mülahaza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mülahaza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Bakara s. 233. Ayetinde Geçen " izâ sellemtüm mâ âteytüm bil ma’rûfi" Cümlesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Bakara s. 233. ayeti içinde geçen "iza sellemtüm ma ateytüm bil marufi" cümlesinin çevirisini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, bu cümlenin çevirisinin iki farklı şekilde meallere yansıdığını görecek, ve hangi çevirinin daha doğru konusunda tereddüte düşecektir. Yazımızda bu cümleye yapılan farklı çevirilerden hangisinin daha doğru olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili cümlenin iki farklı çevirisi şu şekilde yapılmaktadır:

وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ

1- Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh yoktur.

2-Eğer çocuğunuzu süt annelere emanet etmeye karar verirseniz, teslim edeceğiniz çocuğun emniyetini uygun bir şekilde sağlamanız şartıyla size bir günah yüklenmez.

1. guruptaki çevirilerin anlamı, çocuğu emzirecek olan süt anneye çocuk için vereceği bu hizmete karşılık bir ücret ödenmesi ile ilgili iken, 2. guruba dahil olan çevirilerin anlamı, süt anneye teslim edilecek olan çocuğun güvenliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu iki farklı çevirinin sebebini araştırdığımızda ayet ile ilgili kıraat farklılıkları karşımıza çıkmakta, cümle içinde geçen bir kelimenin farklı okuyuşları bu anlam farklılığını doğurmaktadır. Kıraat farklılıkları ile ilgili görüşleri merak edenler, Zemahşeri, Razi, Kurtubi, Taberi gibi müfessirlerin bu ayet ile ilgili olarak yaptıkları tefsirlere bakabilirler. 

Biz ayet içi bütünlüğe dikkat ederek farklı çevirilerin hangisinin daha isabetli olabileceği yönündeki kanaatimizi paylaşacağız. Ayet içindeki şu cümle, bu konuda bize yardımcı olacaktır.

وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir.

Bu cümle eşinden ayrılan emzirme çağında çocuğu olan bir kadının, bu çocuğu emzirme süresince kendisi ve çocuğun maddi ihtiyaçlarının baba tarafından karşılanması gerektiğini beyan etmektedir. Her iki cümle içinde geçen بِالْمَعْرُوفِ kelimesi ortak payda olarak alınmak sureti ile, konumuz olan cümlenin hangi çevirisinin daha uygun olabileceğini bulmak mümkündür.

Emziren anne ve emzirilen çocuğun maddi ihtiyaçlarının karşılanması maruf ölçülerde babaya ait ise, çocuğu kendi annesinin emzirmemesi nedeniyle süt anneye verilmesi neticesinde, çocuğu emzirecek olan süt annenin maddi ihtiyaçlarının karşılanması da yine maruf ölçülerde süt anneye verilen çocuğun babasına ait olmalıdır. Konumuz olan cümlenin böyle bir durumu beyan etmiş olması, kanaatimizce daha makuldür. 

Dolayısı ile konumuz olan cümlenin iki farklı çevirisinden daha isabetli olanı kanaatimizce, 1. şıktaki şekilde yapılan çevirilerdir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, isabetli olmadığını düşündüğümüz 2. şıktaki çevirinin yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmediğimizdir.

Buna göre Bakara s. 233. ayetinin tamamının çevirisi şu şekilde olmalıdır:

Bakara s. 233- (Boşanmış) Anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Onların uygun bir şekilde yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etmek, emzirdikleri çocuğun babasına aittir. Hiç bir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklenmez. Anne ve baba çocuğu yüzünden zarara uğratılmasın. (Çocuğun babası ölecek olursa annenin ihtiyaçlarını karşılamak) aynı şekilde mirasçıların üzerine vazifedir. Eğer anne ve baba karşılıklı rıza ile yaptıkları istişare sonucunda, çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, anne ve babaya herhangi bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt annelerine) emzirtmek isterseniz, emzirme ücretini uygun ölçüler dahilinde verdiğiniz takdirde, size bir günah yoktur. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

22 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 232. Ayetine Verilen Çelişkili Mealler Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı, Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, Bakara s. 232. ayetini karşılaştırmalı okuduğunda, karşısına bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı mealler çıkacak, haklı olarak bu meallerden hangisinin doğru olduğu konusunda karar vermekte zorlanacaktır. Yazımızda bu ayet ile ilgili yapılan mealleri ele almaya, hangi mealin daha doğru olduğu konusundaki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bakara s. 232. ayetinin Arapça metni şu şekildedir:

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Bakara s. 232. ayeti, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta, eşlerini boşamış olan erkeklerin, boşadığı eşlerinin yeniden bir başka erkekle evlenmeleri hususunda, onlara mani olmamalarını emretmektedir.

Fakat bu ayet ile ilgili yapılan bazı meallere baktığımızda bu durumu yansıtmadıklarını görmekteyiz. Erişme imkanı bulduğumuz mealleri 1- Anlamı tam olarak yansıtamamış, 2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış, 3- Anlamı doğru olarak yansıtmış mealler başlığı altında, 3 bölümde incelemeye çalışacağız.

                                       1- Anlamı tam olarak yansıtamayan mealler.

---Abdulbaki Gölpınarlı: 
Kadınları boşadınız da zamanlarını geçirdiler mi aralarında güzellikle uzlaşırlarsa kocalarına varmalarına engel olmayın. Bu, içinizde Allah’a ve son güne inananlara verilmiş bir öğüttür. Bu, sizin için daha hayırlıdır, daha temiz bir iştir. Siz bilmezsiniz ama Allah bilir.

---Abdullah Parlıyan: 
Ve eşlerinizi boşadığınızda, bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan, herbiriniz için bir uyarıdır. Bu sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin--Ali Bulaç: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.

---Bekir Sadak: 
Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ermişse, kocaları ile birbirleriyle güzellikle anlaşmışlarsa evlenmelerine engel olmayın. İçinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse bundan ibret alır. Bu sizin için daha nezih ve daha paktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Celal Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda şer’î bekleme süresi sona erince aralarında örfe uygun iyilik ölçüleri içinde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bununla sizden Allah’a ve Âhiret gününe inananlara öğüt veriliyor. Bu sizin için daha uygun ve daha pâk ve nezîhtir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Edip Yüksel: 
Boşanan kadınlar bekleme sürelerini bitirdikten sonra, kocalarıyla güzellikle anlaştıkları taktirde o kadınların tekrar evlenmelerine engel olmayın. İçinizden ALLAH’a ve ahiret gününü onaylayan kimseler bundan öğüt alır. Bu sizin için daha arı ve daha sağlıklıdır. Siz bilmeseniz de ALLAH bilir.

---Elmalılı Hamdi Yazır: 
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

---Gültekin Onan: 
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini (ecele) de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Tanrı’ya ve ahiret gününe inananlara bununla (böyle) öğüt verilir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Tanrı bilir de siz bilmezsiniz.

---Harun Yıldırım: 
Kadınları boşadığınızda iddetlerinin sonuna ulaştıklarında aralarında örfe uygun olarak anlaştıkları takdirde artık onları kocalarıyla nikahlanmaktan alıkoymayın! İşte bu içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere kendisiyle verilen bir öğüttür. İşte bu, sizin için daha faydalı ve daha temizleyicidir. Şüphesiz Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.

---Hasan Basri Çantay: 
Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru’ bir suretde anlaşdıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın, işte içinizden Allaha ve âhiret gününe îmân etmekde olan (lar) a bununla öğüd veriliyor. Bu sizin için daha fazıyletli ve daha temizdir. (Ondaki maslahatı) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Kadri Çelik: 
Kadınları boşadığınızda, böylece bekleme müddetlerini (iddetlerini) tamamladıkları zaman, kendi aralarında güzellikle anlaşmaları durumunda, evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Şaban Piriş: 
Kadınları boşadığınız vakit, onlar da bekleme sürelerini bitirince aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde, kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere, bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha faydalı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

---Ümit Şimşek: 
Kadınları boşadığınız zaman, iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru şekilde anlaşacak olurlarsa kocalarına dönmelerine engel olmayın. Sizden Allah'a ve âhiret gününe inanmış olanlara verilen öğüt işte budur. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temiz bir iştir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki, ayetin çevirisi ile ilgili  problem olarak gördüğümüz kısım, ayetin وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesidir, ve bu cümle yukarıdaki meal örneklerinde "Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın." şeklinde çevrilmektedir. Yukarıda verdiğimiz meallerde gramer yönünden herhangi bir çeviri hatası bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayetin bu şekilde yapılan bir çevirisi, okuyucu tarafından net bir şekilde anlaşılmayacaktır şöyle ki:

Dikkat edileceği üzere ayet, eşlerini boşayan erkekleri muhatap almakta ve onlara seslenerek, eşlerini boşamış olan erkeklere, boşadıkları eşleri tekrar evlenmek istedikleri zaman, onlara engel olmamalarını emretmektedir.

Buradaki asıl önemli nokta, eşleri tarafından boşanmış olan kadınların, evlenecekleri erkeklerin eski eşleri mi, yoksa başka erkekler mi olduğudur. Ayet içinde bu durum biraz kapalı şekilde,  أَزْوَاجَهُنَّ kelimesi ile ifade edildiği, ve bu kelime ayet içinde "kadınların kocalarına" anlamına geldiği için, yukarıdaki örnek mealler anlamı daha açık ve net olarak yansıtmaktan kaçınarak, motamot bir çeviri yaparak yanlış bir çeviri yapmış olmaktan kurtulmuş olmalarına karşın, anlamı tam olarak yansıtamama durumuna düşmüşlerdir. Çünkü böyle bir çeviri, okuyucu tarafından boşanan kadınların evlenecekleri erkeklerin kimler olduğu sorusunun sorulmasına sebep olmakta, ve bu sorunun cevabı ayet içinde bulunamamaktadır.

