Nur s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nur s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2019 Perşembe

Süleymaniye Vakfı Mealinde Nur s. 33. Ayetine verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an, kendi iç bütünlüğünde anlam örgüsüne sahip bir kitap olmasından dolayı, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak isteyenlerin ayaklarının tökezleyerek deşifre olmasını sağlamaktadır. Çünkü bu kimseler, bir ayette geçen kelimeyi doğru çevirirken, başka bir ayette geçen aynı kelimeyi, indi düşüncelerini kitaba onaylatmak amacı içinde olduklarından dolayı farklı çevirmek suretiyle, çelişkili bir anlama imza atmaktadırlar.

Bu yazımızda, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Nur s. 33. ayetine verilen anlam üzerinde durmaya, ön yargılı bir okumanın nasıl bir çelişkiye imza atılmasını sağladığını göstermeye çalışacağız.

Ayetin Arapça metni, ve vakıf tarafından yapılan meali şöyledir: 

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar kendilerine hakim olsunlar. Eliniz altındaki esirlerden hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.[*] 


 Yapılan mealin altına vakıf tarafından yazılan dipnot ise şöyledir: Yazılan dipnotta


[*] Bakirelerle ilgili müteşâbih âyet:
Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)
Ayette geçen فَتَيَات = genç kızlar, bakire kızlardır.
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا (in eredne tehassunen) =evlenmek isterlerse, anlamına gelir.
تَحَصُّنً = tehassun kelimesinin buradaki anlamı muhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 4/24. âyette evli,  Nisa 4/25. âyette de namuslu anlamında kullanılmıştır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilmesi imkânsızdır.
Kur'ân, makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. (Lisan’ul-arab) Kelimenin çoğulu yoktur; tekil için de çoğul için de kullanıldığı için kur’ân = قُرْآن kelimesine “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Ayet kümeleri, işlenen konu açısından aralarında benzerlik bulunan ayetlerin, bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Küme tamamlanmadan istenen açıklamaya ulaşılamaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Onu kur’ânlar halinde böldük ki insanlar müks içinde iken onu onlara okuyasın. (İsrâ 17/106)
Müks = مُكْث, “durup beklemek” demektir. Ayetlerin açıklamasına ancak bir ilim heyeti birlikte ulaşabilir. İlgili ayetlerden biri de şöyledir:
Bu bir kitaptır ki, ayetleri; bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Bu yöntem sahabeden sonra unutulmaya başlandığı için ayetlere verilen meallerde büyük yanlışlar vardır. Buradaki meal, o yanlışlardan biridir.

Yazılan dipnotta geçen "Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi, vakfın ön yargılı bir okumasının örneğini göstermektedir. Çünkü vakıf bu ayetten evlenecek genç kızlara baskı yapılmaması gerektiğini, ayete söyletmeyi amaçlamaktadır.

Vakıf mealinde, ayet içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin, "genç kız, bakire kız" anlamına sahip olduğu belirtilmektedir. Aynı kelime Nisa s. 25. ayetinde de geçmekte, fakat aynı kelimeye vakıf Nisa s. 25. ayetinde farklı bir anlam vermektedir.,

Nisa s. 25. ayetine vakıf tarafından verilen anlam şu şekildedir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan MÜMİN ESİR KIZLARINIZI nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[1*]. Onları (esir kadınları), iffetli /muhsana olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla onları, ailelerinin[2*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten / muhsana olduktan[3*] sonra da zina etmiş olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilen o cezanın yarısı kadardır[4*]. Bu ruhsat[5*], içinizden zor duruma düşmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder. 

Mealde altını çizdiğimiz kelimelere dikkat edilirse, Nisa s. 25. ayeti içinde geçen مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِcümlesine, vakıf tarafından doğru şekilde "mümin esir kızlarınız" anlamı verilmiştir. Yani فَتَيَاتِكُمُ kelimesi, savaşta ele geçirilen kadın köle veya cariye olarak bildiğimiz bir anlama sahip olarak çevrilmiştir. Fakat aynı kelime Nur s. 33. ayetinde aynı anlamda çevrilmemiş, genç kız anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Burada, "Bir kelime bütün ayetlerde aynı anlamda olmak zorunda mı, neden bir ayette farklı bir ayette farklı anlamda kullanılmış olmasın?" şeklinde bir soru sorulabilir. Arapçada bir kelimenin çok anlama sahip olmasından dolayı böyle bir durum elbette mümkündür ve bunun örnekleri Kur'an'da bulunmaktadır. Fakat bahsi geçen kelimenin, bir ayette esir kız, bir ayette genç kız anlamında kullanılmış olması kanaatimizce mümkün değildir. Kelimenin doğru anlamı esir kız yani genellikle cariye olarak bildiğimiz şeklindeki kullanımıdır. Her iki ayette de bu anlamın kullanılması gerekirken, vakıf tarafından yapılan mealde maalesef bunu görememekteyiz.

Peki vakıf neden bu kelime için farklı bir kullanım ihtiyacı duymuştur?. Bu sorunun cevabını dipnotta görmek mümkündür. Yapılan dipnottaki " Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi her şeyi açıklamaktadır. Genç kızlara evlilik konusunda baskı yapılması elbette kabul edilebilir bir durum değildir, ancak bunu zorlamalarla ayetten çıkarmaya kalkmak ise, hiç kabul edilebilir değildir. 

Nur s. 33. ayet içinde kafaları karıştıran bir diğer cümle, cariyelerin yani esir kızların fuhşa zorlanması ile ilgilidir. Cümlenin metni şu şekildedir: وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Cümlenin genel olarak yapılan çevirileri ise şu şekildedir:

"Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
 Cümle içinde geçen عَلَى الْبِغَاءِ kelimesi, vakıf tarafından isyan anlamında çevrilmiş olmasına karşın, فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin esir kız anlamında kullanılması gerektiğini dikkate aldığımızda, bu kelimenin, kadının kendisi için için belirlenmiş haddi aşmış olmasını ifade eden fuhuş anlamında kullanılmış olması daha isabetli görünmektedir. Çünkü Kur'anda bu şekilde kullanımı görülmektedir. 

الْبِغَاءِ kelimesinin kadın ile birlikte kullanıldığı zaman, kadının iffeti namusu ile ilgili kullanıldığına dair iki ayet örneğini, Meryem suresi içinde görmekteyiz. Bu suredeki ayetlerin mealini yine vakıf mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz.

(Meryem 19/20) --- Meryem dedi ki “Benim nereden çocuğum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış (bağıyyen)biri de değilim.” 

(Meryem 19/28) --- Ey Harun’un[*] kızkardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, anan da yoldan çıkmamıştır (bağıyyen).” 

Meallerden de görüldüğü üzere vakıf, ayet içinde geçen bağıyyen kelimesini kadının iffeti namusu ile ilgili bir anlam vererek doğru şekilde çevirmiş, fakat Nur s. 33. ayeti içinde geçen الْبِغَاءِ kelimesini ise, isyan anlamı vererek çevirmiştir. Vakıf, Nur s. 33. ayeti içinde geçen kelimeye de Meryem s. 20. ve 28. ayetleri doğrultusunda bir anlam vermesi gerekirken, isyan anlamı vermiş olması, ön yargılarını ayete söyletmek istemelerinin bir sonucudur. 

Yine bu cümle içinde bulunan وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚve ekseriyetle "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" olarak çevrilen cümle, eğer bir cariye kendi isteği ile fuhuş yapmak isterse, Kur'an buna müsaade mi ediyor? şeklinde bazı zihinlerde soru işaretlerine maruz kalmaktadır. 

