Terk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Terk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2017 Pazartesi

Maide s. 12-13. Ayetleri: Allah Nasıl Kullarının Yanında Olur? Onları Nasıl Terk Eder?

Kur'an'ın İsrailoğulları ile ilgili yaptığı anlatımlar, Allah (c.c) nin arz üzerine koyduğu Sünnetullah olarak bildiğimiz toplumlar yasaların, bu kavmin Kur'an içinde anlatılan pratikleri üzerinden nasıl işlediğinin anlaşılması olarak olarak okunduğu zaman, bu kavim ile ilgili ayetler sadece belirli bir zamanda yaşayan bir kavme has ayetler olmaktan çıkarak, kıyamete kadar bütün topluluklara mesajları olan ayetlere dönüşecektir.

Maide s. 12. ve 13. ayetlerini okuduğumuz zaman, İsrailoğullarından alınan bir söz ve onların verdikleri sözlerini bozmalarından bahsedilmektedir. Onlardan alınan bu söz, sadece onlardan değil, kitaba ve elçiye iman ettiğini iddia eden herkesten alınan bir söz, ve bu bozulduğu zaman ortaya çıkacak durum ise, evrensel bir yasa olarak tüm zamanlarda ve tüm topluluklar için geçerlidir.

[005.012]  And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah: «Ben şüphesiz sizinleyim,salatı ikame ederseniz, zekat verirseniz, resullerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir borç verirseniz, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur» dedi.

[005.013]  Sözlerini bozmalarından ötürü onlara la'net ettik, kalblerini de katılaştırdık. Onlar, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Kendilerine öğretilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı müstesna daima hainliklerini görürsün. Sen; onları affet ve geç. Muhakkak Allah; ihsan edenleri sever.

Maide s. 12. ayetinde Allah (c.c) nin İsrailoğullarının yanında olmasını bazı şartlara bağladığını görmekteyiz.

1- Salatı ikamet etmek.
2- Zekatı vermek.
3-Resullere inanmak ve onlara yardım etmek.
4- Allah'a güzel borç vermek (Karzen Hasenen)

Kur'an'ın geneline bakıldığında, bu emirlerin sadece İsrailoğullarına has olmadığı, bu emirler ile biz Müslümanların da muhatap olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu emirler, gereğince yerine getirildiği takdirde, bizlere dünya ve ahirette bir takım vaatlerin verildiğini görmekteyiz. Bu emirlerin yerine getirilmediği takdirde, doğru yoldan sapılmış olacağı, doğru yoldan sapan bir topluluğun ise dünya ve ahirette sıkıntılı bir hayat geçireceği bildirilmektedir.

Müslümanlar olarak yaşadığımız sıkıntılı hayatın en temel sebebi, Allah (c.c) nin biz kullarına vermiş olduğu emirlerin, yaşam içinde yerine getirilmemesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İsrailoğullarının Kur'an içinde anlatılan tarihine bakıldığında, yaşadıkları inişli ve çıkışlı hayatın sebebinin, kendilerine verilen emirleri yerine getirdikleri ve getirmedikleri zaman aldıkları karşılıklar olduğu görülecektir.

Kur'an'ın temel kavramlarından olan Salat'ın  anlam alanının daraltılması sonucunda sadece namaza indirgenmesi, namaz ibadetinin ise sadece tapınaklarda icra edilen bir ritüele dönüşerek, Müslüman hayatının sadece bir kaç dakikalık zamanı içinde yer bularak diğer zamanlarda yer bulmaması, başta gelen sorunlardandır. Halbuki bu kavram, namazı da içine alan daha geniş bir anlam alanına sahip olup, hayatın her anını ve alanını ilgilendirmektedir.

Müslümanlar olarak Din kavramını sadece kulun hayatının belirli zamanlarında ve belirli yerlerde yaptığı bir takım ritüel ibadetler olarak görmüş olmamız, yaptığımız en büyük hatalardandır. Halbuki bu kavram, kulun bütün yaşamını ilgilendiren bir kavram olarak görüldüğü ve anlaşıldığı zaman, Allah (c.c) nin bizler için seçip beğendiği, ve sadece ondan razı olacağını beyan ettiği İslam Dini'nin  ne demek olduğu, bizler için hayat içinde ne anlama gelmesi gerektiği anlaşılacaktır. 

Allah (c.c) nin bütün elçileri aracılığı ile gönderdiği hayat sisteminin adının İslam Dini  olduğunu dikkate aldığımız zaman, İsrailoğullarının başlarına gelen sıkıntıların kaynadığında kendileri için seçilmiş ve beğenilmiş olan İslam'ı terk ederek, beşeri kaynaklı sistemleri hayatlarına geçirmiş olmalarını gösterebiliriz. Maide s. 13. ayeti, İsrailoğullarının kendilerini İslam'dan nasıl soyutladıkları anlatılmakta, aynı soyutlama yönteminin biz Müslümanlar tarafından da uygulandığını görmekteyiz.

