Ayetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Nur s. 62-63. Ayetleri ve Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma

Kur'an 1400 küsur yıl önce yaşanan hayat içinde inen bir kitab olması nedeniyle, bu kitabın ayetlerinin öncelikle yaşanan zaman ve mekan ile olan ilişkisinin ortaya konulup sonra, "bize dair nasıl bir mesaj taşıyabilir?" sorusunun cevabının aranmasının gerektiğini düşünmekteyiz. "Kur'anın bütün ayetleri kıyamete kadar geçerlidir" sözünün gerçekle alakasının pek olmadığını ve bu söylemin duygusallıktan öte geçemeyeceğini hatırlatmak istiyoruz. Nur s. 62.63. ayetlerini bu düşünce çerçevesinde değerlendirerek, "bize nasıl bir mesajı taşıyabilir?"sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.

[024.062]  Mü'minler; ancak Allah'a ve Rasulüne iman edenler ve peygamberle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin isteyip alıncaya kadar ayrılıp gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin isteyenler; işte onlar, Allah'a ve Rasulüne iman edenlerdir. Bir takım işleri için senden izin isterlerse içlerinden dilediğine izin ver ve Allah'tan onların bağışlanmalarını dile. Şüphesiz ki Allah; Gafur'dur, Rahim'dir.

[024.063]  (Ey müminler!) Peygamberin davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Ayetleri okuduğumuz zaman , mü'minlerin vasıflarından birisinin peygamber ile birlikte ortak bir karar alındığı zaman, yan çizmemek kararın gereklerini yerine getirmek şeklinde bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Şimdi birisi kalkıp , " şu anda aramızda peygamber yok bu ayetin otomatikman hükmü kalkmışmıdır?" diye sorsa cevabımız "hayır" şeklinde olacaktır. 

Muhammed as ın yaşadığı zaman içinde nasıl bir konuma sahip olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz. Muhammed as Allah cc nin seçmiş olduğu bir elçi ve aynı zamanda Medine'deki devletin başıdır. Bu devleti ilgilendiren bazı durumlar ayet nazil olması ile , veya onun aldığı bir karar ile verilmektedir. Elçinin aldığı karar , ayet veya şahsi içtihadı hangisi ile olsun farketmeden bağlayıcıdır o zaman yaşayan insanları bağlar ve bu bağlayıcılığa Medinede inen ayetler bağlamında şahit oluyoruz. Elçinin bize rivayetler kanalı ile uygulamalarının bağlayıcılığı konusu daha farklı bir konu olup tartışmaya açıktır.

Ayet bağlamında inen emirler o günkü tarihsel bağlamında okunarak , bugüne nasıl taşınabileceği  konusu önemli olup, ayetin tarihselliği içinden evrensellik nasıl çıkarabiliriz şeklinde bir okuma yapılması gerektiği düşünüyoruz. Bunu söylerken zorlama te'villerle ayeti tarihselleştireceğiz veya evrenselleştireceğiz şeklinde değil yaşadığımız zamana dair bir mesajı olabilirmi şeklinde düşünüp ona göre bir cevap almaya çalışabiliriz.

 [009.086]  «Allah'a inanın ve Peygamberinin yanında savaşın» diye bir sure inmiş olsa, onların gücü yetenleri sizden izin isterler ve «Bizi bırak oturanlarla beraber kalalım» derler.
[009.093]  Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalan kadınlarla bulunmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.
[033.013]  İçlerinden bir takımı: «Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün» demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: «Evlerimiz düşmana açıktır» diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi sadece kaçmak istiyorlardı.
[009.044-45]  Allah'a ve ahiret gününe inananlar, mallariyle, canlariyle savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir.Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler Medinede nazil olan ayetlerdir , ayetlerin bağlamı can ve mal ile imanın ortaya konması gerektiği zaman geri duranlar yani münafıklardır. Ayetler evrensel bir hastalık olan münafıklığın koordinatlarını vermekte olup , dün Medinede ortaya çıkan hastalık bugün ve yarın kıyamete kadar sürecek bir hastalıktır.

Peygamber as ın yaşadığı zaman içinde inen bu ayetlerin evrensel bir boyutu olduğu muhakkaktır. Bugün bu ayetlerin mesajını anlamak için peygamberin yerine kimin konulacağı meselesi önemlidir. 

 [004.059]  Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.

Nisa s. 59. ayeti içindeki " sizden olan emir sahipleri" ibaresi önemli bir ayrıntı olup peygamber as ın yaşadığı zaman içindeki devlet başkanı sıfatı ile yüklendiği görevi ondan sonra gelenler "emir sahibi" sıfatıyla yükleneceklerdir. Burada müslümanlara düşen görev aralarında "emir sahibi" olarak seçilecek olan kişilerin son derece feraset sahibi olması gerekmektedirki,emir sahipleri olarak alacakları kararların ümmeti bölünmeye sevketmeyecek şekilde olsun.

Bu gün müslümanların "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturamamış olması ümmeti ilgilendiren konularda ortak bir karar alınarak birlikte hareket etme imkanından yoksun olmamız bu ayetin gereğini yerine getirmemek anlamına gelmektedir. Medinede inen ayetler Muhammed as ın hem elçi hemde ulul emr sıfatına haiz olduğunu göstermektedir. Muhammed as ın elçiliğinin yerine başka kimse gelmeyecek olması ulul emr sıfatına sahip olan bir kimsenin olmayacağını göstermez. 

Nur s 62.63. ayetlere dönecek olursak bu ayeti bugün şu şekilde güncelleyerek mesajını sadece belirli bir zaman ve mekana has olmaktan çıkartabiliriz. Bugün müslümanların ortak kararı ile seçilmiş olan ulul emr sıfatına sahip şura heyetinin ümmeti ilgilendiren bir karar alığı vakit kimsenin alınan bu karara karşı çıkmak gibi bir lüksü asla olamaz , alınan karara karşı çıkmanın veya kararı delme çalışmalarının islam literatürndeki adı KÜFÜR ve NİFAK tır.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz ayet mealleri  içinde  "izin istemek" şeklinde geçen bahaneleri üretenlerin bahanelerinin geçerli olmadığı , bu şekil bir yol ile ümmet içinde alınan karardan kaçanların MÜNAFIKlar oldukları ayan beyan ortadadır.Münafık karakteri can ve malın ortaya konmasını ortak kararlarda zuhur ederek kararı delmeye çalışır ve bu karkater sadece Medineye has değil zamanlar üstü bir karakterdir.

63. ayetteki "peygamberin davetini başkalarının daveti gibi sanmayın" ayeti aynı şekilde güncellenerek ulul emr sıfatını taşıyanların ümmeti ilgilendiren konularda verdiği kararların bağlayıcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayeti tarihselliği içinde bıraktığımız takdirde yaşayan bir peygamberin olmaması onun yaptığı çağrının yaşadığı zaman ve mekana hapsedilmesi gibi bir durum ortaya çıkarır ki bu durum ayetin bizlere mesaj taşımaması anşamına gelir , ancak ulul emr sıfatına haiz kimselerden oluşan bir şura heyetinin oluşturulmuş olması ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı ve bu heyetin aldığı kararların alelade bir karar olmadığı , bağlayıcılığı olduğunu , herkesin uyması gerektiğini beyan etmektedir. Bu bağlamda "Allaha ve resulune itaat edin" şeklinde geçen ayetleride "resule itaat hadise itaattır" şeklinde durağan bir düşünceden çıkarıp emir sahiplerine itaat şeklinde güncelleştirerek hadisler konusunda mevcut olan bir takım yanlış düşünceleri tartışarak bölünmeye yol açmaktan kurtulmuş oluruz,bu konu müstakil bir yazı konusu olduğu için bu kadarı ile yetiniyoruz.

Bugün islam dünyasında karar alma yetkisine sahip olan bir şura heyetinin oluşturulmuş olmaması müslümanlar arasındaki dağınıklığın bir tezahürüdür , şayet böyle bir heyet olmuş olsa idi ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu düşüncesi hakim olsaydı bizlerin bugünkü durumu daha farklı olurdu. Maaleseftirki bırakın böyle bir heyetin olması , olmamasından dolayı herhangi bir sıkıntı bile duyulmamakta,böyle bir şeyin ihtiyaç olduğu gibi bir düşünceye dahi bir çoklarımızın sahip olmaması içinde bulunduğumuz durumun ne kadar içler acısı olduğunun bir göstergesidir. 
 
Bugün her cemaatin kendisine itaat ettiği bir lideri olmuş olması bu açığın kapanması değil yaranın dahada derinleşmesi anlamındadır. Her cemaat kendisine tabi olduğu kişinin din adına ortaya koyduğu düşüncesine tabi olduğu için kapanmaz yaralar oluşmakta ve tek bir kitap etrafında birleşmek gibi bir düşünce akla dahi getirilmemektedir,bu durumdan en fazla islam düşmanları memnun  olmakta, islam dünyası ve müslümanlar üzerinde istedikleri gibi at oynatabilmektedirler

Sonuç olarak; nur s. 62.63. ayetlerini baz alarak 1400 kusur yıl önce inen kitabın ayetlerinin nasıl güncel bir mesaj taşıyabileceği konusunda yapmaya çalıştığımız çalışmadan anladıklarımızı paylaşmaya çalıştık. Bugün müslümanların aralarında birliktelik oluşturarak "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturması gerektiği ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu , karşı çıkan veya delmeye çalışanların literatürdeki isimlerinin ne oldukları kur'anın beyanı ile sabittir. Peygamber sıfatına sahip kimselerin gelmeyecek olması, onun ulul emr sıfatı ile yapmış olduğu görevin evrensel olması ve bu evrensel görevi devam ettirenlerin onu ve kitabı örnek almakta son derece dikkatli olması önem arzeden bir durum olup, yönetici kademelerindeki kişilerin aldıkları kararlarda sorumlu oldukları bilincine haiz olarak dünya ve ahirette ümmete hayırlı sonuçlar doğuracak kararlar alma mecburiyetleri olduğu için işin ehli  ve üstlendikleri emanetin bilincinde olmaları gerekmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

1 Ağustos 2014 Cuma

Nur s. 30-31. Ayetleri ve Toplumda Kadın Erkek İlişkileri

Kadın ve erkek Allah cc nin yaratmış olduğu insanın iki farklı cinsiyet gurubudur. Hayata dair her konuda bizlere yol gösteren elçi ve kitablar, kadın ve erkek ilişkilerini de bir düzen içinde olması gerektiğini beyan ederek bu düzenin nasıl olmasını   veya nasıl olduğunu önceki yaşanmışlıklardan örneklerle bizlere anlatmaktadır. Kur'an kıssaları bu konuda bizler için yol gösterici rol oynamakta olup Musa as ın mısırdan kaçtıktan sonra geldiği  medyen'de gördüğü iki kadının erkeklere karşı olan tavırları bizlere bu konuda bilgi vermektedir. 

[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024]  Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025]  O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.

Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır. 

Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür. 

Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini  onlarla aynı ortamda bulunma adabının  kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir. 

Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.

 [024.030]  Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
 [024.031]  Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.

Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin  bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.

Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s.  282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.

Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz; 

Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz. 

Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.  

 
[033.032]  Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
 [033.033]  Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.

Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir. 

 [033.059]  Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.

Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir. 

Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.  

Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir. 

Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.

Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.  

Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.

Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Uli Ba'sin Şedidin (Şiddetli Kuvvet Sahibi) Olmak İsra s. 2-8. Ayetleri

Kur'an yaşanmış hayat içinden verdiği örnekler ile diri ve yaşanır bir hayat klavuzu olduğunu özellikle israiloğulları üzerinden verdiği örneklerle göstermektedir. Talut kıssası , zulme uğrayan israiloğullarının içinde bulundukları bu zulümden nasıl kurtulduklarının örneğini vererek zulmün nasıl bertaraf edilebileceğinin canlı örneğini göstermiştir (bakara s.246-252). Aynı kur'an aynı israiloğulları üzerinden bu sefer onların kendileri fesad çıkardığı zaman başlarına gelecek olan şeyin diğer kulllar eliyle yani "şiddetli kuvvet sahibi" kullar eliyle bu fesadlarının önleneceğini haber vermektedir. Bu haber rivayetlerde anlatılan kıyamete yakın bir zamanda olacak olan müslüman yahudi savaşını haber vermemekte aksine yeryüzünde geçerli olan bir sünneti anlatmaktadır. Bizler maalesef uydurma rivayetlerle uyumaya yatkın bir toplum olduğumuz için isa ve mehdi bekleyip onların başımıza geçmesini bu şekilde israiloğullarının zulmünün bitirileceğini beklediğimiz için 3.5 yahudi milyarlık müslümanlarla kedi fare oynar gibi oynamaktadır.

[017.004]  Biz İsrail oğullarına Kitap'da şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
[017.005]  o ikiden (iki fesattan) birini vadesi (vakt-i cezası) gelince üzerinize Bizim çok şiddetli kuvvet sahibi( uli ba'sin şedidin) olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.
[017.006]  Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık, size mal ve oğullarla yardımda bulunduk ve toplum olarak daha çoğalttık.
 [017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
[017.008]  Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz Biz de döneriz. Cehennemi, inkarcılara bir zindan kılmışızdır.

Ayetleri rivayetler kanalı ile anlama hastalığı bu ayetler ile ilgili o yine nüksederek hemen buhari ve müslim hadisi  ile ayet anlaşılmaya!!! çalışılmıştır.

"Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)

Halbuki ayetleri kur'an bütünlüğü ile anlamaya çalıştığımız zaman ortaya bambaşka bir durum çıkacaktır.

İsra s. 4. ayeti içinde geçen "elkitab" kelimesinin yanlış anlaşılarak bazı tefsirlerde tevrat olarak yorumlandığını görmemiz bu kelime ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğunun bile anlaşılamamasının kur'an ile alakamızın ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.

"Elkitab" kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden birisi olup, anlam alanı geniş bir kelimedir. İsra s. 4 ayetinden geçen kelime Allah cc nin indirmiş olduğu kitap anlamında değil ,Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kurallar bütününü ifade eden bir kelimedir.

Elkitab kelimesinin bu anlamından yola çıkarak ayetleri anlayacak olursak ilgili ayetlerde geçen durum sadece israiloğullarını ilgilendiren bir durum olmaktan çıkarak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların israiloğulları örneğinde bizlere anlatılması olarak karşımıza çıkar.

 
[002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

[022.040]  Onlar haksız yere ve «Rabbimiz Allah'tır» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.

Yukarıdaki iki ayet içinde geçen " insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı" cümlesi Allah cc nin arz üzerindeki cari olan bir kuralından bahsetmektedir. Fesad yaymak insana has bir özellik olup bu fesadın ortadan kaldırılması yine insanlar eli olması şeklinde bir sünnet konulduğu bizlere beyan edilmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetleri, ulusların düşüsü ve yükselişi olarak görülen durumun bir özetini yaparak bu durumun israiloğulları üzerinden örneğini vermektedir. Bir ulus fesad yolu ile yükselmeye başladığı zaman ezilen uluslar onların bu zulümlerini ortadan kaldırmak için güç yolu ile onlara müdahale eder ve yükselen ulus düşüşe geçer , o düşüşün arkasından yükselip önceki başlarına gelenler onlara ders olmayıp ellerine geçirdikleri bu gücü yine fesad çıkarmak için harcadıklarında aynı düşüş yine gerçekleşecektir. Tarih içinde bu şekil yükseliş ve düşüşlerin bir çok örnekleri görülmüş olup kur'an bu durumu israiloğullarının yükselişi ve düşüşü açısından örnekler, bu ayetler çerçevesinde günümüzü düşünürsek şöyle bir resim ortaya çıkar.

 Geçen yüzyılda hitler almanyasında büyük bir soykırıma uğratılan yahudiler bunun ardından batılı devletlerin gayreti ile şimdiki topraklara yerleştirilmişlerdir. Büyük bir soykırım ile zulme uğrayan israiloğulları kendi başlarına gelen bu zulmü işgal ettiği topraklardaki müslüman nüfus üzerinde uygulayarak başlarına gelenden ders çıkarmamış , düşüşlerinin ardından zulüm ile yükselmek şeklindeki hal ile hallenmişlerdir. 

Zulüm ile yükselmenin düşüşü getireceği kuralı evrensel bir kural olup bugünde işleyecektir ancak bu işleyişin belirli bir kuralı olduğu unutulur rivayetlerdeki olacak olan savaşı beklersek bu ancak bizim daha fazla ezilmemizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. 

İsrailin zulüm ile yükselişinin sünnetullah gereği bir düşüşü mutlaka olacaktır,ama bu düşüşün nasıl olacağı yine kur'an ayetlerinde bildirilmiştir. "Uli ba'sin şedidin" şiddetli kuvvet sahibi olan kullar eliyle israil veya benzerlerinin bu zulümlerini def edileceği sünnetullah gereği olup Allah cc kendisi gelip melekleri ile savaşmayacaktır. 

  [008.060]  Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın! Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz.

Enfal s. 60. ayetinde 1400 kusur sene önce emredilen savaş atları hazırlanma emri bugün en kuvvetli savaş araçları hazırlama emrine eşittir. Düşmanlarımızı alt etmek günün gereği olan her türlü yüksek teknoloji ürünü savaş araçları ile mümkün olup bunun dışında düşmanı alt etmenin başka bir yolu yoktur.

Bugün israil bombardımanı altında ölen kadın ve çocukların filistin veya bir başka bölgede önünün alınması Allah cc nin öğrettiği yol ile olacak olup sadece dua bu zulmü asla önlemeyecektir. Errahman olan Allah cc koyduğu kurallara göre oynayanları başarıya eriştirecek olup bugün oyunu kuralına göre oynayan taraf israil ve  benzeri müstekbirler oldukları için müslümanlara kan kusturmaktadırlar. 

 [002.193] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
 [008.039]  Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.

Bakara ve enfal suresindeki bu ayetler sadece indiği zamana has ayetler değil , evrensel boyutu olan ayetlerdir. Bu emirleri Allah cc kitabına süs olsun diye koymamış , aksine onun dinine iman ettiğini iddia edenlerin , onun dinini inkar edenlere karşı yapmaları gerekenleri hatırlamaktadır.

Müslümanlar olarak Allah cc nin ayetlerini sadece mushaf içindekiler zannedip sadece onları okuyarak cennete gidileceği inancı bizleri büyük bir tembelliğe sevketmiş , kainat ayetlerini mushaf içindeki ayetlere iman etmeyenlerin okuması neticesinde dengesiz bir güç meydana gelmiştir. Ahiret saadetinin yolunun dünyadan geçtiği asla unutulmadan Allah cc nin ayetlerini bir bütünlük içinde olarak hem mushaf hem kainat içindeki ayetleri birbirinden ayırmadan "şiddetli güç sahibi" olmak zalimlerin yükselişlerini önleyerek düşüşe geçirmek biz müslümanların üzerine bir vazifedir.

Sonuç olarak; isra s. 2-8. ayetleri Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralın işleyişinin canlı bir örneğini israiloğulları üzerinden vererek zulüm ile yükselenlerin düşüşlerinin diğer kullar eli ile olacağını beyan edip , bu kullarında bu düşüşü gerçekleştirmek için "şiddetli güç sahibi " olmaları şartını getirmiştir. Bu şart dışında herhangi bir eylem zalimleri asla durdurmaya yetmeyecek olup , zulmün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bugün müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz düşüşten kurtulmak için sünnetullahın gereklerine yapışmaktan başka bir çaremiz yoktur. Tek taraflı kavli bir dua yetmeyip fiili dua dediğimiz eylemlerin pratiğe geçirilmesi ve zalimlerin kullandığı savaş araçlarını yapacak teknolojik güce erişmek için gerekli olan kainat ayetlerini okumak gerekmektedir. Kainat ayetlerini okumadan sadece mushaf içindeki ayetleri okumak bizlere dünya ve ahirette herhangi bir fayda sağlamayacak olup , fitneyi yeryüzünden kaldırmak dini Allaha has kılmak şeklinde yüklenmiş olduğumuz görevi yerine getirmeyi sağlamayacaktır. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Temmuz 2014 Salı

Maide s. 20-26. Ayetleri ve Yahudileşen Müslümanlar

İsrailoğulları üzerinden yapılan anlatımların, onların nasıl bir kavim olduğunu anlamak açısından olduğu gibi , insan olmaları tarafı ile ortak yönlerimiz olduğu ve tarih içinde yapmış oldukları bazı işlerin aynısının biz müslümanlar tarafından tekrarlanabileceğinden hareketle, yapılan hareketlerin nasıl karşılığını bulduğunu görmek ve ibret alınması açısından okunması gerekmektedir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımları özetleyecek olursak , Allah cc nin arz üzerine koymuş olduğu kuralların onların üzerinde canlı bir örnek olarak nasıl uygulandığının gösterildiği prototip bir kavimdir diyebiliriz. 

Kur'anı hayat içindeki geçenlerden örnekler veren , muhataplarına başlarına gelecek olan olaylarda onlara yol gösteren bir kitap olarak okumak gerektiğini her defasında dile getirmeye çalışmaktayız. Maide s. 20-26. arasına baktığımız zaman arz üzerindeki işleyişin nasıl yürüdüğünü görmekteyiz, olayın sadece israiloğulları ile ilgili olarak bir yaşanmışlık şeklinde görmeyip sünnetullahın nasıl tecelli edeceğinin koordinatlarının verilmesi olarak okunduğu zaman bizlere çok önemli mesajlar verdiği görülecektir. 

 [005.020] Musa kavmine şöyle demişti: «Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. O, içinizden nebiler çıkardı. Sizi hükümdarlar yaptı. Ve âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.»
[005.021]  «Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.»
[005.022]  Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
[005.023]  Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.
[005.024]  «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler.
[005.025]  Musa: «Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır» dedi.
[005.026] Allah dedi ki; «Kırk yıl boyunca orası onlara yasaklandı. Bu süre içinde orada burada şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Yoldan çıkmış bu kavim için sakın üzülme.

