farklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
farklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Zariyat s. 59. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Bazı ayet mealleri ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız yazılarda tekrarladığımız, bir ayetin çeviri ve yorumunda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesinin, o ayetin bağlı olduğu ayet gurubu ile olan anlam bağına (siyak- Sibak) dikkat edilerek çevrilmesi olduğunu yine tekrarlayarak, bu yazımızda Zariyat s. 59. ayetinin mealini, karşılaştırmalı olarak okuyan kimselerin karşılaştığı farklı anlamlardan hangisinin daha uygun olduğu konusu üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.

Bu ayetin mealleri iki farklı şekilde yapılan çevirileri şu şekildedir; 

[051.059] Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.

[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır. Acele etmesinler.

Türkçe Kur'an çevirilerinde Zariyat s. 59. ayetine verilen anlamlar genel olarak yukarıda verdiğimiz iki farklı anlam şeklindedir. Dikkat edilirse bu meallerdeki farklılık, "geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır" ve "geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır" şeklindedir. Bu çevirilerdeki farklılık, ayet içindeki Zenuben misle zenubi   ibaresine verilen anlamlardan kaynaklanmaktadır.

Zenb; Kuyruk anlamına gelen bir kelimedir. Kişinin işlediği hatalar onun peşine takılıp, tevbe etmediği sürece ondan ayrılmadığı için, kişinin hesap gününde sorumlu olduğu hataları bu kelime ile ifade edilmektedir.

Bu kelime ayrıca Pay, Hisse, Akıbet, kötü sonuç anlamına da gelmektedir. 

Konuyu kelimelerin çok anlamlılığı çerçevesinde düşündüğümüzde, Kur'an içindeki bazı kelimelerin, eğer birden fazla anlama sahip olabilme ihtimali var ise, bu anlamlardan hangisinin daha uygun olabileceği, ayet ve sure bütünlüğü göz önüne alınarak bulunabilir.

Zenb kelimesi, Kur'an içinde geçtiği diğer ayetlerde Suç, Hata, Günah gibi anlamlara sahip olduğu için, Zariyat s. 59. ayetinin bazı çevirilerinde bu kelimeye, Suç anlamının verildiğini görmekteyiz. Fakat Zenb kelimesinin sahip olduğu Suç anlamının Zariyat s. 59. ayetinde geçen kelimeye verilmesinin uygun olmadığını düşünmekteyiz. Bu kelimeye suç anlamı verenlerin, kelimeyi çoğul olarak Suçlar, Günahlar olarak  çevirmesine karşın, kelime tekil anlamda olup, çoğul eki bulunmamaktadır.

Zariyat suresini okuduğumuzda, Lut, Firavun, Ad, Semud ve Nuh kavimlerinin helak edildiklerini haber veren ayetleri görmekteyiz. Bu haberlerden sonra surenin 52. 53. ayetlerinde, Mekke müşriklerine dönülerek helak edilen kavimlerin elçilerine karşı yaptıkları ile Mekke müşriklerinin elçilerine karşı yaptıkları yanlışın aynı olduğu vurgulanmaktadır. 

Bu ayetleri dikkate aldığımızda, Zariyat s. 59. ayetinin, helak edilen kavimlerle aynı akıbete uğrayacaklarını haber verdiğini anlayabiliriz. Bu ayetin çevirisinde Zenb kelimesine suç anlamının değil Pay, Hisse anlamının verildiği çevirilerin daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Zenb kelimesinin aynı zamanda Akıbet anlamına da sahip olduğunu düşünerek, ayetin çevirisini bu kelimeyi kullanarak, "Onun için muhakkak o zulmedenlere (aynı yolda giden geçmişteki) arkadaşlarının akıbeti gibi,  bir akıbet vardır, şimdi onu acele istemesinler!" şeklinde yapmanın da mümkün olduğunu söyleyebiliriz. 


Muhammed Esed Meali

Gerçek şu ki, zulüm işleyenler, [geçmişteki] arkadaşları gibi [kötülükten] paylarını alacaklardır: öyleyse [akibetlerini] çabuklaştırmayı benden istemesinler!


                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


17 Haziran 2016 Cuma

Neml s. 66. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Düşünce

Kur'an meali okuyucusunun karşılaştığı sorunlardan bir tanesi , aynı ayetin farklı meal yapıcıları tarafından yapılmış, birbiri ile zıtlık arz eden mealleridir. Bu durumun farklı sebepleri olup ,bir kaç tanesini sıralayacak olursak ; Meal yapıcısının bakış açısından kaynaklanan ayet yorumu , bir ayetin gramatik yapısının farklı çevirilere müsait oluşu , kıraat farklılıkları, bağlam , siyak sibak gözetilmeden çevrilmesi gibi sebepleri sıralayabiliriz. 

Neml s. 66. ayetini okuyan bir meal okuyucusu , bir kaç mealden karşılaştırmalı olarak okuduğunda, bu ayetin farklı çevirilerine şahit olabilecek ve bu çevirilerin hangisinin daha doğru olabileceğini düşünecektir.

بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ

Bu ayetin , ulaşma imkanı bulduğumuz meallerdeki çevirilerini 2 gurupta toplayabiliriz.

1. guruptaki çeviriler

Abdulbaki Gölpınarlı :
Hayır, onların bilgileri, bu dünyâdayken, âhirete ulaşamaz; hayır, onlar, âhiret hakkında şüphe içindedir; hayır, onlar âhiret husûsunda kördür.

Bayraktar Bayraklı :
Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.


Bekir Sadak :
Ahirete dair bilgileri yeterli midir? hayir; ondan suphe etmemektedirler. Hayir; ona karsi kordurler. *

Celal Yıldırım :
De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez ve onlar da ne zaman diriltilip kaldırılacaklarının bilincinde değillerdir. Hayır, onların Âhiret hakkındaki bilgisi kıt ve yetersizdir. Hayır, Âhiret hakkında (devamlı) şüphe içindedirler. Hayır, onlar Âhiret'ten yana (o hususta) kördürler.

Diyanet Vakfi :
Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

Edip Yüksel :
Doğrusu, onların ahiret hakkındaki bilgileri derme-çatmadır. Aslında ondan kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana tümüyle kördürler.

Fizilal-il Kuran :
Onların bilgileri ahirete erememiş, o alemin berisinde kalmıştır. Aslında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler. Hatta ondan yana kördürler.

Hasan Basri Çantay :
Hayır, onların bilgileri âhiret hakkında (ki bilgiye kadar uzanıb) erişememişdir. Hayır, onlar bundan şek (ve şübhe) içindedirler. Hayır, onlar bundan kördürler.

İbni Kesir :
Hayır, ahiret ile ilgili bilgileri de yetersizdir. Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler.

Muhammed Esed :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten (çoğu zaman) onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana kördürler.

Ömer Öngüt :
Hayır! Onların ahiret hakkındaki bilgileri de yetersiz kalmıştır (bu hususta bilgi edinilecek seviyeye erişmemiştir). Hayır! Ondan şüphe etmektedirler. Hayır! Onlar ahiretten yana kördürler.

Yaşar Nuri Öztürk :
Hayır, onların bilgileri âhiret konusunda yetersiz kalmıştı. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.

2. guruptaki çeviriler;

Ahmet Tekin :
Doğrusu âhiret ile, ebedî yurt ile ilgili bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Buna rağmen onlar, bu konuda hâlâ şüphe içindedirler. Aslında onlar, âhiretten yana kör kesilerek baktıkları için anlamıyorlar.

Ahmet Varol :
Hayır, onların ahiretle ilgili bilgileri ardarda gelip toplandı. Hayır onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır onlar buna karşı kördürler.

Ali Bulaç :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ali Fikri Yavuz :
Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygamberler vasıtasıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içerisindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler (delillerini anlıyamazlar).

Diyanet İşleri :
Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamberler aracılığı ile) onlara peş peşe gelmiştir. Fakat onlar bu konuda şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ahiretten yana kördürler.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Fakat Âhıret hakkında ılimleri tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler

Gültekin Onan :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi', hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ömer Nasuhi Bilmen :
Onların bilgileri, ahiret hakkında, yetişip nihâyet buldu! Fakat onlar ondan şekk içindedirler. Hayır, onlar, ondan kördürler.

Şaban Piriş :
Oysa onlara ahiret hakkında bilgi verilmiştir. Ama onlar, şüphe içindedirler ve belki de ona karşı kördürler.

Suat Yıldırım :
Fakat âhiretin varlığına dair bilgiler, kendilerine resulleri vasıtasıyla ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır, hayır onlar âhiretten yana kördürler.

Süleyman Ateş :
Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri, ardarda gelip bir araya toplandı. Fakat onlar (hâlâ) ondan bir kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana kördürler.

Ümit Şimşek :
Aslında âhirete dair bilgiler, peş peşe kendilerine ulaşmıştır. Fakat onlar bundan şüphe içindedirler. Hattâ bu konuda kördürler.

Erhan Aktaş
Aslında onlar ahiret hakkında yeterince bilgilendirildiler. Fakat hala şüphe içindeler. Doğrusu bundan yana kördürler

2 guruba ayırdığımız meallerin , 1. guruba dahil olanında , müşriklerin ahiret hakkındaki bilgilerinin YETERSİZ , 2. guruba dahil olan meallerin ise, YETERLİ olduğu şeklinde bir anlam çerçevesinde olduğunu görmekteyiz. Bu farklılıkları gören bir meal okuyucusu haklı olarak, "Bu çevirilerin hangisi doğru ?" sorusunun cevabını arayacaktır. 

Bu sorunun cevabından önce , neden böyle farklı bir çeviri yapıldığının üzerinde durmak istiyoruz. Farklı çeviriye sebep ,  ayet içindeki "İddereke" sözcüğüne farklı anlamlar yüklenmesidir

Edreke ; "Bir nesnenin en son noktasına varması" anlamındadır. 

