30-31. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
30-31. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2017 Pazar

Fussilet s. 30-31. Ayetleri : "Rabbimiz Allah'tır" Demenin Yaşanan Hayat İçindeki Anlamı

İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , İlah ve Rab kavramlarının çağrıştırdığı anlam alanları etrafında gelişen olaylardan ibaret olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Allah (c.c) nin tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitapların ortak çağrısının , ondan başka ilah olmadığı ve sadece ona kulluk edilmesi gerektiğine dair hatırlatmalar olduğu herkesçe malumdur. 

Allah (c.c) nin kullarına olan , kendisinden başka İlah ve Rab olmadığını , sadece kendisine kulluk edilmesi gerektiğine dair çağrısının sebebi , yarattığı bazı insanların kendilerinin kul olduğunu unutarak , İlah ve Rab olmaya soyunması , diğer insanların hayatlarını kendilerinin yönlendirmeye haklarının olduğunu iddia etmeleri ve bu yönde kanunlar ve nizamlar vaz etmek yönünde hareket etmeleridir.

Son elçi olan Muhammed (a.s) ile gönderilen kitap , diğer elçi ve kitapların çağrısını tekrarlayan, insanları sadece Allah (c.c) ye kul olmaya,  onu İlah ve Rab olarak tanıyan bir yaşam üzerinde hayat sürmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu kitap içindeki ayetler , onun nasıl İlah ve Rab olarak tanınması gerektiğine dair bilgileri ihtiva etmekte , geçmiş yaşantılardan örnekler verilerek , kendilerinin veya Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olma yolunda mücadele edenlerin başlarından geçenler anlatılarak bizlere yol haritası çizilmektedir.  
Fussilet s. 30. 31. ayetleri , yaşamı içinde Rab olarak Allah (c.c) yi seçenlerin, bu seçimlerinin karşılığını anlatmaktadır. 

 [041.030]  Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, üzülmeyin size vaad olunan cennetle sevinin, derler.
[041.031] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»

Ahkaf s. 13. ve 14. ayetlerinde de benzer ayetleri görmekteyiz ; 

[046.013]  Doğrusu, «Rabbimiz Allah'tır» deyip, sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
[046.014]  İşte onlar, cennet halkıdır; yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.

Ayetler çok önemli bir noktaya temas ederek ,  sadece" Rabbımız Allah'tır" demenin yetmediğini , devamındaki "sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar" cümlesi ile, bu sözün hayata yansıması gerektiğini beyan etmektedir.

[029.002-3]  And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

"İslami Kaynak" olarak lanse edilen kitaplara baktığımızda , iman konusunu sadece söz ile ifade etmenin yeterli olduğunu söyleyerek , işin fiile yansıması gereken tarafını göz ardı ettiklerini görebiliriz. Yüzlerce yıldır tartışılan "Ameller imandan bir cüz müdür , değil midir" tartışmaları bu duruma bariz bir örnektir.

Hadis adı altında gelen rivayetlere baktığımızda, ömründe bir kere dahi olsa "La İlahe İllallah" diyen kimsenin, cennete gideceğine dair haberlere sıkça rastlamaktayız. Kimseyi cennet veya cehenneme sokma memuru olmadığımızı hatırlatarak , olayın sadece "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" boyutunu indirgenmiş olmasına dikkat çekmek istiyoruz . İnancın tezahürü olan amelin şart olmadığı yönünde ortaya atılan teorilerin , Müslüman dünyasının bugünkü zelil durumunun önde gelen sebebi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Allah (c.c) nin İlah ve Rab olduğunun, sadece dil ile ifade edilmesinin yeterli bir söz olduğunu zannederek , bu kavramların ifade ettiği anlamların yaşam içine sokulmaması neticesinde , Allah'ın İlah ve Rab olarak kabul edilmemesinden doğan boşluğu , "Kul" statüsündeki insanların İlah ve Rab seviyesine çıkarılmasını beraberinde getirmiştir. 