Öncelikli olarak burada sorulması gereken soru, cümlenin çevirisinde herhangi bir sorun olup olmadığı noktasında olmalıdır. Yoksa mevcut mealler üzerinden gidilerek varılan bir sonuç, bizleri tıpkı bu cümlenin çevirisinde olduğu gibi yanlış iddialara ve düşüncelere sevk edebilir. 


Nur s. 33. ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin daha makul olduğunu düşünerek, önce ayetin onun tarafından yapılmış olan çevirisini verecek, daha sonra ayet üzerinden tarihi arka planı okumaya çalışacağız. 

Muhammed Esed: 

Nur s. 33 ---- Evlenmeye imkan bulamayanlar, Allah kendilerine lütfuyla bu imkanı verinceye kadar iffetli davransınlar. Yasal olarak sahip bulunduğunuz kimselerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyen olursa, kendilerinde iyi niyet görüyorsanız bu sözleşmeyi onlar için yazın; ve Allah’ın size bahşettiği kendi zenginliğinden onlara (paylarını) verin. Ve eğer evlenerek iffetlerini korumak istiyorlarsa, sakın, dünya hayatının geçici hazları peşine düşerek, (hürriyeti sizin elinizde bulunan) cariyelerinizi fuhşa zorlamayın; kim onları buna zorlarsa, bilsin ki, maruz kaldıkları bu zorlanmadan ötürü, Allah (onları) acıyıp esirgeyecek ve bağışlayacaktır!

Esed tarafından yapılan bu çeviri metnin gerçeğine daha yakın olup, ayet içinde geçen تَحَصُّنًا kelimesine, evlenmek sureti ile namuslu kalmak anlamı verilmiştir.

Kölelik sistemi nuzül dönemi insanlık aleminin bir gerçeği olup, Arap toplumu da bu gerçeği yaşamakta idi. Kadın ve erkek köle edinmek, savaşların bir parçası olup, Kur'an bu gerçeği kabul ederek, bir takım ıslah düzenlemelerine gitmiştir. Nur s. 33. ayeti de bu düzenlemenin bir parçasıdır. Şöyle ki: 

Köle statüsüne sahip olan bir kimse ücretli olarak çalışarak hürriyeti elde etme hakkını kazanabiliyor, cariye olarak bildiğimiz köle kadınlar ise bazı kimseler tarafından fuhuş sektöründe kullanılabiliyordu. Ayet, fuhuş sektöründe kullanılan cariyelerin bu işlerde kullanılmasını, evlenmek isteyenlere mani olunarak fuhuş sektöründe zorla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.

Maalesef bir çok mealde yanlış anlamalara yol açabilecek olan "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" şeklinde bir çeviri yapılarak, bir çok kimsenin kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açılmıştır. 

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Nur s. 33. ayeti maalesef ön yargılara kurban edilmek istenilmiş, fakat Kur'an kendi iç bütünlüğünde bir anlam örgüsüne sahip olmasından dolayı, vakıf tarafından yapılan bu ayet meali yine kendi yaptıkları diğer ayet mealleri tarafından ret edilmektedir. 

Ayet  içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ ve الْبِغَاءِ kelimeleri Kur'an bütünlüğüne riayet edilmemek sureti ile çevrilmiş, fakat vakıf bu hatası ile yine Kur'an tarafından tökezletilmiştir. Kendi yaptıkları meallerden örnekler vererek yaptıkları hatayı ortaya koymaya çalışmış olmamız, vakfın meal çalışmasında dikkatli davranmadığını göstermektedir.

Tavsiyemiz, vakfın ön yargılarını kırması ve yaptıkları ayet meallerinin diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz edip etmediğinin kontrole tabi tutulmasıdır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

21 Ekim 2018 Pazar

Nur s. 63. Ayetinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Nur s. 63. ayetinin çevirisini farklı meallerden takip eden bir meal okuyucusu, bu ayetin iki farklı çevirisi ile karşılaşacak, ve hangi çevirinin daha doğru olduğu sorusuna cevap arayacaktır. Yazımızda bu sorunun cevabını aramaya çalışacağız.

لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا ۚ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا ۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Bu ayetin farklı çevirileri şu şekildedir:

1- Resulün çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

2- (Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Yukarıda verdiğimiz 2 örnek çeviriden anlaşılacağı üzere, bu ayetin farklı çevirileri bu şekildedir. 1. örnekteki çeviride Resulün etrafında bulunan iman edenlerin, onlara Resul tarafından bir çağrı yapıldığı zaman, ona uyulması emredilirken, 2. örnekteki çeviride ise, iman edenlerin Resule seslenirken daha edepli olmaları emredilmektedir.

Her iki çevirinin gramer kaideleri açısından bakıldığında , "Şu çeviri doğru diğeri ise yanlış" şeklinde söylenebilecek bir söz olmamakla birlikte, çeviride isabet kaydetme açısından sorun bulunmaktadır. Bizim kanaatimize göre çevirilerden bir tanesi daha isabetli, diğeri ise isabet kaydedememiş bir çeviridir.

İsabetli olan çeviri hangisidir?.

Bu sorunun cevabını bulabilmek için, bağlama müracaat etmek gerektiğini düşünmekteyiz.

[024.062] Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.

Nur s. 62. ayetine baktığımızda, toplumu ilgilendiren bir mesele hakkında alınan kararlara herkesin riayet etmesi gerektiği belirtilmektedir. Alınan karar ile ilgili olarak mazeret beyan eden kimselerin, mazeretleri konusunda samimi oldukları ayrıca beyan edilmektedir. Sonraki ayetin anlamı konusunda isabet kaydetmenin yolu, bu ayet ile arasındaki bağı kurmaktan geçmektedir.

63. ayette ise, Resul tarafından yapılan bir çağrıda alınan kararların alelade kararlar olmadığı, alınan kararlara uyma zorunluluğu olduğu, ayrıca içlerindeki nifak dolayısı ile, alınan kararlarda ortak hareket etmekten geri duranlara yapılan bir ikaz görülmektedir.
Bu noktayı dikkate aldığımızda, yukarıda 1. sırada örnek verdiğimiz yöndeki çevirilerin daha isabetli, 2. sırada verilen örnekteki çevirilerin ise isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada 2. sıradaki yapılan çevirilerin isabetsiz olduğu yönünde iddiamızın sebebi ise, "(Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın." cümlesi ile ondan sonra gelen ikinci cümle olan, " İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir." cümlesi arasında bir anlam kopukluğu meydana gelmiş olmasıdır. Çünkü eğer alınan bir karara karşı, mazeretsiz bir şekilde uyulmayacaksa, bunun bir sebebi olmalıdır, ve bu sebep bir önceki ayette belirtilmektedir.

Hülasa i kelam: Nur s. 62. ayette, Resul tarafından alınan kararlara toplumun uyma zorunluluğu olduğu vurgusunu yapmakta, 63. ayet ise bu vurguyu pekiştirerek, Resul tarafından alınan kararlar sonucu yapılan bir çağrının alelade bir çağrı olarak algılanmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Nur s. 62-63. Ayetleri ve Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma

Kur'an 1400 küsur yıl önce yaşanan hayat içinde inen bir kitab olması nedeniyle, bu kitabın ayetlerinin öncelikle yaşanan zaman ve mekan ile olan ilişkisinin ortaya konulup sonra, "bize dair nasıl bir mesaj taşıyabilir?" sorusunun cevabının aranmasının gerektiğini düşünmekteyiz. "Kur'anın bütün ayetleri kıyamete kadar geçerlidir" sözünün gerçekle alakasının pek olmadığını ve bu söylemin duygusallıktan öte geçemeyeceğini hatırlatmak istiyoruz. Nur s. 62.63. ayetlerini bu düşünce çerçevesinde değerlendirerek, "bize nasıl bir mesajı taşıyabilir?"sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.

