Hud s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hud s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hud s. 46. Ayeti: Nuh (a.s.)ın Oğlu Zina Mahsulü müydü?

Yazımıza başlık olarak koyduğumuz sorunun, bazı okuyucular tarafından garip karşılanacağını bilmekteyiz. Ancak Nuh (a.s.) kıssasını, eski tefsirlerden okuyanlara bu soru garip gelmeyecektir. Çünkü o tefsirlerde bu doğrultuda yorumların nakledilmiş olduğu görülecek, hatta Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, ilgili ayete bu doğrultuda bir meal verilmiş olduğu görülecektir.

İlgili ayetin yorumlarında 3 farklı yaklaşım olduğu, yine bu tefsirleri okuyanlar tarafından görülecektir. Yazımızın konusu bu farklı yaklaşımlar üzerinde olacaktır.

Hud s. 46. ayetinin Arapça metni ve ilgili ayete verilen 3 farklı meal şöyledir: 

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ ۖ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ ۖ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۖ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

1- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

2- (Allah) "Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz; dolayısıyla bu (bu tarz yaklaşım) doğru olmayan bir davranıştır; bundan böyle, iç yüzünü bilmediğin bir şeyi Benden isteme: Elbet Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim!" dedi.

3- Allah dedi ki " Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma. Kendini bilmezlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum".

1. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s.) ın oğlunun inkarcı bir kişi olduğunu merkeze alarak yapılan, ve birçok meal yapıcısı tarafından kabul gören bir meal örneğidir. 2. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s) ın Allah (c.c.) ye karşı yapmış olduğu isteğin yanlış olduğunu merkeze alarak yapılan örneğidir. 3. sıradaki meal örneği ise, Nuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğunu merkeze alarak yapılan meal örneğidir. Bizim, bu meal örneklerin birisi doğru diğeri yanlıştır gibi bir iddiamız olmamakla birlikte, hangi mealin daha isabetli olabileceği konusunda görüşlerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz. 

İlgili ayette farklı yorumların oluşmasına yol açan cümle, ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesidir. Kur'an ile hemhal olanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, Kur'an içindeki herhangi bir ayetin, farklı kişiler tarafından yapılan tefsir ve meallerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bu farklılıkların birçok sebebi olmakla birlikte, Arap dilinin gramatik yapısından kaynaklanan kıraat farklılıkları ve kişilerin sahip oldukları Kur'an algılarının bu konuda büyük rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kur'andaki herhangi bir ayetin çeviri ve yorumunda göz önünde tutulması gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, o ayetin Arap dilindeki karşılığının ilgili ayetin öncesi ve sonrası, ve Kur'an'ın bütünlüğü ile uyum sağlamasıdır. Kıraat farklılıklarından veya farklı Kur'an algılarından doğan okumalar, herhangi bir ayete birden farklı anlam verilmesine sebep olmakta, bu durum ise okuyucunun kafasında hangi yorumun doğru olduğu konusunda soru işareti oluşturmaktadır. Yukarıdaki cümle bu duruma bir örmek olup, hangi yorumun daha isabetli olabileceğini ilgili kıssanın bütünü üzerinden giderek anlamaya çalışacağız. 

Hud s 25- 49. ayetleri arasında anlatılan Nuh kıssasının kısaca özeti şöyledir: Putlara tapan kavmini uyarmak için gönderilen Nuh (a.s.), yıllarca bu görevini yerine getirmeye gayret etmiş fakat başarılı olamamıştır. Allah (c.c.) ona bir gemi yapmasını ve gemiye hayvanlardan birer çift ile ailesi ve kendisine inananları bindirerek tufan başlayınca yola çıkmasını emreder. 

Bu emri verirken 37. ayetteki "zalimler konusunda bana başvurma, çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır." emri, إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ   cümlesinin isabetli anlamını tespit etmekte bize yol gösterecektir. Geminin hareket etme zamanı geldiğinde ailesine dahil olan oğlu gemiye binmeyi ret eder ve suda boğulur. Bunun üzerine 45. ayette Nuh (a.s.) Allah'a şöyle nida eder: "Ey Rabbim, oğlum ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin."

Nuh (a.s.) ın bu nidasının cevabını 46. ayette görmekteyiz. Fakat ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesinin çeviri ve yorumlarında farklılık görmekteyiz. Cümledeki إِنَّهُ kelimesi tefsirciler tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır: Bir kısım tefsirci, kelimeyi Nuh (a.s.) ın oğluna raci ederek , onun gemiye binmeyi ve iman etmeyi ret etmekle kötü bir iş yaptığı şeklinde yorumlamakta, diğer bir kısım tefsirci ise kelimeyi Nuh (a.s.) ın sözüne raci ederek, senin bu isteğin uygun olmayan bir istektir şeklinde yorumlamaktadır. 

Biz, cümledeki إِنَّهُ kelimesini, Nuh (a.s.) oğluna raci ederek yorumlayanların daha isabetli olduğunu kanaatindeyiz şöyle ki: Nuh (a.s.) ın oğlu babasının bütün ısrarlarına rağmen gemiye binmeyi ret ederek, sığındığı dağın kendisini boğulmaktan kurtaracağını iddia etmiştir. Onun bu iddiası, aynı zamanda babasına iman etmediğini de göstermektedir. Bu noktada ayet içinde geçen "ehl" kelimesi önem kazanmaktadır.

Ehl; Kendilerini bir kan bağının, nesebin, inancın, dinin, evin, ülkenin, sanatın bir araya getirdiği kimseler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Hud s. 40. ayeti içinde geçen ehleke (aileni) kelimesi, bir kan bağının nesebin bir araya getirdiği kimseler anlamında kullanılırken, 46. ayette ise inancın dinin bir araya getirdiği kimseler anlamında  kullanılmıştır. Nuh kıssasının anlatıldığı Enbiya s. 76. ve Saffat s. 76. ayetlerine baktığımızda ehl kelimesinin, kan bağı nesep anlamında değil, aynı inancı paylaşan insanlar ile ilgili kullanıldığını görebiliriz. 

Dolayısı ile Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ buyurmakla, oğlunun onunla aynı inancı paylaşmadığını beyan etmektedir. Bu cümle içindeki إِنَّهُ kelimesinin, Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması, 46. ayet içinde ikinci kez geçen kelimenin yine Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması şeklinde yapılan yorumları güçlendirmektedir. Dolayısı ile, Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍbuyurmakla, onun oğlunun inkarcılığına işaret etmektedir. 