"Rabbimiz Allah'tır" diyerek bu istikamette yürünmesinin anlamı ve önemi, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kur'an bu sözün ne kadar önemli olduğunu, yaşanmış örneklerle bizlere  göstermektedir. "Rabbimiz Allah'tır" demek önce , "Kul" statüsünde olan fakat kendisini İlah ve Rab olarak lanse edenleri ret etmek anlamına geleceği, ve bu sahte ilahların bulundukları makam ve mevkileri terk etmemek için kıyasıya bir mücadele içine gireceklerini düşündüğümüzde , insan için meşakkatli ve ucunda ölüm olabilecek sıkıntılı bir yolu ifade etmektedir.

[002.258]  Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.

[079.024]  «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.
[026.029]  (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»

Nemrut ve Firavun  , "Kul" statüsüne tabi olarak yaratılmış olan insanların , Allah (c.c) tarafından kendilerine emaneten verilmiş olan güç ve serveti kendilerinin zannederek , ellerindeki bu güç ve mülke güvenerek , insanlar üzerinde tasarruf haklarının olduğunu iddia eden insanlara örnektir.

İbrahim ve Musa (a.s) lar , elinde yönetim gücünü bulundurarak, kendilerini insanların İlahı ve Rabbı ilan eden kullara karşı, nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğreten elçilerdendir. Onlar yaşamları boyunca , bu tür zalimlere karşı tevhidi bir duruş sergileyerek , tüm zamanlarda ortaya çıkacak olan , Firavun ve Nemrutların karşısında hakkı haykırmanın örnekliğini sergilemişlerdir. 

[018.014]  Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
[018.015]  Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?

"Kehf ve Rakım Ashabı" olarak bildiğimiz, ve yaşadıkları beldenin şirk düzenine karşı ayağa kalkarak , o beldeyi terk etmek sureti ile duruşlarını gösterip, kıyamete kadar dillerde anılmayı hak edenlerin yaşadığı hayatlar , Fussilet s. 30. ayetinde gördüğümüz "Rabbimiz Allah'tır" diyerek , o istikamet üzerinde gitmenin hayat içinde nasıl bir anlama geldiğini gösteren örneklerdir. 

Yönetimi ellerinde bulundurmalarından doğan , mali ve askeri gücü kullanmak sureti ile, insanlar üzerinde korku oluşturarak zulmü sürdürmek , Firavunların değişmez sünnetlerindendir. Musa (a.s) kıssasının Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetlere bakıldığında bu zulmü açık ve net olarak görebiliriz. Bundan dolayı , zulme karşı ayağa kalkmak bedel ödemeyi gerektirir. Bu bedeli ödemeyi göze alamayanlar , zulme rıza göstermek sureti ile dünya ve ahirette zelil bir yaşama razı olmuş olacaklardır.

[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

"Kul" olarak yaratılmış insanların kendilerini İlah ve Rab olarak görmeleri, sadece yönetim alanında değil , Tevbe s. 31. ayetinde "Haham" ve "Rahip" olarak gördüğümüz ve genel adı "Din Adamları" sınıfı olarak bildiğimiz guruba dahil olan insanların , diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmak için kullandıkları yol olan , Allah adına konuştuğunu iddia etmek sureti ile , insanların dini duygularını kullanarak, onlar üzerinde tahakküm sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır. 

Yahudi ve Hristiyan din adamlarının yapmış olduğu yanlışların aynısı , bugün İslam dünyasında da yaşanmakta olup , Müslüman din adamlarının büyük bir bölümü , insanları din adına sömürmek maksadı ile, onları kendi mensup oldukları fırkalar ve kendilerinin önerdikleri düşünceler üzerinde kalması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. 

Kur'an , Müslümanlar için hakem bir kitap olması gerekirken , onun bu hakemliği başka kitaplara verilerek , kişi ve rivayet merkezli bir din algısı oluşturulmuştur. Kişi ve rivayet merkezli din algısının en büyük sıkıntısı , din adına konuşan insanların yüceltilmesi , bunun sonucunda bu insanların sorgulanamaz bir konuma getirilerek , her söylediğinin Allah söylemiş gibi kabul görmesidir.

