7 den 7 e hangi Müslümana Şirk nedir? diye sorulacak olsa, alacağımız cevap Allah'tan başkasına kulluk etmektir, şeklinde olacaktır. Şirk denilince yine bir çok Müslümanda, Mekke'nin fethini müteakip Kabe içinde bulunduğu söylenen 360 adet putun kırılması ile şirk kavramının artık hayatta çıkmış olduğu düşüncesi hakim bulunmakta, bu kavramın Müslüman hayatında bundan sonra asla bir daha yer almadığı veya alamayacağı zannedilmektedir.
Halbuki bu durum kısa bir süre devam etmiş, Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı din algıları, onun Kul ve Elçi olarak sınırlandırılan konumunu değiştirerek, onun İlah konumuna yükseltilmesinin önünü açmıştır. Bugün bir çok Müslümanın zihnindeki peygamber portresi, maalesef Kur'an ile asla uyuşmayan bir noktada olup, şirk kavramının Müslüman hayatından yeniden yer bulmasına sebep olmaktadır.
İşin daha acı olan yönü ise, Muhammed (a.s) üzerinden hayata geçirilen şirkin dini bir vecibe olarak görülmesi, şirk içeren ameller işlendiğinde sevap alınacağına inanılmasıdır. Bugün bir çok Müslüman şirk olduğunun farkında bile olmadığı bir çok ameli dini bir görev gibi saymakta, ve titizlikle bu görevleri işlemek hususunda büyük gayretler sarf etmektedir.
Bütün Müslümanlar Muhammed (a.s) dahil bütün elçileri sevmek durumunda hatta zorundadırdır. Ancak bu sevginin de bir ölçüsü olup, bu ölçü onun getirdiği kitap içinde bizlere verilmiştir. "Ne kadar çok seversek o kadar iyi Müslüman olunur" diye bir kaide olmamasına rağmen, sevgideki aşırılık öyle bir noktaya getirilmiştir ki, bu konudaki bazı yanlışları dile getirmeye çalışanlar, maalesef, Peygamber Düşmanı olmak gibi yaftalarla suçlanmaktadır.
Kur'an içindeki İsa (a.s) ile ilgili ayetlere bakıldığında, bu ayetlerdeki ana mesajın, onun Hristiyanlar tarafından ilah mertebesine çıkarılmasındaki yanlışlıklar olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ayetlerin bize dönük mesajının, İsa (a.s) a yapılan muamelenin benzerinin Muhammed (a.s) için yapılmaması gerektiğinin hatırlatılması olmasına rağmen, sanki ayetlerin ana mesajı, İsa (a.s) için uygulanan muamelenin aynısının Muhammed (a.s) için de uygulanması emrediliyormuş olduğu gibi anlaşılmakta, Hristiyanlar tarafından İsa (a.s) a yapılan muamelenin belki daha aşırısı, Muhammed (a.s) için uygulanmaktadır.
Muhammed (a.s) a karşı yapılan ve Müslümanları şirke düşüren bazı aşırı uygulamalar.
Bugün sokaktaki 100 kişiye Muhammed (a.s) ölü müdür değil midir? şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevapların ekserisi onun ölü olmadığı şeklindedir.
[Zümer s. 30] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
Kur'an içindeki bu ve benzeri ayetlerin varlığından bile haberdar olmayan bir çok Müslüman, Muhammed (a.s) için Ölü kelimesini kullanmaktan imtina etmekte, bu kelimeyi onun için kullanmaktan, sanki Allah için kullanıyormuşçasına çekinmektedir. Akademik kariyer sahibi veya halkın gözünde Ulu Hoca olarak nam salmış kişilerden onun ölmediğini, kabirlerinde sağ olduğunu, namaz kıldığını, hatta eşleri ile bile ilişki kurabildiğini, ona yapılan salavatları işittiğini duyan kimseler, elbette bu hocalara pirim vererek, bunun aksini iddia edenleri Sapık, Peygamber Düşmanı olarak göreceklerdir.
Şefaat konusu açıldığında, şefaat edecek kimselerin başında geldiğine inanılan, her fırsatta Şefaat yaa Resulullah sözünü tekrarlamanın ibadet sayıldığı bir toplumun fertlerine, "Muhammed (a.s) ın böyle bir yetkisi yoktur, şefaat yetkisinin tümü ile kendisine ait olduğunu Allah (c.c) kitabında beyan etmektedir, ahirette ondan başka medet istenecek kimse yoktur" şeklinde sözler söyleyen bir kimseye "Bu sapık neler diyor böyle" diyerek bakılmakta, söylediği sözlerin doğru olup olmadığını bırakın araştırmak, sözleri kale bile alınmamaktadır.
Onun söylediği iddia edilen ve adına Hadis denilen sözlerin Kur'an ile aynı seviyede tutulması da şirkin Müslüman hayatında yer bulan bir çeşididir. İlah olmanın gereği olan insanlar için bir takım emir yasaklar koyma hakkı, Allah ile aynı görülerek Muhammed (a.s) a da verilmiş, bu hak bazı yalan ve iftira rivayetler ile desteklenmekte, bazı Kur'an ayetleri de bu yönde tevil edilmek sureti ile, Allah ile kulu aynı kefeye konmaktadır.
Tasavvufu şirk, tasavvuf ehlini ise müşrik olarak niteleyen Selefiyye ekolü mensuplarının, onun sözlerini Kur'an ile eşdeğer görmek sureti ile kendilerinin de tasavvufçular gibi şirk batağının içinde olduklarından maalesef haberleri dahi yoktur.
Müslümanlar böyle bir şirkten nasıl kurtulabilir?.
Bu veya benzeri şirk türlerinden kurtulmanın tek ve yegane yolu, Allah'ın kitabını dinde belirleyici ve yol gösterici olarak görmekle olacaktır. Bu kitap içindeki peygamber algısı en doğru ve en sahih bilgileri içermekte, bu bilgilerin ışığında öğrenilen peygamber algısı, bizi şirk batağına düşmekten kurtaracak olan bilgileri vermektedir.
