Nahl s. 124. ayeti olan إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi, elimizde olan meallerin bir çoğunda, "Cumartesi yasağı, ancak onda ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok
ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında
elbette hükmedecektir." şeklinde çevrilmekte, tefsirlerde ise bu konuda çeşitli yorumlarda bulunulmaktadır.
Biz, bu ayetin çevirisinde herhangi bir hata bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde bulunan ve onda olarak çevrilen فِيهِ ibaresinin, السَّبْتُ (cumartesi yasağı) kelimesine götürmenin bazı soruları beraberinde getirebileceğini düşünmekteyiz şöyle ki;
Cumartesi yasağı olarak bildiğimiz yasağın, İsrailoğullarına has ve yaptıkları bazı yanlışlar sonucunda onlara ceza olarak verilmiş bir yasak olduğu herkesçe malumdur. Nahl s. 124. ayetinin bu durum göz önüne alınmak sureti ile bir çevirisinin yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
[004.160-1] Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helâl olan temiz şeyleri haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118] Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık; biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde İsrailoğullarına çiğnemiş oldukları yasaklardan dolayı, onlara daha önce helal olan bazı şeylerin ceza olarak haram kılındığı bildirilmektedir. Cumartesi günü çalışmama yasağı, evrensel bir yasak olmadığı için sadece İsrailoğullarına verilmiş olan cezalardan bir tanesidir. Bundan dolayı Nahl s. 124. ayetine öyle bir anlam verilmelidir ki, ayetin İsrailoğullarına böyle bir yasağın hangi sebepten ötürü verildiğini ifade ediyor olsun.
[016.120] Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf
olarak Allaha itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.
[016.121] Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola
iletmişti.
[016.122] Ve Biz O'na dünyada bir güzellik verdik ve şüphe yok ki, o
ahirette elbette sâlihlerdendir.
[016.123] Sonra sana vahyettik: «Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine
uy. O müşriklerden değildi.»
Nahl s. 120-123. ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde İbrahim (a.s) dan bahsedildiğini görmekteyiz. Nahl s. 124. ayetine verilecek olan anlamın, bu ayetler ile uyum içinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Cumartesi yasağının onda, yani İbrahim'in dininde ihtilaf edenlere farz kılınmış olmasının, ayetlerin bağlamı açısından daha uygun düşeceğini düşünmekteyiz.
Bu noktada İbrahimin dini ile ifade edilmek istenilen şeyin ne olduğunun açığa kavuşturulması gerekmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerine baktığımızda, İsrailoğullarının zulmetmeleri, insanları Allah yolundan alıkoymaları, faiz almaları, insanların mallarını haksızlıkla yemeleri, İbrahim'in dininin esaslarını çiğnemeleri anlamına gelmektedir.
Bundan dolayı Nahl. s. 124. ayetindeki Fihi ibaresinin cumartesi yasağına değil, İbrahim'in dinine işaret ettiği yönünde bir parantez açılmak sureti ile anlam verilmesi daha makul görülmektedir.
"Cumartesi yasağı, ancak onda (İbrahim'in dininde) ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında elbette hükmedecektir."
Tetkik etme imkanı bulduğumuz Kur'an çevirilerinin sadece Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu'nun bu doğrultuda anlam ve yorumda bulunduğunu gördük.
Muhammed Esed Meali:
Sebt gününün gözetilmesi sadece, onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp çekişenlere emredilmişti; şüphe yok ki, bu çekişip durdukları konuda, Kıyamet Günü onların aralarında148 elbette senin Rabbin hükmedecektir.
Muhammed Esed yazmış olduğu tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Yani, Hz. İbrahim
hakkında. Bu ifadeden kasıt şudur: Yahudilerin çoğu, Tevhid dininin
esaslarına açıkça ters düşen bir biçimde, sırf bu büyük Peygamber'in
soyundan gelmiş olmalarına dayanarak kendilerinin “Allah tarafından
seçilmiş kavim” olduklarını ileri sürmek suretiyle Hz. İbrahim'in gerçek
dininden sapmışlardı. (“Onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp
çekişenler” ifadesiyle dile getirilmek istenen de, kanaatimizce işte bu
sapmadır.) Kur’an'da sık sık işaret edildiği gibi, bu manevî taşkınlık
ya da küstahlık, İsrailoğulları'na -ve yalnızca onlara- birtakım ciddî
yasaklar, kısıtlamalar ve mecburiyetler yükletilerek Allah tarafından
cezalandırılmıştır. İşte bu kısıtlama ya da ilave yükümlülüklerden biri
de Sebt (Cumartesi) günü her türlü işten, alış verişten uzak durmaktır.