İşte bu durum din adamlarının Rab edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu sınıfın Rablık iddiasına karşı "Rabbimiz Allah'tır" demek , bu sınıfın tahakkümüne karşı Kur'an'ın öne çıkarılmasına çalışmak ve o doğrultuda yürümek anlamına gelecektir. 

Elbette bu yolda yürümek bedel ödemeyi de beraberinde getirecektir. Sizin Kur'an'ı öne çıkaran söylemlerinize karşı , rivayet ve kişi merkezli din algısına sahip olanlar , kendi anlayışlarını var gücüyle savunarak , kendilerine karşı çıkanları , Hadis Sünnet inkarcısı , Zındık , Sapık , Mealci , Peygamber düşmanı , Kafir . Müşrik v.s gibi yaftalarla gözden düşürmeye çalışacaklardır. 

[022.040]  Onlar: «Rabbimiz Allah'tır.» demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.

Hac s. 40. ayeti "Rabbimiz Allah'tır" demenin bedelini yurtlarından çıkarılmak şeklinde ödeyenlerden bahsetmektedir. Eğer bu insanlar bu sözün doğrultusunda bir hayat yaşamak için mücadele etmek yerine , yerleşik sisteme karşı müdaheneci yani uzlaşmacı bir tavır takınmış olsalardı yerlerinden, yurtlarından , can ve mallarından olmadan, daha rahat bir yaşama imkanına sahip olabilirlerdi. 

Fakat bu insanların can , mal ve yurtlarından olmayı göze alacak kadar tehlikeye atılmalarına sebep olan şey , onların yaratılış gayelerinin farkında olan bir yaşam sistemine talip olmalarıdır. Allah'ı Rab olarak bilmenin yaşama geçirilmesi , diğer sahte rableri ve onların tabilerini rahatsız edeceği için , rahatlarını kaçıranlara karşı mutlaka kayıtsız kalmayacaklar , onlara karşı mücadele edeceklerdir. 

Kendisine yardım edene yardım edeceğini vaat eden , ve vaadinden asla dönmeyen Allah (c.c) kendi yolunda gidenlere yardımını her zaman yerine getirmiştir. Fussilet s. 31. ayeti , "Rabbımız Allah'tır" diyerek , hayatlarını bu sözün anlamı üzerine kuranların yardımcısının, Allah (c.c) olduğunu haber vermektedir. Yardımcısı Allah olanın artık sırtı yere gelmeyecek , dünya ve ahirette zafere erişenlerden olacaktır.

Sonuç olarak ; Fıtratında , yüce ve ulu olarak tanıdığı bir varlığı "Rab" olarak bilme ve ona itaat etme itiyadında yaratılmış olan insanın, bu gereksinimini karşılayacak olan yegane varlık Allah (c.c) dir. Tarih boyunca gönderdiği elçileri ile sadece kendisinin Rab olarak bilinmesini isteyen Allah (c.c) , kendisini Rab olarak bilen ve yolunu buna göre düzenleyenlere dünya ve ahirette müjdeler vermektedir. 

Tarih boyunca yapılan kavgaların temelinde , insanlar üzerinde tasarruf etmek isteyenler ile , bu tasarrufa karşı çıkarak , gerçek tasarruf sahibine bu hakkı vermek isteyenlerin aralarındaki mücadele yatmaktadır. Bundan dolayı "Rabbımız Allah'tır" demek bedeli ağır bir sözdür. 

Yine Kur'an bu bedeli ödeyenlerin haberlerini bizlere vererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizlerden önce bu yolda canını ve malını feda edenlerin olduğunu beyan etmektedir. Kendisinin yolunda gidenlere yardım edeceğini vaad eden Rabbimiz , bizden öncekilere bu vaadinin nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğini bir çok yerde göstererek , vaadinden dönmeyeceğini bilmemizi istemekte , ve kendisine yardım edenlere mutlaka yardım edeceğini beyan etmektedir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ağustos 2014 Cuma