Dinde belirleyici olarak görülen bir kitap içindeki peygamber algısını belirleyen ana çizgi, onun BEŞER BİR ELÇİ olmasını merkeze almaktadır. Böyle bir konuma sahip olan elçiye karşı yapılacak olan her türlü aşırı davranışlar, İsa (a.s) örnedğinde görüleceği üzere kişiyi şirke götürme tehlikesini barındırmaktadır.
Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerinin, sadece onu ilah mertebesine çıkaran Hristiyanları değil, böyle bir şirk içine düşme riskine sahip olan biz Müslümanları da yakından ilgilendirdiği hatırdan çıkarılmamalıdır. Böyle bir bilinç içinde okunan kitabın ayetleri, bizleri mevcut şirk riskine karşı uyaracak, ve ondan sakınmamızı sağlayacaktır.
Muhammed (a.s) ın Mekke'li müşrikler tarafından beşer oluşunun yadırganması ve onun beşer olduğu vurgusunun sıkça yapılıyor olmasının, bizler için de önemli mesajlar olduğu unutulmamalıdır. Onun beşer bir elçi oluşu onun örnekliği için önemli bir unsur olup, beşer olmaktan çıkarılması örnek alınır olmasını da olumsuz yönde etkileyecektir.
Geçtiğimiz günlerde bir üniversitenin ilahiyat fakültesi öğrencileri arasında yapılan "Peygamberimizin en önemli sünnetleri nedir?" adlı ankette soruya verilen cevapların en çoğunu "Sakal, Sarık, Misvak" gibi cevapların verilmiş olması, dini eğitim alanların bile sahip olduğu Peygamber algısının ne halde olduğunun acı bir örneğidir.
Halk arasında dolanan dini bilgi ve düşüncelerin merkezinde Muhammed (a.s) ın Kur'an ile taban tabana zıt olarak anlatılan kişiliğinin öne çıkmış olması, din konusunda düşülen büyük hatalardan bir tanesidir. Bir elçi olarak onun kişiliğinin getirdiği vahyin önüne çıkmaması gerekirken, Kur'an'ın onun gerisinde kalması asla kabul edilir bir durum olamaz.
Elçilerin kişilikleri şayet Kur'an merkezli öne çıkacak olsa, onların küfür ve şirke karşı nasıl canları pahasına mücadele ettiği öne çıkması gerekecek, fakat onların bu kişilikleri en başta bir çok Müslümanı rahatsız edecektir. Bundan dolayı suya sabuna dokunmamış, uçan kaçan, ümmetine sakal sarık v.s kullanmakla 100 şehit sevabı vaat eden, onları şirkten sakındırmaya çağıran bir peygamber portresi, bir çok Müslümana daha cazip gelmektedir.
Bu durumda olduğunu düşündüğümüz Müslümanlara karşı kullanacağımız üslup ta önemlidir. Şayet onlara karşı tekfir ve ötekileştirici bir dil ile yaklaştığımızda, onlar bırakın sahip oldukları düşünceleri terk etmek, bu düşüncelerine daha sıkı yapışacaklardır.
[Nisa s. 48] Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan
başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir
günahla iftira etmiş olur.
Sonuç olarak: Allah (c.c) kendisine elçisi dahi olsa kimse ile ortak koşulmasını asla bağışlamayacaktır. Muhammed (a.s) ı daha fazla sevmek adına yapılan ve Kur'an'dan onay almayan her türlü aşırılıklar, bizleri şirk batağına çekme riski barındırmasından ötürü, tehlike az etmekte, bundan kaçınılması gerekmektedir.
Yazımızın amacının bu durumda olanları müşrik olarak nitelemek ve tekfir olmadığı, amacımızın bu durumda olanları uyarmak, içinde bulundukları tehlikeli durumu haber vermeye çalışmak olduğu bilinmelidir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
bulması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bulması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Mart 2018 Salı
10 Ağustos 2014 Pazar
Yusuf s. 35. Ayeti ve Adaletin Gücün Elinde Yön Bulması
Adalet kavramı insanlar arasındaki ihtilafların haklı olanın lehinde sonuçlanması şeklinde tezahür etmesi gereken bir kavramdır, ama bu kavram her zaman olması gerektiği şekilde tezahür etmeyerek gücü elinde bulunduranların istediği şekilde yön bulabiliyor. Bu şekil bir yön Yusuf as kıssasında da gözümüze çarpmakta olup , Yusuf as ın suçsuz olduğu ortaya çıktığı halde yönetim kademesindekilerin istekleri doğrultusunda ceza gördüğüne şahid olmaktayız. Yusuf s. 35. ayeti bu durumu anlatmakta olup , bu ayete kadar gelen süreç şu şekildedir.
[012.023] Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve «Haydi beri gel!» dedi. Yusuf: «Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar» dedi.
[012.024] O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.
[012.025] İkisi de kapıya koştu, kadın arkadan Yusuf'un gömleğini yırttı; kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına «Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da can yakıcı bir azab olmalıdır» dedi.
[012.026] Dedi ki: O, beni kendisine ram etmek istedi. Kadının ailesinden biri de şehadet etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa; o (kadın) doğru söylemiştir. Bu (Yusuf) ise yalancılardandır.
[012.027] «Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.»
[012.028] (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): «Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.»
[012.029] Yusuf; sen bundan vazgeç. Ey kadın; sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen, gerçekten suçlulardan oldun.
26. ve 27. ayetlere baktığımız zaman suçu kimin işlediği üzerinden değil , şuçtaki deliller üzerinden gidilerek şuçlunun belirlenmesi yöntemine gidildiğini görmekteyiz. Evrensel adalet kuralları diyebileceğimiz bu kural önce işlemiş fakat suçlunun konumu onun ceza görmesini engellemiştir. Olayın kapandığı zannedilmiş fakat şehirdeki kadınların dedikoduları başlamıştır , işte Yusuf as ın hapsedilmesine kadar varan süreç bu olay ile başlamıştır.
[012.030] Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
[012.031] Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.032] Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınnız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!
[012.033] Yusuf: «Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum.» dedi.
[012.034] Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağına engel oldu. Zira O, işitir ve bilir.
[012.035] Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.