Maide s. 20-26. ayet mealleri bu şekildedir , ayetlere baktığımızda Allah cc nin israiloğullarına yazmış olduğu ancak içinde çıkarılması gereken bir topluluk olan şehre girmek için savaşmak istemedikleri , sen ve rabbin gidin savaşın " diyerek elçilerini yarı yolda bıraktıkları görülmektedir.

Ayetleri sadece yaşandığı zaman ve mekan içinde alarak, bahsedilen mukaddes yerin neresi olduğu gibi yorumlardan ziyade aynı olayın bugün bizler tarafından nasıl yaşandığı üzerinde düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız. Ayetlerin tefsiri gibi bir kaygıdan çok bu ayetler bugün bize ne anlatıyor , müslümanlar olarak okuduğumuz bu metinler nasıl canlı bir metin olur şeklinde kaygılarla ayetlere yaklaşacağız. 

Hakları zalimlerin ellerinden alınan mazlumların bu haklarını geri alma yollarından birisi savaşarak geri almak şeklinde olduğu dünyanın bir gerçeğidir. Kur'an bu konu ile ilgili olarak bir çok ayette bilgi vermekte , evlerinden yurtlarından çıkarılan insanların kaybettiklerini geri alma yolları savaş olarak gösterilmiştir. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarda bakara s. içinde geçen talut ve calut kıssasında bunun örneğinin yaşanarak nasıl hayata geçirildiği anlatılmaktadır.

Maide s. 20-26. ayetlerde savaşmak sureti ile elde edilmesi şartı konulan bir şehre girmek için gerekli olan şartı yerine getirmeyerek emre isyan edenlerin o şehre giremeyerek başıboş ve dağınık bir halde yeryüzüne dağıtıldığını anlatılmaktadır. Bu ve benzeri olaylardan çok iyi ders çıkaran israiloğulları kendi hakları olduğu iddia ettikleri ve üzerinde müslümanların yaşadıkları toprakları geri almanın yolunun kendilerinin savaşmasından  geçtiğini anlamışlar ve bu anlayışlarını yıllardır acımasızca tatbik ederek müslümanlara kan kusturmaktadır.

Şimdi gelelim maide s. 20-26. ayetlerini Musa as ve israiloğulları adlarını bir tarafa bırakarak bugün nazil olmuş şeklinde bir okumaya.

"Mukaddes arz" olarak bahsedilen yerde yaşayanları israiloğulları olarak , başlarında elçileri olan insanları müslümanlar olarak görüp bu ayetlerin bize ne ifade ettiğini , bizlerin bu ayetlere karşı tutumumuzu şöyle bir hatırlayalım. 1948 yılından beri işgal ettiği topraklarda acımasızca insanları katleden israiloğullarının bu zulmünün önlenme yolu savaşarak onları çıkarmaktan geçtiğini arz üzerinde cari olan kurallardan anlamaktayız.

İsrailoğullarını o topraklardan çıkarmanın yolu savaşmak olduğunu öğrenmemize rağmen, dün israiloğullarının elçilerine söyledikleri sözü kal dili ile söylememiş olsakta hal dili ile bugün aynısını söylemekteyiz. Bizim yerimize Allah cc nin savaşarak israiloğullarının zulmünün önlenmesi için ellerimizi mümkün olduğu kadar yükseğe , seslerimizi mümkün olduğunca gür çıkarmamıza rağmen bu yardımın gelmemesi bizlerin bir yerlerde yanlış yaptığımızı hatırlatması gerekmektedir. 

Halbuki ayetleri çok dikkatli okuduğumuz zaman Allah cc nin savaşması gibi bir durum asla sözkonusu olmaz ve olmayacaktır, böyle bir istekte bulunan israiloğullarının akıbeti yıllarca bölük börçük bir yaşantıya mahkum edilmiş olmaları bizlere ders olmamış bugünkü halimizin sebebini kendimizin israiloğullarına denk bir savaş gücü oluşturmayarak sadece gökten gelecek olan yardıma bel bağlamış olmamızda yattığını görmez olmuşuz. 

Aynı israiloğulları geçmişlerinden ders çıkararak düşman olarak gördükleri müslümanlara galebe çalmanın yolunun Allah cc nin değil , kendilerinin savaşması olduğunu anlamışlar ve bu anlayışlarını tatbik sahasına dökerek başarılı olmuşlardır. Müslümanlar Allah cc nin kendilerine rehber olarak gönderdiği kitap içindeki kıssaları köy kahvelerinde okunası şeyler yada hayata herhangi bir mesajı olmayan mecazi anlatımlar bellemiş ibret alınacak gözü ile bakmayıp , özellikle israiloğulları ile ilgili anlatımların sadece onların ne menem bir kavim olduğunu anlatan ayetler zannedip onlara lanet okuma fırsatı verdiği zannı uyanmış onların yaptıklarının aynını bizlerinde yaptığı zaman aynı lanete bizlerinde uğrayacağı akla bile gelmemiştir. 

Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun zalimlerin , bertaraf edilme yolu mazlumlarında savaşarak onlara karşı koymalarından geçmektedir. Bugün başta filistinde yaşananlar olmak üzere israiloğullarının yaptığı okumayı bizler yapmış olsaydık ibret alınası ayetler olduğunu görür ve onların hal ve kal diliyle dediğini bizler hal dili ile söylemez ve her gün çoluk çocuk kadın erkek demeden öldürülen insanlara seyirci kalmazdık. Bedir harbinde sahabenin "biz sana israiloğullarının Musa ya dediği gibi sen ve rabbin gidin savaşın demeyeceğiz" demesi sonucunda yapılan savaşta gelen galibiyetin nasıl gelmiş olabileceği düşünülmeli ve bedir harbi sadece yaşanmış bitmiş bir harp olarak görülmemelidir.  

Ramazan ayı olması münasebeti ile filistinde yapılan zulme karşı çıkma adına bazı hocaların "yetiş yaaa Muhammed" türünden sözlerle mezardaki bir ölüden yardım umma şirkine düşmüş olmaları işin vehametini gözler önüne sermektedir. Varsayalımki Muhammed as mezarından kalktı ve aramıza geldi , yapacağı ilk iş müslümanlara Allah cc nin arz üzerinde cari olan kurallarını hatırlatarak sadece kendisinin değil topyekün bir savaş ile bu zulmün ortadan kaldırılacağını söyleyecek olsa ki muhakkak böyle diyecektir, "yetiş yaaa Muhammed" diyen sayın hocalar en önce kaçacak delik arayacaklar ve bir çok medeni ayet örneğinde gördüğümüz gibi ya evlerini ya işlerini ya çocuklarını bahane ederek sıvışma yollarını arayacaklardır.

Sonuç olarak; maide s. 20-26. ayetler arası yaşanmışlık içinden örnekler vererek , zulme karşı nasıl durulacağının şartlarını ,eğer bu şartlara riayet edilmezse zulmün devam edeceğinin mesajı veren ayetler olarak okunması gereken ayetlerdir. Dün israiloğullarının başlarından geçenler anlatılarak, bugün müslümanların karşısında oldukları bu sorunun aşılması için ne yapılması gerektiği öğreten ayetlerden örnek bir ayet gurubu olan bu ayetler, biz müslümanların sadece yaşanmış bitmiş masallar olarak görmeden bizlere yol haritası olduğu olarak okunmasını beklemektedir. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Alak s. 6-19. Ayetleri Arası ve Engellenen Salat

Bundan önceki yazımızda , alak s. 1-5. ayetlerini tefekkür etmeye gayret etmiştik, bu yazıda geri kalan ayetler ile ilgili olarak tefekküre devam etmeye çalışacağız. Geri kalan ayetlerin ilk 5 ayetten ayrı olarak, ilerleyen zaman içinde nazil olduğu , ayetlerdeki muhatabın tebliğ sürecindeki inkarından bahsedilmesinden anlaşılmaktadır.

[096.006] Hayır; gerçekten insan, azar.
[096.007]  Kendini müstağni gördüğünden.
[096.008]  Muhakkak ki dönüş, ancak Rabbinedir.
[096.009] Gördün mü şu men edeni.
[096.010]  Bir kulu salatında.
[096.011]  Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?
[096.012]  Ya da takvayı emrettiyse.
[096.013]  Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
[096.014]  Bilmez mi ki; Allah gerçekten görmektedir?
[096.015] Yok, yok... Eğer nihâyet vermezse, elbette ki Biz o alnı sürükleyeceğizdir.
[096.016]  Yalancı, günahkâr olan bir alnı.
[096.017]  O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.
[096.018] [ Biz de zebanileri çağırırız.
[096.019]  Hayır hayır. Ona itaat etme. Ve secde et ve Yaklaş.

Ayetleri tarihselliği yani nuzül süreci içinde ele alarak okuyacak olursak , tebliğ sürecinin başlamış olduğu ve bu süreçte tebliğe karşı inkarların görülmekte olduğunu anlamaktayız. Vahye karşı olan kişinin , karşı olma gücünü elindeki servete dayanarak yaptığı anlaşılmakta , fakat bu servetin geçici olduğu dönüşün rabbe olduğu ve dönüş günü bunun hesabını vereceği hatırlatılmaktadır. 

Eline üç kuruşluk servet geçince ne oldum delisi olan kişi , buralar benden sorulur ağası benim edası içinde vahye iman eden bir kulun , vahye imanı gereği olarak yapmış olduğu salatı engellediği görülmektedir. Burada dikkatimizi çeken kulun salatının birilerini rahatsız etmiş olması ve bu salatın sadece bilindik anlamda namazdan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Kulun salatı takvayı emretmesi şeklinde ifadesini bulduğu için bu salattan müşrikler rahatsız olmaktadırlar. Salatı engelleyen kişi bunu engelleme sebebinin yalan sayması ve yüz çevirmesi olduğu ve bu yaptıklarını bir görenin olduğu hatırlatılarak yaptıklarının yanına kar kalmayacağı hatırlatılmaktadır. 

Salatı engelleyen müşriğin güç aldığı serveti ve darünnedve olarak bilinen yandaşlarının meclisindekileri çağırmasına karşılık zebanilerin çağrılacağı yani bunların yaptıklarının cezası olarak zebanilerin bekçiliğini yaptığı cehennemde konaklayacakları hatırlatılarak , onlara kesinlikle itaat edilmemesi Salata devam edilerek Allah cc ye yaklaşılması emredilmektedir. 

Sure içinde salat kelimesi ile ifade edilen bir eylemin engellendiği ifade edilerek bu salatın doğru yolda olunması ve takvayı emretmesi şeklinde bir karşılığının olduğu anlaşılmaktadır. Bu kelimenin ifade ettiği eylemin nasıl bir şey olduğu konusunu biraz açmak istiyoruz. 

Meallerde namaz olarak çevrilen bu kelimenin anlamı daha geniş bir çerçevede olup , namaz kelimesi ile ifade edilen şey salat içinde bir cüzdür. Alak suresinin ilk nazil olan surelerden olması ve Muhammed as ın nasıl namaz kılmaya başladığı konusunda tefsirlerde yer alan ifadeler problem teşkil eden ifadelerdir. 