Nur s. 30-31. Ayetleri ve Toplumda Kadın Erkek İlişkileri

Kadın ve erkek Allah cc nin yaratmış olduğu insanın iki farklı cinsiyet gurubudur. Hayata dair her konuda bizlere yol gösteren elçi ve kitablar, kadın ve erkek ilişkilerini de bir düzen içinde olması gerektiğini beyan ederek bu düzenin nasıl olmasını   veya nasıl olduğunu önceki yaşanmışlıklardan örneklerle bizlere anlatmaktadır. Kur'an kıssaları bu konuda bizler için yol gösterici rol oynamakta olup Musa as ın mısırdan kaçtıktan sonra geldiği  medyen'de gördüğü iki kadının erkeklere karşı olan tavırları bizlere bu konuda bilgi vermektedir. 

[028.023] Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara «Derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler: «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.»
[028.024]  Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
[028.025]  O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; «Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; «Korkma, o zalim kavimden kurtuldun» dedi.

Ayetleri okuduğumuz zaman iki kadının erkeklerle bir arada durmaktan çekinmesi ve erkeklerin işi bittiği zaman hayvanlarını sulamasını görmekteyiz , kıssaları mesaj içerikli okuma metodu içinde olayı değerlendirdiğimiz zaman bizler için şöyle bir durum ortaya çıkacaktır. 

Hayvanları sulamak toplumda yerleşmiş olan örf gereği erkeklere ait olan bir iş olup babaları yaşlı olduğu için bu işi yapamamış olması hayvanları sulama işinin kadınlara düştüğü anlaşılmaktadır. Olayı sadece hayvan sulamak ile sınırlı tutmayıp bugünümüz içinde değerlendirecek olursak bir takım mecburiyetler kadını çalışma hayatının içine çekmiş olması gerçeğini görerek kadının toplum içindeki davranışının nasıl olması gerektiği konusunda bir örneklik çıkarmak mümkündür. 

Ayetlerdeki anlatımdan kadının toplum içinde aktif bir görev alabileceği şeklinde bir yorum çıkarmak pekala mümkündür. Kadın toplum içindeki erkeklerle belirli kurallar dahilinde ilişkide bulunması fıtri bir durum olup, iki kadının erkeklerin işinin bitmesine kadar beklemesini  onlarla aynı ortamda bulunma adabının  kadının fıtratı gereği olduğunu görmekteyiz. Kasas s. 25. ayetinde kadının , Musa as ın yanına gelirken kullanılan kelimede aynı şekilde bu fıtri durumun açığa çıkmış olmasını göstermektedir. 

Bu olay sadece tek taraflı bir durum değildir , aynı şekilde erkek'te kadınlara karşı daha dikkatli bir tutum içinde onlarla olan ilişkilerine dikkat edecek olup ayetlerde bunu görmekteyiz. Allah cc yaratmış olduğu kadın ve erkek cinsini birbirlerinden kesin bir şekilde ayırmamış onları belirli kurallar dahilinde toplum içinde hareket etmesini öngörmüştür. Nur s. 30-31. ayetlerini bu düzenlemelerin getirildiği ayetler olarak okumak mümkündür.

 [024.030]  Mü'minlere de ki, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler. Bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.
 [024.031]  Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler. Ancak kocalarına veyahut kendi babalarına veya kocalarının babalarına veya kendi oğullarına veya kocalarının oğullarına veya kendi kardeşlerine veya kendi kardeşlerinin oğullarına veya kendi kızkardeşlerinin oğullarına veyahut kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu cariyelerine veyahut erkeklikten kesilmiş hizmetçilerine veya kadınların avret mahellerine muttali olmayan çocuklara (karşı açıverilmesi) müstesna. Ve ziynetlerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirine vurmasınlar. Ve cümleten Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz.

Bu iki ayet öncelikle birbirlerine mahrem olan kadın ve erkeklerin toplum içinde birbirleri ile ilişkileri olabileceğini göstermesi açısından okunmalıdır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyetin  bu görüşünün delilini kur'andan almadığı açıktır, açık olan şudurki erkek merkezli arap düşüncesinin , bu düşüncesini dinleştirme ameliyesinden başka bir yansıması değildir.

