmemekte olduğu zannına kapılarak, kur'an dışında iman ettiğimiz kitapları , Allah cc dışında iman ettiğimiz kullara rağmen kendimizi muvahhidlerin önde gideni zannederek hayatımızı şirk içinde geçirdiğimizin farkında bile olmadan ebedi cehennemi hak etmemiz içten bile değildir. 

Ankebut s. 14. ayetinde Nuh as ın 1000 seneden elli sene eksik yani 950 sene kalması bazı kesimlerde farklı anlaşılarak böyle bir kalışın imkansız olduğu düşünülerek "olsa olsa aydır yıl falan olamaz" diyerek verilmek istenen sabır mesajını anlamakta zorlandıklarını görmekteyiz. Aynı kur'an kalem s. 48. ayetinde Yunus as ın sabırsızlığına vurgu yaparak "onun gibi olma" buyurur, Nuh ve Yunus as ları sabır ve sabırsızlık konusunda birlikte okuduğumuz zaman yine tebliğ sürecinde önümüze çıkan engellere karşı nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği Nuh as örneğinde bizlere öğretilmektedir. Nuh s. ayetlerine baktığımız zaman Nuh as ın kavmine karşı uyguladığı tebliğ metodu onun ne kadar sabırlı bir kul olduğu hakkında bizlere bilgi vererek örnek almamızı sağlamaktadır. 

Sabır, tebliği sürecinde önümüze çıkan engelleri aşmak konusunda bizlere lazım olan bir şeydir , Nuh as bunu kendisi yaşayarak bizlere örnek olmuştur. Allah cc Nuh as a gemi yapmasını emretmesi yine bir sabır örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü teknik ile bir geminin yapımının bile uzun bir sürede meydana geldiğinin düşünecek olursak , Nuh as ın yaptığı gemi acaba kaç yılda meydana gelmiştir? . 

Nuh as ın gemisinin hangi dağın tepesine indiği ve bu geminin kalıntılarının hala aranması kıssa ile ilgili verilmek istenen mesajın anlaşılmadığını olayın sadece yaşanmışlığı içinde düşünüldüğünün bir tezahürüdür. Allah cc Nuh as a bir gemi yapmasını emretmiş , bu gemiye iman edenleri ve hayvanları bindirmesini emrederek geri kalan insanları suda boğmuştur, bu olayı sadece bu şekil bir anlayış çerçecesinde düşünüp mesaj içerikli okumamak kıssayı eksik anlamak demek anlamına gelir.

Allah cc bir çok ayetinde kendisine iman edilmesini emretmekte , bu iman neticesinde insanların ebedi kurtuluşa erişeceğini , iman edilmediği takdirde ebedi cehennem azabı ile ceza göreceklerini beyan etmiştir. Bu anlatımlar iddia olup karşılığı ölüm sonrası görülecektir, bu tür iddiaların ispatı kıssalardaki anlatımlarda karşımıza çıkarak , Allah cc nin iddiası ispatlanmış olmaktadır.

Bu iddianın ispatını Nuh as örneğinde şöyle anlayabiliriz. Allah cc Nuh as ı kavmine göndererek şirki terketmelerini tek ilah olan Allah cc ye kulluk etmeleri gerektiğini tebliğ etmesi için onu elçi seçmiştir. Kavmi bu tebliğe olumlu yanıt vermeyerek onu red etmiş ve ilahlarını asla terketmeyeceklerini Nuh as a haykırmışlardır. Nuh as onlara bu yaptıklarının karşılığının ebedi cehennem olarak geri dönceğinin söylemesine rağmen onlar bu haberi ciddiye almayarak "hadi getirde görelim" diyerek rest çekmişlerdir. 

Allah cc kavminin bu resti karşısında ona gemi yapmasını emrederek iman edenlerin bu gemiye binerek kurtulmalarını sağlar. Şimdi bu kıssayı günümüze getirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz; Geminin Nuh as a iman edenleri kurtarmasının karşılığı bugün elimizde olan kitap'tır , bu kitap insanlara tek olan Allah cc ye iman etmelerini tavsiye etmekte bu tavsiyeye uyanların ve uymayanların akıbetlerinin ne olduğunu aynı kitap içinde beyan etmektedir. Kitaba iman ederek gereklerini hayatlarında yerine getiren insanlar gemiye binerek kurtulanlar ile aynı durumda olmakta , kitaba iman etmeyenler ise gemiye binmeyerek helak olanlarla aynı durumda olmaktadır. Bu canlı ve yaşanmış bir örnek olup tabiri yerindeyse işin şakasının olmadığını bizlere göstermektedir. Geminin kalıntılarını aramak yerine, gemi üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıp kurtulanlardan olmayı seçmek daha akıllıca bir yöntemdir.  

Sonuç olarak; Nuh as kıssası yaşanmış bitmiş bir kıssa değil her an yaşanmaya devam eden bir kıssa olarak capcanlı olarak karşımızda durmaktadır. Nuh as ın Allah cc nin dışında kulluk ettikleri putların sadece isimleri değişmiş isimleri falan kitap , feşmekan zat olmuş ama işlev olarak aynı şekilde günümüzde yaşamaya devam etmektedirler. Gemi objesi üzerinden verilmek istenen mesaj ise yine canlı olarak yaşamaya devam ederek gemi ile kur'anı aynileştirerek düşündüğümüz takdirde o gün gemiye binerek helaktan kurtulanlar , bugün ve yarın kur'ana iman ederek helaktan kurtulacaklardır.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Temmuz 2014 Salı

İbrahim a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Taşımak (Ateşe Atılması)

Kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız en önemli konu olan , kıssaların anlatılma amacının sonrakilere örnek olması meselesi, atamız İbrahim as kıssasında da unutulmaması gerekmektedir. Kıssa okumalarında en büyük sorun , anlatılan kıssanın sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde bırakılarak okunması olup, kıssanın mesaj verme özelliğini kaybettirmektedir. "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" veya "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu şeklinde izah edebileceğimiz okuma metodlarını , modernist okumaların bir açmazı olarak gördüğümüzü ifade edelim . Bu şekil bir okuma İbrahim as kıssasındaki onun ateşe atılması konusu etrafındada yapılarak olayın gerçek olarak yaşanmadığı , mecaz bir anlatım olduğu şeklinde düşüncelerin ortaya atıldığı konu ile alakalı olanların malumudur. 

İbrahim as, kavminin hükümdarı , babası ve kavmi ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetleri buraya almaktan ziyade bu mücadelenin bizlere dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda düşünmeye çalışarak bu mücadelesinin ateşe atılmak sureti ile sona ermiş olması akabinde gelişen olayların bizler tarafından nasıl anlaşılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

İnsanları ve cinleri sadece kendilerine kul olsunlar diye yaratan Allah cc , şeytanın ayartmaları sonucu bir çok kulunun bu yoldan sapması üzerine elçiler gönderip onlara vahyederek yaratılış amaçlarını onlara hatırlatmış ve kendinden başkalarını ilah ve rab olarak kabul etmemelerini istemiştir. Kur'anda kıssası anlatılan elçiler bu yolda canla başla gayret ederek insanlara vahyi tebliğ etmeye çalışmalarına rağmen , bir çok insan bu vahyi red etmiş , red etmekle kalmamış kendi ilahlarını yüceltmeye devam ederek o elçilere güç ile karşı koymuşlardır.

Elçiler ve onlara tabi olanlar bu engellemelere karşı can siperane karşı durarak vazifelerini yerine getirmişlerdir , elçilerin bu sünnetleri bizler için önemli bir mesaj olarak okunması gerekmesine rağmen kıssa içinde anlatılan bazı olayların akli olarak izah edilememesinden hareketle bu olayların olmadığı , anlatımın hakiki değil mecazi olabileceği düşüncesi bir kısım insanlarda hakim olmuştur. Kur'anda mecazın varlığı red edilmeyecek bir olgu olmasına rağmen , hangi anlatımın mecaz olabileceği veya olamayacağı konusuna dikkat edilmesi gerekmektedir.

