evrenselliğe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evrenselliğe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2016 Cuma

Ahzab s. 37. Ayetini Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma Örneği

Kur'an bilindiği üzere , yaklaşık 1500 yıl kadar önce Mekke ve Medine şehirlerinde Muhammed (a.s) a inmiş bir kitaptır. Bu kitabın en önemli özelliği , indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların dil , kültür , örf , gibi unsurlarını göz önünde bulundurmuş olmasıdır. Bizler bugün Kur'anı okurken , bu unsurları göz ardı ederek, yani yaşanmışlığını ret ederek okumaya kalktığımızda, karşımıza bir çok anlama sorunu çıkacaktır.   

Kur'anın 1500 sene önce inmiş olması , bugün bu kitabın bizlere dair mesajlarının olup olmadığı noktasında bazı tartışmaları beraberinde getirmiştir. Biz bu tartışmalara girmeden "Tarihsel arka plan" olarak nitelenen ve Kur'anın anlaşılmasında önemli bir faktör olan durumu göz önüne alarak , dün Medinede inen bir ayetin , bugün bizler için nasıl bir mesaj içerebileceğini ,Ahzab s. 37. ayetini ele alarak okumaya çalışacağız. 

Bu yazıyı kaleme alma amacımız , Kur'anın evrensel bir kitap olduğunu ispatlamak olmadığını hatırlatmak isteriz. Tarihselcilik - Evrenselcilik gibi kavramlar etrafında yapılan tartışmaların hiç bir tarafında olmadığımızı , bu konuda daha önce yazmaya çalıştığımız yazılarda belirtmeye çalışmıştık. Ancak bir ayetin bize dönük bir mesajının olup olmadığı , eğer bir mesajı varsa bu mesajı doğru okumanın yolunun , ilgili ayetin ilk muhataplara ne dediğini tespit etmekten geçtiğini söylemek istiyoruz. 

Konumuz olan ayetin meali şu şekildedir ; 

[033.037]  Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.

Ayet , Muhammed (a.s) ın evlatlığı olan Zeyd'in evlendiği bir kadını boşamasından sonra , onun boşadığı kadının Muhammed (a.s) ile evlendirilmiş olduğunu beyan etmektedir. Bu evlendirmenin amacı ise, yine ayet içinde beyan edilmiş olmasına rağmen , bazı kimseler tarafından Muhammed (a.s) ın o kadına aşık olduğu gibi spekülasyonlar yapılarak , ayetin vermek istediği mesaj maalesef ıskalanmaktadır.

Bu ayetin istismar edilerek , Muhammed (a.s) ın gayri ahlaki bir duruma düştüğünü iddia edenlere karşı , Muhammed (a.s) ın ahlakını savunmak gibi bir gayemiz olmadığını , onun üstün bir ahlak sahibi olduğunu zaten bizlere Allah (c.c) nin beyan etmiş olduğunu (68.4) hatırlatarak , bu ayet ile yapılan tartışma ve anlama çalışmalarının sadece Zeynep validemiz ile olan durum çerçevesine sıkıştırılmasını da yanlış bulduğumuzu söylemek istiyoruz.

Tarihselcilik - Evrenselcilik münakaşalarına kurban edilmeye çalışılan bu ayet , özellikle tarihselcilik yanlıları tarafından , Kur'anın bütün ayetlerinin evrensel bir hüviyete sahip olmadığına dair bir delil olarak öne sürülen ayetlerden bir tanesidir. Kur'anın bütün ayetlerinin evrensel bir hüviyete sahip olduğunu iddia etmenin doğru olmadığını hatırlatarak , Kur'anın tarihsel bir kitap olduğunu ispat etmek için , bu ayeti sadece tarihsel bağlamında bırakarak yapılan bir okumanın da yanlış olduğunu düşündüğümüzü söylemek istiyoruz.

Kur'anı doğru anlamanın yollarından bir tanesi ilgili ayetin sure ve Kur'an bütünlüğünde bir bağlam dahilinde okunmasıdır. Ahzab s. 37. ayetini bu yöntem ile okuyacak olursak öncelikle surenin ilk ayetlerini dikkate almamız gerekmektedir.

[033.001]  Ey nebi, Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki, Allah bilendir, hikmet sahibidir.
[033.002] Ve sana Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır
[033.003]  Ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
[033.004]  Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi de sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olana) yola yöneltip-iletir.
[033.005]  Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırınız. Allah katında o daha doğrudur; eğer babalarını bilmiyorsanız dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettiğinde (günah) vardır. Allah günahları örten, çok merhamet edendir.

Ayetleri, Muhammed (a.s) gözü ile okuyacak olursak 1. 2. ve 3. ayetler, onu gelecek olan bir emre hazırlamaya yönelik ve alt yapıyı güçlendiren ayetler olduğunu anlayabiliriz. 4.ve 5. ayetlerin ise, o günkü Arap toplumunda yerleşik bir örfün yanlışlığına vurgu yapan ayetler olduğunu görmekteyiz.