Bugün bizim dilimizde de kullanılan ve " birbirine veya en sondakinin en öndekine yetişmesi , ulaşması , ard arda olması , ihtiyacın giderilmesi anlamındaki "Tedarik" kelimesi bu kökten türemiştir.

Kurtubi , Razi , Taberi gibi tefsirciler , bu ayetin 2 farklı şekilde yorumlanmasına sebep olarak kıraat farklılıkları olduğunu söylemektedirler. 

Ayetin iki farklı şekilde çeviri ve yorum yapılmasına sebebin , kıraat farkı ve gramatik okumadan kaynaklanmasına karşın , bu tür ikilimlerde ayetin siyak ve sibakına bakıldığında hangi çevirinin doğru olabileceği konusunda bilgi sahibi olmak kolaylaşacaktır.


Ayrıca "İddereke" kelimesinin başka ayet içindeki geçişi bizi bu konuda aydınlatabilir. 

[007.038] Buyurdu ki: Sizden önce geçmiş cinn ve insan topluluklarıyla girin ateşe. Her ümmet girdikçe; yoldaşına la'net eder. Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca (eddereku); sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız; işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara katmerli azab ver. Buyurur ki: Hepiniz Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münadi: Allah'ın la'neti; zalimlerin üzerinedir, diye seslendi.

İlgili ayetin bağlamı şu şekildedir. 

[027.059] De ki: «Hamdolsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına!' Allah mı daha hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı?
[027.060] (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
[027.061] (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
[027.062]  (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
[027.063] (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
[027.064] (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler.
[027.066] Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
[027.067]  Kâfirler dediler ki; «Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?»
[027.068]  Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

59. ayette Allah (c.c), kendisinin mi yoksa müşriklerin ortak koştuklarının mı daha hayırlı olduğunu sorduktan sonra sonra , 60-61-62-63-64. ayetlerde kendisinin hayırlı olduğunu deliller ile açıklamaktadır. 65. ayette ise gayb konusunda sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu , kulların ise bu konuda  özellikle yeniden dirilmenin zamanı konusunda bilgi sahibi olmadıkları , ancak yeniden diriliş haberlerinin elçiler aracılığı ile bildirilmiş olmasına rağmen (66) , müşriklerin bu konuda kuşku ve körlük içinde oldukları haber verilmektedir. 67 ve 68. ayetlerde ise, onların dilinden bu şüpheler bildirilerek , bu şüphelerin yanlışlığı , geçmiş kavimlerin sonları hatırlatılarak , ibret olması istenmektedir.

Sonuç olarak ; Neml s. 66. ayetinin elimizdeki meallerde iki farklı çevirisi yapılmakta olup , bu farklı çeviriden hangisinin daha doğru olabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştığımız yazımızda , 2. gurupta toplanan ve müşriklere ahiret hakkında bilgilerin yeterli derecede verilmiş olduğu yönünde yapılan çevirilerin , bağlam gözetilerek okunduğunda daha doğru çeviri ve yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


17 Mayıs 2016 Salı

Şuara s. 55. Ayetinin İki Farklı Meali Üzerine Bir Mütalaa

Kur'an meali okuyan bir kimsenin karşılaştığı sorunlardan bir tanesi, aynı ayetin farklı anlama gelen çevirileridir. Kur'an meallerini karşılaştırmalı olarak okuyan bir kimse bazı ayetlerin, elinde olan mealdeki bir ayetin çevirisi ile , aynı ayetin başka  bir mealdeki çevirisinin farklı olduğunu görebilecektir. 

Aynı ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş ve aynı anlama gelmeyen mealleri karşısında, meal okuyucusu bir kimse , "Acaba hangisi doğru?" şeklinde bir şüpheye düşerek, doğru çevirinin hangisi olabileceği yönünde bir cevap aramaya koyulacaktır. 

Aynı ayetin anlam bakımından farklılık doğacak şekilde çevrilmesine sebep olan durumları sıralayacak olursak, ayetin gramer yapısı , çeviri yapan kimsenin ön yargısı , mezhebi , meşrebi , ilmi seviyesi Kur'ana olan hakimiyeti v.s gibi sebepleri sayabiliriz. 

Bu yazımızda, karşılaştırmalı olarak okunduğu takdirde , aralarındaki anlam farkı görülebilecek bir ayet olan, Şuara s. 55. ayeti üzerinde durarak , doğru çevirinin hangisi olabileceği yönündeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız. 

Konumuz olan ayetin bağlamı , firavun sihirbazlarının yenilgisinin ardından gelişen olaylar neticesinde, İsrailoğullarının Mısır'ı terk etmesi emri ve Firavun'un onları takip etmek için şehirlere adam salması ile ilgilidir.

وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ

ve inne-hum : ve muhakkak onlar
lena : bize 
le : gerçekten 
ğaizune: öfke duyanlar

Bu ayetin Kur'an meallerinde birbirinden farklı anlama gelen iki çevirisi bulunmaktadır , bu çeviriler şöyledir ; 

Adem Uğur :
(Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir.

Ahmed Hulusi :
"Ne var ki bizi öfkelendiriyorlar!

Ahmet Varol :
Ve onlar bizi kızdırmaktadırlar.

Ali Fikri Yavuz :
Fakat onlar bizi kızdırıyorlar.

Ömer Nasuhi Bilmen :
«Ve muhakkak ki, onlar bizi elbette çok öfkelendirmekte bulunan kimselerdir.»

Ayetin farklı bir bir meali de şu şekildedir ; 

Ali Bulaç :
"Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.

Celal Yıldırım :
Ve elbette bunlar bize karşı iyice kızgın olup (diş bilemektedirler).

Diyanet İşleri :
“Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar.”

Elmalılı Hamdi Yazır :
Fakat hakkımızda çok gayz besliyorlar

Gültekin Onan :
"Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler."

Muhammed Esed :
fakat kalpleri bize karşı kin ve nefretle dolu;

Yaşar Nuri Öztürk :
"Fakat bize gerçekten öfke püskürüyolar."

Dikkat edilirse Şuara s. 55. ayeti , 1- Firavunun, İsrailoğullarının kendilerini kızdırdığını , öfkelendirdiğini söylemesi şeklinde , 2- Firavunun , İsrailoğullarının kendilerine karşı öfke ve , kin , nefret , ğayz içinde bulunduğunu söylemesi şeklinde çevrilmiştir. 

Bu çevirilerden birisini "Kesin doğru" , diğerini ise "Kesin yanlış" olduğunu söylemek gibi bir düşüncemiz olmadığını söylemek istiyoruz. Ancak , 2. sıradaki yapılan meallerin, daha doğru olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu düşüncemize dayanak olarak ise , kıssanın diğer surelerde geçen ve firavun sihirbazlarının yenilgisi sonucunda , firavunun söylediği sözleri gösterebiliriz. 

[007.123]  Firavun dedi ki: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz!

Dikkat edilirse, firavun kendi yenilgisini örtmek için, halkın bu işten zarar göreceğini söyleyerek , halkı kendi etrafına toplayarak ve İsrailoğulları aleyhine kışkırtmak istemektedir. Bu noktayı göz önüne aldığımızda , konumuz olan ayetin iki farklı çevirisinden hangisinin daha doğru olabileceğini anlayabilmek , biraz daha kolaylaşacaktır.

Firavun  , halkına İsrailoğullarının azınlık bir gurup olmasına karşın , kendilerine karşı kin ve nefret içinde olduklarını söyleyerek , halkını İsrailoğullarına karşı kışkırtmaktadır. Halbuki Musa (a.s) kıssasını okuduğumuzda , firavunun İsrailoğullarına karşı bir soykırım başlattığını görmekteyiz. 

Musa (a.s) ın karşısına çıkartmış olduğu sihirbazların mağlup olması demek , kendisinin mağlup olması demek olan firavun , bu mağlubiyetini ikinci bir soykırım başlatmak sureti ile perdelemek istemektedir. 

 Yıllar süren mücadele sonunda , Allah (c.c) Musa (a.s) a İsrailoğullarını artık Mısırdan çıkarmak için harekete geçmesi emrini vermiş , bu emri yerine getirmek için harekete geçen İsrailoğullarına karşı firavun ordu toplayıp onların peşine düşecektir.  

[026.052]  Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
[026.053]  Bunun üzerine Firavun şehirlere toplayıcılar gönderdi.
[026.054]  (Dedi ki) Bunlar, şüphe yok ki küçük ve önemsiz bir toplulukturlar;
[026.055]  VE MUHAKKAK Kİ ONLAR BİZE KARŞI ÖFKELİDİRLER
[026.056]  «Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız.» 

Sonuç olarak ; Firavun'un , İsrailoğullarının kendilerini kızdırdığını ve öfkelendirdiğini söyleyen çevirileri "Kesin yanlış" olduğu iddiasında olmamakla birlikte , yukarıda verdiğimiz anlam olan , firavun'un İsrailoğullarının kendilerine karşı öfke içinde bulunduğunu söylemesi şeklinde yapılan çevirilerin daha tutarlı olduğunu söyleyebiliriz. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Mayıs 2016 Pazar

Furkan s. 59. Ayetinin İki Farklı Meali Üzerinde Bir Mütalaa

Elimizdeki Kur'an meallerinde karşımıza çıkan sıkıntılardan birisi , bazı ayetlerin bağlam gözetilmeden çevrilmesi sonucunda oluşan anlam bozukluklarıdır. Bu yazımızda, böyle bir durumun söz konusu olduğu, Furkan s. 59. ayetini ele almaya çalışarak, bu ayetin elimizdeki meallerde bulunan çevirilerinden hangisinin daha doğru olduğu üzerindeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا

Bu ayetin bazı meallerde yapılan çevirisi şöyledir ;

Adem Uğur :
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.

Ahmet Varol :
Gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri altı günde yaratan sonra Arş'a hükümran olan O'dur. O Rahman'dır. Bunu (bundan) haberdar olan birine sor.

Bayraktar Bayraklı :
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı devirde/evrede yaratan, sonra hükümranlığı yetkisine alan Rahmân’dır. Bunu bir bilene sor!