[024.062]  Mü'minler; ancak Allah'a ve Rasulüne iman edenler ve peygamberle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin isteyip alıncaya kadar ayrılıp gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin isteyenler; işte onlar, Allah'a ve Rasulüne iman edenlerdir. Bir takım işleri için senden izin isterlerse içlerinden dilediğine izin ver ve Allah'tan onların bağışlanmalarını dile. Şüphesiz ki Allah; Gafur'dur, Rahim'dir.

[024.063]  (Ey müminler!) Peygamberin davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Ayetleri okuduğumuz zaman , mü'minlerin vasıflarından birisinin peygamber ile birlikte ortak bir karar alındığı zaman, yan çizmemek kararın gereklerini yerine getirmek şeklinde bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Şimdi birisi kalkıp , " şu anda aramızda peygamber yok bu ayetin otomatikman hükmü kalkmışmıdır?" diye sorsa cevabımız "hayır" şeklinde olacaktır. 

Muhammed as ın yaşadığı zaman içinde nasıl bir konuma sahip olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz. Muhammed as Allah cc nin seçmiş olduğu bir elçi ve aynı zamanda Medine'deki devletin başıdır. Bu devleti ilgilendiren bazı durumlar ayet nazil olması ile , veya onun aldığı bir karar ile verilmektedir. Elçinin aldığı karar , ayet veya şahsi içtihadı hangisi ile olsun farketmeden bağlayıcıdır o zaman yaşayan insanları bağlar ve bu bağlayıcılığa Medinede inen ayetler bağlamında şahit oluyoruz. Elçinin bize rivayetler kanalı ile uygulamalarının bağlayıcılığı konusu daha farklı bir konu olup tartışmaya açıktır.

Ayet bağlamında inen emirler o günkü tarihsel bağlamında okunarak , bugüne nasıl taşınabileceği  konusu önemli olup, ayetin tarihselliği içinden evrensellik nasıl çıkarabiliriz şeklinde bir okuma yapılması gerektiği düşünüyoruz. Bunu söylerken zorlama te'villerle ayeti tarihselleştireceğiz veya evrenselleştireceğiz şeklinde değil yaşadığımız zamana dair bir mesajı olabilirmi şeklinde düşünüp ona göre bir cevap almaya çalışabiliriz.

 [009.086]  «Allah'a inanın ve Peygamberinin yanında savaşın» diye bir sure inmiş olsa, onların gücü yetenleri sizden izin isterler ve «Bizi bırak oturanlarla beraber kalalım» derler.
[009.093]  Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalan kadınlarla bulunmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.
[033.013]  İçlerinden bir takımı: «Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün» demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: «Evlerimiz düşmana açıktır» diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi sadece kaçmak istiyorlardı.
[009.044-45]  Allah'a ve ahiret gününe inananlar, mallariyle, canlariyle savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir.Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler Medinede nazil olan ayetlerdir , ayetlerin bağlamı can ve mal ile imanın ortaya konması gerektiği zaman geri duranlar yani münafıklardır. Ayetler evrensel bir hastalık olan münafıklığın koordinatlarını vermekte olup , dün Medinede ortaya çıkan hastalık bugün ve yarın kıyamete kadar sürecek bir hastalıktır.

Peygamber as ın yaşadığı zaman içinde inen bu ayetlerin evrensel bir boyutu olduğu muhakkaktır. Bugün bu ayetlerin mesajını anlamak için peygamberin yerine kimin konulacağı meselesi önemlidir. 

 [004.059]  Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.

Nisa s. 59. ayeti içindeki " sizden olan emir sahipleri" ibaresi önemli bir ayrıntı olup peygamber as ın yaşadığı zaman içindeki devlet başkanı sıfatı ile yüklendiği görevi ondan sonra gelenler "emir sahibi" sıfatıyla yükleneceklerdir. Burada müslümanlara düşen görev aralarında "emir sahibi" olarak seçilecek olan kişilerin son derece feraset sahibi olması gerekmektedirki,emir sahipleri olarak alacakları kararların ümmeti bölünmeye sevketmeyecek şekilde olsun.

Bu gün müslümanların "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturamamış olması ümmeti ilgilendiren konularda ortak bir karar alınarak birlikte hareket etme imkanından yoksun olmamız bu ayetin gereğini yerine getirmemek anlamına gelmektedir. Medinede inen ayetler Muhammed as ın hem elçi hemde ulul emr sıfatına haiz olduğunu göstermektedir. Muhammed as ın elçiliğinin yerine başka kimse gelmeyecek olması ulul emr sıfatına sahip olan bir kimsenin olmayacağını göstermez. 

Nur s 62.63. ayetlere dönecek olursak bu ayeti bugün şu şekilde güncelleyerek mesajını sadece belirli bir zaman ve mekana has olmaktan çıkartabiliriz. Bugün müslümanların ortak kararı ile seçilmiş olan ulul emr sıfatına sahip şura heyetinin ümmeti ilgilendiren bir karar alığı vakit kimsenin alınan bu karara karşı çıkmak gibi bir lüksü asla olamaz , alınan karara karşı çıkmanın veya kararı delme çalışmalarının islam literatürndeki adı KÜFÜR ve NİFAK tır.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz ayet mealleri  içinde  "izin istemek" şeklinde geçen bahaneleri üretenlerin bahanelerinin geçerli olmadığı , bu şekil bir yol ile ümmet içinde alınan karardan kaçanların MÜNAFIKlar oldukları ayan beyan ortadadır.Münafık karakteri can ve malın ortaya konmasını ortak kararlarda zuhur ederek kararı delmeye çalışır ve bu karkater sadece Medineye has değil zamanlar üstü bir karakterdir.

63. ayetteki "peygamberin davetini başkalarının daveti gibi sanmayın" ayeti aynı şekilde güncellenerek ulul emr sıfatını taşıyanların ümmeti ilgilendiren konularda verdiği kararların bağlayıcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayeti tarihselliği içinde bıraktığımız takdirde yaşayan bir peygamberin olmaması onun yaptığı çağrının yaşadığı zaman ve mekana hapsedilmesi gibi bir durum ortaya çıkarır ki bu durum ayetin bizlere mesaj taşımaması anşamına gelir , ancak ulul emr sıfatına haiz kimselerden oluşan bir şura heyetinin oluşturulmuş olması ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı ve bu heyetin aldığı kararların alelade bir karar olmadığı , bağlayıcılığı olduğunu , herkesin uyması gerektiğini beyan etmektedir. Bu bağlamda "Allaha ve resulune itaat edin" şeklinde geçen ayetleride "resule itaat hadise itaattır" şeklinde durağan bir düşünceden çıkarıp emir sahiplerine itaat şeklinde güncelleştirerek hadisler konusunda mevcut olan bir takım yanlış düşünceleri tartışarak bölünmeye yol açmaktan kurtulmuş oluruz,bu konu müstakil bir yazı konusu olduğu için bu kadarı ile yetiniyoruz.