Maide s. 13. ayeti içinde, İsrailoğulları tarafından yapılan "Onlar, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar" şeklinde ifade edilen bir eylemden bahsedilmekte, bu eylemin ne olduğu, nasıl gerçekleştiği ve biz Müslümanların kelimeleri yerlerinden oynatmasını yaşamları içinde nasıl gerçekleştirdikleri üzerinde durmak istiyoruz. 

Tevrat'ın tahrifinin nasıl gerçekleştiği konusu, Müslüman alimler tarafından tartışılan bir konudur. Bu tahrifin metin olarak mı yoksa anlam olarak mı olduğu konusunda farklı görüşler mevcuttur. Şu bir gerçektir ki Allah'ın kitaplarının anlam olarak tahrifi geçmişte nasıl yaşanmış ise, halen aynı tahrif işlemi Kur'an içinde geçerlidir. Kur'an metin olarak tahrife uğramamış olsa da, onun anlam olarak tahrifi yapılarak, Kitaba değil kitabına uydurmak dediğimiz cinsten yapılan çalışmalar sonucunda, din adına bir sürü asılsız iddialar ortaya atılmaktadır. 

Bazı Müslümanların dünyevileşmenin getirdiği yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışmaları, onların bu seküler yaşamlarını İslami bir yaşam gibi göstermek ihtiyacını doğurmuştur. Örneğin; Lüks tüketime ayak uydurmak için gerekli olan maddi ihtiyaçlarını banka kredisi ile karşılamak isteyenler, faiz vermenin haram olmadığını, veya bankalardan alınan kredilerin faiz olmadığını Kur'an ayetlerini delil olarak öne sürmek sureti ile, yaptıkları hatalardan çıkış yolu aramakta, yoğun iş yaşamı arasında namaza vakit bulamayanlar ise, bazı kimselerin ortaya attığı Kur'an'da namaz olmadığı iddiasına can simidi gibi yapışmakta, vicdanlarını bu şekilde rahatlatma yoluna gitmektedirler. 

Allah'ın kitabına karşı yapılan Kelimelerin yerinden oynatılması işleminin biz Müslümanlar tarafındaki yansıması, kitaba uymak yerine, kitabı kendisine uydurmak sureti ile yapılmakta, böylelikle insanlar, kitaba uyduklarını zannederek kitapsız bir hayata entegre olmaktadırlar. Kısacası, İslami kuralları yine İslami bir kılıf giydirmek sureti ile çiğnemeye çalışan Müslüman tipolojisi, son yıllarda dikkatleri çekmeye başlamıştır.

Allah'ın kitabından kopuk yaşamanın dünya hayatında elbette bir bedeli olacak ve bu bedel farkında olmasak dahi biz Müslümanlar tarafından şu anda ödenmektedir. Lüks hayata ayak uydurmak için gerekli olan maddi ihtiyacı bankalardan faizli krediler ile karşılamak durumunda olan bir çok kişinin bu borcu ödemekte zorlanması, kredi kartı kullanmak sureti ile hayatı borç ödemek ile geçen insanların yaşadıkları trajediler, Allah'ın kitabından uzak bir yaşam sürmenin dünya hayatındaki bir bedeli olup, bu hayatın ahiret bedeli daha korkunçtur.

Allah'ın kitabından uzak bir yaşam sürmenin dünya hayatındaki bedelinin ne olduğunu görmek için, İnsanlığın şu anda içinde bulunduğu, sosyal, siyasal, ekonomik, ahlaki çöküşünün boyutlarını görmek yeterli olacaktır. İnsanlığın şu anda içinde bulunduğu durum, Allah'ı terk eden bir yaşam olmasından dolayı, Allah'ta kendisini unutanları terk etmiş, onları şeytanları ile baş başa bırakmıştır.

Maide s. 12. ayetinde Allah (c.c) nin kullarının yanında olması için koyduğu şartlar olan ZEKAT ve KARZI HASEN (Güzel borç) kavramlarının toplum hayatındaki rolleri ve bu kurumların ortadan kalktığı zaman, meydana gelecek olan durumu özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz;

Zekat; Temizlenmek anlamında bir kelime olup, bu kelime nefsin ve malın temizlenmesi anlamında Kur'an içinde geçmektedir. Malın temizlenmesi demek, kişinin elinde olan malda başkalarının da hakkı olması demek ve bu hakkı gerekli yerlere teslim etmek demektir. Eğer bu hak, hak sahiplerine teslim edilmeyecek olduğunda, zengin ile fakir arasındaki makas açılacak ve toplumsal bir kargaşa meydana gelecektir.