Gelelim tefsirlerde nakledilenNuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğu şeklindeki yorumlara:

Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerde, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde bu doğrultuda bir çeviri yapıldığını yukarıda belirtmiş, Vakıf tarafından yapılan meali yukarıda 3. sıradaki meal örneği olarak vermiştik. Vakıf tarafından verilen dipnotta ise bu görüşün Taberiye ait olduğu belirtilerek Tahrim s. 10. ayete atıf yapılmaktadır. Taberi tefsirinin Tahrim s. ile ilgili olarak yapılan, Türkçeye Hisar yayınları tarafından yapılan çevirisinin 8. cilt 360. sayfasında ise şunlar yer almaktadır:

"Abdullah b. Abbas'a göre kocalarına ihanet ettikleri beyan edilen Hz Nuh ve Hz Lut'un ihanetleri dini meselelerdendir. Başka hususta değildir. Zira hiçbir peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hz Nuh'un karısının ihaneti onun kafir olması ve Nuh'u delilikle suçlamasıdır. Lut'un karısının ihaneti Lut'un gizlediği misafirler, Lutilik yapan ahlaksızlara bildirmesidir.

Görüldüğü üzere Taberi tefsirinin Türkçeye yapılan çevirisinde Vakfın iddia ettiği gibi bir görüş bulunmamaktadır. Şayet Vakıf bu görüşünü Tahrim s. 10. ayete dayandırarak kendi indi görüşleri olarak ortaya koymuş olsa dahi, ilgili ayette Nuh'un karısının zinaya saptığına dair herhangi bir delil yine bulunmamaktadır. Ayrıca Taberi'nin Hud suresi tefsirinde Nuh kıssası ile ilgili ayetlerde bu konuda herhangi bir görüş bulunmamaktadır. Vakfı böyle bir anlam vermeye yönelten noktanın ayet içinde geçen "ehl" kelimesinin sadece kan bağı anlamı dikkate alınmış olması olduğunu düşünmekteyiz. Vakıf şayet Kur'an bütünlüğünü dikkate almış olsaydı Enbiya ve Saffat surelerinde geçen "ehl" kelimesinin, inanç bağı anlamında kullanılmış olduğunu görerek, bu yönde yapılan bir mealin isabetsiz olacağı kanaatine varabilecekti.

Not: Yazımızda Taberi tefsirinin Türkçe tercümesinde vakıf tarafından iddia edilen görüşün olmadığı yönünde bir ifademiz olmuştu. Taberi tefsirinin Arapçasında Hud s. 46. ayeti ile ilgili tefsirde, böyle bir görüş ifade edilmiş olmakla birlikte, bu görüş Taberi'ye ait değil, başka kişilerin ortaya attığı bir görüş olarak tefsirde yazmaktadır. Taberi'nin kendisi bu görüşte olmadığı gibi, bu görüşün yanlış olduğunu savunmaktadır. Vakıf dipnotunda "Taberi tefsirinde bunun zina mahsulü olduğu yazılı" şeklinde bir ifad,e sanki bu görüşü Taberi savunuyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Vakfın bu dipnotu, "Taberi tefsirinde bu yönde görüşler yazmaktadır" şeklinde değiştirmesi daha gerçekçi olacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR. 

19 Mayıs 2017 Cuma

Hud s. Bağlamında Ayetlerin Sure İçi Bütünlüğü Üzerinde Bir Çalışma

Herhangi bir ayet ile ilgili yapılan Kur'an okumalarında ilgili ayetin, konu, sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmesi, yapılan anlama çalışmasını kolaylaştıracaktır. Bu yazımızda Hud suresi bağlamında bazı ayetlerin sure için ilişkileri üzerinde durarak, ayetlerin sure içinde birbiri ile olan bağına dikkat çekmeye çalışacağız.

Hud suresini okuduğumuzda bazı elçilerin kıssalarını, ve o elçilerin kavimlerinin helak edildiğini görmekteyiz. Aynı surenin 120. ayetinde, bu kıssaların anlatılma sebebi şöyle anlatılmaktadır;

[011.120] Elçilerin haberlerinden senin gönlünü yatıştıracak olanlardan sana anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.

Hud s. 120. ayeti, Kur'an kıssalarını anlamanın anahtar ayetlerinden bir tanesi, belki en önemlisidir. Ayete baktığımızda kıssa anlatımların iki amaca yönelik olduğunu görmekteyiz. 

1- Elçinin gönlünü yatıştırmak. 

Bilindiği gibi Muhammed (a.s) kendisine verilen görevi yerine getirmek konusunda bir hayli sıkıntı çekmekte, kavmi tarafından ona ve beraberindekilere her türlü eza ve cefa reva görülmekteydi. Geçmiş elçilerin başlarından geçenlerin ona anlatılmasının sebebi, bu konuda yalnız olmadığı, ve aynı olayların geçmiş elçilerin başlarından da geçtiğini bilmesi, böylelikle rahatlaması içindir. 

2- Müminlere öğüt ve ibret.

Aynı sıkıntıları sadece elçiler değil, onlarla beraber olan müminlerde çektiği için, kıssa anlatımlarının onlar için de birer ibret olarak okunması gerekmektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki, Kur'an kıssaları sadece geçmiştekilerin yaşantılarından kesitler olarak değil, onların yaşanmışlıklardan ibret alınması için bizlere anlatılmaktadır.


Hud suresi bütünlüğünde, bu ayetin daha geniş açılımını görmekte, bir nevi ayetin ayet ile açıklanma örneğini görmekteyiz. Kısacası, Hud s. 120. ayeti kendisini yine aynı sure içinde tefsir etmektedir. 

Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr(beşîrun).
[011.002]  Öyle ki, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Gerçekten ben, sizi onun tarafından uyarıp-korkutan ve müjdeleyenim;

Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
[011.003] Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her lütuf sahibine lütfunu versin. Eğer yüzçevirirseniz; o zaman ben, başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.

Hud s. 1. ayeti, bu kitabın kimin tarafından indirildiğini beyan etmekte, 2. ve 3. ayetlerinde neden indirildiği ve elçinin kavmine yaptığı uyarıları görmekteyiz. Bu uyarıların benzerlerinin surenin diğer ayetlerinde başka elçilerin de ağzında döküldüğünü görülecektir. İlerleyen ayetlerde, Mekke'lilerin inkarcı davranışları, ve onlara karşı söylemesi gerekenler bildirilmektedir. 

Hud suresinin temel mesajı, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi gerektiğine dair bilgileri ihtiva eden kitaba iman etmek, önceki elçilerin kavimlerinin, bu emre aykırı hareket etmek sureti ile başlarına gelenlerden ibret almaktır diyebiliriz.

E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu'minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev'ıduh(mev'ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu'minûn(yu'minûne).
[011.017]  Rabbından açık bir delil üzerinde bulunan, ardınca da Rabbı tarafından bir şahid gelen, ondan önce de Musa'nın imam ve rahmet olan kitabını tasdik eden kimse, başkaları gibi midir? İşte onlar; Kur'an'a inanırlar. Herhhangi bir güruh onu inkar ederse; onun varacağı yer ateştir. Bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rabbın tarafından gelen bir gerçektir, ama insanların çoğu inanmazlar.