İbrahim as ın, kendisine tevdi edilen elçilik görevini yılmadan bıkmadan usanmadan sonuna kadar yerine getirmeye çalışarak kavminin şirk koşmakta olduğu putları kırması onun bize örneklik olması açısından okunması gerekmekte , başına gelebilecek muhtemel tehlikeleri hiçe sayarak bunu yapması ve Allah cc nin yolunda canını dahi hiçe saymış olmasını mecaz bir anlatım olarak görmek mümkün değildir. İbrahim as ı ateşe kadar götüren olayları bir bütün olarak okuyup bütün olanları gerçek olarak anlamak kıssayı doğru anlamanın gereğidir , şayet ateşe atılmaya kadar geçen olayları hakiki ateşe atılma ve sonrasını mecaz anlayacak olursak bu çelişkili bir okuma olacaktır. Başına gelen olay canlı ve gerçek olarak yaşanmış olan, kavminin putlarına karşı yapmış olduğu eylem sonucunda olmuş olması ve akıbetinin ateşe atılmış olmasının mecaz görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur. İbrahim as ın ateşe atılmasına kadar gelişen olayları doğru bir biçimde okuyup gereki olan mesajı aldıktan sonra onun ateşe atılmasını ve ateşten kurtarılmasını daha kolay anlayabileceğimizi düşünüyoruz.

Allah cc bir çok kur'anda ayetinde elçilerine ve inananlara karşı yardım etmesinin kendi üzerine bir vazife olduğunu beyan etmektedir. Allah cc nin üzerine borç olarak beyan ettiği bu yardım bir kurala bağlanmış olup kimseye yattığı yerden gelmemektedir. İbrahim as başta kavmin hükümdarı , babası ve kavmi ile bir ömür mücadele ederek geri adım atmadan vazifesini yerine getirmiş olması Allah cc nin yardım vaadini hak ettiğini göstermektedir.

Kavminin bütün putlarını kırarak en büyük putu hariç tutması , ve putların ne kadar aciz birer varlık olduklarını kendi dilleri  ile kavmine itiraf ettirmiş olması bardağı taşıran son damla olmuş ve kavmi tarafından ateşte yakılmak sureti ile öldürülmek istenmiştir. İbrahim as a yapılacak olan bu korkunç muamele ve onun böyle cezadan kurtulmak için af talep etmemiş olması yine örneklik olarak okunması gerekmektedir. Yaratılmış olan insanların onu yakmak için kurdukları ateş tezgahının büyüklüğünün ahiret ateşi ile mukayesesi bile yapılmayacak kadar küçük olduğunu çok iyi bilen İbrahim as böyle bir cezadan kurtulmak için af dileyip ahirette ebedi olarak ateş içinde kalmaktan kurtulmuştur.

Aynı şekilde Musa as kıssasını hatırlayacak olursak , firavunun büyücüleri karşısındaki galibiyeti sonucunda büyücülerin Musa as iman etmiş olmaları karşısında firavunun öfekelenerek onları korkunç bir şekilde cezalandırma tehditlerine boyun eğmemişler ve dünyadaki saadeti terkederek ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bu anlatımlar bizler için canlı hayat içinde yaşanmış örneklikler olarak okunması gerekirken başka taraflara çekilip mesajından uzaklaştırılarak okunması sonucu kur'an ölü bir metin haline sokulmuş ve yaşanan hayata herhangi bir mesajı olup olmadığı konusu göz ardı edilmiştir.

Allah cc bir çok ayette dünya hayatının geçici olduğu, asıl olanın ahiret yurdu olduğu, dünya hayatındaki kazanımlarımızın ebedi hayatımızdaki yerimizi belirlediğini beyan etmiştir. Dünya hayatındaki hayal edebileceğimiz en büyük servet dahi ahireti satmamıza değecek kadar değerli olmadığı yine kitabın içindeki ayetlerde beyan edilip, canını cennet karşılığı satanların yaptığı alışverişin ne kadar karlı olduğu haberi verilmiştir. Atamız İbrahim as işte böyle bir alışverişe gözünü kırpmadan girmiş ve bizlere örnek olmuştur. Şayet dünya ateşi içinde yanmayı göze almayıp af dilemek yoluyla kurtulmayı seçseydi, kurtulduğu ateşi arayacağı sonsuz bir hayatın onu beklediğini çok iyi biliyordu.

Allah cc nin kendisine dünya ve ahirette yardım edeceği vaadine hiç tereddüt etmeden iman eden İbrahim as ın atıldığı ateş ona "soğuk ve selamet" bir yer olmuş olmasını mecaz olarak görmek Allah cc nin yardım vaadini , İbrahim as ın örnekliğini göz önüne almadan kur'an perspektifinden olaya bakmamanın bir tezahürü olduğunu düşünmekteyiz. Allah cc nin sünneti olarak ifade edilen elçilerine yardım sözünün lafta kalmadığı kimsenin güç yetiremeyeceği bir durumda onlara yardıma koşmuş olmasını ifade eden, ateşin soğuk ve selamet olmasını sünnetullahın çiğnenmesi olarak görmek yapılabilecek en büyük yanlış anlama örneğidir.

Sünnetullahı , Allah cc nin değişmez kuralı olarak okuyup ateşin yakma özelliğini göz önüne getirip elçilere ve inananlara yardım sünnetini görmezden gelmek kitabı tersten okumaya bir örnektir. İbrahim as örneğinde insanların tehdidine boyun eğmeyerek canını hiçe sayanların alacakları vaad edilen karşılık yine lafta kalmamış gerçek olduğu göz ile canlı olarak gösterilmiştir. İbrahim as ölümden kurtulmak için dünyadaki ateşte yanmayı göze alarak ahirette "soğuk ve selamet" bir yurtta ebedi olarak yerleşmeye hak kazanmıştır.

Ateşin "soğuk ve selamet" olmasını sünnetullah yasaları gereği yakmama özelliği açısından değilde , kafirlerin tehditlerine boyun eğmeyerek ölümü göze alanların ahirette karşılaşacakları vaad edilen yerin gerçek hayat içinde canlı bir örneği olarak gösterilmesi açısından okuduğumuz zaman "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu dediğimiz kıssadan herhangi bir mesaj alma kaygısı olmadan okunması yanlışına da düşülmemiş olacaktır.

Ateşin "soğuk ve selamet" olması demek dünya hayatında kafirleri boyun eğmemek suretiyle onlara karşı canını ortaya koyanlara vaad edilen cennetlerin lafta kalmayan kuru iddialar olmadığı , İbrahim as örneğinde canlı bir ispatı olduğunu göstermesi açısından okunduğu zaman , metin üzerinde tahrifat yapma pahasına bile bu olayı aklileştirme çabalarının ne kadar boş olduğunu gösterecektir. İbrahim as ın ateşe atılıp ateşin ona "soğuk ve selamet" olmasını kafirlere itaat etmeyerek ateşten kurtulmayı ve cennet nimetleri ile karşılıklandırılma olarak anlamak kıssayı bağlamı içinde okumak anlamına gelecektir.

Bu göz ile okunan bir kıssa yaşanmış bitmiş bir masal olarak değil ileriye dönük mesajları olan örneklikler olarak görülecek olup kur'anı ölü bir metin haline dönüştürme hatasına düşülmemiş olacaktır. Mecaz olarak okunan bu olay , İbrahim as ı bu olaya götüren eylemleride doğru anlamamayı beraberinde getirecek olup bunun örneği maalesef görülmektedir.Kendilerini özellikle "hanif" olarak lanse eden bir takım insanların İbrahim as ın dün kırdığı putların benzerlerinin önünde secde ve kıyam etmeleri onların bu kıssaları ne kadar anladıklarını !! göstermektedir. 