Bekir Sadak :
Gokleri, yeri ve ikisinin arasindakileri alti gunde yaratan sonra da arsa hukmeden Rahman'dir. Bunu bir bilene sor.

Diyanet Vakfi :
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.

Edip Yüksel :
O ki gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra tüm otoritesini kurdu. Rahman'dır; O'nu iyi bilenlere sor.

Hasan Basri Çantay :
O, gökleri ve yeri aralarında olan şeyleri altı günde yaratan, sonra (emri) arş üzerinde hükümrân olandır. Rahmandır (rahmeti umumîdir). Bunu (Onun sıfatlarından) haberdâr olana sor.

Süleyman Ateş :
O, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattı, sonra Arş'a kuruldu (böylece mülkünü yönetmektedir. O) Rahmân'dır. Bunu bir bilene sor.

Furkan s. 59. ayeti ile ilgili yapılmış olan bu meallerdeki ortak çeviri , sorulması istenilenin Allah (c.c) dışında biri olduğu yönündedir. 

Allah (c.c) , gökleri , yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattığını , sonra arş'a istiva ettiğini beyan etmekte , ve "Bunu habir olana sor" buyurmaktadır. Yukarıdaki çeviriler, "Habir" olarak ifade edilen kelimeden kast edilenin ilk bakışta başkaları olduğu yönündedir. Bu çevirileri yapanlar belki böyle bir düşünce içinde olmayabilirler , ancak yapılan çeviriyi okuyanlar , böyle bir anlam dahilinde ilgili ayetin çevirisini okuyacaklardır. 

Bu ayetin başka şekilde yapılmış çevirileri de mevcuttur, bu çeviriler şu şekildedir ; 

Ali Fikri Yavuz :
O Allah’dır ki, göklerle yeri ve aralarında olanları altı günde yarattı; sonra Arş’ın üzerinde hükümran oldu. O Rahman’dır. Artık bu yaratma işlerini, her şeyi bilenden (Habîr’den) sor.

Elmalılı Hamdi Yazır :
O hayyi lâ yemut ki Gökleri ve Yeri ve aralarındakileri altı günde yarattı ve sonra Arşın üzerine istivâ buyurdu o rahmân, haydi ne diliyeceksen o habîrden dile

Hayrat Neşriyat :
O ki, gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattı. Sonra Arşa hükmetti. (O) Rahmândır; artık bunu (bu âlemin yaratılışını), hakkıyla haberdâr olan birine(Rabbine) sor!

Muhammed Esed :
Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında var olan her şeyi altı evrede yaratan ve kudret ve hükümranlık tahtına kurulan O'dur, O: Rahman / sınırsız Bağış (Kayra) Sahibi! O'nu (Kendisinden), O her şeyden Haberdar Olan'dan sor.

Ömer Nasuhi Bilmen :
O ki, gökleri ve yeri ve bunların arasında olanları altı günde yarattı, sonra, Arş üzerine hükümran oldu. O, Rahmân'dır, O'nu haberdar olandan sor.

Furkan s. 59. ayetinin yukarıdaki yapılmış çevirilerinde ise , "Bunu habir olana sor" ifadesi ile kast edilenin "Habir" ismine sahip olan Allah (c.c) nin olduğu dikkate alınarak yapılmış çevirilerdir.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz çevirilerdeki fark , "Bunu habir olana sor" ifadesinin Allah (c.c) veya , onun dışında bilen biri olduğu yönündedir. Bu noktada "Bu iki farklı çeviriden hangisi doğrudur ?" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. 

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا

[025.058] Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun HABİR olması yeter.

59. ayetten bir önceki  58. ayete baktığımızda, ayet içinde geçen "Habir" kelimesinin Allah (c.c) ile ilgili kullanılmakta olup bu kullanım, 59. ayet içindeki "Habiran" kelimesinin kimin için kullanıldığında daha uygun olacağını göstermektedir.

58. ayetteki bağlamı dikkate alarak , 59. ayetteki "Bunu Habir olana sor" ifadesini, "Bunu habir olan Allah'a sor" olarak anlamanın daha doğru, ve bu şekilde yapılmış olan çevirilerin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Farklı Kıbleleri Terk Edip Tek Kıbleye Yönelmek

"Kıble" kavramı, Kur'anın en önemli kavramlarından birisi olmasına rağmen , bir çok Müslümanın hayatında, sadece namaz ve hac ibadeti ile ilişkisi kurulan , fakat bu kurulan ilişki dahi, olması gereken anlamın dışında bırakılarak , hayata yansıtılmayan kuru bir kavram haline getirilmiştir. 

Bu kavram terim olarak , "Kişinin yüzünü döndüğü , düşüncesinin ve inancının kaynağını aldığı yer" anlamında olup , bu anlamın Müslüman hayatında şu anda nasıl yansıma bulduğu ve Kur'ani anlamda Müslüman hayatına nasıl yansıması gerektiği , bu yazının konusu olacaktır. 

Bugün dünya genelindeki tüm Müslümanlar, namazlarını Kabeye yönelerek kılmaktadır. Kabeye olan bu yönelim , bütün Müslümanların inanç ve düşüncelerinin kaynağını Allah (c.c) den yani onun kitabından aldığını gösteren sembolik bir yönelimdir. Ancak bir çok Müslüman, bu yönelimin ifade ettiği anlamın dışına çıkarak , düşünce ve inançlarını Allah (c.c) nin dışındakilerden almaktadırlar.

Bu durum, farklı kıblelere yönelmek anlamına gelerek , Kabeye olan yönelimden hasıl olması gereken maksadın hasıl olmaması anlamına gelmektedir. Müslümanların çeşitli fırkalar haline gelerek , düşüncelerini farklı yerlerden almaları , Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği baltalayan en başta gelen etkendir Allah (c.c) , kitabının bir çok yerinde bizlere bölünmememizi , birbirimize düşman hale gelmememizi emrederek , saf halinde durmamızı istemektedir.

Kabe adı ile anılan yapı , Müslümanların inanç ve düşünce beraberliğinin bir sembolü olarak binlerce yıldır hac için ziyaret edilen , ve namazlarda ona yönelinen bir yapı olmasına rağmen , bugün gerçek işlevinin yeniden canlanmasına her zamankinden daha büyük ihtiyaç vardır. 

Her toplum düşünce ve inançta birlik olduğunu gösteren sembolik öğelere sahiptir. Sıradan bir bez parçasının "Bayrak" haline gelmesi ile o bayrak topluluklar için uğrunda ölünecek bir obje haline gelmiştir. Mesele o bez parçasının uğrunda ölmek değil , o bez parçasının ifade ettiği anlam uğrunda ölmektir. 

İşte Kabe, Müslümanlar için böyle bir işleve sahiptir. Mekke şehrinde inşa edilen taş yapı , bütün Müslümanların oraya yönelmesi ile dost düşman herkese , "Biz hepimiz aynı fikir ve inanç etrafında tek yumruk halinde birlikteyiz" mesajını veren sembolik bir yapıdır. 

Bu yapının işlevi ,sadece ritüel olarak yapılan namaz , hac gibi ibadetler bazında kalmayarak , en geniş anlamı olan "Tek seslilik" anlamının işleve geçirilmesi ile meydana gelecek uyanış, İslam düşmanlarının korkulu rüyasıdır. Bugün Müslümanların yeniden uyanması , yöneldikleri kıble olan Kabenin gerçek işlevini yeniden okumaları ve bu işlevi hayata yansıtma noktasında ameller gerçekleştirmesi ile mümkün olacaktır.

[002.148] Herkesin (her toplumun) yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

Ayete baktığımızda, her toplumun kendisine bir hedef belirlediği , bizlere de hedef olarak "Hayırlarda yarışmak" şeklinde bir hedef gösterildiğini okumaktayız. Dünya hayatı içinde yaşayan birey ve toplumların ulaşmak istedikleri bir amacı mutlaka vardır. 

"Müslüman" adını tercih eden toplumların ulaşması gereken amacı onlara ,  Allah (c.c) belirlemiştir. 

[008.039]  Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

"Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah (c.c) nin oluncaya kadar" şeklinde belirlenen hedef, bütün Müslümanların ortak hedefi olmalıdır. Hedef belirleme noktasında ortak bir konsensüs sağlayanlar , bu hedefe varmak için yapmaları gerekeni yine onlara bu hedefi gösteren kitaplarından öğreneceklerdir. 

[002.149] Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

Yüzü Mescidi Haram yönüne çevirmek demek , inancın ve düşüncenin kaynağının alınacağı yeri göstermektedir. Mescidi Haram ismi, vahiyle özdeşleşmiş bir isim olduğu için böyle bir ifadenin kullanılmış olduğunu hatırlatmak isteriz. İman iddiasında bulunanların, hayatlarının her safhasında, vahiyden beslenmeleri ve yollarının vahyin çizgisinde belirlemeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. 

"Kabe" yeryüzünde kurulan örnek bir ev olarak, herkesin yaşamı içinde oluşturmakla yükümlü olduğu model bir ev dir. Bu model evin en önemli özelliği, vahyin belirlediği hayat tarzının, insanların oluşturduğu toplumun en küçük temel taşı olan aileden başlaması gerektiğine ve aile içinde başlayan bir yaşamın toplum bazında dair olan bir hatırlatmadır. İbrahim (a.s) oğlu İsmail ile bu model evi oluşturarak , örnek bir aile nasıl olmalıdır sorusunun cevabını yaşam içinde göstererek vermişlerdir.
Belirlenen hedefe varmak için farklı yollar denemek , bu hedefe varmayı güçleştiren hatta imkansız hale getiren bir durumdur. Eğer bize bir hedef belirlenmiş ise, bu hedefe varan yol yine bize o hedefi gösteren tarafından belirlenmiştir. 

İsrailoğullarına firavun zulmünden kurtulmaları şeklinde belirlenen hedefe giden yol, yine o hedefi gösteren tarafından bildirilmiştir. Yunus s. 87. ayetinde , hedefe varmak için önerilen yollardan birisi "Evlerin kıble haline getirilmesi" dir. 

