Kur'an ayetlerinin, bağlam ve mantık örgüsü dışına çıkılarak okunduğunda, istenilen anlama çekilebileceği, isteyenin bu kitaba istediğini söyletebileceği bir duruma düşeceği herkesçe malumdur. Bu kitabı mevcut ön yargılarına onaylatmak isteyenlerin baş vurduğu ilk yöntem maalesef böyle bir okuma yöntemi olmaktadır. "Biz bu kitaba ne söyletmek istiyoruz?" sorusunun cevabını almak isteyenler önce cımbızla bir ayet seçip, ayetin önüne arkasına kitap içindeki bağlamına bakmadan, "Bak kardeşim ben demiyorum Allah diyor" şeklinde yaptıkları çıkarımın en büyük desteği, bu şekilde yapılan okumalardır.
Son yıllarda Kur'an'ın daha fazla gündeme gelmesi, rivayetlerin belirlediği din anlayışının yeniden sorgulanmasına, bu konuda safların iyice açılmasına, hatta şiddetli tartışmaların yaşanmasına sebep olduğu, konu ile alakalı olanlarca malumdur. Kur'an'ın din konusunda belirleyici yegane kitap olduğu iddiasına karşı getirilen, rivayetlerin Kur'an'ın tamamlayıcısı olduğu iddiası, ve bu iddiaya karşı Kur'an içinden getirilen, Kur'an'ın eksik olmadığı iddiasının, bazı ayetlerin bağlam ve bütünlük gözetilmeden okunması sonucunda getirilmiş olması, maalesef bir takım sorunlara sebep olmaktadır.
Bu duruma örnek olarak verebileceğimiz bir ayet olan Enam s. 38. ayetinin üzerinde durarak, bu ayetin, Kur'an'ın eksik olmadığına dair getirilebilecek bir delil olup olmayacağını anlamaya çalışacağız.
وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ ۚ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ۚ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş
yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta eksik
bırakmadık, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.
Ayet içindeki "Biz kitapta eksik bırakmadık" cümlesi, "Kur'an eksik değildir" iddiasına delil olarak sunulan bir ayet olarak kullanılmaktadır. Hatta cümle içine "Bu" ilavesi yapılarak, "Bu kitap" olarak yazılmakta ve ifadenin işaret ettiği anlamın Kur'an olduğu söylenmektedir. Halbuki cümle içinde "Bu" anlamı verecek bir işaret zamiri bulunmamasına rağmen, Kur'an'a istediğini söyletmek amaçlı bir okuma örneği sergilenmektedir.
Tefsirlerde ayetin bu cümlesi ile ilgili olarak yapılan yorumlarda Kitap kelimesi ile kast edilen anlam hakkında iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bir görüş bu kelime ile kast edilen anlamın Kur'an olduğunu savunurken, bir diğer görüş ise bu kelime ile kast edilen anlamın Levh-i Mahfuz olduğunu söylemektedir. Yani bu cümlede bulunan Kitap kelimesinin hangi anlama sahip olduğu konusunda iki ayrı iddia bulunmakta, iddiaların her ikisinin de doğru olma ihtimali bulunmadığı için, bu iki iddiadan bir tanesinin daha isabetli olması gerekmektedir.
Ortadaki bu iki iddianın hangisinin daha isabetli olabileceğine gelince;
Kur'an içinde geçen El Kitap kelimesinin sadece Kur'an anlamına gelmediği, bu kelime ile ilgili Kur'an içinde araştırma yapanların malumudur. Bu kelimenin anlam alanlarından bir tanesi, Allah'ın varlık üzerine koyduğu yasaları da ifade eden teşbihi bir anlam taşımaktadır. Bu kelimenin Kur'an anlamı taşıyabileceğini düşündüğümüzde, karşımıza bazı sorular çıkmaktadır şöyle ki:
Bu kelimenin Kur'an anlamı taşıdığını düşündüğümüzde, bu kitabın artık tamamlanmış ve bir daha herhangi bir ayetin inmemiş olması gerekmektedir ki, Allah (c.c) nin "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" buyurması ile Kur'an'ın kast edildiğini anlayabilelim. Yani Enam s. 38. ayetinin Kur'an'ın son inen ayeti olması gerekmektedir ki, bu kitabın inişi artık bitmiş, ve bize din adına gerekli olanların bu son ayet ile tamamlandığının bildirilmiş olduğu bildirilmiş olsun.
Fakat bu ayetin inen en son ayet olduğunu söylemek mümkün değildir. Öyleyse Allah (c.c) nin iniş süreci devam eden bir kitabın daha inişi bitmeden "Biz kitapta şeyi eksik bırakmadık" demiş olması mantıklı görünmemektedir. Şayet o cümle yerine "Biz bu kitapta eksik bırakmayacağız" denilmiş olsaydı, belki cümlenin Kur'an'ı kast ettiği iddiası daha doğru görülebilirdi, lakin böyle bir cümle başka bir ayette de yoktur.
"Biz kitapta eksik bırakmadık" cümlesinin Kur'an'ı işaret edebileceğini düşündüğümüzde, bu ayetin indiği zaman eksik olmadığı söylenen bir kitabın, bu ayetin inişinden sonra neden hala inmeye devam ettiğinin cevabı istenecektir. Yani Allah (c.c) iniş sürecinin ortasında bir ayet indirip, "Biz kitapta eksik bırakmadık" diyor, ama hala ayet indirmeye devam ediyor. Enam s. 38. ayetinde eksik bırakılmadığı bildirilen bu kitap eğer Kur'an ise, eksiğini tamamlamak için hala ayet indirmeye devam ediyor demek anlamına gelmektedir.
Özellikle kalbinde hastalık bulunan ve Kur'an hakkında çelişkiler arayan zehir hafiyelerin bizler tarafından ortaya atılan bazı çelişkili iddialar üzerinden belden aşağı vurmaya çalıştıkları malumdur. Kur'an ayetleri hakkında yapılacak olan yorumların, bazı karşı iddialara sebep olmayacak şekilde yapılması önem arz eden bir husustur. Enam s. 38. ayetinde eksik bırakılmayan kitabın Kur'an olduğunu söylemek, bu gibi karşı iddiaya sebep olacak, bu iddianın cevabı ise verilemeyecektir.
Demek istediğiniz şu dur: Enam s. 38. ayetinde eksik bırakılmadığı bildirilen kitabın Kur'an veya Levh-i Mahfuz olduğu iddiasından, bir tanesi daha isabetlidir. Kitap kelimesinin geçtiği ayetlerde bu kelimenin sadece Kur'an için kullanılmadığını, farklı kullanımlarının içinde Levh-i Mahfuz anlamı da olması, bizi bu iki anlamdan hangisinin daha uygun olabileceği düşüncesine sevk etmelidir. Yani Enam s. 38. ayeti, ön yargılarımızı onaylatacağımız bir ayet olarak okunmamalı, bu konuda mevcut diğer yorumların da doğru olma ihtimali hesaba katılmalıdır.
Ayet içindeki bu cümlenin Kur'an'ı işaret etmiş olduğunun düşünülmesi, bu konuda ortaya çıkacak bazı soruların cevabının verilmesini güçleştirdiğinden dolayı, diğer anlam olan Levh-i Mahfuz anlamı yani cümlenin, Allah (c.c) nin yarattığı her şey üzerine bir yasa koyduğunun bu konuda hiç bir eksik olmadığını ifade etmiş olması daha kuvvetlidir.
Bu iddiamızla, Kur'an'ın eksik olduğu, bu eksiği rivayetlerin tamamladığı iddiasına katılmadığımız bilinmelidir. Amacımızın Kur'an ayetleri okuma yönteminin ön kabuller doğrultusunda olmaması gerektiğini bir kez daha hatırlatmaya çalışmaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Enam s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enam s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5 Mart 2018 Pazartesi
18 Kasım 2017 Cumartesi
Enam s. 121. Ayeti: Üzerine Allah'ın Adı Anılmadan Kesilen Hayvan Haram mıdır?
Kur'an'da bulunan bazı hükümlerin bugün bizim için ne ifade etmiş olabileceğinin bilinmesi, öncelikle o hükümlerin ilk muhataplar için ne ifade ettiğinin bilinmesi ile yakından alakası bulunmaktadır. Bir hükmün ilk muhataplara ne dediği anlaşılmadan, bize dair ne söylemiş olabileceğini anlamak güçleşecek, bizi zora sokan hükümlerle kendimizi bağlayarak, aynı zamanda gereksiz dini hükümlerin üretilmesine sebebiyet verilmiş olacaktır.
Bu duruma, üzerine Allah'ın adının anılmadığı hayvanların yenilmesinin Haram, olduğu düşüncesini örnek olarak verebiliriz. Bugün dahi bazı Müslümanlar, yedikleri etin kimin tarafından kesildiğine özellikle dikkat etmekte, kasapların müşrik olup olmadığı noktasında dikkat göstermekte, kesilen hayvanların üzerine Allah'ın adının anılıp anılmamış olması üzerinde titizlikle durmaktadırlar.
[006.118] Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin, şayet O'nun ayetlerine inananlardan iseniz.
[006.119] Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
[006.121] Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır. Doğrusu, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz; şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz.
[006.138] Onlar kendi zanlarınca; bu davarlar, bu ekinler haramdır, onları diledimizden başkası yiyemez. Bir takım hayvanların sırtları haramdır, dediler. Bir kısım hayvanların üzerine de O'na karşı iftira ederek; Allah'ın adını anmazlar. Allah; yapmakta oldukları iftiraları yüzünden onları cezalandıracaktır.
[005.004] Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size temiz olanlar helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.
Enam s. 118-119-121. ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde üzerine Allah'ın adı anılmamış olan hayvanların yenilmemesinin emredildiğini görmekteyiz. Bu emir bugün bir çok kimse tarafından, üzerine besmele çekilmemiş olan hayvanlarının etlerinin yenilmemesi gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır. Konuyu sadece bu ayetler üzerinden anlamaya çalıştığımızda, bu düşünce içinde olmanın yanlış olmadığı görülebilir, fakat bu konudaki diğer ayetleri de okuduğumuz zaman, asıl meselenin besmele çekip çekmemekte değil, kesilen bir hayvanın üzerine Allah'ın dışındaki başka isimlerin anılmasında olduğu görülecektir.
[022.028] Ta ki kendileri için faydalara şahid olsunlar ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yeyin. Çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.
[022.034] Biz; her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar. Sizin tanrınız, bir tek tanrıdır. O'na teslim olun. Sen mütevazı olanları müjdele.
[022.036] Kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Ön ayaklarının biri bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin buyruğunuza verdik ki, şükredesiniz.
Hac s. 28-34-36. ayetlerinde, hayvan kesiminin Hac ibadeti ile alakalı olduğunu görmekteyiz. İbadet kastı ile yapılan bir kesimin kime ibadet edildiğini göstermek için yapıldığını dikkate aldığımızda, Allah'a ibadet kastı ile yapılan bir hayvan kesiminde Allah'ın adının anılması gereği ortadadır.
[006.145] De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
[016.115] Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
[002.173] Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Yukarıda ayetler içinde geçen Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların haram olduğunun beyan edilmiş olması, daha önceki ayetlerde geçen, Allah'ın adının anılması meselesini açığa kavuşturmaktadır.
Konunun öncelikle ilk muhataplar nezdindeki durumu, kesilen hayvanın üzerine sadece Allah'ın adının anılmaması değil, kesilen bir hayvanın üzerine Allah dışındaki başka isimlerin anılıyor olmasıdır. Allah (c.c) nin kesilen bir hayvanın üzerine kendi adının anılmasını istemesinden kasıt, daha önce Mekke'li müşriklerin kestikleri hayvanların üzerine Allah dışında başka isimler anmak sureti ile, Allah'ın adını anmamış olmalarıdır.
Bu nokta kavranıldığı zaman, bugün yediğimiz etlerin üzerine Allah'ın adının anılması gibi bir şartın gerekmediği de anlaşılacaktır. Bugün kasap veya marketlerden alınan etlerin haram olmasını gerektirecek olan tek durum, bu etler kesilirken üzerlerine Allah (c.c) dışındaki isimlerin anılıyor olmasıdır. Yapılan kesimlerde Allah adının anılmamış olması, etin haram olmasını gerektirecek bir durum değildir.
Biz şayet market veya kasaptan aldığımız bir etin, kesilirken üzerine Allah dışında başka bir ismin anıldığını kesin ve net olarak biliyor isek, bu etin yenilmesi işte o zaman haram olur, aksi takdirde böyle bir bilgiye sahip değilsek, etin yenilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
Yine hayvan kesimi ile alakalı olarak, bazı kimselerin hayvan kesen kasapların itikadi durumları hakkında yani Müslüman mı yoksa Müşrik mi olup olmadıkları konusunda bilgi sahibi olmadıkları için, rastgele yerden et almamaları, kendileri tarafından kesilen hayvanları yemeleri konusuna da değinmek istiyoruz.
Bir etin haram olmasını gerektirecek olan durum, o eti kesenin kimliği ile alakalı bir durum değildir. Bir kimse eğer Müslüman olmasa dahi kestiği hayvanın üzerine herhangi bir isim anmadan kesmiş ise, bu hayvanın eti helaldir ve yenilmesinde hiçbir sakınca yoktur.
[005.005] Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.
Ehli kitabın yiyeceklerinin bize helal olan kısmı, onların yaptığı yemeklerin sadece zeytinyağlı olanlarının helal olması anlamına gelmez. Kestikleri hayvanlar üzerine Allah'ın adı dışında adlar anmamış oldukları takdirde, Allah'ın adını anmamış olsalar dahi, onların kestiklerinin yenmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Sonuç olarak; Kesilen hayvanın üzerine Allah'ın adının anılmasının emredilmesi meselesinin arka planında, Mekke'li müşriklerin kestikleri hayvanların üzerine Allah (c.c) nin dışında başka isimler anmasında yatmaktadır. Bu arka plan hesaba katılmadan ortaya atılan, kesilen hayvan üzerine Allah adının anılmasının Farz olduğu şeklindeki hüküm, geçmişte yaşamış olan bazı fıkıhçılar tarafından dahi kabul görmemiştir.