Karzı Hasen; Güzel Borç anlamında bir deyim olup, bu deyimi Allah (c.c) tarafından haram kılınan Faiz ile alakasını kurarak anlamaya çalıştığımız zaman, anlamı daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Nisa s. 160 ve 161. ayetlerde, Allah (c.c) Yahudilerin yasaklandıkları halde faiz aldıklarından ve bu yanlışları sonucunda onlara bazı yaptırımlar getirildiğinden bahsetmektedir. İnsanların birbirleri ile her konuda olduğu gibi, maddi konularda da yardımlaşma içine girmeleri, toplumun ayakta kalması için önemli bir etkendir. Toplum bireylerinin birbirlerine sadece menfaatleri için yanaşmaları, menfaatleri olmadığında birbirlerine selam dahi vermemeleri, o toplumun geleceğini olumsuz yönde etkileyecektir.

Maddi ihtiyaç içine düşen bir kimseye, ihtiyacını karşılaması için ödünç para vermek insani ve erdemli bir davranıştır. Bu tür erdemli davranışların toplum içinde yok olması, maddi ihtiyaç içine düşen insanların ihtiyaçlarını karşılamak için faiz karşılığında ödünç para veren kişi ve kurumların kucağına itilmesi anlamına gelecektir. 

İhtiyacı olana Karzı Hasen  (Güzel Borç) vermek, yani ona verilen borcun karşılığını o kişiden maddi bir fazlalık olarak beklemek yerine, onun karşılığını Allah (c.c) den beklemek, toplumun selameti için önemli bir davranıştır. Karzı Hasen deyiminin önemini, faiz batağının toplumda sebep olduğu maddi ve manevi yıkımları dikkate alarak düşündüğümüzde, bu deyimin önemi daha kolay anlaşılacaktır. Karşılık ve fazlalık istemeden verilen Güzel Borç  deyiminin zıttı ise, Çirkin Borç deyimidir. Bu deyim yapılan bir iyiliğe karşı beklenti içinde olmak ve yapılan iyilikten maddi bir fazlalık yani faiz beklemek anlamındadır.

Sonuç olarak; Allah'a inanan her kişi ve toplum, onun her şeye gücünün yettiğini bildiği için, onun yanında olmasını, onun gücüne güç katmasını, onu her alanda galip getirmesini ister. Ancak Allah (c.c) kullarının yanında olmasını belirli şartlara bağlayarak bu şartlar yerine getirilmeden onların yanında olmayacağını bildirmektedir.

Kur'an'ın İsrailoğulları ile ilgili anlatımları, Allah (c.c) nin kullarının yanında ne zaman olacağını ve olmayacağını pratik uygulamalar üzerinden öğrenmek ve ibret almak bakımından okunduğunda, o topluluk ile ilgili ayetler Sünnetullah olarak bildiğimiz toplumsal yasaların önceki toplumlar üzerinde nasıl işlediğinin gösterilmesi açısından hayati önem arz ettiği anlaşılacaktır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Aralık 2016 Salı

Müslümanların Birbirlerine Karşı Kullandıkları Kin ve Nefret Dilini Terk Etmelerinin Önemi Üzerine

Kendilerini bağlayan ortak değerlere sahip olanların aralarındaki birlik ve beraberliği sıkı tutmaları , birbirleri aralarında kavgaya dönüşecek ayrılıklara sahip olmamaları, önem arz eden bir durumdur. Hangi topluluk olursa olsun , güçten düşmeleri ve yıkılmaları, dışarıdan gelen düşmanlardan ziyade, içlerindeki düşmanların veya birlik ve beraberliğin önemini idrak etmekten yoksun cahillerin saldıkları kin ve nefret tohumlarının yeşererek, aynı ideallere sahip olanların birbirlerine düşmesi ile gerçekleşmektedir. 

"Kitle iletişim araçları" dediğimiz Tv , Gazete , Dergi , İnternet v.s gibi yayın organları , insanların fikir ve düşüncelerini yaymak için kullandıkları, en başta gelen araçlar olması nedeniyle, insan hayatında büyük bir öneme sahiptir. Biz Müslümanlar , bu yayın organlarını en etkin biçimde kullanmaya çalışan topluluklardan birisi olarak, özellikle internet ortamı üzerinden "Sosyal Medya" denilen iletişim aracını etkin bir biçimde kullanmaktayız. 

Bu aracı kullanan Müslümanlar, sahip oldukları düşünceleri bu ortam üzerinden paylaşarak , aynı düşünceye sahip olanların dünyanın her neresinde olursa olsun , internet üzerinden bir araya gelmelerini sağlamaktadırlar. Müslümanların kendi aralarında farklı mezhep , meşrep , düşüncelere bölünmüş oldukları bir gerçektir. Bu farklı düşünme gerçeği, yüzyıllardır böyle devam etmekte , mezhep meşrep gibi farklılıkların, bazı zamanlarda birbirlerinin kanını dökmeye kadar varan durumlara sebep olduğu da herkes tarafından bilinmektedir. 

