28 Eylül 2011 Çarşamba

BAHÇE SAHİPLERİ ve KARUN ÖLMEDİ YAŞIYOR

Kur'anda "kehf" ve "kalem" surelerinde bizlere "bahçe sahipleri" adı altında ve kasas suresinde "karun" la ilgili 3 tane kıssa anlatılır. Bu kıssalar, tarihin herhangi bir döneminde yaşamış geçmiş olan bir takım insanların hikayesi değildir. Aksine kıyamete kadar yaşayacak olan insanoğlunun açgözlülüğünün , cimriliğinin, inkarcılığınınve bencilliğinin canlı olarak anlatımıdır. "bahçe sahipleri" deyimi ile sadece bahçeleri olan insanlar anlatılmak istenmez. Bu deyimin sembolize ettiği her türlü maddi zenginliğin sahipleri gözler önüne serilerek dünyadaki maddi zenginliğin kaynağının sadece onların kendi gayretlerinin ürünü olmadığı ve ellerinde servetin o insanlara, Allah cc nin bir imtihan olarak verdiği , ancak  kıssalardaki anlatılan kişilerin bu imtihana karşı nankörlük ettiği ve buna karşılık olarak servetlerinin helak bildirilir. Kıssaların meallerini vererek devam edelim.


         KEHF SURESİNDEKİ BAHÇE SAHİPLERİ KISSASI
 
32- Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. 33- İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık.
34- (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”
35- Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi.
36- "Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım."
37- Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?"
38- "Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
39- "Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan."
40- "Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir."
41- "Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin."
42- (Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım."
43- Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.
44- İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.

Kıssada sahneye  iki kişi çıkarılmaktadır. Bu ikiside bahçe sahibi olmasına rağmen servetleri eşit değildir. Serveti az olan kişi mümin , serveti çok olan kişi inkarcıdır. Bu iki kişininde bahçelerinde her türlü ürün bulunmasına rağmen serveti çok olan kişi dünya malının geçiciliğini unutarak ötekini küçümsemeye kalkar. Ancak bu kişi karun kıssasında karşımıza çıktığı gibi "keşke ondaki servet kadar bendede olsa" diye bir hevese kapılmadan ona bu düşüncesinin yanlış olduğu tebliğini yapar. Çünkü kur'anda ve ondan önceki kitaplarda dünya malının geçici olduğu baki olanın ahiret hayatı olduğu , ahiretteki mutluluğun dünyadaki yapılan salih ameller neticesinde olduğu insanlara bildirilmiştir.Kıssada dikkatimizi çeken bir hususta şudur;İnkarcı bahçe sahibi gücünü yanındaki kendisinden güçzüz  olan arkadaşı ile mukayese ederek haşa Allaha karşı efelenmeye kalkmaktadır.Halbuki arkadaşının hatırlattığı gibi bütün güç ve kudretin Allaha ait olduğunu kabul edip arakadaşının ona dediğini söylemesi gerekirdi.


003.014- Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.
[057.020- Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

Bu ve buna benzer birçok ayetler bulunan kur'ana rağmen servetlerinin çok olması o kişilere iman etmelerini sağlamaları gerekirken aksine çoğu kimsenin küfrüne sebeb olmaktadır. Burada inkarcı bahçe sahibinin arkadaşınıda unutmamak gerekir. Çünkü o kişi arkadaşı kadar servete sahip olmamasına rağmen o kişiye bu yaptığının yanlışlığını hatırlatmaktadır.Araf suresi 163- 166 . ayetleri arasında anlatılan " deniz kenarındaki kasaba" kıssasında 3 tip insan karşımıza çıkmaktadır. 1-kötülüğü işleyenler,2-kötülüğe mani olmaya çalışanlar, 3- kötülüğe mani olanları engellemeye kalkanlar. Anlatılan kıssada bu üç guruptan ikisinin helak edildiğini sadece kötülüğe engel olanların helaka uğramadıklarını görüyoruz. Göreceğimiz her 3 kıssadada azgın servet sahiplerine karşı onları uyaran insanların bulunmaktadır. Buradan çıkarmamız gereken sonuç , her devirde ortaya çıkan müstekbirlere karşın onlara hakkı tebliğ edenlerin olacağı ve olması gerektiğidir. Bu kıssada dikkatimizi çeken bir başka hususta o kişinin kıyametin kopmayacağını iddia etmesi , kopsa bile orada bu serveti sayesinde güzel bir yere sahip olacağını iddia etmesidir .Bu kişilerin ahiretteki akıbetleri hakkında kur'anda şu ayetleri görmekteyiz. 
[003.010] - İnkar edenlerin malları ve çocukları, Allah'a karşı onlara bir şey sağlamaz. İşte onlar ateşin yakıtlarıdır.
[003.116] - İnkar eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temellidirler.
058.017] - Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
[009.055] - Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azabetmek ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını ister.
[009.085] - Malları ve çocukları seni hayrete düşürmesin; Allah bunlarla onlara dünyada azabetmek ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını ister


                      KALEM SURESİ BAHÇE SAHİPLERİ KISSASI 


17- Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.
18- (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı.
19- Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşatıverdi.
20- Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.
21- Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler.
22- "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın."
23- Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler:
24- "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın."
25- (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.
26- Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler.
27- "Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık."
28- (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?"
29-Dediler ki: "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz."
30- Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.
31- "Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler.
32- "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz'e rağbet eden kimseleriz."
33- İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler.