Şehirdeki kadınların dedikoduları yüzünden zor durumda kalan azizin karısı , kadınları toplayarak onlara bir ziyafet sofrası hazırlatarak Yusufa onların yanlarına çıkmalarına söyler, Yusuf onların yanına çıkınca şehir kadınlarıda Yusuf 'un güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini keserler. Azizin karısı Yusufa olan aşkını itiraf ederek bu sevdadan vazgeçmediğini , Yusuf kendisini red etmeye devam ettiği takdirde ona neler yapabileceğini söyleyerek onu tehdit eder. Burada Yusuf as örnek bir davranış sergileyip iki seçimden birini, yani ya dünya azabından yada ahiret azabından kurtulmak seçimini yapmak zorunda kalmış , sonunda ahiret azabından kurtulmayı seçerek dünya azabına razı olmuştur.
35. ayet, adalet kavramının geçen yıllar içinde pek bir değişiklik arz etmediğini, iki davalıdan haklı olan değil elinde gücü bulunduranların haklı çıktığı bir mekanizmanın bizlerce yıldır varolduğunu bizlere göstermektedir. 26. ve27. ayetlerde evrensel adalet kurallarının bilindiği ve uygulandığı bir toplum olmasına rağmen , bu adaletin yönetici kademesi ve yakınlarına uygulanmadığını görüyoruz.
Adalet kavramının tam olarak işlemesi için suçu işleyenin kimliği hesaba katılmadan suçlu veya suçsuz olduğu evrensel adalet kurallarına göre tesbit edilmeli ve sosyal , ekonomik , siyasal konumu hesaba katılmadan hakkındaki karar verilmelidir. Maalesef bu şekil bir adalet her zaman tecelli etmemekte gücü elinde tutanların yönlendirdiği bir mekanizma daha ağır basarak karar verilmektedir.
Allah cc nin ahiretteki mahkemede kulları hakkında nasıl bir karar vereceğini beyan eden ayetler bizlere bu konuda örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Kullarının peygamber olması bile onlara bir ayrıcalık tanınmayacağını beyan eden ayetlere , mal , servet , güç sahiplerinin bu güçlerinin onlar için herhangi bir önceliğe sebeb olmayacağını beyan eden ayetler biz kulların hakim konumuna geldiğimiz zaman ne şekil bir karar vermemiz gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.
Karar mekanizmasını elinde tutanlar insan olması nedeniyle davalı veya davacı taraftan birine karşı sevgi veya nefret besleyebilir , fakat bu durum onlar hakkında karar verirken asla göz önüne alınmaması gerekir. Davud as kıssası içinde anlatılan 99 koyunu olan birinin tek koyunu olan birisinden o koyunu istemesi şeklinde karşısına gelen davada, Davud as ın mağdur olduğunu iddia eden taraf lehine olarak , diğer tarafı dinlemeden karar vermesi onun hatası olarak anlatılarak , hakim durumunda olanların karar vermek için her iki tarafı dinleyerek adil bir biçimde karar vermeleri gerektiği bizlere beyan edilmektedir.
Sonuç olarak; adalet ilkesi ilk insandan kıyamete kadar hepimiz için lazım olan bir ilke olup davalı veya davacıların sosyal , ekonomik , siyasal konumları ne olursa olsun sade bir vatandaş olarak kanunlar karşısında eşit olmalarını gerektirir. Yönetici kademelerinde oturanların işledikleri herhangi bir suç onların konumu gereği örtülmemeli , evrensel adalet ilkeleri gereği karar verilmelidir. Bugün yönetici makamında olanların adaleti kendi ellerinde yönetmeleri , yarın bu kademeleri ellerinden kaybettikleri zaman adalet adalet diye yalvarmaları "keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner" atasözünü unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Adalet mekanizması siyasi iktidarların elinde kaldığı müddetçe iktidardakilerin elinde bir silah halinde gelerek "haklı haksız" şeklinde bir ayrımdan çok, "bizden veya bizden olmayan" şeklinde bir ayrım yapılarak karar verilirki bu şekil kararlara her zaman ve her yerde şahitlik etmekteyiz. Kendi düşüncelerinden olan insanların kılına zarar gelmesini hazmedemeyenler , karşılarındaki insanların katledilmeleri karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaları adalet ilkesinin yerlerde süründüğünü göstermektedir. Müslümanlar olarak Allah cc nin bizlere öğrettiği adalet ilkeleri doğrultusunda bir dünya kuramadıkça bu zulüm ve haksızlıklar her zaman üstelik adalet adına var olacak ve güçszüler her zaman haksız çıkarak ezilecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
[012.023] Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi. Kapıları kilitledi ve «Haydi beri gel!» dedi. Yusuf: «Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar» dedi.
[012.024] O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi. Yusuf da ona özenip gitmişti. Aslında ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle olmuştu. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.
[012.025] İkisi de kapıya koştu, kadın arkadan Yusuf'un gömleğini yırttı; kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına «Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis ya da can yakıcı bir azab olmalıdır» dedi.
[012.026] Dedi ki: O, beni kendisine ram etmek istedi. Kadının ailesinden biri de şehadet etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa; o (kadın) doğru söylemiştir. Bu (Yusuf) ise yalancılardandır.
[012.027] «Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.»
[012.028] (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): «Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.»
[012.029] Yusuf; sen bundan vazgeç. Ey kadın; sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen, gerçekten suçlulardan oldun.
26. ve 27. ayetlere baktığımız zaman suçu kimin işlediği üzerinden değil , şuçtaki deliller üzerinden gidilerek şuçlunun belirlenmesi yöntemine gidildiğini görmekteyiz. Evrensel adalet kuralları diyebileceğimiz bu kural önce işlemiş fakat suçlunun konumu onun ceza görmesini engellemiştir. Olayın kapandığı zannedilmiş fakat şehirdeki kadınların dedikoduları başlamıştır , işte Yusuf as ın hapsedilmesine kadar varan süreç bu olay ile başlamıştır.
[012.030] Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
[012.031] Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.032] Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınnız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!
[012.033] Yusuf: «Rabbim! Hapis benim için, bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum.» dedi.
[012.034] Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağına engel oldu. Zira O, işitir ve bilir.
[012.035] Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı.