Konumuzu yakından ilgilendiren 4. ve 5. ayetlerdeki evlatlıklar ile ilgili düzenlemeye yoğunlaştığımızda , 37. ayeti anlamak daha da kolaylaşacaktır. 

Bu ayetler aynı zamanda , o günkü Arap toplumunda evlatlık olarak yetiştirilen bir kimsenin öz oğul olarak muamele gördüğü, ve bu görülme sonucunda ise, toplumda "Tabu" olarak niteleyebileceğimiz bazı durumların ortaya çıktığını anlatmaktadır. Bir kimse elbette evlatlık olarak aldığı bir çocuğa öz oğul gibi sevgi besleyebilir , ancak evlatlıkların öz oğuldan ayrı olarak bir takım hukuksal ayrıcalıkları olduğu yani öz oğul için geçerli olan bir takım hukuki konuların aynısının evlatlıklar için geçerli olamayacağı göz ardı edilmemelidir . Ayet böyle bir hukuksal ayrıcalığa dikkat çekerek , toplumda tabu haline gelmiş bir inancı, Muhammed (a.s) ın üzerinden pratiğe aktararak yıkacaktır.

Ahzab s. 37. ayetini böyle bir arka plan düşüncesi dahilinde okuduğumuz zaman , olayı sadece Muhammed (a.s) ve Zeynep validemiz etrafında kilitlenmekten çıkarmış , o günkü toplumda olan bir tabunun yıkılması noktasından bakarak , bu ayetin sadece o güne has bir ayet olarak okumaktan da kurtarmış olacağız.

Şurasını hatırlatmak isteriz ki ; Muhammed (a.s) ın Zeynep validemize olan ilgisini öne çıkararak bu ayeti okumaya çalışmak , Abese suresinin ilk ayetlerindeki amayı görmezden gelmesi ile ilgili ayetleri okurken olayı Muhammed (a.s) ın zenginleri tercih ettiğine dair bir düşünceye bağlamaya çalışmakla aynı durumdur. 

Abese suresi ilk ayetlerini nasıl tebliğ metoduna dair bilgiler içermesi olarak okuyarak amayı terslemiş olmasını merkeze almıyor isek , Ahzab s. 37. ayetini okurken de , Zeynep validemize olan ilgilisini öne çıkarmadan , o ayetin vermek istediği mesajı öne çıkararak ayeti okumak zorundayız. Allah (c.c) , Muhammed (a.s) ın bu kadına aşık olduğunu bilerek , onun haşa kara sevda çekmesini önlemek için, Zeyd'in boşamasını sağlayarak onunla evlendirmemiştir. 

Ahzab s. 37. ayetinin anlaşılmasında anahtar konuma sahip olan cümle , " evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin" cümlesidir. Allah (c.c) , bu cümle ile Muhammed (a.s) ı hangi sebeple, Zeyd'in boşadığı kadın ile evlendirdiğini net olarak beyan etmektedir. Ayeti okurken bu cümleyi merkeze alarak okumak , bu konudaki bir takım rivayetleri ve spekülatif düşünceleri merkeze almamak anlamına da gelecektir.

Bu ayetin sonrası olan 38.39. ve 40 ayetler de konu ile yakında alakalı olup , bu ayetin anlaşılması için okunması elzemdir. 

[033.038] Allah'ın nebiye farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.
[033.039] Onlar ki, Allah'ın risaletlerini (mesajlarını) tebliğ eder ve O'ndan korkarlar; Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak da Allah yeter!
[033.040] Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

Dikkat edilirse bu evlilik , Muhammed (a.s) ın istediği için değil , Allah (c.c) farz kıldığı için gerçekleşmiştir. Allah (c.c) nin seçtiği nebi resuller , onun kullarına olan emirlerini iletmek ve yerine getirmek ile vazifeli kimselerdir. Bu durumu 39. ayette daha açık bir şekilde görmekteyiz. Elçilerin , Allah'ın mesajlarını tebliğ etmeleri sadece söz ile değil , onların şahsında amel ile gerçekleşmekte olduğunu bu ayet bizlere göstermektedir.

Allah (c.c) neden böyle bir evliliği gerçekleştirmiştir ?. 

Toplumlar , bünyelerinde yıllardan beri süre gelen yaşantılarından edinmiş oldukları ve adına "Örf" denilen bir takım adetleri yaşatırlar. Bu adetler bazı toplumlarda öylesine kemikleşmiş bir hale alabilir ki yıkılması neredeyse imkansızdır. 

 Evlatlıkların öz oğul gibi muamele görmesi Arap toplumunun bir örfü olup , bir takım yanlışlıkları içinde barındırması bakımından yıkılması gereken yanlış bir uygulama idi. Allah (c.c) bu uygulamayı sadece ayet indirmek sureti ile değil , Muhammed (a.s) ı evlatlığının boşamış olduğu kadın ile evlendirerek , evlatlık olarak alınan kişilerin öz oğul olarak muamele göremeyeceklerini pratik hayatta göstermiş oldu.