En geniş anlamıyla bu pasaj, Allah tarafından öngörülen tüm biçimsel
yükümlülüklerin (ritual), kendi başlarına dinî birer amaç olmadıklarını,
ama sadece manevî ve ruhanî disiplinin biçimlendirilmesinde araç ve
vesile olarak iş gördüklerini işaret etmektedir."
Mustafa İslamoğlu Meali:
Cumartesi yasağı sadece, bu konuda (İbrahim`in inanç sisteminden) farklılaşıp kopmuş olan kimselerin aleyhine oluşturulmuş bir durumdu. Ama şu kesin ki, Rabbin Kıyamet Günü üzerinde sürekli çekişip durdukları bu konuda onlar arasında hüküm verecektir.
Mustafa İslamoğlu bu ayet için ayrıca, "Bu konuda ihtelefu sözcüğüne şöyle bir anlam da yükleyebiliriz. Hz. İbrahim'in inanç sisteminden kopmaları sonucu bu yasak oluşmuştu. İhtelefe aynı zamanda bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak, kopmak anlamına gelir. Ki, bir üstteki ayetlerin Hz İbrahim'le alakalı olduğu düşünülünce bu anlam daha makul olsa gerek" demektedir.
Kur'an Yolu adlı tefsirde ise, Nahl s. 124. ayeti ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: Eski tefsirlerde genellikle yahudilerin, hakkında görüş ayrılığına düştükleri şeyin “sebt günü” (cumartesi yasağı) olduğu belirtilmiştir; fakat İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XIV, 322-323) bunu bir önceki âyette geçen İbrâhim ve “İbrâhim’in dini” olarak anlamak daha isabetlidir. Buna göre âyeti şöyle açıklamak uygun olacaktır: Sebt günü ile ilgili yasaklar, bazı taşkınlıkları ve dikbaşlılıkları sebebiyle sadece Mûsâ kavmine özel bir ceza olarak Allah tarafından konulmuştur, İbrâhim ve onun diniyle ilgisi yoktur. Âyetten anlaşıldığına göre Mekkeliler’in temasta bulunduğu bazı yahudi grupları, diğer birçok konuda olduğu gibi Hz. İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi (bk. Âl-i İmrân3/65-68).
Araf suresi içinde geçen, cumartesi yasağını çiğneyen İsrailoğullarından olan bir topluluğun başlarına gelenlerin, eğer onların bu konuda ihtilaf etmelerinden dolayı başlarına geldiği söylenecek olursa, burada dikkat edilmesi gereken noktanın yasak konulduktan sonra o topluluğun helake uğradığıdır. Nahl s. 124. ayetinde geçen asıl mesele, İsrailoğullarının neden önce kendilerine helal olan bazı şeylerin, sonradan haram kılındığı meselesidir. Ayrıca Medine'de nazil olan surelerin içindeki İbrahim (a.s) ile ilgili ayetlerin, kitap ehlinin onun dinine aykırı inanç ve amel içinde oldukları özellikle vurgulanmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Yorumları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yorumları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Aralık 2017 Salı
1 Şubat 2016 Pazartesi
ENFAL s. 33. Ayetinin Farklı Çeviri ve Yorumları Üzerine Bir Mülahaza
Kur'an ayetlerinin çeviri ve yorumlarında , ilgili ayetin bağlamının gözetilmesi , doğru çeviri ve doğru bir yorum için önemli bir unsur olup , bağlam gözetilmeden yapılan bir çalışmanın , bizi yanlış veya eksik sonuçlara götürme ihtimali yüksektir. Enfal s. 33. ayeti ile ilgili çeviri ve yorumlara baktığımızda , bu bağlam gözetilmeden yapılmış çeviri ve yorumların olduğunu görmek mümkündür. Yazımızda, bu ayet ile ilgili bazı yorum ve çevirileri ele alarak , doğru olduğunu düşündüğümüz çeviri ve yorum hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Bu ayetin Türkçe anlamının, bazı Kur'an çevirilerinde şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.