Surenin 17. ayeti, elçinin açık bir delil üzerinde olduğu, önceki elçilerden olan Musa'nın kitabını tasdik eden elçiler zincirinin bir halkası olduğu belirtilmekte, surenin 25. ayetinden itibaren ise Nuh (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır. Kur'an'ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmiş olmasının sıkça hatırlatılması, son elçi ve kitabın kaynağının aynı olduğunun bilinmesi içindir.

Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
En lâ ta’budû illallâh(illallâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm(elîmin).
[011.025]  Gerçekten Nuh'u da kavmine göndermiştik. Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
[011.026] «Allah'dan başkasına kulluk etmeyin, muhakkak ki, ben sizin üzerinize elîm bir günün azabından korkuyorum.»

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(kârihûne).
[011.028] (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?.

Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
[011.029] Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.

Surenin 2. ve 3. ayetlerinde Muhammed (a.s) ın kavmine söylediği  sözlerin bir benzerinin Nuh (a.s) ın ağzından da döküldüğünü görmekteyiz. 28. ayette ise, surenin 17. ayetinde olduğu gibi, elçinin yetkiyi kimden aldığı bildirilmektedir. 29. ayette ise Nuh (a.s) ın tebliğine karşılık herhangi bir ücret istemediğini görmekteyiz. Bu durum bir sonraki Hud (a.s) kıssasında da karşımıza çıkacaktır. İlerleyen ayetlerde, Nuh (a.s) ın kavminin ona karşı olan inkarcı tavrı mücadelesinden kesitler sunularak, kavminin helak edilmesi, ile kıssa son bulmaktadır. 

Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûne).
[011.050]  Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.

Yâ kavmi lâ es'elukum aleyhi ecrâ(ecren), in ecriye illâ alellezî fetaranî, e fe lâ ta'kılûn(ta'kılûne).
[011.051] Ey kavmim; ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız beni yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?

Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
[011.052] «Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin.»

Surenin 2. ve 26. ayetlerine baktığımızda, Muhammed ve Nuh (a.s) ların kavimlerine yaptığı çağrının benzerinin, Hud (a.s) tarafından da kavmine yapıldığını görmekteyiz. Surenin 29. ayetinde, Nuh (a.s) ın kavmine yaptığı tebliğe karşılık herhangi bir karşılık istememesi, Hud (a.s) ın ağzından dökülmektedir. Surenin 3. ayeti ve 52. ayetini okuduğumuzda ise Allah (c.c) den mağfiret ve tevbe istenilmesini görmekteyiz. Ayrıca surenin 6. ayetinde gördüğümüz sözlerin bir benzerinin, 56. ayette Hud (a.s) tarafından da tekrarlandığını görmekteyiz.

Nuh (a.s) ı ret eden kavminin başına gelen helak, Hud (a.s) ı ret eden kavminin de başına gelerek, yeni bir elçi kıssasına geçilmektedir.

Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi'budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), huve enşeekum minel ardı vesta'merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun).
[011.061]  Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. O: « Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka bir ilahınız da yoktur. Sizi, yerden O meydana getirdi, yeryüzünde yerleşme ve imar etme gücünü size O verdi; O'nun bağışlamasını isteyin, sonra O'na tevbe edin! Şüphe yok ki, Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.» dedi.

Salih (a.s) ın kavmine karşı yaptığı tebliğin benzerinin, surenin 3-26-50. ayetlerinde de diğer elçiler tarafından kavimlerine yapıldığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayre tahsîr(tahsîrin).
[011.063] Dedi ki: «Ey kavmim, görüşünüz nedir-söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda da O'na isyan edecek olursam Allah'a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde kaybımı arttırmaktan başka bana (hiç bir yarar) sağlamayacaksınız.»

Surenin 17. ve 28. ayetlerinde gördüğümüz, elçilerin bir yetki belgesi ile kavimlerine geldikleri, elçiliklerinin kendilerinden menkul olmadığı, surenin 63. ayetinde, Salih (a.s) tarafından da tekrarlanmaktadır. Nuh ve Hud (a.s) lara kavimlere tarafından verilen ret cevabının aynısı, Salih (a.s) a da verilerek, aynı akıbete düçar olmuşlardır. 

Surenin ilerleyen ayetlerinde İbrahim'im misafirleri kıssası anlatılmaktadır. Aynı elçiler Lut kavmine de giderek o kavmin helak olmasını sağlamışlardır. Surenin devamında Şuayb (a.s) ın kıssası anlatılmaya başlanmaktadır.

Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
[011.084] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi, iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Ve sizi azabla kuşatacak bir günden korkuyorum.

Salih (a.s) ın kavmine karşı söylediklerini, daha önceki 3-26-50 ve 61. ayetlerde de görmekteyiz. Önceki elçilere yapılan itirazların aynısını, kavminin Şuayb (a.s) a yaptığını görmekteyiz.

Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve rezekanî minhu rızkan hasenâ(hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anh(anhu), in urîdu illel ıslâha mesteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
[011.088] Dedi ki: Ey kavmim; ben Rabbımdan apaçık bir delil üzere iken O, bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse; ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar islah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım; ancak Allah'tadır. O'na tevekkül ettim ve O'na yöneliyorum.

17-28-63. ayetlerde gördüğümüz, elçilerin yetki belgesi üzerinde oldukları, 88. ayette de tekrarlanmaktadır. Bugün bazı kimselerin Ben de resulüm diyerek ortalıkta gezmeleri, ve ellerinden herhangi bir yetki belgesi olmaması, onların bu konuda yalan söylediklerini ortaya koyduğunu, yeri gelmişken hatırlatmak isteriz.

Şuayb (a.s) kavmine kendilerinden önce helak edilen Nuh, Hud, Salih ve Lut (a.s) ların kavimlerini hatırlatarak, bir benzerini 3-52 ve 61. ayetlerinde gördüğümüz sözleri 90. ayette tekrarladığını görmekteyiz. 

Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî rahîmun vedûd(vedûdun).
[011.090]  «Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever.»

Şuayb (a.s) ın çağrısına ret cevabı veren kavmi, diğer kavimler gibi aynı akıbete uğramıştır.

Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
[011.093]  «Ey Milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. Kime rezil edici bir azabın geleceğini, kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlüyorum.»

Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn(âmilûne).
[011.121-2] İnanmayanlara: «Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu biz de yapıyoruz; bekleyin, biz de bekliyoruz» de.

93. ayette Şuayb (a.s) ın ağzından çıkan sözlerin benzerinin, 121. ayette de Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığını görmekteyiz.

Kur'an muhataplarına gereken mesajı verdikten sonra, bu mesajı ret edenlerin başlarına neler geleceğini de haber vermektedir. Bu haberi vermekte kullandığı anlatım üslubu, önceki kavimlerin başlarına gelenlerdir.Allah (c.c) bu haberleri anlatmakla, Yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir demekte, iman etmeyenleri açık bir şekilde tehdit etmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an, muhataplarına vermek istediği mesajı basit ve yalın bir dille anlatmakta, bu anlatımı kullanırken, geçmiş yaşantıları örnek vermektedir. Bu ayetleri okuyan ve dinleyenlerin zihninde ilk canlanan şey, Allah (c.c) nin biz kullarına yapmış olduğu vaadin boş olmadığı, bu vaadin önceki yaşantılar bazında gerçekleştiği, bundan dolayı aynı yolu izleyenlerin de bu vaad ile karşı karşıya kalacağını bilmeleri olacaktır. 