"Evleri kıble yapmak" demek , her evin aynı hedef üzerinde birleşmesi anlamına gelmektedir. Tek bir hedefe , tek bir yol ile varmaya çalışan Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları, ancak bu yolla firavun zulmünden kurtulmuşlardır.

Bugün bir çok fırkaya bölünmüş olan biz Müslümanların, bize yüklenen görevi yerine getirebilmemiz için , öncelikle nasıl bir görev yüklenmiş olduğumuzun  farkına varmamız gerekmektedir. Bugün bir çok Müslüman, daha yaratılış amacının ne olduğunun ve kendisine yüklenen görevin bile farkında olmayan hayat tarzı ile günlerini geçirerek , yöneldiği vahiy harici kıblesinden memnun bir halde yaşamaktadır.

Yapılması gereken ilk iş , bütün Müslümanların ortak bir kıbleye yani bir hedefe yönelmeleri gerektiği yönünde bilinç oluşturulması olmalıdır. Ortak bir amacı olmayanların dünyaya verecekleri hiç bir mesaj olamaz , ancak dünya üzerinde başkalarının verdiği mesajları okumak ve onları yaymak gibi bir sevda peşinde günlerini geçirebilirler. 

Müslümanlar olarak "Belirlenen" olmaktan çıkarak , "Belirleyici" olmak konumuna geçtiğimizde, dünyadaki dengeler de bizim lehimize değişmeye başlayacaktır. Müslümanların lehine değişmeye başlayan dengeler ise , en fazla düşmanlarımızı rahatsız edecektir.
Ortak bir amaç etrafında birleşmek isteyenler , bu ortaklıkları bozabilecek unsurları fark ederek , kendilerini birbirlerine bağlayan en üst değeri dikkate alarak bu üst değer üzerinden bir ortaklık oluşturmak zorundadırlar. 

Müslüman olarak hepimizin en üst ortak değeri Kur'an olup , bu değer etrafında bütün Müslümanlar toplanarak , farklılıklarını unutmalı , sahip oldukları görevi yerine getirmek için var güçleri ile gayret etmelidirler. Bunun altında olan farklı kitap , mezhep , meşrep , tarikat gibi oluşumlar, en üst değer olan Kur'anın belirleyiciliğinde yeniden gözden geçirilerek , eğer Kur'an etrafında birleşebilmeye engel teşkil ediyorsa hiç gözümüzü kırpmadan , mezhebimizi , meşrebimizi , tarikatımızı terk edebilmeliyiz. 


Farklı kıbleler etrafında oluşturulmuş küçük topluluklar olmak yerine , tek kıble etrafında birleşmiş olan büyük bir topluluk olmak, bugün içinde bulunduğumuz bütün olumsuzlukları yok ederek , Müslümanları nesne olmaktan çıkarıp , özne olmak durumuna getirecek zalimlerin korkulu rüyası , mazlumların umudu olacaktır. 

Bu günlerde, kendisinin "Kur'an Merkezli İslam" söylemine sahip olduğunu iddia edenler içinde bir kısım kimselerden "Namazda Kabeye yönelmek şartı yoktur" şeklinde sözleri işitmekteyiz. Bu sözlerin "Kıble" kavramının Müslüman lügatında ifade etmesi gereken anlamı dikkate alarak tahlili yapıldığında , akıl almaz bir şeytanlık ve fitnenin eseri bir iddia olduğunu görmemek ve anlamamak mümkün değildir şöyle ki ;

Kıble , birlik ve beraberliği oluşturan önemli bir kavram olup Müslüman lügatında önemli bir yere sahiptir. Bizlerin birlik ve beraberlik içinde olmamız ne kadar önemli ise ,hizip ve düşmanlık içinde olmamız düşmanlarımız için de o kadar önemlidir. Düşmanlarımız hizip ve düşmanlık için olarak birbirimizi kırmamızı gerçekleştirmek için her türlü yola baş vurmaktan çekinmemektedir. Birlik ve beraberliği bozmak için uyguladıkları yollardan birisi ise , içimize sokulan truva atları ile "Kur'ani düşünce" adı altında , Kabenin fonksiyonunu ortadan kaldırmaya yönelik şeytani düşünceleri empoze etmeye çalışmaktır. 

Müslümanları tek bir kıble etrafında toplanmasına karşı çıkan ve onları hiziplere bölünmesine sebep olan her türlü , fikir , eylem ve söylemler, kesinlikle şeytanın eseri olan sözler ve düşüncelerdir. Bu konuda özellikle kuzu postuna bürünmüş kurtlara çok dikkat etmek gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Sonuç olarak ; "Kıble", ortak bir değere sahip olmayı ifade eden önemli bir Kur'an kavramı olmasına rağmen , biz Müslümanlar tarafından gereği gibi anlaşılmamaktadır. Bu kavram Kur'ani anlamda anlaşıldığı takdirde , dünya üzerinde dengeler Müslümanlar lehine değişerek , kafirlerin fesadının önlemesine yönelik büyük bir adım atılmış olacaktır. Bunun gerçekleştirilmesi için ise farklı kıblelere yönelmiş olan Müslümanların tek kıble etrafında düşünce ve eylem planı oluşturması gerekmektedir. Farklı kıbleler olarak telaffuz ettiğimiz fırka ve hizipler haline bölünmüşlüğümüz , bizlerin zelil hale gelmemize zemin hazırlayan en büyük etkendir.

Kabenin kıble olmasının ne anlama gelmesi gerektiği etrafında fikir ve düşünceler geliştirilerek , tek kıble , tek hedef sloganının içselleştirilmesi , tabandan başlayarak tavana doğru doğru yükselen bir dalga olarak bütün Müslümanlar tarafından hayata aktarılması , bizlerin yeniden dünya üzerinde ses getiren bir topluluk olmamıza yol açacaktır.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


1 Şubat 2016 Pazartesi

ENFAL s. 33. Ayetinin Farklı Çeviri ve Yorumları Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an ayetlerinin çeviri ve yorumlarında , ilgili ayetin bağlamının gözetilmesi , doğru çeviri ve doğru bir yorum için önemli bir unsur olup , bağlam gözetilmeden yapılan bir çalışmanın , bizi yanlış veya eksik sonuçlara götürme ihtimali yüksektir. Enfal s. 33. ayeti ile ilgili çeviri ve yorumlara baktığımızda , bu bağlam gözetilmeden  yapılmış çeviri ve yorumların olduğunu görmek mümkündür. Yazımızda, bu ayet ile ilgili bazı yorum ve çevirileri ele alarak , doğru olduğunu düşündüğümüz çeviri ve yorum hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

Bu ayetin Türkçe anlamının, bazı Kur'an çevirilerinde şu şekilde yapıldığını görmekteyiz. 

Bayraktar Bayraklı :
Halbuki sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir ve aralarındaki müminler bağışlanma dilerken de şüphesiz Allah onlara azap etmez.

Celal Yıldırım :
Oysa sen onların arasında iken Allah onlara azâb edecek değildir ve onların (arasında kalan mü'minler) istiğfar ederken Allah yine kendilerine azâb edici değildir.

Süleyman Ateş :
Oysa sen onların içinde bulundukça Allâh, onlara azâb edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken (içlerinde istiğfar edenler var iken) de Allâh, onlara azâb edecek değildi.

Örneklerini verdiğimiz bu çevirilerde , ilgili ayette ki  "Ve hüm yestağfirune" (Onlar bağışlanma dilerken) ibaresinin , bağışlanma isteyenlerin mü'minler olduğu dikkate alınarak çevrildiğini görmekteyiz. İlk okunuşta haklı olarak, böyle bir isteğin ancak iman edenler tarafından gelebileceği düşüncesinin, böyle bir çevirinin yapılmasına sebep olduğunu düşünüyoruz.

Enfal s. 32. ayetinde Kafirlerin "Bir vakıt da ey Allahımız, eğer bu, senin tarafından gelmiş hak kitâb ise durma üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha elîm bir azâb ver demişlerdi" sözlerinden sonra gelen 33. ayette , Allah (c.c) nin kendisine meydan okuyan bu kafirlerin istemiş olduğu azabı neden indirmediği anlatılmaktadır. 

Sünnetullah gereği bir beldenin içinde eğer elçi bulunuyorsa , o belde helak edilmez , eğer o belde halkı helak edilmeyi hak etti ise , elçi ve ona  iman edenler o beldeyi terk ettikten sonra sadece kafirlerin kalmış olduğu belde helak edilmektedir. Elçi kıssalarına baktığımızda, kafir kavmin helakı öncesinde, elçi ve beraberindekilerin o beldeyi terk etmeleri istenmekte ve helak ondan sonra gerçekleşmektedir.

33. ayetteki " sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir" cümlesi bu durumu ifade etmektedir yani 32. ayette gördüğümüz kafirlerin azap istekleri , Muhammed (a.s) o belde içinde iken yerine getirilmez. Ayet , Muhammed (a.s) kafir bir topluluk içinde iken o topluluğun helak edilmeyeceğini beyan ederken , ayetin devamında helak edilmeyi engelleyen bir durumun daha olduğu beyan edilmektedir.

Bu noktada , Muhammed (a.s) ın Mekkeden Medineye hicret ettikten sonra neden Mekke nin helakının gerçekleşmediği sorusu zihinlere takılabilir . Muhammed (a.s) Medine ye hicret ettikten sonra , Mekke de Müslümanlar mevcut olduğu için yani bütün Müslümanlar tamamen Mekkeyi terkedip , Mekke şehri tamamen kafirler ile baş başa kalmadığı için helak gerçekleşmemiştir.

"Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi sanki bağışlama isteyenlerin iman edenler olduğu gibi bir çağrışım yapmasına rağmen , ayeti bağlam dahilinde okuduğumuzda bağışlanma isteyenlerin iman edenler olduğuna dair herhangi bir karine görememekteyiz. 