                                    2- Anlamı yanlış olarak yansıtmış olan mealler.


Bu gurupta vereceğimiz mealler, Bakara s. 232. ayetinin anlamını yanlış olarak yansıtan meallerdir. 

---Adem Uğur: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Bayraktar Bayraklı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayınız! İşte bununla, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız, kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---Cemal Külünkoğlu: 
Kadınları boşayıp da bekleme sürelerini doldurdukları zaman eğer daha önceki kocaları ile örfe uygun (meşru) bir biçimde anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın! Bununla içinizden Allah`a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah (neyin sizin için hayırlı olacağını) bilir, siz bilmezsiniz. 

---Diyanet İşleri: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Diyanet Vakfı: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Sadık Türkmen: 
Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında örfe uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, (eski) eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel çıkarmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

---Süleyman Ateş: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski) kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.

---Yaşar Nuri Öztürk: 
Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah’a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz. 

---Ali Fikri Yavuz: 
Kadınları (Ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

---Hayrat Neşriyat: 
Hem kadınları (ric`î, dönüşü mümkün bir boşama ile) boşadığınızda, bekleme müddetlerini de bitirdiklerinde, artık aralarında meşrû` olarak anlaştıkları takdirde, bu durumda kocalarıyla (tekrar) evlenirler diye onlara mâni` olmayın! Bu, içinizden Allah`a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere, kendisiyle nasîhat olunan(bir e mir)dir. Bu, sizin için daha hayırlı ve da ha temizdir. Çünki (sizin için neyin daha hayırlı olduğunu, ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz.


---Ömer Nasuhi Bilmen: 
Ve kadınları boşadığınızda, onlar da iddetlerini sonuna erdirince onların kendi aralarında maruf veçhile karşılıklı rızayla kocaları ile tekrar evlenmelerine mani olmayınız. Sizden Allah’a ve Ahiret gününe inanmış olanlara işte bununla öğüt verilir. Bu husus sizin için daha faydalı ve daha temizdir ve Allah Teâlâ bilir, siz bilmezsiniz. 


---Suat Yıldırım: 
Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın. Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bu ayetlerle öğüt verilir. Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

Bu guruptaki meallere baktığımızda bu meallerin ortak paydaları, ilgili cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermiş olmalarıdır. Bu şekil bir anlam maalesef doğru bir anlam değildir. Şöyle ki:

Ayetin muhatabı, bilindiği gibi eşlerini boşamış olan erkeklerdir. Muhatabın, eşlerini boşayan erkekler olduğu bir cümleye "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın." şeklinde bir anlam vermek çelişkili bir anlamdır. Çünkü ayet hem eski kocaya hitap edecek, hem de eski kocaya hitaben "onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın."  yani "Sizinle evlenmelerine engel olmayın" diyecek, bu anlamın kabul edilebilir olmaktan uzak olduğu aşikardır.

Bu şekil hatalı bir meal verme gerekçelerinden bir tanesi de, ayetin boşanmış olan kadının velisine hitap ettiği düşüncesidir ki, Ali Fikri Yavuz tarafından yapılan mealde, bu anlayışı görmekteyiz. Ayet içinde "Ey veliler" şeklinde anlam verilecek herhangi bir ibare bulunmamasına rağmen, maalesef bu ibare ayet içinde var gibi parantez dahi açılmadan konulmuştur. 

Ayetin boşanan kadınların velisine hitap ettiği düşüncesi, maalesef mezhebi kaygılardan dolayı ortaya çıkmıştır. Yani ayet mezhebi görüşler doğrultusunda çevrilmeye çalışılmıştır, yani mezheplerin bu konuda sahip olduğu görüşleri, ayete söyletmek adına böyle bir çeviri yapılmış, yapılan bu iş ise ancak "Kitaba uymak değil, kitabına uydurmak" deyimi ile ifade edilebilir. 

Çünkü ayet içindeki طَلَّقْتُمُ ve فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ  kelimelerinin muhatabı, eşlerini boşayan erkekler olup, boşanan kadınların velisi olarak anlamlandırılabilecek olan herhangi bir kelime ayet içinde yoktur. Suat Yıldırım tarafından yapılmış olan meal, bu garip durumu en net bir şekilde ortaya koyan bir meal örneğidir.

                                    3. Anlamı doğru olarak yansıtan mealler.

Bu gurupta vereceğimiz meal örnekleri, Bakara s. 232. ayetinin anlamını doğru olarak yansıtan meallerdir. 

---Ahmet Varol: 
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerini tamamlarlarsa, aralarında iyilik üzere anlaşmaları durumunda (kendileriyle evlenmeye niyetlendikleri) eşleriyle nikahlanmalarını engellemeye çalışmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edene öğüt verilmektedir. Bu sizin için daha elverişli ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

---İlyas Yorulmaz: 
Kadınlarınızı boşadığınız ve bekleme süreleri dolduğu zaman, başka erkeklerle evlenmek için örfe uygun aralarında anlaşırlarsa, onların evlenmelerine engel olmayın. Sizden Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler için verilen öğüt budur. Böylece sizin için en temiz ve en güzel yolda budur. Allah bilir, siz bilemezsiniz. 

Muhammed Esed:
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 
---Muhammed Esed: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları taktirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan her biriniz için uyarıdır; bu, sizin için en erdemli ve en temiz (yol)dur. Allah her şeyi aslıyla bilir, ama siz bilmezsiniz. 


---Mustafa İslamoğlu: 
Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, aralarında münasip bir biçimde anlaştıkları takdirde, eş(namzet)leriyle evlenmelerine engel çıkarmayın! Bu, içinizden Allah`a ve ahiret gününe inanan herkese bir uyarıdır; işte bu sizin için en yararlı ve en temiz olandır. Allah her şeyi bilir ve fakat siz bilemezsiniz. 


---Erhan Aktaş: 
Boşadığınız kadınlar, bekleme sürelerini tamamlayınca; aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde; onların eşleriyle1 evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenlere yapılan bir öğüttür. Bu sizin için daha iffetli, daha temiz bir yoldur. Allah bilir, siz bilmezsiniz. 

1- Evlenmeye karar verdikleri kimselerle. Bu kimseler, boşanılan kimseler yani eski eşler değil, evlenmeye uygun görülen kimselerdir.

---Süleymaniye Vakfı Meali:
Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlarsa, koca adaylarıyla[1*] marufa uygun olarak anlaştıkları taktirde evlenmelerine engel olmayın[2*]. Bu, içinizden Allah'a ve Ahiret gününe inananlara verilen öğüttür. Sizin için iyi ve temiz[3*] olan budur. Bunları bilen Allah'tır siz bilemezsiniz.

[1*] Kadın kocasıyla zaten evli olacağı için ayetteki eşleri ifade mecazdır, koca adayı anlamında kullanılmıştır. 

[2*] Kadın eşini kendi seçer. Yaptığı seçim sadece marufa uygunluk açısından denetlenir. 


[3*] Buradaki kelimelere ism-i tafdil anlamı uygun olmadığı için sıfat-ı müşebbehe anlamı verilmiştir.


Bu guruptaki mealler, erkeğin boşadığı kadının bir başka erkekle evlenmek istediğinde, eski eşin ona engel olmaması gerektiği yönünde yapılmış, ve anlamı doğru olarak yansıtmaktadır. Erhan Aktaş ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çeviride, dipnot ile bu durumun izah edilmiş olması, okuyucu tarafından ayetin daha net ve doğru şekilde anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.

Mealleri karşılaştırmalı olarak vermemizin amacı, bir ayeti mezhebi ön kabul ile çevirmek ile, herhangi bir ön kabul olmadan çevirmenin farkını göstermektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

Ali Bulaç:
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsin

23 Mart 2018 Cuma

Bakara s. 134 ve 141. Ayetlerinin Çevirileri Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı ayetlerin metne sadık kalmak adına yapılan çevirileri, maalesef bir takım anlama sorunlarına yol açabilmesinden ötürü, genel olarak Kur'an'ın tamamı için böyle bir yönteme sıcak bakmamış olsak da, çevirinin anlam yorum tarzında yapılması, meal okuyucusu için o ayetin anlaşılır olmasını sağlayacaktır.

Nuzül dönemi insanının konuştuğu dile göre inmiş olan bir kitap içinde ayet ve kelimeler, o gün insanı çerçevesinde anlama yönünden herhangi bir problem teşkil etmemesine rağmen, ilerleyen zamanlarda kitabı sadece metinden okuyarak anlamak durumunda olan bizler, okuduğumuz ayeti anlamakta bir takım güçlüklerle karşılaşabiliriz. Ortaya çıkan bu güçlüklerin izalesi ise, ayetin siyak sibakı ve o günkü ilk muhataplara ne demek istemiş olabileceği dikkate alınması yolu ile mümkün olabilir.

Bakara s. 134 ve 141. ayetlerinin çevirileri, metne bağlı yapıldığında anlaşılması güçleşen ayetlerdendir.

تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ ۖ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْ ۖ وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Bu ayetlerin ikisi de metin olarak aynı olup, çevirileri şu şekilde yapılmaktadır:

Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz.

Ayetlerin bu şekilde yapılan çevirilerinde herhangi bir hata olduğunu iddia etmemekle birlikte, وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesine verilen"Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz" şeklinde bir meal, kafalarda bazı soru işaretlerine sebep olabilecektir. Şöyle ki:

Bizim kullandığımız anlamda sorumlu olmak demek, bir kimsenin işlemiş olduğu herhangi bir eylemden ötürü bir başkasının da suçlu bulunması ve o suça o kişinin de ortak olması anlamındadır. Bu anlamı göz önünde bulunduran bir meal okuyucusu haklı olarak, "Onlar ile ifade edilen kimseler önceki ayetlerde adı geçen elçilerdir, onlar ne gibi bir suç işlemiş olabilir ki sonrakiler o suçtan sorumlu olmasın?" şeklinde bir soru sorabilecektir.