Bayraktar Bayraklı :
Halbuki sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir ve aralarındaki müminler bağışlanma dilerken de şüphesiz Allah onlara azap etmez.
Celal Yıldırım :
Oysa sen onların arasında iken Allah onlara azâb edecek değildir ve onların (arasında kalan mü'minler) istiğfar ederken Allah yine kendilerine azâb edici değildir.
Süleyman Ateş :
Oysa sen onların içinde bulundukça Allâh, onlara azâb edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken (içlerinde istiğfar edenler var iken) de Allâh, onlara azâb edecek değildi.
Örneklerini verdiğimiz bu çevirilerde , ilgili ayette ki "Ve hüm yestağfirune" (Onlar bağışlanma dilerken) ibaresinin , bağışlanma isteyenlerin mü'minler olduğu dikkate alınarak çevrildiğini görmekteyiz. İlk okunuşta haklı olarak, böyle bir isteğin ancak iman edenler tarafından gelebileceği düşüncesinin, böyle bir çevirinin yapılmasına sebep olduğunu düşünüyoruz.
Enfal s. 32. ayetinde Kafirlerin "Bir vakıt da ey Allahımız, eğer bu, senin tarafından gelmiş hak kitâb ise durma üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha elîm bir azâb ver demişlerdi" sözlerinden sonra gelen 33. ayette , Allah (c.c) nin kendisine meydan okuyan bu kafirlerin istemiş olduğu azabı neden indirmediği anlatılmaktadır.
Sünnetullah gereği bir beldenin içinde eğer elçi bulunuyorsa , o belde helak edilmez , eğer o belde halkı helak edilmeyi hak etti ise , elçi ve ona iman edenler o beldeyi terk ettikten sonra sadece kafirlerin kalmış olduğu belde helak edilmektedir. Elçi kıssalarına baktığımızda, kafir kavmin helakı öncesinde, elçi ve beraberindekilerin o beldeyi terk etmeleri istenmekte ve helak ondan sonra gerçekleşmektedir.
33. ayetteki " sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir" cümlesi bu durumu ifade etmektedir yani 32. ayette gördüğümüz kafirlerin azap istekleri , Muhammed (a.s) o belde içinde iken yerine getirilmez. Ayet , Muhammed (a.s) kafir bir topluluk içinde iken o topluluğun helak edilmeyeceğini beyan ederken , ayetin devamında helak edilmeyi engelleyen bir durumun daha olduğu beyan edilmektedir.
Bu noktada , Muhammed (a.s) ın Mekkeden Medineye hicret ettikten sonra neden Mekke nin helakının gerçekleşmediği sorusu zihinlere takılabilir . Muhammed (a.s) Medine ye hicret ettikten sonra , Mekke de Müslümanlar mevcut olduğu için yani bütün Müslümanlar tamamen Mekkeyi terkedip , Mekke şehri tamamen kafirler ile baş başa kalmadığı için helak gerçekleşmemiştir.
"Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi sanki bağışlama isteyenlerin iman edenler olduğu gibi bir çağrışım yapmasına rağmen , ayeti bağlam dahilinde okuduğumuzda bağışlanma isteyenlerin iman edenler olduğuna dair herhangi bir karine görememekteyiz.
Ayeti, Enfal s. 30. ve 35. ayetler arasında bir bağlam dahilinde okuduğumuzda , iman edenleri içine alan bir ibarenin olmadığı görülecektir.
[008.030] Hani küfredenler; seni tutup bağlamak, yahut öldürmek veya çıkarmak için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlarken Allah da düzenlerine müdahale ediyordu. Allah, düzen yapanların en hayırlısıdır.
[008.031] Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: «(Evet) işittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.»
[008.032] Bir vakit de, «Ey Allahımız, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver» demişlerdi.
[008.033] Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.
[008.034] Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları yalnızca korkup-sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.
[008.035] Onların Beyt'in yanındaki duaları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devam edegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.
Ayetlerin bağlamı , 33. ayetin bazı çevirilerinde gördüğümüz üzere, içine iman edenlerin ilave edilmesini gerektirecek herhangi bir karine olmadığına göre , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesinin nasıl okunabileceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
[011.117] Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi.