Sonuç olarak; kur'an kıssaları içinde anlatılan bazı olayların sünnetullah dediğimiz yasalara aykırı olarak görülerek yine sünnetullah olan , Allah cc nin yardım sözünün gerçekleşmesi , kullarına vaad ettiği ahiret nimetlerinin gerçek olduğunun haberi gibi mesajlar içermiş olması gözü ile okunarak, olmuş bitmiş bir olay olmaktan kurtarılıp yaşanan hayata dair mesajları olan örneklikler olarak okunması kitabı ölü bir metin olarak okunmaktan kurtaracaktır. Tarih boyunca elçilerin örnekliğinde gösterilen şirk ile mücadele örneği atamız İbrahim as örnekliğinde bizlere can ve mal noktasında takınmamız gereken tavrı öğreterek insanların ateşine karşı çıkmanın, Allah cc tarafından "soğuk ve selamet" olan bir yurtta edebi olarak yaşamayı beraberinde getirdiği anlatılmaktadır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Temmuz 2014 Pazar

Hadid s. 22-23. Ayetlerini Uhud Harbi Örneğinde Anlamak

Kader konulu tartışmalar ümmetin yüzyıllardır üzerinde tartıştığı , fakat fikirbirliğine varamamış  olması nedeniyle gündemden düşmeyen konulardandır. İlk kur'an nesli bizlerin tartıştığı türden kader konulu bir tartışmaya girmemiş olup , bu tartışmaların başlangıcı Muhammed as ın vefatı sonrası meydana gelen olaylar sonrası diyebiliriz. Tarihimizde meydana gelen fitne olaylarının başını çekenler işlemiş oldukları cinayetleri örtbas etmek için bu cinayetlere kılıf uydurarak masum göstermek amacıyla "saray alimi" denilen kişileri kullanarak sultanlara uygun fetva vermelerini sağlamışlar, kendilerini temize çıkarmak amacıyla "kadere iman" başlığı altında imanın şartlarına yeni bir kategori ekleterek bu yanlış düşünceleri bu güne kadar taşımışlardır. 

Maksadımız kader konusunu irdelemekten ziyade bu konuya delil getirilen ayetlerden olan hadid s. 22-23. ayetlerini, yaşanmış bir olay olan uhud harbi ile bağını kurarak kur'an tarafından bakarak nasıl okunabileceğini görmektir. Kur'an klasik anlamda kader konusuna getirilen tarifi asla kabul etmemekle birlikte , ayetlerde geçen "yazmak" kelimesinin istismar edilmesi nedeniyle çok farklı bir boyuta çekildiği görülmektedir. 

 Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
 [057.022] [E0] Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.

Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
[057.023] [E0] Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez.



 Bu ve benzeri ayetler insanların haşa sanki Allah cc nin elinde bir kukla gibi onun istediği gibi , onların herhangi bir dahli olmadığı bir inanca yönlendirmiş ve büyük bir atalete düşürmüştür. 

Kur'an yaşanan hayat içinde 23 sene içinde peyderpey inen bir kitap olması onun dinamik bir hayat içinden örnekleri olduğunu göstermesinin yanında , bizlerin bu örnekleri okuyarak hem itikadımızı hemde yol haritamızı çizmemizi sağlar. Uhud harbi yaşanmış bir örnek olup , bu harbin öncesi ve sonrası ile ilgili ayetler bizler için önemli mesajlar taşımaktadır.

Hadid s.22-23. ayetleri , Allah cc nin arz üzerinde koyduğu bir takım kurallar olduğunu , meydana gelen bütün olayların sebeb sonuç ilişkisi dahilinde cereyan ettiğini beyan etmesi bakımından okunduğu zaman, meydana gelen bazı olayların çalışma gayret etme gibi bir sebebe bağlanarak , başarı gibi bir sonuca nasıl gittiğini göstermesi açısından uhud harbi ile birlikte okunarak daha doğru anlaşılabilir. Uhud harbini en doğru olarak yine kur'andan al-i imran suresinde okuyabiliriz.

[003.121]  Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
[003.122]  O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
[003.123] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
[003.124] O zaman sen müminlere: «Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.
[003.125]  Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbınız, size nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
[003.126]  Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.
 [003.127]  Küfredenlerden bir kolu kessin veya perişan etsin de hayal kırıklığına uğramış olarak dönüp gitsinler diye.
 [003.128] Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır.
 [003.129]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

Uhud harbi öncesi diyebilecğimiz ayetler bu şekilde olup , harbin sonrasını anlatan ayetler şunlardır. 

  [003.140] Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
 [003.141]  Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
 [003.142] Yoksa içinizden Allah cihad edenleri ve sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
 [003.143]  Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.
 [003.144]  Muhammed; sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür veya öldürülürse; geriye mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse; Allah'a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenlerin mükafatını verecektir.
[003.145]  Allah'ın izni olmaksızın hiç kimsenin ölmesi söz konusu değildir. O süresi belirli bir yazıya bağlıdır. Kim dünya kazancını isterse ona ondan veririz. Kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri ödüllendireceğiz.
 [003.146]  Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.
 [003.147]  Dedikleri ancak şu idi: «Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et».
[003.148]  Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasiyle verdi. Allah işlerini iyi yapanları sever.
 [003.152]  And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur.
[003.153]  Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
[003.154]  Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı; De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır». Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
 [003.155]  İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir.
[003.156]  Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
[003.157]  Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
[003.158]  And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.
[003.159]  Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
[003.160]  Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
[003.165]  (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
 [003.166]  İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyleydi. Bu; mü'minleri belirtmek içindi.
 [003.167] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara «Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!» denilmişti. Onlar: «Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik» dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.
 [003.168]  Onlar oturup, kardeşleri için: «Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi» dediler. De ki: «Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın».
 [003.169]  Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.
 [003.170] Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinerek arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara; kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini, müjdelemek isterler.
[003.171]  Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
 [003.172]  Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
 [003.173] İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.
 [003.174]  Sonra da kendilerine hiçbir keder dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah'ın hoşnutluğunun ardınca gittiler. Allah, daha da çok bir lütuf sahibidir.

 Yukardaki ayet meallerine sadece uhud harbinin gidişatını öğrenmek açısından bakmayıp , Allah cc nin harb ile ilgili olarak koymuş olduğu evrensel kuralın nasıl işlediği açısından baktığımız zaman önemli mesajların olduğu görülecektir. Bedir de galip gelen müslüman ordusunun , uhud yenilgisini hazırlayan olaylar ilgili ayetlerde anlatılarak galibiyet için gerekli olan şartların yerine getirilmeyerek gevşemek ve isyan etmek sureti ile mağlubiyetin geldiği anlatılmaktadır. Gevşeyen ve isyan eden müslüman ordusunun bu zaafından faydalanan müşrik ordusu müslümanlara galebe çalarak onları yenilgiye uğratmış olmalarını hadid s. 22-23. ayetlerine bağlayarak bu iki ayeti anlamak kolaylaşacaktır.

Hadid s. 22. ayeti arz üzerinde veya bizim üzerimizde meydana bir olayın belirli bir kural dahilinde sebeb sonuç ilişkisi kuralı dahilinde meydana geldiğini beyan ederek uhud harbi ayetleri örneğinde bunları göstermekte , 23. ayet ise kaybedilene üzülüp birbirini suçlamak yerine mağlubiyeti getiren sebebleri anlayıp böyle bir hatanın tekrar edilmemesi gerektiğini anlatmaktadır. 

Hadid s. 22. ayetinde başımıza gelen olayın "bir kitapta olması" demek, bu olayın böyle olacağının önceden ezeli olarak yazılmış olduğu şeklinde anlaşılmasını gerektirmez. Burada Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmiş olması tartışmaları gündeme gelecek olup onun başımıza gelecek olanları önceden bilmesi ile olaylara müdahil olmaması birlikte düşünülmelidir, aksi takdirde madem böyle bir olayın başımıza geleceği önceden yazılmış bizim bu olayda herhangi bir suçumuz neden olsun deyip başımıza gelen olaylardaki suçu direk Allah cc ye yüklerizki bu çok yanlış bir durumdur. 

Hadid s. 23. de "Şunun içinki gaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmiyesiniz, Allah çok öğünen kurulanın topunu sevmez" şeklinde buyurulması ile al-i imran 153-154. ayetleri ile bağlamak mümkündür. Bedir harbinde galip gelen ordunun bu savaştaki galibiyetinin onları kuru bir güvene sevketmemesi gerektiği sebeblere riayet etmemenin sonucunda böyle bir durum başlarına geldiği , ancak uhud yenilgisininde bitiş olarak görülmemesini hatırlatır. Al-i imran s. 140 da "günlerin insanlar arasında tedavül edilmesi" demek seçilmiş bir insan gurubu olmadığı müslüman ve kafir ayrımı olmadan oyunu kuralına göre oynayanın başarılı olacağı haberi verilmektedir. Rum s. ilk ayetleri bunun yaşanmış bir örneğini vererek iki kafir ordudan birinin Allah cc nin yardımı ile galip gelmiş olmasını ancak böyle izah edebiliriz.