Ayetlerde  "Onlar" olarak bahsedilenlerin kim oldukları önceki ayetlerden anlaşılmaktadır.

[002.130] Benliğini aşağılığa mahkûm edenler dışında İbrahim'in dininden kim yüz çevirir. Andolsun ki, biz onu dünyada seçkinlerden kıldık. O Ahirette de salihler arasındadır.
[002.131] Rabbi ona: «Teslim ol» deyince (o:) «Alemlerin Rabbine teslim oldum» demişti.
[002.132]  İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. Ya'kub da: Ey oğullarım, Allah sizin için dinini seçti. Onun için siz de yalnız Müslüman olarak can verin, dedi.
[002.133]  Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.

[002.140] Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Ayetinüçüncü ve son cümlesine verilecek olan anlam ayetin ilk iki cümlesi olan, "Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir." cümlesi ile uyum arz etmesi gerekmektedir.

Bu iki cümlede dikkat çekilen şey, kimsenin kendisinden önce yaşamış olan kimselerin yaptığı iyi amelleri sahiplenerek onlardan kendisini de pay çıkarmaya kalkmamasıdır. Geçmiştekilerin yaptığı iyi amellerin, hesap gününde bizlere herhangi bir fayda getirmeyeceği, fayda getirecek şeyin kendimizin yapmış olduğu hayırlı ameller olduğu vurgusu yapılmaktadır. Bugün bile bazı kimselerin dilinden düşürmediği, "Benim babam hacı, amcam hoca, dedelerim seyyid" gibi kendisini ahirette temize çıkaracağına inanılan sözlerin boş sözler olduğu da hatırlatılmaktadır.

Yahudi ve Hristiyanların ayetlerde adı geçen elçilerin kendilerinin sahip olduğu inanca sahip olduklarını iddia ettikleri, ayetlerin siyak ve sibakından anlaşılmaktadır. Fakat yine aynı kitap içindeki bazı ayetler Yahudi ve Hristiyanların sahip oldukları mevcut inançlarının, sahiplendikleri elçiler ile uzaktan yakından alakası olmadığını da bildirmektedir.

Bakara s. 134. ve 141. ayetlerin bu arka plan dikkate alınarak okunması, bizi ayetler hakkında daha sağlıklı bir sonuca götürecektir.

Bakara s. 134. ve 141. ayetleri, Yahudi ve Hristiyanlara hitap ederek onların yani elçilerin, dünya hayatlarında imtihanlarını tamamladıklarını, yaşadıkları hayat içinde yapmış oldukları amellerin sadece kendilerine fayda vereceğini, Yahudi ve Hristiyanların  başka kimselerin kazandıklarından herhangi bir pay sahibi olamayacaklarını, sahip olacakları payın sadece kendi amelleri olduğu bildirilmektedir.

Ayetlerin son cümlesi olan, "Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz" şeklinde çevrilen cümleye gelince: Cümle içinde geçen sorumlu olmak ifadesi, aynı zamanda pay sahibi olmayı da çağrıştırmaktadır. Yani birisinin yaptığı işten bir başkasının sorumlu olması demek, o kişinin de o işten gelecek olan karşılıktan bir pay sahibi olması demektir.

Bu noktayı dikkate alarak son cümleye, "Onların yapmış olduğu amellerden siz herhangi bir pay sahibi olmayacaksınız şeklinde bir anlam vermek, sanırım yanlış olmayacaktır.

Hasan Elik tarafından Tevhit Mesajı adındaki Kur'an çevirisinde ilgili ayetler şu şekilde anlamlandırılmaktadır:

Ey ataları ile övünen fakat onların tevhit çizgisinden uzaklaşan Medine Yahudileri! işte bunlar geçmişte tevhit inancına bağlı olan kimselerdi. Onların erdemleri kendilerine ait olup, size bir şey kazandırmaz. Size ancak kendi erdemleriniz bir şey kazandırır. Nasıl ki onların hatalarından sorumlu değilseniz, onların faziletlerini de üstlenmezsiniz.

Bakara s. 134. ve 141. ayetlerine verilebilecek makul bir meal önerimiz ise şöyledir:

"Onlar bir topluluktu geldi geçti. Onların kazandıkları sadece kendileri içindir, sizin kazandıklarınız da sadece kendiniz içindir. Siz onların yapmış oldukları amellerden (hesap gününde) herhangi bir pay sahibi olmayacaksınız."

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Şubat 2018 Pazar

Bakara s. 85. Ayetinde Geçen "Ve in ye'tiküm üsera tüfadühum" Cümlesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Arap dilinden bir başka dile yapılan çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi, orjinal metne sadık kalarak yapılan lafzi bir çevirinin, okuyucu tarafından anlaşılamaz oluşudur. Çevirmen bütün iyi niyetini kullanarak herhangi bir tahrife imza atmamış olmayı amaçlamakta, fakat onun bu iyi niyeti maalesef çevirdiği ayet hakkında bazı istifhamların doğmasına yol açmaktadır. 

Bu duruma örnek olarak, Bakara s. 85. ayetinde geçen bir cümlenin çevirilerini verebiliriz. 

Ayetin Arapça metni:

ثُمَّ أَنْتُمْ هَٰؤُلَاءِ تَقْتُلُونَ أَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَىٰ تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ ۚ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ ۚ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَٰلِكَ مِنْكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَىٰ أَشَدِّ الْعَذَابِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

[002.085] [DI] Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Ayet içinde çeviri problemi olarak düşündüğümüz kısım, وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَىٰ تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ cümlesidir. Bu cümle genellikle şu şekilde çevrilmektedir.

"Onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz."

"Ve şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeğe kalkıyorsunuz, halbuki çıkarılmaları üzerinize haram kılınmış idi"

"Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz. Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı"

Cümlenin bu şekildeki çevirilerinde, gramer kuralları açısından herhangi bir hata olduğunu iddia etmek güçtür, ancak okuyucunun böyle bir çeviri karşısında kafasının allak bullak olmaması içten değildir.

Çünkü savaşın fıtratında bir asker düşman tarafına esir düştüğünde, o esirin kurtarılması için fidye verecek olan taraf onu esir alan düşman tarafı değil, askerin kendi tarafıdır. Halbuki ayetin çevirisinden fidye veren tarafın, o askeri esir alan taraf olduğu anlaşılmaktadır.

Ayetin harfi çevirisine sadık kalmak isteyenlerin yol açtıkları bu durumun izalesi için, öncelikle savaşın gerçeklerinin dikkate alınması, ondan sonra bu ayete ona göre bir anlam verilmesi zorunluluğu olduğu muhakkaktır.

Bu cümle çevrilirken öncelikle savaşın gerçekleri göz önüne alınmalı, esir düşülmesi halinde fidyeyi hangi tarafın vermesi gerektiği dikkate alınmalıdır. Fidyenin hangi tarafın vereceği bilindikten sonra ayete verilecek anlam daha net olarak ortaya çıkacaktır. Ayet içinde geçen  تُفَادُوهُمْ kelimesi, karşılıklı olarak bir iş yapmayı ifade etmektedir. Yani ortada fidye alan ve fidye veren birileri olduğunu göstermektedir. Kelimeye verilecek anlamın bu durumu ifade edecek bir şekilde çevrilmesi gerekmektedir.

وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَىٰ Eğer size (savaşta) esir düşmüş olarak gelirlerse.
تُفَادُوهُمْ (serbest bırakmak için) onlardan fidye talep ediyorsunuz.
وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ Halbuki onları yurtlarından çıkarmanız (bu suretle onları esir ederek fidye vermek zorunda bırakmanız) haram kılınmıştı.

Bakara s. 85. ayetinin, surenin İsrailoğulları ile ilgili ayetlerinin bağlamına dahil olduğunu hatırlattıktan sonra, bir önceki 84. ayette onlara birbirlerini yerinden yurdundan etmemelerinin emredildiğini, yani bu fiilin onlara Haram kılındığını öğrenmekteyiz.

Yani İsrailoğullarının güçlü olan bir kısmı, güçsüz olan diğer kısmı ile haklı bir gerekçesi olmadan savaşıyor, ve güçsüz olanları yurtlarından çıkarmak sureti ile kendilerine haram kılınan bir fiili işliyor, bunun neticesinde o insanlardan bir kısmını esir alıyor, ve bu esirleri serbest bırakmak için onlardan fidye talep ediyor.

Allah (c.c) bu fiili işleyenlere zımnen, "Size onları yurtlarından çıkarmayı haram ettiğim halde, bu haramı hem çiğniyor, hem de onları esir alarak fidye talep etmekle hakkınız olmayan bir istekte bulunuyorsunuz" demektedir. 

Bundan sonra ayetin devam eden  أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ (yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?) cümlesini anlayabilmek daha kolay olacaktır. Çünkü bu cümle, yine çevirilerde ayet içi bağlama dikkat edilmeden çevrilmekte, dolayısı ile cümle biraz havada kalmaktadır.

Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek ne demektir?.

Allah (c.c) nin insanlara yaşamlarını düzenlemeleri için elçileri aracılığı ile indirdiği bilgilerin en geniş kapsamlı ismi EL KİTAP tır. Bu kelime şemsiye bir terim olup, Tevrat, İncil Zebur, Kur'an gibi bildiğimiz ve bilmediğimiz özel isimlere sahip olan kitapların hepsinin ortak ismi El Kitap tır.