Elçilerin kavimlerine karşı olan tebliğinin bütün elçiler için aynı olduğunu düşündüğümüz zaman, elçileri ret eden bir hayat sürmenin bedelinin de aynı olacağı, bu şekilde bizlere anlatılmış olmaktadır.

Bu çalışma yapma amacımız, bir surenin kendi içinde nasıl bir bütünlüğe ve anlam örgüsüne sahip olabileceği üzerinde tefekkürde bulunmaya çalışmak idi. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


17 Mayıs 2017 Çarşamba

Hud s. 1. Ayeti: Kitabın Ayetlerinin Muhkem Olması Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olarak iki kısma ayrılmış olduğu düşüncesi, Al-i İmran s. 7. ayetinden çıkarılmış olup, bu kitabın ayetlerinin hangilerinin muhkem, hangilerinin müteşabih olduğu konusunda herhangi bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bırakın fikir birliği bulunmasını, müteşabih ayetin tarifi konusunda dahi problemler bulunmaktadır. 

Kitabın içindeki ayetlerin böyle bir tasnife tutulmasının pek doğru bir yaklaşım olmadığını, kitabın bütün ayetlerinin muhkem olduğunu, müteşabih ayetlerin ise, Allah (c.c) nin indirdiği diğer kitaplar olan Tevrat ve İncil'de olduğu konusundaki düşüncelerimizi, bundan önceki bir yazımızda paylaşmıştık. Bu yazımızda, Hud s. 1. ayeti çerçevesinde kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız. 

Hud s. 1. ayeti doğru anlaşılacak olursa, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama geldiği de anlaşılacaktır.

الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِي
أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ

[011.001] Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından ayırt edilmiştir.
[011.002] Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben, size O'nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.

Hu s. 1. ayetinde, kitabın ayetlerinin muhkem ve ayrıntılı (fussilet) kılındığı, 2. ayetinde ise, bunun sebebi açıklanmaktadır. Önce kısaca Fussilet kelimesi üzerinde durmaya çalışacak olursak bu konuda şunları söyleyebiliriz; 

Fussilet; Aralarında belirli bir aralık oluşuncaya kadar, iki şeyden diğerinin birbirinden ayırmak anlamına gelen El Faslu kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin ne anlama gelebileceğini ise, Fussilet suresinden anlayabiliriz.

[041.003] Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilmiş (fussilet) bir kitaptır.

[041.044] Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde okunan bir kitap yapsaydık derlerdi ki: 'Ayetleri ayırt edilmeli (fussilet) değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde Arapça olmayan kitap mı geldi?» De ki: «O mü'minler için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an, onlara bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.

Fussilet s. 44. ayeti, bu kelimenin muhataplarının anlamamasından ayrılmış yani, muhataplarının anlayabileceği bir dilde indiğini bildirmektedir.

Şimdi gelelim, asıl konumuz olan kitabın ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerine bir tefekkürde bulunmaya çalışmaya;

Uhkimet; Islah etmek, düzeltmek maksadı ile men etmek, engellemek anlamına gelen Hakeme den türemiştir. 

Muhkem; Bir işi sağlam yapmak, onun bozulmasını engellemek  anlamına gelmektedir. Bir şeyin muhkem olması demek, onun dış etkilere karşı dayanıklı olmasını ifade etmektedir. Muhkem Kale veya Muhkem Duvar denildiği zaman, kalenin ve duvarın dayanıklı olması, dış etkilere ve düşman saldırılarına karşı dayanıklı olmasını ifade ettiği bilinmektedir.

Muhkem Ayet deyimini, kelimenin bu anlamından hareketle anlamaya çalışmanın, bizi daha sağlıklı bir düşünce sahibi yapacağını düşünmekteyiz. Klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin, kelimenin bu anlamı ile örtüşmediğini düşünerek, Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde şunları söyleyebiliriz;

Kur'an ayetlerinin muhkem olmasının ne anlama gelebileceği üzerinde düşünenlerin bu kelimenin geçtiği Hac s. 52. ayeti üzerinde hiç tefekkür etmediğini görmekteyiz. Halbuki bu ayet bizlere, Kur'an ayetlerin muhkem kılınmasının ne anlama geldiğini bildirmektedir. Hac s. 52. ve bu ayet ile ilgili olan diğer ayetleri dikkate alan bir okuma yapmaya çalıştığımız zaman, klasik tefsir anlayışındaki Muhkem Ayet tarifinin hiç de öyle olmadığı görülecektir.

[022.052] [E0] Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebiy göndermedik ki bir temenni kurduğu vakıt Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesheder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler (yuhkimu) ve Allah, alîmdir, hakîmdir

Hac s. 52. ayeti, Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olan bütün Resul Nebilere inen vahye, Şeytan tarafından bir ilka yapılmaya yeltenildiğini, fakat Şeytan'ın bunu asla başaramadığını, bütün elçilere inen vahyin Şeytan'ın karıştırmasına karşı korunmuş olduğunu beyan etmektedir.

Hac s. 52. ayetinin Muhkem Ayet deyiminin anlaşılmasında anahtar konumda olmasını dikkate alarak, bu ayetin mesajının daha net anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Kur'an'a baktığımız zaman Allah (c.c) yerdeki beşer elçiye vahyini ulaştırmada Melek Elçi kullandığını görmekteyiz (Nahl s. 2- Şura s. 51- Hac s. 75). Melek elçinin ontolojik mahiyetinin olup olmadığı, ne veya nasıl olduğu konusunda bizler tarafından herhangi bir yorum yapmanın mümkün olmadığını, beşer elçilere neden böyle bir yol ile vahyedilmiş olduğu üzerinde düşünebileceğimiz konusunda, daha önce yazmaya çalıştığımız yazılar mevcuttur.

Kur'an'ın Allah (c.c) den  Melek Elçiye, ondan da  Beşer Elçiye ulaştırılmış olduğu konusundaki, ve bu yolda vahye herhangi bir Şeytan karıştırmasının meydana gelmediğini beyan eden bazı ayetler, Hac s. 52. ayetini anlama konusunda kolaylık sağlayacaktır.


[015.016-8]  Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.

[037.006-9]  Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik. Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.

[072.008-9] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.» Doğrusu biz; göğün dinlenebileceği bir yerinde oturmuştuk; ama şimdi kim onu dinleyecek olursa, kendisini gözetleyen bir alev buluyor.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri, teşbihi bir anlatım üslubu dahilinde, vahyin beşer elçiye ulaşmasında ona herhangi bir yol kazası olmadığını, herhangi bir dış müdahele olmadığını, vahyin Allah (c.c) den beşer elçiye sağlam bir şekilde geldiğini haber vermektedir.

