5 Temmuz 2011 Salı

Tebyinül Kur'andan Tahriful Kur'an Örnekleri 3 (Cebrail)

Kur'anı tahrif ederek kendi hevasına uygun bir yorum getirme örneği açısından rezervi bol bir maden mesabesinde olan "tebyinül kur'an " adlı eserden tahrifler sunmaya devam ediyoruz. Bu seride eserdeki "vahiy meleği" yani "cebrail" hakkındaki düşüncelerini doğrulatmak için tahrif ettiği ettiği ayetlerden örnekler vermeye devam edeceğiz.  Öncelikle sayn yazarın  vardığı neticeden yola çıkarak bu yola varmak için ketmettiği ayetleri ne şekilde oynayarak tahrif ettiğini görelim.    

"CEBRAİL, RUH ül KUDÜS, eR rUH üL EMİN, RUHULLAH" isimli makalesinden alıntılar yaparak önce vardığı sonucu sonra bu sonuca varmak izlediği yolu. görelim.  

"""RUHÜ'L-KUDÜS: " روحRuh" ve " القدسkudüs" sözcüklerinden meydana gelmiş bir izafet [belirtili isim tamlaması] olan ve Kur'an'da dört yerde geçen "Ruhü'l-Kudüs" ifadesi, "kudüsün ruhu" demektir. Bu ifadenin bir sıfat tamlaması olarak "kutsal ruh" olarak çevrilmesi yanlış, hatta büyük bir cinayettir. Bu ifade ile ilgili olarak klâsik eserlerde ciddî bir tahlile dayanmayan, tamlamanın yapısına aykırı ve tamlamayı oluşturan sözcüklerin anlamlarına uymayan birçok açıklama mevcuttur. Onlara bağlı olarak hazırlanan bazı ansiklopediler de aynı yanlışları devam ettiren birçok açıklamayla doludur. Ne yazık ki, bunun sonucu olarak "Ruhü'l-Kudüs" ifadesi hakkında ileri sürülmüş birçok yanlış anlam elden ele, dilden dile dolaşmaya devam etmektedir." ""   

Sayın yazar klasik tefsirlerdeki görüş farkılıklarını bahane ederek kendi düşüncesinin haklılığını ortaya çıkarma düşüncesi  ile tefsirlerden alıntılar yapmaya  devam etmektedir. Tefsirlerden örnekler vererek devam ettiği yazısının sonunda şöyle söylemektedir.  

"""Görüldüğü gibi, "Ruhü'l-Kudüs" ifadesine verilen anlamlar "Denildi ki" temeli üzerine kurulmuş, ancak bu sözleri diyenlerin kimliği de, bu dediklerini hangi delile dayanarak söyledikleri de açıklanmamıştır. Yani bu ifadelerin hiçbir ilmi kıymeti yoktur; hepsi zandan ibarettir ve dolayısıyla hiç birisi gerçeği yansıtmamaktadır."""  

Yazısına ""RUHÜ'L-KUDÜS" TAMLAMASININ TAHLİLİ  " başlığı ile devam etmektedir. bu başlık altında "ruh " ve kudüs" kelimelerinin tahlilini yaparak , "kudüs " kelimesinin iki anlama gelebileceğini belirttikten sonra  "ruhul kudüs " kelimesine "Allahtan gelen temiz ilahi " anlamı yüklemiştir. Bu anlamda dikkatimizi çeken klasik bilgilerin aksine "ruhul kudüsün " bir varlık değil " vahiy " anlamını yüklemiş olmasıdır. Yani "ruhul kudüs "vahyi getiren değil gelen vahyin kendisidir. Bunu destek için şuara 192-194. ayetlerinin mealini şu şekilde vermiştir.
 
  """Şuara 192-194: Kesin olan şu ki, o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine "er-Ruhü'l-Emin [Güvenilir Ruh]" indi.""""

 Sayın yazar temeli attıktan sonra binayı yükseltmeye başlamıştır. Ancak bozuk bir temel üzerine bina edilen  bir yapı  veya eksik malzeme ile yapılan bir yapı  yıkılmaya mahkumdur. Şuara s. 192- 194 ayelerine verdiği mealide bu akıbete duçardır. bu ayetleri kelime kelime tahlilini yapalım.  


"Ve innehu (muhakkakki o) le tenzilü rabbil alemine ( alemlerin rabbından indirilmedir) nezele bihi (onu indirdi ) erruhul emin (ruhul emin) ala kalbike ( kalbinin üstüne) li tekune minel münzirine ( uyarıcılardan olasın diye )"   

Sayın yazar ayetteki "nezele ( indi) fiiline  " be " harfi cerrini  hesaba katmadan anlam vermiştir. çünkü "be "  harfi cerri  lazım (geçişsiz) fiili müteaddi ( geçişli ) yapar. Eğer 193. ayette "bihi" diye bir  kelime olmasaydı  yani " nezele erruhul emin "(  ruhul emin  indi ) şeklinde olsaydı kendisinin verdiği meal doğru olabilirdi, ancak ayet " nezele bihi erruhul eminü" şeklindedir. Buradaki "bihi " nezele  yani "indi kelimesini  indirdi şeklinde okunmasını gerektirir. Sayın yazarın daha önceki yazı serilerimizde belirttiğimiz gibi tahrifine kapı açmak için " bunu yazan yanlış yazmış" yada ben yaptım oldu" şeklinde bektaşi mantığı içinde ayetleri eğip bükme örneklerini vermiştik. Önceden kendisinin oluşturduğu ön kabul doğrultusunda ayetlere mana vermekten çekinmeyerek dil kurallarını ve kur'an bütünlüğünü ayaklar altına almaktan çekinmemektedir.    

Yazı meryem suresinin 17. ayetinin tahrifiyle devam etmektedir . Ancak bu ayet ile ilgili tahrifi meryem suresi ile iligli bir başlıkta ele almayı düşündüğümüz için burada sadece hatırlatmakla gçiyoruz. Verdiği anlamlar doğrultusunda minareyi çalmadan önce kılıf zaten hazırdır artık. Ve şu sonuca varmıştır artık yazarımız. Artık muhammed sav evahyi getiren bir elçi yoktur. yazara göre.
 
 "Sonuç olarak, "kudüs" sözcüğünün geliş yerinin farklılıklarını da hesaba katmak üzere sözcüklerin anlamlarından yola çıkılarak yapılan tahlil, "Ruhü'l-Kudüs" tamlamasının anlamının "Allah'ın ruhu, Allah'ın vahyi, Allah'tan gelen bilgi" olduğunu göstermektedir. "Ruhü'l-Kudüs" tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği ayetlerden de kolayca anlaşılmaktadır:"   


Yazının devamında bakara 87-253, maide 110 , nahl 102 ayetlerini örnek göstererek nahl 102. ayetinin yanlış çevrildiğini bu yanlış!! çevirilerden örnekler vererek kendi doğru!! çevirisini vermektedir. Yazara göre doğru çeviri  ve gerekçesini  makalesinden aktarıyoruz.  

""""Nahl 101-103: Ve Biz bir ayet yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman -Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen- onlar, "Sen, ancak bir uydurucusun" dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek / tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü'l-Kudüs hakk ile inmiştir.
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar "Sadece, ona bir beşer öğretiyor" diyorlar. Ona [Peygambere] öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu [Kur'an] ise apaçık bir Arapçadır. Görüldüğü gibi, 101. ayette açık ve net olarak Kur'an'ın "Allah'ın indirmesi" olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. ayetle ilgili olarak Kur'an'ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur'an dışı kabul, 102. ayet ile 101. ayetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. ayette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki;


"""102. ayette geçen " نزّلnezzele" filinin aslı " نزلnezele"dir ve anlamı "indi" demektir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" fiili, kural gereği burada Tef'il babından "nezzele"ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef'ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, ayetteki "nezzele" fiili "çok çok indi" anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve "indirdi" olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin "enzele" kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Ayette geçen "bilhakkı" ifadesindeki " بbe" harf-i cerri ise مصاحبةmusahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dil bilgisinin bu kuralları gereği ayetteki "nezzelehü ruhu'l-kudüsü" ifadesinin anlamı, "Ona birçok ruhü'l-kudüs [vahy] inmiştir" demektir. "Ruhü'l-Kudüs"ü, yani "vahy"i kimin indirdiği ise 101. ayette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir. Ortaya çıkan sonuç özet olarak şudur: Kur'an'da geçen "Ruhü'l-Kudüs" ifadeleri, "Vahy, Allah'tan gelen temiz, sağlam bilgiler" demek olup kesinlikle "Cebrail adı verilen vahiy meleği" demek değildir."""""

 Sayın yazar "nezzele " fiili ile ilgili görüşlerini yazarken şöyle diyor," bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde ,failde veya mefulde  çokluğu sağlar". Ancak sayın yazar tef'il babının çokluğu ifade etmesi yanında müteaddi ( geçişli) manasıda verdiğini neden hatırlamaz ? "nezzele " fiili kur'anda 12 ayette geçmektedir ve bu ayetlerin hepsinde geçişli olarak "indirmek anlamında kullanılmıştır. Ancak yazarın kendisi bile bu 12 yerde geçen "nezzele" fiilini "indirmek" anlamında kullanmaktadır.  "indirdi" olarak diğer ayetlerde meallendirmesine rağmen nahl 102 de " indi" anlamı vererek  "ruhul kudüs" kelimesi vahiy meleği olarak değil "Allahtan gelen temiz  ve sağlam bilgiler " olarak , kendsininde söylediği gibi "cebrail adı verilen vahiy meleği olmadığı" kanaatına varmıştır.  


Vahiy meleği  diye bir varlığın olmadığı yolunaki iddialarını delillendirmek için bakara s. 97-98. ayetlerini şu şekilde meallendirerek devam etmektedir. ayetlere verdiği meal şöyledir.  
"""Bakara 97, 98: De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz O [Allah], onu [cibrili], kendisinden öncekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine Allah'ın izniyle indirmiştir.
Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e, Mikail'e düşman olursa, bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır."""