Kalem suresindeki bu kıssanın önceki ayetlerinde kendisine gelen vahye karşı tekebbür edenlerden bahsedilerek onlar bahçe sahiplerinin uğradığı bir belaya uğratılabilecekleri tehdidinde bulunulmaktadır.17 ve18. ayetteki "sabah ürünü mutlaka devşireceklerine dair hiç istisna yapmamaları" ve buna karşılık hayal kırıklığına uğramalarına karşın rabbimizin şu ayeti bizim için önemli bir ikazdır.
[018.023-4]- Allah'ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallah demedikçe) hiçbir şey için «Bunu yarın yapacağım» deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve: «Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir» de.
Ürünlerini sabahleyin mutlaka devşireceklerini uman bahçe sahipleri , fakir fukara hakkınıda hesap edip onlarında hakkını vermeme hesapları yapar halde bahçelerine geldikleri vakit yollarını şaşrıdıklarını sanarak bahçelerinin helak olmalarına bir anda ihtimal verememişlerdir.Ancak akılları başlarına gelince yaptıkları hatayı anlayarak içlerindeki birinin uyarmalarını kulak ardı ettikleri ve neticede ellerinin bomboş kaldığını görmekteyiz.

Her iki kıssada bizler için nasıl bir mesaj olabilir diye düşündüğümüz zaman, rabbimiz bizlere helak olan bahçeler ile dünya hayatını aynı bağlamda düşünmemizi, Bahçe sahiplerinin verilen bu servet karşılığında servetlerinin karşılığı olan şükür ve infakı düşünmeden sadece dünyevi hesaplar peşinde koşmalarına karşılık bahçelerinin servetlerinin helak olması ile gelen pişmanlığı bize örnek göstererek son pişmanlığın fayda vermeyeceğini ,ölmeden önce kişinin ahiret hayatını garanti altına alacak salih ameller yapması gerektiği ,aksi takdirde helak olan bahçeler gibi kişininde ahiretinin berbat olacağnın canlı bir mesajı verilmektedir.


                                        KARUN  KISSASI 

76- Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez."
77- "Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez."
78- Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.
79- Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler.
80- Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.
81- Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
82- Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar.
83- İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.

Musa as ın kavminden olmasına rağmen Allahın kendisine verdiği malı kendisinin kazandığını sanıp azan karun kıssasındada karşımıza ayrı iki insan tipi çıkmaktadır. 1- karunun zenginliği karşısında azmamasını hatırlatanlar, 2- bu zenginliğe heves edip keşke bizdede olsa diyenler. Kur'anda müteaddit ayetlerde karşımıza çıktığı üzere, rabbimizin rızkı dilediğine yayıp dilediğine kıstığı ve başkasına verilen servete kimsenin göz dikmemesi gerektiği bütün bunların bir imtihan vesilesi olduğu hatırlatılmasına rağmen çoğumuzda hakim olan düşünce,  serveti bizden çok olanlara özenmemizdir. Kıssa bu özenmenin sonunun pişmanlık olacağını dikkat çekmektedir. Karun, yeryüzünde kendisine ölçüsüz servet verilerek imtihan edilen , ancak bu imtihanı kaybeden sembol bir tiptir. 


Sonuç olarak  bu kıssalar, Rabbimizin, kur'anda birçok ayette belirtmiş olduğu, dünya hayatının geçici olduğu ve bu hayat içinde insanın kendisine verilen servet ile imtihan edileceği, kişiye verilen zenginliğin doğru yolda harcanması gerektiği , kıssadaki kişilerin bahçelerinin bir nevi dünya hayatı ile özdeşleştirilerek bu hayatın doğru bir yolda harcanmamasının kişiyi ahirette helak edeceği ve son pişmanlığın fayda vermeyip kişinin dünya hayatında iken ahirete hazırlanması gerektiğini bizlere görsel olarak hatırlatmaktadır.  Bahçe sahipleri ve karun kıssası yaşanmış bitmiş ve bir daha yaşanmayacak olan bir kıssa değil , aksine halen yaşanan ve kıyamete kadar yaşanacak olan kıssalardır.    

                                    EN DOĞRUSUNU  ALLAH  CC BİLİR.

24 Eylül 2011 Cumartesi

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an Örnekleri 8 (Necm Suresi)

"Tebyinül kur'an" dan tahrifül kur'an örnekleri başlıklı seri yazımıza eserdeki necm suresi 1-18 ayeterinde vahyin kaynağı ile ilgili olarak geçen ayetlerdeki anlatımlar üzerinde durmak istiyoruz. Daha önce yine bu başlık altındaki yazılarımızın 3. bölümünde sayın yazarın "cebrail" ile ilgili bir makalesini ele alarak vahiy meleği diye bir olguyu kabul etmediğini  ve bu  sonuca ulaşmak için bazı ayetler üzerinde nasıl oynadığını görmüştük. Bu yazımızda necm suresi örneğinde , Allah cc den aldığı  vahyi muhammed sav e ulaştıran vahiy meleğini devre dışı bırakmak gayesi ile yaptığı oynamaları ele almaya çalışacağız. Bu konu ile ilgili başka surelerde geçen ayetleride aynı amaca ulaşmak için (vahiy meleğini inkar amacı) tahrif ettiği için o sureler üzerindede inşaallah duracağız. Önce sayın yazarın eserinden necm suresi 1- 18. ayetlerine verdiği mealleri ve konu ile ilgili düşüncelerinin alıntılarını verelim. 


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA.
1. İndiği zaman necme kasem olsun ki, [Parça parça inmiş Âyetlerin her bir inişi kanıttır ki]
2. arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır.
3. O, hevasından da konuşmuyor.
4. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
5. Ona, onu müthiş kuvvetleri olan öğretti.
6. O, üstün akıl sahibi. Ki istiva etmiştir O.
7. Ve O, en yüksek ufukta idi.
8. Sonra yaklaştı ve hemen sarktı.
9. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10. Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.
11. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
12. Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? [onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz?]
13. Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü.
14. Son sidrenin yanında.
15. Ki onun yanında oturulan bahçe vardır.
16. O zaman sidreyi kaplayan kaplıyordu.
17. Göz şaşmadı ve azmadı.
18. Andolsun, Rabbinin Âyetlerinin en büyüğünü gördü. 