Hac s. 52. ayetinde, Şeytan'ın tasallutuna karşı Allah'ın ayetlerinin MUHKEM kılınmış olması, bu kelimenin Dış etkilere karşı dayanıklılık anlamını dikkate aldığımızda, daha net anlaşılacak, KUR'AN'IN BÜTÜN AYETLERİNİN DIŞ ETKİLERE KARŞI KORUNMUŞ, YANİ MUHKEMLEŞTİRİLMİŞ AYETLER olduğu anlaşılacaktır.

Bu ayetleri dikkate alarak yapacağımız Muhkem Ayet tarifi, artık klasik tefsir anlayışındaki tarif ile farklılık arz edecektir. Klasik tefsir anlayışında hakim olan, Kur'an ayetlerinin Muhkem Ayet ve Müteşabih Ayet olduğu şeklinde yapılan bir ayrım, Kur'an'ın muhkem olmadığı, yani müteşabih olduğu iddia edilen ayetlerinin dış etkilerden korunmadığı gibi bir anlayış ortaya koyma ihtimalinden dolayı, sakıncalı bir ayrımdır. 

Muhkem ve Müteşabih ayet ayrımını kabul edenlerin hiç birisinin, Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin dış etkilerden korunmamış olduğunu iddia ettiklerini söylemek istemediğimizi, fakat böyle bir ayrım yapmanın sakıncasını ortaya koymak açısından bunları söylediğimizi önemle hatırlatmak isteriz.

Sonuç olarak; Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde kategorize edildiği, ve bu ayrımın kemikleşmiş bir düşünce olduğu bilinmektedir. Fakat bizim düşüncemiz bu ayrımın, Muhkem kelimesinin anlamının ve Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması sonucu yapıldığı yönündedir.

Kur'an'ın ayetlerinin muhkem olmasını, bütün ayetlerinin dış etkilerden korunmuş vaziyette Muhammed (a.s) a ulaşmış olması şeklinde anladığımız zaman, Kur'an'ın bütün ayetlerinin MUHKEM AYETLER  olduğu anlaşılacak, Müteşabih Ayetlerin Kur'an içinde olduğu düşüncesinden vazgeçilmek zorunda kalınacaktır.

Bu iddiamızın başkaları tarafından kabul görmesinin elbette zor olduğunu bilmekteyiz. Yüzyıllardır Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olarak iki kısma ayrıldığına dair olan düşüncenin bir anda yıkılması zaten beklenemez. Ancak Muhkem kelimesinin anlamını dikkate alan Kur'an merkezli bir okuma yaparak konuyu anlamaya çalıştığımızda, karşımıza bu durum çıkacaktır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

6 Mayıs 2016 Cuma

Hud s. 53. Ayeti : Hud (a.s) Kavmine Beyyine İle Gelmedi mi ?

"Müşkilül Kur'an" , tefsir usulü ile ilgili kitaplarda yer alan , ayetler arasında çelişki olduğu gibi bir durum oluşmasına sebep veren bazı durumlarda , bu durumun nasıl çözülebileceğine dair bilgileri kapsayan bir bölümdür. Kur'an ayetleri arasında bir çelişki olmadığına göre (4.82) , çelişki gibi görünen ayetlerin arasındaki işkal'in nasıl giderilebileceği , bu bölüm altında verilen bilgiler ile anlatılmaktadır. 

 Bu yazımızda böyle bir işkal olduğunu düşündüğümüz Hud s. 53. ayetini ele alarak ,  ayette ki işkal'in nasıl giderilebileceği üzerine düşüncemizi paylaşacağız. 


[011.053] «Ey Hûd» dediler. «Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.»

Kavmi Hud (a.s) a bu ayette beyyine getirmediği için , ilahlarını terke etmeyecekleri söylemektedirler. Oysa başka ayetlerde Ad kavmine beyyine gelmiş olduğunu haber vermektedir. 

[009.070] Onlara, kendilerinden öncekilerin Nuh, AD, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? ONLARA RESULLERİ BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.

[014.009] Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, AD ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. RESULLERİ ONLARA BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: «Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.» 

Hud s. 53. ayetinde Ad kavminin Hud (a.s) a "Bize beyyine ile gelmedin" demelerine karşılık , Tevbe s. 70. ve İbrahim s. 9. ayetlerinde Ad kavmine de beyyine geldiği haber verilmektedir. Dikkatli bir okuyucunun, bu ayetlerde ortaya çıkan durumu nasıl okumak gerektiğine dair kafa karışıklığı yaşaması muhtemeldir

Tefsir usulünde "İşkal" olarak isimlenerek ortaya çıkan durum , bir ayette beyyinenin gelmediği , diğer ayette ise beyyinenin geldiğinin verilmiş olması ile ortaya çıkan çelişkili durumdur. 

Kur'andan çelişki asla olmayacağına göre Hud s. 53. ayetindeki işkal  nasıl çözülebilir ?.

Kur'an okumalarında en önemli husus olan , bir konu ile ilgili  ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek okunması, burada önem kazanmaktadır.

Hud s. 53. ayetini , Enfal ve İbrahim surelerindeki Ad kavmine beyyinenin gelmiş olduğunu dikkate alarak okumak gerekmektedir. 

Hud s. 53. ayeti , konu ile alakalı olan diğer iki ayet dikkate alınarak nasıl okunabilir ?. 

Enfal ve İbrahim surelerinde kendilerine beyyine gelmiş olduğunu öğrendiğimiz Ad kavmi , elçileri olan Hud (a.s) a söyledikleri "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" sözünü , aslında Ad  kavmine  beyyinenin gelmiş olduğu , fakat Ad kavminin kendilerine gelmiş olan bu beyyineyi "Yok" hükmünde sayarak kabul etmediklerini ifade etmek için kullandıkları şeklinde okumak gerekmektedir.  

Yani Hud (a.s) Ad kavmine beyyine ile gelmiş , fakat Ad kavmi kendilerine gelen bu beyyineyi onun elçiliğinin bir kanıtı olarak kabul etmedikleri için kabul etmemişler , Hud (a.s) ile kendilerine gelmiş olan beyyineyi kabul etmediklerini ifade etmek için "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" demektedirler. 