Buradada tahriflere devam ederek  Allahın onun  kalbine cibrili indirdiği şeklinde meal vermişitr. Halbuki başkalarını ayetlere cebrailin olduğu önkabulu ile yaklaşarak "yavuz hırsız" misali kendi yaptığı tahrifi örterek başkalarını tahrifçilkle suçlamaktadır. Halbuki bakara 97. 98. ayetleri bütün meallerde doğru şekilde verilmiştir. Kendi önkabulunu kur'ana onaylatmak amacıyla bu ayetide ketmetmişitr. Ayetlerin doğru çevirisi şu şekildedir.

" de'ki cibrile düşman olan Allahada düşmandır muhakkakki o, kendinden öncekileri tasdik ederek müminlere hidayet ve müjde olan (kitab)ı senin kalbine indirmiştir. kim Allaha ,meleklerine ,resullerine, cibrile ve mikaile düşman olursa bilsinki şüphesiz Allah da o kafirlerin düşmanıdır."
Sayın yazar alt yapıyı oluşturmak amacıyla tahrif ettiği ayetlerin üstüne gecekondu misali binayı kurarak şöyşe devam etmektedir.

"""""Kur'an'ın orijinal ifadesinde Cibril "indiren" değil, "indirilen"dir, yani "inen"dir.
Fakat tüm bunlara rağmen Bakara/97, Nahl/102 ve Şuara/194. ayetler çarpıtılarak Kur'an'ın "Cebrail" tarafından indirildiği anlamına gelen çeviriler yapılmıştır. Hâlbuki bu ayetlerin ön veya arkasında yer alan ayetlerde yine Kur'an'ı indirenin bizzat Allah olduğu açıklanmaktadır. Ne hikmetse, art arda gelen bu ayetlerdeki bu çelişki üstünde durulmamıştır, belki de işin farkında olunmamıştır.
Kur'an'da Kur'an'ın indirilmesi, kitabın indirilmesi, ayetlerin indirilmesi, surelerin indirilmesi, meleklerin [vahylerin] indirilmesi, hikmetin indirilmesi, Tevrat'ın indirilmesi, İncil'in indirilmesi, Furkan'ın indirilmesi ile ilgili üç yüz civarında ayet mevcuttur. Bu ayetlerin hepsinde de bunları indirenin Allah olduğu bildirilmiştir. Kur'an'ı başkasının indirdiğini bildiren hiçbir ayet yoktur, olamaz da. Çünkü Kur'an asla ve kat'iyen kendisiyle çelişmez.""""""

Tahrif etiği ayetlerin yardımıyla yazarın düşüncesi odurki " cibril vahyi indiren varlık değil inen vahyin kendisidir. Kendisi "yavuz hırsız" misali başkalarını tahrifçilikle suçlayarak cebrail diye bir varlığın olmadığı düşüncesini başkalrını çelişki içinde içinde olmakla suçlayarak devam eden yazar  "nezzele" fiilini" çok çok inmek " şeklinde anlayarak , ancak "nezzele" fiilinin geçtiği diğer 12 ayette kendsinin bile "indirdi" anlamı vererek kendi çelişkisini görmemişitr. Allah cc nin diğer ayetlerde gördüğümüz şekli ile vahyi kulu muhammed sav e inidrmek için görevlendirdiği vahiy meleğini yok saymak için yapılacak tek şey ayetleri tahrif metodudur. Biz bu yazımızda sayın yazarın   " vahiy meleğini yok saymak" düşüncesi üzerine kurduğu gecekondunun temellerinin ayetleri tahrif üzerine olduğunu  verdiği ayet örneklerini ne şekilde tahrif ettiğini göstermek  üzerinde durmak istedik. vahyin ne şekilde muhammed sav e geldiği yolundaki düşüncelerimizi " VAHYİN MUHAMMED SAV E GELİŞİ " başlıklı yazımızda anlatmaya çalıştık.
RABBİMİZ BİZLERİ AYETLERİNİ  KENDİ HEVASI DOĞRULTUSUNDA ANLAYAN KULLARININ ŞERRİNDEN MUHAFAZA ETSİN.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Meryem Oğlu İsa a.s Kıssası 2 ( Ölümü)

Bundan önceki yazımızda meryem oğlu isa as ın doğumu ve  doğum sonrası meryemin kavminin onu iffetsizlik ile suçlaması ve bunun karşısında meryem oğlu isanın onlarla olan konuşmasını görmüştük. Yazımızın bu bölümünde isa as ın kavmi ile olan tevhid mücadelesini ve uğurda başına gelenler, sonrasında bu olayların islam düşüncesindeki etkileri üzerindekü düşüncelerimizi paylaşacağız. Öncelikle isa as ın kavmine yaptığı tebliğlerden örnekleri kur'an  ayetlerinden öğrenelim. 

-----61.6 Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.  
-----3.49 O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.  
-----3.50 Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.
  ----3.51 Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.    

-----43.63 İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: «Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.»   

İsa as ın bu mücadelesinde, kavminin ona karşı çıktığını ve çoğunluğun inkarı karşısında bir gurup müslümanın ona iman ettiğini görmekteyiz.    

-----3.52 İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».  
-----3.53 «Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».  
-----5.111 Havarilere, «Bana ve peygamberime inanın» diye bildirmiştim, «İnandık, bizim müslimler olduğumuza şahid ol» demişlerdi 
-----61.14 Ey inananlar! Allah'ın dininin yardımcıları olun. Nitekim, Meryem oğlu İsa, Havarilere: «Allah'a giden yolda yardımcılarım kimlerdir?» deyince, Havariler: «Allah'ın dininin yardımcıları biziz» demişlerdi. İsrailoğullarının bir takımı böylece inanmış, bir takımı da inkar etmişti; ama Biz, inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.  

İsa as a iman eden bu havariler maide s. bizlere bildirildiği üzere ondan bir istekte bulunurlar, bu konu ile ilgili ayet mealleri şunlardır.  

-----5.111 Havarilere, «Bana ve peygamberime inanın» diye bildirmiştim, «İnandık, bizim müslimler olduğumuza şahid ol» demişlerdi.   
-----5.112 Havariler, «Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi de, «İnanıyorsanız Allah'tan sakının» demişti.  
-----5.113 «Ondan yemeyi, kalblerimizin kanmasını ve senin bize doğru söylediğini bilmeyi, ona şahid olmayı istiyoruz» dediler.  
-----5.114 Meryem oğlu İsa, «Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olarak gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın» dedi 
 -----5.115 Allah, «Ben onu size indireceğim; bundan sonra içinizden kim inkar ederse, dünyalarda kimseye azabetmiyeceğim şekilde ona azabedeceğim» dedi. 

Havarilerin istemiş olduğu bu "gökten sofra indirilmesi isteği" konusunda kur'anı determinist öğreti eşliğinde anlamaya çalışan bazı kişiler böyle bir sofranın inmediği yolunda görüşler serdetmişlerdir. 115. ayete bakacak olursak bu ayet bu isteğin verilmesi karşılığında inkar edilmesi durumunda bu istek sahiplerinin helak edileceğini haber vermektedir. İsa as ın kıssası kendisine iman etmeyen kavminin onu öldürmek için ona kurulan tuzağın ve bu tuzağın Allah cc tarafından bozulması ve devamında isa as ın akıbeti konusunu ayetlerin bize verdiği bilgi eşliğinde anlamaya çalışacağız. Ancak rivayetleri kur'ana göre anlamak yerine , kur'anı rivayetlere göre anlayan zihniyet isa as ın akıbeti hakkında kur'andan onay alması mümkün olmaya düşüncelere sapmışlardır.   

-----3.54 Fakat (inkarcılar) hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.
 -----3.55Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.   
-----4.157 Ve «Allah elçisi Meryem oğlu İsa'yı öldürdük» demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler
-----4.158 Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
  ------ 4.159 Kitap ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur. O, gerektiği gibi inanmadıklarından, kıyamet günü onların aleyhine şahit olur.

 zuhruf suresi. 57. ile 65. ayetleri meali.

-----57- Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar.
-----58- Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir.
-----59- O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık.
-----60- Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı.
-----61- Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur.
-----62- Şeytan sakın sizi (Allah'ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır.
-----63- İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin."
-----64- "Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur."
-----65- Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara 


 Yukarda vermiş olduğumuz ayet meallerini, gelen rivayetleri öncelliyerek anlama yolunda geleneksel  düşünce sahipleri bu ayetlerden , isa as ın ölmeyip göğe cesedinin göğe çekildiğini ve kıyamete yakın bir zamanda dünyaya dönerek , haçı kıracağını.cizyeyi kaldıracağını,domuzu öldüreceği gibi sembolik yorumlarla onun islam itikadı üzere olcağı  iddiasını dile getirip bunun bir akide meselesi olduğu ve bunun böyle olduğuna inanmayanların kafir olduğu gibi düşünceleri oraya atmışlardır.   

Öncelikle şunu söyleyelimki kur'an harici bir haber ve bilgiden itikad meselesi çıkmaz. "Çıkar" iddiasında olanların dayanak noktası  hadisleride vahiy gibi kabul ederek kur'ana eş değer tutup "kesin bilgi" olan kur'anı "zanni bilgi" olan hadisler ile karıştırarak ve bu karıştırmayı kur'an ayetlerini eğip bükerek (özellikle necm s. 3.4 ) yapan "ehli hadis" düşüncesi bu iddialarıyla Allaha ve resulune ifitra atmaktadırlar. Bugün "ehli hadis" düşüncesinin çıkış noktasını oluşturan kur'anı zahiri bir biçimde okuma sonucu varılan yanlış düşüncelerden biri olan " allah semadadır" düşüncesidir, bu düşünceyi  kabul etmeyen karşıt düşünceler isa asın  bedeninin göğe yükseldiği iddiasını kabul ederek  Allaha mekan biçen düşünceyi tasdik etmektedirler. Ali imran s 55. ayeti bize gerçekten isa as ın bedenen göğe çıktığı bilgisini veriyormu?  bunu kur'an bütünlüğünde anlamak gerekmektedir. Çünkü kur'ana rağmen çıkarılan yanlış düşüncelerin ana kaynağı kur'anı parçacı mantıkla anlamaktır.
 İİİBHHHH003.054] [DI] Fakat (inkarcılar) hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.
 