Ayeti, Enfal s. 30. ve 35. ayetler arasında bir bağlam dahilinde okuduğumuzda , iman edenleri içine alan bir ibarenin olmadığı görülecektir.

[008.030]  Hani küfredenler; seni tutup bağlamak, yahut öldürmek veya çıkarmak için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlarken Allah da düzenlerine müdahale ediyordu. Allah, düzen yapanların en hayırlısıdır.
[008.031] Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: «(Evet) işittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.»
[008.032]  Bir vakit de, «Ey Allahımız, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver» demişlerdi.
[008.033] Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.
[008.034]  Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları yalnızca korkup-sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.
[008.035]  Onların Beyt'in yanındaki duaları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devam edegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.

Ayetlerin bağlamı , 33. ayetin bazı çevirilerinde gördüğümüz üzere, içine iman edenlerin ilave edilmesini gerektirecek herhangi bir karine olmadığına göre , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesinin nasıl okunabileceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

[011.117] Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi.

Enfal s. 33. ayeti içindeki ,  "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesini , Hud s. 117. ayeti içinde beyan edilen "Sünnetullah" dediğimiz yasalar dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz. Allah (c.c) helak etme sünnetinin işlemesi için , o kavmin helak edilme ile ilgili yasalar dahilinde bir hayat sürmesi yani fesada koşan bir hayat sürerek ,helak edilmeyi hak etmesi gerekmektedir. 

Hud s. 117. ayeti , helak ile ilgili yasayı bizlere hatırlatarak , ıslah edici yani fesat peşinde koşmayan bir hayat süren toplulukların helak edilmeyeceğini bildirmektedir. 

Hud s. 117. ayetinin bildirdiği haberi ,  "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi ile bağlayarak okuduğumuzda , kafir olanların Allah (c.c) nin onlara azap etmesinden vazgeçmesi için, onların Allah (c.c) den bağışlanma dileyen bir hayata dönmeleri yani küfürden dönerek iman edenler olarak hayat sürdürmeleri gerektiği dolayısı ile onların bu azaptan bu şekilde kurtulabilecekleri aksi takdirde azabın onlar üzerine hak olacağı bildirilmektedir. 

Fahreddin Razi nin  tefsirinde konu ile ilgili yapılan yorumlar şöyledir;


İmhaları Matlup Değilse, Niçin Onlarla Kıtal Yapılıyor?

Eğer: "Peygamberlerin, kavimleri içinde bulunmaları, Allah´ın o kavimlere azab indirmesine mani olduğuna göre, Cenâb-ı Hak daha nasıl, "Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın." buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Önceki ile, "kökünü kazıma azabı"; bu ayetteki cümle de, savaş ve vuruşma sebebi ile olacak azab kastedilmiştir.

İkinci sebep: Ayetteki, "Onlar istiğfar ederlerken de yine, Allah onlara azab etmez" tabirinin anlattığı husustur. Bu ifadenin tefsiri hususunda da, şu izahlar yapılmıştır:

a) İçlerinde, istiğfar eden mü´minler olduğu sürece, Allah o kâfirlere azab etmez. lâfız, her ne kadar umumî ise de, bu umum lafızla onların bir kısmı kastedilmiştir.

Nitekim, bir kısmı murad edilerek, "Mahallenin halkı, bir adam öldürdü" ve "Falanca beldenin halkı, fesada yöneldi" denilir.

b) Allah, onların Allah´a iman eden, O´na istiğfarda bulunan birtakım çocukları : olacağını bildiği sürece, o kâfirlere azab edici değildir. Böylece onlar, çocuklarının ve zürriyetlerinin sıfatlarıyla sıfatlanmış olurlar.

c) Katâde ve Süddî, bu ifadeye "Şayet onlar, mağfiret talep etmiş olsaydılar, azab olunmazlardı" manasını vermişlerdir. Böylece, bu ifadenin zikredilmesinden kastedilen, onların mağfiret talebinde bulunmalarını istemektir. Yani, "Onlar, eğer magfıret talebinde bulunmuş olsalardı, Allah onlara azab etmezdi" demektir. İşte sebebten dolayı bazı kimseler, burada zikredilen istiğfarın, "müslüman olmak" manasına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre mana, "Allah´ın ilm-i ezelîsine göre, zaman içinde, müslüman olacak bir kavim bulunduğu müddetçe..." şeklinde olur. Meselâ, Ebu Süfyân İbn Harb, Ebu Süfyân İbn el-Haris İbn el-Muttalib, Haris İbn -;sam, Hakîm İbn Hizam... gibi kimseler bunlardandır. Buna göre, Onlar istiğfar ederken de yine, Allah onlara azab etmez" ifadesinin manası, "Sen ve Allah´ındinde, işin sonunda iman edecek olan kimseler bulunduğu müddetçe..." şeklinde olur.

Ehl-i maânî şöyle demiştir: "Bu ayet, mağfiret taleb etmenin bir emniyyet ve ilahî anttan bir kurtuluş olduğuna delâlet eder."


Tefsirlerin kaynağı olarak bilinen Razi nin tefsirinde , konumuz olan ayet içindeki "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile ilgili olarak meallerde gördüğümüz iki farklı çevirinin kaynağı görülmektedir. Bizim tercihimiz Katade ve Süddi nin ve "Ehli maani" olarak ifade edilen kimselerin tercih ettiği görüş yönünde olup , bu görüş ayetin siyak ve sibakına daha uygun olan bir görüştür. Diğer görüşü "Kesinlikle yanlıştır" şeklinde mahkum etmemekle birlikte , doğruya daha yakın olanın bu görüş olduğunu söyleyebiliriz.

Hasılı kelam ; Enfal suresi 33. ayetinin çevirisi , ayetin bağlamı dikkate alınarak yapıldığında şu şekilde daha doğru olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.


Suat Yıldırım :
Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez.

Ulaşabildiğimiz mealler içinde ayetin bağlamına uygun en doğru anlamın Suat Yıldırım tarafından verilmiş olduğunu gördük. Yapılan çeviri , kafirlerin azaptan kurtulmalarını istiğfar etmeleri yani iman etmeleri şartına bağlamaktadır.

Bu ayet ile ilgili tetkik ettiğimiz meallerde ağırlıklı olarak bu ayetin çevirisinin "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." şeklinde olduğunu gördük . Ancak bu şekilde yapılan çevirilerde "Onlar" olarak ifade edilenlerin mü'minler olabileceği gibi bir düşünceyi çağrıştırdığı için , Suat Yıldırım tarafından yapılmış ve "Onlar" olarak bahsedilenlerin kafirler olduğuna vurgu yapan bir çevirinin, okuyucu tarafından daha anlaşılır bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.




17 Ağustos 2015 Pazartesi

Enam s. 108. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Türkiye de çevrilmiş Kur'an meallerine baktığımız zaman bazı ayetlerin birbiri ile çelişen bir şekilde meallendirildiğini müşahede etmekteyiz. Dikkatli bir okuyucu bir ayette yapılmış çevirinin , başka bir çeviri de farklı bir şekilde çevrilmiş olduğunu gördüğünde, hangisini tercih etmesi gerektiği konusunda tereddüt içinde kalmaktadır. 

Enam suresi 108. ayetini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmiş olduğunu görecektir. 

 Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Örnek 1 - Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir.

Örnek 2-  Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

Enam suresi 108. ayetinin  , altını çizdiğimiz 1- yalvardıklarına , 2- yalvaranlara şeklinde iki farklı şekilde çevrildiğini görmekteyiz. 1. örnekte , sövülmemesi istenen şey , Allah (c.c) nin dışında dua edilen putlar iken , 2. örnekte , Allah (c.c) den başkasına dua eden kişiler olmaktadır. 

İki farklı anlamdan hangisinin doğru olabileceği, ilgili ayetin arapça metnine baktığmızda anlaşılacaktır. 

 ve lâ tesubbû:  ve sövmeyin
 ellezîne:  onlara
 yed'ûne:  tapıyorlar, dua ediyorlar
 min dûni allâhi:   Allah'tan başka
fe yesubbû allâhe:  o taktirde, aksi halde onlar Allah'a söverler
 adven:  düşmanlıkla haddi aşıp
 bi gayri ilm:  bir ilmi olmadan
 kezâlike:   işte böyle
 zeyyennâ:  süsledik
 li kulli ummetin:  her ümmete
 amele-hum:  onların amellerini
 summe:   sonra
 ilâ rabbi-him:  Rab'lerine
 merciu-hum:   onların dönüşleri
 fe yunebbiu-hum:   o zaman onlara haber verecek
 bi-mâ:   o şey(ler)i
 kânû:  oldular
 ya'melûne:  yapıyorlar

Ayetin kelime kelime yapılmış çevirisine göre , 2. örnekte ki " Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir." şeklinde yapılan çevirilerin daha doğru olduğu görülmektedir.  

"Bu kadar fark'ın ne gibi bir zararı olabilir ?" denilirse şunları söyleyebiliriz ; 1. ve yanlış olduğunu düşündüğümüz çeviride, sövülmemesi istenen Allah (c.c) nin dışında yalvarılan put ve benzerlerinin bu sefer konuşarak Allaha sövmeleri gibi bir durum meydana gelmektedir. Halbuki bir çok ayette müşriklerin Allahın dışında yalvardıklarının , konuşma gibi bir yetenekleri olmadığı vurgusu yapılmaktadır.

2. ve doğru olduğumuz çeviride , sövülmemesi istenenler Allahın dışındakilere yalvaran müşrikler olup , bunların konuşma yetenekleri insan oldukları için bulunmaktadır. 