O günkü Arap toplumunda , evlatlıklar öz oğul gibi muamele gördüğü için , erkek evlatların boşadığı kadınlarla evlenmekte haram kılınmıştır (4.23). Evlatlıkların öz oğul olmadıklarının iyice bilinmesi için böyle bir uygulamaya gerek görülmüş ve bu evlilik gerçekleştirilmiştir. 

Muhammed (a.s) Arap toplumuna mensup bir insan olarak o toplumun örf ve adetlerine uymak durumunda olan birisidir. Ancak vahiy ile yerleşik sistem arasında kalındığı zaman hangisinin tercih edilmesi gerektiği , işte bu olay ile ona ve bütün iman edenlere anlatılmaktadır. 

Ayetin evrensel mesajı da işte buradadır.


Muhammed (a.s), yaşadığı toplumun kemikleşmiş hale gelen bir örfünü , Allah (c.c) nin emri ile yıkarak , kendisinin üzerinden bizlere , yaşadığımız toplumun bir takım yanlışları ile vahiy arasında kaldığımızda hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. 

Surenin 39. ayeti , elçilerin görevinin mesajı sadece sözlü olarak iletmek değil , yaşadıkları hayat içinde pratize ederek onları kendi hayatlarında örneklemek olduğunu bildirmektedir. Bunları yaparken "Başkaları ne der" gibilerinden kaygıları asla taşımadan , sadece görevlerini yerine getirmek amacını taşıyan amelleri yaptıkları bildirilerek , aynı durumun bizler içinde geçerli olduğu mesajı verilmektedir. 

Bizler yaşadığımız toplum içinde örf , adet , gelenek v.s gibi yaşantı şekillerini vahye göre değerlendirerek , hayatımızı vahiy ölçeğinde düzenlemek zorundayız. Yaşadığımız toplumun dini , milli , örfi değerleri ile vahiy arasında bir çatışma var ise , seçeceğimiz taraf , vahyin tarafı olmalıdır. Ahzab s. 37. ve bağlamı dahilindeki ayetler bizlere bunu öğretmektedir.

Sonuç olarak ; Ahzab s. 37. ayeti , Arap toplumunda tabu olarak bir uygulamayı , Muhammed (a.s) ın üzerinden uygulamalı olarak yıkan bir ayettir. Bu ayetin tarihsel bağlamında kalmadan yapılacak bir okuma , bu ayetin bize dönük mesajları da olduğunu gösterecektir. 

Yaşadığımız toplumda vahye aykırı olarak yerleşmiş olan ve tabu olarak görülen uygulamalar eğer var ise , toplum baskısından çekinerek , bunlara karşı sessiz kalmamak bu ayetin bizlere öğrettiği bir yoldur. Yaşantısını vahyin belirlediği kriterler üzerine bina etmek zorunda olan bizlerin önünde en büyük engellerden biri olan , inandığımız din ile yaşadığımız toplumdaki insanların bir çoğunun inandığı arasında maalesef dağlar kadar fark vardır. 

İşte böyle bir durumda nasıl bir vaziyet almamız gerektiğini Ahzab s. 1-5 ve 37-40. ayetleri bizlere göstermektedir.

Tarihsel bağlamın önemi elbette yadsınamaz , ancak ayeti tarihsel bağlamı içine hapsederek okumaya tabi tutmak ta yanlış bir tutum olacaktır. Kur'an ayetlerini okurken , yapılan anlatım üzerinden verilmek istenilen genel mesajı okumaya çalışmak , ayetin bizlere dönük olabilecek bir mesajını anlamakta yardımcı olacaktır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


22 Ekim 2014 Çarşamba

AHZAB 28-34 Ayetleri ile İlgili Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma


AHZAB 28-34 ayetleri arasında Muhammed(a.s)'ın eşlerine olan hitabı görmekteyiz. Bu ayetler nuzül itibarı ile o eşler hayatta iken nazil olmuş fakat bugün ne Elçi ne de Eşleri hayattadır. Bu bağlamda şöyle bir soru akla gelmektedir; "günümüzde bu ayetlerin herhangi bir geçerliliği varmıdır? Tarihsel bir düşünce ile bu ayetleri o gün için geçerli sayıp bu güne bir mesajı olmadığını mı söyleyeceğiz? Eğer varsa, bu ayetlerin mesajını nasıl okuyabiliriz?”. Bu ayetler evet o gün yaşayan insanlara hitap etmektedir ancak "hükmün özel olması, genel olmasına mani değildir" prensibince o kişilere yapılan hitapları günümüzde de geçerli mesajlar olarak okumak mümkündür. Bu yazımızın konusu; bu ayetlerin günümüze dair olması muhtemel mesajları üzerinde olacaktır.

[033.028] Ey Nebi, eşlerine şöyle söyle: «Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.

[033.029] «Eğer Allah'ı, Resulunu, ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.»