 
 Ayette geçen "seni kendime yükselteceğim" cümlesini zahiri olarakmı yoksa mecazi olarakmı anlamak gerekmektedir. Zahiri olarak anladığımız takdirde Allah cc nin semada bir mekanı var ve orata isa as ı kaldırmıştır. Bu düşünce "ehli hadis" söylemine ters bir söylem değildir zaten onlar için Allah cc semada bi mekana sahiptir. Ancak "ehli hadisin" bu söylemini küfür olarak addeden karşıt ehli sünnet düşüncesi isa as konusunda bu "ehli hadis" düşüncesine katılarak Allah cc ye mekana yerleştirmekte onlara ortak olmuşlardır. Kur'anda " ref " kelimesi Allah ile ilişikli olan ayetlerde hiç bir zaman hakiki anlamda kullanılmamıştır  , bununla ilgili bir kaç örnek verebiliriz.  


7.175-6Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık(LEREFE'NAHU), lâkin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çeki düzen verirler.  

-----6.83 Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz(NERFEU). Doğrusu Rabbin Hakim'dir, Bilen'dir.  
-----12.76 Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz(NERFEU). Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur.  
-----2.253  İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri(VE REFEA) vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs'le destekledik. Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.   

özellikle  Bakara s. 253. ayeti "ref" kavramının Allah ile olan ilgisini anlamak için bize bir ışık tutmaktadır. Buradaki "ref" etme maddi olarak değil derecelerin yükseltilmesi anlamındadır. yusuf . 100 . ayetinde yusuf as ın anne ve babasını "tahtın üstüne refetmesi" ni yusuf as ın onlara verdiği değerin bir göstergesi olarak algılarsak Allah cc ninde isa as verdiği değerin bir göstergesi olarak algılanabilir. Tabiki bu değer yusuf as ın anne ve babasını tahta  refetmesi gibi anlaşıldığı zaman mücessime düşüncesinede kapı açılmış olmaktadır. İsa asın cesed olarak ref edilmesi anlayışıda aynı şekilde mücessime düşüncesine kapı aralamaktır.   

Bir başka yanlış düşüncede isa as ın canlı olarak göğe çekilme iddiasıdır. Bu iddiaya ise yine ali imran s. 55. ayetindeki " inni müteveffiyke" "seni vefat ettireceğim" cümlesinin hakiki anlamda ölüm anlamına gelmediği iddiasıdır . buna delil olarak zümer s. 42 "Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler vardır "  ayetindeki " yeteveffa" ve "mevtiha" kelimesinin bir arada kullanılmasına dikkat çekerek buradaki " yeteveffa" klimesinin hakiki anlamda değil mecazi anlam olduğunu iler sürmektedirler. ancak bu kelimenin kur'anın diğer ayetlerinde geçen türevlerine baktığımızda durm öyle görünmemektedir. Tevbe s. 50. ayetinde aynı ibareyle geçen "yeteveffa" kelimesinin anlamı acaba burdada mecazmı kullanılmış?. Araf s. 37. ayetinde geçen "yeteveffakum" buradada mecazmı kullanılmış?.Nahl s. 70. ayeinde "yeteveffakum" acaba mecazmı  kullanılmış ? bu örnekleri çoğaltabiliriz, ancak kur'anı rivayetlerin doğrultusunda anlamaya ayarlanmış kafaların bunları anlaması biraz zor olacaktır. Bu konu ile iligli maide s. 117. ayetini hatırlayalım.    

"5.117Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin." 
Yine aynı şekilde kur'anı rivayetler ışığında anlamaya ayarlı düşüncelerin iddialarından biride isa as ın kıyamete yakın yeryüzüne ineceği iddiasıdır. Bu iddialarınada zuhruf s. 61. ayet ve nisa s. 159. ayetlerine dayandırmaktadırlar. Zuhruf s. dayanarak ileri sürülen iddia bir cinayet sayılabilecek şekilde parantez içi tahrif yapılarak  gerçekleştilmiştir.

 43.61 Şüphesiz ki o (İsa), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur." Bu ayete (onun yeryüzüne inişi) şeklinde bir parantez konularak ayetle iligli olmayan önkabul neticesinde oluşan düşünceler kur'ana onaylatılmaya çalışılmıştır. Yine aynı şekilde bu sefer "tefsirlerde sorun olan" zamirlerin mercii" konusu nisa 159. ayetindede karşımıza çıkarak isa as ın inişine ve diriliğine delil olarak sunulmaktadır.   "4.159 Kitap ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur. O, gerektiği gibi inanmadıklarından, kıyamet günü onların aleyhine şahit olur."      Bu ayettede "ölümünden önce" cümlesini isa as a raci ederek isa as ın ölmediği çıkarımı yapılmaktadır. Halbuki kur'an bütünlüğü açısından daha uyugn olan " kitap ehlinden ölümünden önce" ifadesi daha uygun düşmektedir. Çünkü kendilerinin isa as a iman ettiğini iddia eden ehli kitabın bu imanlarının geçerli olmadığı maide suresi 116. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. İsa as ın onların alyhinde ne şekilde bir şahidlikte bulunacağını ayet bize açıklamaktadır.   
 
 
-----5.116 Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.  

Yine aynı şekilde meryem suresi 33. deki  " «Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.»"  ayetinden "diri olarak gönderileceğim gün şeklinde bir okuma yapılmaktadır. Bu şekilde okuma yapanlar aynı surenin 15. ayetinde yahya as için kullanılan  "Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam olsun!" ayetinden neden onunda yeryüzüne gönderileceği şeklinde bir okuma yapmamaktadırlar ? halbuki ibarelerde bir farklılık yoktur.
 

 

KURANDA BİZLERE ANLATILAN İSA AS KISSASINDA GÖREMEDİĞİMİZ, ANCAK KUR'ANI RİVAYETLER IŞIĞINDA ANLAMAYA AYARLI KAFALAR TARAFINDAN OLUŞTURULAN  HIRİSTİYAN MİTOLOJİSİ KAYNAKLI RİVAYETLERİN İSLAM KÜLTÜRÜNE SOKULMASI SONUCUNDA , İSA AS ÖLMEYİP GÖĞE ÇEKİLMİŞ VE KIYAMETE YAKIN BİR ZAMANDA YERYÜZÜNE DÖNECEKTİR. ANCAK BU DÜŞÜNCELER KUR'ANDAN ONAYA ALMAMAKTADIR. KUR'ANDAN ÖĞRENDİĞİMİZ GİBİ İSA AS A KURULAN ÖLÜM TUZAĞINI ALLAH ONLARIN BAŞINA GEÇİRMİŞ VE İSA AS ÖLMEMİŞTİR. ONUN GÖĞE YÜKSELTİLMESİ DÜŞÜNCESİ ALLAHA SEMADA MEKAN BİÇEN BİR DÜŞÜNCENİN ESERİ OLUP ,  "ALLAH SEMADADIR" SÖYLEMİNE KARŞI ÇIKAN FIRKALAR TARAFINDAN BU TEZİN KABUL EDİLMESİ TAM BİR TENAKUZDUR. KUR'ANDAN ÖĞRENDİĞİMİZ KADARIYLA İSA AS BEDENEN ÖLMÜŞ VE YERYÜZÜNDE BİR YERDE HER ÖLEN GİBİ MERYEM 33 . AYETİNDE GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE YENİDEN DİRİLMEK ÜZERE BEKLEMEKTEDİR. GÖKYÜZÜNDE BİR YERDE KIYAMETE YAKIN GELECEĞİNE DAİR KUR'ANDA HİÇ BİR ŞEKİLDE BİZLERE BİLGİ VERİLMEMEKTEDİR. EHLİ SÜNNET DÜŞÜNCESİ ADI ALTINDA " İSA AS NUZULU HAKTIR BUNA İNANMAYAN KAFİRDİR" SÖZLERİ İLE KARŞI DÜŞÜNCEYE KARŞI ÇIKANLAR KUR'ANIN BU BİLGİSİNE AYKIRI DÜŞÜNCELERİNİN SONUCU OLARAK  KENDİ DURUMLARININ NE OLDUĞUNA KENDİLERİ KARAR VERMELERİ GEREKMEKTEDİR.  
       EN DOĞRUSUNU   ALLAH  CC  BİLİR .

Meryem Oğlu İsa a.s Kıssası 1 (Doğumu)

Meryem oğlu isa ın kıssası kur'anda nuzul öncesi  kültürel arkaplanının bilinip o  şekilde okunup ve anaşılması gereken bir konudur. Kur'anda nuzül öncesi arkaplan bilinmeden veya gözönüne alınmadan anlaşılmaya çalışılan  kavramlardan olan "şefaat " ve " cin " kavramlarının nuzül öncesi arkaplanını yine kur'andan öğrenip , kur'anın bu kavramlar hakkında ne dediğini daha önce bu kavramları ele alıp incelemeye çalışmıştık. Bu yazımızda meryem oğlu isa as kıssasını kur'an çerçevesinden çıkmadan ele almaya gayret edeceğiz. 

Öncelikle nuzül öncesi kültürel arkaplan bilgisi olarak kısaca , HIRİSTİYANLARIN İSA (AS) I İLAH OLARAK KABULLLERİNİ RED ETME SADEDİNDE ONUN ALLAHIN BİR KULU VE RESULU OLDUĞUNU HATIRLATMAKTIR. İnen ayetleri bu bağlamda okuyup anlamak gerekirken bazı konularda düşülen yanlışlardan " parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" deyimi misali alakasız çıkarımlar yapılıp bu çıkarımlar üzerinden akide konuları oluşturulmuş ve bunlara inanmayanlar " kafir" olarak ilan edilme cüreti dahi gösterilmiştir. Kıssa ile ilgili ayetler geldiğinde ele alacağımız üzere oluşturulan çakma akide konularından biride "isa as ın göğe yükselmesi ve kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne inerek haçı kırmak, domuzu öldürmek gibi sembolize edilen hıristiyan inancını yok edeceği " düşüncesidir . Meryem oğlu isa as kıssasına öncelikle annesi olan meryem ile başlayalım.  Ali imran suresi 33. ile 37. ayetleri arası meryemin doğumu şu şekilde anlatılmaktadır. 


33- Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;
34- Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.
35- Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.
36- Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım."
37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. 

Ayetlerden anlaşıldığı üzere meryemin muvahhid bir aile içinde dünyaya gelmiş , Allahın resulu zekeriyya as tarafından eğitilmiştir.  İsa as ın doğum haberi yine ali imran suresi 42. ve 49. ayetlerinde şu şekilde bildirilmektedir.    

42- Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.
43- "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et."
44- Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.
45- Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."
46- "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
47- "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
48- "Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek."
49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."  




Ayetlerde isa as doğmadan önce meryeme onun dünyaya gelmesini müjdelemektedirler. Ve bu müjde karşısında meryem şaşkınlığının dile getirerek  bunun olması için gereken "beşer ile bir münasebet" inin olmadığını söylüor. Meryem suresinde bu doğum anı ve doğum sonrası olaylar daha teferruatlı bir şekilde bizlere anlatılmaktadır. 16. ve 36. ayetler meali şu şekildedir.   

16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
18- Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."
19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."
20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.
21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.
22- Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."
24- Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."
25- Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin."
26- Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)' a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."
27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"
30- (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."
31- "Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
32- "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."
34- İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz".
35- Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O Yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir.
36- Gerçek şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur. 


16. ayetteki meryemin " doğu tarafına çekilmesi" tabiri muhtemelen meryeme kefil olan zekeriyya as ve oğlu yahya as ın hayatta olmamaları ve uyarıcıdan yoksun kalan toplumun şirk düşüncelerinin azması ve bu durum karşısında meryemin o toplumdan kendini tecrid etmesidir. Bu şirk toplumundan ayrılma konusunu ashabı kehf  kıssasındada görmekteyiz. Şirk düşüncesinin hakim olduğu toplumdan kendilerini soyutlayan birkaç muvahhid genç mağaraya sığınarak o toplumun kendilerini  şirke sürüklemelerine bir nevi engel olmuşlardır. 


17. ayette "ruh" olarak tabir edilen  varlığın , meryeme "düzgün bir beşer"  kılığında görülmesi vu bunun karşısında meryemin korkusu ve  ona verdiği karşılığı yusuf as  ın kıssası ile beraber düşüncek olursak karşımıza çıkacak  ibretli durum şudur. Yusuf as evlat edinen vezirin  karısı yusuf as ın çekiciliği karşısında nefsine hakim olamayarak ona saldırır ancak bu saldırı karşısında yusuf as bunun bir imthan olduğunun anlayarak kadının isteğini geri çevirir ve imtihanı kazanır ancak kadın bu imtihanı kaybeder. Aynı şekilde meryemin karşısına "düzgün bir beşer" kığında çıkan varlığa karşı meryemin cevabı önemlidir "senden rahmana sığınırım" cevabı onun iffetinin bir göstergesidir. Bu durumu  enbiya ve tahrim suresindeki iki ayet şöyle teyid eder.

21.91 Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir ayet  kılmıştık.  
066.12 Mahrem yerini korumuş olan İmran kızı Meryem de bir misaldir. Ona ruhumuzdan üflemiştik; Rabbinin sözlerini ve kitablarını tasdik etmişti; o, Bize gönülden itaat edenlerdendi.  

   Devam eden ayetlerde isanın doğumu ve annesinin onu kavmine getirişi  ve kavminin meryeme karşı olan tepkisi , bu tepkiye karşı meryemin cevap vermeyerek ali imran s. 46. ayetinde isa as doğmadan önce meryeme verien  "o beşikte ikende konuşacaktır" müjdesi mucibince isa as ın o kavme olan cevabını görmekteyiz. Kıssalardan hisse alma gereği olarak  burada meryeme kavminin zina isnadı karşısında susması bazı konularda insanın haklı dahi olsa susarak cevap vermesi onun cedele girerek kendi haklılığını isbat etme çalışmasından  daha olumlu sonuçlar doğuracağını görebiliriz.


İsa as kıssasında önemli bir husus isa as ın babasız olarak dünyaya gelmesidir. Bu durumu  hem ali imran suresinde hemde meryem suresinde meryemin "bana bir beşer dokunmamışken nasıl çocuğum olabilir" şeklindeki sorusundan ve ali imran s 59 . ayetinde  " ŞÜPHESİZ ALLAH KATINDA İSANIN DURUMU ADEMİN DURUMU GİBİDİR. ONU TOPRAKTAN YARATTI SONRA ONA OL DEDİ ODA OLUVERDİ" mealindeki ayettede görmekteyiz. 

Kafasını determinist öğretiye şartlayarak kuranı anlamaya çalışan bazı kimseler isa as ın babasız dünyaya gelmesinin imkansız olduğunu öne sürme cüretini göstermektedirler. Yine aynı  şekilde kafaları determinist öğretiye şartlanarak isa as ın beşikte iken konuşma meselesini ayetlerin metni üzerinde üzerinde değiştirme yapmak cüretine kadar varan densizlik gösteren "tahriful kuran" düşüncesi sahipleri meryem suresindeki , isanın doğumunu müteakip annesinin kucağında iken meryemin kavminin ona sorduğu soruya isanın cevap vermesini nasıl izah edebilirler ? yoksa isa zaman içinde konuşacak bir çocukmu oluverdi acaba? Maksadımız bu gibi yanlış düşünceleri oratay döküp yanlışlarla uğraşmak olmadığı için  kıssanın isa as ın kavmi ile olan tevhid mücadelesi ve o mücadelede başına gelen olaylar ve islam düşüncesinde bu olayların bıraktığı etki üzerinde durmak istiyoruz. Bunuda inş yazımızın ikinci bölümünde durarak inceleyeceğiz. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

İnsan Fıtratında Ritüeller ve Sembollerin Önemi

insan yaratılışından gelen özellikler nedeniyle sosyal bir varlıktır. Bu özelliği nedeniyle birlikte yaşamanın gereklerini yerine getirmek durumundadır. İnsan yaşamında manevi duygular onların birlikte yaşamaları için önemli bir yer tutmaktadır. İnsan fıtratı,birlikte yaşamanın bir gereği olan aidiyet duygusunu açığa vurmak için bir takım ritüel ve sembolleri kullanmak durumundadır. Bu ritüel ve semboller onların nanevi birlikteliğini göstermek açısından olmazsa olmazlarındandır. Biz bu konuyu islamdaki ritüel  ibadetlerin ve sembollerin insan hayatındaki birliktelik duygusunun dışa vurumu açısından ele alarak bu ritüel ve sembollerin müslüman için önce ne ifade ettiği  konusu üzerinde durmak istiyoruz. Bu ritüel ve sembollerin en önde gelen kısmı , salat, hac, kıble ve kabedir.  


-----7.172 Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.
  ----7.173 Yahut «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık).
 
 Araf suresindeki bu ayetler bize göstermektedirki Adem as dan kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların fıtratında Allah cc yi  rab olarak bilme yetisi mevcuttur. Ancak fıtratında olan bu duygu çeşitli saikler vasıtası ile başkaları tarafından istismar edilerek kendilerini Allahtan başka rabler olarak insanlar üzerinde baskı ve zulüm düzeni kurma aracı olarak kullanılmıştır. Bunların örnekleri kur'anda çeşitli ayetlerde verilmektedir. 



-----79.24(firavun) «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.
  ----9.31 Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.

-----3.64 De ki: «Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin». Eğer yüz çevirirlerse: «Bizim müslüman olduğumuza şahid olun» deyin.   
-----3.80 Size melekleri, peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkar etmeyi mi emredecek? 


Bu ayetler bizlere göstermedirki insanoğlu fıtratında olan  kendisinden yüce bir varlığa inanma duygusu gerçek rab ve ilah olan Allah cc nin dışındaki varlıklara vermek suretiyle "şirk" olarak tabir edilen duruma düşmüştür. Düştüğü bu durumu izah ederken kur'anda bir çok ayette karşımıza çıkan aidiyyet duygusunun bir eseri olan "biz babadan böyle gördük " bahanesini göstermiştir. 


-----2.170Onlara: «Allah'ın indirdiğine uyun» denilince, «Hayır, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız» derler; ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru olmayan kimseler idiyseler. 
-----5.104 Onlara, «Gelin Allah'ın indirdiği Kitap'a ve peygambere uyun» dendiğinde, «Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter» derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler 
-----10.78 «Siz ikiniz, bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmek ve yeryüzünün büyükleri olasınız diye mi geldiniz? Biz size inanmıyoruz» dediler 
-----31.21Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa.   


Ayetlerde geçen "babaların yoluna uymak" sözlerinden insanın fıtratından gelen aidiyyet duygusunun bir eseri olarak birlikteliklerini göstermek arzusu yatmaktadır. Bu müşriklerin babalarının yollarına uyduklarının göstergesi olarak belli ritüeller ve semboller etrafında toplanarak onlara ibadet etmelerini görüyoruz. Tabiki bu durum bir sapmadır. Allah cc  ilk insanı yaratmasından itibaren ona tek ilah ve rab olan kendisine nasıl ve ne şekilde ibadet edileceğini gönderdiği resuller vasıtası ile bildirmiş ancak "adem ile iblis " kıssalarındaki gördüğümüz ayetlerde " şeytanın" kıyamete kadar Allahtan izin alarak insanları onun doğru yolundan saptırmaya çalışacağını ve insanların çoğunun buna uyarak yoldan çıkacağını görmekteyiz. 


Allah cc gönderdiği bütün resullere vermiş olduğu ortak bir emir vardır. " SALATI İKAME EDİN" salatı ayakta tutmak insanın var olmasından beri süregelen bir emirdir. "Salat" kavramı kur'anda birden fazla anlama gelen kavramlardan biridir. Bu kavramın en önde gelen ve bu kavramın anlamlarını içine alan bir  ibadet olan "NAMAZ" konusunda kur'anın bazı kavramlarının içini boşaltarak hevaya uygun bir anlam yükleme peşinde koşan baz kişler "namaz" kelimesinin  arapça bir kelime olmadığından yola çıkarak salatın ritüel boyutunu inkar etme yoluna gitmektedirler.  