Surenin 1. ve 4. ayetlerinde muhammed as ın tebliğ ettiği sözlerin kendi hevasının ürünü olmayıp  kendisine ilka edilen vahiy olduğu anlatıldıktan sonra devam eden ayetlerde bu vahyin muhammed as a nasıl ulaştığından bahsedilmektedir. Tebyin sahibinin sıkıntısıda burada başlamaktadır . "Vahiy meleği" olgusunu red ettiğini daha önceden belirttiğimiz üzere necm suresindeki bu konu ile ilgili ayetleri oluşturmuş olduğu red olgusu üzerine oturtmak için ayetler üzerinde oynamalarını kendi açısından haklı göstermek amacıyla önce kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Tefsir kitaplarında necm suresinde bu konu ile ilgili olarak geçen bahislere baktığımız zaman muhammed sav e vahyi kimin öğrettiği konusunun tartışılmış olduğunu görmekteyiz. Vahyi direk Allahınmı verdiği yoksa vahiy meleği vasıtası ilemi verilmiş olduğu bu sured ile ilgili tefsirlerde konu edilmiştir. Vahyin muhammed as a ulaştırılması ile ilgili olarak hiç bir tefsirde "cibril"veya " ruhul emin"diye isimlendirilen vahiy meleği tümden yok sayılmamıştır. Ancak sayın yazar bu olguyu toptan yok sayarak iddialarını ayetler üzerinde oynayarak delillendirmeye çalışmaktadır. Sayın yazar necm suresi 5 ve 6 . ayetleri üzerinden konuya şu şekilde giriş yapmaktadır. 

"Peygamberimizi göğe, Allah'ın yanına çıkarmayı marifet bilen zihniyet bu Âyetleri de çarpıtmış ve Allah'a ait olan nitelikleri maalesef Cebrâîl'e yakıştırmıştır. Görüldüğü gibi, Sûrenin 5-6. Âyetlerinde Kur'ân'ı kimin öğrettiği herhangi bir isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Ne var ki, rivayetçiler bu sıfatları Cebrâîl'e vermişler fakat böyle yapınca da 10. Âyette Muhammed (a.s)'ın Cebrâîl'e kul olması anlamı ortaya çıkmıştır. Bu kez de sırf bunu izale etmek için yığınlarca safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken işin içinden çıkamayarak daha da batmışlardır.
Peygamberimize Kur'ân'ı öğretenin kim olduğu konusunda hiçbir şüphe ve tereddüde yer yoktur. Kur'ân'ı ona öğreten Cebrâîl değil, kesin olarak Rahmân [Allah]' dır."

Genel olarak kullandığı, gelenekteki yanlış aktarımları kalkan yaparak, "başkasının yanlışının üzerine kendi yanlışını bina etmek" şeklindeki uslubuna buradada devam ederek, geleneğin muhammed sav i göklere çıkarmak şeklindeki yanlışına karşı kendiside haşa Allahı yere indirmeye çalışmaktadır. 
 " ona müthiş kuvvetleri olan öğretti" ayetinde direk olarak belli bir kişiden bahsedilmemesinden hareketle " müthiş kuvvetleri olan" varlığın Allah cc olduğunu iddia etmektedir.Rahman suresi 1ve 2. ayetlerindeki " rahman olan Allah kur'anı öğretti" ayetine dayanarak Kur'anı Allahın öğrettiğini cebrailin öğrettiği iddiasının yanlış olduğunu söylemektedir. Kur'anı rahman olan Allahın öğrettiğinden şimdiye kadar aklı selim sahibi hiç bir müslümanın şüphesi olmamıştır. Vahiy meleğinin vazifesini diğer surelerdeki anlatımı ile birlikte düşündüğümüz zaman onun görevinin Allahtan aldığı vahyi muhammed sav e öğretmek olduğu anlaşılır. Yani cibril başlı başına vahiy öğreticisi değil, Allahtan aldığı vahyi öğreten bir elçidir.
Ayette geçen "el kuva" kelimesi üzerinde duran sayın yazar bu kelime ile ligili olarak şunları der.
" Âyette geçen شديد القوى - şedîdü'l-quvâ = kuvvetleri çok güçlü olan ifadesi, قدير – qadîr  sözcüğünün başka türlü ifadesidir; yani "çok güçlü olan" anlamındadır. Bu anlamı "Kuvvet" kökünden gelen bir sözcükle ifade etmek gerekirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla قوىّ - kavîyyün sözcüğünü kullanmak gerekir. Zaten "kaviyyün" sözcüğü de Allah'ın sıfatlarından birisidir. Kur'ân'da 9 kez yer alır:"
  Burada sayın yazarın son cümlesi olan "kaviyyun sözcüğünün Allahın sıfatlarından olduğu 9 kez kur'anda geçmesi " üzerinde durmak istiyoruz. "şedidü'l-quva" kelimesini Allah için kullanılmasının delilini "kaviyyun" kelimesinin kur'anda Allahın sıfatlarından olmasına bağlamak istemektedir. Ancak sayın yazar burada "kaviyyun" kelimesinin geçtiği yerleri ve ne şekilde geçtiğini şaşırmıştır. Bu kelime kur'anda 11 yerde geçmektedir (8.52-11.66-22.40.74-27.39-28.26-40.22-42.19-57.25-58.21)"kaviyyen" kelimesi ilede bir ayette geçmektedir(33.25) ancak 27.surenin 39. ayetinde ve 28. surenin 26. ayetinde Allah için kullanılmamaktadır. Sayın yazarın  eserinde bu iki ayeti neden liste bıraktığının  takdirini okuyuculara bırakıyoruz.  
Ayetlerle oynamanın sırası 6. ayete gelmiştir . Bu konu ile ilgili olarak sayın yazar şunları söylemektedir
Yine 6. Âyetteki استوى - istiva eden ifadesi ile kastedilen de Allah'tır. Çünkü İstiva Allah'ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. İstiva mecazen "egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı" demektir. Müteşabih olan bu kavram Âyette mecaz olarak kullanılmıştır. İstivasözcüğü, aşağıdaki Âyetlerden başka, Yûnus Sûresinin 3; Ra'd Sûresinin 2; Furgân Sûresinin 59. ve Secde Sûresinin de 4. Âyetinde bu şekilde geçmektedir."
Sayın yazar "isteva" kelimesinin burada kur'andaki geçtiği ayetler hakkında bir bilgi vermemektedir ancak parantez içinde bu kelimenin anlamları olan "doğrulup dikildi,egemenlik kurdu, yerleşti" anlamlarını vermiştir."egemenlik kurdu ve yerleşti" anlamları dışındaki "dikildi" anlamı feth suresi 29. ayetinde müminlerin vasıflarından bahsederken verilen bir misal olarak "gövdesi üzerine dikilmiş"cümlesinde geçen necm s. 6 ayeti ile aynı kelime olan "festeva" ile kasas s.14. ayetindeki musa as için kullanılmasını göz ardı etmektedir. Yazarımız burada "şark kurnazlığı" göstererek fetih s. 29. ayeti ile bir bağlantı yapmaya yanaşmamaktadır. Çünkü yanaştığı takdirde gövdesi üzerine dikilen ağacın somut bir varlık olması ile muhammed as ın gözü ile gördüğü varlık arasında bir bağ kurması gerekecek ve muhammed sav in gözü ile gördüğü varlığın Allah olamayacağını çok iyi bilmektedir. Onun için yazarımız burayıda es geçmek zorunda kalmıştır. 
Surenin 7. ve 10. ayetleri ile ilgili olarak şunları söylemektedir.


