18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

31 Ekim 2018 Çarşamba

Caner Taslaman'ın Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. Ayetlerinin Çevirilerinde Hata Yapıldığı İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Bazı yazılarımızda Kur'an ayetlerinin çevirilerinde yapılan hatalara dikkat çekerek, doğru ve isabetli bir çevirinin hangisi olabileceği üzerinde tekliflerimizi paylaşmaya çalıştığımız malumdur. Bu yazımızda ise, Prof. Dr. Caner Taslaman tarafından ortaya atılan Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinin çevirilerinde hata olduğu iddiası üzerinde durarak, sayın hocanın iddialarını değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle sayın hocanın iddiasının dile getirdiği videoyu paylaşacak, sonra ise ilgili ayetlerin metnini ve meallerini vereceğiz.



Nahl s. 15. ayetinin metni ve meali:

وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

Enbiya s. 31. ayetinin metni ve meali:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Lukman s. 10. ayetinin metni ve meali: 

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Paylaştığımız videoda Prof. Dr. Celal Şengör, Kur'an'ın dağların yaratılma amacının yeryüzünü sarsmaması olduğuna dair olan beyanının yanlış olduğunu, yani Kur'an'da hata olduğunu dile getirmekte, bu iddiaya karşılık olarak Caner Taslaman ise, ilgili ayetlerin çevirilerinin yanlış olduğunu iddia ederek, Kur'an'da herhangi bir hatanın olmadığını, hatanın bu ayetleri yanlış olarak çevirenlerde olduğunu dile getirmektedir.

 Caner Taslaman, ilgili ayetlerde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin herhangi bir olumsuzluk işareti olmamasına rağmen "Sizi sarsmasın diye" çevrilmiş olmasının hatalı olduğunu, aslında bu kelimenin videoda lafzen dile getirmemiş olmasa dahi, sözlerinden anlaşıldığı üzere "Sizi sarssın diye" veya "Sizi sarsması için" şeklinde çevrilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bizim kanaatimiz, ilgili kelimenin çevirisinde herhangi bir sorun olmadığı yönünde olup, olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerin yanı sıra bu kelimenin anlamına sadık kalınarak yapılan çevirileri de görmek mümkündür. 

[Nahl s. 15] Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

[Enbiya s. 31]  Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

[Lukman s. 10] Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.

Görüleceği üzere bu çevirilerde أَنْ تَمِيدَ kelimesi "Sizi sarsar diye" şeklinde, yani metne sadık kalarak çevrilmiştir. Bu kelimeye verilen "Sizi sarsmasın diye" veya "Sizi sarsar diye" şeklindeki çevirilerin her ikisi de doğrudur. 

Bu anlamı bizim dilimizde kullandığımız şekli ile ifade edecek olursak;

"Eve hırsız girer diye kilit taktırdım" cümlesindeki söz ile ifade etmek istediğimiz anlam aslında, "Eve hırsız girmesin diye kilit taktırdım" demektir.

"Yolda düşerim diye dikkatli yürüyorum" diyen birisi aslında, "Yolda düşmemek için dikkatli yürüyorum" demek istiyordur. 

"Çocuğum hasta olur diye doktora götürüyorum" diyen birisi aslında, " Çocuğum hasta olmasın diye doktora götürüyorum" demek istiyordur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak söylemek istediğimizi bu örnekler yeterince özetlemektedir. Örneklerdeki her iki ifade tarzı ile, أَنْ تَمِيدَ kelimesi ile ifade edilmek istenilen şey aynıdır. 

Caner Taslaman'ın bu ayetlerin çevirilerindeki hata olduğu iddiası, Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir çalışma sonucu ortaya atılmadığı açıktır. Bir an için Caner Taslaman'ın ilgili ayetlere verilen meallerin yanlış olduğunu, Taslaman'ın أَنْ تَمِيدَ kelimesine verilmesini istediği "Sizi sarsması için" şeklindeki çeviri teklifinin doğru olduğunu kabul edip, ilgili ayetlere onun doğru dediği şekilde anlam vererek, bu iddiasının Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ne derece doğru olabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

  ------Nahl s. 15- Sizi sarsması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

------Enbiya s. 31- Onları sarsması için yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

------Lukman s. 10- O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsması için yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Şimdi de bu çevirilerin doğru olabileceğini bir an için kabul ederek, Kur'an'da bu kalıpta geçen başka ayetlere de Caner Taslaman'ın teklif ettiği anlamı verelim. Çünkü teklif edilen çevirinin Kur'an bütünlüğü içinde uygun olması, aynı ifade kalıbı içindeki diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz etmemesi gerekmektedir,

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

[Enam s. 25] İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.

[Enam s. 25]  İçlerinden seni dinleyenler de vardır, fakat biz, onu anlamamaları için kalblerinin üstüne örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, bütün delilleri görseler bile yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Ve o kâfirler: «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.

Enam s. 25. ayetinde geçen أَنْ يَفْقَهُوهُ  kelimesi (bu kelime ayrıca İsra s. 46, Kehf s. 57. ayetinde de geçmektedir) yukarıda verdiğimiz iki ayrı meal örneğinde görüleceği üzere ki her ikisi de doğrudur, "onu anlarlar diye" ve "onu anlamamaları için" şeklindeki anlam yerine, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi bu ayete uyguladığımız zaman ayetin anlamı " İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlasınlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir." şeklinde olması gerekecektir ki, böyle bir anlamın doğru olabileceğini Caner Taslaman dahi kabul etmeyecektir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek daha verebiliriz. 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik dersiniz diye) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Araf s. 172. ayetinde geçen أَنْ تَقُولُوا kelimesi, meallerde "Demeyesiniz diye" veya "Dersiniz diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik diyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik demeniz için) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir örneğimiz Taha s. 94. ayetidir.