Enfal s. 33. ayeti içindeki , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesini , Hud s. 117. ayeti içinde beyan edilen "Sünnetullah" dediğimiz yasalar dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz. Allah (c.c) helak etme sünnetinin işlemesi için , o kavmin helak edilme ile ilgili yasalar dahilinde bir hayat sürmesi yani fesada koşan bir hayat sürerek ,helak edilmeyi hak etmesi gerekmektedir.
Hud s. 117. ayeti , helak ile ilgili yasayı bizlere hatırlatarak , ıslah edici yani fesat peşinde koşmayan bir hayat süren toplulukların helak edilmeyeceğini bildirmektedir.
Hud s. 117. ayetinin bildirdiği haberi , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi ile bağlayarak okuduğumuzda , kafir olanların Allah (c.c) nin onlara azap etmesinden vazgeçmesi için, onların Allah (c.c) den bağışlanma dileyen bir hayata dönmeleri yani küfürden dönerek iman edenler olarak hayat sürdürmeleri gerektiği dolayısı ile onların bu azaptan bu şekilde kurtulabilecekleri aksi takdirde azabın onlar üzerine hak olacağı bildirilmektedir.
Fahreddin Razi nin tefsirinde konu ile ilgili yapılan yorumlar şöyledir;
İmhaları Matlup Değilse, Niçin Onlarla Kıtal Yapılıyor?
Eğer: "Peygamberlerin, kavimleri içinde bulunmaları, Allah´ın o kavimlere azab indirmesine mani olduğuna göre, Cenâb-ı Hak daha nasıl, "Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın." buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Önceki ile, "kökünü kazıma azabı"; bu ayetteki cümle de, savaş ve vuruşma sebebi ile olacak azab kastedilmiştir.
Hasılı kelam ; Enfal suresi 33. ayetinin çevirisi , ayetin bağlamı dikkate alınarak yapıldığında şu şekilde daha doğru olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Suat Yıldırım :
Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez.
Ulaşabildiğimiz mealler içinde ayetin bağlamına uygun en doğru anlamın Suat Yıldırım tarafından verilmiş olduğunu gördük. Yapılan çeviri , kafirlerin azaptan kurtulmalarını istiğfar etmeleri yani iman etmeleri şartına bağlamaktadır.
Bu ayet ile ilgili tetkik ettiğimiz meallerde ağırlıklı olarak bu ayetin çevirisinin "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." şeklinde olduğunu gördük . Ancak bu şekilde yapılan çevirilerde "Onlar" olarak ifade edilenlerin mü'minler olabileceği gibi bir düşünceyi çağrıştırdığı için , Suat Yıldırım tarafından yapılmış ve "Onlar" olarak bahsedilenlerin kafirler olduğuna vurgu yapan bir çevirinin, okuyucu tarafından daha anlaşılır bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Bu ayetin Türkçe anlamının, bazı Kur'an çevirilerinde şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.
Bayraktar Bayraklı :
Halbuki sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir ve aralarındaki müminler bağışlanma dilerken de şüphesiz Allah onlara azap etmez.
Celal Yıldırım :
Oysa sen onların arasında iken Allah onlara azâb edecek değildir ve onların (arasında kalan mü'minler) istiğfar ederken Allah yine kendilerine azâb edici değildir.
Süleyman Ateş :
Oysa sen onların içinde bulundukça Allâh, onlara azâb edecek değildi ve onlar istiğfar ederlerken (içlerinde istiğfar edenler var iken) de Allâh, onlara azâb edecek değildi.
Örneklerini verdiğimiz bu çevirilerde , ilgili ayette ki "Ve hüm yestağfirune" (Onlar bağışlanma dilerken) ibaresinin , bağışlanma isteyenlerin mü'minler olduğu dikkate alınarak çevrildiğini görmekteyiz. İlk okunuşta haklı olarak, böyle bir isteğin ancak iman edenler tarafından gelebileceği düşüncesinin, böyle bir çevirinin yapılmasına sebep olduğunu düşünüyoruz.