Rivayetlere bakıldığında, Cibril Muhammed as a gelerek hangi vakitte nasıl namaz kılacağını öğretmiş olduğu görülmektedir. Bu rivayetlerden yol çıkarak namaz adlı ibadetin sanki daha önce bilinmeyen ve icra edilmeyen bir ibadet olduğu zannı hakim olmuştur, halbuki kur'an geneline bakacak olursak bu ayetlerden mekke toplumunun nuzül öncesi durumunu ayetlerden anlamaktayız. Kur'an muhatap toplumun yabancısı olduğu, hayatlarında hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir ibadet tarzı ile onlara nazil olmamış , aksine onların hayat içinde din adına uyguladıklarının şirk bulaşmış tarafını ıslah yoluna gitmiştir.  

Enam s. ağırlıklı olmak üzere kur'an geneline yayılmış olan ayetlerde Allah cc nin emri olan ehli hayvanların kesilerek ona yaklaşılması şeklinde ibadet tarzı mekke toplumunda bilinen ve icra edilen bir  tarz olduğu, fakat bu ibadete şirk bulaştırılarak kesilen hayvanların üzerine Allah cc nin değil putlarının adının anılması sureti ile ifa edildiği görülmektedir. Kur'an bu tarz bir ibadetin şirk olduğu ve doğru olanın nasıl olduğu yönündeki ayetler ile bunu aslına çevirmiştir. 

İbrahim as dan beri bilinen hac ibadetide aynı şekilde şirk bulaşmış bir halde ifa edilmekteydi, kabe zaman içinde İbrahim as ve oğlu tarafından yeniden inşa edilen tevhid evi olmaktan çıkmış bir şirk yuvası haline getirilmişti. Kevser s. ayetlerinde "rabbin için nahr ve salat et" şeklinde emir bu ibadetlerin Allah cc nin dışındakilere hasr edilmesini anlamak mümkün olup bu ibadetlerin yapılması gereken varlık aracı olarak görülen putlar değil sadece Allah cc olduğu beyan edilmektedir. 

Maun s. de "vay o salat edenlere ki salatlarından gafildirler" şeklindeki ayetlerin salat eden mekkelilerin yapmış oldukları salatın yetime iyilik yapmayı ,yoksulu doyurmayı teşvik etmediği ,enfal s. 35. ayetinde de, mekkelilerin beyt önündeki yapmış oldukları salatın el çırpmak , ıslık çalmak şeklinde olduğu  ve bu şekil bir salatın red edildiği görülmektedir.

 Böyle bir mekke arka planı içinde yaşayan Muhammed as o toplum ile aynı kültür alt yapısına sahip olduğu fakat bu sahipliği onlara uymak şeklinde tezahür ettirmediği anlaşılmaktadır. Kur'andan öğrenildiği üzere mekke toplumu Allah inancına sahip bir toplum olduğu , problem oluşturan yönün Allah cc nin değil atalarının empoze ettiği inancı taşımalarıdır. Muhammed as böyle bir toplum içinde yaşamakta olup o inançları kabul etmeyen biri olduğu onun elçi seçilmiş olmasından anlaşılmaktadır. 

Böyle bir arka plan içinde mekkede tebliğ görevine başlayan Muhammed as a oranın mütref takımı anında karşı çıkar ve onu engelleyerek iktidarlarının ellerinden gitmemesi için var güçleri ile çalışırlar. Ritüel dediğimiz, insanın ilah olarak bildiği varlığa karşı olan tazimini ifade eden sembolik hareketler insanlığın bir gerçeğidir. İbrahim as ile ilgili bakara s ayetlerini okuyacak olursak bu gerçeği bariz bir biçimde görürüz. Mekkeliler o zamandan beri süregelen bu ritüelleri zaman içinde yolunda saptırmışlardır. Hacc , kurban ve salat dediğimiz rukü secde ve kıyamdan oluşan tarz ile yapılan ibadet tarzı sadece Allah için yapılması emredilmesine rağmen mekkelilerin putlarına yapılır olmuştur. 

Kıyam ,ruku , secde gibi şekilsel hareketlerden oluşan adına bizim namaz dediğimiz kur'anda salat olarak ifadesini bulan tarz sadece şekilsel olmanın yanısıra bir kulluk bilincinide beraberinde taşır. Bugün esas meselemiz bu tür şekilsel bir ibadetin şuur boyutu olup namaz adındaki ibadetin sadece belirli şekilleri ifa etmek sureti ile yerine gelmiş olmadığıdır. 

Ankebut s. 45. ayetinde salatın fahşa ve münkerden alıkoyması ile maun s.de anlatılan salatın yetime iyilik ve yoksulu doyurmak gibi maruf yöneltmemesi konusu salat kelimesinin içinin nasıl doldurulması gerektiği hakkında bildi verdiğini düşünmekteyiz. Bugün salat denince sadece cami içinde yapılan ve günün belli vakitlerinde icra edilip diğer vakitlerinde bu şuurdan yoksun bir hale gelmiş,  olayı sadece şekle indirgemiş olmamız kur'anın bizden istediği salatın ikamesi emrine aykırı bir durumdur.

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir.

 Bugün kur'an adına yola çıkarak salat konusundaki bu yanlışları görenler kabahati uygulayanlarda değil salatın kendisinde görerek toptan kaldırma yoluna giderek, yanlışı izale ettiklerini sanmaları her iki tarafı, olaya sadece ilmihal boyutundan bakmaları yönünde bir ortak anlayışa düşmüş olmaları açısından aynı kefeye koymaktadır. Böyle bir ibadetin varlığı  yokluğu konusunun bile tartışılması vakit kaybı olup esas tartışılması gereken konunun namaz adı altında icra edilen ibadetin içinin kur'ani anlamda doldurulması ve müşrikleri rahatsız etmesidir . Rahatsız etmesi bir tarafa onlar tarafından nasılsa bize zararı yok ne derlerse etsinler şeklinde karşılık bulan bir ibadetin kur'anda eleştirilen müşriklerin salatından bir farkı olmayacaktır.

Bugün icra edilen salat, müşrikleri değil aksine icra eden kişileri rahatsız etmekte "bitsede gitsek" kabilinden sırıtımızda  yük olarak görülen bir ibadete dönüşmüştür. "Salata üşenerek kalkarlar" ifadesinin muhatapları olarak sadece görsünler veya kılmazsam ne derler kabilinden bir kaygı ile ifa edilen salatın kişiye herhangi bir getirisi yoktur.

Salatı ikame şeklinde bir terkip ile kur'anda bir çok yerde geçen bu emirin namaz adı ile bildiğimiz kısmı sadece bu kelimenin ifade ettiği anlamın bir cüzüdür. Salat kelimesi kulun sadece bir kaç dakikalık zamanını değil ,yaşadığı 24 saatini içine alan bir terim olarak görülmeli ve bu 24 saat içindeki bütün anın Allah cc nin emri doğrultusunda sürmesi gerektiğini hatırlatmalıdır. Böyle bir bilinç içinde eda edilen ritüel salat yani namaz müşriklerin korkulu rüyası haline gelip engelleme yoluna gidilecektir. 

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir. 

Bugün savaşların şekli değişerek soğuk savaş tabir edilen bir şekle bürünmüş ve bu tür savaş taktikleri müslümanların aleyhine de kullanılır olmuştur. Özellikle birlik ve beraberliği gösteren bir takım ritüellerin ortadan kaldırılmak sureti ile müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmak yollu savaş türü kullanılmakta ve bu savaş için ne garipdirki düşman oldukları kur'anı kullanarak yapmaları kur'an okuyucularının uyanık olmasını gerektirmektedir. Kur'an ayetlerinin anlamlarının ters çevrilerek yapılan bu tür çalışmaların kaynağını iyi niyetli çalışmalar olarak görmek mümkün değildir.

Salat kelimesi ile ifade edilen şeyin ne anlama geldiğini bugün müşrikler müslümanlardan daha iyi bilmekte ve onu engellemenin yollarını her fırsatta kollamaktadırlar . İçimize sürülen truva atlarının kur'anı ellerine alarak kur'anda böyle bir ibadetin olmadığını hatta şirk olduğunu söyleyerek bunu engellemeye çalışmaları gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur. 

Salatı anlamanın yolu şirki anlamaktan geçer desek sanırım yanlış olmaz şöyleki ; Allah cc yaratmış olduğu kullarını sadece onu ilah olarak bilmeleri gerektiğini hatırlatan bir çok elçi göndererek , onun dışında ilah olarak kimsenin edinilmemesini istemiştir. Zaman içinde şeytan iğvası bu konuda başarılı olmuş, insanlar Allah cc yi bırakıp başka ilahlar edinmişlerdir. Salat kelimesine "kulun ilahına olan yönelimi"şeklinde bir tarif getirecek olursak bu kelime her iki tarafa mensup olan insan için kullanılabilecek bir kelimedir.

Kul eğer Allah cc yi kendisine ilah olarak kabul etmişse onun emirlerini hayatı içinde tatbik eder , kul eğer Allah cc nin dışında birini ilah olarak kabul ettiyse hayatı içinde onun emirlerini tatbik eder. Kur'anın tarif ettiği anlamda bu kelimeyi anlamayanlar  sadece günün bir saatlik kısmı içinde yatıp kalkmak sureti ile şekil olarak bunu ifa edip geri kalan saatler içinde başka ilahlara kul olurlar ise bunun adı salatı ikame etmek olmaz.  

Kul olarak bizler salatı ikame emrinden Allah cc nin bize kulluk için biçmiş olduğu şeylerin bütününü anladığımız zaman , ona olan yönelimizin sadece bedensel olarak kalmayıp bütün hayatımız kapması gerektiğini anlar, engelleyicilerin niyetlerini daha kolay okur ve onların tuzaklarına düşmemiz oluruz. 

Bugün salat ile ilgili olan kelimeler olan kıble , hacc gibi ibadetler üzerinde oynanmak istenen oyunların hangi amaca istinaden yapıldığı çok iyi okunmalı bu kelimeler ile ilgili ayetleri eğip bükerek hevaya uygun anlamlar çıkararak şeytana kul etmek isteyenlerin oyunları deşifre edilerek gerçek yüzleri ortaya konmalıdır.

Sonuç olarak ; salatın müşrikleri rahatsız ederek onlar tarafından engellenme yoluna gidilmesi bu kelimenin içinin doldurulmuş olması anlamına gelerek bu engellemeyi alak suresi ayetlerinde görmekteyiz. Elçilerin bizlere öğretmen olması açısından bakarak adı geçen elçilerin bu kelimenin içini nasıl doldurarak ayakta tutmaya çalıştıkları bizlere örnek olması gerekmektedir. Salatın birilerini rahatsız etmemesi aksine eda eden insanı rahatsız etmesi bu kelimenin içinin boşaltılmış olması anlamına gelirki şeytanların en çok istedikleri şeydir. Bugün gündem olması gereken nokta bu kelime ile ifade edilen hayat tarzını kur'an içinden anlamak ve ona göre yaşamak olması gerekirken,ilmihal boyutlu tartışmaların herhangi bir getirisi yoktur.Eğer bugün salatımız bizi yanlışlardan alıkoymuyor ise tartışılması gereken bu mesele olup nasıl yeniden bu kelimenin içinin doğru olarak doldurulması olmalıdır. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

27 Haziran 2014 Cuma

Allah cc nin Ayetleri ve Kitabı Sadece Mushaf İçindekiler mi ?