Bugün islam dünyasında karar alma yetkisine sahip olan bir şura heyetinin oluşturulmuş olmaması müslümanlar arasındaki dağınıklığın bir tezahürüdür , şayet böyle bir heyet olmuş olsa idi ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu düşüncesi hakim olsaydı bizlerin bugünkü durumu daha farklı olurdu. Maaleseftirki bırakın böyle bir heyetin olması , olmamasından dolayı herhangi bir sıkıntı bile duyulmamakta,böyle bir şeyin ihtiyaç olduğu gibi bir düşünceye dahi bir çoklarımızın sahip olmaması içinde bulunduğumuz durumun ne kadar içler acısı olduğunun bir göstergesidir. 
 
Bugün her cemaatin kendisine itaat ettiği bir lideri olmuş olması bu açığın kapanması değil yaranın dahada derinleşmesi anlamındadır. Her cemaat kendisine tabi olduğu kişinin din adına ortaya koyduğu düşüncesine tabi olduğu için kapanmaz yaralar oluşmakta ve tek bir kitap etrafında birleşmek gibi bir düşünce akla dahi getirilmemektedir,bu durumdan en fazla islam düşmanları memnun  olmakta, islam dünyası ve müslümanlar üzerinde istedikleri gibi at oynatabilmektedirler

Sonuç olarak; nur s. 62.63. ayetlerini baz alarak 1400 kusur yıl önce inen kitabın ayetlerinin nasıl güncel bir mesaj taşıyabileceği konusunda yapmaya çalıştığımız çalışmadan anladıklarımızı paylaşmaya çalıştık. Bugün müslümanların aralarında birliktelik oluşturarak "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturması gerektiği ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu , karşı çıkan veya delmeye çalışanların literatürdeki isimlerinin ne oldukları kur'anın beyanı ile sabittir. Peygamber sıfatına sahip kimselerin gelmeyecek olması, onun ulul emr sıfatı ile yapmış olduğu görevin evrensel olması ve bu evrensel görevi devam ettirenlerin onu ve kitabı örnek almakta son derece dikkatli olması önem arzeden bir durum olup, yönetici kademelerindeki kişilerin aldıkları kararlarda sorumlu oldukları bilincine haiz olarak dünya ve ahirette ümmete hayırlı sonuçlar doğuracak kararlar alma mecburiyetleri olduğu için işin ehli  ve üstlendikleri emanetin bilincinde olmaları gerekmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Nur s. 55. Ayeti ve Sünnetullahın İşleyiş Kuralları

Sünnetullah kelimesi ile ifade edilen şey , Allah cc nin arz üzerinde koymuş olduğu ve değişmez olan yasalardır,bu değişmezlik kur'anın bir çok ayetinde beyan edilmiş olup Nur s. 55 . ayetide bu durumu beyan eden bir ayettir. 

 [024.055]  Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.

Nur s. 55. ayetinden anlaşılacağı üzere , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek ,ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şartı ile mü'minlere, ahiret mükafatından önce dünya mükafatı olarak arz üzerine halef kılacağını , islamı din olarak yerleşik kılacağını,korkularını güvene çevireceğini vaad etmektedir. Bu vaad Allah cc nin bir sünneti olup bu şartlara riayet edenlere dünya iktidarı vaad edilmiştir , Allah cc vaadinden asla caymayacağına göre bu vaadin gerçekleşmeme sebebleri acaba nedir ? sorusunun cevabını aramak zorundayız.  

Sorunun cevabını bu vaadin gerçekleştiğini beyan eden ayeti ve bu ayete kadar olan süreci yine kur'an içinden okuyarak öğrenmek mümkündür.

[005.003]  Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olandır.

Maide s. 3. ayeti son inen ayet olarak bilinmektedir ve bu bilginin yanlış olmadığını düşünüyoruz. Ayet içindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim."cümlesi önemli mesajlar taşımakta olup, nur s. 55. ayette beyan edilen sünnetullahın gerçekleşmiş olduğunu bizlere bildirmektedir. 

Nur s. 55. ayetinde bildirilen şartlar olan , iman edip salih amel işlemek ,sadece ona kulluk etmek , ona hiç bir şeyi ortak koşmamak şeklindeki şartları taşıyarak bu uğurda canını ve malını ortaya koyan sahabe Allah cc nin sünneti gereği onun vaadının hak olduğunu maide s. 3. ayetinde şahid olmuştur.

Nur s. 55. ayetindeki vaadi hak eden Muhammed as ve ashabını maide s. 3. ayetindeki "Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim." şeklinde bir cümlenin nazil olmasına kadar varan sürecin çok iyi değerlendirilmesi ve bu süreci anlatan ayetlerin içselleştirilerek okunması ve hayata aktarılması gereklidir. 

Bu günkü hali pür melalimize baktığımız zaman müslümanlar olarak dünyanın her yerinde zulüm,baskı ,katliam , işkencelere maruz kalmamızın sebebi yine sünnetullahın işleyişinin yani Allah cc nin vaadinin bir gereğidir. Bu vaadi nur s. 55. ayetini tersten okuyarak görebiliriz . 

Allah, içinizden iman ed(MEY)ip salih amel işle(ME)yenlere, onlardan öncekileri halef kıldı(MA)ğı gibi, onları da yeryüzüne halef kıl(M)acağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştir(M)eceğine, korkularını güvene çevir(M)eceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk ed(MEZL)er,  Bana ortak koşARLAR. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.

Nur s. 55. ayetinin tersten okuduğumuz zaman ortaya çıkan durum hiç birimizin yabancısı olmadığı bir durum olup bugün müslümanların genel durumunu yansıtmaktadır. Allah cc muhakkak vaadinden caymaz ve nur s. 55. ayetin tersini işleyenler için aynı vaad geçerli olup dünyada zelil bir duruma düşmemiz bu sünnetullahın bir tecellisidir.

Muhammed as a ilk inen ayetten son inen ayete kadar olan süreci okuduğumuz takdirde başta elçi Muhammed as olmak üzere ona hakkı ile iman eden sahabenin inen ayetleri içselleştirerek hayata yansıtmaları Allah cc nin onlara vaad ettiği dünya iktidarının gerçekleşmesine sebeb olmuştur. Aynı kur'anı okuyan müslümanların bugün zelil bir durumda olmalarını nasıl izah edebiliriz?

Allah cc nin vaadi olan dünya iktidarına sahip olmak için gerekli olan ana şartlar bir çok ayette olduğu gibi nur s. 55. ayetindede sıralanmıştır.
1- iman etmek 2- salih amel işlemek 3- sadece ona kulluk etmek 4- ona hiçbir şeyi ortak koşmamak. Bu 4 ana unsur kur'an geneline yayılan ayetlerin özetidir demek yanlış olmaz . Allah cc kendisinin tek bir ilah olarak tanınmasını , sadece kendisine kulluk edilmesinin ne şekilde gerçekleşeceğini bütün ayetlerde iman ve salih amel ikilisinin birbirinden ayrılmaz bir unsur olarak zikretmesine rağmen , Allah cc nin vaadine layık olan sahabeler sonrası iman ve salih ameli birbirinden ayırarak zilletin gereği olan şartları oluşturmaya başlamışlardır.

Bugün düşünce dünyamızın tartışılan konularına baktığımızda yüzyıllardır amel imandan bir cüzmüdür değilmidir tartışmaların hala yapılır olduğunu görmekteyiz. Ehli sünnet itikadı adı altında, " iman dil ile kalb ile tasdik" şeklindeki tarifin ameli bertaraf etmesi şeklinde tezahür eden durum bugünkü zelil durumuza temel oluşturan bir düşüncedir. 