Enfal s. 32. ayetinde Kafirlerin "Bir vakıt da ey Allahımız, eğer bu, senin tarafından gelmiş hak kitâb ise durma üzerimize gökten taşlar yağdır veya bize daha elîm bir azâb ver demişlerdi" sözlerinden sonra gelen 33. ayette , Allah (c.c) nin kendisine meydan okuyan bu kafirlerin istemiş olduğu azabı neden indirmediği anlatılmaktadır.
Sünnetullah gereği bir beldenin içinde eğer elçi bulunuyorsa , o belde helak edilmez , eğer o belde halkı helak edilmeyi hak etti ise , elçi ve ona iman edenler o beldeyi terk ettikten sonra sadece kafirlerin kalmış olduğu belde helak edilmektedir. Elçi kıssalarına baktığımızda, kafir kavmin helakı öncesinde, elçi ve beraberindekilerin o beldeyi terk etmeleri istenmekte ve helak ondan sonra gerçekleşmektedir.
33. ayetteki " sen onların içinde iken Allah onlara azap verecek değildir" cümlesi bu durumu ifade etmektedir yani 32. ayette gördüğümüz kafirlerin azap istekleri , Muhammed (a.s) o belde içinde iken yerine getirilmez. Ayet , Muhammed (a.s) kafir bir topluluk içinde iken o topluluğun helak edilmeyeceğini beyan ederken , ayetin devamında helak edilmeyi engelleyen bir durumun daha olduğu beyan edilmektedir.
Bu noktada , Muhammed (a.s) ın Mekkeden Medineye hicret ettikten sonra neden Mekke nin helakının gerçekleşmediği sorusu zihinlere takılabilir . Muhammed (a.s) Medine ye hicret ettikten sonra , Mekke de Müslümanlar mevcut olduğu için yani bütün Müslümanlar tamamen Mekkeyi terkedip , Mekke şehri tamamen kafirler ile baş başa kalmadığı için helak gerçekleşmemiştir.
"Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi sanki bağışlama isteyenlerin iman edenler olduğu gibi bir çağrışım yapmasına rağmen , ayeti bağlam dahilinde okuduğumuzda bağışlanma isteyenlerin iman edenler olduğuna dair herhangi bir karine görememekteyiz.
Ayeti, Enfal s. 30. ve 35. ayetler arasında bir bağlam dahilinde okuduğumuzda , iman edenleri içine alan bir ibarenin olmadığı görülecektir.
[008.030] Hani küfredenler; seni tutup bağlamak, yahut öldürmek veya çıkarmak için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlarken Allah da düzenlerine müdahale ediyordu. Allah, düzen yapanların en hayırlısıdır.
[008.031] Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: «(Evet) işittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.»
[008.032] Bir vakit de, «Ey Allahımız, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver» demişlerdi.
[008.033] Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.
[008.034] Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları yalnızca korkup-sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.
[008.035] Onların Beyt'in yanındaki duaları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devam edegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.
Ayetlerin bağlamı , 33. ayetin bazı çevirilerinde gördüğümüz üzere, içine iman edenlerin ilave edilmesini gerektirecek herhangi bir karine olmadığına göre , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesinin nasıl okunabileceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
[011.117] Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi.
Enfal s. 33. ayeti içindeki , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesini , Hud s. 117. ayeti içinde beyan edilen "Sünnetullah" dediğimiz yasalar dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz. Allah (c.c) helak etme sünnetinin işlemesi için , o kavmin helak edilme ile ilgili yasalar dahilinde bir hayat sürmesi yani fesada koşan bir hayat sürerek ,helak edilmeyi hak etmesi gerekmektedir.
Hud s. 117. ayeti , helak ile ilgili yasayı bizlere hatırlatarak , ıslah edici yani fesat peşinde koşmayan bir hayat süren toplulukların helak edilmeyeceğini bildirmektedir.
Hud s. 117. ayetinin bildirdiği haberi , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." cümlesi ile bağlayarak okuduğumuzda , kafir olanların Allah (c.c) nin onlara azap etmesinden vazgeçmesi için, onların Allah (c.c) den bağışlanma dileyen bir hayata dönmeleri yani küfürden dönerek iman edenler olarak hayat sürdürmeleri gerektiği dolayısı ile onların bu azaptan bu şekilde kurtulabilecekleri aksi takdirde azabın onlar üzerine hak olacağı bildirilmektedir.