Erkeklere ve kadınlara eşit şekilde "gözlerini haramdan sakınmaları" emri demekki kadın ve erkeğin bu duruma düşebilecekleri bir ortam içinde bulunmaları demek anlamına gelip , bu durumda olan kadın ve erkeklerin nasıl davranmaları gerektiği beyan edilmektedir. Bakara s.  282. ayetinde beyan edilen ticari hayat düzenlemeleri içinde kadının şahit tutulması meseleside bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği halde istismar edilerek iki kadının şahitliğinin neden bir erkeğe bedel olduğu tartışılmaktadır,burada dikkat edilmesi gereken noktanın kadının dışlanmamış olması ve ticari hayat içinde yer alabildiği gerçeği olması gerekirken farklı bir noktanın gündeme gelmesi bazı insanların ayetlere iyi niyet gözlüğü ile bakmadıklarını göstermektedir.

Kadının evinin dışına herhangi bir vesile ile çıkmasında mahzur asla olmayıp ilgili ayetler çıkış düzenlemeleri ile ilgilidir. Burada haliyle başörtüsü konusu gündeme gelecektir. Özellikle baş örtüsü konusunda bazı tereddütler içinde olanlar için şunları söylemek isteriz; 

Başörtüsü emri ilk defa kur'an ile emredilmiş bir olgu değildir, nur s. 31. ayetinden bu anlaşılmakta olup olan ve bilinen ile ilgili bir düzenleme ve hatırlatma olarak düşünülmesi gereken bir ayettir. Bugün müslümanlar arasında başörtüsünün emir olup olmadığı şeklinde yapılan tartışmaları kur'an merkezli bir okuma sonucu olmayıp , nefse yenilmek neticesinde ortaya çıkan durumu kur'ana onaylattırmak kaygısı olduğunu düşünmekteyiz. 

Kadın ve erkeğin birbirlerine karşı olan ilgileri fıtratın bir gereği olup bu ilginin helal dairesinde olması gerektiği Allah cc nin koyduğu evrensel kurallardandır, yani bu durum kuran öncesinden beri süregelen bir yükümlülüktür. Zinetlerin açığa vurulmaması emri zinet takılan bölgelerin kapanması şeklinde anlaşılması gerekir. Zinetleri açığa vurmanın cahiliye kadınlarının yaptığı bir iş olduğu ve böyle yapılmaması emri ahzab s. ayetlerinden peygamber eşlerine yapılan hitabta görülmektedir.  

 
[033.032]  Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
 [033.033]  Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyyet devri çıkışı gibi süslenip çıkmayın, namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve peygamberine itaat edin! Ey Ehl-i Beyt (peygamberin ev halkı), Allah yalnızca sizden kiri uzaklaştırıp tertemiz pampak etmek istiyor.

Ahzab s. 32 ayetinde peygamber as ın eşlerinin diğer erkeklere karşı olması gereken tavrı bildirilerek diğer kadınlarında erkeklere olması gereken tavırları anlatılmaktadır. 33. ayette evlere hapsedilme gibi bir durumun anlaşılmaması gerektiğini hatırlatıp dışarı çıkarken bazı kadınların yaptığı gibi yapmamaları beyan edilmekte , 59. ayette dışarı çıkma adabı beyan edilmektedir. 

 [033.059]  Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına hep söyle: cilbâblarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah bir gafûr rahîm bulunuyor.

Bu ayetleri tarihsel bir okuma ile yaşandığı zaman ve mekana hapsetmek imkanı yoktur, ayetler dünü , bugünü , yarını kapsamakta olup kadınların toplum içinde uyması gereken kuralları ihtiva etmektedir. Nur s. 31 ,ahzab s. 59. ayetlerinde kadının örtünme emrinin daha önceden uygulanan ve bilinen br durum olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an nazil olmadan önce kadının örtünmek diye bir şeyden haberi olmadığını , bu bilginin kur'an ile ilk defa nazil olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım değildir. "Cilbab" ve "humur" kelimeleri ile ifade edilen şeyin ne olduğu daha önceden bilinen bir şey olup kadının ev içinde dolaştığı kıyafet ile dışarda dolaşamayacağının beyan edilmiş olması açısından önemli bir bilgidir. 