Bugün Müslümanlardan bir kesimi kasap veya marketten aldıkları etin üzerine Allah adının anılıp anılmadığı konusunda bir takım tereddütler gösterip, kendilerini sıkıntıya sokmaktadırlar. Böyle bir sıkıntı şayet, Kur'an'ın bu konudaki emrinin hangi sebepten ötürü olduğu kavranıldığında ortadan kalkacaktır.
Bugün market ve kasaplardan alınan etlerin yenilmesinde dini açıdan herhangi bir sakınca olmayıp gönül rahatlığı ile yenilebilir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bu duruma, üzerine Allah'ın adının anılmadığı hayvanların yenilmesinin Haram, olduğu düşüncesini örnek olarak verebiliriz. Bugün dahi bazı Müslümanlar, yedikleri etin kimin tarafından kesildiğine özellikle dikkat etmekte, kasapların müşrik olup olmadığı noktasında dikkat göstermekte, kesilen hayvanların üzerine Allah'ın adının anılıp anılmamış olması üzerinde titizlikle durmaktadırlar.
[006.118] Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin, şayet O'nun ayetlerine inananlardan iseniz.
[006.119] Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
[006.121] Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü bu; bir fısktır. Doğrusu, şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz; şüphesiz ki siz de müşrikler olursunuz.
[006.138] Onlar kendi zanlarınca; bu davarlar, bu ekinler haramdır, onları diledimizden başkası yiyemez. Bir takım hayvanların sırtları haramdır, dediler. Bir kısım hayvanların üzerine de O'na karşı iftira ederek; Allah'ın adını anmazlar. Allah; yapmakta oldukları iftiraları yüzünden onları cezalandıracaktır.
[005.004] Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar, de ki: Size temiz olanlar helal kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.
Enam s. 118-119-121. ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde üzerine Allah'ın adı anılmamış olan hayvanların yenilmemesinin emredildiğini görmekteyiz. Bu emir bugün bir çok kimse tarafından, üzerine besmele çekilmemiş olan hayvanlarının etlerinin yenilmemesi gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır. Konuyu sadece bu ayetler üzerinden anlamaya çalıştığımızda, bu düşünce içinde olmanın yanlış olmadığı görülebilir, fakat bu konudaki diğer ayetleri de okuduğumuz zaman, asıl meselenin besmele çekip çekmemekte değil, kesilen bir hayvanın üzerine Allah'ın dışındaki başka isimlerin anılmasında olduğu görülecektir.
[022.028] Ta ki kendileri için faydalara şahid olsunlar ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yeyin. Çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.
[022.034] Biz; her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar. Sizin tanrınız, bir tek tanrıdır. O'na teslim olun. Sen mütevazı olanları müjdele.
[022.036] Kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Ön ayaklarının biri bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin buyruğunuza verdik ki, şükredesiniz.
Hac s. 28-34-36. ayetlerinde, hayvan kesiminin Hac ibadeti ile alakalı olduğunu görmekteyiz. İbadet kastı ile yapılan bir kesimin kime ibadet edildiğini göstermek için yapıldığını dikkate aldığımızda, Allah'a ibadet kastı ile yapılan bir hayvan kesiminde Allah'ın adının anılması gereği ortadadır.
[006.145] De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
[016.115] Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
[002.173] Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir
[005.003] Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Yukarıda ayetler içinde geçen Allah'tan başkası adına kesilen hayvanların haram olduğunun beyan edilmiş olması, daha önceki ayetlerde geçen, Allah'ın adının anılması meselesini açığa kavuşturmaktadır.
Konunun öncelikle ilk muhataplar nezdindeki durumu, kesilen hayvanın üzerine sadece Allah'ın adının anılmaması değil, kesilen bir hayvanın üzerine Allah dışındaki başka isimlerin anılıyor olmasıdır. Allah (c.c) nin kesilen bir hayvanın üzerine kendi adının anılmasını istemesinden kasıt, daha önce Mekke'li müşriklerin kestikleri hayvanların üzerine Allah dışında başka isimler anmak sureti ile, Allah'ın adını anmamış olmalarıdır.
Bu nokta kavranıldığı zaman, bugün yediğimiz etlerin üzerine Allah'ın adının anılması gibi bir şartın gerekmediği de anlaşılacaktır. Bugün kasap veya marketlerden alınan etlerin haram olmasını gerektirecek olan tek durum, bu etler kesilirken üzerlerine Allah (c.c) dışındaki isimlerin anılıyor olmasıdır. Yapılan kesimlerde Allah adının anılmamış olması, etin haram olmasını gerektirecek bir durum değildir.
Biz şayet market veya kasaptan aldığımız bir etin, kesilirken üzerine Allah dışında başka bir ismin anıldığını kesin ve net olarak biliyor isek, bu etin yenilmesi işte o zaman haram olur, aksi takdirde böyle bir bilgiye sahip değilsek, etin yenilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
Yine hayvan kesimi ile alakalı olarak, bazı kimselerin hayvan kesen kasapların itikadi durumları hakkında yani Müslüman mı yoksa Müşrik mi olup olmadıkları konusunda bilgi sahibi olmadıkları için, rastgele yerden et almamaları, kendileri tarafından kesilen hayvanları yemeleri konusuna da değinmek istiyoruz.
Bir etin haram olmasını gerektirecek olan durum, o eti kesenin kimliği ile alakalı bir durum değildir. Bir kimse eğer Müslüman olmasa dahi kestiği hayvanın üzerine herhangi bir isim anmadan kesmiş ise, bu hayvanın eti helaldir ve yenilmesinde hiçbir sakınca yoktur.
[005.005] Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hıristiyan vb. nin) yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.
Ehli kitabın yiyeceklerinin bize helal olan kısmı, onların yaptığı yemeklerin sadece zeytinyağlı olanlarının helal olması anlamına gelmez. Kestikleri hayvanlar üzerine Allah'ın adı dışında adlar anmamış oldukları takdirde, Allah'ın adını anmamış olsalar dahi, onların kestiklerinin yenmesinde hiçbir mahzur yoktur.
Sonuç olarak; Kesilen hayvanın üzerine Allah'ın adının anılmasının emredilmesi meselesinin arka planında, Mekke'li müşriklerin kestikleri hayvanların üzerine Allah (c.c) nin dışında başka isimler anmasında yatmaktadır. Bu arka plan hesaba katılmadan ortaya atılan, kesilen hayvan üzerine Allah adının anılmasının Farz olduğu şeklindeki hüküm, geçmişte yaşamış olan bazı fıkıhçılar tarafından dahi kabul görmemiştir.
Bugün Müslümanlardan bir kesimi kasap veya marketten aldıkları etin üzerine Allah adının anılıp anılmadığı konusunda bir takım tereddütler gösterip, kendilerini sıkıntıya sokmaktadırlar. Böyle bir sıkıntı şayet, Kur'an'ın bu konudaki emrinin hangi sebepten ötürü olduğu kavranıldığında ortadan kalkacaktır.
Bugün market ve kasaplardan alınan etlerin yenilmesinde dini açıdan herhangi bir sakınca olmayıp gönül rahatlığı ile yenilebilir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
16 Nisan 2017 Pazar
Nisa s. 119. Ayetindeki Şeytanın Vaadini Maide s. 103 ve Enam s. 136-145. Ayetlerinden Anlamak
Kur'an'ın, İlk Muhataplar olarak bildiğimiz, ilk indiği zaman ve mekanda yaşayan insanlara ne dediğinin anlaşılması, bu kitabın biz sonrakilere ne demiş olabileceğinin anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır. Bilindiği üzere Kur'an, Mekke ve Medine'de yaşayan topluluğa inmiş, inen ayetlerin büyük çoğunluğu, bu şehirlerde yaşayan Müşrik, Yahudi, Hristiyan gibi toplulukların bazı yanlışlarını düzeltmek amacına matuftur.
Bu toplumların yaptıkları yanlışlar, Küfür, Şirk, Fısk, Nifak gibi Kur'an'i kavramlar ile ifade edilen yanlışlar olup, bu fiiller sadece o zaman ve mekanda yaşayan insanlar tarafından işlenmemekte, insanın yaşam alanında olduğu tüm zamanlarda yaptığı yanlışlardır. Bu fiillerin ilk muhataplar nezdinde nasıl işlendiğinin anlaşılması, biz sonrakiler için bu fiillerin insan hayatından nasıl hayat bulduğunu, bu fiillerden nasıl sakınmak gerektiğini de öğretecektir.
Kur'an'ın Şeytan kavramı etrafında yaptığı anlatımlar, yaşamış ve yaşayacak bütün insanları ilgilendirmektedir. Bütün insanlar Şeytan tarafından her an iğvaya maruz kalmakta, insanın nasıl yanlışa düşürüldüğü kıssa yollu anlatım ile Kur'an içinde yer bulmuş, Şeytan'ın insana olan düşmanlığı, Adem ve eşinin şahsında canlandırılarak anlatılmıştır.
Adem İblis kıssası, yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanları ilgilendirmesi bakımından evrensel mesajlar taşımaktadır. Nisa s. 118-119. ayetlerinde Şeytan insanların ayağını kaydırmak maksadıyla onlara bir takım iğvalarda bulunacağını söylediğini görmekteyiz. Şeytanın insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiği iğvalara baktığımızda, o iğva ile Mekke'li müşriklerin yaptığı bazı şeylerin örtüştüğünü görmekteyiz.
Şeytanın iğvası sonucunda Mekke müşriklerinin yaptığı şeyin ne anlama geldiğinin anlaşılması, bu ayetin evrensel mesajının anlaşılmasını da sağlayacaktır.
[004.118-9] Allah o şeytana lanet etti. Ve o da: «Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler» dedi. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur.
Nisa s. 119. ayetindeki "onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" cümlesinin ne anlama geldiğini anlamak için Maide s. 103. ayetine gitmek gerektiğini düşünmekteyiz.
[005.103] Allah, ne «bahîre»yi, ne «sâibe»yi, ne «vesile»yi ve ne de «hâm»ı meşru kılmıştır. Fakat küfredenler, Allah'a yalan iftira etmektedirler. Onların çoğunun akılları ermez.
[005.104] Onlara: «Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin» denildiğinde, «Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter» derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?.
Bahire ; 5 defa doğurduktan sonra KULAĞI YARILAN, putların hizmetine verilerek kimsenin binmediği, etinden ve sütünden faydalanmadığı dişi deve veya koyun.
Saibe ; Bir kimsenin hastalandığında veya eve döndüğünde bağışladığı ve hiç kimsenin ondan faydalanmadığı deve.
Vesile ; Hiç doğurmamış dişi devenin arka arkaya ikizler doğurması sonucunda salıverilmesi.
Ham ; Erkek deveden 10 döl alındığında sırtına binilmemesi.
Maide s. 103. ayetinde Allah (c.c) nin Bahire, Saibe, Vesile, Ham olarak bahsettiği isimler, Arap müşriklerinin bazı hayvanlar üzerinde Helal- Haram şeklinde yapmış oldukları tasarruflar ile ilgili isimler olup, Kur'an bunların Allah'a atılmış bir iftira olduğunu beyan etmektedir.
Maide s. 103. ayetinde bahsi geçen isimlerin ne anlama geldiğini ise Enam s. 136-145. ayetlerinden anlamaktayız.
[006.136] Tutup Allah'ın yarattığı ekin ve davar'dan ona bir pay ayırdılar ve kendi yanlış kanaatlerince: «Bu Allah için, bu da ortaklarımız için.» dediler. Fakat ortakları için olanlar Allah tarafına geçmez, Allah için yarılmış olan ise, ortaklarının tarafına geçer. Ne kötü hüküm yürütüyorlar!
[006.137] Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!
[006.138] Onlar kendi zanlarınca; bu davarlar, bu ekinler haramdır, onları dilediğimizden başkası yiyemez. Bir takım hayvanların sırtları haramdır, dediler. Bir kısım hayvanların üzerine de O'na karşı iftira ederek; Allah'ın adını anmazlar. Allah; yapmakta oldukları iftiraları yüzünden onları cezalandıracaktır.
[006.139] Dediler ki: «Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek) hepsi onda ortaktır.» Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
[006.140] Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızkı Allah’a iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana uğradılar. Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
[006.141] Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.
[006.142] Hayvanları da yük ve kesim için yaratan Allah'tır. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytana ayak uydurmayın, o size apaçık bir düşmandır.
[006.143] Sekiz çift: Koyundan iki ve keçiden iki; de ki: «İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin.»
[006.144] Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: İki erkeği mi, iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı haram kıldı? Yoksa Allah; size bunları buyururken, siz orada mı idiniz? İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah; zalimler güruhunu hidayete erdirmez.
[006.145] De ki: «Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.
Mekke müşrikleri yaşamlarında Allah'ın değil kendilerini belirleyici kılmak sureti ile ŞİRK içine düşmüşler, bu şirklerini ise Allah'ın helal kıldığı hayvanlar üzerine, haram hükümleri koymak sureti ile açığa çıkarmaktadırlar.
Yeniden Nisa s. 119. ayetine dönecek olursak, ayet içindeki "onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" cümlesi, yukarıdaki ayetlerin ışığında daha kolay anlaşılmış olacaktır.