"Bu Âyetlerle Allah'ın Muhammed (a.s)'a ilk kez nasıl vahyettiği Alak Sûresinin inişi tasvir edilerek heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. müteşâbih Âyetleri ve mecazları anlamayan zihniyet, bu Âyetlerdekimüteşâbih ifadeleri çarpıtarak fiillerin öznelerini Cebrâîl olarak yorumlamıştır. Bu zihniyet sahiplerine göre, peygamberimiz orada Cebrâîl ile karşılaşmış, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrâîl'e [hâşâ] kul olmuş, Cebrâîl de ona vah yedeceğini vahyetmiştir."  

Aklı başında hiç bir müslümanın söyleyemeyeceği ve bugüne kadarki tefsirlerde bu şekilde hiç bir anlam verilmeyen şekilde bir anlam verildiğini savunarak tahriflerine ilaveten birde iftira katan sayın yazar kendi düşüncesini doğrulatmak için peygamberimizin cebraile kul edildiği iftirasını atmaya kalkmaktadır.Yazarımız ,surenin 1.ve 18. ayetlerini ve kur'andaki vahyi ulaştıran varlık ile ilgili ayetleri mü'mince bir okuma tarzı ile okumaya kalksaydı kendini haklı çıkarmak amacı ile ne ayetleri tahrife nede iftiraya gerek duymadan kendisininde bildiği üzere tefsir usulunde bir kural olan "hazf" kuralına riayet edip oradaki hazfedilen yere gereken kelimeyi koyması gerekirdi. 

Konunun altından kalkamayacağını farkeden yazarımız topu taca atarak şu şekilde devam etmektedir. 

"7–10. Âyetlerde, vahiy anında neler olduğu hakkında bize açık bir bilgi verilmemiştir. Ama sanki bir cismin [helikopter gibi] gökten aşağıya doğru inişini çağrıştıran bir ifade kullanılmıştır. Bu konuyu araştıranlar, Allah izin verdiği takdirde, o gün olanların izahını tartışma şeklinde yapacaklar ve en büyük mucizelerden birini veya bir kaçını daha açıklayarak insanlığa büyük bir hizmet yapmış olacaklardır."

11.12.13. ayetler ile ilgili olarak şunları söylemektedir.

"Bu Âyetler, ilk vahiy anında olanların bir zann [sanı], bir rüya, bir hayal, bir halüsinasyon olmadığını, sağduyunun kesinlikle yanılmadığını vurgulamakta ve bu sahnenin iki kere yaşandığını açıklamaktadır. İlk vahiy olan Alak Sûresinin akışından anladığımıza göre bu inişlerin birincisi اقرأ - ikra ile başlayan 1. ve 2. Âyetlerin gelişinde, ikincisi de yine ikra ile başlayan 3. ve 5. Âyetlerin gelişinde olmuştur."

Sayın yazara " sen ya matematik bilmiyorsun yada hiç dayak yemedin" dedirtecek kadar acı bir tablo buradada karşımıza çıkmaktadır. 13.ayette "andolsun onu diğer bir  inişde de gördü" ayetinden acaba alak suresinin akışından !! anlaşılan iki defa inmesimi anlaşılır?. Sayın yazar daha önceden topu taca attığı için burada inenin kim olduğunu söylememektedir. Ancak 14.15. ayetlerde resmen faul yaparak şöyle söylemektedir.  

14,15.     Son sidrenin yanında ki onun yanında oturmaya değer bahçe/ mesire yeri vardır.