Şehirdeki kadınların dedikoduları yüzünden zor durumda kalan azizin karısı , kadınları toplayarak onlara bir ziyafet sofrası hazırlatarak Yusufa onların yanlarına çıkmalarına söyler, Yusuf onların yanına çıkınca şehir kadınlarıda Yusuf 'un güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini keserler. Azizin karısı Yusufa olan aşkını itiraf ederek bu sevdadan vazgeçmediğini , Yusuf kendisini red etmeye devam ettiği takdirde ona neler yapabileceğini söyleyerek onu tehdit eder. Burada Yusuf as örnek bir davranış sergileyip iki seçimden birini, yani ya dünya azabından yada ahiret azabından kurtulmak seçimini yapmak zorunda kalmış , sonunda ahiret azabından kurtulmayı seçerek dünya azabına razı olmuştur.
35. ayet, adalet kavramının geçen yıllar içinde pek bir değişiklik arz etmediğini, iki davalıdan haklı olan değil elinde gücü bulunduranların haklı çıktığı bir mekanizmanın bizlerce yıldır varolduğunu bizlere göstermektedir. 26. ve27. ayetlerde evrensel adalet kurallarının bilindiği ve uygulandığı bir toplum olmasına rağmen , bu adaletin yönetici kademesi ve yakınlarına uygulanmadığını görüyoruz.
Adalet kavramının tam olarak işlemesi için suçu işleyenin kimliği hesaba katılmadan suçlu veya suçsuz olduğu evrensel adalet kurallarına göre tesbit edilmeli ve sosyal , ekonomik , siyasal konumu hesaba katılmadan hakkındaki karar verilmelidir. Maalesef bu şekil bir adalet her zaman tecelli etmemekte gücü elinde tutanların yönlendirdiği bir mekanizma daha ağır basarak karar verilmektedir.
Allah cc nin ahiretteki mahkemede kulları hakkında nasıl bir karar vereceğini beyan eden ayetler bizlere bu konuda örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Kullarının peygamber olması bile onlara bir ayrıcalık tanınmayacağını beyan eden ayetlere , mal , servet , güç sahiplerinin bu güçlerinin onlar için herhangi bir önceliğe sebeb olmayacağını beyan eden ayetler biz kulların hakim konumuna geldiğimiz zaman ne şekil bir karar vermemiz gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.
Karar mekanizmasını elinde tutanlar insan olması nedeniyle davalı veya davacı taraftan birine karşı sevgi veya nefret besleyebilir , fakat bu durum onlar hakkında karar verirken asla göz önüne alınmaması gerekir. Davud as kıssası içinde anlatılan 99 koyunu olan birinin tek koyunu olan birisinden o koyunu istemesi şeklinde karşısına gelen davada, Davud as ın mağdur olduğunu iddia eden taraf lehine olarak , diğer tarafı dinlemeden karar vermesi onun hatası olarak anlatılarak , hakim durumunda olanların karar vermek için her iki tarafı dinleyerek adil bir biçimde karar vermeleri gerektiği bizlere beyan edilmektedir.
Sonuç olarak; adalet ilkesi ilk insandan kıyamete kadar hepimiz için lazım olan bir ilke olup davalı veya davacıların sosyal , ekonomik , siyasal konumları ne olursa olsun sade bir vatandaş olarak kanunlar karşısında eşit olmalarını gerektirir. Yönetici kademelerinde oturanların işledikleri herhangi bir suç onların konumu gereği örtülmemeli , evrensel adalet ilkeleri gereği karar verilmelidir. Bugün yönetici makamında olanların adaleti kendi ellerinde yönetmeleri , yarın bu kademeleri ellerinden kaybettikleri zaman adalet adalet diye yalvarmaları "keser döner sap döner bir gün gelir hesap döner" atasözünü unutmamaları gerektiğini hatırlatır. Adalet mekanizması siyasi iktidarların elinde kaldığı müddetçe iktidardakilerin elinde bir silah halinde gelerek "haklı haksız" şeklinde bir ayrımdan çok, "bizden veya bizden olmayan" şeklinde bir ayrım yapılarak karar verilirki bu şekil kararlara her zaman ve her yerde şahitlik etmekteyiz. Kendi düşüncelerinden olan insanların kılına zarar gelmesini hazmedemeyenler , karşılarındaki insanların katledilmeleri karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaları adalet ilkesinin yerlerde süründüğünü göstermektedir. Müslümanlar olarak Allah cc nin bizlere öğrettiği adalet ilkeleri doğrultusunda bir dünya kuramadıkça bu zulüm ve haksızlıklar her zaman üstelik adalet adına var olacak ve güçszüler her zaman haksız çıkarak ezilecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
18 Haziran 2014 Çarşamba
Zülkarneyn ve Davud a.s Örneğinde Demirin Gücün Elinde Yön Bulması
Kur'an kıssalarını eskilerin masalları şeklinde değilde, yaşanmış hayattan örnekler olarak ibret almak kastı ile okuduğumuz takdirde, bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kendimiz için bir çok örneklikler çıkarmamız mümkündür. Bu yazımızda Zülkarneyn ve Davud as kıssalarındaki anlatımları esas alarak, gücün insan elinde şekillenmesi ve bu gücün kullanımı hakkında örneklikler çıkarmaya çalışacağız.
Demir , Allah cc nin insanlara lutfetmiş olduğu güç kaynağı olup bu durum hadid s. 25. ayetinde şu şekilde beyan edilmektedir.
[057.025] Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir.
Hadid s. 25. ayetinde dikkati çeken 3 unsur olan, kitab-mizan-demir üçlüsünü bir araya getirerek insanların menfaatine kullanan elçilerin örneklerini kur'anda bulmaktayız. Süleyman , Davud , Zülkarneyn as lar bu üçlüyü doğru okuyup ve elde ettikleri gücü Allah cc nin kendilerine öğretmiş olduğu doğru biçimde kullanıma bir örnektir. Bu örnekliğin bu şahıslarda nasıl gerçekleştiğini kur'andan okuyup, günümüze bir mesaj olarak okumak ve aktarmak, kur'anı güncelleştirerek olarak okumanın bir gereği olduğunu düşünmekteyiz.
Davud as israiloğullarına mensub olan bir kişidir, Talut'un ordusunda bir asker olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu başarısı neticesinde Alllah cc tarafından elçi olarak seçilmiştir.