Bugün özellikle kur'an merkezli düşünce söylemi etrafında oluşturulan "kur'anda başörtüsü yoktur" söylemi, kur'an ile örtüşen bir söylem değildir. Kimsenin kimseye zorla başını örttürmeye hakkı olmadığını burada yeniden hatırlatarak , kimseninde kur'anın böyle bir emrini yok saymaya hakkının olmadığını hatırlatmak isteriz. Kur'an öteden beri bilinen bir olguyu yeniden hatırlatarak kadınların toplum içinde uymaları gereken kuralları hatırlatmış olup bilinenin üstüne yeniden ayrı bir emir şeklinde bir bilgiye gerek duymamıştır. Kur'anı kendisine rehber edindiği iddia edip örtünme emri konusunda geri duran kişilerin bu düşüncelerinin kur'an merkezli değil nefis merkezli olduğunu , fakat bu durumu içlerine sindirmek amaçlı olarak kur'andaki örtünme ile ilgili ayetleri gözardı ettiklerini düşünüyoruz.  

Bugüne baktığımızda maalesef örtünün dikkat çekmeme özelliğinin kaybolarak, dikkat çekme malzemesi haline gelmiş olması , örtünme emrinden hasıl olması gereken durumun dışında bir hale gelerek cezbedici bir duruma dönüşmüş olması hepimizin şahid olduğu bir durumdur. Altı kaval üstü şişhane misali başı kapalı ama başka tarafları ortada olan kadınlarımızı gördükçe işin şuuruna vakıf olmadan yapıldığına üzülerek şahid olmaktayız, halbuki kadının örtünmesinde kasıt onların erkeklerin dikkatini çekmeyecek bir şekilde toplum içinde yer almaları gerektiği olması gerekirken onların örtülerini bu şekil dikkat çekme malzemesi yapması örtünmeden hasıl olması gereken durum ile örtüşmemektedir. 

Bu söylediklerimizin bazı kişilerin gücüne gideceğini biliyoruz fakat o kişileri sevindirmek için Allah cc yi gücendirmek yakışık alan bir durum değildir, müslüman olmak demek nefsi şeytanın iğvasından kuratarıp rabbe teslim olmak demek ise örtünme konusundaki kur'anın emirleri göz ardı edilmemelidir.

Kadın ile erkeğin toplum hayatında birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmiş olması ve bu düzene uyulması müslüman olmanın gereklerindendir, müslüman olmak demek teslim olmak anlamında olduğuna göre rabbimizin bizler için çizdiği kurallara uymak bizim keyfimize kalmış bir tercih değil uyulması gerekli olan kurallardandır. Kadın ve erkeğin toplum içinde belli kurallar dahilinde olan ilişkileri toplum sağlığı için gerekli bir durum olup bu kuralların çiğnenerek batılı ölçülere göre hareket edilmesi toplum sağlığının tehlikeye düşmesine yol açacaktır.  

Kadının örtünme kurallarına riayet etmesi sadece onun başını örtmesi şeklinde anlaşılıp karşı cinsle olan münasebetine etki etmiyorsa örtünmeden kast edilen hikmetin anlaşılmadığını gösterir. Aynı şekilde erkek'te kadın ile olan ilişkilerinde edeb dahilinde olması gerekir, bu durum sadece kadından beklenen bir şey değildir.

Sonuç olarak;kadın ve erkek yaratılışlarından gelen bir özellikle birbirlerine karşı ilgi duymaları yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçekliği en iyi bilen yaratıcı rabbimiz aralarındaki ilişkileri düzenleyici kurallar koymuştur. Kadın ve erkek toplum içinde birbirlerine karşı davranışlarında rabbimiz tarafından konulan kurallar uygun hareket etmeleri şartı ile iş hayatında yer almalarında herhangi bir sakınca yoktur.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.