Allah (c.c) nin İsrailoğullarına El Kitap'ta "Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" şeklinde bir emir verdiğini, bu onların bu emri tutacaklarına dair söz verdiklerini yine Kur'an'dan öğrenmekteyiz.

Savaş, bir insanlık gerçeği olarak binlerce yıldır insanların birbirinin kanını dökmelerine vesile olan, kıyamete kadar da varlığını sürdürecek bir yöntemdir. Yalnız bu yöntemin haklı olabilmesi için, Allah'ın izin verdiği meşru sınırların gözetilmesi zarureti vardır. Kendi yanlarından çıkardıkları sudan bahanelerle, savaş sebepleri üreterek, insanların kanını dökmeye, onları yurtlarından çıkarmaya, kimsenin hakkı yoktur.

Fidye olarak bildiğimiz ve Kurtulma bedeli anlamına gelen kelime, Allah'ın El Kitap'ta meşru olarak yapılmış savaşlar için geçerli olmak üzere, o savaşın galiplerine tanıdığı ve helal kıldığı bir bedel olarak, binlerce yıldır süregelen kadim bir uygulamadır.

Şayet, "Fidye'nin kadim ve helal bir uygulama olduğunun delili nedir?" diye sorulacak olursa, Enfal s. 68. ayetini delil olarak gösterebiliriz. Bedir savaşında düşmanı iyice sindirmeden esir alan ve onlardan salıverme karşılığı olarak fidye alan Muhammed (a.s) ın yaptığı bu uygulamanın yanlış olduğunu, Enfal s. 67. ayetinden öğrenmekteyiz. 

Bir sonraki 68. ayette, "Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı(kitabun minallahi), aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi" buyurulmuş olması, fidye almanın geçmişten gelen bir uygulama olduğunu da göstermektedir.

Bunlardan sonra İsrailoğullarının kitabın bir kısmına inanmalarının ne anlama gelebileceği de anlaşılacaktır.

Kitabın bir kısmına inanmaları, kitabın onlara fidye almayı helal kılmış olmasına inanmaları anlamındadır. İsrailoğulları yurtlarından çıkararak esir ettiği insanları fidye karşılığı salıvermekte, talep ettikleri bu fidyeyi ise kendilerine iman ettikleri kitabın verdiği bir hak olarak görüyorlardı.

Fakat göz ardı ettikleri bir şey vardı ki, onların esirlerden aldıkları bu fidye, meşru bir gerekçeye dayanmadan yaptıkları savaşın bir sonucu alınmakta, ve Allah (c.c) onlara bu şekil bir savaşı Haram kılmıştı. Haksız yere açılan bir savaş sonucunda alınan fidyenin helal olması ise asla düşünülemez. Bedir savaşında fidye almalarının yanlış olduğu bildirilen Müslümanlara bu fidyenin helal kılınmasının sebebinin, müşrik ordusu ile yaptıkları savaşın meşru bir gerekçesinin olduğu unutulmamalıdır.

Toparlayacak olursak, İsrailoğulları El Kitabın fidyeyi helal kılmasına inanıyorlar, fakat aynı El Kitabın haksız yere savaşmayı haram kılmasını ise inkar ederek, Allah'a karşı isyankar davranıyorlardı.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerde, Bakara s. 85. ayetinin kafada bazı istifhamların oluşmayacağı şekilde yapılan çevirisinin, Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu tarafından yapıldığını gördük.

Muhammed Esed:Bakara s. 85- Buna rağmen yine sizlersiniz birbirinizi katleden ve -kesinlikle yasaklanmış olduğu halde- kendi halkınızdan bir kısmını yurtlarından süren, onlara karşı günahkarlık ve nefrette yarışıp yardımlaşan ve esir olarak elinize düştüklerinde onları ancak fidye alarak bırakan! Böyle yaparak, ilahi kelamın bir kısmına inanıyor, diğer kısmını inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse bilin ki, içinizden böyle yapanların karşılığı, bütün dünya hayatında zilletten ve Kıyamet Günü en acıklı azaba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır. Zira Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.


Buna rağmen yine sizlersiniz birbirinizi katleden ve -kesinlikle yasaklanmış olduğu halde- kendi halkınızdan bir kısmını yurtlarından süren, onlara karşı günahkarlık ve nefrette yarışıp yardımlaşan ve esir olarak elinize düştüklerinde onları ancak fidye alarak bırakan! Böyle yaparak, ilahi kelamın bir kısmına inanıyor, diğer kısmını inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse bilin ki, içinizden böyle yapanların karşılığı, bütün dünya hayatında zilletten ve Kıyamet Günü en acıklı azaba uğratılmaktan başka bir şey olmayacaktır. Zira Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Mustafa İslamoğlu:Bakara s. 85- Bütün bunlara rağmen birbirinizi katleden, günah ve düşmanlıkta dayanışma sergileyerek kendi içinizden bir kısımını yurtlarından çıkaran -ki onların çıkarılması size kesinlikle yasaklanmıştı- ve elinize esir düşdüklerinde onları ancak fidye karşılığı serbest bırakan yine sizlerdiniz. Şimdi siz vahyin bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? İyi bilin ki, sizden kim böyle yaparsa, kesinlikle onun cezası dünya hayatında zilletten başka bir şey olmayacaktır. Ahirette ise azabın en acıklısına mahkum olacaklar. Zira Allah yaptıklarınıza karşı duyarsız değildir.

Bakar s. 85. ayetine verilen mealler diğer meallere nazaran daha anlaşılır olsa da, yine de bazı yerlerde eksiklikler olduğunu söylemek mümkündür. Bu ayet ile ilgili bizim yapmaya çalıştığımız meal örneği şöyledir;

Bakara s. 85- Sonra (bu sözleri veren) sizler, birbirini öldüren, içinizden (zayıf gördüğünüz) bir gurubu yerinden yurdundan çıkaran, günah ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkan, size esir (düşmüş)ler olarak geldiklerinde, (onların size esir düşmelerine sebep olan) yerinden yurdundan çıkarmanız haram kılındığı halde, onları fidye alarak serbest bırakanlar oldunuz. Yoksa siz kitabın bir kısmına (fidye almayı helal kılmasına) iman ediyorsunuz da, (birbirinizin yerinden yurdundan etmesini haram kılmasına) bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?. Sizden kim bunu yaparsa, onun bu yaptığının karşılığı, dünya hayatında rezil rüsvay olmaktır. Kıyamet gününde ise onlar, azabın en şiddetlisine çarptırılarak rezil ve rüsvay olmaya devam edeceklerdir.


                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Şubat 2018 Salı

ŞEFAAT YA RESULULLAH Sözünün Tehlikesi Üzerinde Bir Mülahaza

Şefaat ya Resulullah, bugün bir çok Müslümanın dilinden düşürmediği, hatta dini bir gereklilik olarak gördüğü, fakat kişiyi şirk batağına düşüren sözlerden bir tanesidir. Yazımızda bu sözün Müslüman itikadına verdiği zarar üzerinde durmaya çalışacağız.

Allah'ın elçilerini aşırı bir yüceltmeye tabi tutmak şayet meşru olsaydı, İsa (a.s) için yapılan aşırı yüceltme, Kur'an içindeki ayetlerde neden Küfür ve Şirk olarak nitelendirilmektedir?.

Allah (c.c) elçilerini insanlara dair olan emir ve yasaklarını onlara tebliğ etsinler diye göndermiş olmasına rağmen, zaman içinde bu elçiler getirdikleri vahyin önüne geçirilmek sureti ile maalesef putlaştırılma ameliyesine tabi tutulmuşlardır. Bu ameliyenin en bariz örneği ise, İsa (a.s) dır. 

Kur'an, Hristiyanlar tarafından yapılan ameliyeyi bir çok ayetinde ret etmekte, İsa (a.s) ın bir KUL ve ELÇİ olduğunu, üzerine basa basa vurgulamaktadır. Kur'an bu vurgu ile biz Müslümanlara da aynı ameliyeyi Muhammed (a.s) a uygulamamız için hatırlatmalar yapmış olmasına rağmen, maalesef bu hatırlatmalar kulak arkası edilmiş, Muhammed (a.s) bir nevi putlaştırılmaya tabi tutulmuştur.

Muhammed (a.s) ın putlaştırılmış olduğu iddiamız, bazı kimseler tarafından yadırganacak, hatta tepki ile karşılanacaktır. Ancak Kur'an içindeki ayetlerde gördüğümüz müşrik portresinde, onların putlardan beklentilerini gördüğümüz, ve bu putların nasıl bir işlevi olduğuna dair Kur'an içinde İbrahim (a.s) ın kavmini uyardığı ayetlerde geçen sözlerini dikkate aldığımızda, iddiamızın pek de haksız olmadığı görülecektir.

[026.072] (İbrahim) Dedi ki, «O putlar,'kendilerini imdada çağırdığınızda sesinizi işitirler mi?»

[007.194] Çünkü Allahtan başka taptıklarınızın hepsi sizin gibi kullardır, eğer da'vanızda sadıksanız haydi onlara çağırın da size icabet etsinler

[035.014] Onları çağırırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size cevap veremezler; ama kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkar ederler. Herşeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez.

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet mealleri, müşriklerin Allah dışında çağırdıklarının eleştirisini yapmakta, bu çağrıları ŞİRK olarak nitelemektedir. Bir çok Müslümanın doğru bilgi olarak bildiği fakat büyük bir yanlış olan bilgilerden bir tanesi de, Muhammed (a.s) ın ölmediği, kabrinde diri olduğu, kendisine yapılan çağrıları duyduğu şeklindedir. 