Sonuç olarak ; Kur'an okumalarında önemli bir usul olan Kur'an bütünlüğünü gözeterek okumak prensibi uygulandığında , iki ayet arasında çelişki gibi bir görünün durumun nasıl çözülebileceğine örnek olması için Hud s. 53. ayetini ele almaya çalıştık. Şurası unutulmamalıdır ki , ayetler arasında çelişki gibi görünebilen bir durumda , çelişkiyi çözmek için Kur'anın bütününe hakim olan bir okuma yapmak gereklidir. Bütünlük gözetilmeden yapılan okumalarda, bazı işkallerin ortaya çıkması muhtemel olup , bu işkaller konu ve Kur'an bütünlüğü ile kolayca çözülebilir.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
                  

19 Şubat 2016 Cuma

HUD s. 43. Ayeti:Nuh'un Oğlunun Sığındığı Dağ İle Kur'an Dışında Sığınılanların Arasında Analojik Bir bağ Kurma Çalışması

Kur'an kıssaları , yaşanmış hayatlardan örnekler vererek , yaşanmakta ve yaşanacak olan hayatlara dair mesajlar içeren anlatımlardır. Kur'an içinde anlatılan bir kıssa , içinde bir çok mesajları taşıma kapasitesine sahip anlatımlar olup, bir çok alt başlık halinde okunabilme imkanına sahiptir . Kıssalar ile anlatılan bu yaşanmışlıklar , bizlerin bu anlatımlardan kendi yaşamlarımıza dair mesajlar çıkarmamızı beklemektedir. 

Bu yazımızda , Hud suresi içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasının 43. ayetinde Nuh'un oğlunun, babasının çağrısını ret ederek , "Cebel" e (Dağ) sığınarak helak olmaktan kurtulabileceği zannının ,onu kurtaramadığı konusunu ele almaya çalışarak , bu durumun bize dönük olarak nasıl bir mesajı olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Nuh (a.s), uzun yıllar boyunca kavminin şirkten kurtulup Tevhide dönmesi için çağrılar yapmış , bu uğurda gece gündüz durmadan çalışmasına rağmen , kendisine az bir insan iman etmiştir. Nuh (a.s) Rabbine dua ederek , artık elinden geleni yaptığını bu kafirleri helak etmesini istemiş ve bu  duası Rabbi tarafından kabul edilerek kavmi helak edilmiştir.

Hud s. içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasına baktığımızda , Tufan başladığı zaman oğluna , "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" şeklinde seslendiğini görmekteyiz (Hud .s 42). 

Babasının bu çağrısına karşı oğlu ona , "Dağa (Cebel) sığınırım, beni sudan(Min el mai) kurtarır" cevabını verir. Ancak oğlunun sığındığı CEBEL yani dağ onu korumamış ve neticede su da boğulmuştur (Hud s. 43).

Bu olayın bize bakan yönünün okunabilmesinin, ayet içinde geçen ve Nuh (a.s) ın oğlunun , kendisini su dan koruyacağını zannederek sığındığı, CEBEL (Dağ) kelimesinin ifade ettiği anlamın güncelleştirilerek mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Bu kelimeden yola çıkarak , farklı kurtarıcılar peşinde koşmanın kişileri su da boğmasının, bizler için nasıl gerçekleşebileceğini okumaya çalışacağız.

Nuh (a.s) kıssasının en önemli objesi GEMİ olup , bu gemiye binenler helak olmaktan kurtulur iken , binmeyenler ise helak olmuşlardır. Kıssaları güncel mesajlar olarak okumanın gereğine binaen , bu gemi sadece Nuh (a.s) kıssası ile tarih sahnesinden silinen veya falan dağ da kalıntısı aranan bir obje olarak görülmeyerek , bize dönük mesajı olan bir obje olarak okunmalıdır.

EL FULKE (Gemi) , Nuh (a.s) a Allah (c.c) tarafından yapılması emredilen bir araçtır. Nuh (a.s) kıssasında "Mü'min" veya "Kafir" ayrımı, kişilerin o gemiye binip binmemesi sonucunda yapılmıştır. Gemiye binen Mü'minler helaktan kurtulmuş , binmeyen kafirler ise helak olmuşlardır. Nuh (a.s) kıssasındaki Gemi artık sadece bir binek aracı olmaktan çıkarak , helaktan kurtuluşun bir yolu olan, evrensel bir sembol haline gelmiş ve bize dönük mesajı olan bir objedir.

GEMİ artık , bir seyahat aracı olmaktan çıkmış , Nuh kavminden iman edenlerin DÜNYA VE AHİRETTE KURTULMALARINA VESİLE OLAN BİR ARAÇ olmuştur . Bu gün bizlerin dünya ve ahirette kurtulmasına sebep olacak olan geminin yani aracın adı ise "KUR'AN" dır. Nuh (a.s) ın oğlu bu gemiye binmeyerek , nasıl dünya ve ahirette helak oldu ise , Kur'anı hayatına rehber edinmeyenler , aynı şekilde dünya ve ahirette helak olacaklardır.

Bu bağlamda Nuh (a.s) ın oğlunun "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" sözü, önem kazanmaktadır. Bu sözü ,bize dönük bir mesaj olarak okuduğumuzda , "CEBEL" (Dağ) kelimesi , GEMİDEN YANİ KUR'ANDAN KAÇANLARIN SIĞINDIKLARI HER TÜRLÜ SIĞINMA ARACININ ADI OLARAK EVRENSEL BİR ANLAM KAZANMAKTADIR. 

Nuh (a.s) ın oğlunun GEMİye binmeye yanaşmayarak , başka bir kurtarıcı olarak CEBELe sığınmayı tercih etmesi , onu kurtaramamış , sonuçta oğlu boğulanlardan olmuştur.

Artık Nuh (a.s) kıssasında bir obje olan CEBEL (Dağ) , evrensel bir anlama bürünerek , Kur'an dışında sığınılan kurtuluş araçlarının yani "Sahte Kurtarıcı" ların ortak bir isim haline gelmiştir.

Nuh (a.s) ın oğlunun helak olmasının bize dönük mesajı , Kur'andan başka sığınaklar olduğunu zannına kapılarak , onlara sığınanlar ve bu sığınakların kendilerini dünya ve ahirette kurtuluş sağlayacağını zanneden her kim olursa olsun bu zannı onu helak olmaktan kurtaramayacak olduğunun yaşanmış bir örnek üzerinden canlı bir biçimde gösterilmesidir. 

Bu noktada , insanları kurtuluşa götürdüğü zannedilen , fakat gerçekte helake götüren "CEBEL" lerin yani "Sahte Kurtarıcı" ların ne veya kimler olabileceği sorusunun cevabı gündeme gelmektedir.

"Kur'an", insanların dünya hayatlarında tabi olacakları kuralları ihtiva eden bir kurallar manzumesi olarak Rabbimizin bizler için indirdiği bir kitaptır. Bu kitabın muhteviyatı , insanların dünya hayatı içinde tabi olacakları kuralların temellerini bizlere beyan eden etmektedir. Bu kitabın ihtiva ettiği beyanları hayatları içinde tatbik edenlerin , dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri Rabbimiz tarafından haber verilmektedir.

Bunun tersi olarak , bu kitabın muhteviyatını hayatlarına tatbik etmeyenlerin ise dünya ve ahirette helak olacakları, geçmiştekilerin yaşanmış örnekleri şeklinde bizlere sunulmaktadır. 