Fahreddin Razi nin tefsirinde konu ile ilgili yapılan yorumlar şöyledir;
İmhaları Matlup Değilse, Niçin Onlarla Kıtal Yapılıyor?
Eğer: "Peygamberlerin, kavimleri içinde bulunmaları, Allah´ın o kavimlere azab indirmesine mani olduğuna göre, Cenâb-ı Hak daha nasıl, "Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azablandırsın." buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki: Önceki ile, "kökünü kazıma azabı"; bu ayetteki cümle de, savaş ve vuruşma sebebi ile olacak azab kastedilmiştir.
İkinci sebep: Ayetteki, "Onlar istiğfar ederlerken de yine, Allah onlara azab etmez" tabirinin anlattığı husustur. Bu ifadenin tefsiri hususunda da, şu izahlar yapılmıştır:
a) İçlerinde, istiğfar eden mü´minler olduğu sürece, Allah o kâfirlere azab etmez. lâfız, her ne kadar umumî ise de, bu umum lafızla onların bir kısmı kastedilmiştir.
Nitekim, bir kısmı murad edilerek, "Mahallenin halkı, bir adam öldürdü" ve "Falanca beldenin halkı, fesada yöneldi" denilir.
b) Allah, onların Allah´a iman eden, O´na istiğfarda bulunan birtakım çocukları : olacağını bildiği sürece, o kâfirlere azab edici değildir. Böylece onlar, çocuklarının ve zürriyetlerinin sıfatlarıyla sıfatlanmış olurlar.
c) Katâde ve Süddî, bu ifadeye "Şayet onlar, mağfiret talep etmiş olsaydılar, azab olunmazlardı" manasını vermişlerdir. Böylece, bu ifadenin zikredilmesinden kastedilen, onların mağfiret talebinde bulunmalarını istemektir. Yani, "Onlar, eğer magfıret talebinde bulunmuş olsalardı, Allah onlara azab etmezdi" demektir. İşte sebebten dolayı bazı kimseler, burada zikredilen istiğfarın, "müslüman olmak" manasına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre mana, "Allah´ın ilm-i ezelîsine göre, zaman içinde, müslüman olacak bir kavim bulunduğu müddetçe..." şeklinde olur. Meselâ, Ebu Süfyân İbn Harb, Ebu Süfyân İbn el-Haris İbn el-Muttalib, Haris İbn -;sam, Hakîm İbn Hizam... gibi kimseler bunlardandır. Buna göre, Onlar istiğfar ederken de yine, Allah onlara azab etmez" ifadesinin manası, "Sen ve Allah´ındinde, işin sonunda iman edecek olan kimseler bulunduğu müddetçe..." şeklinde olur.
Ehl-i maânî şöyle demiştir: "Bu ayet, mağfiret taleb etmenin bir emniyyet ve ilahî anttan bir kurtuluş olduğuna delâlet eder."
Tefsirlerin kaynağı olarak bilinen Razi nin tefsirinde , konumuz olan ayet içindeki "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile ilgili olarak meallerde gördüğümüz iki farklı çevirinin kaynağı görülmektedir. Bizim tercihimiz Katade ve Süddi nin ve "Ehli maani" olarak ifade edilen kimselerin tercih ettiği görüş yönünde olup , bu görüş ayetin siyak ve sibakına daha uygun olan bir görüştür. Diğer görüşü "Kesinlikle yanlıştır" şeklinde mahkum etmemekle birlikte , doğruya daha yakın olanın bu görüş olduğunu söyleyebiliriz.
Hasılı kelam ; Enfal suresi 33. ayetinin çevirisi , ayetin bağlamı dikkate alınarak yapıldığında şu şekilde daha doğru olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Suat Yıldırım :
Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez.
Bu ayet ile ilgili tetkik ettiğimiz meallerde ağırlıklı olarak bu ayetin çevirisinin "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir." şeklinde olduğunu gördük . Ancak bu şekilde yapılan çevirilerde "Onlar" olarak ifade edilenlerin mü'minler olabileceği gibi bir düşünceyi çağrıştırdığı için , Suat Yıldırım tarafından yapılmış ve "Onlar" olarak bahsedilenlerin kafirler olduğuna vurgu yapan bir çevirinin, okuyucu tarafından daha anlaşılır bir çeviri olduğunu söyleyebiliriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)