[039.030] Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

Allah (c.c) nin kendisi için Ölü dediği bir elçisi için, bunun aksine bir iddiada bulunarak ona diri muamelesi yapmak, Müslümanları şirk batağına çeken sebeplerden bir tanesidir. Şefaat ya Resulullah şeklindeki sesleniş, onun diri olduğuna dair olan inancın bir tezahürüdür. Onun diri olduğunu ve ona yapılan çağrıyı işittiği düşünmek, geçmişteki müşriklerin kulluk ettikleri putlarına yükledikleri misyonun aynısının, bugün Muhammed (a.s) a yüklenmesi anlamına gelmektedir. 

[010.018] Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.

Kur'an tarafından ŞİRK olarak nitelenen amellerden bir tanesi, Allah ile aralarında aracılık yaptıklarına inanılan putların şefaatçi olduğuna inanmaktır.

[039.043] Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: «Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi? (şefaat edecekler)»
[039.044] De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.>>

Bugün bir çok Müslümanın itikadi sorunlarından bir tanesi, Kur'an'ın müşrik inancı olarak gördüğü şefaat inancına sahiplenilmiş olmasıdır. Dün Mekke'deki taştan tahtadan yapılmış ve Allah ile arada şefaatçi olduğuna inanılan putların yerini bugün, başta Muhammed (a.s) olmak üzere, Allah'ın dışında edinilen şefaatçiler inanç dünyamızda yerini almış bulunmaktadır.
Şefaat ya Resulullah sözünün ne gibi sakıncaları bulunmaktadır?.

Öncelikle böyle bir sözü söylemek, Muhammed (a.s) ın ölmediğini, hayatta olduğunu, söylenenleri işittiğini iddia etmek anlamına gelmektedir. Halbuki Muhammed (a.s) biz gibi bir beşerdir, her beşer gibi ölümü tatmıştır (Ankebut s. 57), ölü olan bir kimsenin kendisine seslenildiğinde duyduğuna dair Kur'an merkezli bir bilgi asla mevcut değildir. Böyle bir iddia içinde bulunmak bizim itikadımıza derin yaralar vuracaktır. 

Şefaati Muhammed (a.s) dan beklemek, aynı zamanda Allah (c.c) dışında şefaatçiler edinmek anlamına gelmektedir. Onun Allah'ın elçisi olmuş olması, ahirette Allah (c.c) nin herhangi bir kişi hakkında vereceği ateş hükmüne karşı gelebilecek gücü olduğunu göstermez. 

[039.019] Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?

Muhammed (a.s) ın şefaat yetkisine sahip olduğunu haber veren rivayetleri nereye koyacağız?.

Kur'an şayet aramızdaki sorunları çözen bir hakem kitap olarak görülmediği ve raflardan indirilmediği sürece, bu tür soruların ardı arkası kesilmeyecektir. 

[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Kur'an'ın hakem olduğu şefaat konusunda, öncelikle bu konunun bir müşrik inancı olarak Kur'an tarafından kesinlikle ret edilmiş olduğu anlaşılacaktır. Rivayetlerin baskısı altında kalan konuların, ve rivayetler kanalı ile gelen bilgileri tasdiklemek amacı ile çevrilen ve yorumlanan ayetlerin başında gelen şefaat konulu ayetlerin, şefaate izin veren ve istisna getirenleri maalesef bu konuda bazı kullara açık kapı bırakıldığı gibi bir inancın oluşmasına sebep olmuştur. Halbuki bu ayetler Kur'an bütünlüğü gözetilerek ön yargısız bir şekilde okunduğunda gerçek ayan beyan ortaya çıkacaktır. 

Sonuç olarak; Yazımızın amacının kimseyi kafir veya müşrik olarak nitelememek olduğu bilinmelidir. Amacımız şefaat konusunda yanlış bilgi sahibi olduğunu düşündüğümüz ve bu konuda Muhammed (a.s) ın yetkili olduğuna inanan ve onun ölü bir kimse olduğu halde duyabileceğine inanan bazı kimselerin içinde bulundukları yanlışlara dikkat çekmeye çalışmaktır. 

Şurası hatırdan asla çıkarılmamalıdır ki, Muhammed (a.s) beşer bir elçidir, onun bu görevi Allah (c.c) nin ona ahirette ayrıcalık tanımasına bir sebep teşkil etmeyecektir. Her elçi gibi o da yaptıklarında sorulacaktır (Araf s. 6). Ahiret gününde onun şefaatçi olacağına inanılarak söylenen Şefaat ya Resulullah gibi sözler, o sözlerin sahiplerinin akidesinde derin yaralar açacaktır.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ocak 2018 Pazartesi

Kur'an'ın Erkek Merkezli Dili ve Cennette Erkeklere Verileceği Vaat Edilen Huriler Üzerinde Bir Mülahaza

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kullarının hayat sürdüğü dünyayı geçici bir mekan, ölüm ve yeniden diriliş sonrası sürecek olduğumuz hayatın ebedi olduğunu haber vermektedir. Yeniden diriliş sonrası geçecek olan hayatımızı, dünya hayatımızda yaptığımız ameller belirleyecek olup, bu amellerimizin karşılığı olarak gideceğimiz yerin cennet veya cehennem olacağı bildirilmektedir.

Kur'an'ın cennette geçecek olan hayatın anlatıldığı ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde erkeklere Huri olarak isimlendirilen kadınlar verileceğinden bahsedilmekte, bu durum ise bazı kimselerde bir takım soru işaretleri bırakmakta, bazı kimselerde ise şüpheli ve alaycı tavırlara neden olmaktadır. Bu rahatsızlıklara karşı ise, bazı kimselerde savunmacı yaklaşımlar görülmekte, O ayetler aslında öyle değil meallerinde hata var şeklindeki sözlerle, bu alaycı engellenmeye çalışılmakta, biraz daha cesur olanlar ise ilgili ayet meallerinde bazı oynamalara dahi imza atabilmektedir.

Çoğunlukla kalplerinde hastalık olanlar tarafından sorulan bu tür alaycı sorulara bizler ne cevap vermeye çalışır isek çalışalım, onları ikna etmemiz asla mümkün olmayacak, onlar alaycı tavırlarını sürdürmeye devam edeceklerdir. Bizim amacımız bu konuda art niyet taşımayan, fakat bu konularda bilgi sahibi olmak isteyenler ile bildiklerimizi paylaşmaktır.

Kur'an belirli bir mekanda yaşayan Arap toplumuna nazil olmuş, bu insanlar Arap olmalarının yanı sıra öncelikli olarak insandır, ve her insan gibi dünya hayatının geçici nimetlerine karşı istekli olarak yaratılmışlardır.

[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

Al-i İmran s. 14. ayetinde görüldüğü üzere, insanlara kadınların güzel gösterildiğinden bahsedilmektedir. Burada geçen İnsanlara ifadesi, insanlardan kadın cinsini kapsam alanına almamakta, sadece erkek cinsini kapsam alanına almaktadır. Eğer kadınları da aldığı iddia edilirse, ki bu  iddia kadınların da birbirlerine karşı şehvet duyduğu gibi bir anlama gelir ki, bu asla doğru bir düşünce olamaz. 

Peki Allah (c.c) neden her iki cinsten de bahsetmeyip sadece erkekler ile ilgili olarak böyle bir ifade kullanmıştır?.

Bu sorunun cevabı, Kur'an'ın erkek merkezli bir dil kullanmış olmasıdır. Bu kullanıma ise Tağlip Sanatı denilmektedir. Kur'an'ın kullandığı bu dil üslubunu bilen birisi, Al-i İmran s. 14. ayetinde geçen ifadeyi karşılıklı olarak anlar, ve kadınların da erkeklere karşı şehvet duygusu ile yaratılmış olduğunu bilir. Yani Allah (c.c) kadın ve erkeği birbirine karşı şehvet duyacak bir fıtratta yaratmıştır. Öyleyse cennette verilecek olan nimetlerden kadınların da mahrum kalması gibi bir durum söz konusu olamaz.

[016.097]  Erkekten ve kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeliyle mükafatlarını elbette vereceğiz.

[040.040] «Kim bir kötülük işlerse ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.»

Kur'an'ın cennette verilecek nimetlerden bahsederken erkek merkezli bir dil kullanması, bu nimetlerden kadınların mahrum olacağı anlamına gelmez. Çünkü dünya hayatında ortak mükellefiyetleri olan kadın ve erkeğin, ahiret hayatında da alacakları karşılıklar da aynı olacaktır. 

Cennet nimetleri ile ilgili ayetlere baktığımızda insanların yeme, içme, cinsellik gibi fıtri ihtiyaçlarının göz ardı edilmediğini görmekteyiz. İnsan olmuş olmamız bizleri her zaman lüks ve ihtişam içinde bir hayat sürme isteği içine sokmakta, cennet nimetleri ile ilgili ayetlere dikkat edildiğinde nazil olduğu Arap toplumunda zenginlik adına bilinen şeylerin cennettekilere verileceğinden bahsedilmektedir.

Yeme, içme, cinsellik gibi fıtri ihtiyaçların karşılanmasının nasıl olacağı konusunda fikir yürütmeye çalışmak, kanaatimizce gaybı taşlamaya çalışmaktır. Bizlerin bu konuda bilmesi gereken şey, dünya hayatında sevdiğimiz istediğimiz, ve zevk aldığımız bütün şeylerin en iyileri ve en güzellerinin bizlere ahiret hayatında verilecek olmasıdır. Çünkü bizler gaybi alana dair anlatılanları, yaşadığımız hayat içinde duyularımız ile şahit olduğumuz alana dair olan bilgilere benzetilme yolu ile anlayabiliriz. Gaybi alana ait olan cennet konusu da bizlere dünya hayatı ile ilgili konularda benzetme yolu ile anlatılmaktadır.