Allah cc nin başımıza gelen olayları önceden bilmesi onun kendi sahasına giren bir durum olup , bizlerin bunu tartışmaktan ziyade kainat yasalarını okuyarak sebeb sonuç ilişkisi dahilinde olayların geliştiğini unutmadan sebeblere yapışmak olmalıdır. Allah cc ye "bilmezlik" gibi sıfat yakıştırmak kabul edilir bir şey olmamakla birlikte , kur'an ayetlerinde "kitab"(yazma) kelimesi ile ifade edilen ayetleri ezelden başımıza gelecek olan şeyin yazılması olarak değil kuralların konulmuş olması olarak anladığımızda bu tür tartışmalara gerek bile olmadığı görülecektir. 

Hadid s. 22-23. ayetini, klasik anlamda başımıza gelenlerin ezelde yazıldığı şeklinde anlayarak uhud harbi ile ilişklendirecek olursak uhud harbi sonrası başımıza gelenlerde bizlerin bir suçu olmadığı nasılsa böyle bir mağlubiyetin önceden yazılmış olduğu siz ne yaparsanız yapın bu mağlubiyetin kaçınılmaz olduğunun bildirilmesi gerekirdi , ama ayetlerde böyle bir anlatım asla görülmemekte , gelen yenilginin müslüman ordusunun zaafı neticesinde yani ordunun içindeki askerlerin gevşemesi neticesinde geldiği beyan edilmektedir. 

Başımıza gelen herhangi iyi bir şeyi kendimizden , kötü bir şeyi kendi dışımızdaki birine yüklemek şeklinde işin içinden sıyırılarak mesuliyetten kaçmak insanın genel karaktedir. Kur'an geneline baktığımızda başımıza gelen herhangi bir olayın mesuliyetinden sıyrılmak için suçu başkasına atmayı müşriklerin bu şirklerini Allah cc ye yüklemelerinden anlamaktayız.

 [006.148] Müşrikler, «Allah dileseydi babalarımız ve biz şirk koşmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık» diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara «Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz» de.

Allah cc sanki onlara müşrik olun şeklinde bir zorlamaya tabi tutmuş, onlarında bu zorlama neticesinde müşrik olduklarını beyan etmeleri , yaptıkları zulmü kendilerinin değil Allah cc nin ezelde yazdığı için işlediklerini söyleyen zalim emevi sultanlarının fikir babalarının kim oldukları enam s. 148 ve benzeri ayetlerde ortaya çıkmaktadır.

Allah cc insanları yaptıkları karşısında ahirette cennet veya cehennem ile karşılıklandırması , o insanların hak etmeleri sayesinde olduğu bir çok ayette beyan edilmektedir. Allah cc insanların cennete ve cehenneme gideceğini ezelde yazmış demek kişinin iradesini ortadan kaldırıcı bir düşünce olup haşa Allah cc nin adaleti ile bağdaşır bir durum değildir. Kullarının yaptıkları karşılığında nereye gideceğini önceden bilip bilmediği konusu bizlerin alanına giren bir konu olmayıp tartışmanın herhangi bir getirisi yoktur. Bu durum onun kendi alanına has bir durum olup oturup bunları konuşmak gereksiz fikir ayrılıklarını beraberinde getirecektir.

Kader konusunda yapmış olduğumuz hatalardan biriside kelimenin anlamının, "her şeyin üzerine konulmuş olan  kurallar bütünü" olduğunu unutarak , Allah cc nin bilgisinin sınırları üzerinde mütalaalar yapmaktır. Bizler önce kul olarak sınırlarımızı tesbit etmek sonra bu sınırlara riayet etmek durumundayız. Allah cc nin yapacaklarımız önceden bilip bilmemesi tartışmalarını bu sınırları zorlamak olarak düşündüğümüzü , bu konu ile ilgili bilgilerin yine kur'anda mevcut olduğunu , yunan felsefesinden etkilenerek ortaya atılan düşüncelerin kur'ana onaylatılması olarak gördüğümüz zorlama düşünceler ile vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Hadid s. 22-23 ve benzeri ayetleri doğru anlamaya en büyük engel kur'ana rağmen ortaya atılmış kader inancını kur'ana onaylatma çabası çerçevesinde bir okumaya tabi tutup , bu düşüncelere payanda yapılmaya çalışılmasıdır. Herhangi bir dış fikir baz alınmadan sadece kur'an genelinde ayetleri tefekkür etmeye çalıştığımızda kaçamak düşünceleri onaylayan bir noter kitabı değil , yaşanan hayatı okumaya yarayan bir klavuz ortaya çıkacaktır. 

Uhud harbi tarih içinde kalmış yaşanmış bitmiş hadise değil , o hadise içindeki olayların her zaman başımıza gelmesi muhtemel olaylar olup geçmişten ders çıkarmak şeklinde bir mesajı olduğu unutulmamalıdır. Müslümanlar olarak kendimizi seçilmiş has kullar olarak görmeyi bırakıp dünyadaki bütün insanlar için geçerli olan kuralların bizler içinde geçerli olduğunu unutmadan dün uhud harbini ve elimizdeki mushafta yazılı olan hadid s. 22. 23 ayetlerini bugünde birlikte okumamız gerekmektedir. 

 Yaşadığımız bu günler içinde özellikle israil tarafından filistinli müslümanlara uygulanan zulüm bizlerin uhud ve benzeri yenilgilerden ders çıkarmadığımızı göstermektedir. Bedir harbinde kurallara riayet ederek galip gelen ordunun , uhud harbinde kurallara riayet etmediği için yenilmesi kurallar dahilinde hareket eden kim olursa müslüman veya kafir farketmeden galip gelen tarafın o taraf olacağı hatırdan çıkarılmış, bugün israil ve  benzeri müstekbirlerin nasıl alt edileceği ,kur'andan alınan örneklerle değil sadece sözlü dualar ile yapılabileceği şeklinde bir düşünce hasıl olmuş, fakat bu tür tek taraflı bir eylem oyunun kuralına uygun olmadığı için lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılır olmuştur.

Sonuç olarak ; hadid s. 22-23. ayetleri insanı başına gelenlerden Allah cc nin sorumlu olduğu inancına götüren ayetler değil , aksine başına gelenlerden insanın sorumlu olduğu ve arz üzerinde geçerli olan yasalar çerçevesinde cereyan eden olaylar olduğunu anlatmaktadır. Allah cc nin herşey üzerine bir kader koymuş olması demek geçerli olan yasalar anlamına gelmekte olup , bu yasalar onun "Errahman" ismi mucibince müslüman ve kafir ayrmı yapmadan bütün insanlar üzerinde geçerlidir. Geçmişimizdeki kara sayfaları yazanlar  Allah cc nin ayetleri üzerinde oynamalar yaparak kendi karalıklarını örtmek için kullanmış olmaları kendi karalarını örtmemiş , ama bu güne bizlere öyle bir itikad düşüncesi aşılamışki silmek mümkün olmamaktadır. Allah cc kainata koymuş yasalarda en ufak bir boşluk olmadığı yaş kuru ne varsa bir kurala bağlı olduğunu hatırlatması bizlerin o kurallar çerçevesi içinde hareket etmemizi gerektirmektedir. Kur'anın canlı hayat içinden verilen örneklerle dolu mesajlar içermesi dikkate alınarak okunması sonucunda uhud harbi yaşanmış bitmiş bir harb değil sebeb sonuç ilişkisi içinde meydana gelmiş canlı örnek olarak evrensel mesajları olan bir olay , hadid s. 22-23. ayetlerinin bu ve benzeri olayların belirli yasalar içinde cereyan ettiğini anlatan ayetler olarak okumak kitabımızı ölü bir metin olarak değil canlı bir hayat klavuzu olarak okumamızı sağlayacaktır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Zülkarneyn ve Davud a.s Örneğinde Demirin Gücün Elinde Yön Bulması

Kur'an kıssalarını eskilerin masalları şeklinde değilde, yaşanmış hayattan örnekler olarak ibret almak kastı ile okuduğumuz takdirde, bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kendimiz için bir çok örneklikler çıkarmamız mümkündür. Bu yazımızda Zülkarneyn ve Davud as kıssalarındaki anlatımları esas alarak, gücün insan elinde şekillenmesi ve bu gücün kullanımı hakkında örneklikler çıkarmaya çalışacağız. 