Maide s. 103. ayetinde Bahire adı ile geçen şirk eyleminin, hayvanların kulaklarını yarmak sureti ile gerçekleştirildiğini dikkate aldığımızda, Nisa s. 119. ayetinde Şeytan tarafından söylenen sözün ilk muhataplar nezdinde hayata geçmiş olmasını, ve Mekke müşriklerinin Şeytanın iğvaları sonucunda böyle bir eylemi güzel gördüklerini ifade etmekte olduğunu anlayabiliriz. Mekke müşriklerinin hayvanların kulaklarını yarmak sureti ile yaptıkları şirk eyleminin, onlara Şeytan tarafından güzel gösterildiği ifade edilerek, yapılan eylemin çirkinliği ve yanlışlığı, şirk'in ilk muhatapların hayatında nasıl işlerlik kazandığı Şeytanın dili üzerinden böyle ifade edilmektedir.
Nisa s. 119. ayetinin ilk muhataplara ne dediği anlaşıldıktan sonra, bizlere dair neler söylemiş olabileceğinin anlaşılması kolaylaşacaktır.
Şeytan ve Şirk, birbiri ile iç içe geçmiş iki kavram olup, bir insanın hayatında şirk içine düşmesine sebep olan şey, Şeytan'dır. Şeytan, İblis'in şahsında müşahhaslaştırılmak sureti ile insana karşı olan düşmanlığı bir çok yerde anlatılmış, ondan korunma yolları gösterilmiştir.
Maide s. 103. ayetinde Bahire, Saibe, Vesile, Ham isimleri altında, cahiliye Arapları tarafından yapılan eylemin, Allah'ın hüküm koyma alanına giren konularda, onu devre dışı bırakarak insanların bu konuda kendilerini yetkili görmelerinin bir sonucu olduğu, bu eylemin Enam s. 142. ayetinde beyan edildiği üzere haram helal tayin yetkisinin insanlara verilmek sureti ile Şeytana ayak uydurmak olduğunu dikkate alan bir okuma yaptığımızda, Şirk olgusunun insan ve toplum hayatında nasıl ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
[016.116] Sadece dillerinizin yalan yere nitelemesi ile: «şu helaldır, şu haramdır.» demeyin ki, yalanı Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphe yok ki, yalanı Allah'a iftira edenler kurtuluşa eremezler.
Nahl s. 116. ayeti, konumuzu özetlemektedir. Şu helaldir- Şu haramdır demenin Allah (c.c) indinden gelen bir bilgiye dayalı olması gerektiği, böyle bir bilgiye dayanmadan ortaya konan hükümlerin Allah'a iftira olduğu bildirilmektedir.
Sonuç olarak; Şirk'in kadim bir hastalık olduğunu ve kavramın sadece Mekke'li müşriklerle sınırlı olmadığını düşündüğümüzde, Maide s. 103, Enam s. 136 ve 145. ayetler arasında anlatılan durumun, insanların hayatlarında kural koyucu olarak Allah'ı devre dışı bırakarak kendi yanlarından ürettikleri hükümler ile yaşamlarını sürdürmeleri, onların ayaklarını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmaları için her fırsatı değerlendireceğine dair söz veren Şeytan'ın iğvası sonucu olduğu görülmektedir.
Hayvanların kulaklarını yarmak şeklinde gerçekleştirilen eylem, Mekke müşriklerinin yaşamlarında Allah'ı kural koyucu olarak tanımamalarının bir yansıması olduğu, bu yansımanın Şeytan iğvası sonucu olduğu Nisa s. 119. ayetinde Şeytan'ın insanlara böyle bir emir vereceğini söylemesinden anlaşılmaktadır.
Nisa s. 119. ayetinde Şeytan tarafından söylenen bu söz sadece Mekke müşriklerinin yaptığı şirk eylemini değil, şirk eyleminin Mekke müşriklerinin yaşantısında nasıl ortaya çıktığının anlaşılması, bu eylemin diğer insanlarda nasıl ortaya çıktığının anlaşılması bakımından önem arz etmektedir.
Şirk'in tarifini, Allah'ın yetki alanına giren konularda onun devre dışı bırakılarak, insanlar tarafından konular hükümlerin hayata geçirilmesi, şeklinde yaptığımız zaman, insan ve toplum hayatında ortaya çıkan evrensel bir cürüm olduğu anlaşılacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bu toplumların yaptıkları yanlışlar, Küfür, Şirk, Fısk, Nifak gibi Kur'an'i kavramlar ile ifade edilen yanlışlar olup, bu fiiller sadece o zaman ve mekanda yaşayan insanlar tarafından işlenmemekte, insanın yaşam alanında olduğu tüm zamanlarda yaptığı yanlışlardır. Bu fiillerin ilk muhataplar nezdinde nasıl işlendiğinin anlaşılması, biz sonrakiler için bu fiillerin insan hayatından nasıl hayat bulduğunu, bu fiillerden nasıl sakınmak gerektiğini de öğretecektir.
Kur'an'ın Şeytan kavramı etrafında yaptığı anlatımlar, yaşamış ve yaşayacak bütün insanları ilgilendirmektedir. Bütün insanlar Şeytan tarafından her an iğvaya maruz kalmakta, insanın nasıl yanlışa düşürüldüğü kıssa yollu anlatım ile Kur'an içinde yer bulmuş, Şeytan'ın insana olan düşmanlığı, Adem ve eşinin şahsında canlandırılarak anlatılmıştır.
Adem İblis kıssası, yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanları ilgilendirmesi bakımından evrensel mesajlar taşımaktadır. Nisa s. 118-119. ayetlerinde Şeytan insanların ayağını kaydırmak maksadıyla onlara bir takım iğvalarda bulunacağını söylediğini görmekteyiz. Şeytanın insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiği iğvalara baktığımızda, o iğva ile Mekke'li müşriklerin yaptığı bazı şeylerin örtüştüğünü görmekteyiz.
Şeytanın iğvası sonucunda Mekke müşriklerinin yaptığı şeyin ne anlama geldiğinin anlaşılması, bu ayetin evrensel mesajının anlaşılmasını da sağlayacaktır.
[004.118-9] Allah o şeytana lanet etti. Ve o da: «Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım, ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler» dedi. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur.
Nisa s. 119. ayetindeki "onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" cümlesinin ne anlama geldiğini anlamak için Maide s. 103. ayetine gitmek gerektiğini düşünmekteyiz.
[005.103] Allah, ne «bahîre»yi, ne «sâibe»yi, ne «vesile»yi ve ne de «hâm»ı meşru kılmıştır. Fakat küfredenler, Allah'a yalan iftira etmektedirler. Onların çoğunun akılları ermez.
[005.104] Onlara: «Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin» denildiğinde, «Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter» derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse?.
Bahire ; 5 defa doğurduktan sonra KULAĞI YARILAN, putların hizmetine verilerek kimsenin binmediği, etinden ve sütünden faydalanmadığı dişi deve veya koyun.
Saibe ; Bir kimsenin hastalandığında veya eve döndüğünde bağışladığı ve hiç kimsenin ondan faydalanmadığı deve.
Vesile ; Hiç doğurmamış dişi devenin arka arkaya ikizler doğurması sonucunda salıverilmesi.
Ham ; Erkek deveden 10 döl alındığında sırtına binilmemesi.
Maide s. 103. ayetinde Allah (c.c) nin Bahire, Saibe, Vesile, Ham olarak bahsettiği isimler, Arap müşriklerinin bazı hayvanlar üzerinde Helal- Haram şeklinde yapmış oldukları tasarruflar ile ilgili isimler olup, Kur'an bunların Allah'a atılmış bir iftira olduğunu beyan etmektedir.
Maide s. 103. ayetinde bahsi geçen isimlerin ne anlama geldiğini ise Enam s. 136-145. ayetlerinden anlamaktayız.
[006.136] Tutup Allah'ın yarattığı ekin ve davar'dan ona bir pay ayırdılar ve kendi yanlış kanaatlerince: «Bu Allah için, bu da ortaklarımız için.» dediler. Fakat ortakları için olanlar Allah tarafına geçmez, Allah için yarılmış olan ise, ortaklarının tarafına geçer. Ne kötü hüküm yürütüyorlar!
[006.137] Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak!
[006.138] Onlar kendi zanlarınca; bu davarlar, bu ekinler haramdır, onları dilediğimizden başkası yiyemez. Bir takım hayvanların sırtları haramdır, dediler. Bir kısım hayvanların üzerine de O'na karşı iftira ederek; Allah'ın adını anmazlar. Allah; yapmakta oldukları iftiraları yüzünden onları cezalandıracaktır.
[006.139] Dediler ki: «Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman (kadın erkek) hepsi onda ortaktır.» Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
[006.140] Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızkı Allah’a iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana uğradılar. Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
[006.141] Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.
[006.142] Hayvanları da yük ve kesim için yaratan Allah'tır. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytana ayak uydurmayın, o size apaçık bir düşmandır.
[006.143] Sekiz çift: Koyundan iki ve keçiden iki; de ki: «İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin.»
[006.144] Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: İki erkeği mi, iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı haram kıldı? Yoksa Allah; size bunları buyururken, siz orada mı idiniz? İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah; zalimler güruhunu hidayete erdirmez.
[006.145] De ki: «Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.
Mekke müşrikleri yaşamlarında Allah'ın değil kendilerini belirleyici kılmak sureti ile ŞİRK içine düşmüşler, bu şirklerini ise Allah'ın helal kıldığı hayvanlar üzerine, haram hükümleri koymak sureti ile açığa çıkarmaktadırlar.
Yeniden Nisa s. 119. ayetine dönecek olursak, ayet içindeki "onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" cümlesi, yukarıdaki ayetlerin ışığında daha kolay anlaşılmış olacaktır.
Maide s. 103. ayetinde Bahire adı ile geçen şirk eyleminin, hayvanların kulaklarını yarmak sureti ile gerçekleştirildiğini dikkate aldığımızda, Nisa s. 119. ayetinde Şeytan tarafından söylenen sözün ilk muhataplar nezdinde hayata geçmiş olmasını, ve Mekke müşriklerinin Şeytanın iğvaları sonucunda böyle bir eylemi güzel gördüklerini ifade etmekte olduğunu anlayabiliriz. Mekke müşriklerinin hayvanların kulaklarını yarmak sureti ile yaptıkları şirk eyleminin, onlara Şeytan tarafından güzel gösterildiği ifade edilerek, yapılan eylemin çirkinliği ve yanlışlığı, şirk'in ilk muhatapların hayatında nasıl işlerlik kazandığı Şeytanın dili üzerinden böyle ifade edilmektedir.
Nisa s. 119. ayetinin ilk muhataplara ne dediği anlaşıldıktan sonra, bizlere dair neler söylemiş olabileceğinin anlaşılması kolaylaşacaktır.
Şeytan ve Şirk, birbiri ile iç içe geçmiş iki kavram olup, bir insanın hayatında şirk içine düşmesine sebep olan şey, Şeytan'dır. Şeytan, İblis'in şahsında müşahhaslaştırılmak sureti ile insana karşı olan düşmanlığı bir çok yerde anlatılmış, ondan korunma yolları gösterilmiştir.
Maide s. 103. ayetinde Bahire, Saibe, Vesile, Ham isimleri altında, cahiliye Arapları tarafından yapılan eylemin, Allah'ın hüküm koyma alanına giren konularda, onu devre dışı bırakarak insanların bu konuda kendilerini yetkili görmelerinin bir sonucu olduğu, bu eylemin Enam s. 142. ayetinde beyan edildiği üzere haram helal tayin yetkisinin insanlara verilmek sureti ile Şeytana ayak uydurmak olduğunu dikkate alan bir okuma yaptığımızda, Şirk olgusunun insan ve toplum hayatında nasıl ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
[016.116] Sadece dillerinizin yalan yere nitelemesi ile: «şu helaldır, şu haramdır.» demeyin ki, yalanı Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphe yok ki, yalanı Allah'a iftira edenler kurtuluşa eremezler.
Nahl s. 116. ayeti, konumuzu özetlemektedir. Şu helaldir- Şu haramdır demenin Allah (c.c) indinden gelen bir bilgiye dayalı olması gerektiği, böyle bir bilgiye dayanmadan ortaya konan hükümlerin Allah'a iftira olduğu bildirilmektedir.
Sonuç olarak; Şirk'in kadim bir hastalık olduğunu ve kavramın sadece Mekke'li müşriklerle sınırlı olmadığını düşündüğümüzde, Maide s. 103, Enam s. 136 ve 145. ayetler arasında anlatılan durumun, insanların hayatlarında kural koyucu olarak Allah'ı devre dışı bırakarak kendi yanlarından ürettikleri hükümler ile yaşamlarını sürdürmeleri, onların ayaklarını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmaları için her fırsatı değerlendireceğine dair söz veren Şeytan'ın iğvası sonucu olduğu görülmektedir.
Hayvanların kulaklarını yarmak şeklinde gerçekleştirilen eylem, Mekke müşriklerinin yaşamlarında Allah'ı kural koyucu olarak tanımamalarının bir yansıması olduğu, bu yansımanın Şeytan iğvası sonucu olduğu Nisa s. 119. ayetinde Şeytan'ın insanlara böyle bir emir vereceğini söylemesinden anlaşılmaktadır.
Nisa s. 119. ayetinde Şeytan tarafından söylenen bu söz sadece Mekke müşriklerinin yaptığı şirk eylemini değil, şirk eyleminin Mekke müşriklerinin yaşantısında nasıl ortaya çıktığının anlaşılması, bu eylemin diğer insanlarda nasıl ortaya çıktığının anlaşılması bakımından önem arz etmektedir.