Ritüel ibadetlerin arkaplanına baktığımız zaman toplumların aynı inancı paylaşmalarının önemi bir ifadesi olduğunu görmekteyiz. Musa as kıssasına baktığımız zaman firavunun büyücüleri ile boy ölçüşme zamanı olarak insanların bir arada oldukları bayram gününün tesbit edildiğin görmekteyiz.
 
  -----20.59Musa: «Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir» dedi.   

 
 Önümüzde en bariz örnek olarak tc nin milli bayram günlerinde her şehir ,ilçelerindeki heykeller önündeve anıt kabirde yapılan ritüellerin tc ye bağlılığın bir göstergesi olarak ve bu ritüellere katılmayanların tc ye bağlı olmadıklarının göstergesi olarak algılanmaktadır. Konumuz tevhidi ritüeller olduğu için bu şirk rüitüellerini sadece bu kadarı ile hatırlayıp esas konumuz olan Allah cc ye olan bağlılığın ritüel bir göstergesi olan "NAMAZA" devam edelim.  



"NAMAZ" ibadetinin ritüel boyutunun yanında ikame ederken yöneldiğimiz bir yön olan "kıble" olarak isimlendirilen yöneldiğimiz "kabe" nin sembolik yönünü bilmek gerekmektedir. Çünkü "sağdan yanaşan şeytanlar" namaz ibadetinden önce bu "kıble" kavramını eğerek "kabenin" taştan bir put olduğu düşüncesini yaymaya çalışmaktadırlar. Biz önce bu tevhidi ritüellerin arka planını görüp bu kavramların içinin boşaltılarak müminlerin namaz ibadetinin kaldırılması şeklinde ortaya çıkan ihanetin arka planını anlayabiliriz.  
 
"KIBLE" kelimesi sözlükte yön anlamına gelmektedir. Istılahi bir kavram olarak "kıble" düşünce birliğininin bir göstergesinin sembolu olarak insanların yöneldikleri bir objedir. Bu obje müslümanlar için mekkedeki "KABE"dir.


-----2.145 Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de KIBLENE uymazlar; sen de onların KIBLESİNE uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun. 
-----2.148 Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir
-----2.127 İbrahim ve İsmail, beytin temellerini yükseltiyordu: «Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir hem bilirsin»
 
 

-----3.096 Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.

 -----5.97 Allah, hürmetli ev Kabe'yi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmalı kurbanlıkları insanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen olduğunu bilmeniz içindir.  
-----22.26 «Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut» diye İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiştik.  


Verilen örnek ayetlerden anlamaktayızki Allah cc insanlığın başlangıcından buyana tevhidi duruşun ortak bir göstergesi olarak sembolik bir mekan yada bir obje belirlemiştir. Bunun karşısındaki şirk düşüncesi ise karşı objeler ve mekanlar oluşturarak aynı şekilde müşriki duruşun bir göstergesi olarak belli belirli mekan ve objelere yönelerek duruşlarını sergilemişlerdir.   


Müminler için "KABE" sembolu ise tevhidi duruşun göstergesi olarak dünyanın hertarafında bulunan müminlerin ortak kıblesi olmuştur. Dünyanın her tarafındaki müslümanların günde 5 vakit olarak ikame ettikleri ritüel salat olan " NAMAZ" ise bu  tevhidi duruşun  hiç unutulmadan devamlı surette hatırlanmasıdır. Yani mümin ikameettiği bu ritüel ile şunu demek ister.  "EY RABBİM SENDEN BAŞKASININ KARŞISINDA EĞİLİP BEL BÜKMEDEN BİRLİK VE BERABERLİĞİN BİR SEMBOLU OLAN KABEYE YÖNELİP SANA OLAN KULLUĞUMU İFADE EDİYORUM."   


Ancak salatın mecraaından çıkarılarak sadece bir spor gösterisi haline döndürülmesi karşısında "papaza kızıp oruç bozan müslüman" tavrındaki bazı kimseler kabenin taşının kutsanması olarak ifade edilen bazı yanlış uygulamaları bahane ederek kabeyi "PUT" olarak  ifade etme cüretini göstermeye başlamışlardır. Hepimizin malumudurki yapılan yanlışlar o düşüncenin yanlış olduğunun göstergesi olamaz. Bugün   kabenin  olması gereken durumundan çıkarılarak bir kısım müslümanlar tarafından sadece taşı öpülmesi gereken bir obje olarak görülmesi ifratı karşısındakiyapılan yanlışlara karşılık olarak  bazı kimselerin  kabeyi bir put olarak görme tefritleride daha yanlıştır.  
Aynı şekilde "NAMAZ" ibadetininde esas işlevi unutulup neredeyse sportif bir olay haline getirilmesi yanlışı karşındaki ifrati yanlışa karşılık " zaten namaz arapça bir kelime değil salatın anlamı namaz demek değildir" şeklindeki tefritde o kadar yanlıştır. Ancak bu semboller ve ritüellerin bu şekilde olmadığının iddiası o kadar samimi ve masum iddialar olarak görülmemelidir. 


RİTÜELLER VE SEMBOLLERİN BİRLEŞTİRİCİ ÖZELLİĞİNİ BİLEN İSLAM DÜŞMANLARI EN ÖNEMLİ UNSURLAR OLAN "KIBLE" "KABE" "NAMAZ" "HAC" GİBİ RİTÜEL VE SEMBOLLER ÜZERİNDE ŞEYTANIN SAĞDAN  YANAŞMA ŞEKLİ OLAN "ALLAH İLE ALDATMA" TAKTİĞİNİN BİR YANSIMASI OLARAK GÜYA KUR'ANI BAZ ALARAK BU RİTÜEL VE SEMBOLLERİN BİRER  ŞİRK UNSURU OLDUĞUNU YAYARAK MÜSLÜMANLARIN EN ÖNEMLİ BİRLEŞTİRİCİ UNSURLARI ETRAFINDA ŞÜPHELER YAYAMAYA ÇALIŞARAK BU KONULAR ETRAFINDA FESAD TOHUMLARI SAÇMAYA ÇALIŞMAKTADIRLAR. ACI OLAN TARAF İSE BU FESADA BAZI SAMİMİ İNSANLARINDA ACABA ÖYLEMİ DİYEREK O DÜŞÜNCEYE YÖNELME DURUMUNDA OLMALARIDIR. VAZİFEMİZ BU YANLIŞLARI ORTAYA KOYUP DİLEYEN KİMSENİN ÖĞÜT ALMASIDIR. KİMSE ÜZERİNDE ZORLAYICI VE BEKÇİ DEĞİLİZ. RABBİMİZ HEPİMİZİ HİDAYET YOLUNDAN AYIRMASIN AMİN.

Kur'anı Okumaya Şeytana Sığınarak Başlamak

Rabbimiz kur'anı kerimin nahl suresi 98. ayetinde bizlere şu şekilde bir emir  vermektedir.                               
                  "Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın."
 
 
 Bu emrin geleneksel olarak uygulamasına baktığımız zaman tecvid kaidelerine uygun bir euzu besmele ile bu emre uyulduğu zannedilebilir.Tabiki kur'an okurken güzel bir euzu besmele çekilmelidir,ancak bu emrin kapsamı sadece bu kadarmıdır?, yoksa devamında gelen okunan ayetlerin anlaşılma ve uygulama konusu ile ilgili bir kapsamıda olabilirmi? , yoksa kur'an sadece güzel sesli hafızların okuyup ayetlerin anlaşılmadan sadece hafızların nefes almak için verdiği arada cemaatin Allah, Allah diye hafıza tezahürat yapmaları için okunan bir nağmemidir?. Kur'anın ne olup, ne olmadığı ile iligli bir sürü şeyler yazılabilir.Ancak biz nahl s. 98. ayetinin tersi şeklinde tezahür eden" KUR'AN OKUMAYA BAŞLARKEN ŞEYTANA SIĞINMA" tarzı bir okumayı seçerek bu okumanın ne şekillerde gerçekleştiğini (tabiki bir kısmını koyabilirz çok olması hasebiyle) paylaşmak istiyoruz.     


1400 kusur yıldır kur'anla muhatap olan müslümanlar arasında kendilerini kur'ana nisbet eden birçok düşünce mektebi çıkmıştır ve bundan sonrada çıkacaktır. Bu düşünce mekteplerinin kur'anla örtüşenlerine bir eleştirimiz olamaz, ancak kendilerini kur'ana nisbet ederek düşünce üreten ve bu düşüncelerinin kur'andan onay alması kesinlikle mümkün olmayan birçok düşünce mektebi maalesef ortaya çıkmıştır.Öncelikle bu düşüncelerin kaynağı üzerinde durmak gerekmektedir, bu kaynağı tesbit edince bu düşünceleri anlamak dahada kolaylaşacaktır. Öncelikle daha önce ele aldığımız "adem as ile iblis kıssasındaki" olayların bir kısmını hatırlayalım. Araf s. 16. ve 17. ayetlerinde iblisin Allah cc ye şu şekilde meydan okuduğunu görmekteyiz.  "«Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın»  dedi."  Bu ayette "sağdan sokulmak" şeklinde tabir edilen tehdidin uygulamasına baktığımz zaman karşımıza çıkan netice 'kendilerini kur'ana nisbet ederek yola çıkan ancak kur'anla alakası olmayan çıkarımlarda bulunarak insanları saptıran düşüncelerdir.   

Bu tür düşüncelere örnek olarak kendilerini geleneksel islam anlayışlarını red ederek kaynak olarak sadece kur'ana yönelme iddiası ile yola çıkıp ancak bu yönelmede bazı yanlışlar yaparak kur'anı kur'andan değilde kur'an dışı kaynaklardan öğrenerek çıkarımlarını bu kaynaklara dayanarak yaparak neredeyse geleneğe rahmet okutturacak çıkarımlarda bulunulduğunu görmekteyiz. Geleneğin yanlış kur'an anlayışlarını inkar ederek yola çıkıp gelenekten beslenen düşünceler vasıtası ile söylemde bulunmak bir tenakuzdan başka bir şey değildir.   