Bugün dahi geçmişten gelen düşüncelerin fanatik savunucuları olduğu ve Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların hız kesmeden aynı şekilde sürdüğünü görmek üzüntü verici bir durumdur. Sosyal medya üzerinden kendisini ifade etmeye çalışan farklı düşüncelere sahip bazı Müslümanlar, söylemini  sevgi ve saygı kuralları üzerinden değil , kin ve nefret söylemi üzerinden , sahip olduğu düşüncenin propagandasını yapmaya çalışmaktadır.

Medine ; "Şehir" anlamına gelen bir kelimedir. Şehirler , insanların birlikte yaşama ihtiyacının giderildiği kuruluşlar olup , bu ortamda yaşamanın ilk kuralı , o şehirde yaşayan insanların birbirlerinin yaşam ve kişilik haklarına saygılı olmalarıdır. Bir şehirde yaşayan insanlar farklı ırk , renk , din , mezhep , meşrep , ve fikre sahip olabilirler. Bu farklılıklar insanların birbirlerine düşman olmalarına değil , birbirlerini tanımalarına kaynaşmalarına vesile olmalıdır (Hucurat s. 13).

Medine kelimesinden türemiş olan "Medeniyet" kelimesi, şehir yaşamını ve bu yaşam için gerekli kuralları özetleyen bir terimdir. Bu terimin zıddı "Bedeviyet" olup , çölde yaşamaktan dolayı insanlar ile daha az ilişkisi olan, dolayısı ile kaba ve görgüsüzlüğü simgeleyen "Bedevi" kelimesinden türemiştir.  Biz Müslümanlar sahip olduğumuz değerlerden ötürü, medeni olmanın en güzel örneklerini vermesi gereken bir topluluk olmamız gerekmesine rağmen , bazılarımız bu erdemden yoksun olarak bedeviliğin örneklerini veren davranışlar sergilemektedir. 

Bu bedevilik örnekleri , Müslümanların birbirleri ile en fazla ilişki kurduğu sosyal medya ortamlarında görülmektedir. Sosyal medya ortamında kendisini ifade etmeye çalışan bir kısım Müslüman sahip olduğu fikri yaymak için , kendi fikrinin güzelliklerini tebliğ etmeyi değil , karşı fikrin çirkinliklerini ortaya koymayı tercih ederek , kendisine taraftar toplamayı seçmektedir.

Sosyal medya ortamındaki Müslümanların genel durumu "A" fikrine sahip olan bir Müslüman , karşı olduğu ve yanlış olduğunu düşündüğü "Z" fikrine karşı büyük bir savaş açarak , kendi fikrini savunmaya çalışmak olarak karşımıza çıkmaktadır . Karşı olduğu fikri mahkum etmek için kullandığı dil ve üslup, maalesef Müslüman olmanın kendisini bağladığı bir takım ahlaki kurallar çerçevesinde olmamakta , tamamen sokak ağzı , hakaret , alay , küfür gibi, bir Müslümana asla yakışmayacak davranışlar olmaktadır.

Bir Müslüman sosyal medya ortamında yapmış olduğu paylaşımlar ile kendi düşüncesine sahip olan Müslümanların çoğalmasını istemektedir. Hangi fikir olursa olsun , insanlara bu fikri sevdirmenin ve taraftar olmasının sağlamanın yolu , bu fikri savunan insanların davranış bakımından düzgün insanlar olmasını gerektirmektedir. Davranışları düzgün olmayan , kullandığı dil ve üslubu bozuk olanların yaptıkları çağrının , başkaları tarafından olumlu olarak karşılık görmesi asla mümkün olamaz. 

                                       "Allah (c.c) sanal alemin de gözetleyicisidir"

Akşama kadar sosyal medya üzerinden karşıt fikre her türlü hakareti savurarak , yanlış olduğunu düşündüğü bu fikirden kaç tane insanı döndürebildiği konusunda gece yataklarına yattıklarında kendilerini sorgulayanlar, acaba nasıl bir cevap alacaklarını hiç düşündüler mi ?. 

Bir Müslüman elinde bulundurduğu imkanları, sahip olduğu inancın kendisine yüklediği biçimde kullanmak yerine , kendi iç dünyasının bozukluklarını dışa vuracak biçimde kullanıyor ise , bu ortamı hiç kullanmaması kendisinin menfaati gereğidir. Çünkü bu kimse yaptığını zannettiği dini çalışmalar ile sevap işlediğini zannederek , insanları kendi düşüncesine taraftar olmaya değil , düşman olmaya çağırmaktadır. Allah (c.c) nin her an üzerimizde gözetici olduğu bütün Müslümanlar tarafından bilindiği halde , sanki bu gözeticilik sosyal medya ortamında geçerli değilmiş gibi davranışlar sergilemek , hesap gününde geri dönüşü imkansız pişmanlıklara sebep olacaktır.