[033.030] Ey Nebinin kadınları! Sizlerden biri açık bir hayasızlık yapacak olursa, onun azabı iki kat olur. Bu Allah'a kolaydır.

[033.031] Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

[033.032] Ey Nebinin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin.

[033.033] Evlerinizde vakarla oturun, ilk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp- saçılması gibi açılıp- saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Resulune itaat edin. Ey ehl-i beyt (Ey Peygamberin ev halkı) şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.

[033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.

Ayetlerin tarihsel bağlamı Nebi(a.s)'ın eşlerine hitab etmekte olup, onların dünya veya Ahiret hayatını tercih etmeleri neticesinde ellerine geçecek olanları anlatmaktadır (28-29. ayetler).

Nebi(a.s); Allah(c.c) tarafından kendisine yüklenen bir görev sahibi olup, beşer cinsinden olması nedeniyle eşleri ve çocukları vardır. Ayetleri tarihsel bağlamından alıp evrensel bağlamda okuyabilmek için; Nebi(a.s)’ın yüklenmiş olduğu görevi bu güne taşıyarak, o görevi yüklenen insanların ve onların ailelerinin o görev ile ilgili olarak nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiğini öğreten ayetler olarak okumak mümkündür. Bu gün kendisine Nebi veya Resul diyebileceğimiz herhangi bir insan yoktur ve olmayacağına göre bu ayetler bize nasıl bir mesaj verebilir?

Kendisine “ben Müslümanlardanım" diyen herhangi bir kişi bu söylemini; sadece söz ile değil, fiil ile de göstermek zorundadır. Müslüman olmak demek; o kişiye Allah(c.c)'ın yüklemiş olduğu bir takım sorumlulukları yerine getirmek mecburiyetinde bırakmaktadır.
İnsan olmamız nedeniyle beşeri ihtiyaçlarımız olan eşler ve çocukların dünya hayatının süsü olduğu konusu ile ilgili olarak bir çok ayet mevcut olup; Ahiret günü dünyada sahip olduğumuz eşler, çocuklar, mal ve servetin bizlere herhangi bir faydası olmayacağını da bir çok ayet haber vermektedir. 

Kişi yaşadığı hayat içinde Müslüman olmanın yükümlülüklerini yerine getirme noktasında bir takım engeller ile karşılaşabilir. Bu engeller belki en sevdikleri olan aile bireyleri tarafından gelebilir. İşte burada kişi bir yeri tercih etmek durumunda kalabilir. Nebi(a.s), bizler gibi bir beşer olduğu için eşleri tarafından bir takım sıkıntılara sokulmak gibi bir duruma düşürebilirdi, düşürülmüştür de. Bu durumu TAHRİM Suresi ayetlerinde görmekteyiz.

Birçok ayetinde, bizlerin tercih etme noktasında kaldığımız zaman, tercihimize göre karşılık alacağımızı bildiren Rabbimiz, Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında bizlere de tercihimize göre alacağımız karşılığı bildirmiştir. 

Eğer Nebi(a.s)’ın eşleri dünyayı tercih etmeyi seçerlerse, Nebi(a.s) tarafından onlara verilecek dünyalıkları alıp gidecekler ama bu sefer Ahiret’ten nasipleri olmayacak. Eğer Ahiret’i seçecek olurlarsa; büyük bir ihtimal dünya hayatının bir çok nimetinden mahrum kalacaklar ama bu özverinin karşılığını Ahiret’te kat kat alacaklardır.

[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Allah - Resul’u ve O’nun yolunda cihad; bu üç şey bizlere yukardaki ayetlerde sayılan şeylerin hiçbirinden daha sevimli gelmemelidir.

[020.132] Ailene salatı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.

[019.055] Ailesine salat ve zekat emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.

[026.214] Ve en yakınların olan aşiretini korkut.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri eğitim konusunda önceliğin neresi olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Aile içindeki bireylerin aynı inancı paylaşmış olması, aile içinde birlik beraberlik ve sevgiyi artıracak olup, kişilerin aile dışındaki tebliğ faaliyetlerinde gereken özveriyi göstermelerini sağlayacaktır. Bunun tersi bir durum; huzursuzluk kaynağı olacak, aile bireylerinin herhangi birisi tarafından sekteye uğratılmaya çalışılacaktır. Böyle bir durum ise kişiyi tercih noktasında bırakarak, dünya ve Ahiret’i seçmesini gerektirecek bir seçim yapmasını gerektirecektir.

AHZAB 28-29 ayetleri, bu seçimi Nebi(a.s)’ın ailesi üzerinden örnekleyerek tüm Müslümanlara göstermiş; Nebi(a.s)’ın böyle bir seçim yapmak zorunda kaldığında onları değil Allah’ı seçeceğini, onların da bu seçimi yaptığı takdirde alacakları karşılığı bildirmiştir. Müslümanlar arasında öne çıkmış, elini diğerlerine göre taşın altına daha fazla sokmuş olan kişilerin yakınları, özellikle ailesi, diğerlerine göre daha fazla özveride bulunmak durumundadır. İşte böyle bir konumda olan insanın (kadın veya erkek farkı gözetmeden) ailesi ecir bakımından daha fazla ecir alacağı gibi, ayak bağı olmak noktasında azap bakımından diğerlerine göre daha fazla azaba hak kazanacaktır. AHZAB 30-31 ayetleri, bu duruma işaret etmektedir.