"Bu Âyetlerde vahiy mahalli açıklanarak âdeta adres belirtilmektedir. Bu Âyetlere göre, 7–10. Âyetlerde anlatılan kompozisyon, [Allah'ın sarkması, yaklaşması ve kuluna vahy etmesi] yanında oturmaya değer bir bahçe olan son sidre ağacının yanında vuku bulmuştur.
Eski tefsirciler Kur'ân'a kendi anlayışlarına göre noktalama işaretleri [keyfiyyeti secavent] koyarak pasajın anlamını bozmuşlardır. Bilindiği gibi, Kur'ân'daki duraklara konulmuş olan ج - cim, م - mim, ط - tı velâm - elif gibi işaretler Kur'ân'dan değildir. Bu gibi işaretleri sonradan Kur'ân'a koyan kurralar [uzman okuyucular] ve tefsirciler, 13. Âyetin sonuna "lâmelif" koymak suretiyle Âyetin anlamının burada bitmediğini, Âyetin 14. Âyette tamamlandığını kabul etmişler ve 14. Âyetin başındaki عند nde mekân zarfını da 13. Âyetteki başka bir inişte daha gördü ifadesine bağlamışlardır. Hâlbuki عند nde mekân zarfının pasajdaki tüm olaylara bağlanması, en doğru olanıdır. Buna gramer açısından hiçbir sakınca yoktur."  
"Yavuz hırsız evsahibini bastırır" misali kendi hevasına uygun oluşturmaya çalıştığı ayetleri bir kalıba sokamayacağını anlayan yazarımız kabahati kendinde aramayarak başkalarında bulmaya çalışmaktadır.13. ayetteki görünen varlığı Allah olarak anlaşılmasının kendisini gülünç bir duruma sokacağını anlayan yazarımız kendi anlayışına uymayan secaventleri beğenmeyerek o secavenleri koyanlara kızmaktadır.Haşa Allahı sidrenin yanındaki oturmaya değer mesire yerine!! oturtan bir kişiye söylenecek sözün "meczup" olacağını bildiği için battıkça batan sayın yazarımız konuyu 13. ayette bitirip devamında gelen ayetlerin bu konu ile alakası olmadığını savunarak paçayı böyle kurtaracağını sanmaktadır.

17. ayette "göz şaşmadı ve azmadı" ile ilgili olarak fiziksel ve psikolojik bir yanlıgı olmadığını vemuhammed as ın her şeyi sağlıklı bir biçimde algıladığını ifade eden sayın yazar 18. ayette ise bu gördüğü şeyin isra suresi 1. ayetindeki gece yürüyüşü olduğunu ifade eder."Özrü kabahatinden büyük" dedirtircesine rivayetçilerin bu surede "miraç"hadisesi ile bir bağlantı kurmalarını eleştiren sayın yazar kendiside bu surede "isra" hadisesi ile bağlantı kurmaktan çekinmemiştir.

Kur'andan haberi olmayan ve kur'anı ilk defa okuyan bir kişinin bile necm suresi 1. ve 18. ayetlerini okuduğu zaman Ayetlerdeki bahsedilen varlığın Allahtan ayrı bir varlık olduğunu rahatça anlayabilmesine rağmen kafada oluşturulan ön kabuller neticesi ile vahyi Allahtan alıp muhammed as a ulaştıran bir varlığı kabul etmemek için ayetlerle nasıl oynandığına bu sure maalesef güzel bir örnektir.
Sayın yazarın , Allah cc nin muhammed as a gönderdiği vahyi bir melek vasıtası ile gönderdiğini red etmek için ayetler ile nasıl oynadığını,hiç çekinmeden iftiralara başvurduğunu, kendi hevasına uymayan secaventleri koyanlara nasıl kızdığını ve bazı ayetleri konu ile bağdaşmasını önlemek için nasıl es geçtiğini kendi eserinden yaptığımız alıntılarla ortaya koymaya çalıştık.Bu konu ile ilgili olarak yine tekvir suresindeki yaptığı oynamaları inşaallah gelecek yazımızda ortaya koymak istiyoruz
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Eylül 2011 Perşembe

Bağlamından Kopartılan Ayetler ( Hacc Suresi 52. Ayet Örneği)

Daha önceki yazılarımızda en fazla üzerinde durduğumuz bir konu ve yanlış anlama yolu olan, kur'anın bütünlüğü içinde anlaşılmaması meselesine örnek verebileceğimiz ayetlerden  biriside hacc suresi 52. ayetidir. Önce bu ayetin mealini verip , bu ayetin nasıl bir ters anlayışa kurban edildiğini ve ayetteki esas mesajın ne olduğunu görmeye çalışalım.


"Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Bu ayet ile ilgili tefsirlere baktığımız zaman ayete iki ayrı açıdan yaklaşıldığını, ancak her iki yaklaşımında kur'an bütünlüğü ve ayetin siyak ve sibakı ile pek uygunluk arzetmediğine şahid olmaktayız. Sözünü ettiğimiz iki yaklaşımdan ilki ayetin başındaki "Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki" cümlesindeki "resul" ve " nebi" kelimeleri üzerindeki yanlış yaklaşımın etkisinde kalınarak resul ve nebi ayrımına gidilmesidir. Biz bu konu hakkındaki düşüncelerimizi "her nebi resuldur, her resul nebidir" adlı  yazımızda paylaştığımız için burada kısa olarak geçeceğiz. Kur'anda Allah cc nin kullarına emir veya yasaklarını bildirmek için seçtiği insanların ortak vasıfları "nebi ve resul " olmalarıdır. Çünkü " ben size Allahtan gönderilmiş bir elçiyim" diyen hiç bir kimse bunu Allahtan herhangi bir vahiy almadan söylemez (yalancılar hariç). Bu vahiy alma durumu o kişinin önce "nebi " vasfını ortaya çıkarır . Sonra bu vahyi diğer kullara ulaştırmasıda onun "resulluk" vasfını ortaya çıkarır. Kısacası Allah cc nin kur'anda ismini zikrettiği veya zikretmediği , kullarına vahyini ulaştırması için seçtiği bütün adamların (enbiya 7, nahl 43) ortak vasıfları " nebi ve resul" olmalarıdır. Bazılarının ayrıma gittiği şekildeki gibi bir kısmı resul bir kısmı nebi değil hepside resul ve nebidir.