[002.251] Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.
[034.010-11] Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
Davud as, savaş sanatını çok iyi bilen biri olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu sanatını elçi iken de konuşturmuştur. Allah cc nin ona demiri yumuşatmasını öğretmesi ona cibril'i göndererek öğretmesi şeklinde olmayıp kendinden önce var olan bilgi birikimini kullanarak üzerine kendi bilgisini ekleyerek en iyi bildiği bir işi dahada ileri götürme başarısını göstermesidir.Bizlerin bugün eksikliğini duyduğumuz en önemli konu, bu olup önceki bilgilerin üzerine yeni bilgi ilave edecek insanlar yetiştirememizdir. Davud as israiloğullarına gökten inen bir kişi değil onların içinde yetişmiş bir insandır. Allah cc nin kainat kitabını iyi okuyan israiloğulları kendi içlerinden bir Talut ve Davud çıkartarak calut ordusunu perişan etmişlerdir. Bu orduyu perişen ederlerken Allah onlara gökten melek indirmemiş olup oyunun kurallarına göre hareket ederek başarıyı yakalamışlardır. Bugün müslümanlarında aynı şekil bir çalışma ile bir Talut ve Davuda her zamandan daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır.
Kur'an da Davud ve Zülkarneyn, ikiside mülk ve güç sahibi olarak gördüğümüz şahsiyetler olup onlar ile ilgili ayetler sadece yaşadıkları zaman ve mekan çerçevesi dahilinde okunduğunda mesajı ıskalamış oluruz. Zülkarneyn'in kehf suresinde anlatılan kıssasında ye'cüc ve me'cüc fesadına karşı engel yapması için kullandığı madde demir ve bakır olduğu görülmektedir.
[018.096] «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.
Hadid s. 25. ayetine dönecek olursak, orada demirin güç sembolu olarak insanların hizmetine sunulduğu beyan edilmektedir. Bu gücün, elinde bulunan kişiye göre şekil aldığı unutulmamalıdır, Allah cc yaratmış olduğu insanın kafir veya mü'min olduğuna bakmaksızın kainat kitabı dediğimiz evrensel yasaları okuyanlar bu gücü eline geçireceklerdir. Tarihte bir çok örnek demiri işlemek sureti ile güç kazananların, bu güçlerini kötüye kullanmak sureti ile dünyayı nasıl fesada boğdukları herkesin malumudur.
Allah cc nin kainata koymuş olduğu ayetleri okuyarak ellerine bu gücü geçirenler sadece dünya hayatının geçici menfaatlerini düşünerek milyonlarca insanı katletmekten geri durmamışlardır. Bizler müslümanlar olarak kainat ayetlerini okuduğumuz müddetçe ilim ve teknikte gelişme sürecimiz devam etmiş , bu okumaları kafirler yapmaya başladığı zaman müslümanlar geriye kalmış ve bugüne kadar süregelen zulüm ve baskılara maruz kalmışlardır.
Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu vahiyler olmayıp kevni ayetler dediğimiz ve o ayetleri okuyan herkesin mü'min veya kafir olduğuna bakılmaksızın çalışmalarının karşılığını vermesi onun "Errahman" isminin bir tecellisidir. Rahman olan Allah indirmiş olduğu kevni ayetleri doğru okuyarak o yolda çalışan kullarını çalışmalarında başarılı kılmaktadır.
Bizler imanın sadece elçiler ile inen kitablara olacağını zannettiğimiz için diğer kitabı okumayı bırakıp, elimizdeki mushafı sesi güzel hafızlar vasıtası ile okuduğumuzu zanneder olmuşuz , halbuki müslüman önce kainat kitabını okuyacak ve bu okuma sonucu hakettiği imkanları nasıl kullanacağını eldeki mushaf tan öğrenecektir. Kainat kitabını okumadan sadece mushaftan okunan ayetler bizleri bu günkü durumumuzdan kurtarmadığına göre bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir. "Kur'an mekke de indi , kahire de okundu , istanbulda yazıldı" sözleri hepimizin bildiği bir söz olup, kur'anın güzel bir yazı ve güzel bir okumadan ibaret olduğunu bizlere anlatıp bunu yaptığımızda dört dörtlük bir imana sahip olacağımız maalesef inandırıldı.
Bugün kainat kitabını doğru okuyarak Errahman isminin tecellisine nail olan müstekbirler bu gücü nasıl kullanacaklarını, elçiler vasıtası ile inmiş olan kitab'lara iman etmedikleri için elde ettikleri bu gücü Allah cc nin istediği noktada kullanmayıp onlarda bir yerlerde yanlış yaparak insanlara zulmektedirler.
İşte kur'an kıssalarının önemi burada ortaya çıkmaktadır, insanlık tarihini kur'an gözü ile okuyacak olursak, zalim ve mazlumların savaşı olarak ifade edebileceğimiz bir durum ortaya çıkar. Allah cc göndermiş olduğu elçilere ve ona inananlara zulmedenleri helak ettiğini bir çok ayetinde beyan etmektedir.Bir çok ayet kendilerine güç , servet, evlat verilenlerin bu gücü Allah cc nin istediği doğrultuda kullanmayanların helak edildiğini ve bu durumu tekrar edenlerin kıyamet günü ebedi, olarak cehennnem ile cezalanadırılacaklarını beyan etmektedir.
Kendilerine verilen güç, servet, evlat gibi imkanların nasıl kullanılacağını yine elçilerin rol modelliği şeklinde onların böyle bir güç kazanımını nasıl kullandıkları anlatılarak bu durumda olanların nasıl hareket etmeleri gerektiği öğretilmiştir. Davud as kıssası bu gözle okunması gereken bir kıssadır. Elçilerin klasik anlmada "sünnet" dediğimiz örneklikleri bu kıssaları anlamamızda ve hayata geçirme noktasında
Davud as askeri dehası sayesinde güç sahibi olmuş kul olarak güç sahiplerinin örnek alması gereken bir elçidir. Güç sembolu olan demiri kainat yasalarına uygun olarak işleyip başka insanlar üzerinde hakimiyet sağlayan Davud as bu gücü Allah cc nin kendisine vermiş olduğu vahiy ile birlikte okumuş ve hayata geçirmiştir. Davud as kıssasını okuayacak olursak elinde olan bu gücü insanlara zulüm için asla kullanmamış , aksine bu gücü verene karşı sorumlu olduğunu bir an bile unutmamıştır.