Şirk'in tarifini, Allah'ın yetki alanına giren konularda onun devre dışı bırakılarak, insanlar tarafından konular hükümlerin hayata geçirilmesi, şeklinde yaptığımız zaman, insan ve toplum hayatında ortaya çıkan evrensel bir cürüm olduğu anlaşılacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
18 Şubat 2017 Cumartesi
Enam s. 108 : Kutsal Değerlere Saygı Duymayı Öğreten Bir Ayet
İnsan , fıtri olarak kendisinden güçlü ona sığınabileceği , saygı duyabileceği , kutsal olarak görebileceği, kısacası Rab edinebileceği bir varlığa ihtiyaç duyar. Araf s. 172 ve 173. ayetlerini okuduğumuzda, bu ihtiyacın karşılanacağı yegane varlık olan Allah (c.c) adres olarak kendisini göstermektedir. Ancak çeşitli sebepler insana Allah (c.c) dışında başkalarını Rab olarak tanıma, ve onu kutsal bir varlık olarak görmek hatasına düşmesine sebep olmaktadır.
Her insan yaşamında kutsal olarak bildiği , saygı duyduğu , kendisince dokunulmazlık atfettiği, başkaları tarafından kötü söz söylenmesine dahi tahammül edemeyecek kadar sevdiği, kutsal olarak kabul ettiği bazı değerlere sahiptir. Yazımızın konusu , İnsanların sahip olduğu, bu kutsal değerlerin doğruluğunu veya yanlışlığını irdelemek değil , Enam s. 108. ayetinde emredildiği üzere , o kutsallara saygı duymak gerektiği üzerinedir.
[006.108] Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeksizin Allah'a düşmanlıkla söverler. Öylece her ümmete amellerini tezyin etmişizdir. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.
"Allah'tan başkasına dua etmek" şeklinde ortaya çıkan halin , İslam literatüründeki adı bilindiği üzere "Şirk" tir. Şirk ise bir kulun Allah (c.c) ye karşı işleyebileceği günahların en büyüğüdür. Rabbimiz bu ayette, kendisine bırakarak başkalarını Rab edinmiş olanlara karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiğini bizlere öğretmektedir.
Karşımızda "Müşrik" olarak vasfedilmiş bir kişi veya toplum var ve biz bunların kutsal olarak gördüğü değerlere karşı herhangi bir kötü söz ve muamelede bulunmaktan Allah (c.c) tarafından men edilmekteyiz. Müşrik olarak gördüğümüz insanlara karşı bu şekil bir muameleyi Allah (c.c) bizlere emretmektedir. Çağdaş dünyada her insanın ağzında gezen "İnsan Hakları" kavramının en önemli bir maddelerinden birisi olarak , insanların kutsallarına saygı gösterilmesi gerektiğini beyan eden bu ayeti göstermek mümkündür.
Dünya tarihine baktığımızda , binlerce yıldır dökülen kanların en başta gelen sebebi , kendileri tarafından kutsal olarak bilinen değerlerin , başkaları tarafından aynı şekilde kutsal olarak bilinmemesi , insanların birbirlerinden ayrı kutsalların olması , her insanın veya toplumun kendi kutsalını En doğru , iyi , güzel , mükemmel olarak görmesi , karşısındakinin kutsalını ise En yanlış, kötü,çirkin,eksik olarak görmesidir. İnsanlar ve toplumlar arasındaki kutsal değerleri tanıyıp tanımama yüzünden çıkan savaşlarda binlerce yıldır kan dökülmüş , hala dökülmektedir.
Bir toplumu birbiri ile savaştırmak sureti ile güçsüz düşürerek onları hegemonyası altına almak isteyenlerin ellerindeki en büyük silahları , insanlar arasındaki kutsal değerler farkıdır. İnsanlar ve toplumlar arasındaki değerler farkını istismar ederek , onları birbiri ile savaştırmak sureti ile insanlar arasında fitne sokmak , insan şeytanlarının en sevdiği ve kullandığı kadim yollardan birisidir.
İnsan haklarını , Din , Akıl , Nesil , Can ve Malın korunması olarak 5 ana ilke de özetlemek mümkündür. Bu 5 esas insanların ve devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde esas alındığında , dünya cennetten farksız olacaktır. Allah (c.c) bir insanın kanının hangi suçları işlediğinde helal olacağını beyan etmişken , insanlar birbirlerinin kanlarını helal görmeyi kendi tesbit ettikleri kurallara göre belirlemektedirler.
Kendi dinine , mezhebine , meşrebine , partisine , ırkına , kavmine , devletine , tarikatına mensup olmayanları , potansiyel düşman olarak görmek sureti ile , onlara her türlü eza ve cefayı reva görmeyi meşru bir hak , hatta görev olarak gören insanların dünyayı nasıl fesada soktuklarını hepimiz görmekteyiz.
Ancak insanların kutsallarına karşı düzgün davranış sergilenmesi isteyen kitaba iman etme iddiasında olan biz Müslümanların , bu emre aykırı davranışlar sergileyen toplulukların başında geldiğimiz de herkesçe malumdur.
Mensup olduğu meşrep , mezhep , tarikat , gurup , hizip , cemaatin gittiği yolu, en doğru yol olarak gören Müslümanların bir çoğu , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanlara maalesef iyi gözle bakmamaktadır. Bu kötü bakış, bazı fırkalarda öyle bir hale gelmiştir ki , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanların kanını , malını , canını ve ırzını helal görecek kadar gözü dönmüş bir hale gelinmiştir.
Müslümanlar arasındaki olan bu düşmanlıklar , bize düşman olan diğer toplulukların iştahını kabartarak , aramızdaki düşmanlıkları körüklemek sureti ile bizi güçten düşürmeyi , bizi birbirimize kırdırmak sureti ile yapmaktadırlar.
[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücude geldiniz, ma'rufı emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allaha inanır iman getirirsiniz, Ehli kitab da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır
İnsanlar arasından çıkarılmış olan hayırlı bir topluluk ve insanlara şahit (örnek) olması emredilen bizler (22.78) , maalesef insanlara önce insan olduğu için saygı duymaları gerektiğini unutarak , saygının ve sevginin ölçüsünü kendileri gibi düşünenler ile sınırlamak , diğerlerini ötekileştirmek sureti ile önce Kafir - Müşrik olarak yaftalayarak , bu yaftaları taktıkları insanların kanlarının , mallarının , ırzlarının kendilerine helal olduğunu Allah'ın emrettiğini öne sürerek , yaptıkları bu cinayetlerin adını Kur'an'i bir kavram olan Cihad olarak koymaktadırlar.
Allah (c.c) bırakın aynı dine mensup olanların birbirlerinin kanlarını dökmelerine izin vermeyi , kendisine şirk koşanların söz ile dahi olsa incitilmelerini yasaklamıştır. Bunun sebebi ise , söz ile incitilenlerin bu sefer aynı şekilde incitme hakkını kendilerinde görmek sureti ile, karşı tarafı incitme yoluna gitmeleridir.
Dininin sahibi olan , kullarına hayat içinde gerekli olan kuralları vaz eden Allah (c.c) nin biz kulları ise, onun tarafından vaz edilmiş kuralları az görerek , onun emretmediklerini onun emri gibi göstermek sureti ile, onun adına yeni bir din inşa etmek yoluna gitmekteyiz.
Enam s. 108. ayetindeki emrin muhatabı dikkat edilirse iman edenlerdir. Bizlere "Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz" denilerek , bizim kutsallarımıza sövülmemesi bu şekilde sağlanmaktadır. Eğer biz karşı tarafı incitecek eylemlerde bulunduğumuz zaman , onların da bizi incitme yolunu açarak , hem onların günaha dalmalarına , hem de bu yolla insanlar arasında düşmanlıkların körüklenmesinin yolunu açmış olacağız. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların körüklenmemasinin yollarından bir tanesi , kimsenin kutsal bildiği değerlerine karşı saygısızlık edilmemesinden geçtiği bize bu ayette öğretilmektedir.
"Biz onların kutsallarına küfretmediğimiz halde , onlar bizim kutsallarımıza küfrederse biz nasıl davranalım?" sorusunun cevabını, Fussilet s. 34. ve 35. ayetinde bulabiliriz.
[041.034] İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.
[041.035] Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.
Fussilet s. 34. ve 35. ayetleri , konu etmeye çalıştığımız Enam s. 108. ayeti gibi , insana önce insan olduğu için saygı duyulması gerektiğini öğreten ayetlerdendir. Bir insan başka bir insana karşı bir takım hatalar yaparak onu kızdırabilir veya incitebilir. Allah (c.c) kişiye bazı durumlarda düştüğü duruma , benzer şekilde karşılık vermesine de müsaade etmiştir (Nisa s. 148) . Ancak kişinin yaptığı hataya karşı ona iyilik ile mukabelede bulunmak daha erdemli bir davranış olup , karşı tarafın saygısını kazanmaya vesile olacak bir davranıştır. Yapılan bir haksızlığa karşı misli ile mukabelede bulunmadan önce , iyilik ile karşılık vermek , insani duyguları körelmemiş olanlarda derin izler bırakacaktır.
Kur'an'ın insani değerleri öne çıkaran ayetlerinin bu kitaba iman ettiğini iddia edenler tarafından uygulama alanına sokulmamış olması daha acı verici bir durumdur. Dünyanın insani değerlere en fazla önem veren topluluğu biz Müslümanlar olması , ve insan olmanın değerini başkalarının bizden öğrenmesi gerekmesine karşılık , bu öğretmenliği bırakın yapmak , kendi içimizde bile birbirimize karşı olan davranışlarımız, vahşet boyutlarına kadar varmaktadır.
Müslümanların kendi içlerinde birbirlerine karşı olan vahşet uygulamaları içinde bulunduğumuz cehalet batağının boyutlarını göstermektedir. Müslüman olmak demek bu dinin kitabına harfiyen uymak demek olması gerekirken , farklı düşünce sahiplerinin , aralarındaki farklılıkları daha ileriye gitmek için bir basamak olarak kullanmak varken , düşmanlık vesilesi olarak görerek , birbirlerinin kanını helal saymaları hiç bir şeyle izah edilemez.
Biz Müslümanlar eğer dünyaya yön vermek iddiasında isek ki öyle olmalıyız , önce kendimize yön vermekle işe başlamak zorundayız. Kendimize yön vermenin ilk basamağı ise , aramızdaki fikir ayrılıklarına tahammül etmek , insani ölçüler içinde tartışabilmeyi öğrenmek ve bunu hayata uygulamak olmalıdır.
En küçük bir ayrılıkta Tekfirnikof marka silahı çalıştırarak karşısındaki Müslümana son mermisine kadar sıkmaktan cihad bilinci içinde haz alan bir Müslüman tipolojisinin artık dünya yüzünde yeri olmaması gerekmektedir. Farklılıkları hazmedebilmek önce kişinin olgun bir karaktere sahip olması ile gerçekleşecektir.
Kendi doğrularını tek ve nihai olarak gören , Kargadan başka kuş tanımam edasında Müslümancılık oynamaya çalışan insanların rağbet ettiği kitaplar ve konular arasında tekfiri konu alan kitaplar olduğu sürece , Müslümanların karanlıktan kurtularak , aydınlığa kavuşması ve insanlara olan şahitliklerini (örnekliğini) yerine getirmeleri asla mümkün olmayacaktır. Müslümanlar kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını hazmederek , kendi doğrularını birbirleri ile aralarında Bedevi Dil yerine Medeni Dil ile konuşmaya başladıkları zaman aydınlamanın önü büyük ölçüde açılmış sayılacaktır.
Bu başlangıcın bir cemaat önderinin , bir tarikat liderinin aldığı karar ile kitlesel bir eylem olarak gerçekleşemeyeceği de bilinmelidir. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı dilin en başta gelen söylem sahiplerinin kendilerini herhangi bir gurup ve cemaate vakfetmiş kişiler olduğu malumdur. Bu kişilerin bir çoğu mensup olduğu cemaat ve tarikatın söylemini din edinerek , herkesin bu söylem etrafında toplanması gerektiğini iddia etmekte , kendi dışındakileri ise Kafir - Müşrik - Sapık olarak görmektedir. Allah'ın dini bu gibi din baronlarının ve yandaşlarının elinden kurtulmadıkça gerçek işlevine asla kavuşamayacaktır.
Müslümanlar bağlı bulunduğu kişilerin ve kitapların tahakkümünden kurtularak , iman ettiğini iddia ettikleri kitabın emirlerini hayata yansıtmak için gerekli olan diyalog ve eylem içine girmedikleri sürece , aramızdaki ihtilaflardan doğan düşmanlıklar neticesindeki zararları telafi etmek mümkün olmayacaktır.
[005.105] Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.
Maide s. 105. ayeti , bize dışarıdaki düşmanlarımızın hangi şartlarda zarar veremeyeceğini beyan eden bir ayettir. Biz eğer Allah (c.c) nin beyanları doğrultusunda bir fikir , düşünce , amel ve eylem birliği içinde olduğumuz sürece , bizim kendi aramızdaki düşmanlıklarımızdan fayda görecek olanlar , bizim kendi aramızda artık medeni bir dil ile konuştuğumuzu görerek birbirimizi kırmaktan vazgeçtiğimizi gördüklerinde, ancak avuçlarını yalamak zorunda kalacaklardır.
Sonuç olarak ; İnsanları birbirine bağlayan en üst kimlik ve ortak payda önce Hucurat s. 13. ayetinin beyanı mucibince İNSAN olmaktır. İnsanlık ortak paydasının altında farklı din ve inanca sahip olmak bir alt kimlik olarak herkesin sahip olduğu bir kimliktir.
İnsanların kendilerinin sahip oldukları din ve inançları öne çıkarmak sureti ile , kendilerinin dışındaki insanlara hayat hakkı tanınmaması gerektiğine dair olan düşünceleri dünyada fesadın yayılmasına sebep olan en büyük etkendir.