Geleneksel kur'an anlayışına hakim olan "nasih mensuh" teorisinin kur'anın mevsukiyetine gölge düşürdüğü için rededen anlayış, yine geleneksel sapkın anlayışlardan olan  hurufilik veya yahudilerin kabalacılık denilen harflerden çıkarımlar yapmak şeklinde bir anlayışı kur'ana uygulayarak  müddessir s. 30 ayetindeki " üzerinde ondokuz vardır" ayetinden çıkarak kur'anın korunmuşluğunu 19 rakamının katları ile güya ispat etmeye çalışarak tevbe s.128. ve 129 ayetlerini  inkar ederek  kur'andan olmadığı sonucuna varmıştır. Tabiki bu sözde 19 mucizesinin ne şekilde üretildiği ve bazı ayetler üzerinde bu düşüncelerini onaylatmak için nasıl işlerine gelen tarafları alıp işlerie gelmeyen tarafları almadıklarının örnekleri verilerek  bu mucizenin!!!! nasıl şekilde oluturulduğu gözler önüne serilmiştir. Ancak "çamur at tutmasada izi kalır" atasözü misali bazı kur'an merkezli düşünce sahipleri arkadaşlarda oluşan düşünce kur'anın mevsukiyeti hakkındaki şüphelerdir. Bugün tevbe suresindeki iki ayet hakkında söylenen yalanlar başka ayetler üzerinde üzerindede söylenmeyeceğini kim iddia edebilir. Nitekim daha marjinal bazı guruplar tarafından nisa s. 95. ve 96 ayetlerinin kur'ana sokuşturulduğu iddiaları vardır.     

Geleneksel tasavvuf anlayışında hakim olan müridin  şeyhi karşısında  olması gereken "gassal önünde mevt" misali kur'an merkezli düşünde iddiası sahipleri bazı arkadaşlar bu düşüncelerin doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde hiç kafa yormaya gerek yormadan müridin "şeyhim benim yerime düşünür benim düşünmeme gerek yok " demesi misali "edip abimiz bizim yerimize düşünür bizim düşünmemize gerek yok" diyerek kafalarını ona kiraya vermişlerdir. Ancan edip abileride " benim yerime reşad halife resulum düşünür benim düşünmeme gerek yok " diyerek kafayı ona kiraya vermiş, reşad halifede gelenekteki sapkın anlayış hurufilik ve kabbalacılığa kafayı kiraya vererek bazı saf müslümanların kafalarını çelmeyi başarmışlardır. Tevbe suresindeki son iki ayeti inkar ederken işlerine geldiği için kullandıkları rivayetlere verdikleri değeri diğer konularda gelen hadislere maalesef vermemektedirler. Buna çifte standart denmezde ne denir.     

Yine muhammed esedin "kur'an mesajı" adlı eserinin türkçeye çevrilmesi ile başlayan ancak kökü batı rasyonalizminin, "kutsal kitapları red" söylemine karşılık, hıristiyan teologlar tarafından tabiri caizse "hepsini atmayalım içindeki mitolojik unsurları temizleyelim" söylemi çerçevesinde geliştirilen "incilin mitolojiden arındırılması" fikrinin , batı karşısındaki eziklik psikolojisi içinde hareket eden ve bu düşüncelerin kur'anada uygulanabileceğini iddia eden "muhammed abduh" ve reşid rızanın" başını çektiği "hasan halefullah" ın ve muhammed esedinde bu düşüncelere katkıda bulunarak günümüzde bilhassa kur'an kıssalarındaki yaygın deyimiyle "mucizeleri" red etme yoluna gidilmektedir. Bu red düşüncesinin ana kaynağı batı kaynaklı bir düşünce olan "determinizm"dir. Bu düşüncede her şey bir sebeb sonuş ilşkisine dayanır  tesadüflere ve mucizelere yer yoktur. Tabiki bu düşüncenin ana kaynağı kainattaki ALLAH  unsurunu es geçmesidir. Haşa Allah kainatı otomatik pilota bağlayarak bir tarafa çekilmiş ve hiçbir şekilde müdahelesi söz konusu olamaz.   Bu "determinist" anlayışın  kur'an  anlayışına etkisi ise kur'anda anlatılan kıssalardaki günümüz deyimiyle "mucize " denilen şeylerin inkar edilerek akla uygun bir hale getirilmesidir.     

Kur'an anlayışlarındaki sapmaların önemli bir nedenide kafadaki önkabulleri kur'ana tasdiklettirme amaçlı  olarak yapılan okumalardır. Örnek vermek gerekirse "ehlişia" düşüncesi  kur'anda nebi as ın hanımları için kullanılan "ehlibeyt" kavramını hz ali ile fatımanın soyundan gelen "12 imam" ın kutsallığı üzerine bina edip onları dokunulmaz yarı ilahlar seviyesine çıkarmak için yüzlerce kur'an ayetini eğip bükmek suretiyle onların itaat edilmesi gerekn şahsiyetler olduğu düşüncesini kur'ana onaylattırma yoluna gitmişlerdir. Eğilip bükülen kur'an ayetleri sayesinde o imamlar günahsız, vahiy alan, istedikleri zaman ölen, peygamberlerden üstün , onlara ahirette şefaat edecek olan bir makama ulaştırılmışlardır
Tasavvuf ekolune mensup kişiler "kerameti kendinden menkul" olan şeyhleri hakkındaki düşüncelerini yine kur'an ayetlerini eğip bükmek suretiyle onaylatma yoluna gitmektedirler.

Gaybına kimseye muttali kılmayacağını müteaddit ayetlerde buyuran rabbimizin bu sözlerinin aksine  kendi şeyhlerini gaybden haber veren kişiler olarak göstermek, Allah ile kul  arasındaki aracıları "şirk olarak niteleyen bir çok ayete rağmen "biz Allaha onlar olmadan ulaşamayız" diyerek mekke müşriklerine taş çıkartırcasına bu düşüncelerine kur'andan ayetlerle örnekler getirmek şeklinde dile getirmektedirler.   

İşin daha vahim olanı "kur'an merkezli düşünce" söylemi etrafında bazı ayetlerin eğilip bükülmesidir. bilhassa "islam" olmanın temel göstergeleri olan namaz, oruç, hac, abdest, kabe,kıble , vs gibi kavramları hevaları doğrultusunda eğip bükerek, onlarakur'an dışı  anlamlar yükleyerek yerlerinden oynatmaya çalışmalarda bulunduklarını üzülerek şahid olmaktayız. İşlerine geldikleri zaman en zayıf bir rivayete sarılan bu kişiler yüzyıllardır sahih uygulamalar şeklinde gelen haberleri red etmektedirler. 

Kur'andaki salat kavramının birden fazla anlamlara gelmesini bahane ederek , veya " namaz" kelimesinin arapça değil farsça bir kelime olmasını bahane ederek bu ibadetin olamayacağını savunmaktadırlar. Mekkede hz ibrahim ve oğlu ismail tarafından yapılan "kabe" yi taşlara tapmak şeklinde algılayarak bununda yanlış bir uygulama olduğunu söylemektedirler. İşin dahada trajikomik yönü kendilerini "hanif" olarak vasfedip ibrahim as ın dinine tabi olduklarını iddia edip o ve oğlu tarafından yapılan bir binayı put olarak görmektir.   

"Hanif" olmak demek İbrahim as a uymak demekse onun tarafından  yapılan ve ilk olarak ibrahim as tarafından kurulan bir şehir olan mekkedeki kabeden alıp veremedikleri nedir.? Bu sorunun cevabı islamın ritüel ibadetlerinin sosyolojik alt yapısında aramak gerekmektedir. Bugün müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik sembolu olan "kabe" nin işlevi üzerinde biraz düşünmek gerekirse bu düşüncelerin arka planı ortaya çıkacaktır.

 Bugün "kabe" dediğimiz bina dünya müslümanların kıblesidir. Kur'anda "kıble" kavramına baktığımız zaman , aynı düşüncedeki insanların tek bir tarafa yönelerek bu birlikteliklerini ortaya sembolik  olarak koydukları  sembolik bir mekan olduğunu görürüz.  Bu konu bakara suresinde bariz bir biçimde ortaya konmaktadır. " herkesin yöneldiği bir yön vardır" veya " ne onlar senin kıblene uyarlar nede sen onların kıblesine uyarsın" mealinde ayetlerden anlaşılırki her düşünce sahibinin  bu dşüncesini deklare etmek amacıyla yöneldiği bir yönü vardır. Örneklemek gerekirse türkiye cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olan mustafa kemalin kabri belli günlerde gidilerek bazı ritüeller yapılarak, kişilerin ona olan bağlılıkları gösterilmektedir. Yani kemalistlerin kıblesi anıtkabirdir.    

Böyle mekan ve ritüellerin insanların yaşamlarında önemli bir yer tutması yadsınacak bir olay değilidr. Burada yanlış olan şey bu ritüellerin şirk unusurlarından beri olmasıdır.  Müslümanlarında birlik ve beraberliklerini veya neye inandıklarının bir göstergesi olarak kabeye yönelmeleride bu açıdan önemlidir. Hz ibrahimin dini üzere "hanif " olduklarını iddia eden bu kişiler onun elinde balta ile putları kırması sünnetine karşılık kemalistlerin anıt kabirdeki ritüelleirne karşı kabe için gösterdikleri tepkiyi acaba neden göstermemektedirler?.  