Elinde güç bulunduran insanların ekolojik dengeyi bozmaları sadece bir kaç yüzyıllık sorun olmayıp insanlık tarihinin bir sorunu olarak kur'anda yerini bulmuştur.
[030.041] İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde Fesad belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.
[002.205] O, (Allahın emirlerine) sırt çevirdimi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.
Eline fırsat geçtimi fesada meyyal olan insanın bu fesadı, sadece insanları değil bütün arz'ı etkilemektedir. Amerikanın japonyaya attığı iki tane atom bombasının izleri hala silinememiş olması bu fesadın boyutunun ne derece korkunç olduğunu gözler önüne sermektedir. Dağların ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiğini beyan eden ayetler burada anlamını bulmaktadır.
[034.010-11] Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
[021.079] Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.
Üstteki ayetlerde Dağlar ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiği , kuşların ve dağların onun emrine musahhar kılındığı beyan edilmektedir, peki bu ayetlerden nasıl bir mesaj çıkarabiliriz?.
Tesbih kelimesinin anlamına , " varlıklar üzerinde Allah cc nin koymuş olduğu yasalar" diyebiliriz. Dağların ve kuşların Davud ile birlikte tesbih etmesi demek , Davud as ın elinde bulunan güç ile ekolojik dengeye herhangi bir fesada uğratmadan yani yaratılmışların tesbihlerini bozmadan bu gücü kullanmasını ifade eder. Dağların ve kuşların Davud as a musahhar kılınmaları bu konuyla alakalı olup , onun kendi kullanımına verilen bu nesneleri doğru biçimde kullanması ve arz üzerindeki dengeyi bozmaması olarak anlaşılabilir.
Bu gün dünyanın içinde bulunduğu en büyük sorunlardan biri olan çevre sorunlarının baş sebebi gücü elinde bulunduran müstekbirlerin dünyayı babalarının çiftlikleri zannedip , orada her istediklerini yapabileceklerini zannetmeleridir. Aynı müstekbirler çevreye verdikleri felaketin farkında olarak hem önlemler almaya alışmakta , hemde bu fesadı olanca güçleri ile devam ettirerek ekolojik dengeyi bozmaktadırlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin yaşama hakları olduğunu zannedenler , yaydıkları fesadın kendilerinede çarptığını görmekle beraber bu azgınlıklarından vaz geçip dünyada kendilerinden başka insanların , bitkilerin hayvanların v.s ninde yaşama hakları olduğunu görmezlikten gelmektedirler.
Zülkarneynin'de aynı şekilde ordusu ile çok geniş bir coğrafya'ya hakim olan birisi olduğu kehf suresinde anlatılan kıssasından anlaşılmaktadır. Ye'cüc ve me'cüc ün fesadına karşı yardım isteyen kavme demiri kullanarak set yapmış ve bu set yapam karşılığında onlardan herhangi bir ücret istememiştir.
Bugün ulusların birbirleri ile olan ilişkisine baktığımızda tam bir kurt kuzu ilişkisinin hakim olduğu görülmektedir. Müstekbirler karşılarında olanı ezmek için her türlü yola başvurmakta olup onların güçsüzlüklerini fırsat bilerek olanca güçleri ile onları ezmektedirler. Yardıma muhtaç olan bir ülkeye hiç bir ülke babasının hayrına yardım etmemekte , kısa ve uzun vadede onu sömürmek için bu yardımı yapmaktadır.
Sonuç olarak; kur'an kıssalarını geçmişte yaşanmış hayat içinden geçmişlerin örnekleri olarak, yaşanan hayat içindeki sorunlara çare olacak mesajlar olarak okumak,kur'anın evrensel mesajını okumak anlamına gelecektir. Davud ve Zülkarneyn kıssası da böyle bir mesaja sahip olup, anlaşılması ve hayat içinde tatbiki gereken mesajlar içermektedir. Demirin güç sembolu olarak elinde bulundurana göre şekil kazanması, günümüzde bu gücün müstekbirlerin elinde olmasından dolayı dünya büyük bir fesad hareketi içinde olup insanlar ve ekolojik denge tehdit altındadır. Allah cc kainat yasalarına koymuş olduğu ölçü içersinde bu ölçülere göre çalışanı Rahman ismi gereğince muvaffak kılar , ancak bu muvaffak kılması o insanların istedikleri gibi hareket etmelerini gerektirmez. Allah cc nin elçiler ile indirmiş olduğu hatırlatmalar içinde olan ayetler , güç sahiplerinin nasıl hareket edeceğini düzenler. Kıssa yollu anlatım uslubu içinde geçmişte kendisine güç verilenlerin bu gücü yanlış ve doğru biçimde kullanmaları neticesinde uğradıkları ve uğrayacakları akıbet aynı vahiy içinde beyan edilmiştir. Davud ve Zülkarneyn örneği bu gücü doğru kullananlara bir örneklik teşkil etmekte olup, bugün bizlerin böyle insanlar çıkaramamış olması Allah cc nin kitabını, sadece elçilere göndermiş olduğu kitaplar zannedip onlaraa iman ettiğimizi dil ile söylemekle cennete gideceğimizi zannederek vebalini dünya ve ahirette ödemek durumunda olduğumuz bir hal içinde bırakmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Demir , Allah cc nin insanlara lutfetmiş olduğu güç kaynağı olup bu durum hadid s. 25. ayetinde şu şekilde beyan edilmektedir.
[057.025] Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir.
Hadid s. 25. ayetinde dikkati çeken 3 unsur olan, kitab-mizan-demir üçlüsünü bir araya getirerek insanların menfaatine kullanan elçilerin örneklerini kur'anda bulmaktayız. Süleyman , Davud , Zülkarneyn as lar bu üçlüyü doğru okuyup ve elde ettikleri gücü Allah cc nin kendilerine öğretmiş olduğu doğru biçimde kullanıma bir örnektir. Bu örnekliğin bu şahıslarda nasıl gerçekleştiğini kur'andan okuyup, günümüze bir mesaj olarak okumak ve aktarmak, kur'anı güncelleştirerek olarak okumanın bir gereği olduğunu düşünmekteyiz.