Demir , Allah cc nin insanlara lutfetmiş olduğu güç kaynağı olup bu durum hadid s. 25. ayetinde şu şekilde beyan edilmektedir. 

  [057.025]  Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir.

Hadid s. 25. ayetinde dikkati çeken 3 unsur olan, kitab-mizan-demir üçlüsünü bir araya getirerek insanların menfaatine kullanan elçilerin örneklerini kur'anda bulmaktayız. Süleyman , Davud , Zülkarneyn as lar bu üçlüyü doğru okuyup ve elde ettikleri gücü Allah cc nin kendilerine öğretmiş olduğu doğru biçimde kullanıma bir örnektir. Bu örnekliğin bu şahıslarda nasıl gerçekleştiğini kur'andan okuyup, günümüze bir mesaj olarak okumak ve aktarmak, kur'anı güncelleştirerek olarak okumanın bir gereği olduğunu düşünmekteyiz.

Davud as israiloğullarına mensub olan bir kişidir, Talut'un ordusunda bir asker olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu başarısı neticesinde Alllah cc tarafından elçi olarak seçilmiştir. 

 [002.251]  Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.

[034.010-11]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.

Davud as, savaş sanatını çok iyi bilen biri olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu sanatını elçi iken de konuşturmuştur. Allah cc nin ona demiri yumuşatmasını öğretmesi ona cibril'i göndererek öğretmesi şeklinde  olmayıp kendinden önce var olan bilgi birikimini kullanarak üzerine kendi bilgisini ekleyerek  en iyi bildiği bir işi dahada ileri götürme başarısını göstermesidir.Bizlerin bugün eksikliğini duyduğumuz en önemli konu, bu olup önceki bilgilerin üzerine yeni bilgi ilave edecek insanlar yetiştirememizdir. Davud as israiloğullarına gökten inen bir kişi değil onların içinde yetişmiş bir insandır. Allah cc nin kainat kitabını iyi okuyan israiloğulları kendi içlerinden bir Talut ve Davud çıkartarak calut ordusunu perişan etmişlerdir. Bu orduyu perişen ederlerken Allah onlara gökten melek indirmemiş olup oyunun kurallarına göre hareket ederek başarıyı yakalamışlardır. Bugün müslümanlarında aynı şekil bir çalışma ile bir Talut ve Davuda her zamandan daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır.

Kur'an da Davud ve Zülkarneyn, ikiside mülk ve güç sahibi olarak gördüğümüz şahsiyetler olup onlar ile ilgili ayetler sadece yaşadıkları zaman ve mekan çerçevesi dahilinde okunduğunda mesajı ıskalamış oluruz. Zülkarneyn'in kehf suresinde anlatılan kıssasında ye'cüc ve me'cüc fesadına karşı engel yapması için kullandığı madde demir ve bakır olduğu görülmektedir.

[018.096] «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.

Hadid s. 25. ayetine dönecek olursak, orada demirin güç sembolu olarak insanların hizmetine sunulduğu beyan edilmektedir. Bu gücün, elinde bulunan kişiye göre şekil aldığı unutulmamalıdır, Allah cc yaratmış olduğu insanın kafir veya mü'min olduğuna bakmaksızın kainat kitabı dediğimiz evrensel yasaları okuyanlar bu gücü eline geçireceklerdir. Tarihte bir çok örnek demiri işlemek sureti ile güç kazananların, bu güçlerini kötüye kullanmak sureti ile dünyayı nasıl fesada boğdukları herkesin malumudur.

Allah cc nin kainata koymuş olduğu ayetleri okuyarak ellerine bu gücü geçirenler sadece dünya hayatının geçici menfaatlerini düşünerek milyonlarca insanı katletmekten geri durmamışlardır. Bizler müslümanlar olarak kainat ayetlerini okuduğumuz müddetçe ilim ve teknikte gelişme sürecimiz devam etmiş , bu okumaları kafirler yapmaya başladığı zaman müslümanlar geriye kalmış ve bugüne kadar süregelen zulüm ve baskılara maruz kalmışlardır. 

Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu vahiyler olmayıp kevni ayetler dediğimiz ve o ayetleri okuyan herkesin mü'min veya kafir olduğuna bakılmaksızın çalışmalarının karşılığını vermesi onun "Errahman" isminin bir tecellisidir. Rahman olan Allah indirmiş olduğu kevni ayetleri doğru okuyarak o yolda çalışan kullarını çalışmalarında başarılı kılmaktadır. 

Bizler imanın sadece elçiler ile inen kitablara olacağını zannettiğimiz için diğer kitabı okumayı bırakıp, elimizdeki mushafı sesi güzel hafızlar vasıtası ile okuduğumuzu zanneder olmuşuz , halbuki müslüman önce kainat kitabını okuyacak ve bu okuma sonucu hakettiği imkanları nasıl kullanacağını eldeki mushaf tan öğrenecektir. Kainat kitabını okumadan sadece mushaftan okunan ayetler bizleri bu günkü durumumuzdan kurtarmadığına göre bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir. "Kur'an mekke de indi , kahire de okundu , istanbulda yazıldı" sözleri hepimizin bildiği bir söz olup, kur'anın güzel bir yazı ve güzel bir okumadan ibaret olduğunu bizlere anlatıp bunu yaptığımızda dört dörtlük bir imana sahip olacağımız maalesef inandırıldı.

Bugün kainat kitabını doğru okuyarak Errahman isminin tecellisine nail olan müstekbirler bu gücü nasıl kullanacaklarını, elçiler vasıtası ile inmiş olan kitab'lara iman etmedikleri için elde ettikleri bu gücü Allah cc nin istediği noktada kullanmayıp onlarda bir yerlerde yanlış yaparak insanlara zulmektedirler.

İşte kur'an kıssalarının önemi burada ortaya çıkmaktadır, insanlık tarihini kur'an gözü ile okuyacak olursak, zalim ve mazlumların savaşı olarak ifade edebileceğimiz bir durum ortaya çıkar. Allah cc göndermiş olduğu elçilere ve ona inananlara zulmedenleri helak ettiğini bir çok ayetinde beyan etmektedir.Bir çok ayet kendilerine güç , servet, evlat verilenlerin bu gücü Allah cc nin istediği doğrultuda kullanmayanların helak edildiğini ve bu durumu tekrar edenlerin kıyamet günü ebedi, olarak cehennnem ile cezalanadırılacaklarını beyan etmektedir.

Kendilerine verilen güç, servet, evlat gibi imkanların nasıl kullanılacağını yine elçilerin rol modelliği şeklinde onların böyle bir güç kazanımını nasıl kullandıkları anlatılarak bu durumda olanların nasıl hareket etmeleri gerektiği  öğretilmiştir. Davud as kıssası bu gözle okunması gereken bir kıssadır. Elçilerin klasik anlmada "sünnet" dediğimiz örneklikleri bu kıssaları anlamamızda ve hayata geçirme noktasında

Davud as askeri dehası sayesinde güç sahibi olmuş kul olarak güç sahiplerinin örnek alması gereken bir elçidir. Güç sembolu olan demiri kainat yasalarına uygun olarak işleyip başka insanlar üzerinde hakimiyet sağlayan Davud as bu gücü Allah cc nin kendisine vermiş olduğu vahiy ile birlikte okumuş ve hayata geçirmiştir. Davud as kıssasını okuayacak olursak elinde olan bu gücü insanlara zulüm için asla kullanmamış , aksine bu gücü verene karşı sorumlu olduğunu bir an bile unutmamıştır.

Elinde güç bulunduran insanların ekolojik dengeyi bozmaları sadece bir kaç yüzyıllık sorun olmayıp insanlık tarihinin bir sorunu olarak kur'anda yerini bulmuştur.

 [030.041]  İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde Fesad belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.
[002.205]  O, (Allahın emirlerine) sırt çevirdimi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.