Kur'an bu konuda bizlere nasıl bir yol izlememiz gerektiğini beyan eden ayetleri ihtiva etmektedir. İnsanın farklı bir inanca sahip olduğu gerekçesi ile ona sövmenin , hakaret etmenin , incitmenin yanlış olduğu beyan eden Enam s. 108. ayetini ve bu konudaki bazı ayetleri baz alarak yaşanan Müslüman hayatı , bütün insanlara örnek olacak ve dünyada fesadın değil ıslahın yayılmasına ön ayak olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Her insan yaşamında kutsal olarak bildiği , saygı duyduğu , kendisince dokunulmazlık atfettiği, başkaları tarafından kötü söz söylenmesine dahi tahammül edemeyecek kadar sevdiği, kutsal olarak kabul ettiği bazı değerlere sahiptir. Yazımızın konusu , İnsanların sahip olduğu, bu kutsal değerlerin doğruluğunu veya yanlışlığını irdelemek değil , Enam s. 108. ayetinde emredildiği üzere , o kutsallara saygı duymak gerektiği üzerinedir.
[006.108] Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeksizin Allah'a düşmanlıkla söverler. Öylece her ümmete amellerini tezyin etmişizdir. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.
"Allah'tan başkasına dua etmek" şeklinde ortaya çıkan halin , İslam literatüründeki adı bilindiği üzere "Şirk" tir. Şirk ise bir kulun Allah (c.c) ye karşı işleyebileceği günahların en büyüğüdür. Rabbimiz bu ayette, kendisine bırakarak başkalarını Rab edinmiş olanlara karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiğini bizlere öğretmektedir.
Karşımızda "Müşrik" olarak vasfedilmiş bir kişi veya toplum var ve biz bunların kutsal olarak gördüğü değerlere karşı herhangi bir kötü söz ve muamelede bulunmaktan Allah (c.c) tarafından men edilmekteyiz. Müşrik olarak gördüğümüz insanlara karşı bu şekil bir muameleyi Allah (c.c) bizlere emretmektedir. Çağdaş dünyada her insanın ağzında gezen "İnsan Hakları" kavramının en önemli bir maddelerinden birisi olarak , insanların kutsallarına saygı gösterilmesi gerektiğini beyan eden bu ayeti göstermek mümkündür.
Dünya tarihine baktığımızda , binlerce yıldır dökülen kanların en başta gelen sebebi , kendileri tarafından kutsal olarak bilinen değerlerin , başkaları tarafından aynı şekilde kutsal olarak bilinmemesi , insanların birbirlerinden ayrı kutsalların olması , her insanın veya toplumun kendi kutsalını En doğru , iyi , güzel , mükemmel olarak görmesi , karşısındakinin kutsalını ise En yanlış, kötü,çirkin,eksik olarak görmesidir. İnsanlar ve toplumlar arasındaki kutsal değerleri tanıyıp tanımama yüzünden çıkan savaşlarda binlerce yıldır kan dökülmüş , hala dökülmektedir.
Bir toplumu birbiri ile savaştırmak sureti ile güçsüz düşürerek onları hegemonyası altına almak isteyenlerin ellerindeki en büyük silahları , insanlar arasındaki kutsal değerler farkıdır. İnsanlar ve toplumlar arasındaki değerler farkını istismar ederek , onları birbiri ile savaştırmak sureti ile insanlar arasında fitne sokmak , insan şeytanlarının en sevdiği ve kullandığı kadim yollardan birisidir.
İnsan haklarını , Din , Akıl , Nesil , Can ve Malın korunması olarak 5 ana ilke de özetlemek mümkündür. Bu 5 esas insanların ve devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde esas alındığında , dünya cennetten farksız olacaktır. Allah (c.c) bir insanın kanının hangi suçları işlediğinde helal olacağını beyan etmişken , insanlar birbirlerinin kanlarını helal görmeyi kendi tesbit ettikleri kurallara göre belirlemektedirler.
Kendi dinine , mezhebine , meşrebine , partisine , ırkına , kavmine , devletine , tarikatına mensup olmayanları , potansiyel düşman olarak görmek sureti ile , onlara her türlü eza ve cefayı reva görmeyi meşru bir hak , hatta görev olarak gören insanların dünyayı nasıl fesada soktuklarını hepimiz görmekteyiz.
Ancak insanların kutsallarına karşı düzgün davranış sergilenmesi isteyen kitaba iman etme iddiasında olan biz Müslümanların , bu emre aykırı davranışlar sergileyen toplulukların başında geldiğimiz de herkesçe malumdur.
Mensup olduğu meşrep , mezhep , tarikat , gurup , hizip , cemaatin gittiği yolu, en doğru yol olarak gören Müslümanların bir çoğu , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanlara maalesef iyi gözle bakmamaktadır. Bu kötü bakış, bazı fırkalarda öyle bir hale gelmiştir ki , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanların kanını , malını , canını ve ırzını helal görecek kadar gözü dönmüş bir hale gelinmiştir.
Müslümanlar arasındaki olan bu düşmanlıklar , bize düşman olan diğer toplulukların iştahını kabartarak , aramızdaki düşmanlıkları körüklemek sureti ile bizi güçten düşürmeyi , bizi birbirimize kırdırmak sureti ile yapmaktadırlar.
[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücude geldiniz, ma'rufı emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allaha inanır iman getirirsiniz, Ehli kitab da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır
İnsanlar arasından çıkarılmış olan hayırlı bir topluluk ve insanlara şahit (örnek) olması emredilen bizler (22.78) , maalesef insanlara önce insan olduğu için saygı duymaları gerektiğini unutarak , saygının ve sevginin ölçüsünü kendileri gibi düşünenler ile sınırlamak , diğerlerini ötekileştirmek sureti ile önce Kafir - Müşrik olarak yaftalayarak , bu yaftaları taktıkları insanların kanlarının , mallarının , ırzlarının kendilerine helal olduğunu Allah'ın emrettiğini öne sürerek , yaptıkları bu cinayetlerin adını Kur'an'i bir kavram olan Cihad olarak koymaktadırlar.
Allah (c.c) bırakın aynı dine mensup olanların birbirlerinin kanlarını dökmelerine izin vermeyi , kendisine şirk koşanların söz ile dahi olsa incitilmelerini yasaklamıştır. Bunun sebebi ise , söz ile incitilenlerin bu sefer aynı şekilde incitme hakkını kendilerinde görmek sureti ile, karşı tarafı incitme yoluna gitmeleridir.
Dininin sahibi olan , kullarına hayat içinde gerekli olan kuralları vaz eden Allah (c.c) nin biz kulları ise, onun tarafından vaz edilmiş kuralları az görerek , onun emretmediklerini onun emri gibi göstermek sureti ile, onun adına yeni bir din inşa etmek yoluna gitmekteyiz.
Enam s. 108. ayetindeki emrin muhatabı dikkat edilirse iman edenlerdir. Bizlere "Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz" denilerek , bizim kutsallarımıza sövülmemesi bu şekilde sağlanmaktadır. Eğer biz karşı tarafı incitecek eylemlerde bulunduğumuz zaman , onların da bizi incitme yolunu açarak , hem onların günaha dalmalarına , hem de bu yolla insanlar arasında düşmanlıkların körüklenmesinin yolunu açmış olacağız. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların körüklenmemasinin yollarından bir tanesi , kimsenin kutsal bildiği değerlerine karşı saygısızlık edilmemesinden geçtiği bize bu ayette öğretilmektedir.
"Biz onların kutsallarına küfretmediğimiz halde , onlar bizim kutsallarımıza küfrederse biz nasıl davranalım?" sorusunun cevabını, Fussilet s. 34. ve 35. ayetinde bulabiliriz.
[041.034] İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.
[041.035] Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.
Fussilet s. 34. ve 35. ayetleri , konu etmeye çalıştığımız Enam s. 108. ayeti gibi , insana önce insan olduğu için saygı duyulması gerektiğini öğreten ayetlerdendir. Bir insan başka bir insana karşı bir takım hatalar yaparak onu kızdırabilir veya incitebilir. Allah (c.c) kişiye bazı durumlarda düştüğü duruma , benzer şekilde karşılık vermesine de müsaade etmiştir (Nisa s. 148) . Ancak kişinin yaptığı hataya karşı ona iyilik ile mukabelede bulunmak daha erdemli bir davranış olup , karşı tarafın saygısını kazanmaya vesile olacak bir davranıştır. Yapılan bir haksızlığa karşı misli ile mukabelede bulunmadan önce , iyilik ile karşılık vermek , insani duyguları körelmemiş olanlarda derin izler bırakacaktır.
Kur'an'ın insani değerleri öne çıkaran ayetlerinin bu kitaba iman ettiğini iddia edenler tarafından uygulama alanına sokulmamış olması daha acı verici bir durumdur. Dünyanın insani değerlere en fazla önem veren topluluğu biz Müslümanlar olması , ve insan olmanın değerini başkalarının bizden öğrenmesi gerekmesine karşılık , bu öğretmenliği bırakın yapmak , kendi içimizde bile birbirimize karşı olan davranışlarımız, vahşet boyutlarına kadar varmaktadır.
Müslümanların kendi içlerinde birbirlerine karşı olan vahşet uygulamaları içinde bulunduğumuz cehalet batağının boyutlarını göstermektedir. Müslüman olmak demek bu dinin kitabına harfiyen uymak demek olması gerekirken , farklı düşünce sahiplerinin , aralarındaki farklılıkları daha ileriye gitmek için bir basamak olarak kullanmak varken , düşmanlık vesilesi olarak görerek , birbirlerinin kanını helal saymaları hiç bir şeyle izah edilemez.
Biz Müslümanlar eğer dünyaya yön vermek iddiasında isek ki öyle olmalıyız , önce kendimize yön vermekle işe başlamak zorundayız. Kendimize yön vermenin ilk basamağı ise , aramızdaki fikir ayrılıklarına tahammül etmek , insani ölçüler içinde tartışabilmeyi öğrenmek ve bunu hayata uygulamak olmalıdır.
En küçük bir ayrılıkta Tekfirnikof marka silahı çalıştırarak karşısındaki Müslümana son mermisine kadar sıkmaktan cihad bilinci içinde haz alan bir Müslüman tipolojisinin artık dünya yüzünde yeri olmaması gerekmektedir. Farklılıkları hazmedebilmek önce kişinin olgun bir karaktere sahip olması ile gerçekleşecektir.
Kendi doğrularını tek ve nihai olarak gören , Kargadan başka kuş tanımam edasında Müslümancılık oynamaya çalışan insanların rağbet ettiği kitaplar ve konular arasında tekfiri konu alan kitaplar olduğu sürece , Müslümanların karanlıktan kurtularak , aydınlığa kavuşması ve insanlara olan şahitliklerini (örnekliğini) yerine getirmeleri asla mümkün olmayacaktır. Müslümanlar kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını hazmederek , kendi doğrularını birbirleri ile aralarında Bedevi Dil yerine Medeni Dil ile konuşmaya başladıkları zaman aydınlamanın önü büyük ölçüde açılmış sayılacaktır.
Bu başlangıcın bir cemaat önderinin , bir tarikat liderinin aldığı karar ile kitlesel bir eylem olarak gerçekleşemeyeceği de bilinmelidir. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı dilin en başta gelen söylem sahiplerinin kendilerini herhangi bir gurup ve cemaate vakfetmiş kişiler olduğu malumdur. Bu kişilerin bir çoğu mensup olduğu cemaat ve tarikatın söylemini din edinerek , herkesin bu söylem etrafında toplanması gerektiğini iddia etmekte , kendi dışındakileri ise Kafir - Müşrik - Sapık olarak görmektedir. Allah'ın dini bu gibi din baronlarının ve yandaşlarının elinden kurtulmadıkça gerçek işlevine asla kavuşamayacaktır.
Müslümanlar bağlı bulunduğu kişilerin ve kitapların tahakkümünden kurtularak , iman ettiğini iddia ettikleri kitabın emirlerini hayata yansıtmak için gerekli olan diyalog ve eylem içine girmedikleri sürece , aramızdaki ihtilaflardan doğan düşmanlıklar neticesindeki zararları telafi etmek mümkün olmayacaktır.
[005.105] Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.
Maide s. 105. ayeti , bize dışarıdaki düşmanlarımızın hangi şartlarda zarar veremeyeceğini beyan eden bir ayettir. Biz eğer Allah (c.c) nin beyanları doğrultusunda bir fikir , düşünce , amel ve eylem birliği içinde olduğumuz sürece , bizim kendi aramızdaki düşmanlıklarımızdan fayda görecek olanlar , bizim kendi aramızda artık medeni bir dil ile konuştuğumuzu görerek birbirimizi kırmaktan vazgeçtiğimizi gördüklerinde, ancak avuçlarını yalamak zorunda kalacaklardır.
Sonuç olarak ; İnsanları birbirine bağlayan en üst kimlik ve ortak payda önce Hucurat s. 13. ayetinin beyanı mucibince İNSAN olmaktır. İnsanlık ortak paydasının altında farklı din ve inanca sahip olmak bir alt kimlik olarak herkesin sahip olduğu bir kimliktir.
İnsanların kendilerinin sahip oldukları din ve inançları öne çıkarmak sureti ile , kendilerinin dışındaki insanlara hayat hakkı tanınmaması gerektiğine dair olan düşünceleri dünyada fesadın yayılmasına sebep olan en büyük etkendir.