Ayetlerin tarihsel bağlamı ile ilgili olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz bir noktaya kısaca temas etmek istiyoruz. Nebi(a.s)’ın eşlerinin TAHRİM 30 ayeti içinde "bifahişetin mübeyyinetin" (açık bir hayasızlık) şeklinde geçen kelime ile ilgili olarak yapılan bazı yorumlarda; Nebi(a.s)’ın eşlerinin, had cezasını gerektiren bir suç işledikleri takdirde (mesela zina gibi), bu cezanın onlara iki kat olarak, yani iki yüz celde olarak vurulması şeklinde olacağının anlaşılması gerektiğini düşünenlere rastlamaktayız.

Bu şekil bir yoruma sebep; zina cezasının klasik İslam hukukunda evli-bekar ayrımı yapılarak, evli olanın taşlanarak öldürülmesi şeklinde olan düşüncenin yanlışlığına vurgu yapmak içindir. Biz de tabi ki Kur’an’da evli-bekar şeklinde bir ayrımın yapıldığını söylemiyoruz, ancak bunu delillendirmek için AHZAB 30 ayetini delil getirmenin yanlış olduğunu söylemekteyiz. AHZAB 31 ayetine baktığımız zaman, itaat edenin mükafatının nerede verileceği (yani Ahirette verileceği) belli olup, isyan edenin cezası da Ahiret’te verilecektir şeklinde bir anlayış bizde daha doğru gözükmektedir.

AHZAB 30-31 ayetlerinin evrensel mesajına gelecek olursak şunları söylemek mümkündür; kadın veya erkek olsun, Müslümanlara önderlik yapma konumunda olan bir kişinin aile bireyi, diğer insanlara göre daha fazla özveride bulunmak durumundadır. Yapmaktan kaçınacağı bir özveri veya yaptığı bir özverinin karşılığı, diğer insanlara göre daha katlamalı olarak Ahiret’te kendisine ödenecek olup, bu konumda olanların yakınları bu noktaya dikkat etmek zorundadırlar.

AHZAB 32 ayeti; tarihsel bağlamda Nebi(a.s)’ın eşlerinin, diğer erkekler ile olması gereken münasebetlerini düzenlemektedir. Bu ayetin bize dönük mesajının nasıl olabileceği sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz. Kadın ve erkeğin yaratılış itibarı ile birbirlerine ilgi duymakta olduğu gerçeğinden yola çıkarak, sadece belli bir konuma sahip olanların eşleri değil bütün kadın ve erkeklerin karşı cins ile olan münasebetleri bir kurala bağlanmıştır.

Belirli bir konumda olan insanların ve onların yakınlarının, diğer insanlara göre daha göz önünde olmaları, bazı insanların hasedine sebeb olabilir. Olayı Müslümanlar çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, onların imamı derecesinde olan insanların, münafık kesim tarafından çeşitli iftiralar ile karalanarak gözden düşürülmeye çalışılması, yaşanmış ve yaşanacak bir durumdur.

Toplumun en hassas olduğu konu olan kadın ve erkek arasındaki uygunsuz bir durumu, toplumun affetmesi çok zordur. Bunu bilen münafık kesim, fitne ateşini buradan körüklemek için kadın veya erkeğin karşı cinse karşı hatalı bir davranışını ortaya koyarak, araya fitne sokmak isteyebilir. Bunun en açık örneğini; NUR Suresi ayetlerinde, Aişe validemize karşı olan iftirada görebiliriz (Aişe validemizin hatalı olduğunu söylemek istemiyoruz). Bu sebepten ötürü, özellikle göz önünde olan insanların bu tür hatalar yapmaktan kaçınmaları ve bu tür hataya düşmelerine veya fitneye sebep olacak şeyler yapmamaya dikkat etmeleri gerekmektedir.

AHZAB 33 ayeti; kadınların evden çıkmamalarına dair herhangi bir emir olmayıp, evlerinde nasıl davranmaları gerektiğini beyan etmektedir. AHZAB 59 ayeti, Nebi(a.s)’ın ve diğer Mü'minlerin eşlerinin, kızlarının ve kadınlarının dışarıya çıkarken, evdeki kıyafetlerine ek olarak dış kıyafetlerini almalarını emretmesi, kadınların sosyal hayat içinde yer almış olmalarını göstermektedir.