Eline fırsat geçtimi fesada meyyal olan insanın bu fesadı, sadece insanları değil bütün arz'ı etkilemektedir. Amerikanın japonyaya attığı iki tane atom bombasının izleri hala silinememiş olması bu fesadın boyutunun ne derece korkunç olduğunu gözler önüne sermektedir. Dağların ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiğini beyan eden ayetler burada anlamını bulmaktadır.

[034.010-11]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
[021.079]  Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.

Üstteki ayetlerde Dağlar ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiği , kuşların ve dağların onun emrine musahhar kılındığı beyan edilmektedir, peki bu ayetlerden nasıl bir mesaj çıkarabiliriz?.

Tesbih kelimesinin anlamına , " varlıklar üzerinde Allah cc nin koymuş olduğu yasalar" diyebiliriz. Dağların ve kuşların Davud ile birlikte tesbih etmesi demek , Davud as ın elinde bulunan güç ile ekolojik dengeye herhangi bir fesada uğratmadan yani yaratılmışların tesbihlerini bozmadan bu gücü kullanmasını ifade eder. Dağların ve kuşların Davud as a musahhar kılınmaları bu konuyla alakalı olup , onun kendi kullanımına verilen bu nesneleri doğru biçimde kullanması ve arz üzerindeki dengeyi bozmaması olarak anlaşılabilir.

Bu gün dünyanın içinde bulunduğu en büyük sorunlardan biri olan çevre sorunlarının baş sebebi gücü elinde bulunduran müstekbirlerin dünyayı babalarının çiftlikleri zannedip , orada her istediklerini yapabileceklerini zannetmeleridir. Aynı müstekbirler çevreye verdikleri felaketin farkında olarak hem önlemler almaya alışmakta , hemde bu fesadı olanca güçleri ile devam ettirerek ekolojik dengeyi bozmaktadırlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin yaşama hakları olduğunu zannedenler , yaydıkları fesadın kendilerinede çarptığını görmekle beraber bu azgınlıklarından vaz geçip dünyada kendilerinden başka insanların , bitkilerin hayvanların v.s ninde yaşama hakları olduğunu görmezlikten gelmektedirler.

Zülkarneynin'de aynı şekilde ordusu ile çok geniş bir coğrafya'ya hakim olan birisi olduğu kehf suresinde anlatılan kıssasından anlaşılmaktadır. Ye'cüc ve me'cüc ün fesadına karşı yardım isteyen kavme demiri kullanarak set yapmış ve bu set yapam karşılığında onlardan herhangi bir ücret istememiştir. 

Bugün ulusların birbirleri ile olan ilişkisine baktığımızda tam bir kurt kuzu ilişkisinin hakim  olduğu görülmektedir. Müstekbirler karşılarında olanı ezmek için her türlü yola başvurmakta olup onların güçsüzlüklerini fırsat bilerek olanca güçleri ile onları ezmektedirler. Yardıma muhtaç olan bir ülkeye hiç bir ülke babasının hayrına yardım etmemekte , kısa ve uzun vadede onu sömürmek için bu yardımı yapmaktadır. 

Sonuç olarak; kur'an kıssalarını geçmişte yaşanmış hayat içinden geçmişlerin örnekleri olarak, yaşanan hayat içindeki sorunlara çare olacak mesajlar olarak okumak,kur'anın evrensel mesajını okumak anlamına gelecektir. Davud ve Zülkarneyn kıssası da böyle bir mesaja sahip olup, anlaşılması ve hayat içinde tatbiki gereken mesajlar içermektedir. Demirin güç sembolu olarak elinde bulundurana göre şekil kazanması, günümüzde bu gücün müstekbirlerin elinde olmasından dolayı dünya büyük bir fesad hareketi içinde olup insanlar ve ekolojik denge tehdit altındadır. Allah cc kainat yasalarına koymuş olduğu ölçü içersinde bu ölçülere göre çalışanı Rahman ismi gereğince muvaffak kılar , ancak bu muvaffak kılması o insanların istedikleri gibi hareket etmelerini gerektirmez. Allah cc nin elçiler ile indirmiş olduğu hatırlatmalar içinde olan ayetler , güç sahiplerinin nasıl hareket edeceğini düzenler. Kıssa yollu anlatım uslubu içinde geçmişte kendisine güç verilenlerin bu gücü yanlış ve doğru biçimde kullanmaları neticesinde uğradıkları ve uğrayacakları akıbet aynı vahiy içinde beyan edilmiştir. Davud ve Zülkarneyn örneği bu gücü doğru kullananlara bir örneklik teşkil etmekte olup, bugün bizlerin böyle insanlar çıkaramamış olması Allah cc nin kitabını, sadece elçilere göndermiş olduğu kitaplar zannedip  onlaraa iman ettiğimizi dil ile söylemekle cennete gideceğimizi zannederek vebalini dünya ve ahirette ödemek durumunda olduğumuz bir hal içinde bırakmıştır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yunus a.s Örneğinde Kıssaları Hayata Aktarmak

Kur'an kıssa yollu anlatım metodu ile muhataplarına vermek istediği mesajı gözlere ve kulaklara hitap ederek zihinlerde daha kalıcı bir yer tutmasını sağlamıştır, hangi birimiz yıllar önce seyrettiğimiz herhangi bir sinema veya tiyatro eserini dün seyretmiş gibi hatırlamayız?. Kur'an bizden öncekilerin geçmiş yaşantısını kıssa olarak anlatmak ile bizlerin  hisse almasını sağlamak olması gerçeği, çoğunluk tarafından doğru okunamamış ve "aya değil parmağa bakmak" veya " kıssa içinde dönüp dolaşmak metodu şeklinde okunmuş ve eskilerin masallarına dönüştürülmüştür. 

Kur'an kıssalarını 2 farklı okuma başlığı altında toplarsak, 1- geleneksel tefsir metodu içinde gördüğümüz kıssa içinde dönüp dolaşarak yaşandığı zaman ve mekana hapseden bir okuyuş , 2- bu okuyuşa tepki olarak, özellikle mucize olarak nitelenebilecek olayların yorumlarında mecaz olarak anlaşılması gerektiği şeklinde akılcı bir okuyuş şeklinde özetleyebiliriz. Her iki okuyuşun ortak noktası kıssanın mesajını anlamamak olarak ortaya çıkmakta olup problemli bir okuyuş olduğunu düşünmekteyiz. 

Bu metodlar çerçevesinde yapılmış olan okumaları eleştirmekten ziyade teklif ettiğimiz metodu anlatarak, bu  metod içinde yaptığımız okuma örneklerini paylaşmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz metod kısaca şöyledir; kıssaları yaşanmışlığı içindeki anlatımları gerçek olarak anlayıp bu gerçekliğin bizlere verdiği mesaj ne olabilir? sorusunun cevabını aramak şeklinde özetleyebiliriz. Bu yazımızda Yunus as kıssası üzerinde durarak o kıssa üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj nedir? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

 Önce Yunus as kıssasını kısaca hatırlayalım; Yunus as ı Allah cc kavmine elçi olarak seçmiş ve onları tevhide davet etmesi için görevlendirmiştir, ancak kavminin inadı karşısında bir gemiye binerek kavmini terketmiş ve gemiden denize atılarak balık tarafından yutulmuş ve balığın karnında ettiği dua ile kurtarılmış, yeniden kavmine dönmüş ve o kavmi ona iman ederek helak olmaktan kurtulmuştur.

Yunus as ın kıssasını kur'anda bu şekilde anlatıldığını görmekteyiz, geleneksel okuma onu yutan balığın cinsini tartışmış , modernist okuma böyle bir olayın aklen olmasının mümkün olmadığı olayın mecaz olduğu yönündeki yorumlar ile kıssayı okumaya çalışmıştır. Olayın mecaz olup olmadığını tartışmaktan ziyade , olayı hakiki olarak anlayıp bu hakikat üzerinden bizler nasıl bir mesaj çıkarabiliriz sorusunu cevaplamaya çalışalım. 