"Amelleri imandan bir cüz sayarsak amel işlemeyenler kafir olmuş olur" düşüncesi ile ortaya çıkan mürcie fırkası, büyük bir ihtimal saray erkanını kızdırmamak ve onlara şirin görünmek için böyle ayrıma gitmiştir. Bu ayrımın nelere malolacağı hesabı yapılmadan, günü birlik kaygılarla hareket eden sahabe sonrası bir takım insanları takip edenler kendi zamanlarındaki oluşumlara karşı çıkmama adına bu düşünceleri bayraklaştırarak bugüne kadar gelinmiştir. 

[003.142]  Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları ve sabredenleri hiç belirlemeden cennete gireceğinizi mi sandınız.
[002.214]  Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[029.002] İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
[009.016]  Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.

Bu ayetleri okuyan Muhammed as ve ashabı "iman dil ile ikrar kalb ile tasdikten ibarettir" deyip yan gelip asla yatmadılar özellikle Medinede inen ayetler müslümanların kafirler ile olan mücadelerini köy kahvelerinde veya cami kürsülerinde anlatılacak olan eskilerin masalları olarak anlatmamıştır. İman edip imanlarını salih amel ile birleştirenlerin Allah cc nin dinine karşı koyanlara verdikleri mücadele örnekleri bir çok anlatılarak bizler için ibret alınması sağlanmıştır. 

Allah cc ye ortak koşmamak ve sadece onu tek ilah olarak bilmek gerekliliği, yine olması gereken yönden saptırılarak şirk bir nevi islamileştirilerek düşünce dünyamız içine sokulmuştur. Şirk ve put dediğimiz olguyu sadece Mekkeye has ve kabe içindeki putlarla sınırlayan zihniyet 360 tane putun kırılması ile şirkin ve putçuluğun sona erdiğini zannetmiştir. Zaman içinde hint ,iran ve yunan düşüncesi ile ortaklığa giren müslümanlar oralardan devşirdikleri şirk düşüncelerini islam ile karıştırırarak yeni bir islam inancı ortaya çıkartmışlar ve bu güne kadar tasavvuf adı altında şirki islam olarak sunmaya ve maalesef ki bir çok müslüman bu şirk inancı içinde islamı yaşadıkları zannına kapılmışlardır. 

Allah cc nin nur s. 55. ayetinde etmiş olduğu vaadin şartlarına bu şekilde uyan!! bizler sanki o vaade gerçekten uyduğumuzu zannederek başarı bekler olmuşuz, ancak böyle bir başarı bırakın gelmeyi zillet üzerimizden kalkmaz olmuştur. Bu zillet aynı şekilde sünnetullahın bir gereği olup Alah cc ye gereği gibi kul olmayan bizler , yine Allah cc ye gereği gibi kul olmayanların elinde oyuncak durumuna düşerek onların fitne aracı haline gelen bir duruma geldik.

Bu durumun ortadan kalkması ve yeniden Allah cc nin vaadi olan arz üzerinde iktidar olmak için alak suresi ayetlerinden başlayan ve maide s. 3. ayetine kadar varan süreci içselleştirerek okumaktan ve hayata aktarmaktan başka bir çaremiz yoktur. Bugün ülkemiz geneline şöyle bir baktığımız zaman kendisinin kur'anı öncellediğini iddia edenlerin bir kısmının  (istisnaları hariç olmak üzere) kur'an okumalarına böyle bir kaygıyı katmadıklarına şahid olmaktayız. Kur'an ayetlerini geçmişteki hariciler gibi mızrak uçlarına takarak karşısındaki düşünce sahiplerini tekfir etmekten başka bir amaç dışında okumayan , veya kur'anın tek ve yegane çağrısı olan, Allah cc nin dışındaki ilahları red etmenin ne demek olduğundan dahi habersiz olarak sadece muhafazakar bir söyleme sahip olanları desteklediklerine şahid olmaktayız.

Dünya geneli müslümanları olarak her yerde zelil bir durumda olmuş olmamız bizlerin kur'ana daha ciddi bir biçimde sarılmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Değişmeyen sünnetullah kuralları çerçevesinde yeniden arz üzerinde hakim olmanın yolu bizden öncekilerin takip ettikleri yolu takip etmekten geçmektedir. 

Nuzül dönemi muhataplarına kıssa yolu ile kendilerinden öncekilerin tevhid mücadeleleri anlatılarak yöntem tarifi yapılmış ve onlar o yöntemleri takip ederek başarıya ulaşmışlardır.Bizler hem kıssaları hemde o kıssalardaki yöntemi takip eden ashabın örnekliklerini okuyarak mücadele yöntemimizi belirlemek zorundayız. Gelgelelim müslümanlar olarak kur'anın bize tarif ettiği mücadele yolunu okumak ve anlamak şöyle dursun ,daha kur'anın bizlere yüklemiş olduğu şirkle mücadele boyutunun neleri kapsadığının şuurunda bile olamayımışız kat etmemiz gereken daha uzun bir yolun olduğunu göstermektedir.

Türkiye geneline baktığımızda özellikle içinde bulunduğumuz sistemde muhafazakarların hükümet etmiş olmaları, bizleri büyük bir atalete sürükleyerek sistem ile entegre olmamızı sağlamıştır. Bu entegre oluş sistemin yürümesini sağlayanların muhafazakar kimlikleri veya bir takım icraatları sayesinde öyle bir hal almıştırki artık sistemi sorgulamak bir tarafa sistemi kabul eden bir müslüman gurubu oluşmuştur. Bu oluşum islam adına tehlikeli bir oluşum olup kur'anın sanki sistemi kabul eder bir tarafı var gibi  düşünce içinde dahi olunmaya başlanmıştır.

Kur'an, Allah cc nin yanına konulan her şeye şirk damgasını vurarak hakimiyetin her konuda alemlerin rabbine ait olması gerektini vurgulamıştır. Muhammed as ın tebliğ sürecinde "müdahene" dediğimiz tavizkar bir tutuma asla düşmemesini özellikle emreden Allah cc bu yoldan asla taviz vererek birilerini kendisine çekmeye çalışmamasını özellikle abese suresi ayetlerinde vurugulamıştır. 

Bütün bu örneklikler bizler içinde işaret taşları olması gerekmektedir. Yönetim kadrolarının muhafazakar kimlikli kişilerden oluşması bizi yönetim şeklinin islami olduğuna dair bir düşünce içinde olmamızı asla gerektirmez. Yönetim kademelerindeki kişiler kuralları önceden belirlenmiş bir sistemin devamını sağlayan insanlar olup kimlikleri bizleri herhangi bir rehavete düşürmemelidir. 