Ayet ile ilgili olarak bahsettiğimiz iki yaklaşımın biri kur'an bütünlüğü gözetilmeden anlaşılmaya çalışılan nebi ve resul kavramları , ikincisi ise, aynı ayetin " birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun" cümlesinden hareketle vahye bazı şeytani vesveselerin sokulduğu ve tarihte adına " garanik olayı" denen ve bir çok tarihçi tarafından yalan olduğu konusunda ittifak edilen bir olay üzerine nazil olduğu dahi söylenmiştir. Bu vahim bir iddia olup kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren bir iddiadır. 

Bu vahametin boyutunu kurtubi tefsirinden bir alıntı ile belgelemek istiyoruz.  "es-Sa'lebî der ki: Âyet-i kerîmede peygamberlerin şeytanın vesvesesi ile yanılmalarının, unutmalarının ve şaşırmalarının caiz olduğuna yahut ta şaşı­racak kadar kalplerinin meşgul olabileceğine delil vardır. Daha sonra pey­gamber uyarılır, dikkati çekilir ve doğru olana döner. îşte yüce Allah'ın: "O şeytanın katacağını Allah iptal eder. Sonra Allah kendi âyetlerini sapasağ­lam yerleştirir" (Hacc 52) buyruğunun anlamı budur. " Halbuki kur'anın bir çok yerinde şeytanların veya cinlerin vahye karşı herhangi bir karıştırmalarının olamayacağı açık bir şekilde vurgulanmasına rağmen "garanik olayı" gibi yalanlara karşı nazil olduğu söylenebilmiştir. Bizim asıl amacımız bu yanlış yaklaşımlar üzerinde durmak olmadığı için hacc suresi 52. ayetini siyakve sibak uygunluğu içinde okuduğumuz zaman bu yaklaşımların pek doğru olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu surenin 51 - 57. ayetlerinin önce meallerini verip sonra bu  ayetlerdeki anlatılmak istenenin ne olduğunu görelim. 

51- Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, alevli ateşin halkıdır.

52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

53- Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler.

54- (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir

55- İnkar edenler ise, kıyamet-saati onlara apansız gelinceye veya kesintiye uğramış (akim, verimsiz) bir günün azabı onlara yetişinceye kadar ondan (Kur'an'dan) yana şüphe içinde sür-git kalacaklardır

56- Mülk, o gün yalnızca Allah'ındır. O, aralarında hükmedecektir. Artık iman edip salih amellerde bulunanlar; nimetlerle donatılmış cennetler içindedirler.

57- İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar; artık onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.

Meallerini vermiş olduğumuz ayetleri dikkatli bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman gözümüze 4 unsur çarpmaktadır. 1- vahiy, 2-şeytan, 3- iman etmeyenler, 4- iman edenler . Ayetin başındaki " senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki" cümlesi o nebi ve resullerin şahsı ile ilgili  olmayıp onlara gelen vahiy ile ilgilidir.

51. ayetteki " ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çaba harcayanlar "dan kasıt 52. ayetteki, gönderilen nebi ve resullerin getirdiği vahye karşı çıkarak Allahın ayetlerini inkar edenlerdir. Bu kişiler inkarlarını şeytanın onların içlerine kattığı vesvese ile yapmaktadırlar. Tabiri caizse şeytanın sünnetlerinden biride nebi ve resullerin getirdiği vahye karşı o vahyin muhataplarına inkar etmeleri için çeşitli yollar demesidir. Bunu nasıl yapacağının örneklerini kur'anda müteaddid ayetlerde verilmiştir.


Nisa suresi 119. ayetinde ise hacc suresi 52. ayetini birliktelik içinde okuduğumuz zaman konu daha kolay açıklığa kavuşmaktadır. Hacc suresi 52. ayetindeki  nebi ve resullerin isteklerine  (ümniyyetihi)   karşı, nisa suresi 119 da gördüğümüz gibi şeytan kendi isteklerini ( ümenniyenne) ortaya koyacaktır. 53. ayette şeytanın vesveseyi kime verdiği daha açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Burada 52. ve 53. ayeti bir bütünlük içinde okumayan ve daha önce kafalarında oluşturulan düşünceye uygun olarak nebi ve resul kavramlarını birbirinden ayıranlar veya Allahın vahyine şeytanın vesevese karıştırabileceği düşüncesi içinde olanların düştüğü hata ortadadır. 


Nisa suresi 119. ayetinde gördüğümüz gibi Allahın kullarını saptırmak için elinden geleni yapacağını vaad eden şeytanın bu vaadinin nasıl ve kimler üzerinde gerçekleşebileceği veya gerçekleşmeyeceği  konusu hacc suresi 51. ve 57. ayetleri arasında konu edilmesine rağmen " parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak " misali tamamen konu ile alakası olmayan çıkarımlar yapılmıştır. 


Sonuç olarak ,kur'anı anlamak için en doğru yol olan " kur'anı kur'andan anlamak " metodu ile yapılan bir anlama çalışması neticesinde hacc suresi 52. ayetinden çıkarabilecek sonuçlar yukarda örneklerini verdiğimiz ve yanlış çıkarımlar olduğunu düşündüğümüz çıkarımların aksine olarak, ALLAH CC NİN NEBİ VE RESULLLERİ VASITASI İLE GÖNDERDİĞİ VAHYE KARŞI ŞEYTANIN O NEBİ VE RESULLERE KARŞI DEĞİL, O VAHYİN MUHATAPLARINA KARŞI , VAAD ETTİĞİ ŞEKİLDE ONLARA VESVESELER VEREREK VAHYİ İNKAR ETMELERİNİ SAĞLAMASI YOLUNDAKİ ÇALIŞMALARININ HABER VERİLMESİ, ŞEYTANIN BU ÇALIŞMASININ KİMLER ÜZERİNDE HAKİM OLDUĞU (53. AYET) KONUSU , KENDİLERİNE İLİM VERİLENLERİN BU VESVESELERE UYMADIĞI (54. AYET) , CEZA GÜNÜ ŞEYTANIN VESVESELERİNE UYANLARIN VE UYMAYANLARIN GÖRECEKLERİ KARŞILIKLARIN (56.57. AYET) ÇIKARIMLARIN YAPILMASI KUR'AN BÜTÜNLÜĞÜ VE AYETİN SİYAK VE SİBAKINA DAHA UYGUN OLDUĞUNU DÜŞÜNMEKTEYİZ

           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC  BİLİR.