Ayet ve kitab kelimeleri gündeme geldiğinde hemen elimizde olan kur'an akla gelmektedir. Bu iki kelimenin kur'an içindeki anlamlarına baktığımız zaman sadece kur'anı kapsamadığı hemen görülecektir.Bu iki kelimenin sadece kur'anı kapsadığı şeklinde düşünce ile hareket edildiğinde çok büyük yanlışlar ortaya çıkmakta olup, bu yanlışların ceremesini hem düşünce bazında, hemde okuma hatasına düşmemiz nedeni ile müstekbirlerin elinde sömürge olmak şeklinde ödemekteyiz. Düşünce bazında, kitab ve ayet  kelimelerini mushafa hapsettiğimiz zaman yaptığımız okumalar sathi bir okuma olup, o kitap içindeki anlatımlarda kainat ayetlerinin okunması sonucu elde edilen kazanımların  bizlere örneklik olarak anlatılması ve bizim onlardan bir örnek almamız diye bir şey hatıra dahi gelmemekte , maalesef sadece masal okumaktan başka bir işleve dönüşmemektedir. Bu yazımızda ayet ve kitab kelimelerinin mushaf içindeki ayetler delaleti ile ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

"Ayet" kelimesi , açık alamet işaret anlamına gelen bir kelime olup kur'an içinde bu kelimenin geçtiği ayetler , kelimeyi daha doğru anlamamızı sağlayacaktır. 

 [016.011] Onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve türlü türlü ürünler bitirir. Düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır.
[016.068-69]  Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin.Sonra her tür üründen ye. Sonra da Rabbının işlemen için gösterdiği yoldan yürü. Karınlarından insanlara şifa olan, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar. Bunda düşünen bir kavim için şüphesiz bir ayet vardır.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.
[006.097]  Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.
[006.099]  O'dur; gökten su indirmiş olan. Onunla her bitkiyi çıkardık. Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine; bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları zaman bakın. Şüphesiz ki bunlarda; iman eden bir kavim için ayetler vardır.
[011.001]  Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış,sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır,

Ayet kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin tamamını bu yazı içine almak yazının hacmini büyülteceği için bir kaç örnekle yetiniyoruz, örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, Allah cc nin ayetleri sadece mushaf içindeki surelerin bölümleri olarak anladığımız kısım değildir. Kısaca ayet kelimesini onun yaratmış oldukları olup onun kudretini delalet eden her şey olarak anlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

 [018.109]  De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»
[031.027]  Muhakkak ki eğer yerde olan herbir ağaçtan kalemler olsa, deniz de (mürekkep olsa da) ona arkasından yedi deniz de yardım eylese yine Allah'ın kelimeleri (yazılmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir.

"Kitap" kelimesi ise , aynı şekilde sadece elçilere inen ayetlerin toplandığı mushaf olmayıp , Allah cc nin bütün ayetlerinin toplandığı daha geniş anlamı olan bir kelimedir. Gözlerimizin şahid olduğu evren ve içindekilerin tamamı ayet olup ve bu ayetlerin toplanmış olduğu alem ise bir kitab'tır. Kehf s. 109. ayeti ,lukman s 27. ayeti bu kelimeyi anlamamızda yardımcı olacak iki ayettir. Yazmakla tükenmeyen rabbimizin kelimelerinin toplandığı bu kainat içindeki her şey kitab'ın içindeki kelimeler mesabesindedir , onları doğru okuyarak dünya hayatımız içinde Allah cc nin istediği gibi bir kul olmak zorundayız.

Esas mesele, elçilere inen sözlü ayetlerin toplandığı mushaf ile kainat ayetlerini bir bütünlük içinde okumak meselesidir, bugün bu ayetlerin farklı insan gurupları tarafından birbirinden ayrılarak okunduğu görülmektedir. Batılılar kitabın bir kısmı olan kainat ayetlerini okuyarak kazançlar elde etmekte, biz müslümanlar ise sadece vahy kısmı olan mushafı okuyarak cenneti elde etme peşinde olmamız her iki tarafın kitabı bütün olarak okumama durumuna düşmesine sebeb olmaktadır. Muhammed as a inen ilk ayet ona "rabbinin adıyla oku" emri olması ve bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar ve rivayetler bizim okuma konusunda yaptığımız hataların bir örneğini sergilemektedir.

Alak s. ayetlerinin tefsirlerine baktığımızda, ilk inen ayetler olan "seni alaktan yaratan rabbinin adıyla oku" ayetini getiren Cibril'in ,Muhammed as ı sıkarak bunları söylediği , o da buna karşılık " ben okuma bilmem" cevabını verdiği görülmekte , bu konuya ilaveten Muhammed as ın okuma yazma bilip bilmediği gibi kısır bir tartışma konusu başlatılmıştır. Kitab kelimesini sadece yazılı bir materyali okuma şeklinde anlamak bizleri kainat kitabını okumaktan alıkoymuş olup bu kitabı yazılı vahiy kitabına iman etmeyenler okuduğu için " kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak durumuna düşülmüştür. 

Allah cc Adem as dan Muhammed as kadar sayısını kendisinin bildiği elçilerine sözlü vahiyler indirmiş olup bu sözlü vahiylere FURKAN - ZİKR gibi genel isimler vermiştir. Hakkı batıldan ayırmak , hatırlatmak gibi anlamları olan  kelimeler ile ifade edilen sözlü vahiy kitaplarını, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak adlandırmak mümkündür. 

Olayı şöyle misalle anlamaya çalışalım; evimize aldığımız herhangi elektronik bir eşyanın kullanma klavuzu olup , bu klavuza göre eşyayı kullanmamız gerekmektedir,bu klavuza uymadan yapılacak bir çalıştırma ameliyesinde doğacak olan kulllanım hatalarından üretici firma sorumluluk kabul etmez. Aleti götürdüğümüz servisçi ,klavuza uygun kullanmadığımız için sorumluluğun bize ait olduğu ve garanti kapsamına dahil olmadığını söyleyerek tamirden doğan maliyeti bizden talep eder.

Yaşadığımız hayat içinde bize yüklenen görevleri evimize aldığımız bir elektronik alet olarak düşünürsek , hayat içindeki görevlerimizi bize hatırlatan yazılı vahiy kitabı yani kur'an bu hayat içindeki olayları nasıl kullanacağımızı bize öğreten bir klavuzdur. Bu klavuza uymadan yürünen yolda doğacak hataların bedeli hesap gününde ağır bir biçimde ödenecektir.

Allah cc nin tarih boyunca göndermiş olduğu elçiler çok önemli görevler yüklenmiş olup insanlığın öğretmenleridir. Elçiler ile ortak yönümüzün beşer olduğu bir çok ayette hatırlatılmış, yine bir çok ayette elçilerin beşer oluşları yadırganmış ve müşrikler tarafından inkara gerekçe olarak gösterilmiştir. Elçiler ile olan ortak yönümüz  önemli ayrıntılara sahiptir elçilerin ve bizlerin , doğuştan gelen kitab bilgisine sahip olmamız nedeniyle ortak bir tarafımız olması bize gönderilmeleri için yetrli bir sebebtir.  

Bakara s. içinde anlatılan Adem kıssasına baktığımız zaman Adem' e isimlerin öğretildiği anlatılmaktadır, bu anlatılmanın ne demek olduğundan yola çıkacak olursak kitap ve elçiler arasındaki bağlantı ortaya çıkacaktır. Ademe isimlerin öğretilmesi, onun yaşamı içinde gerekli olan bilgiler ile donatılması anlamına gelmektedir. Hepimiz Ademoğulları soyundan gelem nesiller olduğumuza göre Allah cc bizlerede yaşam içinde gerekli olan bilgileri fıtratımıza yerleştirmek sureti ile bir çeşit kitab bilgisine haiz kılmıştır. 

Kainat kitabı da diyebileceğimiz bilgi yüklemesi bütün insanların fıtratında mevcut olup, elçilerin bizden farkı onlara ayrıca sözlü vahiyler indirilmiş olmalarıdır. Birçok ayette "ben sizin gibi bir beşerim bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor" şeklindeki ayetler bu durumu izah eden ayetlerdir. Elçiler dahil bütün insanlara verilmiş olan kainat kitabı bilgisine ek olarak, elçiler bu kainat kitabının nasıl kullanılacağını , yani nasıl kulluk yapılacağını öğreten öğretmenler olarak bizlere gönderilmişlerdir.

Kıssa yollu anlatımlar ile, kulluk noktasında hakkı ve batılı birbirinden ayırma konusunda acze düşenlere FURKAN ve ZİKR ler ile bu elçiler gönderilmiş ve kulluk bilinçleri yeniden onlara hatırlatılmış ve ta'lim ettirilmiştir. Elçiler hayat içindeki dinamikleri iyi okuyarak bu dinamikleri vahye uygun olarak kavimlerine tebliğ ederek bir nevi kullanma klavuzlarını onlara sadece okumakla kalmamışlar bunu nasıl kullanacaklarını öğretmişlerdir.

"Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" tabiri israiloğulları ile ilgili anlatımlarda yer alan bir ifadedir. Bizler kitab kelimesini sadece Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde değerlendirdiğimiz için, amentü içinde geçen şekli ile ifade edildiğinde bütün kitaplara iman ettiğimizi ifade etmiş olduğumuzu zannetmekteyiz.

"Kitab" kelimesinin çerçevesini genişleterek "kainat kitabı" dediğimiz ayetlere de inanmayı kitabın hepsine inanmak şeklinde anlamaya çalıştığımız takdirde kur'an düşüncemizde önemli değişiklikler olacaktır. Son elçi ile inen kur'ana ve öncekilere inandığımız ifade etmek kitabların hepsine iman etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü elçiler ile inen vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzudur. Kainat kitabını okumaktan aciz olanların, sadece mushaf içindeki ayetleri okumaları, hasta olan birisinin gittiği doktordan aldığı reçeteyi uygulamadan sadece ilaç adını okuyarak iyileşeceğini zanneden hastaların durumuna benzer. Böyle bir okumayı sadece gelenekçi dediğimiz insanlar yapmıyor , "sadece kur'an" söylemine sahip olan insanlarında bu tür ayrımcı bir okuma hatasına düştüklerini görmekteyiz.

Elçiler, insanlığın kainat kitabı bilgisini Allah cc nin düzenlemesi konusunda insanlara öğretmenlik yaptıklarını ve bu durumun kıssalar ile bizlere anlatıldığını söylemiştik, Şuayb as kıssası üzerinden onun öğretmenliğinin nasıl gerçekleştiğini görelim. Medyen kavmi sahip oldukları kitab bilgisini kullanarak , ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirmiş , ancak bu ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirecek kitab bilgisi ile ,bu refaha karşı nasıl bir tavır sergileyecekleri konusundaki vahiy kitabı bilgisini arkalarına atarak ölçü ve tartıda yani ticari hayatta sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah cc bu durumda olan kavme, kardeşleri Şuayb as ı göndermiş , bu hallerine son vermelerini her iki kitabı yani kainat ve vahiy kitabını birbirinden ayırmadan okuyarak kullanma klavuzuna uymaları, uymadıkları takdirde ağır bir sona uğrayacaklarını tebliğ etmiştir. Kullanma klavuzuna uymayarak atalarının uydurdukları şirk klavuzlarına uymakta direnen kavim bilindiği gibi helak olmuştur. 