Bu ayet; ayetleri ön kabullu ve tahrifkar okumanın şampiyonu sayabileceğimiz Şia’nın istismar ettiği ayetlerden bir tanesidir. “Ehl-i beyt" kültürü altında oluşturdukları inanca, adına "Tathir ayeti" dedikleri bu ayet içinde geçen müzekker zamirlerini delil göstererek, Nebi(a.s)’ın ev halkına Ali, Hasan ve Hüseyin’in de dahil olduğunu iddia etmelerine rağmen, kadınlardan sadece kızı Fatımay’ı ehl-i beyt’e dahil ederek, diğer kadınların hiçbirini dahil etmemeleri çelişkisini burada kısaca hatırlatmak istiyoruz.

AHZAB 34 ayeti ise; bir önceki ayetin Şia tarafından istismar edilmesine karşılık, "ehl-i hadis" tayfası tarafından istismara uğratılmıştır. Bu tayfanın oluşturmuş olduğu “Sünnet ve Hadisin vahiy" olduğu inancı, bu ayetten delillendirlmeye çalışılmıştır. Konumuz Şia ve Ehl-i hadisin bu düşüncelerini tahili etmek olmadığı için burada bunlara değinmeyeceğiz.

Kitap ve hikmet şeklinde ayrım, Kur’an’ın diğer ayetlerinde de geçtiği için; hikmetin ne olduğu Müslümanlar arasında tartışılan bir konudur. Hikmeti "her insana verilen eşyayı okuma kabiliyeti" olarak kısaca tarif edersek, eşyayı okuma Kitap’ın ayetlerinin verdiği koordinatlar ile olması gerektiği, Nebi(a.s)’ın bu usul ile bir yöntem takip ettiği hatırlatılarak, bizlerin de başta evlerimiz olmak üzere en yakınımızı uyarma vazifesine uygun bir şekilde uyarmaya ev halkından başlayarak halkayı genişletmemiz gerektiği hatırlatılmaktadır. Allah(c.c)'ın Kitap’ı içindeki emirler ve yasaklar; önce kişilerin en küçük halkası olan aile içinde okunmaya yani hayata geçirilmeye başlanarak örnek olunacak, daha sonra halka genişleyerek kitlelere yayılacaktır.

Musa(a.s)'ın kıssasının anlatıldığı YUNUS 87 ayetinde, mücadele yöntemi olarak “evler hazırlanması" istenmiş olması; mücadelenin önce ev halkı ile birlikte fikir birliği içine girmekle başlayabileceği, bu doğrultuda olan bir ev halkının mücadelede daha başarılı olabileceği hatırlatılmaktadır. Ancak Lût(a.s) ve Nuh(a.s) örneğinde olduğu gibi, mücadeleye katılmak istemeyen ev halkından bazı fertler olabilir.

Lider pozisyonunda olan kişilerin söylemlerinin, önce en yakınları üzerinde kabul görmüş olması; onların çağrılarının diğer insanlar üzerinde daha kolay kabul görmesi anlamına geleceği için, Rabbimiz Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında bizlere de hatırlatma yapmaktadır. Burada Nuh(a.s) ve Lût(a.s)’ın davetlerinin en yakınları tarafından kabul görmemiş olmasından hareketle; bir kişinin en yakınının onun davetini kabul etmemiş olması, o kişi için ayıplanacak bir durum asla olamaz.

Sonuç olarak; AHZAB 28-34 ayetleri; tarihsel bağlamı olan fakat güncel mesajlar çıkabilecek ayetlerdendir. Müslümanlar olarak üzerimize yüklenen vazifeyi yerine getirirken; öncelikle en yakınlarımız olan ev halkının bizim bu vazife bilinci içinde yapmış olduğumuz şeyler konusunda ayak bağı değil, destek olması, özveride bulunması gerektiğini Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında ültimatom mahiyetindeki ayetler olarak beyan edilmektedir. Özellikle önder konumunda olan kişilerin eşlerinin ve aile bireylerinin, bu önderlikte o kişini konumuna laf ve dedikodu üretebilecek şeylerden kaçınmaları gerektiği, bu özverilerinin karşılığında veya yaptıkları yanlışların karşılığında, diğer kişilere göre daha fazla bir karşılık alacakları haber verilerek, ayakların ona göre denk atılması istenmektedir. Ev halkı ile birlikte yapılan bir mücadele diğer insanlar tarafından daha kolay kabul görecek olup, bütün ev halkı ile birlikte diğer insanlara örnek olması bakımından önemli bir katkı sağlayacaktır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Nur s. 62-63. Ayetleri ve Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma

Kur'an 1400 küsur yıl önce yaşanan hayat içinde inen bir kitab olması nedeniyle, bu kitabın ayetlerinin öncelikle yaşanan zaman ve mekan ile olan ilişkisinin ortaya konulup sonra, "bize dair nasıl bir mesaj taşıyabilir?" sorusunun cevabının aranmasının gerektiğini düşünmekteyiz. "Kur'anın bütün ayetleri kıyamete kadar geçerlidir" sözünün gerçekle alakasının pek olmadığını ve bu söylemin duygusallıktan öte geçemeyeceğini hatırlatmak istiyoruz. Nur s. 62.63. ayetlerini bu düşünce çerçevesinde değerlendirerek, "bize nasıl bir mesajı taşıyabilir?"sorusunun cevabını aramaya çalışacağız.