Kur'an'ın cennette erkeklere verilecek ve cinsellik çağrıştıran ayetlerinin, bu durum göz önüne alınarak okunması ve anlaşılması gerekmektedir. Eziklik psikolojisi içinde anlaşılmaya çalışılan bu ayetler gurubunun bazı kimseler eli ile yapılan çevirilerinde, tahrife kadar varabilen hatalar bulunmaktadır. Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki bizim kimseye şirin görünmek gibi bir zorunluğumuz olmadığı gibi, kimsenin hatırı için Allah'ın ayetlerini onların hoşuna gidecek şekilde çevirmek ve yorumlamak hakkımız da yoktur.

Erkek nasıl bir takım fıtri ihtiyaçlara sahip olarak yaratılmış ise, kadın da aynı şekilde bir takım fıtri ihtiyaçlara sahip olarak yaratılmıştır. Erkek kullarının fıtri ihtiyaçlarını karşılayan Allah'ın, kadın kullarının fıtri ihtiyaçlarına sırt çevirmesi gibi bir durum, onun adil olması ile bağdaşmaz. Kullarına nasıl muamele edeceğini kullarından öğrenmeye ihtiyacı olmayan Allah (c.c), ahirette kadın ve erkek bütün kulları hakkında en doğru kararı verecektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Aralık 2017 Perşembe

Araf s. 205. Ayetine Süleymaniye Vakfı Mealinde Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an çevirilerinde dikkat edilmesi gerekli hususlardan bir tanesi de, Kur'an içinde geçen bir kelimeye bir ayette farklı, diğer ayette farklı bir anlam verilerek, meal okuyucusunun kafasında bazı istifhamlar oluşmasına sebebiyet vermemek olmalıdır. Bir kelime şayet çok anlamlı ise böyle bir durum elbette kabul edilebilir, fakat kelimenin böyle bir durumu yok ise, aynı kelimeye Kur'an içinde farklı anlamlar vermek, meal yapıcısının ya ön yargılarını ayete söyletmek amacı olduğunu, ya da meal yapmaktaki cehaletini gösterecektir.

Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinin Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verilen anlam üzerinde durarak, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemesinin ortaya koyduğu tezatları göstermeye, ve vakfı bu konuda uyarmaya çalışmak, yazının konusu olacaktır.

وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ


Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Araf s. 205. ayetine şu şekilde bir meal verilmiştir. 

"Öğle ve ikindide[*], yüksek olmayan bir sesle içten içe yalvararak Rabbini gizlice an. Sakın dikkatsizlik etme." 

Ayete bu anlam verildikten sonra dip not olarak, "[*] Öğle ve ikindi namazlarının sessiz kılınmasının delili bu ayettir..denilmektedir.

Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde, Araf s. 205. ayetinde geçen بِالْغُدُوِّ  kelimesine ÖĞLE anlamı, وَالْآصَالِ kelimesine ise İKİNDİ anlamı verilerek, öğle ve ikindi namazlarının sessiz olarak kılınmasının delilinin bu ayet olduğu iddia iddia edilmekte, bu iddia aynı zamanda bu namazlarda sessiz okumanın  farz olduğu anlamına da gelmektedir.

Biz بِالْغُدُوِّ ve وَالْآصَالِ kelimelerinin hangi anlama geldiğinden ziyade, bu kelimelerin geçtiği diğer ayetlere, Süleymaniye Vakfı tarafından nasıl anlamlar verildiği üzerinde durmak, ve vakıf tarafından yapılan mealdeki çelişkilere dikkat çekmek istiyoruz.

بِالْغُدُوِّ kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlere Süleymaniye Vakfı tarafından verilen anlamlar şu şekildedir: 

-----Rad s. 15. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez Allah'a boyun eğerler (secde)[*]. Gölgeleri de bunu öğle ve ikindide yapar. 

Rad s. 15. ayetinde  geçenبِالْغُدُوِّ kelimesine vakıf mealinde ÖĞLE anlamı verilmiştir.

 -----Nur s. 36. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
(O ışık) yüce tutulmasına ve içlerinde adının anılmasını Allah’ın izin verdiği evlerde olur. Oralarda sabah akşam (insanlar) Allah’a boyun eğerler. 

Nur s. 36. ayetinde geçen بِالْغُدُوِّ kelimesine ise, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine SABAH anlamı verilmiştir.

-----Mü'min s. 46. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Cehennem ateşi onlara, sabah akşam gösterilir. Kıyamet saati geldiğinde, "Firavun ailesini o azabın en ağırına sokun!" denir. 

Mü'min s. 46. ayetinde geçen Ğudüvven kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine SABAH anlamı verilmiştir. 

-----Sebe s. 12. ayeti Süleymaniye vakfı meali:
Sabahleyin bir aylık, öğleden sonra da bir aylık mesafe katettiren rüzgarı[1*] Süleyman'ın emrine verdik; bakır madeni kaynağını da onun için su gibi akıttık. Sahibinin izniyle, yanında iş gören cinleri de emrine verdik. Onlardan hangisi emrimizden çıksa ona alevli ateş azabını tattırırdık[2*]. 

Sebe s. 12. ayetinde geçen Ğudüvvuha kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Enam s. 52. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Sabah, akşam dua edip Rablerinin yüz göstermesini isteyenleri uzaklaştırma. Onların hesabı senden sorulmaz. Senin hesabın da onlardan sorulmaz. Onları uzaklaştırırsan yanlış yapanlardan olursun. 

Enam s. 52. ayetinde geçen Bi-lğadaveti kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Kehf s. 28. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Rablerinin yüzlerine bakmasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranlarla birlikte sen de sabret[*]. Dünya hayatının çekiciliğine kapılıp gözlerini onlardan ayırma. Gönlünü zikrimize (Kur’an’a) karşı ilgisiz bulduğumuz, arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kişiye uyma. 

Kehf s. 28. ayetinde geçen Bi-lğadaveti kelimesine, diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, SABAH anlamı verilmiştir.

-----Kehf s. 62. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Oradan geçtikten sonra Musa genç arkadaşına dedi ki "Getir şu kuşluk yemeğimizi; bu yolculuk bizi iyice yordu." 
Kehf s. 62. ayetinde geçen Ğadaena kelimesine diğer ayetlerde verilen öğle anlamı yerine, KUŞLUK anlamı verilmiştir.

وَالْآصَالِ kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlere Süleymaniye Vakfı tarafından mealler şöyledir (kelimenin vakit anlamı içeren ayetleri alınmıştır):

-----Furkan s. 5. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Bir de şunu dediler: “Bunlar eskilerin masallarıdır[*]; yazdırtmış, ve sabah akşam ona okutturuluyor. ezberletiliyor.” 
Araf s. 205. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, İKİNDİ anlamı verilen mealde, Furkan s. 5. ayetinde geçen Asile kelimesine, AKŞAM anlamı verilmiştir.

Asile kelimesini geçtiği diğer ayetler olan Ahzab s. 42, Fetih s. 9 ve İnsan s. 25. ayetlerinde kelimeye vakıf mealinde AKŞAM anlamı verilmiştir.


-----Rad s. 15. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez Allah'a boyun eğerler (secde)[*]. Gölgeleri de bunu öğle ve ikindide yapar. 

Rad s. 15. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, İKİNDİ anlamı verilmiştir.

-----Nur s. 36. ayeti Süleymaniye Vakfı meali:
(O ışık) yüce tutulmasına ve içlerinde adının anılmasını Allah’ın izin verdiği evlerde olur. Oralarda sabah akşam (insanlar) Allah’a boyun eğerler. 

Nur s. 36. ayetinde geçen وَالْآصَالِ kelimesine, AKŞAM anlamı verilmiştir.

Görülmektedir ki, Süleymaniye Vakfı tarafından بِالْغُدُوِّ kelimesine, Araf s. 205. ve Rad s. 15. ayetlerinde ÖĞLE anlamı verilirken, kelimenin geçtiği diğer ayetler olan Nur s. 36, Mü'min s. 46, Sebe s. 12, Enam s. 52, Kehf s. 28. ve 62. ayetlerinde SABAH ve KUŞLUK anlamı,  وَالْآصَالِ  kelimesine ise Araf s. 205. ve Rad s. 15. ayetlerinde İKİNDİ anlamı verilirken, kelimenin geçtiği diğer ayetlerde ise AKŞAM anlamı verilmiştir. Yine hatırlatmak isteriz ki , yazının konusu bu kelimelerin hangi anlamlara geldiği değil, vakfın mealinde bu kelimelerin geçtiği bütün ayetlerde aynı anlamı verilmemiş olmasıdır.

Kur'an'ı Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealden öğrenmeye çalışan bir meal okuyucusu haklı olarak, bir kelimenin bir ayette neden ÖĞLE olarak çevrilirken, aynı kelimenin bir başka ayette neden SABAH olarak, bir kelimenin bir ayette İKİNDİ olarak çevrilirken, aynı kelimenin bir başka ayette neden AKŞAM olarak çevrildiğini soracak ve cevabını isteyecektir.

Vakıf tarafından yapılan bu çevirilerde ayrıca ortaya şöyle bir ikilem de çıkmaktadır. Vakıf, yaptığı mealde Araf s. 205. ayetinde geçen kelimelere öğle ve ikindi anlamlarını vererek, bu vakitlerde kılınan namazların sessiz okunmasının delilinin bu ayetlerden çıktığını iddia etmekte, bu iddia ise aynı zamanda bu vakitlerde kılınan namazlarda sessiz okumanın FARZ olduğunu iddia etmek anlamına da gelmektedir.

Bu ayetten öğle ve ikindi namazlarının sessiz olarak kılınmasının farz olduğu hükmünü çıkaran vakfın bu içtihadına karşı, aynı kelimelerin diğer ayetlerde farklı anlamlar verilmesi karşısında şaşkınlığa uğrayan bir meal okuyucusu haklı olarak, bir yerde öğle olarak çevrilen bir kelimenin başka ayette sabah olarak çevrilmesi, bir yerde ikindi olarak çevrilen bir kelimenin başka bir yerde akşam olarak çevrilmesi karşısında, hangi namazların sessiz kılınması gerektiği konusunda da tereddüt yaşayacaktır.