Yunus as kavmini terketmesi öncelikle tebliğ görevi ile ilgili olarak okunmalı ve öncelikle Muhammed as a bu terkediş örneği verilerek "onun gibi olma" emri verilmekte, bu emir bizler için de geçerlidir. Müslümanlar dan olmak iddiasında olmanın  gereklerinden birisi de Allah cc nin vahyini hayata aktarmak ve o vahyi başkalarına tebliğ etmektir, bu tebliğ sürecinde önümüze her türlü engelin çıkacağını bize örnekleri verilen elçilerin kıssalarında da görmekteyiz. Yunus as dışındaki elçiler bu süreç te sonuna kadar mücadele etmişler ve önlerine çıkan engelleri vahyin onlara çizdiği yol içinde göğüs germişlerdir. 

Yunus as kavmini terkederek yaptığı hatayı ancak denize atıldığı zaman anlamış ve bu hatasından dönerek tevbe etmiş ve tevbesi kabul edilerek görev yerine yeniden dönmüştür. Kavmini terkettikten sonra onun başına gelenleri kendimiz ile bir paralellik kurarak okumak bizlerin de bir anlık hata sonucu böyle bir duruma düştüğümüzde karşılaşacağımız sonuç noktasında Yunus as kıssasından örneklik çıkarmak durumundayız.

Hata yapmak insana has bir özellik olup , hatasını anlayıp geri dönüp tevbe etmek Allah cc nin insana açmış olduğu bir kapıdır. İnsan ne kadar ağır bir günah işlemiş olursa olsun kendisinin bu günahının Allah cc tarafından affedileceğini umarak ondan, yaptığı günahın affedilmesini isteyebilir. Allah cc nin affedici olduğuna dair bir çok ayet bunun gerçekliğini anlatmasının yanısıra Yunus as örneğinde bu affediciliğinin gerçek hayat içinde yansıması bizlere gösterilmektedir. 

Yunus as ın balığın karnında olduğu zaman kur'anda "zulumat" (karanlık) kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelime den hareket ederek balığın karnında olmasını ve bu zulumattan kurtulmasının bizim için ne ifade edebileceğini anlamak kolaylaşır.

 [021.087]  Zünnun'u (Yunus'u) da. Hani öfkelenerek gitmişti de Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken karanlıklar(zulumati) içinde: «Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben gerçekten zalimlerden oldum diye.» seslendi.

Enbiya s. 87. ayetinde balığın karnındaki halinin anlatıldığı "zulumat içinde" olmasının ne olduğunu bu kelimenin ifade ettiği anlamı kur'an genelinde okuyarak anlayabiliriz. Zulumat (karanlık) kelimesi nur (aydınlık) kelimesinin zıddı olup, bu kelime kur'anda hakiki ve mecaz anlam şeklinde kullanılmaktadır. Hakiki anlamını nuzül öncesi arapların kullandığı dil anlamında "gecenin karanlığı içinde etrafını görememek" şeklinde olup , kur'an nazil olmaya başlayınca bu kelimenin anlamı genişlemiş , "vahyi kabul etmeyerek ışıktan yani nur dan mahrum kalmak"  şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Allah cc zulumat içinde kalan kullarına her zaman tevbe kapısını açmış ve onları bağışlayacağını vaad etmiştir. Yunus as ın balığın karnında olmasının gerçek  mekan olarak birleştirecek olursak , sesini duyurabilecek ve yardıma koşabilecek kimsenin olmadığı bir mekan olarak denizin metrelerce altında ve bir balığın karnında olan Yunus as ,sesini sadece alemlerin rabbi olan Allah cc nin duyabileceğini bildiği için ona tevbe etmiş ve bu ses denizin metrelerce altından bir balığın karnının içinden başka kimsenin duymasının imkanı olmayan bir yerden çıkmış ve "beni çağırdığınızda size icabet ederim" diye buyuran tarafından duyulmuş ve zulumat içinden (balığın karnından) kurtarılmıştır. 

Bu kurtarma sadece Yunus as a has bir  olmayıp kıyamete kadar hata ve isyan içine düşüp rabbine dua eden her insan için vaad edilmiş bir durumdur. Her insan bir şekilde hata edip Yunus as ın içinde düştüğü durum gibi çok sıkıntılı bi duruma düşebilir. İnsan düştüğü durum hali itibari ile "bundan daha beter bir duruma düşemem" dediği bir anda çağırınca duyurabileceği ve günahlarını bağışlayacağını bildiği , bu çağrıya icabet edecek olan bir varlığın olduğunu bilmesi bu kıssanın bizlere anlatılma amacı olduğunu anlayabiliriz.

Allah cc nin dışında kulluk edilen putların , çağıranın sesini duyamayacaklarının bir çok ayette vurgulanması , kullarının çağrısını duyan ve ona icabet edecek olanın sadece Allah cc olduğunun gerçek hayata yansımış bir anlatımı olan Yunus as ın balığın karnında olması ve oradan kurtarılmasını mecazi olarak okumanın şöyle bir yanlışı olduğunu hatırlatmak isteriz. Allah cc bizlere  , kendisinin her an kullarını işittiğini her ne durumda olurlarsa olsunlar onlara yardım edeceğini vaad etmiş olup tevbeleri kabul eden ve kullarını kurtuluşa çıkaranın kendisi olduğunu beyan etmektedir. Yunus as kıssası bu durumdan kurtarmanın gerçek bir örneğini vermiş olup mecazidir denildiği zaman gerçek olmadığı gibi bir iddia ortaya atılmış olup kıssanın bizlere anlatılış amacına uygun bir düşünce değildir. 

Aynı kıssanın saffat suresinde anlatılan ayetlerinin 142. ve 144. ayetler  içinde şöyle buyurulmaktadır. 

037.142-144 O yaptığından ötürü pişman bir vaziyette iken balık onu yutuverdi. Eğer çok tesbih edenlerden olmasa idi.Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Bu ayetleri eğer yüzeysel bir okuma yaparsak şöyle bir soru kaçınılmazdır. Yunus as tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnında diriliş gününe kadar nasıl kalır, balık diriliş gününe kadar hiç ölmeyecekmi ki böyle söylenmektedir , bunu nasıl anlamak gerekmektedir?. Bu anlatımı şöyle anlamak mümkündür; Yunus as eğer hatasını anlayıp tevbe etmeseydi bu günahından asla kurtulamayacak enbiya s. 87. ayet te gördüğümüz zulumat içinde kalmış olacak ve yeniden diriliş günü bu günahının cezasını çekmek üzere hesab günü Allah cc nin karşısına çıkacaktır.

Sonuç olarak; bizlere yaşanmış olaylar üzerinden Allah cc nin vaadinin, kulu  hangi şartlar altında olursa olsun  gerçekleşeceğini Yunus as kısssası örneğinde anlatan rabbimiz , bizlerinde hangi şartlar altında olursak olalım, elçisi Yunus as gibi çağrımıza icabet edeceğini beyan etmekte olup balığın karnında olmak durumu ile herhangi bir insanın çok zor şartlar altında olmasını bir paralellik içinde anlarsak balığın karnında bir insan nasıl yaşar gibi bir soru ile kıssanın asıl amacından sapmadan gerekli hisseyi almış oluruz. Kıssaların bizim hayatımıza yansıması nasıl olabilir? şeklinde sorunun cevabını Yunus as örneğinde böyle vermeye gayret ettik, diğer elçilerin örnekliğini bu çerçevede okuma merkezli diğer yazılamızı da bundan sonra elimizden geldiğince yayınlamaya devam edeceğiz.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Hud s. 71. Ayeti Örneğinde Allah c.c nin ,Kulunun Kiminle Evleneceğini ve İmtihanın Sonucunu Bilmesi

Gündemimizde yer alan tartışma konularından bir tanesi sayın Abdülaziz bayındır hocanın, 2012 senesi aralık ayında gündeme düşen bir telefon konuşmasında sorulan soruya, "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklinde bir cevap vermesi ve bunun sonucunda tartışılmaya başlanan Allah cc nin bilgisinin sınırı konusu hala devam etmektedir.  

Sayın hoca bu konu ile ilgili bir çok ders yapmış ve yaptığı derslerindeki ana fikir "ALLAH KULUNUN İMTİHAN GEREĞİ OLARAK YAPACAKLARINI BİLMEZ" şeklinde özetlenebilir. Bu düşüncenin Kur'an ölçeğinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda doğru olup olmadığı konusunda hud s. 71. ayeti çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.   