Sonuç olarak; dini yalnız Allaha has kılmak , fitne ve fesadı arz üzerinden kaldırmak gibi bir görev yüklenmiş olan biz müslümanlar bu görevimizin farkında bile olmayarak dini başkalarına has kılmak fitne ve fesadı yayanlara karşı ses etmemek gibi bir misyon yüklenerek bu misyonu sanki kitabımız emrediyor şeklinde bir düşünce ile mevcut sistemlere kul köle olmaya devam etmekteyiz. Nur s. 55. ayetinde arz üzerinde iktidar sahibi olmak için gerekli olan kuralları bizlere beyan eden rabbimiz , maide s. 3. ayetinde Muhammed as ve ashabının bu kuralları yerine getirdiğini ve sünnetullah gereği olarak vaadinin yerine getirdiğini beyan etmektedir. Nur s. 55. ayetini ters bir okuyuşla ayet içindeki emirlerin tersini hayata geçirdiğimiz zaman, sünnetullah kuralları yine  işlemekte olup bu günkü durumumuz nur s. 55 ayetinin tersi istikametteki okuyuşumuzun bir hak edişidir. İman ve salih amel temeline dayalı ve kuranı şirki yıkıp tevhidi ikame etme esasına dayalı bir okuyuş bizi her türlü renge boyanmış olan şirk esaslı sistemleri red etmeye çağırır bu sistemin başındakilerin kimliği ne olursa olsun sistemin kuralları önemli olup takkeli ve takkesizlerin yönetmesi arasında herhangi bir fark yoktur.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

1 Ağustos 2014 Cuma

Nur s. 30-31. Ayetleri ve Toplumda Kadın Erkek İlişkileri

Kadın ve erkek Allah cc nin yaratmış olduğu insanın iki farklı cinsiyet gurubudur. Hayata dair her konuda bizlere yol gösteren elçi ve kitablar, kadın ve erkek ilişkilerini de bir düzen içinde olması gerektiğini beyan ederek bu düzenin nasıl olmasını   veya nasıl olduğunu önceki yaşanmışlıklardan örneklerle bizlere anlatmaktadır. Kur'an kıssaları bu konuda bizler için yol gösterici rol oynamakta olup Musa as ın mısırdan kaçtıktan sonra geldiği  medyen'de gördüğü iki kadının erkeklere karşı olan tavırları bizlere bu konuda bilgi vermektedir. 

[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024]  Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025]  O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.

Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır. 

Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür. 

Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini  onlarla aynı ortamda bulunma adabının  kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir. 

Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.

 [024.030]  Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
 [024.031]  Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.

Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin  bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.

Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s.  282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.

Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz; 

Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz. 

Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.  

 
[033.032]  Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
 [033.033]  Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.

Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir. 

 [033.059]  Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.

Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir. 

Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.  

Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir. 

Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.

Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.  

Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.

Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Mart 2014 Cuma

Nur s. 31. Ayeti ve Kadınlara Hatırlatmalar

Allah cc nin Adem as dan Muhammed as a kadar insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile göndermiş olduğu vahyin ortak adlarından birisi " zikr" yani hatırlatmadır. Kur'an bu süreç içinde inmiş olan bir zikr yani hatırlatma olup önceki vahiylerde olan emirler ve yasaklar yine bu zikr içinde'de hatırlatılmıştır. Nur s. 31. ayet içindeki hatırlatmalar önceki vahiylerde kadınlara yapılan hatırlatmaların bir devamı olup iman edenleri bağlayıcı hükümler içermektedir.  

 Ve kul lil mu’minâti yağdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).

[024.031] [E0] Mü'min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına yâhud kendi babalarına kocalarının babalarına yâhud kendi oğullarına, yâhud kendi biraderlerine, yâhud kendi biraderlerinin oğullarına, yâhud hemşirelerinin oğullarına yâhud kendi kadînlarına yâhud kendi ellerindeki memlûklerine, yâhud ihtiyacı olmıyan erkeklerden uyuntulara, yahud henüz kadınların avretlerine muttali' olmıyan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilinsindiye ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü'minler ki felâh bulabilesiniz.

Nur s. 31. ayetindeki hatırlatmaları şu şekilde sıralayabiliriz.  
1- gözlerini sakınacaklar.
2-ırzlarını muhafaza edecekler. 
3. zahir olan harici ziynetlerini açmayacaklar.
4. başörtülerini yakalarının üstüne vuracaklar. (ayet'teki istisna edilenler haricindekiler) 
5- zinetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmayacaklar.  

İlk iki hatırlatma nur s. 30. ayetinde aynı şekilde erkeklerde yapılmakta olup kadınlara ilave olarak emredilen başörtülerini yakalarının üstüne vuracaklar emri konusunda bazı farklı düşünceler ortaya atılıp başın eşarp veya başka bir şeyle örtülmesi gibi bir emrin olmadığı gibi sözler zaman zaman duyulmaktadır. Yazımızda üzerinde durmaya çalışacağımız konu baş örtme konusu olup ahzab s. 59. ayetini'de yazı içinde ele almaya çalışacağız.  

Öncelikle şunu hatırlatmak yerinde olacaktır; bu ayet içinde verilen emirler ilk defa inen emirler olmayıp daha önce bilinen ve uygulanan emirlerdir. "Gözlerini sakınsınlar" veya "ırzlarını muhafaza etsinler" buyurulurken sanki böyle bir emri ilk defa duyuyorlar gibi bir durum hasıl olmayıp hatırlatma sadedinde olup, ayetin nazil olduğu zamandaki mü'min kadınların tümünün gözlerini sakınmaması veya ırzlarını muhafaza etmemesi gibi bir durum yoktur. Kadınlar için vaaz edilen bu emirler kadın'ın fıtratına uygun olan bir durum olup bunun örneğini Musa as ın medyen'e geldiğinde hayvanlarını erkeklerin sulaması için onlardan geri duran iki kadın örneğinde görmekteyiz. 

  [028.023]  Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
 [028.024] Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra  muhtacım, dedi.
[028.025]  Derken o ikinin birisi bir edeb-ü haya üzere yürüyerek ona geldi, «babam seni da'vet ediyor bize su çekiverdiğin ecrini sana ödemek için» dedi bunun üzerine varıp ona kıssayı anlatınca, korkma, dedi, kurtuldun o kavmden, o zalimlerden.

Kasas suresinde anlatılan kıssada'ki bu ayetlere bakacak olursak kadınların erkekler ile karışmamak gibi uygulamaları ve Musa as ın yanına gelirken "haya üzere" gelmeleri bizlere kadınların evlerinin dışındaki ve mahremi olan erkeklere karşı nasıl davranmalarının bir örneğini göstermekte olup bu emirler sadece kur'an a has olmayıp kadının yaratılışından itibaren ona verilen fıtrat ve emirler dahilinde yapılan uygulamalar olduğu görülür.

"Zinetlerini görünen müstesna olmak üzere açmasınlar" emri ile kastedilen zinet takılan yerler olup , el,kol, ayak,yüz gibi yerlerin kadınların zinetlerini taktıkları yerler olduğu düşünülecek olursa hariç tutulan yer el ve yüz bölgesidir. Kadınların zinet eşyası takmalarının fıtri bir olgudur, ancak her kadın zinet eşyasına sahip olmak istemekle birlikte bu isteği gerçekleşmeyen kadınların'da olduğu muhakkaktır. İnsanlar arasından bazı ekonomik farklılıklar özellikle kadınlar üzerinde yansımasını bulup zengin kadınların bu zenginliklerini dışa vurmak gibi bir isteği olmasıda bir gerçekliktir. Ayet insanlar arasındaki rızık yönünden farklar olması gerçeğini göz ardı etmeden farklı rızık seviyesinde olan insanların birbirileri karşısında herhangi bir gösteriş durumuna girmelerini önlemek amacı ile zinetlerin ev dışında şakur şukur gösteriş amaçlı ortaya dökülmemesini istemektedir. Bunun yanısıra kadınların dışarıya çıkarken hem zinetlerini ortaya dökmemek hem zinet takılan bölgeleri ortaya dökmemek gibi bir sorumlulukları olduğu anlaşılmaktadır.  