[024.062]  Mü'minler; ancak Allah'a ve Rasulüne iman edenler ve peygamberle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin isteyip alıncaya kadar ayrılıp gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin isteyenler; işte onlar, Allah'a ve Rasulüne iman edenlerdir. Bir takım işleri için senden izin isterlerse içlerinden dilediğine izin ver ve Allah'tan onların bağışlanmalarını dile. Şüphesiz ki Allah; Gafur'dur, Rahim'dir.

[024.063]  (Ey müminler!) Peygamberin davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Ayetleri okuduğumuz zaman , mü'minlerin vasıflarından birisinin peygamber ile birlikte ortak bir karar alındığı zaman, yan çizmemek kararın gereklerini yerine getirmek şeklinde bir zorunluluk olduğu görülmektedir. Şimdi birisi kalkıp , " şu anda aramızda peygamber yok bu ayetin otomatikman hükmü kalkmışmıdır?" diye sorsa cevabımız "hayır" şeklinde olacaktır. 

Muhammed as ın yaşadığı zaman içinde nasıl bir konuma sahip olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz. Muhammed as Allah cc nin seçmiş olduğu bir elçi ve aynı zamanda Medine'deki devletin başıdır. Bu devleti ilgilendiren bazı durumlar ayet nazil olması ile , veya onun aldığı bir karar ile verilmektedir. Elçinin aldığı karar , ayet veya şahsi içtihadı hangisi ile olsun farketmeden bağlayıcıdır o zaman yaşayan insanları bağlar ve bu bağlayıcılığa Medinede inen ayetler bağlamında şahit oluyoruz. Elçinin bize rivayetler kanalı ile uygulamalarının bağlayıcılığı konusu daha farklı bir konu olup tartışmaya açıktır.

Ayet bağlamında inen emirler o günkü tarihsel bağlamında okunarak , bugüne nasıl taşınabileceği  konusu önemli olup, ayetin tarihselliği içinden evrensellik nasıl çıkarabiliriz şeklinde bir okuma yapılması gerektiği düşünüyoruz. Bunu söylerken zorlama te'villerle ayeti tarihselleştireceğiz veya evrenselleştireceğiz şeklinde değil yaşadığımız zamana dair bir mesajı olabilirmi şeklinde düşünüp ona göre bir cevap almaya çalışabiliriz.

 [009.086]  «Allah'a inanın ve Peygamberinin yanında savaşın» diye bir sure inmiş olsa, onların gücü yetenleri sizden izin isterler ve «Bizi bırak oturanlarla beraber kalalım» derler.
[009.093]  Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalan kadınlarla bulunmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.
[033.013]  İçlerinden bir takımı: «Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün» demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamberden: «Evlerimiz düşmana açıktır» diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık değildi sadece kaçmak istiyorlardı.
[009.044-45]  Allah'a ve ahiret gününe inananlar, mallariyle, canlariyle savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir.Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin isterler.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler Medinede nazil olan ayetlerdir , ayetlerin bağlamı can ve mal ile imanın ortaya konması gerektiği zaman geri duranlar yani münafıklardır. Ayetler evrensel bir hastalık olan münafıklığın koordinatlarını vermekte olup , dün Medinede ortaya çıkan hastalık bugün ve yarın kıyamete kadar sürecek bir hastalıktır.

Peygamber as ın yaşadığı zaman içinde inen bu ayetlerin evrensel bir boyutu olduğu muhakkaktır. Bugün bu ayetlerin mesajını anlamak için peygamberin yerine kimin konulacağı meselesi önemlidir. 

 [004.059]  Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.

Nisa s. 59. ayeti içindeki " sizden olan emir sahipleri" ibaresi önemli bir ayrıntı olup peygamber as ın yaşadığı zaman içindeki devlet başkanı sıfatı ile yüklendiği görevi ondan sonra gelenler "emir sahibi" sıfatıyla yükleneceklerdir. Burada müslümanlara düşen görev aralarında "emir sahibi" olarak seçilecek olan kişilerin son derece feraset sahibi olması gerekmektedirki,emir sahipleri olarak alacakları kararların ümmeti bölünmeye sevketmeyecek şekilde olsun.

Bu gün müslümanların "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturamamış olması ümmeti ilgilendiren konularda ortak bir karar alınarak birlikte hareket etme imkanından yoksun olmamız bu ayetin gereğini yerine getirmemek anlamına gelmektedir. Medinede inen ayetler Muhammed as ın hem elçi hemde ulul emr sıfatına haiz olduğunu göstermektedir. Muhammed as ın elçiliğinin yerine başka kimse gelmeyecek olması ulul emr sıfatına sahip olan bir kimsenin olmayacağını göstermez. 