Vahyin haricindeki kurtarıcılar neden sahtedir ?. 

"Kurtarıcı" vasfına sahip olan bir yaşam sisteminin yani "DİN" in, insanlara sadece dünya garantisi değil "Dünya ve Ahiret" garantisini birlikte vermesi gerekmektedir. Çünkü insan sadece dünya hayatını yaşayan, öldükten sonra toprak olan bir canlı değil , öldükten sonra yeniden diriltilerek ebedi bir yaşama devam eden bir canlıdır.

İnsanın ölümle bitmeyen bir hayatı olduğunu göz önünde bulundurarak , ona her iki tarafta mutlu ve mesut bir yaşam garantisini sadece Allah (c.c) nin dini olan İslam, vaat etmektedir.

İslam'ın haricindeki bütün yaşam sistemleri , insanı sadece dünya hayatında yaşayan ve ölen bir varlık olarak görerek , ona bu bakış açısı ile bakarak , onun için bir takım yaşam sistemleri önermektedirler. Bu önermeler insanlara, dünya hayatı içinde mutlu ve mesut bir hayat getirmediği gibi , ahiret hayatında da ebedi olarak cehennem ile cezalandırılmasına sebep olacaktır.

Kur'an ve önceki kitapların tamamının ortak çağrısı , insanı dünya ve ahireti birlikte düşünerek , ona göre bir yaşam biçimi yani dini tercih etmesini tavsiye etmektedir. Kur'an içinde anlatılan kıssalar , tek taraflı bir hayatı tercih ederek dünyaya saplanan ve ahireti hesap etmen bir yaşam sürenlerin akıbetlerini haber vererek , bu tür yaşam sistemlerini tercih edenlerin , dünya hayatlarının helak olmak ile son bulduğunu bizlere bildirmektedir.

Ahiretteki sonsuz yaşamı hesaba katmayarak , sadece dünya hayatı ile ilgili düzenlemeler vaz eden yaşam sistemlerinin ortak adı "Şirk düzenleri" olup , bu düzenler ile yönetilen kavimlerin helak edilme sebepleri , ahireti ötelemeleri sonucunda yaptıklarının hesabını vermek gibi bir kaygı içinde olmadan yaşamalarının getirdiği sonuçlardır . İşte bu yaşamlar sonucunda ortaya çıkan fesat , o kavimlerin helakına sebep olmuştur.

Ved , Suva , Yeuk , Yeğus ve Nesr adlı putlar , Nuh (a.s) ın kavminin bırakmamakta direndiği putlar olup , bu putlar evrensel bir sembol olarak , Allah (c.c) nin dininin dışındaki yaşam sistemlerini temsil etmektedir. 

Dün Nuh kavminde görülen bu isimlerin yerini , Kapitalizm , Liberalizm , Marksizm , Kemalizm v.s gibi sistemler almış olup , dün kavminin müşrik ileri gelenlerinin bu günkü torunları , bu sistemleri bırakmamak için direnmektedirler. Bu düzenler , Nuh'un oğlunun kendisini kurtaracağını zannettiği "Cebel" ler olup , "Gemi" ye yani vahye binmeyen kim olursa olsun , onları boğulmaktan kurtaramayacaktır.

Sonuç olarak ; Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini dünya ve ahirette kurtaracak olan gemiye binmeyi ret ederek , kendisini koruması için dağa sığınmasını bize dönük mesajlar olarak okuduğumuzda , "GEMİ",  insanları dünya ve ahirette kurtuluşa götüren bir araç olarak evrensel bir anlama dönüşerek bu gün yerini KUR'ANA bırakmış olan bir objedir. 

Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini koruyacağını zannettiği "CEBEL" , Kur'an karşısında olan bütün sahte kurtarıcıların ortak adına dönüşerek , Nuh'un oğlunu helak olmaktan nasıl kurtaramadı ise , bu gün "Cebel" e mukabil olan bütün sahte kurtarıcı olan yaşam sistemleri , dün Nuh'un oğluna nasıl bir faydası olmadı ise , bugünde onun torunlarına bir faydası olmayacaktır.  

Dünya ve ahirette helak olmaktan kurtulmanın yolu, Kur'an gemisine binerek hedefe ulaşmaktan geçmektedir. Kur'an gemisine binmeyerek , dağların kendisini kurtaracağını zannedenler Nuh'un oğlu gibi helak olmaktan kurtulamayacaklardır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Hud s. 71. Ayeti Örneğinde Allah c.c nin ,Kulunun Kiminle Evleneceğini ve İmtihanın Sonucunu Bilmesi

Gündemimizde yer alan tartışma konularından bir tanesi sayın Abdülaziz bayındır hocanın, 2012 senesi aralık ayında gündeme düşen bir telefon konuşmasında sorulan soruya, "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklinde bir cevap vermesi ve bunun sonucunda tartışılmaya başlanan Allah cc nin bilgisinin sınırı konusu hala devam etmektedir.  

Sayın hoca bu konu ile ilgili bir çok ders yapmış ve yaptığı derslerindeki ana fikir "ALLAH KULUNUN İMTİHAN GEREĞİ OLARAK YAPACAKLARINI BİLMEZ" şeklinde özetlenebilir. Bu düşüncenin Kur'an ölçeğinde yapılacak bir değerlendirme sonucunda doğru olup olmadığı konusunda hud s. 71. ayeti çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.   

Lut as ın kavminin helakını haber vermek için önce İbrahim as'a gelen elçiler ile ilgili bilgi "İbrahim'in misafirleri" kıssası olarak hud,hicr ve zariyat surelerinde anlatılmaktadır. Önce , Allah cc nin kur'anda kıssa yollu anlatımlarındaki hikmet  ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. 

Rabbimiz kitabının bir çok ayetinde bizlere geçmişlerin haberlerini anlatarak o haberlerden ibret almamızı istemektedir. Kıssalardan doğru bir bilgi edinmek için o kıssanın anlatıldığı zaman ve mekan ile ilgili bilgilerin kur'anda verilmemesi bizlere kıssa yollu anlatımların ibret vesikaları olmaları yönünün hatırlatılması içindir. Kıssalarda dikkatimizi çeken yönlerden biriside aynı olayın değişik Kur'an ayetlerinde farklı ibarelerle ve farklı açılardan gösterilerek anlatılmasıdır. Aynı olayın kur'ana dağıtılmış ayetlerinde farklı ibareler kullanılma sebebi acaba ne olabilir? diye sorulduğu zaman aklımıza bir kaç cevap gelebilir. 1-kur'an kıssa anlatımlarının tarihi olaylar gözü ile bakılmasını istemez. 2-kur'an kıssa yollu anlatımlar ile muhataplarına mesaj vermek amacını güder. 