                                 "Başörtülerini yakalarının üstlerine vursunlar" 

Bu cümle içinde geçen "humur" , "cuyub" ve "yadridne" kelimelerini biraz açmak istiyoruz.   "Hamr" kelimesi sözlükte "bir nesneyi örtmek gizlemek yada saklamak" anlamına gelen bşr kelime olup , örtünmede gizlemede kullanılan şeye "hımarün" denir. Hımar kelimesi yaygın kullanımda kadının başını örttüğü kapattığı şeyin adı haline gelmiştir, çoğulu "humurun" şeklinde gelir. 
(Ahmeretil mer'etü) , (tehammeret) =kadın (başına)bir hımarun giydi (taktı). 
(Hammetül inae)= kabın üstünü örttüm.                                  (el müfredat)
"Ceyb" kelimesi'de "yaka" anlamına gelen bir kelime olup çoğulu "cuyub" şeklinde gelir. 
"Darabe" kelimesi'de "bir nesneyi başka bir şeyin üstüne düşürmek" anlamında bir kelimedir.
Bu ayet indiği zaman "hımar" adı bilinen ve kadınların başlarını örttükleri örtünün adı olan kelime, bilinen bir kelime olmasından dolayı ne denilmek istendiği anlaşılmış ve bugüne kadar kadınların kendilerine nikah haram olan yakınları dışında kimseye açılmaması gerektiğini bilmişler ve uygulamışlardır. Kadınlar toplum içinde bu ölçülere riayet ederek yerini alacaklardır.  Kadınlara erkeklerden farklı olarak başlarına örtü alma emri kur'an ile ilk defa nazil olan bir emir olmayıp diğer emirler gibi kadınlara hatırlatma sadedinde emirler olup kur'anın hatırlatıcı bir kitap olması özelliği olarak fıtratlarını hatırlatan ve davranışlarını yeniden düzenleyen bir ayettir.



Bu konu ile alakalı olan ayetlerden olan nur s. 60. ayetini'de kısaca hatırlayalım. 


[024.060]  Bir nikah ümidi kalmayan, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ise, zinetlerini  göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.

Bu ayet aynı surenin 59 ve 60. ayetlerinde anlatılan düzenlemelere ek olarak nikah ümidi kalmamış olan yaşlı kadınların zinetlerini dışa vurmak amacı taşımadan ev içindeki halleri ile dışarıya çıkabileceklerine izin verilmiş olup,31. ayet ile bu ayeti birlikte düşüncek olursak , kadınlara zinetlerini açmamaları ve başlarını örtmeleri emri ile kastedilen şeyin onların erkeklerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde toplum içinde yer almalarını sağlamak amaçlıdır.   
  
Ahzab s. 59. ayetide kadınların evlerinin dışında nasıl bir halde dışarı çaıkacaklarını düzenleyen bir ayettir.

[033.059]  Ey o nebi! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına,  eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor

Ahzab s. 59. ayetinde nebi as a hitaben eşleri,kızları ve mü'minlerin kadınlarının dışarıya çıktıkları zaman üzerlerine tanınmalarını ve kendilerine eza verecek bakış ve davranışlardan korunmalarını sağlamak için üzerlerini örtmeleri emredilmiştir.

Kur'an bazı emirlerine riayet konusunda tereddütlü davranma konusu başörtüsü konusundada ortaya çıkmış olup kur'an ıstılahında MUHKEM ayetlerden olan bu ayetler bazı insanların eğip bükmeye çalıştıkları ayetler haline gelmiştir. Mü'minler olarak Allah cc nin herhangi bir emri karşı karşısında sergilememiz gereken tavır "duyduk ve itaat ettik" olmalı iken günümüzde kadının iş hayatındaki yerinin başını örtmeye müsait olmaması nedeni ile bu ayetler üzerinde spekülasyona gidilerek "ayete uymak" yerine "ayeti uydurmak" yoluna gidilmiş başı örtmek gibi bir emrin kur'anda yer almadığı söylenir olmaya başlamıştır.  

Sonuç olarak; Allah cc kur'andaki emir ve yasakları sadece o kitap ile değil ondan önceki kitaplar ve elçiler vasıtasıyla'da bildirmiş olup, "zikr" yani hatırlatma özelliğinin olması nedeniyle bu emirler son vahiy olan kur'andada yerini bulmuştur. Nur s. 31 ayet içindeki emirler ilk defa inen emirler değil kadınlara kulluk bilinçlerinin hatırlatılması bağlamındaki ayetlerdendir. Ayet muhkem ayetlerden olup hiç bir tarafa çekilemeyecek kadar emri açık bir ayet olmasına karşın ayete uymak konusunda bazı tereddütlü düşünceler ayeti uydurmak amacı ile kur'anda kadınların örtünmesi hakkındaki bu ayetleri farklı şekilde yorumlayarak günümüzdeki durumu meşru hale getirmeye çalışmaktadırlar. Her hangi bir kişi  başını örtmek istemeyebilir buna kimse onu zorlayamaz ancak bu halinin doğru olduğunu kur'an ayetlerini hevasını göre yorumlayanların düşüncelerinden bulduğu zannettiği desteğe göre meşru olduğunu iddia ederse hem örtünmeme hemde ayeti eğip bükme günahına ortak olacaktır.  
 
                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR

15 Mart 2014 Cumartesi

Nur s. 35-36. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu

Mesel kelimesi sözlükte , "bir başkasının benzeri üzerine resmedilmiş,biçimlendirilmiş,şekil verilmiş,hakkedilmiş olan" anlamına gelmekte olup,verilmek istenen mesajın başka bir şeye benzetilerek verilmesidir. Mesel yolu ile anlatım şekli kur'anda bir çok ayette örneğini bulabileceğimiz bir uslub olup bu yazımızda nur s. 35 ve 36. ayetleri arasındaki anlatımlardaki mesajı anlamaya çalışacağız. 

Merhum prof. dr. Zeki Duman'ın nur s. 35. ayeti ile ilgili yazdığı yazıdan bir alıntı yaparak hem onu rahmetle anmak hemde kur'anın semboller ile anlatımındaki amacını ondan öğrenelim . 

"Hiç şüphe yok ki, edebî ve kutsal metinlerde sembolik anlatımın asıl amacı, soyut anlatım ve idealleri, fikirleri ya da kelimelerle ifade edilmesi mümkün olmayan derin, ince ve soyut manaları, okuyucu tarafından tecrübe edilebilir bir teşbih, temsil ve sembol ile somut bir biçimde idraklere yaklaştırmak ve farklı anlayış düzeyine sahip insanların kendi anlayış derecelerine göre bir anlam çıkarabilmelerine imkân tanımaktır."

[024.035]  Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

Bu iki ayet , 35. ayet içindeki " Allah, göklerin ve yerin nûrudur." cümlesinin temsili bir anlatımını içermektedir. "Nur" kelimesi , "karanlıkta görmeye yarayan ışık" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'anda 50. ye yakın yerde kullanılmış , bir kaç ayet haricinde bütün kullanımları mecaz anlamdadır. Kandilin ,karanlıktan kurtulmak için kullanıldığını hatırlayacak olursak , "zulumat" (karanlık) kelimesinin yine bir çok ayette mecaz anlam olarak, yani küfür karanlığından kurtulmak için Allah cc nin nuruna ihtiyaç olduğu vurgusu yapılmaktadır.  

36. ayette geçen "buyutin" (evler) kelimesinin anlamını biraz açmak gerekmektedir ;  " insanın gece sığındığı yer" anlamına gelen bu kelime gecenin, mecaz anlamında kullanılarak küfür karanlığından sığınmak için girilen evlerde aydınlanmak için Allah cc den başkasının nuru (vahyi) işe yaramaz mesajı verilmektedir. 

"Mişkat" kelimesi; "duvarda karşı tarafa geçişi olmayan delik veya oyuk" anlamında bir kelime olup elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambalarının konulduğu duvar oyuğu anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu kelime ile mecaz olarak insanın gögüs boşluğu olarak tanımlanabilir. 