Ayet ile ilgili olarak Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirine baktığımızda , karşılaştığımız ilginç vir durumu paylaşmak istiyoruz. Merhum'un orjinal tefsirinde ilgili ayetin çevirisi yanlış olduğunu düşündüğümüz 1. örnekteki şekli doğrultusunda şöyle yapılmıştır; 

"Maamafih onların Allahdan başka taptıklarına sebb de etmeyin ki , cehaletle tecavüz ederek Allah sebbetmesinler. Her ümmete amellerini böyle tezyin etmişizdir , sonra ise hep dönüp Allah varacaklar , o vakit kendilerine temamen haber verecek ne yapıyorlardı "

Merhum ilgili ayeti böyle çevirmesine karşın , bu ayetin tefsirini doğru bir şekilde yaparak yaptığı çeviri ile tefsiri arasında bir çelişki oluşmasına sebep olmuştur.Merhum Elmalılı Hamdi Yazır , mealinde şaştığı ayetin , tefsirinde doğru söyleyerek şunları yazmaktadır;

"Ey mü'minler , Allahtan başkasına yalvaranlara, tapanlara sebbedib de cahillikle atılarak Allaha sebbetmelerine sebeb olmayın yani onlara , taptıkları kendilerince hurmet ettikleri şeyleri karıştırarak mesela , «kahrolsun taptığınız veya "dini şöyle böyle" gibi bir sebb-ü şetmile hıtab ederek söverseniz , vicdanlarına , hissiyatlarına basmış olursunuz. Onlar da hiddetlenerek cehaletlerinden dolayı mukabele bilmisil yaptıkları zu'münde bulunarak "bizde sizinkine" diye sizin söylediklerinizi iade eder , ve bunun ona mümasil olmadığını bilmezler ve bu suretle hakkı tecavüz ederek Allaha sebbetmiş olurlar."

Sonuç olarak ; Meallerde karşımıza çıkan aynı ayetin farklı çevirileri sorunu , Enam s. 108. ayetinde de karşımıza çıkmaktadır. Meal yapıcılarının bir kısmında arız olan durum şu dur ki ; yaptıkları hatalı bir çevirinin nasıl bir duruma yol açacağını düşünmeden birbirinin kopyası şeklinde bir çeviri yapmaya çalışmalarıdır. Enam s 108. ayetinde yapılan hatalı çeviri , Allah tan başka tapılanların konuşması gibi bir durum oluşturmaktadır ki , müşriklerin taptıkları putları eleştiren ayetlere baktığımızda onların konuşamadıkları özellikle vurgulanmasına rağmen yapılan hatalı çeviri sonucu maalesef putların konuşması gibi bir durum oluşmuştur. Bu ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz çevirisi "Allah tan başkasına tapanlara sövmeyin" şeklinde olmasının daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


26 Şubat 2014 Çarşamba

Kıyamet s. 16-19. Ayetlerinin İki Farklı Yorumu Üzerine Bir Mülahaza

Kıyamet s. mushafta 75. sırada yer alan bir sure olup isminden'de anlaşılcağı üzere konusu kıyamet ve sonrası olacaklar ile ilgilidir. 16 ile 19. ayetler arasındaki cümlelerin yorumu üzerine iki farklı görüş mevcut olup yazımızda bu görüşler üzerinde durulacaktır. Önce surenin tamamının mealini verelim. 

1 - Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.
2 - Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse.
3 - İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
4 - Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.
5 - Fakat insan günahı devam ettirmek ister.
6 - O kıyamet günü ne zaman? diye sorar.
7 - Ne zaman ki o göz şimşek çakar,
8 - Ay tutulur,
9 - Güneş ve ay toplanır,
10 - İşte o gün insan, "kaçacak yer neresi?" der.
11 - Hayır, hayır, yok bir siper.
12 - O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13 - O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
14 - Doğrusu insan kendi nefsini görür,
15 - Bir takım özürler ortaya atsa da.
16 - Onu hemen okumak için dilini depretme.
17 - Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18 - O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.
19 - Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20 - Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da
21 - Ahireti bırakıyorsunuz.
22 - Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.
23 - Rabbine bakar.
24 - Yüzler de var ki o gün asıktır.
25 - Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.
26 - Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27 - "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28 - Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29 - Bacak bacağa dolaşır..
30 - İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.
31 - Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.
32 - Fakat yalanladı ve döndü.
33 - Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.
34 - Gerektir o bela sana, gerek.
35 - Evet, gerektir o bela sana gerek.
36 - İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
37 - O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?
38 - Sonra bir aleka (embriyon) oldu da Rabbi onu biçime koydu, sonra şekil verdi.
39 - Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.
40 - Peki, bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi.  


Surede geçen -16.19. ayetler ile ilgili görüşler , Muhammed as a vahiy gelirken nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler şeklinde ağırlıklı olarak bir tefsirlerde yer aldığını görmekteyiz ve bu görüşlerin daha tutarlı olduğunu düşünüyoruz. Taha s. 114. ayeti bu konuyu destekler mahiyette bir ayettir.  

 [020.114] [E0] Demek ki Allah o hak şehinşah yüksek, çok yüksek, maamafih sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur'anı acele etme ve de ki «rabbım artır beni ılimce»

Surenin 16-17-18-19. ayetlerine baktığımız ağırlıklı yorumun , Muhammed as a indirilen vahiy ile alakalı olduğu şeklinde olup bizimde katıldığımız bir görüştür. Ancak günümüzden yaklaşık 1000 sene önce yaşamış olan "Kaffal" adındaki müfessirin bu konuda farklı bir yorumu bulunmakta olup , Razi tefsirinde onun bu ayet ile görüşü şu şekildedir. 

 " Kaffâl'ın yaptığı açıklama da şöyledir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Dilini onunla depretme" hitabı, Hz. Peygamber (s.a.s)'e yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, "O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek.., "(Kıyame, 12} ifadesindeki "insan"a yöneltilmiş bir hitabtır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira, ona (amel defteri), kitabı gösterilerek, kendisine, "Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter" (isra. 14) denilecek, o da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, "Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma!.. Çünkü, ya va'din, yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız..." denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice-i kelam şudur: Bu ifade ile, o kafire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, ahirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: "Bu, her ne kadar hakkında eser (hadis) bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir."
 
Müfessir Kaffal bu görüşünü , konu ile ilgili olan bazı ayetleri israiliyyat dediğimiz bilgi ile yoğurarak ortaya koymuştur. Surenin siyak ve sibakı kıyamet ile ilgili olması konu ile ilgili ayetlerinde illaki siyak ve sibak bağlamı içinde okunmasının gerektiği şeklinde bir mecburiyeti gerektirmez. Kur'anın hiç bir yerinde kıyamet günü amel defterlerinin bir başkası tarafından defter sahibine okunması şekilde delil olabilecek bir ayet yoktur. Siyak ve sibaktan bağımsız olarak bazı surelerde bu şekilde anlatım örnekleri bulunmaktadır. 

 Mesela taha suresine baktığımız zaman Musa as kıssasında 54-55. ayetler, ankebut s. de İbrahim as kıssasının anlatıldığı 18-23. ayetler , lokman s. 14-15. ayetler , hud s. de Nuh as ın kıssasının anlatıldığı 35. ayet bu gibi siyak sibak uygunsuzluğuna örnek olarak verilebilecek ayetlerdir.  


[017.013-14] Her insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet gününde açılmış bulacağı bir kitab çıkarırız.Kitâbını oku, bugün senin nefsin senin üzerine muhasip olmaya kifâyet eder.
[017.071]  Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitablarını okurlar. Onlara kıl kadar haksizlik edilmez.
[018.049]  Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
[045.029]  İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk.
[023.062]  Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

Verdiğimiz örnek ayetlerin delaleti ile kıyamet günü amel defterlerinin kişiye bir başkası tarafından değil bizzat kendileri tarafından görüleceği beyan edilmekte olup diğer bir çok ayette ise "kitabı sağından verilenler" veya "kitabı solundan verilenler" şeklinde bilgi verilmektedir. 

Maalesef farklı bir görüş ortaya koyma adına olsa gerektir ki , Kaffal'ın bu görüşü şaz bir görüş olarak kabul edilmiş olmasına rağmen bazı kişilerin bu şaz görüşü yeniden ortaya attıklarını görmekteyiz. Bu görüşü ortaya atar iken takındıkları tavrı anlamakta zorluk çektiğimizi bu arada söylemek gerekmektedir şöyle ki;  

Sayın Mehmet Okuyan hocamız Akabe vakfında yapmış olduğu "Envar'ülkuran" derslerinin girişinde bu ayetler ile ilgili olarak Kaffal'ın bu görüşünü sanki yeni ve kendisinin yeni ulaştığı bir görüş gibi ortaya koyarak sanki bu ayetlerin en doğru yorumu budur gibi bir söylem ile  bunu anlatmıştır. Sayın hocamıza acizane bir uyarımız şudur ki ; hiçbir ayet ile ilgili görüşünde en doğru görüşün kendi söylediğinin doğpru olduğu yolunda kesin ifadeler kullanmamasıdır. Kul olmak hasebiyle yanılma payını daimi olarak açık bırakması gerekmektedir bu hem ilmi üsluba hemde mütevaziliğe daha uygun bir tutumdur.

Sonuç olarak ; kıyamet suresinin 16-19. ayetlerinin Muhammed as a vahiy alması ile ilgili olarak nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler olduğu şeklindeki görüşün kur'anın diğer ayetlerinin yardımı ile daha doğru bir görüş olduğunun görünmesine rağmen , 1000 küsur sene önce Kaffal adlı müfessirin görüşlerinin yeniden ısıtılarak ortaya sürülmüş, bu ayetlerin kişiye amel defterlerinin okunurken nasıl davranmasını anlatan ayetler olduğu yolundaki görüşünün şaz bir görüş olarak kalmasına rağmen yüzlerce yıl sonra farklı bir görüş aramak adına onun bu görüşünün yeni ve tek doğru bir görüş olarak lanse edilmesi ilmi bir yaklaşım değildir. Allah cc nin ayetleri ile ilgili görüş beyan edilirken kur'an bütünlüğünün gözetilmesi gerekmekte olup, varılan sonucun tek doğru görüş olduğu şekildeki yaklaşımlardan kaçınmak gerekmektedir.  

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Haziran 2013 Cuma

Meryem s. 24. Ayetinin Bazı Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Meryem s. 16-34. ayetler arasında anlatılan İsa as ın doğumu ile ilgili olarak 24. ayette şu şekilde buyurulmuştur. 

" Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
"Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi"   

Birçok Kur'an mealinde yukarıdaki meal benzerinin yapılmış olmasına rağmen bir kaç tane mealde farklı çeviriler olduğuna şahid olduğumuz ve bu meallere katılmadığımız için bu meallerdeki hata olduğunu düşündüğümüz noktalara bu yazımızda değinmek istiyoruz. Önce hatalı olduğunu düşündüğümüz mealleri görelim.    

Diyanet işleri meali
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır.

Ahmet Tekin
İçinden bir ses Meryem’e:
'Sakın bir çocuk doğuracağım diye üzülme, Rabbin rahmindekini en itibarlı bir şahsiyet olarak görevlendirecek, alt tarafından da bir su kanalı, bir çay akıtacak.' diye seslendi.

Bekir Sadak
(24-25) Onun altindan bir ses kendisine soyle seslendi: «Sakin uzulme, Rabbin icinde bulunani serefli kilmistir. Hurma agacini kendine dogru silkele, ustune taze hurma dokulsun.

Mustafa İslamoğlu
bunun ardından o (hurma ağacının )alt tarafından ona hitaben bir ses geldi sakın üzülme işte rabbin senin (rahminde ) olanı şerefli kılmıştır.  

Mustafa Öztürk
Bu sırasa ona birisi (isa)alt tarafından şöyle seslendi: (anacığım) üzülme artık,rabbin dünyaya getirdiğin çocuğu değerli /şerefli kıldı.Şimdi sen hurma dalını kendine  doğru çekip silkele de sana taze hurmalar dökülsün.   

Örneklerini verdiğimiz farklı mealler ayetin metnindeki "seriyyen" kelimesinin anlamı üzerindeki tercihten kaynaklanmaktadır. 

"Se-re-ye" kelimesi sözlükte ,gece yola çıkmak,yürümek anlamındadır. "Seriyyen" kelimesi ise, gece akıp giden nehir veya yüksek bir paye,asalet,saygınlık, onur ve cömertliğe sahip olan adam anlamındadır (el müfredat).  "Seriyyen" kelimesine hangi anlamın verilebileceği kelimenin diğer kelimeler veya diğer ayetler ile bağlantısından anlamak mümkündür.  

"Tahte" kelimesi anlam olarak "alt" demek olduğuna göre "tahteki" kelimesi "senin altında" anlamına gelir. "Tahteki seriyyen" (senin altından nehir) veya (senin altındakini şerefli kıldık) bu iki anlamdan birisi kur'an bütünlüğüne uygun diğeri değildir. Arapça bilmenin sadece Kur'an meali yapmaya yeterli olmadığı arapça bilmekten önce meal yapma durumunda olan kişinin kur'an bütünlüğüne vakıf olması gerektiğini bu konular ile ilgili yazılarımızda vurgulamıştık ve yine vurguluyoruz. 

İslamoğlu hoca veya Ahmet Tekin hocanın bu şekilde meal vermelerini eleştirmemizi bazılarına garip gelebilir "sen kimsin ki onları eleştirebiliyorsun?" gibi ama biz şahısların karizmasına değil onların yazdıklarına bakıp doğru veya yanlış yapıp yapmadıklarına bakmak zorundayız.   

Meryem'in çocuğunu doğurması anında bu olayın vaki olduğu açıktır, sayın Öztürk hoca konuşanın parantez içinde isa olduğunu söylemekte ama buna katılmadığımızı ifade edelim . Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde "tahtike" kelimesi "içinde" veya "rahminde" şeklinde çevrilmiş olup "tahte" kelimesinin  "alt" anlamı ile uyuşmamaktadır. Şimdi anne karnında olan bir çocuğa "annesinin altında" demek ne kadar doğrudur?. Annesinin altında olan İsa as değil "seriyyen" kelimesinin daha uygun anlamı olan" su arkı " anlamı daha doğrudur.

Al-i imran s. 35. ayetine baktığımız zaman Meryemin doğum öncesi annesinin onu adaması ile ilgili olarak söylediği sözler Meryem s. 24. ayetine verilen sıra dışı anlamın doğru olup olmadığı yönünde bizlere bilgi verebilir. 

  "İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu)."

 (Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.) 

Ayette dikkat edecek olursak İmranın karısı" karnımda olanı"  (bi batni) kelimesi ile ifade etmektedir. "Tahteki" kelimesine," karnında" anlamı verilmesi kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında uygun düşmediği görülmektedir. Eğer ayette "karnındakini şerefli kıldık" anlamının verilmesi doğru  olsaydı "tahteki"kelimesi yerine "batnıke" (senin karnındaki) kelimesi kullanılması gerekirdi.   

Tahte kelimesinin anlamını değiştirerek "alt" anlamı yerine "içinde" anlamı verilmesinin doğru bir çeviri olmadığını düşünüyoruz. Sayın Mustafa Öztürk hocanın konuşanın İsa as olduğunu parantez içi belirtmesi ve sanki çocuk dünyaya geldiği zaman konuşması gibi bir çeviri yapması gariptir. Daha doğum anı gerçekleşmeden olan bu olayın doğum sonrasını ve İsa as ın konuştuğunu belirtmesi İsa as ın annesi tarafından kavmine getirildiği zaman konuştuğuna dair olan bilgimiz ile  uyuşmamaktadır. Belki "o zamanda konuştu " diye bir itiraz gelebilir ama ayetin metin çevirisi bunu kabul etmemekte olup Öztürk hocanın "yorum meal" tarzı çeviri metodunun pek sağlıklı olmadığını maalesef göstermektedir.   

26. ayette " Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.»"" buyurulması "tahteki seriyyen" kelimesinin su arkı olduğu düşüncesini dahada kuvvetlendirmektedir, çünkü içilecek bir şeyin orada bulunması ve ondan iç denilmesi "seriyyen" kelimesinin su arkı anlamı şeklinde çevrilmesini gerekli kıldığını düşünmekteyiz.    

Ayrıca , Mü'minun s. 50. ayetinde "Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." buyurulması Meryem s. 24. ayetindeki "seriyyen" kelimesinin "akarsu" anlamını pekiştirmektedir. 

Eğer , bu ayetin çevirisi yapılırken , konu bütünlüğü dikkate alınarak , Mü'minun s. 50. ayeti dikkate alınsaydı hatalı bir meale imza atılmamış olurdu.

Sonuç olarak, Meryem s. 24. ayetinin  diyanet işleri ,Mustafa İslamoğlu,Ahmet Tekin,Bekir Sadak ve Mustafa Öztürk hocalar tarafından yapılan çevirileri  hem Arapça metin karşılıkları hemde kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında doğru bir çeviri olarak görülmemektedir. Doğru olan bir çok çevirideki "Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, Rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklindeki çeviridir. 

Doğru şekilde çeviri yapmadıklarını düşündüğümüz sayın hocalara saygımız olmakla beraber her ne kadar arapça önemli ise kur'an bütünlüğüne vakıf olmakta Arapçaya vakıf olmaktan daha fazla gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Mart 2013 Pazar

İbrahim a.s ın Misafirleri İle İlgili Farklı Anlatımlar Üzerine Bir Düşünce Denemesi

 Atamız ibrahim as ın kıssası kur'anın birden fazla suresinde anlatılan kıssalardan biridir, ibrahim as kıssası içinde "ibrahim'in misafirleri" şeklinde başlayan ve lut as kavmini helak ile görevli elçilerin önce ibrahim as a uğrayarak hem helakı hemde ona salih bir erkek evlat haberi verdiklerini görüyoruz. Hud,hicr ve zariyat surelerinde tafsilatlı ankebut suresinde kısaca anlatılan bu kıssanın anlatıldığı surelerde aynı olayın biraz farklı olarak anlatıldığı dikkatli bir kur'an okuyucusunun gözünden kaçmadığı da malumdur. 

Farklı anlatımların sadece bu kıssada olmadığı da malumdur. Kur'anda bir elçinin kıssası birden fazla yerde anlatılıyorsa o kıssadaki aynı olay farklı ibarelerle neden anlatılır? sorusu zihinleri kurcalayan bir sorudur. Bu sorunun cevabını şı şekilde vermek mümkündür, kur'anda adı geçen elçilerin kıssalarının anlatılma gayesi tarihi ve kronolojik bilgi vermek amaçlı değildir. Kıssayı sadece olayın geçtiği zaman ,mekan ve şahıslarla sınırlamak kur'anın bu kıssayı anlatmadaki amacına uygun değildir. Kur'an o kıssayı anlatırken muhataplarına mesaj vermeyi amaçlar aynı olayın bir surede farklı diğer bir surede farklı ibarelerle anlatılmasını bu amaç doğrultusunda bakmalıyız. Şimdi "ibrahim'im misafirlerinin" anlatıldığı surelerde karşılaştırmalı olarak bu olayın nasıl anlatıldığına geçebiliriz.   

Kıssanın hud s. 69-76. ayetlerinde anlatılan kısmının meali şöyledir.    

 69 - Andolsun ki, İbrahim'e de elçilerimiz (melekler) müjde ile geldiler ve "selâm" dediler, o da "selâm" dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.
70 - Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar da "Korkma, biz Lut'un kavmine gönderildik." dediler.
71 - İbrahim'in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Ya'kub'u müjdeledik.
72 - "Vay başıma gelene!" dedi, "Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!"
73 - Dediler: "Sen Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev halkı! Muhakkak ki O, hamiddir (övülmeye lâyıktır), meciddir (cömertliği boldur)."
74 - İbrahim'den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim (meleklerimiz)le Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti:
75 - Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.
76 - Melekler: "Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.  

Hicr s 52-60. ayetlerinin meali şöyledir. 

51 - Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
52 - Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.
53 - Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
54 - İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
55 - Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.
56 - İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
57 - "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?" dedi.
58 - Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.
59 - Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.
60 - Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik. 

Zariyat s. 24-37. ayetlerinin meali şöyledir.   

 24 - Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25 - Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
26 - İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
27 - Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
28 - Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
29 - Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
30 - Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
31 - İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
32 - Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
33 - Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
34 - O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
35 - Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
36 - Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
37 - Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.   