                 "Müslüman elinden , dilinden , klavyesinden emin olunan insandır."

Bazı Müslümanların yaşadıkları sosyal , ekonomik , ailevi v.s türünden bir takım sıkıntılar, onları psikolojik olarak etkilemektedir. Bu tür depresif bozukluğa sahip olarak klavyesinin başına geçen bir Müslüman iç dünyasındaki öfkeyi dışa vurmak için yine Müslümanları seçmekte , farklı düşünceye sahip olan Müslümanlara her türlü hakaretvari kelimeleri kullanarak, içindeki öfkeyi boşaltmaya çalışmaktadır.


[016.125]  Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.

Bir Müslümanın , diğer Müslümanları sahip olduğu düşünceye çağırmak için kullanacağı delilleri öğrenmeden önce , insanlara karşı kullanacağı dili ve üslubu öğrenmesi gerekmektedir. İnsanlara karşı kullanması gereken dil ve üslubu bilmeyenlerin yaptıkları çağrı karşılık görmemekle kalmayacak , aksine çağırdığı düşünceye düşmanlık edilmesi ile sonuçlanacaktır.

Çağrısı Allah (c.c) tarafından "Doğru" olarak desteklenen Muhammed (a.s) ın , insanlara karşı yaptığı davetin karşılığını bulmakta ne kadar zorlandığı herkesin bildiği bir gerçektir. Biz sahip olduğumuz düşüncemizin "Doğru" olduğuna dair olan delili Allah (c.c) den değil , sahip olduğumuz kanaatlerimizden aldığımızı unutarak , bir elçi edasıyla herkesi kendimize çağırmakta , bu çağrımızın herkes tarafından kabullenilmesini istemekteyiz.

[050.045]  Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.

[017.105]  Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

[006.107]  Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.

Allah (c.c) göndermiş olduğu elçisine dahi , insanlar üzerinde baskı yapmaması gerektiğini , onlar üzerine vekil olarak gönderilmediğini , görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu hatırlatır iken , kendisini elçinin üzerinde görerek , insanlara karşı baskıcı , kendisini onlara vekil olarak gönderilmiş zanneden Müslümanlar sanal alemde  cirit atmakta , kendileri gibi düşünmeyen insanlara karşı her türlü hükmü vermektedirler. 

Son yıllarda dünya genelinde çıkan olayların, sosyal medya üzerinden örgütlenen insanlar tarafından fitili yakıldığını düşünürsek , sanal ortam insanlar üzerinde büyük bir etki sahibidir. Bu sebepten dolayı , bu ortamı kullanan Müslümanların yazdıklarına ve söylediklerine dikkat etmek zorunluluğu bulunmaktadır. 

Sosyal medya ortamını kullanan Müslümanlar , yazdıklarının ve söylediklerinin başkalarını etkilediğini hesap ederek bu konuda sorumluluk sahibi bir kimsede olması gereken davranışları sergilemesi gerekmektedir. Müslümanlar üzerinde  bir takım emelleri olanların , bu emellerini gerçekleştirmek için , Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği yıkmaya çalıştıkları unutulmamalıdır.

Bu ortamlarda Müslüman olmanın getirdiği sorumluluklardan uzak davranışlar sergileyerek , birbirleri ile kıyasıya kavga eden Müslümanların yaptıkları kavgalar kendilerine değil , bizler üzerinde emelleri olanlara fayda getirmektedir. Sosyal medyanın gücünü , birbirimizi kırarak , güçten düşürmek yolunda değil , birbirimize karşı olan davranışlarımızı sahip olduğumuz inancın bize yüklediği sorumluluklar dahilinde yerine getirerek , daha güçlü olmak yolunda kullanmalıyız.

Bunu yapabilmek için önce "Medeni" olmanın getirdiği bazı kuralları hayata geçirmeye çalışmak gerektiğini düşünmekteyiz. Sosyal medya üzerinden iletişime geçen her Müslüman , karşısındaki kişinin en az kendisi kadar değerli bir kimse olduğunu düşünerek , yazılarını ve sözlerini dikkatli sarf etmelidir. Çünkü karşısındaki kimse önce insan , sonra da Müslümandır. 

Kendi sahip olduğu fikri desteklememiş olmamış , kişinin İslam dairesi dışına çıkarılarak aforoz edilmesi için geçerli bir sebep değildir. Bu kimse "Kafir" damgasını hak etmiş olsa dahi, bu damgayı ona hakaret için değil , düştüğü yanlışı hatırlatarak onun yanlışından dönmesini sağlamaya çalışmak en doğru yol olacaktır.