Kur'an bu konuda bizlere nasıl bir yol izlememiz gerektiğini beyan eden ayetleri ihtiva etmektedir. İnsanın farklı bir inanca sahip olduğu gerekçesi ile ona sövmenin , hakaret etmenin , incitmenin yanlış olduğu beyan eden Enam s. 108. ayetini ve bu konudaki bazı ayetleri baz alarak yaşanan Müslüman hayatı , bütün insanlara örnek olacak ve dünyada fesadın değil ıslahın yayılmasına ön ayak olacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
17 Ocak 2017 Salı
Enam s. 91. Ayeti Örneğinde Meallerde Bir Kelimenin Yerinin Değişmesi İle Ortaya Çıkan Anlam Farklılığı
Arap olan bir kavme inmiş olan Kur'an'ın , Arap olmayan topluluklar tarafından anlaşılabilmesinin yollarından birisi , bu kitabın o topluluğun konuştuğu dile çevrilmesidir. Konuyu Türkiye üzerinden düşündüğümüzde , son yıllarda Kur'an'a olan yönelim ve rağbet, bu kitabın anlaşılmasına büyük katkı sağlayan meallere olan rağbeti de artırmıştır.
Ancak meallerde bazı hataların yapılmakta olduğu, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu hataların farklı nedenleri bulunmakla birlikte yazının konusu, yapılan meal hatalarının hangi saikler sonucu ortaya çıktığı değildir. Yazının konusu, belki de önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilecek bir kelimenin, cümle içindeki yer değiştirilmesinden dolayı ortaya çıkardığı anlam farkını göstererek , meal yapıcılarının ve okuyucularının bu konularda daha dikkatli davranması konusunda hatırlatmalarda bulunmaya çalışmaktır.
Bir kelimenin sadece yerinin değişmesi ile nasıl bir anlam farkı oluşabileceğini , Enam s. 91. ayetinin yapılan meallerini örnek olarak vererek , daha kolay ve net olarak anlaşılabileceğini düşünmekteyiz.
وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Ayetin iki farklı meali şu şekildedir ;
[006.091] «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
[006.091] Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.
Problem olarak gördüğümüz nokta, yukarıda verdiğimiz iki ayet meali örneğindeki "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" ve "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" cümleleridir. İlk bakışta aralarında pek bir fark görülmeyen bu cümlelerin içindeki "HİÇBİR ŞEY" kelimesinin sadece yerinin değişmesi ile, ayetin anlamında değişiklik meydana gelmesi söz konusudur.
Ayeti nuzül dönemine giderek okuduğumuz zaman , muhatap kitlenin Yahudiler olduğu anlaşılacaktır. Yahudiler, ayet içinde "Beşer" olarak zikredilen kişi olan Muhammed (a.s) a inen kitabı ret etmek için , Allah'ın beşer üzerine herhangi bir kitap indirmediğini iddia etmektedirler. Allah (c.c) ise cevap olarak ise, bir kısmını açıkladıkları , bir kısmını ise gizledikleri Musa (a.s) a inen kitabı kim indirdi ise , "Beşer" olarak zikrettikleri Muhammed (a.s) a inen kitabı da kendisinin indirmiş olduğunu buyurmaktadır.
Eğer bu ayetin mealindeki konumuz olan (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" şeklinde çevrildiği zaman , dikkatli bir okuyucu , Yahudilerin bu sözüyle Musa (a.s) a da hiç bir şey indirilmediğini iddia etmiş olduklarını anlayacaktır. Yine dikkatli bir okuyucu Bakara s. 91. ayetine baktığı zaman orada Yahudilere hitaben yapılan "Allah'ın indirdiğine iman edin" emrine karşılık, onların verdikleri cevap olan "Biz kendimize indirilene iman ederiz" sözü ile aradaki bağı kurmakta zorlanacaktır.
Dikkatli bir meal okuyucusu bir ayette , kendilerine indirilene iman ettiklerini iddia eden Yahudilere karşılık , başka bir ayette , Allah'ın hiç bir insana bir şey indirmediği iddiası içinde olan Yahudilerin bu sözleri arasında bir çelişki olduğunu düşünecektir.
Çünkü Bakara s. 91. ayetinde Yahudiler kendilerine inen bir şeyin olduğunu kabul ederek, ona iman ettiklerini söylemektedirler. Yahudilerin bu sözleri ile , Enam s. 91. ayetindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesinin "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" şeklindeki çevirisinin birbiri ile uyuşmadığını görerek kafalarda istifham oluşacaktır.
Halbuki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi , "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" şeklinde çevrildiği zaman, herhangi bir sorun ortaya çıkmayacaktır. Çünkü böyle bir çeviri, Yahudilerin sadece Muhammed (a.s) a inen kitabın inkar ettiklerine dair bir anlam taşımaktadır.
Kanaaatimiz odur ki ; Enam s. 91. ayetindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi "ALLAH BEŞERE HİÇBİR ŞEY İNDİRMEMİŞTİR" şeklinde çevrildiğinde daha doğru bir anlam verilmiş olacak ve kafalarda herhangi bir istifhama yer açmayacaktır.
İlk bakışta önemsiz bir ayrıntı olarak görünmesine rağmen , dikkatli bir okuyucunun dikkatini çektiğinde , kafasında bazı istifhamların oluşmasına neden olma ihtimali doğurabilmesi açısından önemli bir ayrıntı olduğumu düşündüğümüz bu cümle üzerinden, dikkat çekmek istediğimiz asıl konu , meal yapıcılarının Arap dilini bilmesinin önemi kadar daha önemli bir nokta olan , Kur'an'a olan hakimiyetlerinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışmaktır.
Yazımıza konu ettiğimiz hata görüldüğü gibi bir kelimenin anlamının yanlış olarak verilmesi gibi bariz bir hata değildir. Ayet orjinal metnine sadık kalarak çevrilmiş , fakat cümle içindeki "HİÇBİR ŞEY" kelimesinin sadece yer değiştirilmesi ile arada anlam farkı oluşmasına sebebiyet verilmiştir.
Bu ayetin mealinde geçen konumuz ile alakalı olan cümleyi Elmalılı Hamdi Yazır , "Allah beşere bir şey indirmedi" şeklinde doğru olduğunu düşündüğümüz yönde çevirmesine karşılık , onun mealini sadeleştirdiğini iddia edenler tarafından "Allah insanlara hiçbir şey göndermemiştir" şeklinde hatalı olduğunu düşündüğümüz yönde çevrilmiştir. Bu da göstermektedir ki Türkçe bir meali , yine Türkçeye çevirmek gibi bir ameliyeye soyunanlar , yapılan mealdeki inceliği anlamadan ve aslına sadık kalmadan kafalarına göre sadeleştirme yapmışlardır.
Amacımız meal yapıcılarını töhmet altında bırakmak değil , meal yapımına soyunanların ne kadar dikkatli olması gerektiği yönünde hatırlatmalar yapmaktır. Meal yapmaya soyunmak demek, Arap dilini bilmeyi gerektirdiği gibi , mealini yapacağı kitabı da çok iyi tanımayı gerektirmektedir. Yapılan bir çevirinin anlamının doğru olup olmadığına dikkat edilmekle birlikte , o ayete verilen anlamın , Kur'an bütünlüğü noktasında herhangi bir probleme yol açıp açmadığına da ayrıca dikkat edilmelidir.
Konumuz olan ayet, çeviri hatası olarak görülebilecek herhangi bir problem teşkil etmekten çok , doğru bir kelimenin doğru bir yere yerleştirilememesi sonucunda, ortaya yanlış bir anlamın nasıl çıkabileceğine dair bir örnek teşkil etmektedir.
Bir ayetin yapılan mealinin , diğer ayetler arasında çelişki veya anlam uyuşmazlığı gibi sorunlara yol açmayacak şekilde yapılmış olmasına çok dikkat edilmesi gerektiği , verdiğimiz örnekten anlaşılmaktadır. Bu dikkat , elbette meal yapıcısının Kur'an'a olan hakimiyeti ile yakından alakalıdır.
Meal yapıcısı , Kur'an'a olan hakimiyeti derecesinde , yapmış olduğu bir ayet meali ile ilgili önce kendisine bazı sorular sorarak , ayetin çevirisinin Kur'an bütünlüğünde herhangi bir sorun teşkil edip etmediğini kontrol etmelidir. Aksi takdirde Elmalılı örneğinde gördüğümüz gibi , okuduğu Türkçe meali anlamaktan yoksun kimselerin yapmaya çalışacakları meal , hatalar yığını olmaktan kurtulamayacaktır.
Buradan meal okuyucularına da hatırlatmalarımız olacaktır. Kur'an meali okurken sadece tek bir meali değil, bir kaç meali birden karşılaştırmalı okumak sureti ile yapılacak okumalar daha doğru neticeler verecektir. Bir mealin anlamı konusunda hata veya eksiklik ortaya çıktığında , bu hatanın başka bir meal tarafından yapılmaması söz konusu olabilir , bundan dolayı karşılaştırmalı okumaların meal okuyucuları tarafından daha verimli olacağı kanaatindeyiz.
Meallerin devamlı okunması sonucunda meal okuyucuları, okudukları meallerdeki hata ve eksikleri anında görebilme kabiliyeti kazanacaklardır. Çünkü meal okuyarak kazandıkları Kur'an bütünlüğünü kavrama yetenekleri, onları hatalı bir mealin, başka bir ayet ile olan uyumsuzluğunu görmelerine sebep olarak , uyum sağlayan anlamın verilmesi konusunda çalışmalarına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Enam s. 91. ayeti içindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi , meallerde "Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" veya "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" şeklinde yapılmıştır. Her iki mealinde görünüşte birbirinden farklı olmadığı gibi izlenim vermiş olsa da , verilen anlamı Kur'an bütünlüğünde değerlendirdiğimiz zaman , dikkatli bir meal okuyucusunun gözünden kaçmayacak bir ayrıntı ortaya çıkacaktır.
Önemsiz veya küçük bir ayrıntı olarak görülebilecek bu nokta , bazı kimseler tarafından kafalarda istifhamlara yol açacaktır. Bu nedenle Kur'an meali yapıcıları , yaptıkları meallerde herhangi bir anlam bozulmasına yol açacak şekilde anlamlar vermemeleri konusunda daha dikkatli olmaları gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Ancak meallerde bazı hataların yapılmakta olduğu, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu hataların farklı nedenleri bulunmakla birlikte yazının konusu, yapılan meal hatalarının hangi saikler sonucu ortaya çıktığı değildir. Yazının konusu, belki de önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilecek bir kelimenin, cümle içindeki yer değiştirilmesinden dolayı ortaya çıkardığı anlam farkını göstererek , meal yapıcılarının ve okuyucularının bu konularda daha dikkatli davranması konusunda hatırlatmalarda bulunmaya çalışmaktır.
Bir kelimenin sadece yerinin değişmesi ile nasıl bir anlam farkı oluşabileceğini , Enam s. 91. ayetinin yapılan meallerini örnek olarak vererek , daha kolay ve net olarak anlaşılabileceğini düşünmekteyiz.
وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُواْ مَا أَنزَلَ اللّهُ عَلَى بَشَرٍ مِّن شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاء بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُم مَّا لَمْ تَعْلَمُواْ أَنتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ قُلِ اللّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Ayetin iki farklı meali şu şekildedir ;
[006.091] «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
[006.091] Onlar: "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp dursunlar.
Problem olarak gördüğümüz nokta, yukarıda verdiğimiz iki ayet meali örneğindeki "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" ve "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" cümleleridir. İlk bakışta aralarında pek bir fark görülmeyen bu cümlelerin içindeki "HİÇBİR ŞEY" kelimesinin sadece yerinin değişmesi ile, ayetin anlamında değişiklik meydana gelmesi söz konusudur.
Ayeti nuzül dönemine giderek okuduğumuz zaman , muhatap kitlenin Yahudiler olduğu anlaşılacaktır. Yahudiler, ayet içinde "Beşer" olarak zikredilen kişi olan Muhammed (a.s) a inen kitabı ret etmek için , Allah'ın beşer üzerine herhangi bir kitap indirmediğini iddia etmektedirler. Allah (c.c) ise cevap olarak ise, bir kısmını açıkladıkları , bir kısmını ise gizledikleri Musa (a.s) a inen kitabı kim indirdi ise , "Beşer" olarak zikrettikleri Muhammed (a.s) a inen kitabı da kendisinin indirmiş olduğunu buyurmaktadır.
Eğer bu ayetin mealindeki konumuz olan (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" şeklinde çevrildiği zaman , dikkatli bir okuyucu , Yahudilerin bu sözüyle Musa (a.s) a da hiç bir şey indirilmediğini iddia etmiş olduklarını anlayacaktır. Yine dikkatli bir okuyucu Bakara s. 91. ayetine baktığı zaman orada Yahudilere hitaben yapılan "Allah'ın indirdiğine iman edin" emrine karşılık, onların verdikleri cevap olan "Biz kendimize indirilene iman ederiz" sözü ile aradaki bağı kurmakta zorlanacaktır.
Dikkatli bir meal okuyucusu bir ayette , kendilerine indirilene iman ettiklerini iddia eden Yahudilere karşılık , başka bir ayette , Allah'ın hiç bir insana bir şey indirmediği iddiası içinde olan Yahudilerin bu sözleri arasında bir çelişki olduğunu düşünecektir.
Çünkü Bakara s. 91. ayetinde Yahudiler kendilerine inen bir şeyin olduğunu kabul ederek, ona iman ettiklerini söylemektedirler. Yahudilerin bu sözleri ile , Enam s. 91. ayetindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesinin "Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" şeklindeki çevirisinin birbiri ile uyuşmadığını görerek kafalarda istifham oluşacaktır.
Halbuki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi , "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" şeklinde çevrildiği zaman, herhangi bir sorun ortaya çıkmayacaktır. Çünkü böyle bir çeviri, Yahudilerin sadece Muhammed (a.s) a inen kitabın inkar ettiklerine dair bir anlam taşımaktadır.
Kanaaatimiz odur ki ; Enam s. 91. ayetindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi "ALLAH BEŞERE HİÇBİR ŞEY İNDİRMEMİŞTİR" şeklinde çevrildiğinde daha doğru bir anlam verilmiş olacak ve kafalarda herhangi bir istifhama yer açmayacaktır.