Şuayb as ve benzeri elçilerin kavimlerinin ortak noktaları, kendilerindeki kitab bilgisi dahilinde elde ettikleri kazançları ,vahiy kitabı bilgisi ile yoğurmayıp atalarından devraldıkları ve Allah cc nin dışındakilerin hükümleri ile yoğurmayı tercih ettikleri şirke düşmüşler ve helaka uğramışlardır. 

Bugün müslüman dünyasına baktığımız zaman , yüzyıllar önce kainat kitabını okuyarak bilim , teknik , fen , matematik,tıp  gibi bilim dallarında önemli eserler ve kadrolar yetiştirmiş , ne zamanki bu kitabı hakkı ile okumayı terkedip sadece yazılı mushafı okumaya yönelmiş işte o zaman gerileme başlamıştır. yazılı mushafı şayet doğru okusalar kainat Ayetlerininde asla terkedilmeyeceği zaten anlaşılmış olurdu. Sadece mushafı okuyarak cennete gidileceğini zannedenler etraflarında dönen dolaplara kayıtsız kalarak sahayı sadece kainat kitabını okuyarak ilim ve teknikte ilerleyen batıya bırakmışlar , kainat kitabını vahiy kitabı ile birlikte okumayan batını zulmu altında ezilmeye başlamışlar ve bu durum hala devam etmektedir , bu durumdan kurtulmanın yolu nedir?

Önce Allah cc nin ayetlerinin sadece mushaftakiler olmadığı, onun yaratmış olduğu herşeyi bir ayet , bu ayetlerin toplandığı kainatı bir kitap olarak görüp elimide olan kur'anı kainat kitabını okurken bize klavuz olacak bir rehber olarak görmemiz gerekmektedir. Allah cc nin yaratmış olduğu ayetleri kullanarak elde edilen gücün, nerede ve nasıl ve ne şekilde kullanılacağını bize kur'an öğretecektir. Kainat ayetlerinden bağımsız olarak okunan bir kur'anın hiç bir faydası olmayacak olup , günümüzdeki halimizden bellidir.

Müslümanlar olarak Allah cc nin arz üzerindeki ayetlerini okuyarak elde edeceğimiz kazançlar vahiy kitabını okuyarak,bu kazançları nerede, nasıl  ve ne şekilde kullanacağımızı bize öğreten klavuz rehberliğinde bütün insanların emniyet ve faydası için kullanılacaktır. Kainat kitabını okumadan , sadece vahiy kitabını okumak bize canlı bir hayat içinde yaşanmış  kitap olarak değil ,bir ütopya kitabı , ölülere okunan bir kitap gibi bugünkü hurafe inançlara kurban edilmiş bir kitap haline dönüşecektir. Eve aldığınız elektronik aletin kullanma klavuzunu nasıl belli günlerde okumayıp ihtiyaç anında okuyup içindeki bilgileri kullanıyorsak kur'anda aynı işlevi görmesigereken bir kitabtır.

Sonuç olarak; ayet ve kitap kelimelerini dar bir alana hapsedip, sadece kur'an ve içindekiler olarak düşünmemiz bizlerin kainat kitabı diye bir kitabın daha var olduğunu ve elimizde olan bu kitabın, o kitap ile birlikte okunduğunda Allahın kitaplarına tam olarak bir imanın sağlanmış olacağı bilinci bugün terkedilerek, kitap okuması sadece kur'ana indirgenmiş ve sadece bu kitabı okuyarak cennete gidileceği zannına kapılınmıştır. Halbuki kur'an adı verilen kitap, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın "kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamak" anlmına geldiği unutulmuştur. Batılılar kitabın bir kısmını , müslümanlar kitabın bir kısmını okuyarak , batı refah seviyesi yüksek ancak zalim bir toplum olmuş , müslümanlar ise refah seviyesi düşük ve mazlum bir toplum olarak batının sömürü çarklarında ezilmeye mahkum olmuştur. Müslümanlar bugün Allahın ayetlerini bir bütünlük içinde okuyup batını eriştiği refah seviyesine erişseydi kendilerinden aşağı olan toplumları ezmek değil onlara yardım etmenin yollarını arayacaklardı. Batı bu düşünceden uzak sadece "hep bana" düşüncesi içinde bir litre petrolun bir insanın kanından daha değerli olduğu şiarından hareketle, yıllardır müslüman topraklarında zulum , baskı ve sömürüye devam etmektedir, buna engel olmak bizlerin görevi olup bunun yolu Allah cc nin ayetlerini birbirinden ayırmadan okumaktan geçmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2014 Cuma

Siyam (Oruç) Ayetleri Etrafında Bir Tefekkür Çalışması

Siyam'ın (oruç) Allah cc nin kulları üzerine yazmış olduğu yükümlülüklerden birisi olduğu 184-187. ayetler arasında beyan edilmektedir. Bu durum Kur'anda bizlere de yüklenmiş olup Ramazan ayı içinde bu vazife ifa edilmeye çalışılmaktadır. Bu yazımızda oruç ile ilgili ilmihal bilgilerinden ziyade, bu konunun Kur'an ayetleri çerçevesinde anlatımı üzerinde durmaya çalışacağız. 

Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).

 [002.183]  Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, sıyam (oruç), size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.

"Savm" kelimesi ; yemek ,konuşmak ,yürümek türünden bir fiili yapmaktan kendini tutmak geri durmak anlamında bir kelimedir. Gitmekten , veya yemden kendisini geri tutan ata "saimun" denmiştir. Sakinleşen durgunlaşan rüzgara , güneşin ğöğün ortasında durduğu düşünülerek öğle vaktine de "savmun" denmiştir.
"Mesametül feres" = atın ayakta durduğu yer.

Bakara s. 183. ayetinde sıyamı öncekilere yazdığı gibi bizlere de yazdığını bildiren Rabbimiz sıyam içinde olmamız gereken zamanı şu şekilde bildirmiştir. 

 Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

 [002.185] Ramazan ayı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.

"Şehr" kelimesi; "hilalin görünmesi ile güneşin bir noktadan yine aynı dönüşünden oluşan on iki cüzden birinin göz önünde bulundurulmasıyla meşhur açık aşikar herkesçe bilinen müddet süre" (El müfredat) anlamında bir kelimedir . 

Yasin s. 39. ayetinde " Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü" buyurulması, ayın ilk gününün hilal ile başlayacağını haber vermesine bu durumun insanlığın ortak hafızasının bilgi birikimi olmasına rağmen bir takım insanların "Şehr" kelimesi ile ilgili olarak ve ayın başlangıcının dolunay zamanından itibaren başlaması gerektiği gibi absürt yaklaşımları eleştirilmeye bile değmeyecek derecede absürt bir düşünce olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

Kur'an nazil olmadan önce insanların bildiği bir duruma göre inen ayetler üzerinde eğip bükmek sureti ile oruç hakkında bir takım çıkarımları da bulunup kendilerince bir oruç tarifi getirenleri Allah' a havale edip biz doğru bildiğimizi paylaşmaya devam ediyoruz. 

Tevbe s. 36. ayetinde "Doğrusu Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında on iki aydır" buyurması, koymuş olduğu bir kanun olup bütün insanlık bu kural içinde tespit edilmiş bir düzende hayatlarını sürdürmektedirler. Yunus s. 5. ayetinde "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor." buyurularak, güneş ve ayın bizler için faydalarından birisininde zamanı hesaplamamız olduğu bildirilmiştir. Bu durum insanlığın ortak yönlerinden biri olup ilk insandan  kıyamete kadar böyle devam edecektir. 

"Şehri ramazan" denilince, bir yılın 12 aylık cüzlerinden bir ay olup, Kur'anın bu ay içinde nazil olmaya başladığı hatırlatılarak üzerimize yazılan "savm" ın bu ay içinde tutulması gerektiği emredilmektedir. Hasta veya seferde olanlara bir muafiyet getirilerek , hastalığı bittiği veya seferden döndüğü zaman o ay içinde tutamadıklarını , yerine getirmeleri emredilmektedir.

Rabbimiz bize böyle bir kolaylığı , bize zorluk çıkarmak istemediği , Ramazan ayı içindeki günler kadar tutmamız gerektiği için eksik kalanı Ramazan dışında tamamlamak imkanı verdiği için olduğu ve hidayet üzere olmanın bir gereği aynı zamanda onun böyle bir emre uyarak onun büyüklüğünü kabul ettiğimizi göstermemiz için olduğunu beyan etmektedir.

Sıyam'ın onun bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerinden birisi olup, herhangi bir özre sahip bulunmayan kişi, buna bayanların adet halleri de dahildir bu ayı sıyamlı olarak geçirmeleri bir kulluk borcudur. Özür hali ile ilgili biraz daha detaylı bilgiler 184. ayet içinde beyan edilmektedir. Bayanlar adet halinde eğer kendilerinde herhangi bir rahatsızlık hali olmadığını düşündükleri zaman oruçlarını tutmalarından herhangi bir sakınca yoktur. "Adetli bayanın oruç tutması haramdır" şeklinde ortaya atılan bir düşünce, Kur'andan onay alan bir düşünce olmayıp, adet hali kendisine herhangi bir rahatsızlık vermediği sürece, adetli bir bayan orucu tutmak zorundadır.

 Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

[002.184] İçinizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayanların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kim gönüllü olarak bundan daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlıdır. Ayrıca, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Hastalık ve sefer hali durumunda olanlardan bu durumları kalkınca tutamadığı gün sayısı kadar diğer günler tutması beyan edildikten sonra , "yutikunehu" kelimesi etrafında bazı farklı görüşlerin olduğu göze çarpmaktadır. İlk bakışta oruca gücü yetip te bunu yerine getirmeyenlerin fidye vererek bu yükümlülüğü yerine getirmiş olacakları gibi bir düşünce bir kısım insan tarafından anlaşılır olmuştur. Bir kısım insan'da böyle bir fidyeyi bir ay oruç tutanların bu tutma şükrünü ifa etmek için vermeleri gerektiği gibi bir düşünce oldukları da görülmektedir. Bu düşüncelere katılmadığımızı söyleyerek doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi ortaya koymaya çalışalım.

"Tavqun" kelimesi; güvercin gerdanlığı halkası gibi yaratılıştan olsun veya altın ve gümüş gerdanlık gibi el sanatı sonucunda elde edilmiş olsun boyuna takılan şeyi ifade eder. (elmüfredat)

Bu kelimenin anlamını, al-i imran s.180. ayetindeki kullanımından yola çıkarak anlamak mümkündür.

 [003.180] Allah Teâlâ'nın kendilerine fazlından olarak verdiği şeyde cimrilik edenler bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Hayır... Bu onlar için bir şerdir. O cimrilik ettikleri şey, Kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır (seyutavvikune). Ve göklerin ve yerin mirası Allah Teâlâ içindir. Ve Hak Teâlâ yaptığınız her şeyden tamamıyla haberdardır.