10 Eylül 2011 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ "PAVLUS"LAR VE KUR'ANI TAHRİF GİRİŞİMLERİ

Blogumuzun başlığı olarak seçtiğimiz "kur'anı mümince anlamak" ismini neden şeçtiğimizi daha önceki yazılarımızda, kur'an adına söz söylemek iddiasında olupta, nahl s. 98. ayetinin tersine Allahtan kaçıp şeytana sığınarak okuyanların kur'an ayetlerini nasıl tahrif etmeye yeltendiğini ve bu düşünceleri ile bazı saf müslümanları kandırıp onları "deizm" in kucağına nasıl attığını yaptıkları tahriflerin örneklerini vererek dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızın geç kalmış bir yazı olduğu düşünerek bunların isimlerini değil düşüncelerini ve beslenme kaynaklarını ortaya koyarak kur'ana bakış açılarını ve bu bakış açılarının neticesinde kur'anı özellikle kıssalar üzerinden tahrif etme girişimlerininin nereden kaynaklandığını dikkat çekmeye çalışacağız.

"Pavlus"  incili tevhid çizgisinden çıkarıp hurafelerle beslemiş ve bugünkü hıristiyanlığı tesis eden biridir. İsa as ın getirdiği kitabı asli çizgisinden saptırıp yahudi hurafeleri ile kaynaştırıp bugünkü hıristiyanlıktaki teslis inancının kurucusu olarak tarihte yerini almıştır. Bu inancı kurarken yaptığı iş incili hevasına göre yorumlayıp yahudi hurafeleri ile incili kaynaştırmak olmuştur. 

Bugün müslüman kimliği altında olupta pavlusun yolundan gitmeye çalışan ve kur'anı hevasına göre yorumlayıp tahrif etmeye yeltenen bazı kimselerin varlığına şahid olmaktayız. Tarihin her devrinde bu tipler olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bunların isimleri değişsse bile taktikleri ve beslenme kaynakalrı değişmez. Araf suresi 175-176 ayetlerindeki

(Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler)




Ataları olan "bel'am ve "pavlusun" izini takip ederek kur'anı tahrif etmeye yeltenen ve bu yolda ter döken müslüman kimlikli şahıslar özellikle "TARİHSELCİLİK" ve "DETERMİNİZM" gibi kaynağını yunan felsefesinden alan düşüncelerle kur'ana bakarak " kur'anın ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" şeklindeki söylemlerle "kur'anını demek istediği budur" diyerek kendi hevalarını kur'ana uydurmaya çalışmaktadırlar. Tarihselci bakış açısı özellikle kur'andaki cezalar üzerinden yola çıkarak " bu cezalar bugün uygulanamaz" diyerek kendileri ayrı bir ceza sistemi oluşturmaya kalkmaktadırlar. Tarihselci tahrif çalışmalarını ayrı bir yazımızda ortaya koymak istediğimiz için bu yazımızda determinist tahrif çalışmaları üzerinde durmak istiyoruz.

TAHRİF KAPISININ DETERMİNİZM İLE ZORLANMASI

Determinizm, sonundaki "izm " ekindende anlaşılacağı üzere kaynağı batıda ve insan ürünü olan bir düşünce sistemidir. Bu düşüncenin temelini sayın Hakkı yılmazın bir makalesinden alıntı yaparak hem bu düşünce , hemde kendi düşüncesi hakkında bilgi sahibi olalım.

"Determinizmde deney konusu olmayan esrarengiz hiçbir olay ve kuvvet yoktur. Evrende olaylar birbirini kovalarlar. Yani bir olay diğerini, o da başka birini meydana getirir. Evren bir olaylar zinciri olarak devam eder. Bir olayı meydana getiren yine başka bir olaydır, metafizik veya doğaüstü bir kuvvet değildir.
Evrende her şeyin bir sebebi vardır. Sebepsiz bir şey olmaz. Her şeyin sebebi de yine kendi cinsinden başka bir olaydır. Birinci olaya SEBEP, ikinci olaya SONUÇ denilir. Sebep ile sonuç arasında matematiksel bir oran vardır. Sebep ortaya çıkınca, sonuç da ZORUNLU olarak meydana gelir. Eserde sebepten fazla bir şey bulunmaz.
Bu kurala göre, evrende sıkı bir DETERMİNİZM hakim ise, yani her şey SEBEP-SONUÇ ilişkisinde ise, mucize diye bir şey olamaz ."

Son cümleye dikkat edecek olursak " bu kurala göre  evrende sıkı bir determinizm hakim ise ,yani herşey sebep -sonuç ilişkisi içinde ise MUCİZE DİYE BİR ŞEY OLAMAZ" demekte ve bu kuramını kur'an kıssalarında daha önce örneklerini verdiğimiz şekli ile tabiri caizse kafasını gözünü çıkararak uygulamaya çalışmaktadır. 

Bu düşünce sadece hakkı yılmaz ile ortaya konmuş bir düşünce değildir. Kendisi bu tahrif işleminin acemi bir oyuncusu olmaktan öteye geçememesine rağmen bugün yazdıklarını hiç incelemeye veya kur'ana uygun olup olmadığını hiç düşünmeden kabul eden müritleri maalesef mevcuttur. Kur'an kıssalarını  determinist bir gözle okumanın kaynağı nereden ve ne zaman kaynaklandığı sorusunun cevabını bulmak için biraz gerilere gitmek gerekmektedir.