İlk bakışta önemsiz bir ayrıntı olarak görünmesine rağmen , dikkatli bir okuyucunun dikkatini çektiğinde , kafasında bazı istifhamların oluşmasına neden olma ihtimali doğurabilmesi açısından önemli bir ayrıntı olduğumu düşündüğümüz bu cümle üzerinden, dikkat çekmek istediğimiz asıl konu , meal yapıcılarının Arap dilini bilmesinin önemi kadar daha önemli bir nokta olan , Kur'an'a olan hakimiyetlerinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışmaktır.
Yazımıza konu ettiğimiz hata görüldüğü gibi bir kelimenin anlamının yanlış olarak verilmesi gibi bariz bir hata değildir. Ayet orjinal metnine sadık kalarak çevrilmiş , fakat cümle içindeki "HİÇBİR ŞEY" kelimesinin sadece yer değiştirilmesi ile arada anlam farkı oluşmasına sebebiyet verilmiştir.
Bu ayetin mealinde geçen konumuz ile alakalı olan cümleyi Elmalılı Hamdi Yazır , "Allah beşere bir şey indirmedi" şeklinde doğru olduğunu düşündüğümüz yönde çevirmesine karşılık , onun mealini sadeleştirdiğini iddia edenler tarafından "Allah insanlara hiçbir şey göndermemiştir" şeklinde hatalı olduğunu düşündüğümüz yönde çevrilmiştir. Bu da göstermektedir ki Türkçe bir meali , yine Türkçeye çevirmek gibi bir ameliyeye soyunanlar , yapılan mealdeki inceliği anlamadan ve aslına sadık kalmadan kafalarına göre sadeleştirme yapmışlardır.
Amacımız meal yapıcılarını töhmet altında bırakmak değil , meal yapımına soyunanların ne kadar dikkatli olması gerektiği yönünde hatırlatmalar yapmaktır. Meal yapmaya soyunmak demek, Arap dilini bilmeyi gerektirdiği gibi , mealini yapacağı kitabı da çok iyi tanımayı gerektirmektedir. Yapılan bir çevirinin anlamının doğru olup olmadığına dikkat edilmekle birlikte , o ayete verilen anlamın , Kur'an bütünlüğü noktasında herhangi bir probleme yol açıp açmadığına da ayrıca dikkat edilmelidir.
Konumuz olan ayet, çeviri hatası olarak görülebilecek herhangi bir problem teşkil etmekten çok , doğru bir kelimenin doğru bir yere yerleştirilememesi sonucunda, ortaya yanlış bir anlamın nasıl çıkabileceğine dair bir örnek teşkil etmektedir.
Bir ayetin yapılan mealinin , diğer ayetler arasında çelişki veya anlam uyuşmazlığı gibi sorunlara yol açmayacak şekilde yapılmış olmasına çok dikkat edilmesi gerektiği , verdiğimiz örnekten anlaşılmaktadır. Bu dikkat , elbette meal yapıcısının Kur'an'a olan hakimiyeti ile yakından alakalıdır.
Meal yapıcısı , Kur'an'a olan hakimiyeti derecesinde , yapmış olduğu bir ayet meali ile ilgili önce kendisine bazı sorular sorarak , ayetin çevirisinin Kur'an bütünlüğünde herhangi bir sorun teşkil edip etmediğini kontrol etmelidir. Aksi takdirde Elmalılı örneğinde gördüğümüz gibi , okuduğu Türkçe meali anlamaktan yoksun kimselerin yapmaya çalışacakları meal , hatalar yığını olmaktan kurtulamayacaktır.
Buradan meal okuyucularına da hatırlatmalarımız olacaktır. Kur'an meali okurken sadece tek bir meali değil, bir kaç meali birden karşılaştırmalı okumak sureti ile yapılacak okumalar daha doğru neticeler verecektir. Bir mealin anlamı konusunda hata veya eksiklik ortaya çıktığında , bu hatanın başka bir meal tarafından yapılmaması söz konusu olabilir , bundan dolayı karşılaştırmalı okumaların meal okuyucuları tarafından daha verimli olacağı kanaatindeyiz.
Meallerin devamlı okunması sonucunda meal okuyucuları, okudukları meallerdeki hata ve eksikleri anında görebilme kabiliyeti kazanacaklardır. Çünkü meal okuyarak kazandıkları Kur'an bütünlüğünü kavrama yetenekleri, onları hatalı bir mealin, başka bir ayet ile olan uyumsuzluğunu görmelerine sebep olarak , uyum sağlayan anlamın verilmesi konusunda çalışmalarına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Enam s. 91. ayeti içindeki (ma enzelellahü ala beşerin min şey'in) cümlesi , meallerde "Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" veya "Allah beşere hiçbir şey indirmemiştir" şeklinde yapılmıştır. Her iki mealinde görünüşte birbirinden farklı olmadığı gibi izlenim vermiş olsa da , verilen anlamı Kur'an bütünlüğünde değerlendirdiğimiz zaman , dikkatli bir meal okuyucusunun gözünden kaçmayacak bir ayrıntı ortaya çıkacaktır.
Önemsiz veya küçük bir ayrıntı olarak görülebilecek bu nokta , bazı kimseler tarafından kafalarda istifhamlara yol açacaktır. Bu nedenle Kur'an meali yapıcıları , yaptıkları meallerde herhangi bir anlam bozulmasına yol açacak şekilde anlamlar vermemeleri konusunda daha dikkatli olmaları gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
17 Ağustos 2015 Pazartesi
Enam s. 108. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza
Türkiye de çevrilmiş Kur'an meallerine baktığımız zaman bazı ayetlerin birbiri ile çelişen bir şekilde meallendirildiğini müşahede etmekteyiz. Dikkatli bir okuyucu bir ayette yapılmış çevirinin , başka bir çeviri de farklı bir şekilde çevrilmiş olduğunu gördüğünde, hangisini tercih etmesi gerektiği konusunda tereddüt içinde kalmaktadır.
Enam suresi 108. ayetini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmiş olduğunu görecektir.
Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Örnek 1 - Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir.
Örnek 2- Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
Enam suresi 108. ayetinin , altını çizdiğimiz 1- yalvardıklarına , 2- yalvaranlara şeklinde iki farklı şekilde çevrildiğini görmekteyiz. 1. örnekte , sövülmemesi istenen şey , Allah (c.c) nin dışında dua edilen putlar iken , 2. örnekte , Allah (c.c) den başkasına dua eden kişiler olmaktadır.
İki farklı anlamdan hangisinin doğru olabileceği, ilgili ayetin arapça metnine baktığmızda anlaşılacaktır.
ve lâ tesubbû: ve sövmeyin
ellezîne: onlara
yed'ûne: tapıyorlar, dua ediyorlar
min dûni allâhi: Allah'tan başka
fe yesubbû allâhe: o taktirde, aksi halde onlar Allah'a söverler
adven: düşmanlıkla haddi aşıp
bi gayri ilm: bir ilmi olmadan
kezâlike: işte böyle
zeyyennâ: süsledik
li kulli ummetin: her ümmete
amele-hum: onların amellerini
summe: sonra
ilâ rabbi-him: Rab'lerine
merciu-hum: onların dönüşleri
fe yunebbiu-hum: o zaman onlara haber verecek
bi-mâ: o şey(ler)i
kânû: oldular
ya'melûne: yapıyorlar
Ayetin kelime kelime yapılmış çevirisine göre , 2. örnekte ki " Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir." şeklinde yapılan çevirilerin daha doğru olduğu görülmektedir.
"Bu kadar fark'ın ne gibi bir zararı olabilir ?" denilirse şunları söyleyebiliriz ; 1. ve yanlış olduğunu düşündüğümüz çeviride, sövülmemesi istenen Allah (c.c) nin dışında yalvarılan put ve benzerlerinin bu sefer konuşarak Allaha sövmeleri gibi bir durum meydana gelmektedir. Halbuki bir çok ayette müşriklerin Allahın dışında yalvardıklarının , konuşma gibi bir yetenekleri olmadığı vurgusu yapılmaktadır.
2. ve doğru olduğumuz çeviride , sövülmemesi istenenler Allahın dışındakilere yalvaran müşrikler olup , bunların konuşma yetenekleri insan oldukları için bulunmaktadır.
Ayet ile ilgili olarak Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirine baktığımızda , karşılaştığımız ilginç vir durumu paylaşmak istiyoruz. Merhum'un orjinal tefsirinde ilgili ayetin çevirisi yanlış olduğunu düşündüğümüz 1. örnekteki şekli doğrultusunda şöyle yapılmıştır;
"Maamafih onların Allahdan başka taptıklarına sebb de etmeyin ki , cehaletle tecavüz ederek Allah sebbetmesinler. Her ümmete amellerini böyle tezyin etmişizdir , sonra ise hep dönüp Allah varacaklar , o vakit kendilerine temamen haber verecek ne yapıyorlardı "
Merhum ilgili ayeti böyle çevirmesine karşın , bu ayetin tefsirini doğru bir şekilde yaparak yaptığı çeviri ile tefsiri arasında bir çelişki oluşmasına sebep olmuştur.Merhum Elmalılı Hamdi Yazır , mealinde şaştığı ayetin , tefsirinde doğru söyleyerek şunları yazmaktadır;
"Ey mü'minler , Allahtan başkasına yalvaranlara, tapanlara sebbedib de cahillikle atılarak Allaha sebbetmelerine sebeb olmayın yani onlara , taptıkları kendilerince hurmet ettikleri şeyleri karıştırarak mesela , «kahrolsun taptığınız veya "dini şöyle böyle" gibi bir sebb-ü şetmile hıtab ederek söverseniz , vicdanlarına , hissiyatlarına basmış olursunuz. Onlar da hiddetlenerek cehaletlerinden dolayı mukabele bilmisil yaptıkları zu'münde bulunarak "bizde sizinkine" diye sizin söylediklerinizi iade eder , ve bunun ona mümasil olmadığını bilmezler ve bu suretle hakkı tecavüz ederek Allaha sebbetmiş olurlar."
Sonuç olarak ; Meallerde karşımıza çıkan aynı ayetin farklı çevirileri sorunu , Enam s. 108. ayetinde de karşımıza çıkmaktadır. Meal yapıcılarının bir kısmında arız olan durum şu dur ki ; yaptıkları hatalı bir çevirinin nasıl bir duruma yol açacağını düşünmeden birbirinin kopyası şeklinde bir çeviri yapmaya çalışmalarıdır. Enam s 108. ayetinde yapılan hatalı çeviri , Allah tan başka tapılanların konuşması gibi bir durum oluşturmaktadır ki , müşriklerin taptıkları putları eleştiren ayetlere baktığımızda onların konuşamadıkları özellikle vurgulanmasına rağmen yapılan hatalı çeviri sonucu maalesef putların konuşması gibi bir durum oluşmuştur. Bu ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz çevirisi "Allah tan başkasına tapanlara sövmeyin" şeklinde olmasının daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Enam suresi 108. ayetini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmiş olduğunu görecektir.
Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Örnek 1 - Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir.
Örnek 2- Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
Enam suresi 108. ayetinin , altını çizdiğimiz 1- yalvardıklarına , 2- yalvaranlara şeklinde iki farklı şekilde çevrildiğini görmekteyiz. 1. örnekte , sövülmemesi istenen şey , Allah (c.c) nin dışında dua edilen putlar iken , 2. örnekte , Allah (c.c) den başkasına dua eden kişiler olmaktadır.
İki farklı anlamdan hangisinin doğru olabileceği, ilgili ayetin arapça metnine baktığmızda anlaşılacaktır.
ve lâ tesubbû: ve sövmeyin
ellezîne: onlara
yed'ûne: tapıyorlar, dua ediyorlar
min dûni allâhi: Allah'tan başka
fe yesubbû allâhe: o taktirde, aksi halde onlar Allah'a söverler
adven: düşmanlıkla haddi aşıp
bi gayri ilm: bir ilmi olmadan
kezâlike: işte böyle
zeyyennâ: süsledik
li kulli ummetin: her ümmete
amele-hum: onların amellerini
summe: sonra
ilâ rabbi-him: Rab'lerine
merciu-hum: onların dönüşleri
fe yunebbiu-hum: o zaman onlara haber verecek
bi-mâ: o şey(ler)i
kânû: oldular
ya'melûne: yapıyorlar
Ayetin kelime kelime yapılmış çevirisine göre , 2. örnekte ki " Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir." şeklinde yapılan çevirilerin daha doğru olduğu görülmektedir.
"Bu kadar fark'ın ne gibi bir zararı olabilir ?" denilirse şunları söyleyebiliriz ; 1. ve yanlış olduğunu düşündüğümüz çeviride, sövülmemesi istenen Allah (c.c) nin dışında yalvarılan put ve benzerlerinin bu sefer konuşarak Allaha sövmeleri gibi bir durum meydana gelmektedir. Halbuki bir çok ayette müşriklerin Allahın dışında yalvardıklarının , konuşma gibi bir yetenekleri olmadığı vurgusu yapılmaktadır.
2. ve doğru olduğumuz çeviride , sövülmemesi istenenler Allahın dışındakilere yalvaran müşrikler olup , bunların konuşma yetenekleri insan oldukları için bulunmaktadır.