SEMBOLLERİN VE RİTÜELLERİN SOSYOLOJİK ALT YAPISINI KISACA ÖZETLEDİKTEN SONRA . KABE SEMBOLUNE VEYA HAC VE NAMAZ RİTÜELLERİNE KARŞI ÇIKMANIN ARKAPLANINDA BU SEMBOL VE RİTÜELLERİN BİRLEŞTİRİCİ ÖZELLİĞİNİ FARKEDEN ŞEYTANIN SAĞDAN YAKLAŞARAK BİLHASSA "KUR'AN MERKEZLİ İSLAM" SÖYLEMİ ETRAFINDA BİR KISIM KUR'ANDAN HABERSİZ İNSANLARA İĞVA VEREREK ONLARI AYARTMASI VARDIR. ANCAK ŞEYTANIN BU RİTÜELLEİN BİRLEŞTİRİCİ BİR UNSUR OLDUĞUNU FARKEDEREK MÜSLÜMANLAR ARASINDA BERABERLİĞİ ORTADAN KALDIRMAK AMACIYLA YAPTIĞI BU OYUNA BAZI MÜSLÜMANLAR FARKINDA OLMADAN DESTEK OLMAKTADIRLAR. BUGÜN AVRUPADA FIRKA FIRKA OLAN MÜSLÜMANLARIN GİTTİKLERİ CAMİLER FARKLIDIR . HER FIRKA MENSUBU KENDİ CAMİSİNDE KILDIĞI NAMAZIN NE ANLAMA GELMESİ GEREKTİĞİ BİLİNCİNDEN MAHRUM OLARAK MAALESEF YATIP KALKMAKTADIR. 
RABBİMİZ BİZLERİ YAPTIĞIMIZ RİTÜELLERİN GERÇEK ANLAMINI KAVRAYAN VE BU RİTÜELLER ETRAFINDA SAĞDAN YANAŞAN ŞEYTANLARIN OYUNLARINA ALET OLMADAN BUNLARA SIKICA YAPIŞAN KULLARINDAN KILSIN.   AMİN
 

Vahyin Muhammed (s.a.v) e Ulaşması

Son zamanlarda "kur'an merkezli düşünce" söylemi etrafında toplanıp ancak sadece söylemde kalan ve kur'andan haberi olmadan,  kaynağını kur'an dışı düşüncelerden alıp onunla kur'anı anlamaya çalışan bazı kimseler kur'anın kaynağı konusunda fikirler üretmeye çalışmaktadırlar. Kur'anda önemli bir yer tutan "gayba iman" meselesini bir tarafa atıp gaybi varlıklar konusunda onları gözle görülen varlıklar mesabesinde görme eğilimlerine şahid olmaktayız. Bu söylemler etrafındada vahyi Allahtan alıp muhammed as a getiren "vahiy meleği" hakkında bazı yanlış düşüncelerin oluştuğuna şahid olmaktayız. Üzülerek gördüğümz bir noktayı burada vurgulamak isterimki, bazı gelenek bağlısı kişilerin düştüğü yanlışlardan biri olan "biz bilmeyiz hocalarımız, şeyhlerimiz, abilerimiz, üstadlarımız bilir bize düşen onları tasdiklemektir" mantığına "kur'an merkezli düşünce" etrafında toplandıklarını iddia eden ancak kur'an bilgileri bazı kişilerin kur'ana getirdikleri yorumdan ibaret olan bazı kardeşlerimizin o kişilere ,bir müridin şeyhine olan bağlılığı gibi bağlanıp "o nerse doğrudur" mantığı içinde baktıklarını görmekteyiz. Son birkaç senedir takip ettiğimiz bu kur'an dışı yorumlar neticesinde bazılarının vardığı sonuç "deist" bir düşüncedir. Rabbimiz bizleri şeytanın iğvası olan bu tip "sağdan yaklaşımlardan" korusun.   

Istılahi olarak vahiy kavramını kısaca " ALLAH CC NİN KULLARINA OLAN EMİR VEYA NEHİYLERİNİ DOĞRUDAN VEYA BİR MELEK VASITASI İLE SEÇTİĞİ İNSANLARA BİLDİRMESİDİR. Etrafında problem oluşturulan bu konu ismi kur'anda "cibril " olarak bildirilen varlığın etrafında yoğunlaşmaktadır. Gaybi bir varlık olması  nedeniyle onun şekli ve şemali hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak bize düşen görev böyle bir varlığın vahyi muhammed as a getirmiş olduğudur. Bu varlık bize kur'anda nasıl bildirlimektedir? o konu ile iligili ayetlerden bunu öğrenmekteyiz. Öncelikle gelen vahyin kaynağı bize kur'anda şu şekilde bildirilmektedir.        

-----10.61 Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır.   
-----11.6 Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O, canlıları babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Her şey apaçık bir Kitaptadır.   

 -----22.70 Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitap'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır.   
-----27.75Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. 
-----34.3 İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.

 "Kitap" kavramı kur'anda çok geniş anlama sahip olan kavramlardan biridir. Allah cc nin ilmi bu kavram dahilinde "el kitap" olarak kur'anda geçmektedir. Kur'anın kaynağıda "müteşabih" bir anlatım tarzı ile bizlere bildirilen "el kitaptır". Bu " el kitabın" nasıllığının bilgisi bize kur'anda bildirilen kadardır.   

56.75- Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim.
56.76- Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.
56.77- Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir.
56.78- Saklanmış-korunmuş bir Kitap'ta (yazılı)dır.
56.79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz.
56.80- Alemlerin Rabbinden indirilmedir.
56.81- Şimdi siz bu sözü mü hor görüp-küçümsüyorsunuz.   


77.ve 78. ayetlerde kur'anın "kitabin meknun" da yani saklı bir kitapyan olduğu beyan edilmektedir.   

85.21- Hayır; o (Kitap), 'şerefli-üstün' olan bir Kur'an'dır;
85.22- Levh-i Mahfuz'dadır.   

Vakıa suresindeki "kitabin meknun" kavramı ile buruc suresindeki "levhi mahfuz" kavramı "el kitap" kavramının bir açılımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlamı "saklı" ve "korunmuş" olan bu kelimeler bu saklı ve korunmuş olmanın mahiyetinide açıklamaktadır. Vakıa suresi 79. ayette "el mutahharun" olarak vasıflandırılanların haricinde kimsenin buraya ulaşamayacağı bildirilmektedir.   

13- O (Kur'an), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir.
14- Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış.
15- Katiplerin ellerinde.
16- (Ki onlar,) Üstün değerli, 'iyilik ve dürüstlük sembolü.   


Abese suresindeki bu ayetlerde iyilik ve dürüstlük sembolu olarak vasıflandıran elçileri görmekteyiz.   

Kur'an Allah cc den bu şekilde vasıflanan kulları vasıtası ile muhammed as a ulaştırılmaktadır. Bu vahyi ulaştıran varlığın ismide kur'anda belirtilmektedir.  

-----2.97 De ki, «Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır», çünkü O, Kuran'ı Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.   
-----16.102 De ki: «Kuran'ı; Ruhul Kudüs (Cebrail) Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.  
-----26.192- Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir.
-----26.193- Onu Ruhu'l-emin indirdi.
-----26.194- Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir).
-----26.195- Apaçık Arapça bir dille.  


Necm suresindede muhammed sav in bu varlığı gördüğü bildirmektedir.   

5- Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.
6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.
7- O, en yüksek bir ufuktaydı.
8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.
9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.
10- Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.
11- Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.
12- Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?
13- Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.
14- Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
15- Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır.
16- Sidreyi örten örtmekte iken,
17- Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.
18- Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.   


Necm suresi ayetlerindede vahyi Muhammed sav e ulaştıran varlığın onun tarafından göz ile görüldüğü belirtilmektedir.     

Sonuç olarak , "kur'an merkezli düşünce" söylemi etrafında toplanıp ancak kur'anı kur'andan değilde başka kaynaklardan alınan verilerle anlamaya kalkışmanın sonucu olarak vahyin menşei ve o vahyi ulaştıran varlığın üzerinde spekülasyonlar oluştuturularak sun'i gündemler oluşturulmaya başlanmıştır. Fussilet suresi 26.da   "İnkar edenler: «Bu Kuran'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız»dediler."  demeleri misali kur'anın asıl iniş gerekçesi unutturularak konu başka taraflara çekilmek istenmektedir. Müslümanlar olarak bizlere düşen görev o vahyi getiren varlığın kimliği üzerinde gürültüler yapmak değil , gelen o vahye tam bir teslimiyet göstererek SEMİ'NA VE ASAYNA diyenlerden değil SEMİ'NA VE ATA'NA diyenlerden olmaktır. Müslümanlar özellikle kur'an merkezli düşündüklerini iddia eden kardeşlerimiz bu oyunların arkasında yatan çirkin emelleri görerek sun'i gündemler peşinde değil kur'anın gündemi peşinden koşmalıdırlar. Son yıllarda üzülerek müşahede ettikti böyle sanal gündem etrafında kur'anın kaynağını, mevsukiyetini sorgulama peşinde olan insanların birçoğu "deizim" ve "ateizme" sapmışlardır. RABBİMİZ BİZLERİ SAHTE GÜNDEMLER OLUŞTURARAK KUR'AN ETRAFINDA ŞÜPHELER UYANDIRMAYA ÇALIŞAN MİSYONER DÜŞÜNCELİ İNSANLARDAN KORUSUN. AMİN   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri (2) Mucize

Son yıllarda kur'an ile ilgili araştırmalarda hakim olmaya başlayan yanlış eğilimlerden biriside batı kaynaklı düşünceler  ışığında kur'ana bakma eğilimidir. Bu bakış en fazla ,resullerin vasıtasıyla ,doğa üstü olaylar şeklinde gereçekleşen adına genel olarak "mucize" dediğimiz konularda yoğunlaşmaktadır. Bu bakış kaynağını  "DETERMİNİZM" denilen batı çıkışlı , olayları sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendiren , tabiri caizse otomatik pilota bağlanmış bir kainat ve bu kainatı yöneten varlığın buna hiçbir şekilde müdahelesinin  sözkonusu olmadığı, dolayısı ile kur'anda "mucize" kavramı içinde değerlendirilen olayların imkansız oluşu yönünde bir düşünce üreterek , kur'anda israiloğuları için söylenen" kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" ayetinin muhatabı durumuna düşmüşlerdir.   

Kur'anda ki "ayet" kavramı genel olarak Allahın hem resullerine indirdiği kitaplar için, hemde kainattaki gücünün ve kudretinin bir işareti olarak kullanılmıştır. Yani" görsel ayetler" dediğimiz kainat kitabını bir nevi inkar yolunda bir anlayış olan bu olaylara yamuk bakışın gerekçeleri olarak bu anlatımların "mecazi " bir anlatım olduğu iddasının yanısıra "DETERMİNZİM" kaynaklı bakışını kur'ana onaylatmak amacı ile kur'an ayetlerini tahrif etme cüretini maalesef görmekteyiz. Kur'anı anlamak için yine "kur'anın bak dediği yerden" değil, "başkasının bak dediği yerden" bakmaya başlayınca düşülen duruma örneği yine "tebyinül kur'an" adlı eserde bol bol görmekteyiz. Daha önceki yazımızda kendi düşüncesini kur'ana onaylatmak amaçlı olarak  maide s. 38. ayetinin nasıl tahrif ettiğini görmüştük. Bu yazımızdada mucize kavramı çerçevesinde musa as ve isa as kıssasından verdiği örnekleri nasıl tahrif ederek yansıtmaya çalşıtığını göreceğiz.     