Vakfın Araf s. 205. ayetinde geçen kelimelere öğle ve ikindi anlamlarını vermesi öncelikle kelimenin geçtiği diğer ayetlere de aynı anlamları vermemek sureti ile yaşadıkları bir çelişkiyi göstermektedir şöyle ki;

Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen Bi-lğuduvvi kelimesi şayet öğle anlamına geliyor ise, neden kelimenin geçtiği diğer ayetlere de öğle anlamı vermek yerine, sabah anlamını vermeyi tercih etmiştir?. Veya bu kelime şayet sabah anlamına geliyor ise, neden Araf s. 205. ayetindeki geçişine sabah anlamı vermek yerine öğle anlamı vermeyi tercih etmiştir?.

Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen Ve-lasali kelimesi şayet ikindi anlamına geliyor ise, neden kelimenin geçtiği diğer diğer ayetlere de ikindi anlamı vermek yerine akşam anlamını vermeyi tercih etmiştir?. Veya bu kelime şayet akşam anlamına geliyor ise, neden Araf s. 205. ayetindeki geçişine akşam anlamı vermek yerine ikindi anlamı vermeyi tercih etmiştir?.

Kanaatimizce Vakıf, Araf s. 205. ayetinde geçen bu iki kelimeye diğer ayetlere verdikleri anlamdan farklı bir anlam vererek, gündüz namazlarının sessiz okunmasının delilinin ayete dayandırmaya çalışmakla zorlama bir tevilde bulunmaktadır. Çünkü ortaya koydukları delil diğer ayetler ile uyum sağlamamaktadır.

Ayet içinde geçen وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ ibaresine, yüksek olmayan bir sesle şeklindeki verdikleri anlama rağmen, öğle ve ikindi namazlarının SESSİZ olarak kılınmasının delili bu ayettir şeklinde bir içtihatta bulunmuş olmaları da, vakfın düştüğü başka bir çelişkidir. Yüksek olmayan bir ses ile şeklinde çevirdikleri bir ibareden, sessiz namaz delili çıkarmaları, vakfın bu konuda hatalı bir çıkarımda bulunduğunun göstergesidir.

Ayrıca bu tür vakit bildiren ayetlerin belirli vakitleri göstermekten ziyade, devamlılık ifade ettiğine dikkat çekmek isteriz. Örneğin; Mü'min s. 46. ayetinde Firavun'un sabah ve akşam ateşe sunulmasını, sabah ve akşam vakitlerinde iki öğün ateşe sunulması olarak anlamak, diğer vakitlerde ateşe sunulmamış olduğu anlamına gelir. Yine Meryem s. 62. ayetinde cennet ehlinin sabah akşam rızıklanmış olmaları, günde iki öğün yemek yemeleri anlamına asla gelmez. Bu ifade rızıklarının kesintisiz olduğu anlamında yani süreklilik anlamında kullanılmıştır. Bu örnekleri Kur'an içinden çoğaltmak mümkündür.

Sonuç olarak: Süleymaniye vakfı çıkardığı mealde Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye, aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlere göre farklı anlam vermek sureti ile, Kur'an bütünlüğüne dikkat etmeyen bir çeviri örneği sergilemiştir. Yapmaları gereken şey, ya Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verdikleri Öğle ve İkindi anlamlarını doğru kabul ederek, kelimelerin geçtiği diğer ayetleri de bu yönde değiştirmek, ya da bu kelimelere diğer ayetlerde verdikleri Sabah ve Akşam anlamlarını doğru kabul ederek, Araf s. 205. ayetine verdikleri anlamı değiştirmek olmalıdır.

Şayet Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye verdikleri Öğle ve İkindi anlamlarını diğer ayetlerde geçen aynı kelimelere verecek olurlarsa, kelimelere yanlış bir anlam yüklemiş olmakla birlikte, çelişkili bir meal yapmış olmaktan kurtulacaklar, veya Araf s. 205. ayetinde geçen iki kelimeye diğer ayetlere verdikleri Sabah ve Akşam anlamlarını vererek, daha doğru bir çeviri yapmış olacaklardır. Bunu yaptıkları takdirde ise, öğle ve ikindi namazlarının sessiz kılınmasına dair olduğunu ileri sürdükleri ayetin, delil olup olamayacağını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Aralık 2017 Salı

Nahl s. 124. Ayetinin Çeviri ve Yorumları Üzerine Bir Mülahaza

Nahl s. 124. ayeti olan إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ ۚ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ cümlesi, elimizde olan meallerin bir çoğunda, "Cumartesi yasağı, ancak onda ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında elbette hükmedecektir." şeklinde çevrilmekte, tefsirlerde ise bu konuda çeşitli yorumlarda bulunulmaktadır.

Biz, bu ayetin çevirisinde herhangi bir hata bulunduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde bulunan ve onda olarak çevrilen فِيهِ ibaresinin, السَّبْتُ (cumartesi yasağı) kelimesine götürmenin bazı soruları beraberinde getirebileceğini düşünmekteyiz şöyle ki;

Cumartesi yasağı olarak bildiğimiz yasağın, İsrailoğullarına has ve yaptıkları bazı yanlışlar sonucunda onlara ceza olarak verilmiş bir yasak olduğu herkesçe malumdur. Nahl s. 124. ayetinin bu durum göz önüne alınmak sureti ile bir çevirisinin yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.

[004.160-1] Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helâl olan temiz şeyleri haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118] Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık; biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde İsrailoğullarına çiğnemiş oldukları yasaklardan dolayı, onlara daha önce helal olan bazı şeylerin ceza olarak haram kılındığı bildirilmektedir. Cumartesi günü çalışmama yasağı, evrensel bir yasak olmadığı için sadece İsrailoğullarına verilmiş olan cezalardan bir tanesidir. 
Bundan dolayı Nahl s. 124. ayetine öyle bir anlam verilmelidir ki, ayetin İsrailoğullarına böyle bir yasağın hangi sebepten ötürü verildiğini ifade ediyor olsun. 

[016.120] Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allaha itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.

[016.121] Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

[016.122] Ve Biz O'na dünyada bir güzellik verdik ve şüphe yok ki, o ahirette elbette sâlihlerdendir.

[016.123] Sonra sana vahyettik: «Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O müşriklerden değildi.»

Nahl s. 120-123. ayetlerine baktığımızda, o ayetlerde İbrahim (a.s) dan bahsedildiğini görmekteyiz. Nahl s. 124. ayetine verilecek olan anlamın, bu ayetler ile uyum içinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Cumartesi yasağının onda, yani İbrahim'in dininde ihtilaf edenlere farz kılınmış olmasının, ayetlerin bağlamı açısından daha uygun düşeceğini düşünmekteyiz.

Bu noktada İbrahimin dini ile ifade edilmek istenilen şeyin ne olduğunun açığa kavuşturulması gerekmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerine baktığımızda, İsrailoğullarının zulmetmeleri, insanları Allah yolundan alıkoymaları, faiz almaları, insanların mallarını haksızlıkla yemeleri, İbrahim'in dininin esaslarını çiğnemeleri anlamına gelmektedir.

Bundan dolayı Nahl. s. 124. ayetindeki Fihi ibaresinin cumartesi yasağına değil, İbrahim'in dinine işaret ettiği yönünde bir parantez açılmak sureti ile anlam verilmesi daha makul görülmektedir. 

"Cumartesi yasağı, ancak onda (İbrahim'in dininde) ihtilâf edenlere (farz) kılınmıştı. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin Kıyamet günü onların arasında ihtilâf ettikleri şey hakkında elbette hükmedecektir."

Tetkik etme imkanı bulduğumuz Kur'an çevirilerinin sadece Muhammed Esed ve Mustafa İslamoğlu'nun bu doğrultuda anlam ve yorumda bulunduğunu gördük.

Muhammed Esed Meali:
Sebt gününün gözetilmesi sadece, onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp çekişenlere emredilmişti; şüphe yok ki, bu çekişip durdukları konuda, Kıyamet Günü onların aralarında148 elbette senin Rabbin hükmedecektir.

Muhammed Esed yazmış olduğu tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Yani, Hz. İbrahim hakkında. Bu ifadeden kasıt şudur: Yahudilerin çoğu, Tevhid dininin esaslarına açıkça ters düşen bir biçimde, sırf bu büyük Peygamber'in soyundan gelmiş olmalarına dayanarak kendilerinin “Allah tarafından seçilmiş kavim” olduklarını ileri sürmek suretiyle Hz. İbrahim'in gerçek dininden sapmışlardı. (“Onun hakkında uyuşmaz görüşler ileri sürüp çekişenler” ifadesiyle dile getirilmek istenen de, kanaatimizce işte bu sapmadır.) Kur’an'da sık sık işaret edildiği gibi, bu manevî taşkınlık ya da küstahlık, İsrailoğulları'na -ve yalnızca onlara- birtakım ciddî yasaklar, kısıtlamalar ve mecburiyetler yükletilerek Allah tarafından cezalandırılmıştır. İşte bu kısıtlama ya da ilave yükümlülüklerden biri de Sebt (Cumartesi) günü her türlü işten, alış verişten uzak durmaktır. En geniş anlamıyla bu pasaj, Allah tarafından öngörülen tüm biçimsel yükümlülüklerin (ritual), kendi başlarına dinî birer amaç olmadıklarını, ama sadece manevî ve ruhanî disiplinin biçimlendirilmesinde araç ve vesile olarak iş gördüklerini işaret etmektedir."