Lut as ın kavminin helakını haber vermek için önce İbrahim as'a gelen elçiler ile ilgili bilgi "İbrahim'in misafirleri" kıssası olarak hud,hicr ve zariyat surelerinde anlatılmaktadır. Önce , Allah cc nin kur'anda kıssa yollu anlatımlarındaki hikmet  ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. 

Rabbimiz kitabının bir çok ayetinde bizlere geçmişlerin haberlerini anlatarak o haberlerden ibret almamızı istemektedir. Kıssalardan doğru bir bilgi edinmek için o kıssanın anlatıldığı zaman ve mekan ile ilgili bilgilerin kur'anda verilmemesi bizlere kıssa yollu anlatımların ibret vesikaları olmaları yönünün hatırlatılması içindir. Kıssalarda dikkatimizi çeken yönlerden biriside aynı olayın değişik Kur'an ayetlerinde farklı ibarelerle ve farklı açılardan gösterilerek anlatılmasıdır. Aynı olayın kur'ana dağıtılmış ayetlerinde farklı ibareler kullanılma sebebi acaba ne olabilir? diye sorulduğu zaman aklımıza bir kaç cevap gelebilir. 1-kur'an kıssa anlatımlarının tarihi olaylar gözü ile bakılmasını istemez. 2-kur'an kıssa yollu anlatımlar ile muhataplarına mesaj vermek amacını güder. 

Aynı kıssanın farklı biçimde anlatılma özelliği, "İbrahim'in misafir'leri"kıssasındada gözümüze çarpmaktadır. Gelen elçiler hud s. 71. ayetinde "ishak ve yakub'u" hicr s. 53. ve zariyat s 28.ayetinlerinde "bilgin bir oğlan çocuk" müjdesi verilmektedir. Hicr ve zariyat surelerinde doğacak ilk çocuk müjdesi verilirken hud. suresinde doğacak ikinci çocuk ishak ve onun oğlu yakub as ların müjdesi verilme hikmeti acaba ne olabilir?   

Bu hikmeti kıssanın yaşandığı zaman ve mekan içinde anlamaya çalıştığımız takdirde verilmek istenen mesajı anlamakta zorlanacağımız aşikardır. Çünkü aynı elçilerin ağzından hud s 71 de i"shak ve yakub" , hicr ve zariyat surelerinde "bilgin bir oğlan" çocuk müjdesi verilmektedir. Hud s. 71. ayetinde ishak ve yakub'un müjdelenip diğer surelerde bilgin bir çocuk müjdelenmesinin hikmetini ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLMEDİĞİ VE KULUN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLMEDİĞİ  yönündeki iddianın yanlışlığına delil olarak sunabiliriz şöyleki;   

Saffat suresinde anlatılan İbrahim as kıssasının 100-113. ayetleri bize bu konuda bilgi vermektedir. Kavminin zulmünden kurutlarak yeni topraklara hicret eden İbrahim as yaşlanmış fakat çocuğu yoktur, rabbine "bana Salihlerden bir evlat ver " diye dua eden İbrahim as ın bu duasının karşılığı olarak bir oğlan çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuk büyüyünce rabbi ibrahimi çetin bir imtihana tabi tutar baba ve oğlu bu imtihandan yüz akı ile çıkarlar, rabbi ibrahime bu imtihan başarısının karşılığı olarak İshak'ı müjdeler.  

Saffat suresinde anlatılan bu kıssayı hud s 71 de anlatılan "ishak ve yakub'un müjdelenme olayını , ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLDİĞİnin açık bir delili olarak görebiliriz şöyleki;  

İbrahim as ile ilk doğan oğlu çetin bir imtihana tutulmuş ve bu imtihanı başarılı bir şekilde geçmesi nedeniyle ona ishak as bağışlanmış ve ardından ishak as ın oğlu olan yakup as bağışlanmıştır ve bunun haberi İsmail as daha doğmadan önce hud s 71 de verilmektedir. Hud s  71 deki ishak ve yakub'un bağışlanması anlatımının hikmeti ALLAH CC NİN İBRAHİM AS IN GELECEKTE TABİ TUTULACAĞI İMTİHANIN SONUCUNUN ÖNCEDEN BİLDİĞİNİ MÜKAFAT OLARAK ONA İSHAKI BAĞIŞLAYACAĞINI, HATTA İSHAK AS IN DAHA DOĞMADAN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLİP ONUN YAKUP ADINDA BİR OĞLU OLACAĞINI BİLMESİDİR.  

Sayın bayındır hoca bir dersinde saf suresinde isa as ın ağzından "benden sonra adı ahmed olacak bir elçiyi size müjdeliyorum" ayeti ile ilgili olarak "burada bahsedilen muhammed as ın kendisi değil özelliklerinden bahsedilmiş" diyerek direk olarak muhammed as a bir işaret olmadığı yönünde bir iddia serdetmesine karşılık hud s. 71 de anlatılan ishak ve yakub adları konusunda bunların onların özellikleri olduğu iddiasını tekrarlamakta zorlanacaktır.  

Yine aynı şekilde muhammed s. 31. deki "bilinceye kadar" şeklindeki ifadeden sayın hoca "Allah bilse böylemi der" diyerek haşa Allah cc nin kulun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmediği delilini çıkarmaktadır. "Li na'leme" kelimesi ile ilgili olarak ortaya sürülen görüşlerde "bilmek için" veya bilinceye kadar" şeklindeki anlamdan "bak kardeşim Allah ben bilmiyorum bilinceye kadar" diyor şeklinde bir yorum getirilirek Allah cc nin bilmediğinin delilinin buradan çıktığı söylenmektedir. "Bilmek için"şeklinde çevrilen kelime Allah cc nin haşa bilmediğini değil , o kulun alacağı karşışığın somut bir amele dayanması içindir .Allah cc "o kulun ne yapacağını ben önceden biliyorum onu denememe gerek yok" deseydi o kul haklı olarak yapmadıklarım karşılığında nasıl ceza ve mükafat verme gerekçesi olabilirdi? Allah cc nin o kulun yapacaklarını önceden bilmesi o kul üzerinde herhangi zorlayıcı bir irade gerçekleştirmiş olması anlamında değildir. 

Şimdi soruyoruz; Alllah cc madem kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmiyorsa hud s. 71 ayetinde nasıl daha İbrahim asın ilk çocuğu olmadan ishak biliniyor? artı madem Allah cc kulun kiminle evleneceğini bilmiyor ishak as evlenip yakub adında bir oğlu olacağının bilgisi daha İsmail as ortada bile yokken biliyor ve yakubu müjdeliyor?    

Sonuç olarak; "Allah kulunun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmez" şeklindeki bir düşünce kur'andan onay alan bir düşünce değildir. Bu konuda yanıldığımız yer ,"madem Allah ne yapacağımızı biliyor imtihanın gereği ne?" şeklinde bir soruya verilmek istenen cevabın kur'an merkezli olarak cevabının aranmaya çalışırken Kur'an bütünlüğünün göz önünde bulundurulmamasıdır. Bu konuda yapılan yanlış biz kulların kader konusuna Allah cc nin ilah olması , bizlerin onun kulu olması ve bakış açımızın onun bize verdiği bilgiler dahilinde olup konuya kul açısından bakmaya çalışmayarak Allah açısından bakmaya çalışmamızdır. Alemlerin rabbi olan Allah cc için onun kulunun imtihanı gereği olarak  yapacaklarını bilmediği şeklinde ona izafe edilecek bir eksiklik ona karşı yapılacak olan en büyük hatalardan bir tanesidir. Sayın hoca, "bazıları benim Allah cc nin gaybı bilmez dediğimi iddia ederek iftira atıyorlar" diyor evet sayın hoca direk olarak, "Allah cc gaybı bilmez şeklinde" bir söz sarfetmedi ama bu iddiası endirek olarak yapılmış, Allah cc nin gayb konusunda bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olmadığı yönünde bir iddiadır , neticede" Allah cc nin kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmez ve kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki bir iddia ona eksiklik izafe edilmesi yönünden hatalı bir düşüncedir.   

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.