Bu ayette kendilerine verilenleri cimrilik ederek sakınanların , kıyamet günü uğrayacakları akıbet hatırlatılarak cimrilik ettikleri şeylerin boyunlarına asılacakları anlatılmaktadır. Boyuna asılan şeyin taşımakta zorluk çekilmesi ve insana olan meşakkati ile bir bağ kurularak, bakara s. 184. ayetindeki "yutikunehu" kelimesinin anlamı anlaşılabilir. 

Kişinin boynuna asılmış olan oruç yükünü zor taşıması, bunu taşımaya güç yetirememesi onun bu yükten fidye vererek kurtulacağını bildirir , bu ayet ile ilgili meallere baktığımız zaman bu anlam üzerinde yoğunlaşıldığını görmekle beraber şaz düşünce diyebileceğimiz farklı olmak adına söylendiğini düşündüğümüz sözlere de şahid oluyoruz. 

Allah cc "yutiqunehu" kelimesi ile ifade edilen "güç yetirememe" durumunu insanların kendi vicdanlarına bırakmıştır. İnsanların yapıları birbiri ile farklılık arz etmesinden doğan durum gereği, kişinin oruç tutmaya güç yetirip yetiremediğine kendi vicdanında herhangi bir rahatsızlık duymadan karar vermesi gerekmektedir. 

Kullarının gizli ve açık her şeyini bilen Rabbimiz bırakılmış olan bu açık kapıyı art niyetli insanların kullanmasına izin vermek için değil kulları için kolaylık dilemesinin bir gereğidir. Bugün bazı insanların ayeti yanlış yorumlayarak gücünün yettiği halde oruç tutmadan fidye vererek bu görevi yerine getirdiklerine dair olan inançları verilen ruhsat konusunda yanıldıklarını göstermektedir.

Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun(lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid(mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn(yettekûne).

[002.187]  Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için bir elbisesiniz. Sizin nefislerinize hıyanet eder olduğunuzu Allah bildi de tevbenizi kabul edip, sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yeyin, için sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman, kadınlarınıza yaklaşmayın. Bu Allah'ın hudududur. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini insanlara, korunsunlar diye böyle açıklar.

Bakara s. 187. ayetinde kadınlara yaklaşmanın oruçsuz olunduğu zaman olan geceleri helal kılınması, gündüzleri kadınlara yaklaşmanın haram olduğunu gösterir. Bu konu ile alakalı olarak, önceki ümmetlere geceleri bile kadına yaklaşmanın haram olduğu, bu hükmün kur'an ile neshedildiği şeklinde bir düşünce ortaya atıldığını görmekteyiz. 

Allah cc nin yaratmış olduğu insan fıtratı ilk insandan beri değişme göstermediğine göre , Allah cc nin bizlerin böyle bir yasağa güç yetiremeyeceğimizi bildiği halde ve kimseye gücünün üstünde yük yüklemediği şeklindeki sözüne göre bizden öncekilere böyle bir haramlılığın olmasına ihtimal dahi olması mümkün değildir. Madem oruç bizden öncekilere yazıldığı gibi bize de yazıldı, onlara haram olan bir şeyin bizlere helal olması asla  düşünülemez onlara helal olduğu gibi bizlere de helal kılınmıştır.

Ayet içinde oruca başlama ve bitirme zamanları beyan edilip bu zamanlar haricinde yenilip içilmesi emredilmekte olup , bu zamanlar içinde yeme , içme ,cinsel ilişkinin haram olduğu çok açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Geceleri helal olan kadınlara yaklaşmak , kişinin mescid de itikaf halinde bulunduğu süre içinde iken bu zaman zarfı içinde haramdır. Bu emirlerin Allah cc nin çizmiş olduğu sınırlar olduğu ve o sınırların ihlal edilmemesi gerektiği beyan edilmesi ile kur'anın oruç ile ilgili bilgileri burada son bulmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın sıyam (oruç) ile ilgili olan ayetlerinden anladığımız şey , sıyam'ın bizden öncekilere yazıldığı gibi bizlere de yazılmış olan bir kulluk görevi olduğu anlaşılmaktadır. Bu görev'in Kur'anın nazil olmaya başladığı Ramazan ayı içinde , imsak vakti dediğimiz zaman'dan başlayarak akşam vaktine kadar yeme , içme ve cinsel ilişkiden kendinin tutmak şeklinde olacağını yine ayetlerden öğrenmekteyiz. Tabi ki kendini yeme içme gibi eylemlerden uzak tutmak geri kalan yanlış işleri yapabilme serbestiyetini vermez , özellikle açlık ve sigaraya dayanamayan bir takım insanların oruçlarını fırsat bilerek kırıcı davranışlarda bulunması bu görevin sıhhatine zarar verdiği hatırdan çıkarılmadan orucun sadece mideyi aç tutmak şeklinde bir ibadet olduğu zannına kapılınmamalıdır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Saff Suresi Ayetleri Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Saff suresi medinede nazil olan surelerden olup 14 ayetlik bir suredir, bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir teffekkür çalışması yapmaya çalışacağız . 

 [061.001] Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih etmiştir. O üstündür, hikmet sahibidir.

Sure 57 ve 59. surelerdeki başlangıç ayetiyle başlamakta olup, ortak özelliği "sebbeha" kelimesi ile ifade edilen yerde ve gökte ne varsa yani, Allah cc nin haricinde ne varsa onu tesbih ettiği haberi verilmektedir , bu kelime üzerinde biraz tefekür edelim inş. 

Sebbeha, se-be-ha kelimesinden türemiş bir kelime olup sözlükte "su veya havada süratle geçip gitmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Varlıkların yüzmesi demek, bütün varlıkların kendileri için konulmuş olan bir hareket ölçüsü içinde olması demek olup, bunun dışına çıkmaları diye bir durumun sözkonusu olmadığıdır. Kur'anda bir çok ayette geçen bu kelimenin türevleri ile ilgili olarak verilmek istenen mesaj hakkında şunları söyleyebiliriz. 

Bu surenin veya diğer surelerin ilk ayetlerinin " yerde ve gökte ne varsa Allahı tesbih eder" şeklinde başlaması, yegane ilahımız ve rabbımız olan Allah cc nin gücünün ve azametinin bir hatırlatması ve bizlerinde bu şekil onu tesbih etmemiz gerektiği, eğer onu gereği gibi tesbih etmez isek onun bizim tesbihimize ihtiyacı olmadığı ve ihtiyaç sahibi olanın bizler olduğudur. Bu konu ile ilgili olarak bir kaç ayet meali vererek 1. ayetin mesajının kur'an ayetleri ile anlatılmasını görelim. 

[055.005-8] Güneş ve Ay hesap iledir;Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
[024.041]  Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.

Güneş,ay,bitki,ağaç ve kuşların tesbihi onlar için konulmuş olan ölçünün dışına taşmamaları misalen , güneş " binlerce yıldır aynı yerden doğup batıyorum biraz değişiklik olsun" veya kuşlar " ömrümüz havada'mı geçecek biraz yerde hayat sürelim" gibi bir değişikliğe gitmelerinin mümkün olmadığı her şeyin üzerinde yegane hakim olanın kendisi olduğunu bizlere hatırlatarak, bizlerinde onlar gibi emre itaat ederek tesbih dairesinin dışına çıkmamamız hatırlatılmaktadır. 

[004.170]  Ey İnsanlar! Peygamber Rabbiniz'den size gerçekle geldi, inanın, bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir. Hakim'dir.
[014.008]  Musa: «Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz nankörlük etseniz, Allah yine de müstağni ve övülmeğe layık olandır» demişti.
[039.007]  Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.
Örnek olarak vermiş olduğumuz ayet meallerinde, Allah cc nin müstağni olduğu ve fakir olanın bizler olduğu hatırlatılarak bizim ona ihtiyaç duyduğumuz , eğer onu inkar edersek ona bir zarar veremeyeceğimiz aksine zarar gören bizler olacağı beyan edilmektedir. 


[061.002]  Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
[061.003]  Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır.
[061.004]  Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever.

2-3-4. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuzda , Allah katında büyük öfkeye sebeb olan söz veripte yapmadığımız şeyin ne olduğu görülmektedir. Kur'anı doğru olarak anlamak için, ayetlerin nuzül dönemi içinde hitap ettiği topluma olan mesajını , sonra o mesajın sonraki gelenler için bağlayıcılığı üzerinde düşünmek gerekmektedir.   

Surenin medine'de nazil olduğu hatırlanacak olursa,medine'de inen ayetlerin karakteristik özelliğinin ehli kitap ve münafıkların müslümanlara karşı olan tutumları ile ilgili olan ayetler büyük bir yekun tutmaktadır. Kur'anın bir çok ayeti, iman iddiasında bulunanların bu imanlarını sadece sözle değil mal ve can ile ortaya koymalarını gerektiğini hatırlatmaktadır. 

[029.002-3]  Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi sandılar.Andolsun ki; Biz, onlardan öncekileri de denedik. Allah; elbette doğruları bilir ve elbette yalancıları da bilir.
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
[033.023]  İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.
[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[047.031]  And olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.

Bu ve benzeri ayetler, iman iddiasında bulunanların imanlarının ne derece samimi olduğunun ortaya çıkarılması amacıyla denemeye tabi tutulacaklarını haber vermekte olup saff s. 2-3-4. ayetleri bu arka plan dahilinde okumak gerekmektedir. Bilindiği üzere medinede müslüman olan bir kişi biat dediğimiz bir söz vermekte olup bu biat ile kendilerini bağlamaktadırlar. 

 [048.010]  Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 
 [048.018]  Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.
 
[060.012] Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana beyat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.
  
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere medinede alınan bu biat kişiyi bağlayan ve bozulması neticesinde kişinin zararına olacak durumlara yol açan bir anlaşmadır. Şimdi saff s. 2-3-4 ayetlerini bu örnek ayet mealleri çerçevesinde tefekkür etmeye çalışalım. 


Medine'de müslüman olduğunu iddia eden ve kendini biat ile bağlayanların bu sözlerine sadık kalmaları gerektiği hatırlatılmakta olup,biatın bozulması neticesinin Allah katında büyük bir gazaba neden olacağı hatırlatılmaktadır. Acaba böyle bir hatırlatmaya sebeb olan olay ne olabilir? dersek bunu yine kur'an bütünlüğünü gözeterek yaptığımız bir okumada öğrenmemiz mümkündür. 



[047.020]  İman edenler: «Bir sure indirilseydi?» diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.
[002.216] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
[004.077] Kendilerine, «Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin» denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?» derler. Onlara de ki: «Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.»



Her ne kadar müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan bu sözünü özellikle can ve mal ile denemeye tabi tutulduğunda unutur ve ölüm korkusu kişiyi verdiği sözden caymaya teşvik edebilir. Bu arka plan ayetler kur'anın medinede inen ayetlerinde çok görülmekte olup verilen sözün çocuk oyuncağı olmadığı, istediği zaman dönebilmek gibi bir seçenekleri olmadığı, iddia sahibinin bu iddiasını ispatlamak gibi bir zorunluluğunun olduğu ayetlerde hatırlatılmaktadır. 