Davud as israiloğullarına mensub olan bir kişidir, Talut'un ordusunda bir asker olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu başarısı neticesinde Alllah cc tarafından elçi olarak seçilmiştir.
[002.251] Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.
[034.010-11] Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
Davud as, savaş sanatını çok iyi bilen biri olarak calut'u öldürme başarısını göstermiş ve bu sanatını elçi iken de konuşturmuştur. Allah cc nin ona demiri yumuşatmasını öğretmesi ona cibril'i göndererek öğretmesi şeklinde olmayıp kendinden önce var olan bilgi birikimini kullanarak üzerine kendi bilgisini ekleyerek en iyi bildiği bir işi dahada ileri götürme başarısını göstermesidir.Bizlerin bugün eksikliğini duyduğumuz en önemli konu, bu olup önceki bilgilerin üzerine yeni bilgi ilave edecek insanlar yetiştirememizdir. Davud as israiloğullarına gökten inen bir kişi değil onların içinde yetişmiş bir insandır. Allah cc nin kainat kitabını iyi okuyan israiloğulları kendi içlerinden bir Talut ve Davud çıkartarak calut ordusunu perişan etmişlerdir. Bu orduyu perişen ederlerken Allah onlara gökten melek indirmemiş olup oyunun kurallarına göre hareket ederek başarıyı yakalamışlardır. Bugün müslümanlarında aynı şekil bir çalışma ile bir Talut ve Davuda her zamandan daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır.
Kur'an da Davud ve Zülkarneyn, ikiside mülk ve güç sahibi olarak gördüğümüz şahsiyetler olup onlar ile ilgili ayetler sadece yaşadıkları zaman ve mekan çerçevesi dahilinde okunduğunda mesajı ıskalamış oluruz. Zülkarneyn'in kehf suresinde anlatılan kıssasında ye'cüc ve me'cüc fesadına karşı engel yapması için kullandığı madde demir ve bakır olduğu görülmektedir.
[018.096] «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.
Hadid s. 25. ayetine dönecek olursak, orada demirin güç sembolu olarak insanların hizmetine sunulduğu beyan edilmektedir. Bu gücün, elinde bulunan kişiye göre şekil aldığı unutulmamalıdır, Allah cc yaratmış olduğu insanın kafir veya mü'min olduğuna bakmaksızın kainat kitabı dediğimiz evrensel yasaları okuyanlar bu gücü eline geçireceklerdir. Tarihte bir çok örnek demiri işlemek sureti ile güç kazananların, bu güçlerini kötüye kullanmak sureti ile dünyayı nasıl fesada boğdukları herkesin malumudur.
Allah cc nin kainata koymuş olduğu ayetleri okuyarak ellerine bu gücü geçirenler sadece dünya hayatının geçici menfaatlerini düşünerek milyonlarca insanı katletmekten geri durmamışlardır. Bizler müslümanlar olarak kainat ayetlerini okuduğumuz müddetçe ilim ve teknikte gelişme sürecimiz devam etmiş , bu okumaları kafirler yapmaya başladığı zaman müslümanlar geriye kalmış ve bugüne kadar süregelen zulüm ve baskılara maruz kalmışlardır.
Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu vahiyler olmayıp kevni ayetler dediğimiz ve o ayetleri okuyan herkesin mü'min veya kafir olduğuna bakılmaksızın çalışmalarının karşılığını vermesi onun "Errahman" isminin bir tecellisidir. Rahman olan Allah indirmiş olduğu kevni ayetleri doğru okuyarak o yolda çalışan kullarını çalışmalarında başarılı kılmaktadır.
Bizler imanın sadece elçiler ile inen kitablara olacağını zannettiğimiz için diğer kitabı okumayı bırakıp, elimizdeki mushafı sesi güzel hafızlar vasıtası ile okuduğumuzu zanneder olmuşuz , halbuki müslüman önce kainat kitabını okuyacak ve bu okuma sonucu hakettiği imkanları nasıl kullanacağını eldeki mushaf tan öğrenecektir. Kainat kitabını okumadan sadece mushaftan okunan ayetler bizleri bu günkü durumumuzdan kurtarmadığına göre bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir. "Kur'an mekke de indi , kahire de okundu , istanbulda yazıldı" sözleri hepimizin bildiği bir söz olup, kur'anın güzel bir yazı ve güzel bir okumadan ibaret olduğunu bizlere anlatıp bunu yaptığımızda dört dörtlük bir imana sahip olacağımız maalesef inandırıldı.
Bugün kainat kitabını doğru okuyarak Errahman isminin tecellisine nail olan müstekbirler bu gücü nasıl kullanacaklarını, elçiler vasıtası ile inmiş olan kitab'lara iman etmedikleri için elde ettikleri bu gücü Allah cc nin istediği noktada kullanmayıp onlarda bir yerlerde yanlış yaparak insanlara zulmektedirler.
İşte kur'an kıssalarının önemi burada ortaya çıkmaktadır, insanlık tarihini kur'an gözü ile okuyacak olursak, zalim ve mazlumların savaşı olarak ifade edebileceğimiz bir durum ortaya çıkar. Allah cc göndermiş olduğu elçilere ve ona inananlara zulmedenleri helak ettiğini bir çok ayetinde beyan etmektedir.Bir çok ayet kendilerine güç , servet, evlat verilenlerin bu gücü Allah cc nin istediği doğrultuda kullanmayanların helak edildiğini ve bu durumu tekrar edenlerin kıyamet günü ebedi, olarak cehennnem ile cezalanadırılacaklarını beyan etmektedir.