Yazarın "Kur'anda mucize sözcüğü geçmez. Kur'anda "ayet (alamet/gösterge) sözcüğü yer alır" şeklindeki sözüne katılıyoruz. Katılmadığımız , bu sözüne ilave olarak muhammed as a izafe edilen mucizeleri yazısına alarak bu iddialar üzerinden kendi düşüncesini temellendirmesidir. Rivayet kitaplarında muhammed sav adına uydurulan yüzlerce mucize yalanı üzerinden kur'anda diğer resullere izafe edilen "ayetleri (mucizeleri)" inkar etmek , ifrata karşı tefrit düşüncesinden başka birşey değildir.  

Yazar ankebut s. 50 ve 51 ayetini örnek göstererek devamında   "Rabbimiz “İndirilen yetmedi mi” buyrulurken, Allah’ın peygamberlere vahiy dışında bir gösterge vermediği yaratmadığı gerçeği de açıklanmaktadır. "  diyerek muhatabın burada tekil olarak " muhammed" as olduğu halde bunu diğer peygamberlerede şumullendirerek dolaylı bir tahrif yapmıştır.   
Araf s 103 ile 108 ayetlerine verdiği mealde musa as ın asası "birikim " olarak meallendirilmiştir. Ancak tahrifin dahada bariz olarak görüldüğü yer isa as ın kıssası ile ilgili olan yeridir.    

Ali imran s. 45. ile 51 ayetlerini vererek başladığı yazısına 46. ayetin mealini şu şekilde vermiştir. "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. " diğer meallere baktığımız zaman " beşiktede yetişkin ikende insanlarla konuşacaktır" şeklinde olan bu mealdeki "fil mehdi" (beşikte) kelimesini " yetişkin iken" kelimesi olarak çevirme gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır.   

"Tebyin çalışmamızda, Mushaf tertip heyetinin, Mushaf’ı tertip ederken kronolojik bir tertip yapmadıkları, necmlere dikkat etmedikleri, bazı paragraflardaki cümlelerin, bütün ayet halindeki cümle öğelerinin gerekli dilbilgisi kurallarına uygun tertip etmediklerini yüzlerce kez göstermiş idik. Bu durumu, bir zamanlar, tertip heyetinin dilbilimi açısından uzman olmayışına, önce bütünü koruyup sonra düzeltmelerin yapılması yolunu tercih ettiklerine yormuş idik.
Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olayların ve katliamın ortaya çıkışı buna rağmen tertibin birçok nedenle irdelenmesinin engellenişi; bizde, bunun, ihmalden, gafletten değil ihanetten kaynaklandığı kanaati oluşmasına sebep olmuştur." 

Kendi dilbilgisi ilmi "lisanul arap" veya tacul aruz" dan aldığı bilgiler olan zat kendi düşüncelerine uygun bir mushaf tertip etmedikleri için tertip heyetini cahillikle suçlamaktadır. Tahrif düşüncesine "filmehdi" kelimesinden yola çıkarak yazar şunları söylemektedir. 

"Biz tahlilimizi önce bu pasajda ve İsa ile ilgili diğer ayetlerde yer alan ve “beşik” anlamıyla çevirdiğimiz “المَهدel MEHDİ” sözcüğü üzerinde yaptık. Bu sözcük, bilindiği üzere tüm diğer sözcükler gibi ilk Mushaf nüshalarında harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğün “المَهدel MEHDİ”, “المُهدel MÜHDİ” ve “المِهدel MİHDİ” olarak okunması mümkündür. "

Sayın yazar ilk mushaftaki arap yazısının nokta ve harekeden yoksun olmasını kalkan edinerek "el mehdi " kelimesinin başka şekillerde okunabileceğini öne sürerek bu değişik okumalardan çıkardığı mana üzerinden iddialarını delillendirmeye çalışmaktadır. Öyle okunması gerektiğine kendini inandıran yazar yine "lisanul arap" ve tacul aruzdan" o kelimeye verilen mana üzerinden giderek yola devam etmektedir.   

"Elimizdeki resmi Mushaf’ta bu sözcüğün İsa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Al-i İmran; 38, 39. ayetlerdir. İlk Mushaf’lardan İsam nüshasında bu ayetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa Davud b. Ali Keylaniy tarafından Mekke’de 1437/841 senesinde yazılarak Mushaf’a yerleştirilmiştir.(Mushaf-ı Şerif; İSAM yayınları) Ne kayıp olan sayfayı harekeli olarak yazanlar ayetteki “المهدel mhd” sözcüğünü harekelememişlerdir. Yani sözcüğü “المَهدel mehdi, “المُهد el mühdi ve المِهدel mihdi” okunabilir kılmışlardır. Meryem; 29. el mehdi sözcüğünü “المُهد el Mühdi” şeklinde okursak ayetin anlamı otomatikman “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, “BİZ; YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞURUZ?” dediler.” şeklinde olacaktır.  "

Sayın yazar "elimizdeki resmi mushafta bu sözcüğün isa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer ali imran 38. 39 ayetleridir" demesine rağmen bu sözcüğün ayetin neresinde geçtiğini bulamadık. Yazar kendi düşüncesini pekleştirmek maksadıyla kur'anın mevsukiyetine dahi dil uzatmaktan geri durmamış "elmehdi" kelimesinin  harekelenmemesini "mal bulmuş mağribi" gibi sarılmaktadır. Ve noktayı koymaktadır "el mehdi" kelimesinin anlamı " YÜKSEK MEVKİ" dir artık  isa as da "yüksek mevkilere sahip biri olarak insanlarla konuşacaktır!!!!
Sıra meryem s. 29. ayete gelmektedir. Sayın yazar orada "nukellimu" kelimesinide yine kur'anın ilk nüshalarının hareke ve noktadan yoksun olması kalkanına sarılarak, zaten tertip heyeti cahil ve arapça ilminden yoksun "lisanul arap" veya "tacul aruz" dan nasibini almamış kişilerdi. Bunlarda aslı güya "yukellimu" olması gereken kelimeyi yanlış yazarak "nukellimu" şeklinde yazmışlardır. Sayın yazar minareyi çalmadan önce kılıfı hazırlamış" ve artık tahrife zemin hazırlanmıştır.   

"Yine bu ayetin orijinalindeki “نكلّمNÜKELLİMÜ” diye okunan sözcüğün, ilk nüshalarının harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin “يكلّمYÜKELLİMÜ” şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket ederek ayeti manalandırırsak ayetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, ‘YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞUR?’ dediler.” Şeklinde olur.  " demektedir.  

Bu gibi kitap tahrifçileri her zaman olmuştur ve olacaktır. Kur'an onları bizlere şu ayetlerle haber vermektedir.  

-----2.79 Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
 

-----4.46 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanırlar.  
-----5.13 Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.
-----5.41Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, «İnandık» diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de, «Böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının» derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.   

 Kendi hevasına uygun olarak kitabın ayetlerini eğip bükenler , bu düşüncelerinin kur'an bütünlüğüne uygun olup olmadığına baktıkları zaman yaptıkları tahrif ile önce kitabın korunmuşluğuna gölge düşürmekte sonra" zaten yazanlar yanlış yazmış ben doğrusunu yazdım " diyerek üstteki  ayetlerin muhatabı olmaktadırlar. Konuyu kur'an bütünlüğünde ve ayetleri tahrif etmeden okuduğumuz zaman karşımıza nasıl bir isa as çıkmaktadır onu görelim.  

 Ali imran suresi 45. ile 51. ayetlerinin meali şu şekildedir.   


-----45- Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."
-----46- "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
-----47- "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
-----48- "Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek."
-----49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
-----50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
-----51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."   


Meryem suresi 27. ile 34. ayetlerinin meali şöyledir.    

-----27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
-----28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
-----29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"
-----30- (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."
-----31- "Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
-----32- "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
-----33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."
-----34- İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz".   


Ali imran s 46. ayetinde gördüğümüz gibi "beşikte insanlarla konuşacak" şeklinde söz verilen isa as ın bu konuşması meryem s.30. ayetinde karşımıza çıkıyor. Yetişkin iken konuşmasından örnekleride diğer surelerdeki ayetlerde görmekteyiz.   Sayın yazar 29.ayeti evirip çevirip kelimeleri kendi hevasına uygun olarak  "ben yaptım oldu" mantığı içinde Allahın "görsel ayet" dediğimiz kainatın işleyişine her an müdahele edebileceğini kabule yanaşmamaktadır.  

Sonuç olarak, kur'anı dışardan ithal edilmiş fikirlerden biri olan "DETERMİNİZİM" in doğrultusunda okumanın sonucu olarak kainata müdahele etmemesi gereken bir Allah inancı ile karşı karşıya kalmaktayız. Ancak kur'an bizlere bunun tersini söylemektedir. Allah cc kainat üzerinde yegane tasarruf sahibidir. Bunun böyle olduğunu kabul edip ancak kur'anda bazı resullerin eli ile kendi kudretini göstermesini kabul etmemek ve daha kötüsü bu düşüncesini empoze etmek için kur'an ayetlerini eğip bükmek, kelimeleri yerinden oynatmak iyi niyetle bağdaşan bir hareket olamaz. Bugün elimizde olan mushafın tertibinde ve kelimelerinde şüphe uyandırarak" tertibinin böyle olması gerekir, bu kelimenin böyle olması gerekir " diyerek kendi görüşlerinin aksine tertip ve yazım yapanları cahillikle suçlayıp"lisanul araba " veya tacul aruza" kur'andan fazla değer veren birisi herhalde cahillikle suçladığı tertip heyetinden daha cahildir ve dahası artniyetlidir.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.