Ayet ile ilgili olarak Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirine baktığımızda , karşılaştığımız ilginç vir durumu paylaşmak istiyoruz. Merhum'un orjinal tefsirinde ilgili ayetin çevirisi yanlış olduğunu düşündüğümüz 1. örnekteki şekli doğrultusunda şöyle yapılmıştır;
"Maamafih onların Allahdan başka taptıklarına sebb de etmeyin ki , cehaletle tecavüz ederek Allah sebbetmesinler. Her ümmete amellerini böyle tezyin etmişizdir , sonra ise hep dönüp Allah varacaklar , o vakit kendilerine temamen haber verecek ne yapıyorlardı "
Merhum ilgili ayeti böyle çevirmesine karşın , bu ayetin tefsirini doğru bir şekilde yaparak yaptığı çeviri ile tefsiri arasında bir çelişki oluşmasına sebep olmuştur.Merhum Elmalılı Hamdi Yazır , mealinde şaştığı ayetin , tefsirinde doğru söyleyerek şunları yazmaktadır;
"Ey mü'minler , Allahtan başkasına yalvaranlara, tapanlara sebbedib de cahillikle atılarak Allaha sebbetmelerine sebeb olmayın yani onlara , taptıkları kendilerince hurmet ettikleri şeyleri karıştırarak mesela , «kahrolsun taptığınız veya "dini şöyle böyle" gibi bir sebb-ü şetmile hıtab ederek söverseniz , vicdanlarına , hissiyatlarına basmış olursunuz. Onlar da hiddetlenerek cehaletlerinden dolayı mukabele bilmisil yaptıkları zu'münde bulunarak "bizde sizinkine" diye sizin söylediklerinizi iade eder , ve bunun ona mümasil olmadığını bilmezler ve bu suretle hakkı tecavüz ederek Allaha sebbetmiş olurlar."
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
5 Temmuz 2011 Salı
Enam s.38.Ayetinde Eksik Bırakılmayan Kitap Kur'an mı?
Kur'anda "EL KİTAP" kavramı anlam alanı geniş olan bir kavramdır. Bu kavramın içine Allah cc nin gönderdiği ilahi kitapların haricinde , farz olan müddet, amel defterleri, delil, mektup, Allahın ilmi ( ümmül kitap) vs. gibi geniş bir anlama sahiptir. Biz bu yazımızda Enam s. 38. ayetindeki "eksik bırakılmayan kitap" üzerinde durmak istiyoruz.
Bu ayetin Kur'an bütünlüğü içinde anlaşılmadan bazı münakaşalara alet edildiğini maalesef görmekteyiz. Son yıllarda gündeme gelen "Kur'an merkezli İslam" düşüncesinin bir uzantısı olarak Kur'an harici kaynakları ret düşüncesine dayanak yapılmaya çalışılan bu ayetteki "eksik bırakılmayan kitap" acaba Kur'an mıdır? eğer kur'an değilse kur'an eksik bir Kitap mıdır? bu soruların cevabı konusunda Müslümanlar arasında kısır döngü dediğimiz kabilden sert tartışmaların olduğuna şahit olmaktayız.
Bir kısım Müslümanların hadisi kur'an gibi öncelleyerek " hadisler olmadan Ku'ran anlaşılmaz" söylemine karşılık bir kısım Müslümanlarında enam s. 38. ayetindeki " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" mealindeki ayeti öne sürerek bu ayeti Kur'an olarak anlayarak " bak Kur'anda hiçbir şey eksik değilmiş " şeklindeki itirazlara şahid olmaktayız.
Öncelikle belirtmek isteriz ki bu ayetin kur'an ile alakası olmadığını söylememiz kur'anın eksik bir kitap olduğu ve bu eksikliği hadislerin tamamlayacağı iddiası değildir. Aksine hadisleri kur'ana eşdeğer olarak görmenin Allah'a bir iftira olduğunu bu konu ile ilgili yazılarımızda belirtmeye çalıştık. Enam s. 38. ayetine geçmeden önce kısaca hadisler hakkında bir ön bilgi vermek istiyoruz.
Kur'an haricinde , Resulullah s.a.v den " hadis adı altında gelen bilgilere vermemiz gereken değer konusunda Müslümanlar bir çok fırkaya ayrılıp bu fırkalar etrafında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir.Ancak bizim "hadis" adı altında gelen bilgilerin ne hepsini alıp kabul etmek şeklinde, nede hepsini çöpe atıp toptan ret etmek şeklinde bir anlayıştır.
Kur'an harici bir haberin sahihliğini öğrenmenin en doğru yolu onu yine kur'an arz edip onun doğruluğunu Kur'ana onaylatmaktır. Kur'an ayetlerini bağlamından kopararak "hadislerin tümünü çöpe at " şeklinde bir söyleme alet etmek Müslümana hele hele kur'anı öncelleyerek düşüncesini bu kitaba göre şekillendiren bir Müslümana hiç yakışmaz.
Bizim bazı insanları şuçladığımız, ayetleri bağlamından kopartarak Nisa s. 43. ayetini bektaşi misali " namaza yaklaşmayın " şeklinde okumanın bir bir benzeri olan Enam. s. 38 ayeti acaba bizlere hangi kitabın eksik bırakılmadığını bildirmektedir. Önce bu konu ile ilgili ayet meallerini vererek enam . 38. ayetini anlamaya çalışalım.
-----6.38-Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.
-----6.59- Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
-----10.61- Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır
-----11.6- Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır.
-----13.39- Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır.
-----20.052- Musa: «Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.» dedi.
-----22.70-Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır
-----27.075- Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.
-----22.70- Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır
034.003] [DI] İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.»
-----34.3- İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır
-----35.11- Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Ki
tap'dadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.
-----36.012- Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitabda saymışızdır.
-----43.4- Şüphesiz o, Bizim katımızda Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir Kitap'dır
-----50.4- Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını biliyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitap vardır
-----56.77-8 Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır.
-----57.22- Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.
-----78.029- Biz de herşeyi yazıp saymışızdır.
Yukardaki ayet meallerinden "Kitap " kavramı hiç bir yerde gönderilen ilahi kitaplar anlamına kullanılmamıştır. Bu ayetlerdeki "kitap " kavramı "Allah cc nin ilmi, bilgisi anlamında kullanılmıştır. Buruc s. 22. ayetinde "levhi mahfuz" olarak bildirilen bu kitap bildiğimiz kitap kavramına teşbih edilerek Allahın ilminden hiçbirşeyin gizli kalmadığı ,Allah cc nin hiç bir şeyi unutmadığının hatırlatılması anlamlarında kullanlan bir kavramdır.
Kur'an merkezli düşünmek demek Kur'an ayetlerinin bağlamlarını anlayarak , bir kavramın hangi ayette nasıl kullanıldığını bilerek, bir meseleyi kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamak olmalıdır. Kur'anı, bütünlük içinde değilde kendi ön kabullerimizi kur'ana tasdik amaçlı bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman bunu yapmakla suçladığımız başka kişilerin durumuna düşmekten kurtulamayız.
Sonuç olarak; Enam s. 38. ayetini sadece " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" kısmını okuyup ayetin tamamını ve kur'andaki diğer ilgili ayetleri okumadan " bak kur'anda hiç bir şey eksik değilmiş" şeklinde bir anlayış "Kur'an merkezli düşünce" sahibi kişilere yakışan bir tutum değildir. Bu ayetin bu şekilde olmadığını düşünmek "kur'anın eksik olduğu bu eksikliği hadislerin tamamladığı iddiasında bulunmak değildir.
Aksine kur'anı bize hidayet , şifa, rahmet kaynağı olarak Allah cc bu kur'anda hidayet için gerekli her şey mevcuttur. Kur'anı anlamaya aday olan bir Müslüman için olmazsa olmazlardan birisi şudur ki , kur'anı bir bütünlük içinde okumak,ayetlerin birbiri ile olan bağlantısını kavramak, ön kabulleri kafadan atmak, bir kelimenin lügat anlamında mı yoksa ıstılahi anlamda mı kullanıldığını iyi anlamaktır. Bunları göz ardı ederek yapılan bir okuma yukarıda örneğini verdiğimiz Enam s. 38 ayetini yanlış anlayarak bizlerin, bazı ayetleri ön kabullerimize kurban ederek okumaya sebeb olur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Bu ayetin Kur'an bütünlüğü içinde anlaşılmadan bazı münakaşalara alet edildiğini maalesef görmekteyiz. Son yıllarda gündeme gelen "Kur'an merkezli İslam" düşüncesinin bir uzantısı olarak Kur'an harici kaynakları ret düşüncesine dayanak yapılmaya çalışılan bu ayetteki "eksik bırakılmayan kitap" acaba Kur'an mıdır? eğer kur'an değilse kur'an eksik bir Kitap mıdır? bu soruların cevabı konusunda Müslümanlar arasında kısır döngü dediğimiz kabilden sert tartışmaların olduğuna şahit olmaktayız.
Bir kısım Müslümanların hadisi kur'an gibi öncelleyerek " hadisler olmadan Ku'ran anlaşılmaz" söylemine karşılık bir kısım Müslümanlarında enam s. 38. ayetindeki " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" mealindeki ayeti öne sürerek bu ayeti Kur'an olarak anlayarak " bak Kur'anda hiçbir şey eksik değilmiş " şeklindeki itirazlara şahid olmaktayız.
Öncelikle belirtmek isteriz ki bu ayetin kur'an ile alakası olmadığını söylememiz kur'anın eksik bir kitap olduğu ve bu eksikliği hadislerin tamamlayacağı iddiası değildir. Aksine hadisleri kur'ana eşdeğer olarak görmenin Allah'a bir iftira olduğunu bu konu ile ilgili yazılarımızda belirtmeye çalıştık. Enam s. 38. ayetine geçmeden önce kısaca hadisler hakkında bir ön bilgi vermek istiyoruz.
Kur'an haricinde , Resulullah s.a.v den " hadis adı altında gelen bilgilere vermemiz gereken değer konusunda Müslümanlar bir çok fırkaya ayrılıp bu fırkalar etrafında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir.Ancak bizim "hadis" adı altında gelen bilgilerin ne hepsini alıp kabul etmek şeklinde, nede hepsini çöpe atıp toptan ret etmek şeklinde bir anlayıştır.
Kur'an harici bir haberin sahihliğini öğrenmenin en doğru yolu onu yine kur'an arz edip onun doğruluğunu Kur'ana onaylatmaktır. Kur'an ayetlerini bağlamından kopararak "hadislerin tümünü çöpe at " şeklinde bir söyleme alet etmek Müslümana hele hele kur'anı öncelleyerek düşüncesini bu kitaba göre şekillendiren bir Müslümana hiç yakışmaz.
Bizim bazı insanları şuçladığımız, ayetleri bağlamından kopartarak Nisa s. 43. ayetini bektaşi misali " namaza yaklaşmayın " şeklinde okumanın bir bir benzeri olan Enam. s. 38 ayeti acaba bizlere hangi kitabın eksik bırakılmadığını bildirmektedir. Önce bu konu ile ilgili ayet meallerini vererek enam . 38. ayetini anlamaya çalışalım.
-----6.38-Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.
-----6.59- Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
-----10.61- Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır
-----11.6- Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır.
-----13.39- Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır.
-----20.052- Musa: «Onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.» dedi.
-----22.70-Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır
-----27.075- Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.
-----22.70- Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır
034.003] [DI] İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.»
-----34.3- İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır
-----35.11- Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Ki
tap'dadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.
-----36.012- Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitabda saymışızdır.
-----43.4- Şüphesiz o, Bizim katımızda Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir Kitap'dır
-----50.4- Onlardan kimlerin ölüp toprağa karıştığını biliyoruz. Katımızda her şeyi unutulmaktan koruyan bir kitap vardır
-----56.77-8 Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır.
-----57.22- Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.
-----78.029- Biz de herşeyi yazıp saymışızdır.
Yukardaki ayet meallerinden "Kitap " kavramı hiç bir yerde gönderilen ilahi kitaplar anlamına kullanılmamıştır. Bu ayetlerdeki "kitap " kavramı "Allah cc nin ilmi, bilgisi anlamında kullanılmıştır. Buruc s. 22. ayetinde "levhi mahfuz" olarak bildirilen bu kitap bildiğimiz kitap kavramına teşbih edilerek Allahın ilminden hiçbirşeyin gizli kalmadığı ,Allah cc nin hiç bir şeyi unutmadığının hatırlatılması anlamlarında kullanlan bir kavramdır.
Kur'an merkezli düşünmek demek Kur'an ayetlerinin bağlamlarını anlayarak , bir kavramın hangi ayette nasıl kullanıldığını bilerek, bir meseleyi kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamak olmalıdır. Kur'anı, bütünlük içinde değilde kendi ön kabullerimizi kur'ana tasdik amaçlı bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman bunu yapmakla suçladığımız başka kişilerin durumuna düşmekten kurtulamayız.
Sonuç olarak; Enam s. 38. ayetini sadece " biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" kısmını okuyup ayetin tamamını ve kur'andaki diğer ilgili ayetleri okumadan " bak kur'anda hiç bir şey eksik değilmiş" şeklinde bir anlayış "Kur'an merkezli düşünce" sahibi kişilere yakışan bir tutum değildir. Bu ayetin bu şekilde olmadığını düşünmek "kur'anın eksik olduğu bu eksikliği hadislerin tamamladığı iddiasında bulunmak değildir.
Aksine kur'anı bize hidayet , şifa, rahmet kaynağı olarak Allah cc bu kur'anda hidayet için gerekli her şey mevcuttur. Kur'anı anlamaya aday olan bir Müslüman için olmazsa olmazlardan birisi şudur ki , kur'anı bir bütünlük içinde okumak,ayetlerin birbiri ile olan bağlantısını kavramak, ön kabulleri kafadan atmak, bir kelimenin lügat anlamında mı yoksa ıstılahi anlamda mı kullanıldığını iyi anlamaktır. Bunları göz ardı ederek yapılan bir okuma yukarıda örneğini verdiğimiz Enam s. 38 ayetini yanlış anlayarak bizlerin, bazı ayetleri ön kabullerimize kurban ederek okumaya sebeb olur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)