Aynı kıssanın farklı biçimde anlatılma özelliği, "İbrahim'in misafir'leri"kıssasındada gözümüze çarpmaktadır. Gelen elçiler hud s. 71. ayetinde "ishak ve yakub'u" hicr s. 53. ve zariyat s 28.ayetinlerinde "bilgin bir oğlan çocuk" müjdesi verilmektedir. Hicr ve zariyat surelerinde doğacak ilk çocuk müjdesi verilirken hud. suresinde doğacak ikinci çocuk ishak ve onun oğlu yakub as ların müjdesi verilme hikmeti acaba ne olabilir?   

Bu hikmeti kıssanın yaşandığı zaman ve mekan içinde anlamaya çalıştığımız takdirde verilmek istenen mesajı anlamakta zorlanacağımız aşikardır. Çünkü aynı elçilerin ağzından hud s 71 de i"shak ve yakub" , hicr ve zariyat surelerinde "bilgin bir oğlan" çocuk müjdesi verilmektedir. Hud s. 71. ayetinde ishak ve yakub'un müjdelenip diğer surelerde bilgin bir çocuk müjdelenmesinin hikmetini ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLMEDİĞİ VE KULUN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLMEDİĞİ  yönündeki iddianın yanlışlığına delil olarak sunabiliriz şöyleki;   

Saffat suresinde anlatılan İbrahim as kıssasının 100-113. ayetleri bize bu konuda bilgi vermektedir. Kavminin zulmünden kurutlarak yeni topraklara hicret eden İbrahim as yaşlanmış fakat çocuğu yoktur, rabbine "bana Salihlerden bir evlat ver " diye dua eden İbrahim as ın bu duasının karşılığı olarak bir oğlan çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuk büyüyünce rabbi ibrahimi çetin bir imtihana tabi tutar baba ve oğlu bu imtihandan yüz akı ile çıkarlar, rabbi ibrahime bu imtihan başarısının karşılığı olarak İshak'ı müjdeler.  

Saffat suresinde anlatılan bu kıssayı hud s 71 de anlatılan "ishak ve yakub'un müjdelenme olayını , ALLAH CC NİN KULUNUN İMTİHAN SONUCUNU ÖNCEDEN BİLDİĞİnin açık bir delili olarak görebiliriz şöyleki;  

İbrahim as ile ilk doğan oğlu çetin bir imtihana tutulmuş ve bu imtihanı başarılı bir şekilde geçmesi nedeniyle ona ishak as bağışlanmış ve ardından ishak as ın oğlu olan yakup as bağışlanmıştır ve bunun haberi İsmail as daha doğmadan önce hud s 71 de verilmektedir. Hud s  71 deki ishak ve yakub'un bağışlanması anlatımının hikmeti ALLAH CC NİN İBRAHİM AS IN GELECEKTE TABİ TUTULACAĞI İMTİHANIN SONUCUNUN ÖNCEDEN BİLDİĞİNİ MÜKAFAT OLARAK ONA İSHAKI BAĞIŞLAYACAĞINI, HATTA İSHAK AS IN DAHA DOĞMADAN KİMİNLE EVLENECEĞİNİ BİLİP ONUN YAKUP ADINDA BİR OĞLU OLACAĞINI BİLMESİDİR.  

Sayın bayındır hoca bir dersinde saf suresinde isa as ın ağzından "benden sonra adı ahmed olacak bir elçiyi size müjdeliyorum" ayeti ile ilgili olarak "burada bahsedilen muhammed as ın kendisi değil özelliklerinden bahsedilmiş" diyerek direk olarak muhammed as a bir işaret olmadığı yönünde bir iddia serdetmesine karşılık hud s. 71 de anlatılan ishak ve yakub adları konusunda bunların onların özellikleri olduğu iddiasını tekrarlamakta zorlanacaktır.  

Yine aynı şekilde muhammed s. 31. deki "bilinceye kadar" şeklindeki ifadeden sayın hoca "Allah bilse böylemi der" diyerek haşa Allah cc nin kulun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmediği delilini çıkarmaktadır. "Li na'leme" kelimesi ile ilgili olarak ortaya sürülen görüşlerde "bilmek için" veya bilinceye kadar" şeklindeki anlamdan "bak kardeşim Allah ben bilmiyorum bilinceye kadar" diyor şeklinde bir yorum getirilirek Allah cc nin bilmediğinin delilinin buradan çıktığı söylenmektedir. "Bilmek için"şeklinde çevrilen kelime Allah cc nin haşa bilmediğini değil , o kulun alacağı karşışığın somut bir amele dayanması içindir .Allah cc "o kulun ne yapacağını ben önceden biliyorum onu denememe gerek yok" deseydi o kul haklı olarak yapmadıklarım karşılığında nasıl ceza ve mükafat verme gerekçesi olabilirdi? Allah cc nin o kulun yapacaklarını önceden bilmesi o kul üzerinde herhangi zorlayıcı bir irade gerçekleştirmiş olması anlamında değildir. 

Şimdi soruyoruz; Alllah cc madem kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmiyorsa hud s. 71 ayetinde nasıl daha İbrahim asın ilk çocuğu olmadan ishak biliniyor? artı madem Allah cc kulun kiminle evleneceğini bilmiyor ishak as evlenip yakub adında bir oğlu olacağının bilgisi daha İsmail as ortada bile yokken biliyor ve yakubu müjdeliyor?    

Sonuç olarak; "Allah kulunun imtihan gereği yapacak olduklarını bilmez" şeklindeki bir düşünce kur'andan onay alan bir düşünce değildir. Bu konuda yanıldığımız yer ,"madem Allah ne yapacağımızı biliyor imtihanın gereği ne?" şeklinde bir soruya verilmek istenen cevabın kur'an merkezli olarak cevabının aranmaya çalışırken Kur'an bütünlüğünün göz önünde bulundurulmamasıdır. Bu konuda yapılan yanlış biz kulların kader konusuna Allah cc nin ilah olması , bizlerin onun kulu olması ve bakış açımızın onun bize verdiği bilgiler dahilinde olup konuya kul açısından bakmaya çalışmayarak Allah açısından bakmaya çalışmamızdır. Alemlerin rabbi olan Allah cc için onun kulunun imtihanı gereği olarak  yapacaklarını bilmediği şeklinde ona izafe edilecek bir eksiklik ona karşı yapılacak olan en büyük hatalardan bir tanesidir. Sayın hoca, "bazıları benim Allah cc nin gaybı bilmez dediğimi iddia ederek iftira atıyorlar" diyor evet sayın hoca direk olarak, "Allah cc gaybı bilmez şeklinde" bir söz sarfetmedi ama bu iddiası endirek olarak yapılmış, Allah cc nin gayb konusunda bazı şeyler hakkında bilgi sahibi olmadığı yönünde bir iddiadır , neticede" Allah cc nin kulunun imtihan gereği yapacaklarını bilmez ve kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki bir iddia ona eksiklik izafe edilmesi yönünden hatalı bir düşüncedir.   

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.