Kendilerine verilen güç, servet, evlat gibi imkanların nasıl kullanılacağını yine elçilerin rol modelliği şeklinde onların böyle bir güç kazanımını nasıl kullandıkları anlatılarak bu durumda olanların nasıl hareket etmeleri gerektiği öğretilmiştir. Davud as kıssası bu gözle okunması gereken bir kıssadır. Elçilerin klasik anlmada "sünnet" dediğimiz örneklikleri bu kıssaları anlamamızda ve hayata geçirme noktasında
Davud as askeri dehası sayesinde güç sahibi olmuş kul olarak güç sahiplerinin örnek alması gereken bir elçidir. Güç sembolu olan demiri kainat yasalarına uygun olarak işleyip başka insanlar üzerinde hakimiyet sağlayan Davud as bu gücü Allah cc nin kendisine vermiş olduğu vahiy ile birlikte okumuş ve hayata geçirmiştir. Davud as kıssasını okuayacak olursak elinde olan bu gücü insanlara zulüm için asla kullanmamış , aksine bu gücü verene karşı sorumlu olduğunu bir an bile unutmamıştır.
Elinde güç bulunduran insanların ekolojik dengeyi bozmaları sadece bir kaç yüzyıllık sorun olmayıp insanlık tarihinin bir sorunu olarak kur'anda yerini bulmuştur.
[030.041] İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı karada ve denizde Fesad belirdi. Ki yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki dönerler.
[002.205] O, (Allahın emirlerine) sırt çevirdimi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.
Eline fırsat geçtimi fesada meyyal olan insanın bu fesadı, sadece insanları değil bütün arz'ı etkilemektedir. Amerikanın japonyaya attığı iki tane atom bombasının izleri hala silinememiş olması bu fesadın boyutunun ne derece korkunç olduğunu gözler önüne sermektedir. Dağların ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiğini beyan eden ayetler burada anlamını bulmaktadır.
[034.010-11] Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar yap ve dokumasını sağlam tut, diye. Ve salih ameller işleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta olduğunuz şeyi görenim.
[021.079] Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.
Üstteki ayetlerde Dağlar ve kuşların Davud as ile birlikte tesbih ettiği , kuşların ve dağların onun emrine musahhar kılındığı beyan edilmektedir, peki bu ayetlerden nasıl bir mesaj çıkarabiliriz?.
Tesbih kelimesinin anlamına , " varlıklar üzerinde Allah cc nin koymuş olduğu yasalar" diyebiliriz. Dağların ve kuşların Davud ile birlikte tesbih etmesi demek , Davud as ın elinde bulunan güç ile ekolojik dengeye herhangi bir fesada uğratmadan yani yaratılmışların tesbihlerini bozmadan bu gücü kullanmasını ifade eder. Dağların ve kuşların Davud as a musahhar kılınmaları bu konuyla alakalı olup , onun kendi kullanımına verilen bu nesneleri doğru biçimde kullanması ve arz üzerindeki dengeyi bozmaması olarak anlaşılabilir.
Bu gün dünyanın içinde bulunduğu en büyük sorunlardan biri olan çevre sorunlarının baş sebebi gücü elinde bulunduran müstekbirlerin dünyayı babalarının çiftlikleri zannedip , orada her istediklerini yapabileceklerini zannetmeleridir. Aynı müstekbirler çevreye verdikleri felaketin farkında olarak hem önlemler almaya alışmakta , hemde bu fesadı olanca güçleri ile devam ettirerek ekolojik dengeyi bozmaktadırlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin yaşama hakları olduğunu zannedenler , yaydıkları fesadın kendilerinede çarptığını görmekle beraber bu azgınlıklarından vaz geçip dünyada kendilerinden başka insanların , bitkilerin hayvanların v.s ninde yaşama hakları olduğunu görmezlikten gelmektedirler.
Zülkarneynin'de aynı şekilde ordusu ile çok geniş bir coğrafya'ya hakim olan birisi olduğu kehf suresinde anlatılan kıssasından anlaşılmaktadır. Ye'cüc ve me'cüc ün fesadına karşı yardım isteyen kavme demiri kullanarak set yapmış ve bu set yapam karşılığında onlardan herhangi bir ücret istememiştir.
Bugün ulusların birbirleri ile olan ilişkisine baktığımızda tam bir kurt kuzu ilişkisinin hakim olduğu görülmektedir. Müstekbirler karşılarında olanı ezmek için her türlü yola başvurmakta olup onların güçsüzlüklerini fırsat bilerek olanca güçleri ile onları ezmektedirler. Yardıma muhtaç olan bir ülkeye hiç bir ülke babasının hayrına yardım etmemekte , kısa ve uzun vadede onu sömürmek için bu yardımı yapmaktadır.
Sonuç olarak; kur'an kıssalarını geçmişte yaşanmış hayat içinden geçmişlerin örnekleri olarak, yaşanan hayat içindeki sorunlara çare olacak mesajlar olarak okumak,kur'anın evrensel mesajını okumak anlamına gelecektir. Davud ve Zülkarneyn kıssası da böyle bir mesaja sahip olup, anlaşılması ve hayat içinde tatbiki gereken mesajlar içermektedir. Demirin güç sembolu olarak elinde bulundurana göre şekil kazanması, günümüzde bu gücün müstekbirlerin elinde olmasından dolayı dünya büyük bir fesad hareketi içinde olup insanlar ve ekolojik denge tehdit altındadır. Allah cc kainat yasalarına koymuş olduğu ölçü içersinde bu ölçülere göre çalışanı Rahman ismi gereğince muvaffak kılar , ancak bu muvaffak kılması o insanların istedikleri gibi hareket etmelerini gerektirmez. Allah cc nin elçiler ile indirmiş olduğu hatırlatmalar içinde olan ayetler , güç sahiplerinin nasıl hareket edeceğini düzenler. Kıssa yollu anlatım uslubu içinde geçmişte kendisine güç verilenlerin bu gücü yanlış ve doğru biçimde kullanmaları neticesinde uğradıkları ve uğrayacakları akıbet aynı vahiy içinde beyan edilmiştir. Davud ve Zülkarneyn örneği bu gücü doğru kullananlara bir örneklik teşkil etmekte olup, bugün bizlerin böyle insanlar çıkaramamış olması Allah cc nin kitabını, sadece elçilere göndermiş olduğu kitaplar zannedip onlaraa iman ettiğimizi dil ile söylemekle cennete gideceğimizi zannederek vebalini dünya ve ahirette ödemek durumunda olduğumuz bir hal içinde bırakmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)