"Misbah" kelimesi; sa-be-ha kelimesinden türemiş olup "sabahlanacak  yani aydınlanacak alet , lamba,kandil,çerağ" anlamında bir kelimedir. Mişkat kelimesini "insanın gögüs boşluğu" , misbah kelimesi'nide "insanın göğüs boşluğuna yerleştirilen aydınlatıcı" olarak tanımlarsak , Allah  cc nin bütün insanların göğüs boşluğuna yerleştirmiş olduğu fıtrat  olarak düşünebiliriz.

"Zücace" kelimesi ise ; "cam" anlamında olup ayette "ışığı sönmekten korumak için kullanılan" alet anlamında bu kelime , " insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçiler" anlamında kullanılmış olduğu düşünülebilir. Zücacenin "kevkebün düriyyun" (inci gibi yıldız) olarak tanımlanmasını elçilerin önemine dair getirilmiş bir deyim olarak anlayabiliriz.


"doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan,  zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur"

Şimdi sıra bu lambanın beslendiği kaynağın anlatıldığı cümlede.

Bu cümle , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruyan elçilerin o ateşin yanmasını sağlayan maddenin yani vahyin kaynağını anlatmaktadır. "Doğuya da batıya da nisbet edilmemesi" şeklindeki cümleden "doğu -batı" gibi yön terimlerinin dünyaya ait terimler olduğu hatırlanacak olursa Allah cc nin bizlere nur olan yani karanlıklarda kaybolmamamızı sağlayan vahyinin kaynağını açıklamaktadır.

"Mübarek zeytin ağacı"deyimi ile neyin anlatılmak istendiğini daha kolay anlamak için mü'minun s. 20. ayeti bizlere yol göstermektedir. "Bir de Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç ki, hem yağ hem de yiyenlere bir katık ile biter." Ağacın tur dağında yetişmesi ile tur dağının israiloğulları ve Musa as ile bağını hatırlayacak olursak , bu vahyin Muhammed as dan önceki elçilerden olan Musa as ın beslendiği kaynak ile bağlantısı kurularak, israioğullarına Musa as ile vahyeden Allah cc nin aynı vahyi şimdi Muhammed as ile " mübarek zeytin ağacı" teşbihi ile anlatarak ve surenin medinede inmiş olduğunuda hatırlayarak medinedeki muhataplardan olan israiloğullarına Allah cc tarafından , " sizin iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Musa'ya nasıl mübarek bir vahiy indirdimse aynı vahyi şimdide Muhammed'e indirdim" şeklinde bir mesaj verilmektedir.

Musa as ın ,ailesi ile birlikte medyen'den ayrıldıktan sonra bir ışık görüp oradan bir haber getirmek için o ışığa yöneldikten sonraki olayı anlatan ayetler konuyu anlamamızı daha kolaylaştıracaktır. 

 [028.030]  Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.

Tin suresinde üzerine yemin edilenlere baktığımız zaman bu bağı görmek o suredede mümkündür. 
 [095.001-3]  İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki,
incir,zeytin ve sina dağı emin belde olarak tanımlanan mekke'de inen vahy ile daha önce orada inen vahyin kaynağının Allah cc olduğunun hatırlatılmasıdır. 

"nûr üstüne nûr" olması ise daha önceki elçilerden olan Musa as a verilen kitap nasıl "nur" ise Muhammed as a verilen kitap'ta aynı şekilde "nur" yani Musa as a verilen nur'un üstüne nur'dur yani her iki vahiy'de karanlıkta kalan insanların yolunu bulmaları için Allah cc tarafından gönderilmiştir.  

 [005.044]  Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik.  Kendilerini Allah'a teslim etmiş nebiler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim ayetlerimi birkaç paraya değişmeyin! Ey hakimler, her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, onlar hep kafirlerdir.
[005.046]  Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, nur olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o, o ümmî resul nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
 [014.005]  Andolsun ki, Musa'yı ayetlerimizle: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!» diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır.

Ayetlerin içinde geçen "nur" kelimesine dikkat edecek olursak Musa as ile Muhammed as arasındaki ortak bağın her ikisinede Allah cc den kullarının yollarını bulmaları için "NUR" indirilen elçiler olmasıdır.

"Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir".Bu cümledeki "Allah'ın dilemesi" deyimini kur'an bütünlüğünde anlamak gerekir ,  Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi davranması şeklinde değil, kendisinin kulları üzerinde yegane hükümdar olduğunun hatırlatılması olarak anlamak  gerekir .Bu konuyu  merhum Zeki Duman hocanın bu ayet ile ilgili yazmış olduğu makaleden alıntıladığımız paragraf'tan okuyalım. 

"İşte bu gerekçelerle biz, hidayet ve dalâlet, iman ve küfür konularında Allah’ın dilemesinin, insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine ve kendi hür eylemlerine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Kul bilgi ve bilinç ile hidayeti ister, iradesini o yöne teksif eder ve kararlılıkla hidayetin gereklerini yaparsa, Allah o kul için: “Ben seni hidayete erdirmem!” demez! Çünkü kendi adalet ilkesi ve insanın yaratılış amacı bunu gerektirir. Dalâlete yönelenler için de durum böyledir… Kanaatimizce, Allah’ın dilemesinin insanın dileyip iradeli olarak yönelmesine bağlı olması Allah’a ne eksiklik getirir ne de acziyet… Çünkü herkesin kendi eliyle ahiretteki yerini kazanması ilkesini koyan da Allah’tır,  O’nun adaleti de vaadi de kendisinin vazgeçilmez ilkesidir… Öyleyse Allah’ın adalet vasfı ve koyduğu ilkesi sebebiyle kulun eylemini gerçekleştirmesi, ancak O’nun yüceliğine delalet eder!"     


[024.036]  (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder.

36. ayetin mesajı ise, 35. ayette mişkat-misbah-zücace -mübarek zeytin ağacı sembolleri üzerinden verilen mesajın içeriğinin "beyt" kelimesinin ifade ettiği mana ile pekiştirilerek verilmesidir. Beyt kelimesinin "karanlıktan sığınılan yer" anlamından hareketle , küfür karanlığından sığınmak için girilen evin içinde aydınlanılması gereken ışığın başkalarının lambasından çıkan beşeri ışıklar ile değil  ,Allah cc tarafından indirilen zikir'in ve o zikri bizlere ulaştıran elçilerin örnekliğindeki nur ile  olması gerektiği vurgulanmaktadır.


Sonuç olarak; "Allah göklerin ve yerin nurudur" diye başlayan ve Allah cc nin yaratmış olduğu herşeye yol gösteren olduğu ifade edildikten sonra bu nur olmaklığın insan üzerinde nasıl tezahür ettiği nur s. 35.36. ayetlerinde mesel yolu ile anlatılmakta olup , insanın göğüs boşluğu içinde yerleştirilmiş olan fıtratı sönmekten koruması için insanlara fıtratlarını hatırlatan elçilerin birbiri ile bağları olduğu hatırlatılmakta olup temsili anlatımın kur'an içindeki örneklerinin belkide en güzeli olan bir ayettir. Bu ayeti okurken kur'andaki kelimelerin birbiri ile nasıl bir iç içelik serdettiğinide görmüş olduk. Meselli anlatım dediğimiz " muhataplara aşina oldukları objeler üzerinden mesajlar aktarmanın örneği  zeytin ağacı, lamba , zeytin yağı gibi semboller üzerinden verilerek muhatapların anlaması kolaylaştırılmıştır.   

                                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.