Ankebut s.31-32. ayetlerinde kısa olarak şu şekilde anlatılır.    

Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: «Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir» dediler.İbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.

Kıssanın ilk ortak yönü gelen kimselerin ev halkına selam vermeleridir , bu durum bizlere nur s. 27. ayetinde " Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir." mealinde yabancı evlere girme adabının canlı uygulamasını göstermektedir. Hud ve zariyat s. bölümünde hemen kızartılmış bir buzağı getiren ibrahimin as ın bu durumu hicr s. de anlatılmaz. Gelen kişilerden korktuğunu hicr s . de onlar gelir gelmez söyleyen ibrahim as onlardan korktuğunu gelen misafirlere ikram ettiği buzağıya el sürmediklerini görünce söylemiştir. Bu anlatımdan çıkarabileceğimiz mesaj gelen bir misafire izzeti ikramın ata geleneği olduğu ve misafirinde bu ikramı kabul etmesinin onun ev sahibine karşı olan iyi niyetinin bir göstergesi kabul edilir, eğer misafir bu yemeği kabul etmez ise onun ev sahibine karşı bazı art niyetli düşünceler içinde olduğu düşünülür. Bugün memleketimizde bazı  kan davalarının giderilmesi için verilen yemekleri düşüncek olursak, bu yemeklerin  insanlar arasında bir dostluk bağının kurulması için köprü kurulmasının mümkün olduğunu düşünmek mümkündür.  

Geliş sebeblerini ise  hud s. de , lut kavmine gönderildikleri,hicr ve zariyat s. de, bilgin bir oğul müjdelemek için geldikleri şeklinde ifade ederler. Hud s. de lut kavmine gönderildiklerini öğrenen ibrahim as ın gülmesini gelenlerin onlara bir zarar vermeyecekleri için içinin rahatlaması olarak anlamak mümkündür. Hicr s. kendisine müjdelenen bilgin çocuk karşısında şaşkınlığını ibrahim as ın dile getirmesine karşın bu şakınlığı zariyat s. de ibrahim as ın karısında görmekteyiz, yani her ikiside yaşlı olmalarına karşılık müjdelenen bu çocuk karşısında şakınlıklarının dile getirmekten geri duramamışlardır.  Oysa aynı ibrahim as saffat s 100. ayetinde "Rabbim, bana iyilerden (bir evlat) ihsan et!»"diye dua etmiştir , tabi bu duasının  çocuk sahibi olabileceği bir zamanda yapılmış olması muhtemeldir 101. ayette "Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik." şeklindeki karşılığın uzun yıllar sonra olduğunu gelen misafirlere yaşlı olduğu gerekçesi ile verdiği tepkiden anlamaktayız. Bu olaydan bizlerin çıkarabileceği mesaj , Allah cc den bir istekta bulunduğumuz zaman o isteğin gerçekleşmesinin bizim istediğimz zaman değil Allah cc nin istediği zaman olacağını aklımızdan çıkarmamamız olmalıdır.Herhangi bir kul , "dua ettim dualarım kabul olmadı" şeklinde bir ümitsizliğe düşmesinin mü'min bir kula yakışmadığı ibrahim as ın dili ile zariyat 56. da bildirilmektedir.  

                                  İSHAK VE YAKUBUN MÜJDELENMESİ   

Hicr ve zariyat s. de "bilgin bir çocuk" müjdelenmesine karşın hud s.de "ishak ve yakubun" müjdelendiğini görmekteyiz. İshak'ın müjdelenme zaman saffat s. 112 de , ibrahim as ın oğlu ile birlikte imtihan edilip bu imtihandan yüz akı ile çıkması sonucunda olduğunu görüyoruz. Bilindiği üzere yakub as ishak as ın oğlu olup ibrahim as ın da torunu olmaktadır , yine bilindiği üzere ibrahim asın iki oğlundan ilki ismail as olup ikincisi ishaktır, hicr ve zariyatta isim verilmeden müjdelenen bir çocuğa karşılık hud s. de isim verilerek ishak ve ardından yakup as dan bahsedilmektedir. Bu şekilde bahsedilmesinin hikmeti nedir ? diye sorulduğunda şöyle bir cevap verilebilir. "Bilgin çocuk" şeklinde yapılan bir vasıflandırılma, ismail,ishak ve yakub as ortak bir vasıftır yani her 3 de salih birer kuldur ama doğum zamanları farklıdır , ancak son günlerde öne sürülen Allahın bilgisinin sınırlandırma düşüncelerinin tahlili açısından bu ayetler bizlere yol göstermektedir. "Şey" kelimesi üzerinden yola çıkılarak bir insanın ne zaman "şey" haline geleceği hakkındaki bazı yanlış çıkarımlara bakacak olursak, ishak ve yakub as ın adının yıllar önce zikredilerek kullar nezdinde onların " şey " olmamasından önce Allah cc nin bilgisi dahilinde onların "şey" olduğu bilgisi mevcuttur. Allah cc ishak as ın evlenip yakub as adında bir oğlu dünyaya geleceğini bırakın o dünyada iken bilmeyi daha ilk erkek kardeşi dünyaya gelmeden bilmiş olması "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" diyen düşüncenin yanlışlığını gösteren delillerden birisidir. Allah cc nin "yerin ve göğün gaybını bilirim" şeklindeki iddiasının canlı bir ispatı ibrahimin misafirleri kıssasında isim verilerek ispat edilmiştir.     

                                                        EHLİ BEYT KAVRAMI 
Bugün islam dünyasında şia adı ile yapılmış ayrışımın dayandığı  delilerden bir tanesi ahzab s 33 .  deki "Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." mealindeki ayetteki ehli beyt kelimesinin "yutahhiruküm" kelimesi ile birlikte kullanılmasından kelimedeki "küm" zamirinin müzekker (eril) zamir olmasından yola çıkılarak kastedilen kişinin ali , hasan, hüseyin r.a lar olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak aynı şekilde bir kullanım hud s.73 de " Dediler ki: «Sen Allah'ın emrinden taaccüb eder misin? Ey ehl-i Beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphe yok ki o hamîddir, mecîddir.»" mealindeki ayettede mevcuttur. İbrahim as ın karısının şaşkınlığı karşısında elçiler ibrahim as ın karısına 73. ayetteki cevabı verirken "aleyküm" kelimesini kullanmışlardır, buradada " küm" zamiri müzekker olarak ibrahimin as ın karısına verilen verilen cevapta kullanılmıştır. Hud s. 73 ayeti nasıl ibrahim as ve eşi için kullanılıyorsa ahzab s. 33. ayetide muhammed as ve eşleri için kullanılmıştır.

                                                    LUT AS  KAVMİNİN HELAKI
Gelen elçiler ibrahim as a geliş amaçlarından birisininde lut as kavmini helak etmek için geldiklerini söylemeleridir. Hicr ve ankebut s. de anlatılan kısımda lut as ın karısının geride kalanlar arasında olacağından bahsedilmektedir. Bu şekilde bir anlatım bize, Allah cc nin gayb konusunda bilgisinin sınırı olamayacağını göstermektedir, buna benzer bir bilgiyi hud s 36. da " Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme."buyurularak Allah cc nin gayb bilgisinin sınırı olmadığı gösterilmektedir. İblisin tevbe ederek kurtulma şansı olduğunu iddia edenler iblis ile ilgili ayetlerin yanısıra lut as ın karısının artık tevbe etmeyeceğinin nasıl bilindiği konusunda acaba cevapları ne olabilir.  
Lut as ın kavminin helakı ile ilgili olarak s. deki bölümde farklı bir usluba rastlamaktayız. Diğer surelerdeki bölümlerde gelecek zaman ile ilgili konuşmalar  varken zariyat s. de gelecek zaman ile birlikte işin olup bittikten sonraki hali ile ilgili olarak bilgiler verilmektedir. Taşlar yağdıracağız diyen elçiler sözlerinin devamında işi yaptıktan sonraki durumuda ibrahim as a anlatmaktadırlar, peki bu anlatım uslubundan nasıl bir mesaj çıkarmak mümkündür?. Yine burada gayb bilgisinin sınırı meselesi ortaya çıkmaktadır o ana kadar helakı eden lut kavminin  o andan sonra helaktan kurtulmak için hiç bir şekilde gerekeni yapmayacağını Allah cc nin bildiğinin mesajını çıkarmak mümkündür desek acaba kim buna hayır der?   

Sonuç olarak, kur'an kıssalarının bizlere anlatılmasındaki temel prensip o kıssalardaki anlatılanlardan ve anlatım uslubundan mesajlar çıkarmaktır. Kur'an herhangi bir kıssayı tarihi bir bilgi vermek amaçlı anlatmış olsaydı aynı kıssada ne farklı anlatımlar nede şimdiki zaman ile gelecek zamanı aynı anda anlatmazdı. Kıssaları sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde anlamaya kalktığımızda anlama eksikliği kaçınılmazdır. Kıssalardaki bu tür anlatımlardan acaba kast edilen mesaj nedir sorusunun cevabını arama amaçlı olarak okunan kıssalardan çeşitli mesjlar çıkarılabilir. Kur'an bir kıssayı anlatırken o kıssa içinde bir kaç farklı konuyu ihtiva eden mesajlar taşımaktadır. Şahsen bu kıssayı daha önceki okumalarımdan çıkarmadığım bazı düşünceleri son zamanlardaki, Allah cc nin bilgisine sınır koyma düşünceleri etrafında okuduğum zaman bu kıssada verilmek istenen mesajlardan birisinde bu olduğunu gördüm. Tabiki mesaj sadece budur şeklinde bir kastımız olamaz belki bir zaman sonra bu kıssadan daha farklı bir mesaj elde etmek mümkün olacaktır ama bugün okuduğum zaman mesaj olarak algıladığım konuları paylaşmak istedim. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 331 - Elçilerimiz İbrahim'eİbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.
(iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."

32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
1 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "

31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalac arasındadır. "