Muhammed (a.s) ın bile elinde bulunmayan bir yetkiyi , kendi elimize almaya çalışarak , insanlar üzerinde vekil olmadığımızı bilmek , kullanacağımız dil üslubun daha düzgün olmasını sağlayacaktır. Doğru olduğunu düşündüğümüz fikir üzerinde bizim net delillerimiz var ise , karşımızdaki bu delilleri kabul etmese dahi , onu kabule zorlamak bize hiç bir şey  kazandırmayacaktır. 

Tartışan taraflar söylemlerini ilim , bilgi , edep ve ahlak dahilinde ortaya koydukları takdirde kavgaya sebep olacak nedenlerde ortadan kalkmış olacaktır. Yapılan kavgaların nedeni tartışan tarafların söylemleri konusunda ilim ve bilgi sahibi olmamalarından kaynaklanmakta , ilim ve bilgi ile karşısındakine herhangi bir şey aktaramayan ve yeterli delil sunamayan kimseler , çareyi küfür ve hakarette bulunmak sureti ile edep ve ahlakı unutarak, her türlü sözü sarf etmekten çekinmemektedirler.

Fikrinden emin ve delilleri ilmi ve tutarlı olan bir kimse , karşısındaki kimse söylediklerini kabul etmese dahi ona zorlama ve hakaret içeren sözler sarf etmez "Selam" diyerek ortamı terk ederek , bilgi ve ilminin gereğini böylelikle yerine getirir.


Sonuç olarak ; Bizi her anımızda gözeten Rabbimiz , sosyal medya üzerinden yaptığımız faaliyetleri de gözlemekte , ve bu ortamda yaptıklarımızdan da bizi hesaba çekecektir. Sosyal medya önemli bir iletişim aracı olması nedeniyle Müslümanların düşüncelerini yaymak için kullandıkları bir ortamdır.

Bu ortamı kullanan bazı Müslümanlar maalesef, edep ve ahlak kurallarına riayet etmemekte, din adına yaptığı konuşmalarda dinsiz olduğunu iddia eden insanlardan daha gayri ahlaki davranışlarda bulunabilmektedir. 

Müslümanların her davranışı ile örnek bir kişi olması gerektiğini unutmadan bu ortamları kullanması, başkalarının Müslümanlara bakışı konusunda olumlu düşünceleri de beraberinde getirecektir.

Kimse üzerine vekil olarak gönderilmediğimiz şuuruna vakıf olarak yapacağımız tartışmalar , bizleri nebevi metoda daha yakın bir üslup ve yöntem kullanmak noktasında bırakacaktır.

BİRBİRLERİNİ SEVEN VE SAYGI DUYAN MÜSLÜMANLARDAN OLMAK DUASI İLE.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Farklı Kıbleleri Terk Edip Tek Kıbleye Yönelmek

"Kıble" kavramı, Kur'anın en önemli kavramlarından birisi olmasına rağmen , bir çok Müslümanın hayatında, sadece namaz ve hac ibadeti ile ilişkisi kurulan , fakat bu kurulan ilişki dahi, olması gereken anlamın dışında bırakılarak , hayata yansıtılmayan kuru bir kavram haline getirilmiştir. 

Bu kavram terim olarak , "Kişinin yüzünü döndüğü , düşüncesinin ve inancının kaynağını aldığı yer" anlamında olup , bu anlamın Müslüman hayatında şu anda nasıl yansıma bulduğu ve Kur'ani anlamda Müslüman hayatına nasıl yansıması gerektiği , bu yazının konusu olacaktır. 

Bugün dünya genelindeki tüm Müslümanlar, namazlarını Kabeye yönelerek kılmaktadır. Kabeye olan bu yönelim , bütün Müslümanların inanç ve düşüncelerinin kaynağını Allah (c.c) den yani onun kitabından aldığını gösteren sembolik bir yönelimdir. Ancak bir çok Müslüman, bu yönelimin ifade ettiği anlamın dışına çıkarak , düşünce ve inançlarını Allah (c.c) nin dışındakilerden almaktadırlar.

Bu durum, farklı kıblelere yönelmek anlamına gelerek , Kabeye olan yönelimden hasıl olması gereken maksadın hasıl olmaması anlamına gelmektedir. Müslümanların çeşitli fırkalar haline gelerek , düşüncelerini farklı yerlerden almaları , Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği baltalayan en başta gelen etkendir Allah (c.c) , kitabının bir çok yerinde bizlere bölünmememizi , birbirimize düşman hale gelmememizi emrederek , saf halinde durmamızı istemektedir.

Kabe adı ile anılan yapı , Müslümanların inanç ve düşünce beraberliğinin bir sembolü olarak binlerce yıldır hac için ziyaret edilen , ve namazlarda ona yönelinen bir yapı olmasına rağmen , bugün gerçek işlevinin yeniden canlanmasına her zamankinden daha büyük ihtiyaç vardır. 