Mustafa İslamoğlu Meali:
Cumartesi yasağı sadece, bu konuda (İbrahim`in inanç sisteminden) farklılaşıp kopmuş olan kimselerin aleyhine oluşturulmuş bir durumdu. Ama şu kesin ki, Rabbin Kıyamet Günü üzerinde sürekli çekişip durdukları bu konuda onlar arasında hüküm verecektir.

Mustafa İslamoğlu bu ayet için ayrıca, "Bu konuda ihtelefu sözcüğüne şöyle bir anlam da yükleyebiliriz. Hz. İbrahim'in inanç sisteminden kopmaları sonucu bu yasak oluşmuştu. İhtelefe aynı zamanda bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak, kopmak anlamına gelir. Ki, bir üstteki ayetlerin Hz İbrahim'le alakalı olduğu düşünülünce bu anlam daha makul olsa gerek" demektedir.

Kur'an Yolu adlı tefsirde ise, Nahl s. 124. ayeti ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: Eski tefsirlerde genellikle yahudilerin, hakkında görüş ayrılığına düştükleri şeyin “sebt günü” (cumartesi yasağı) olduğu belirtilmiştir; fakat İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XIV, 322-323) bunu bir önceki âyette geçen İbrâhim ve “İbrâhim’in dini” olarak anlamak daha isabetlidir. Buna göre âyeti şöyle açıklamak uygun olacaktır: Sebt günü ile ilgili yasaklar, bazı taşkınlıkları ve dikbaşlılıkları sebebiyle sadece Mûsâ kavmine özel bir ceza olarak Allah tarafından konulmuştur, İbrâhim ve onun diniyle ilgisi yoktur. Âyetten anlaşıldığına göre Mekkeliler’in temasta bulunduğu bazı yahudi grupları, diğer birçok konuda olduğu gibi Hz. İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi (bk. Âl-i İmrân3/65-68).

Araf suresi içinde geçen, cumartesi yasağını çiğneyen İsrailoğullarından olan bir topluluğun başlarına gelenlerin, eğer onların bu konuda ihtilaf etmelerinden dolayı başlarına geldiği söylenecek olursa, burada dikkat edilmesi gereken noktanın yasak konulduktan sonra o topluluğun helake uğradığıdır. Nahl s. 124. ayetinde geçen asıl mesele, İsrailoğullarının neden önce kendilerine helal olan bazı şeylerin, sonradan haram kılındığı meselesidir. Ayrıca Medine'de nazil olan surelerin içindeki İbrahim (a.s) ile ilgili ayetlerin, kitap ehlinin onun dinine aykırı inanç ve amel içinde oldukları özellikle vurgulanmaktadır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Aralık 2017 Cuma

Yunus s. 83. Ayetinin Çevirileri Üzerine Bir Mülahaza

Yunus s. 75. ve 93. ayetleri arasında geçen Musa (a.s) kıssasının 83. ayetinde Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır.

فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ عَلَىٰ خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَنْ يَفْتِنَهُمْ ۚ وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ

Bu ayetin yapılan çevirileri genellikle şu şekildedir:

[Yunus s. 83] Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.

Bu çeviriye göre Musa (a.s) a İsrailoğullarından küçük bir gurup iman ediyor, geri kalanları ise Firavun korkusundan dolayı Musa (a.s) a iman etmiyor. Ayetin bu şekilde yapılmış çevirilerinde, korkan tarafın iman eden küçük gurup değil, iman etmeyen geri kalan gurubun olduğu anlaşılmaktadır. Fakat ayetin Arapça metnini dikkatli okuduğumuzda, böyle bir çeviri yapmanın uygun olmadığı görülecektir.

Bizim iddiamız, Ayetin çevirisinde hata yapılmış olduğudur. Ayetin kelime kelime çevirisini yaptığımızda, yapılan hata ortaya çıkacaktır.

فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ Musa'ya  iman eden olmadı.
إِلَّا               ancak imân etti
ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهِ  kendi kavminden bir zürriyet
عَلَىٰ خَوْفٍ      korku üzerinde oldukları halde
مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ Firavun ve melesinin
أَنْ يَفْتِنَهُمْ ۚ       onları fitneye düşürmesinden, onları işkenceye uğratmasından
وَإِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْأَرْضِ Firavun, yeryüzünde çok ululanan
وَإِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفِينَ ve çok aşırı giden müsriflerden idi.

"Musa'ya  iman eden olmadı. ancak kendi kavminden bir zürriyet, Firavun ve melesinin onları fitneye düşürmesinden korku üzerinde oldukları halde imân etti. Firavun, yeryüzünde çok ululanan   ve çok aşırı giden müsriflerden idi.

Bu çeviriye bakıldığında ise, korkan tarafın iman eden küçük gurup olduğu anlaşılmaktadır. Yani İsrailoğullarından iman eden küçük gurup, Firavun'un zalim bir kişi olmasından korkmalarına rağmen Musa (a.s) a iman etmişlerdir. Ayet içindeki Ala havfin ( korku üzerinde oldukları halde) ibaresi, iman eden gurubun halini ifade etmektedir. Halbuki çeviriler bu ibareyi diğer guruba atfeden bir çeviri yapmışlardır.

84. ve 86ayetleri okuduğumuzda konu daha net olarak anlaşılacaktır. 

[Yunus s.84] Musa dedi ki; «Ey kavmim eğer Allah'a inandıysanız, eğer O'na teslim olmuşsanız, O'na dayanınız.
[Yunus s. 85] Onlar da dediler ki: «Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için fitne konusu kılma!
[Yunus s.86] Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Yunus s. 84. ayetinde Musa (a.s) kendisine iman edenlere hitaben, böyle bir korkunun gereksizliğini hatırlatmakta, 85. ve 86.ayetlerde ise, kendisine iman edenler onu bu hatırlatmalarına karşı olumlu cevap vermektedirler. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz çevirilerde, Yunus s. 83. ayetine Ömer Nasuhi Bilmen tarafından verilmiş olan anlamın doğru olduğunu söyleyebiliriz. 

 (Yunus s. 83) Artık Mûsa'ya imân etmedi, ancak kavminden bir zürriyet kendilerinin Fir'avun'dan ve onların cemaatinden bir belaya uğrayacaklarından korkar oldukları halde imân etmiş oldular. Fir'avun ise muhakkak ki, o yerde yüksek idi ve şüphe yok ki, o haddi tecavüz edenlerden idi. (Ömer Nasuhi Bilmen)

Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yapılan Yunus s. 83. ayetinin çevirisinde, korkan tarafın iman eden taraf olduğu şeklinde bir çeviri yapıldığı, ve bu çevirinin diğer çevirilerden farklı olduğu görülmektedir. Ömer Nasuhi Bilmen, yazmış olduğu tefsirinde bu ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:


"Şöyle ki: Peygamber Efendimiz, kavminden birçoklarının İslâmiyetî kabul etmeyip küfr üzere sebat ettiklerini gördükçe üzülüyor, hüzn ve keder içinde kalıyordu. Cenâb-ı Hak ise Rasûlü Ekrem'ine bu gibi âyetlerle teselli veriyor, Hz. Musa ile kavminin hallerini bildiriyor. Evet... Hz. Musa, o kadar mucizeler gösterdiği halde kavminden pek az kimse imân etmiş idi, diğerleri küfrlerinde devam edip durmuşlardı. Evet., (artık Musa'ya) O Yüce Peygambere, hak dine davet ettiği kimseler (imân etmedi) dinsizliklerinde sebat ettiler (ancak kavminden) Hz. Musa'nın kavmi alan İsrail oğullarından (bir zürriyet) bir taife, bir takım gençler (kendilerinin Firavun'dan ve onların cemaatinden) o Firavun ile onun kavminin ileri gelenleri tarafından (bir belâya) bir imtihana (uğrayacaklarından korkar oldukları halde) yine metanet göstererek (imân etmiş oldular) nice kimselerde bu korku sebebiyle imândan mahrum kalmışlardı. (Firavun ise muhakkak ki, o yerde) Mısır diyarında (ululuk taslayan biri idi) kendini beğenmiş bir diktatör idi. (Ve şüphe yok ki, o) lanete uğramış Firavun (haddi aşanlardan idi) ancak bir kul olduğu halde rablık iddiasında bulunuyordu. Beni İsrail'den nice kimseleri öldürmüş, yeryüzünde ne bozguncu hareketlerde bulunmuştu."

Bu ayetin yapılan çevirilerinin bir çoğunun hatalı şekilde yapılmış olmasını iddia etmemiz, bizim doğru olduğunu iddia ettiğimiz çevirinin doğru olup olmadığı sorusunu da beraberinde getirecektir. Yapılan meallerin birbirinin kopyası olması, kopya edilen meallerin herhangi bir yanlışa düşmüş olabileceği üzerinde fikir yürütülmemesi, Arapça bilmekten daha önemli olan ayet, sure Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemesi, bu hataları körükleyen sebeplerdendir. Bu ayetin yapılmış çevirileri hakkında herhangi bir bilgisi olmayan kişi, bu ayeti çevirmeye kalktığında, mutlaka Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yapılan çevirisinin benzerini yapacaktır. 

Sonuç olarak: Yunus s. 83. ayetine Türkçe meallerde verilen "Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi." şeklindeki anlamın doğru olmadığını düşünmekteyiz. Ayet içindeki anahtar durumda olan Ala havfin ibaresinin, Musa (a.s) a iman etmeyen gurup için kullanılmış olması hatanın sebebini oluşturmaktadır. Bu ibarenin halbuki Musa (a.s) a iman eden gurup için kullanılması gerekirdi. Ayetlerin bağlamına dikkat ettiğimizde, doğru olduğunu düşündüğümüz anlamın, sadece Ömer Nasuhi Bilmen tarafından verildiğini gördük.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.