Batıda rönesans akımı ile başlayan kültürel değişimin sonucu olarak olaylara ilahi merkezli bir bakışın yerine yeryüzü ve insan merkezli bir bakış geliştirilmeye başlanmıştır. Bunun sebebi tevbe s 34. ayettede bildirildiği üzere batıdaki din adamları sınıfının Allah adına insanlara zulumde zirve yapmalarıdır. Bu zulumde zirvenin sonucu olarak Allaha ve onun adına görev yaptıklarını iddia eden din adamlarının dayandığı kitaba ( incile) karşı itirazlar başgöstermeye başlamıştır. Rönesans akımının devamı olarak batıda "rasyonalizm" akımı ortaya çıkmış ve bu akımın söyleminde kutsal kitabın (incilin) muhtevasında birçok mitolojik ifadeler bulunduğu , dolayısı ile artık bu kitabın hayattan çıkarılması gerektiği düşünceleri vardır.

Batıda bu düşünceler konuşulmaya başlayınca sahneye "rudolf bultmann" isimli bir hıristiyan ilahiyatçı çıkar ve bir karşı tez ortaya koyar. Bu kişinin tezi ise " madem kutsal kitapta mitolojik öğeler olduğu için hayatın dışına atılmak isteniyor . Öyle ise kitabı hepsini hayattan çıkarmak yerine içindeki mitolojik ifadeleri  arındıralım" şeklinde özetlenebilir. ( bu konu için daha geniş bir çalışma olan "kur'anı mitolojiden arındırma fikri" isimli makaleyi  okumanızı tavsiye ederim).

İslam dünyasındaki rönesans akımının öncüleri diyebileceğimiz "muhammed abduh" ve "reşid rıza" gibi kişilerde müslümanların geri kalmışlığının sebeblerini geleneksel anlayıştaki hurafelerin sebeb olduğu vu bu hurafelerin temizlenerek müslümanlarında batı gibi çağdaş!! bir anlayışa sahip olabileceklerini savunmaya başlamışlardır. Ancak gözden kaçırdıkları önemli bir nokta vardır.  Batıda çıkan bu hareketin sebebi ile islam dünyasında çıkan bu hareketin sebebi aynı olmasına rağmen abduh ve rızanın sundukları reçete islam dünyasına uymamıştır.Çünkü mitolojik ifadeleri barındıran incilin kaynağı ilekur'anın kaynağı vahiy olmasına rağmen kur'an aslı ile mevcut durumda iken incil aslı ile mevcut değildir. Öyleyse incil için tabi tutulacak olan arındırma fikri kur'ana nasıl uygulanabilir.Kur'an için yapılmaya çalışılan bu uygulamayı biraz açalım.

 KUR'AN KISSALARINI AKLA UYGUN HALE GETİRMEK 

Batı dünyasıda revaç bulan " incili mitolojiden arındırma" fikrinin karşılığı "kur'an kıssalarını aklileştirmek" şeklinde revaç bulmaya başlanmıştır. Bunun uygulamasıda kıssalardaki "determinist" anlayış ile çelişen kısımlar yeniden yorumlanarak batı kaynaklı düşüncelerin verilerine uygun hale getirilmeye çalışılacaktır. Muhammed abduh yaptığı tefsir çalışmasında bunun örneklerini sergilemiştir.Yine mısırlı bir yazar olan " halefullah" ta kur'an kıssaları konusunda bu yönde çalışmalarını sergilemiştir. 

Türkiyede ise "muhammed esed" in "kur'an mesajı" adlı mealinin ingilizceden türkçeye çevrilmesi ile bu konular daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Bu konuları dile getiren çevrelerin kendilerini "kur'an merkezli düşünce" söylemi arkasına sığınarak dile getirmeleri bazı  müslümanların kafasınıda çelmeyi başardığını görmekteyiz.

Kur'anı , kendisinden değilde batı verileri ile anlamaya çalışan kişilerin bu konudaki tesbitlerini gördüğümüz zaman gözümüze çarpan ilk husus ayetleri bu verilere uydurmak için yaptıkları şeyin ayetleri metin üzerinden tahrif ederek özellikle yaptıkları meallerin adını "yorum" anlam" gibi yan tarifler ile süsleyerek yapmalarıdır. Minareye çalmadan önce uydurdukları bir kılıf olan " kur'anın ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" şeklindeki sözler kur'anın ne demek istediğini kendi hevalarına uygun bir şekilde anlama metodunun bir önsözüdür. Burada şunu ifade edelimki türkiyede yapılan bütün " yorum " veya "anlam" çalışması denilen mealerin hepsini bu tahrif kategorisine sokmuyoruz. Metne sadık kalarak yapılan yorumlu meallerden bizde fayadalanmaktayız. "Kur'anın demek istediği budur" deyip kur'an ayetlerinin ne bütünlüğünü nede kronolojik sırasını nede gramerini hiçe sayıp "ben yaptım oldu" mantığı içinde yapanların yaptıkları yorumlar yine kur'an tarafından rededilmektedir çünkü kur'an sağlamasını kendi içinde yapan bir kitap olup hiç biryerinde eğrilik barındırmaz ve başkalarının yapmaya çalıştıkları eğriltmeyide yine kendi bütünlüğü içinde red eder.

Biz bu tür eğriltme çalışmAlarını örneklerini vererek ortaya koymaya devam edeceğiz.Kur'an ,incil veya tevrat gibi metni tahrif edilmiş bir kitap değildir. Ama çağdaş bel'am ve pavluslar metnini değil anlamını tahrif etmek maksadıyla özellikle kur'an kıssaları üzerinden taarruzlarına devam etmektedirler ancak kur'an bu taarruzları kendisi geri püskürtmektedir. Kıyamete kadar devam edecek olan bu tür çalışmalar her zaman yenilmeye mahkum olup bu çalışmaların sahipleride hesap gününde azabın en şiddetlisine tabi olacaktır.

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.