Bu ayetlerden bizlere düşen mesaja gelince; yaşadığımız hayatın herhangi bir anında bizler eğer iman iddasında bulunuyor isek ve bu imanın can ve mal ile ispatlanması gerekiyorsa hiç tereddüt etmeden bu görevi yerine getirmemiz gerekmekte olup yan çizmek gibi bir lüksümüzün asla olmadığı bizlerede hatırlatılmakta olup, bu şekil bir yan çizmenin gazaba neden olacağı bizlerede hatırlatılmaktadır.

[061.005] Ve bir vakit ki, Mûsa kavmine dedi ki: «Ey kavmim! Ne için bana eziyet veriyorsunuz? Ve halbuki, benim sizin için bir Allah resûIü olduğumu şüphe yok ki, bilirsiniz.» Vaktâ ki, onlar (Hak'tan) döndüler. Allah Teâlâ da, onların kalplerini döndürdü ve Allah fâsıklar olan kavme hidâyet etmez.

Saff s. 5. ayetinde , Musa as kavmi olan israiloğulları'nın ona eziyet ettiği hatırlatılmaktadır, böyle bir hatırlatmaya acaba neden gerek duyuldu dersek, önceki 2-3-4. ayetler ile bir bağı olduğu görülecektir ve yine özellikle münafıklar olarak toplumda yerini bulan insanların müslümanlara ve Muhammed as a karşı olan tutumları hatırlanacak olursa ve bu münafıkların genelde yahudilerden olduğu hatırlanacak olursa ayeti anlamak kolaylaşacaktır.

İsrailoğullarının Musa as a olan eziyetleri onun kıssasının anlatıldığı ayetlerde hatırlanacaktır. Kendilerine soykırım uygulayan firavun zulmunden kurtarılıp denizin öte yakasına geçer geçmez puta tapan bir kavim görüp aynı puttan Musa as dan istemişler, tura 40 günlüğüne çıktığı zaman samiri onların bu isteklerini yerine getirmiş , Allah cc nin onlara ikram ettiği yiyeceklerden bıkarak daha değişik şeyler istemişler ve Musa as ı onlara ihtiyacı olduğu anda "sen ve rabbin gidin savaşın" diyerek onu yalnız bırakmışlardır. İsrailoğullarının bu tür ve diğer eziyetleri kur'an ayetlerinde teferruatlı bir biçimde anlatılarak bizlerinde o tür bir eziyet verme girişiminden uzak durmamız öğütlenmiştir. 
 
[033.048]  İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
 
[033.057] Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.
[033.069] Ey iman edenler, sizler o Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın! Eziyet ettiler de Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzlü (itibar sahibi) idi.
[009.061]  Onlardan kimileri de; o, her şeye kulak kesiliyor, diyerek peygambere eziyyet ederler. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'minlere inanır. Ve aranızda iman etmiş olanlara rahmettir. Allah'ın Rasulüne eziyyet verenler için elem verici bir azab vardır.
[006.034] Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.
[003.186]  Çaresiz, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve kesinlikle gerek sizden önce kitap verilenlerden ve gerekse Allah'a ortak koşanlardan bir çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız işte bu, azmedilmesi gereken şerefli işlerdendir.

Yukarda meallerini verdiğimiz ayetlere bakacak olursak, kitap ehlinin Musa as a yaptığı aynı eziyeti müslümanlara ve elçiye taptıkları ve bu eziyetlere katlanmaları gerektiğine olan emirler görülmektedir. 

[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Saff s. 6. ayetindede 5. ayetin devamı olarak israiloğullarına gönderilmiş olan İsa as ın kavmi ile olan mücadelesinden bir kesit görmekteyiz. İsa as kendisini tanıtırken özellikle "tevrat'ı doğrulayan" şeklindeki tanıtımının aynısı Muhammed as ın da tanıtılırken kullanıldığı  bir söz olması dikkat çekicidir. Muhatap kavmin tevrat ve Musa as ı elçi olarak kabul etmesi , Musa as dan sonra gelen elçilerin kendilerinin aynı kaynaktan beslnediğine dair olan delillleri olarak görülmektedir. İsa as ın kendinden sonra gelecek olan elçinin adının " Ahmed" olarak söylemesi ile Muhammed as ismi arasında fark olması bizleri şaşırtmamalıdır.

"İsm" kelimesi sözlükte "kendisi aracılığıyla bir aslın , temelin,zatının , özünün bilindiği şey" anlamında bir kelime olup bu anlama göre "ahmed" ismi demek onun Allah cc ye başkasından daha fazla hamd etme gibi bir özelliğinin olduğunun veya kendisindeki güzellikler nedeni ile başkalarından daha fazla övülen anlamında olup " Muhammed" kelimesi ise övülen anlamında bir kelimedir.  

İsa as belgelerle israiloğullarına geldiği zaman yalanlanma şeklinde bir karşılık görmesi ondan önce gelen ve ondan sonra gelen Muhammed as ın da gördüğü karşılıklar olarak anlatılmakta bu tür bir çok ayet mevcuttur.

[061.007]  İslama davet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim de kim olabillr? Allah da zalimler topluluğunu muvaffak etmez.
[061.008]  Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.

İsa as ın çağrısına karşılıkolarak icabet edilmesi gerektiği yerde "bu apaçık bir sihirdir" şeklinde karşılık verilmesi, Muhammed as ın çağrısı içinde geçerli olduğu onun muhataplarınında onun çağrısına aynı karşılığı verdikleri bilinmektedir. Saff 7. ayeti islama çağrılırken bu çağrıyı red eden kimsenin zalim olduğunu , 8. ayet ise kafirler ne kadar red etseler onların  bu redleri Allah cc nin nurunu tamamlamasına engel olmayacağı bildirilmektedir.

[061.009]  O Allahdır ki Resulünü hidayet  ve hak dini ile gönderdi, onu her dinin üstüne çıkarmak için, isterse müşrikler hoşlanmasınlar

Saff s. 9. ayeti ise Allah cc nin elçilerin gönderme amacını anlatmaktadır. "Hüda" kelimesi sözlükte , " bir kimseye nazik bir şekilde yol göstermek, kalvuzluk etmek,ya da doğru yolu yönü istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'an öncesi çölde yolunı kaybedene yol göstermek gibi bir anlam içermesine rağmen kur'anın nazil olması ile birlikte anlam genişlmesine uğramış ve ıstılahi bir anlamda kur'anda bir çok ayette kullanılarak Allah cc nin göndermiş olduğu kitab ve elçilerin, "hüda" olduğu yani yolunu kaybedenlere klavuz olduğu hatırlatılmaktadır.

Ayette dikkati çeken kelimelerden biriside "eddin"kelimesidir. Bu kelimeyi, "kişinin yaşamı içinde tabi olduğu kurallar bütünü" şeklinde bir anlam etrafında düşünecek olursak Allah cc bizlere din olarak islamı seçmiş ve o dinin kurallarını elçileri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. İslamı din olarak beğenmeyip kendileri ayrı bir din üretenler ise Allah cc nin dinini yıkmak için ellerinden geleni tarih boyunca yapmışlar ve yapmaya devam etmektedirler. Kafirler ne kadar red etsede insanlar ne kadar kendi dinlerini üstün kılmak için çabalasalarda Allah cc nin dini onların dinlerinden üstündür ve yıkılmaya mahkumdur. 

[061.010]  Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
[061.011]  Allah'a ve Resulüne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız; eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
[061.012] Günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş odur.
[061.013]  Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.

Bu ayetlerde , Allah cc katından bir yardımın , günahların bağışlanmasının, adn cennetlerine girmenin yolu gösterilmekte ve bu yol "ticaret" terimi ile mesellendirilmektedir. Ticaret insanlık tarihinin bilinen bir işlemi olup bu işlemde karşılık yapılan alış veriş sonucunda kazanç meydana gelmektedir. Bu kazanç şekli insanları celbettiği için diğer bir çok ayette karşımıza çıktığı üzere sermaye olarak mal ve can ortaya konulacak yani satılacak ve bu can ve mal karşılığında cennet verilecektir. İnsanların ticaret yapmaktaki esas amacı kar olduğuna göre ve şekil bir alışverişin karlı bir durum olduğu rabbimiz tarafından bizlere başka ayetlerde'de bildirilmiştir.Yine ticaret terimi üzerinden insanların zarar etmeleri de ayetler üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

 [035.029]  O Allah'ın kitabını okuyup ardınca gidenler, namazı kılıp kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık vermekte olanlar, herhalde hiç batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
[009.111]  Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
[002.016]  Onlar (o münafıklar) o kimselerdir ki, hidâyet mukabilinde dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâyete ermiş kimseler değildir.

[061.014]  Ey iman edenler, Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: «Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?» dedi. Havarileri: «Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.» dediler Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.

Saff s. son ayetinde yine İsa as ın havarilerinden örnek verilerek onların üzerinden iman edenlerin desteklendiği haberi verilerek destek sözünün boş bir söz olmadığı hatırlatılmaktadır. İsa as a iman eden bu havariler ile ilgili ayetler başka surelerde'de geçmektedir.

[003.052-53]  İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».«Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».
[005.111]  Hani Ben Havarilere: Bana ve peygamberime iman edin, diye vahyetmiştim de; inandık, şahid ol ki biz, müslümanlarız, demişlerdi.

Ayetin son cümlesindeki Allah cc nin vaadi olan "iman edenlerin düşmanlarına karşı desteklenmesi ve onların galip gelmesi" şeklindeki yardım Allah cc nin bir sünneti olup bu sünnetin nasıl tecelli ettiği bir çok ayette canlı örnekleri ile bizlere gösterilmiştir. Yardımı hak etmek için hiç bir mü'min yan gelip yatmamış aksine güçlerinin son haddine kadar çabalayıp bu yardıma hak kazanmışlardır. Allah cc nin sünneti olarak gerçekleşen mü'minlere yardım vaadi kıyamete kadar geçerli olup ancak bu yardımı hak etmek için gerekli gayretin gösterilmemesi yüzünden bugün bizler baskı ve zulum altında inlemekteyiz ve sadece sözlü dua ile bu yardımın gerçekleşeceğini zannetmekteyiz. Kur'anın hiç bir ayetinde Allah cc nin yardım vaadinin sadece sözlü dua ile gerçekleştiğine dair bir ayet görmemekteyiz aksine bu yardımın takatlarının son haddine kadar gayret eden mü'minlere yapıldığını görmekteyiz.

[002.214]  Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[030.047]  Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
[006.034] Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.
[012.110]  Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

Allah cc nin verdiği yardım sözünün gerçekleşmesi için meallerini verdiğimiz ayetlerdeki elçiler ve onunla beraber olan mü'minler gibi zorluklara karşı koyup yardımı öyle talep etmek gerekmektedir ki rabbimizin kendi üzerine hak kıldığı ve Allahın kelimelerinde bir değişme olmaz buyuyarak bunun her zaman yerine getirileceği ancak bu yardımın şartlarının bizler tarafından yerine getirilmesi gereken şartları olduğu bildirilmiştir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.