Her toplum düşünce ve inançta birlik olduğunu gösteren sembolik öğelere sahiptir. Sıradan bir bez parçasının "Bayrak" haline gelmesi ile o bayrak topluluklar için uğrunda ölünecek bir obje haline gelmiştir. Mesele o bez parçasının uğrunda ölmek değil , o bez parçasının ifade ettiği anlam uğrunda ölmektir. 

İşte Kabe, Müslümanlar için böyle bir işleve sahiptir. Mekke şehrinde inşa edilen taş yapı , bütün Müslümanların oraya yönelmesi ile dost düşman herkese , "Biz hepimiz aynı fikir ve inanç etrafında tek yumruk halinde birlikteyiz" mesajını veren sembolik bir yapıdır. 

Bu yapının işlevi ,sadece ritüel olarak yapılan namaz , hac gibi ibadetler bazında kalmayarak , en geniş anlamı olan "Tek seslilik" anlamının işleve geçirilmesi ile meydana gelecek uyanış, İslam düşmanlarının korkulu rüyasıdır. Bugün Müslümanların yeniden uyanması , yöneldikleri kıble olan Kabenin gerçek işlevini yeniden okumaları ve bu işlevi hayata yansıtma noktasında ameller gerçekleştirmesi ile mümkün olacaktır.

[002.148] Herkesin (her toplumun) yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

Ayete baktığımızda, her toplumun kendisine bir hedef belirlediği , bizlere de hedef olarak "Hayırlarda yarışmak" şeklinde bir hedef gösterildiğini okumaktayız. Dünya hayatı içinde yaşayan birey ve toplumların ulaşmak istedikleri bir amacı mutlaka vardır. 

"Müslüman" adını tercih eden toplumların ulaşması gereken amacı onlara ,  Allah (c.c) belirlemiştir. 

[008.039]  Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

"Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah (c.c) nin oluncaya kadar" şeklinde belirlenen hedef, bütün Müslümanların ortak hedefi olmalıdır. Hedef belirleme noktasında ortak bir konsensüs sağlayanlar , bu hedefe varmak için yapmaları gerekeni yine onlara bu hedefi gösteren kitaplarından öğreneceklerdir. 

[002.149] Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

Yüzü Mescidi Haram yönüne çevirmek demek , inancın ve düşüncenin kaynağının alınacağı yeri göstermektedir. Mescidi Haram ismi, vahiyle özdeşleşmiş bir isim olduğu için böyle bir ifadenin kullanılmış olduğunu hatırlatmak isteriz. İman iddiasında bulunanların, hayatlarının her safhasında, vahiyden beslenmeleri ve yollarının vahyin çizgisinde belirlemeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. 

"Kabe" yeryüzünde kurulan örnek bir ev olarak, herkesin yaşamı içinde oluşturmakla yükümlü olduğu model bir ev dir. Bu model evin en önemli özelliği, vahyin belirlediği hayat tarzının, insanların oluşturduğu toplumun en küçük temel taşı olan aileden başlaması gerektiğine ve aile içinde başlayan bir yaşamın toplum bazında dair olan bir hatırlatmadır. İbrahim (a.s) oğlu İsmail ile bu model evi oluşturarak , örnek bir aile nasıl olmalıdır sorusunun cevabını yaşam içinde göstererek vermişlerdir.
Belirlenen hedefe varmak için farklı yollar denemek , bu hedefe varmayı güçleştiren hatta imkansız hale getiren bir durumdur. Eğer bize bir hedef belirlenmiş ise, bu hedefe varan yol yine bize o hedefi gösteren tarafından belirlenmiştir. 

İsrailoğullarına firavun zulmünden kurtulmaları şeklinde belirlenen hedefe giden yol, yine o hedefi gösteren tarafından bildirilmiştir. Yunus s. 87. ayetinde , hedefe varmak için önerilen yollardan birisi "Evlerin kıble haline getirilmesi" dir. 

"Evleri kıble yapmak" demek , her evin aynı hedef üzerinde birleşmesi anlamına gelmektedir. Tek bir hedefe , tek bir yol ile varmaya çalışan Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları, ancak bu yolla firavun zulmünden kurtulmuşlardır.

Bugün bir çok fırkaya bölünmüş olan biz Müslümanların, bize yüklenen görevi yerine getirebilmemiz için , öncelikle nasıl bir görev yüklenmiş olduğumuzun  farkına varmamız gerekmektedir. Bugün bir çok Müslüman, daha yaratılış amacının ne olduğunun ve kendisine yüklenen görevin bile farkında olmayan hayat tarzı ile günlerini geçirerek , yöneldiği vahiy harici kıblesinden memnun bir halde yaşamaktadır.

Yapılması gereken ilk iş , bütün Müslümanların ortak bir kıbleye yani bir hedefe yönelmeleri gerektiği yönünde bilinç oluşturulması olmalıdır. Ortak bir amacı olmayanların dünyaya verecekleri hiç bir mesaj olamaz , ancak dünya üzerinde başkalarının verdiği mesajları okumak ve onları yaymak gibi bir sevda peşinde günlerini geçirebilirler. 