Nur s 62.63. ayetlere dönecek olursak bu ayeti bugün şu şekilde güncelleyerek mesajını sadece belirli bir zaman ve mekana has olmaktan çıkartabiliriz. Bugün müslümanların ortak kararı ile seçilmiş olan ulul emr sıfatına sahip şura heyetinin ümmeti ilgilendiren bir karar alığı vakit kimsenin alınan bu karara karşı çıkmak gibi bir lüksü asla olamaz , alınan karara karşı çıkmanın veya kararı delme çalışmalarının islam literatürndeki adı KÜFÜR ve NİFAK tır.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz ayet mealleri  içinde  "izin istemek" şeklinde geçen bahaneleri üretenlerin bahanelerinin geçerli olmadığı , bu şekil bir yol ile ümmet içinde alınan karardan kaçanların MÜNAFIKlar oldukları ayan beyan ortadadır.Münafık karakteri can ve malın ortaya konmasını ortak kararlarda zuhur ederek kararı delmeye çalışır ve bu karkater sadece Medineye has değil zamanlar üstü bir karakterdir.

63. ayetteki "peygamberin davetini başkalarının daveti gibi sanmayın" ayeti aynı şekilde güncellenerek ulul emr sıfatını taşıyanların ümmeti ilgilendiren konularda verdiği kararların bağlayıcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayeti tarihselliği içinde bıraktığımız takdirde yaşayan bir peygamberin olmaması onun yaptığı çağrının yaşadığı zaman ve mekana hapsedilmesi gibi bir durum ortaya çıkarır ki bu durum ayetin bizlere mesaj taşımaması anşamına gelir , ancak ulul emr sıfatına haiz kimselerden oluşan bir şura heyetinin oluşturulmuş olması ayetin evrensel bir mesaj taşıdığı ve bu heyetin aldığı kararların alelade bir karar olmadığı , bağlayıcılığı olduğunu , herkesin uyması gerektiğini beyan etmektedir. Bu bağlamda "Allaha ve resulune itaat edin" şeklinde geçen ayetleride "resule itaat hadise itaattır" şeklinde durağan bir düşünceden çıkarıp emir sahiplerine itaat şeklinde güncelleştirerek hadisler konusunda mevcut olan bir takım yanlış düşünceleri tartışarak bölünmeye yol açmaktan kurtulmuş oluruz,bu konu müstakil bir yazı konusu olduğu için bu kadarı ile yetiniyoruz.

Bugün islam dünyasında karar alma yetkisine sahip olan bir şura heyetinin oluşturulmuş olmaması müslümanlar arasındaki dağınıklığın bir tezahürüdür , şayet böyle bir heyet olmuş olsa idi ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu düşüncesi hakim olsaydı bizlerin bugünkü durumu daha farklı olurdu. Maaleseftirki bırakın böyle bir heyetin olması , olmamasından dolayı herhangi bir sıkıntı bile duyulmamakta,böyle bir şeyin ihtiyaç olduğu gibi bir düşünceye dahi bir çoklarımızın sahip olmaması içinde bulunduğumuz durumun ne kadar içler acısı olduğunun bir göstergesidir. 
 
Bugün her cemaatin kendisine itaat ettiği bir lideri olmuş olması bu açığın kapanması değil yaranın dahada derinleşmesi anlamındadır. Her cemaat kendisine tabi olduğu kişinin din adına ortaya koyduğu düşüncesine tabi olduğu için kapanmaz yaralar oluşmakta ve tek bir kitap etrafında birleşmek gibi bir düşünce akla dahi getirilmemektedir,bu durumdan en fazla islam düşmanları memnun  olmakta, islam dünyası ve müslümanlar üzerinde istedikleri gibi at oynatabilmektedirler

Sonuç olarak; nur s. 62.63. ayetlerini baz alarak 1400 kusur yıl önce inen kitabın ayetlerinin nasıl güncel bir mesaj taşıyabileceği konusunda yapmaya çalıştığımız çalışmadan anladıklarımızı paylaşmaya çalıştık. Bugün müslümanların aralarında birliktelik oluşturarak "ulul emr" sıfatına sahip bir şura heyeti oluşturması gerektiği ve bu heyetin aldığı kararların bağlayıcı olduğu , karşı çıkan veya delmeye çalışanların literatürdeki isimlerinin ne oldukları kur'anın beyanı ile sabittir. Peygamber sıfatına sahip kimselerin gelmeyecek olması, onun ulul emr sıfatı ile yapmış olduğu görevin evrensel olması ve bu evrensel görevi devam ettirenlerin onu ve kitabı örnek almakta son derece dikkatli olması önem arzeden bir durum olup, yönetici kademelerindeki kişilerin aldıkları kararlarda sorumlu oldukları bilincine haiz olarak dünya ve ahirette ümmete hayırlı sonuçlar doğuracak kararlar alma mecburiyetleri olduğu için işin ehli  ve üstlendikleri emanetin bilincinde olmaları gerekmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.