Müslümanlar olarak "Belirlenen" olmaktan çıkarak , "Belirleyici" olmak konumuna geçtiğimizde, dünyadaki dengeler de bizim lehimize değişmeye başlayacaktır. Müslümanların lehine değişmeye başlayan dengeler ise , en fazla düşmanlarımızı rahatsız edecektir.
Ortak bir amaç etrafında birleşmek isteyenler , bu ortaklıkları bozabilecek unsurları fark ederek , kendilerini birbirlerine bağlayan en üst değeri dikkate alarak bu üst değer üzerinden bir ortaklık oluşturmak zorundadırlar. 

Müslüman olarak hepimizin en üst ortak değeri Kur'an olup , bu değer etrafında bütün Müslümanlar toplanarak , farklılıklarını unutmalı , sahip oldukları görevi yerine getirmek için var güçleri ile gayret etmelidirler. Bunun altında olan farklı kitap , mezhep , meşrep , tarikat gibi oluşumlar, en üst değer olan Kur'anın belirleyiciliğinde yeniden gözden geçirilerek , eğer Kur'an etrafında birleşebilmeye engel teşkil ediyorsa hiç gözümüzü kırpmadan , mezhebimizi , meşrebimizi , tarikatımızı terk edebilmeliyiz. 


Farklı kıbleler etrafında oluşturulmuş küçük topluluklar olmak yerine , tek kıble etrafında birleşmiş olan büyük bir topluluk olmak, bugün içinde bulunduğumuz bütün olumsuzlukları yok ederek , Müslümanları nesne olmaktan çıkarıp , özne olmak durumuna getirecek zalimlerin korkulu rüyası , mazlumların umudu olacaktır. 

Bu günlerde, kendisinin "Kur'an Merkezli İslam" söylemine sahip olduğunu iddia edenler içinde bir kısım kimselerden "Namazda Kabeye yönelmek şartı yoktur" şeklinde sözleri işitmekteyiz. Bu sözlerin "Kıble" kavramının Müslüman lügatında ifade etmesi gereken anlamı dikkate alarak tahlili yapıldığında , akıl almaz bir şeytanlık ve fitnenin eseri bir iddia olduğunu görmemek ve anlamamak mümkün değildir şöyle ki ;

Kıble , birlik ve beraberliği oluşturan önemli bir kavram olup Müslüman lügatında önemli bir yere sahiptir. Bizlerin birlik ve beraberlik içinde olmamız ne kadar önemli ise ,hizip ve düşmanlık içinde olmamız düşmanlarımız için de o kadar önemlidir. Düşmanlarımız hizip ve düşmanlık için olarak birbirimizi kırmamızı gerçekleştirmek için her türlü yola baş vurmaktan çekinmemektedir. Birlik ve beraberliği bozmak için uyguladıkları yollardan birisi ise , içimize sokulan truva atları ile "Kur'ani düşünce" adı altında , Kabenin fonksiyonunu ortadan kaldırmaya yönelik şeytani düşünceleri empoze etmeye çalışmaktır. 

Müslümanları tek bir kıble etrafında toplanmasına karşı çıkan ve onları hiziplere bölünmesine sebep olan her türlü , fikir , eylem ve söylemler, kesinlikle şeytanın eseri olan sözler ve düşüncelerdir. Bu konuda özellikle kuzu postuna bürünmüş kurtlara çok dikkat etmek gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Sonuç olarak ; "Kıble", ortak bir değere sahip olmayı ifade eden önemli bir Kur'an kavramı olmasına rağmen , biz Müslümanlar tarafından gereği gibi anlaşılmamaktadır. Bu kavram Kur'ani anlamda anlaşıldığı takdirde , dünya üzerinde dengeler Müslümanlar lehine değişerek , kafirlerin fesadının önlemesine yönelik büyük bir adım atılmış olacaktır. Bunun gerçekleştirilmesi için ise farklı kıblelere yönelmiş olan Müslümanların tek kıble etrafında düşünce ve eylem planı oluşturması gerekmektedir. Farklı kıbleler olarak telaffuz ettiğimiz fırka ve hizipler haline bölünmüşlüğümüz , bizlerin zelil hale gelmemize zemin hazırlayan en büyük etkendir.

Kabenin kıble olmasının ne anlama gelmesi gerektiği etrafında fikir ve düşünceler geliştirilerek , tek kıble , tek hedef sloganının içselleştirilmesi , tabandan başlayarak tavana doğru doğru yükselen bir dalga olarak bütün Müslümanlar tarafından hayata aktarılması , bizlerin yeniden dünya üzerinde ses getiren bir topluluk olmamıza yol açacaktır.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.