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» dersin diye korktum.» dedi.

Bu ayette geçen أَنْ تَقُولَ kelimesi, meallerde, "Demeyesin diye" veya, "Dersin diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» diyesin diye korktum.» dedi.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz Hac s. 65. ayetidir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Bu ayette geçen  أَنْ تَقَعَ kelimesi, meallerde, "Düşmemesi için" şeklinde çevrilmesine karşın, tam çevirisi "Düşer diye" şeklindedir. Ancak meallerde gördüğümüz "Düşmemesi için" şeklindeki anlam da doğrudur. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmesi için  (veya yere düşsün diye) göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz ise Fatır s. 41. ayetidir.

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Bu ayette geçen أَنْ تَزُولَا kelimesi,  "Zeval bulurlar diye" çevrilmektedir. Yani "Zeval bulmasınlar diye" şeklinde bir anlama sahiptir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir. 

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulsunlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yine bu ayete Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi uyguladığımızda ayetin çevirisinin alacağı halin asla kabul edilemeyecek bir anlama dönüştüğü görülecektir.

Verdiğimiz bu ayet örneklerinden görüleceği üzere, ayetlerde geçen أَنْ edatı sebep bildirmektedir. Fakat bu sebebin anlama yansıması bazen olumsuz anlam verilmesi sureti ile gerçekleştiği için sayın Taslaman yanılmaktadır. Olumsuzluk anlamı verilmesinin yanlış olduğunu لَا ekinin olmamasına bağlamaktadır. Fakat o ayetlerin başka çevirilerinin olumsuzluk içermeden de çevrildiği görülebilir.

Bütün bunlardan sonra, "Öyleyse Kur'an'da hata mı var?" sorusu zihinlere takılabilecektir.  Kur'an'da asla hata yoktur. Celal Şengör tarafından ortaya atılan iddia, bugün bilim tarafından  "Doğru" olarak kabul edilen veriler olup, aynı bilimin yarın bu verileri "Yanlış" olarak kabul etmeyeceğini kim garanti edebilir?. 

Kur'an'ın bir bilim kitabı olmadığı da ayrıca hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an 1500 yıl önce yaşayan insanlara, onların algıları ve bilgi düzeyleri üzerinden hitap eden, onları Allah'ın kudretine delalet eden kevni ayetlere dikkat çeken bir kitaptır. Bilimsel Veri olarak kabul edilen bilgilerin zaman içinde birbirine zıt görüşler ürettikleri de bu noktada unutulmamalıdır. Şayet bilim yarın çıkıp Kur'an'ın verileri doğrultusunda bir görüş öne sürecek olursa, bu görüşlere ne diyebileceğiz?. 

Kur'an ayetlerinin çevirilerinde hata yapıldığı bir gerçektir. Ancak bu hata iddiası, üstünkörü bir iddia olarak ortaya atılmamalıdır. Kelime anlamlarının doğruluğu dikkatli bir şekilde incelenmeli, bu doğruluğun Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapılmalı, ondan sonra iddia dile getirilmelidir.

Burada ayrıca şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Arapça da  أَنْ edatı farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu edatın geçtiği ayetler incelendiğinde, Caner hocayı haklı çıkarabilecek bir anlam da ortaya çıkabilecektir. Fakat olayı sadece gramer açısından değil, Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. ayetlerinin içeriği açısından baktığımızda onun, teklif ettiği anlam maalesef  oturmamaktadır. Çünkü bu ayetlerin içeriği Allah (c.c) nin insana yeryüzünde sağladığı bazı faydalara dikkat çekmektedir. Ayetlere şayet "Sizi sarsması için" anlamı verdiğimizde fayda değil, zarar ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak: Caner Taslaman tarafından iddia edilen Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin çevirilerinde herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çevirinin, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak sağlaması yapıldığında kendisi tarafından bile kabul edilemez olduğu görülecektir. Kur'an ayetlerinin çevirilerinin doğruluk veya yanlışlığı, günlük bilimsel verilere göre ölçmek doğru bir yaklaşım değildir. Yine aynı şekilde bazılarına şirin görünmek gibi kaygılar içinde yapılan Kur'an çevirileri de kitabın kendi içindeki anlam örgüsünü bozacağı dikkate alındığında ne derece sakıncalı olduğu ortadadır. 

Biz sayın Caner Taslaman tarafından ortaya konulan iddianın Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında, anlam örgüsünü nasıl bozabileceğini örnekleri ile ortaya koymaya çalıştık. Dağların depremi önlemesi veya deprem doğurması bu yazının konusu değildir.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Ekim 2018 Pazartesi

Maide s. 38. Ayetinde Geçen "Eydiyehüma" Kelimesi Üzerinde Yapılan Spekülasyonlar Üzerinde Bir Mülahaza

Maide s. 38. ayeti bilindiği üzere, hırsızlık suçunun cezasını beyan etmektedir. Bu ceza yine bilindiği üzere, kadın ve erkek hırsızın elinin kesilmesi olarak beyan edilmektedir. Fakat bu cezanın hakiki anlamda bir el kesmeyi mi, yoksa mecazi anlamda bir el yani güç kesmeyi mi kapsadığı konusunda tartışmaların yapıldığı, yine bir çoğumuzun malumudur.

Ayetin Arapça metni ve meali şu şekildedir:

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ellerini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

El kesme cezasının mecazi anlamda bir el kesme, yani hırsızlık yapmanın önünü almak, hırsızın gücünü kesmek şeklinde bir anlama sahip olduğunu savunanların delil öne sürdüğü iddialardan bir tanesi, Maide s. 38. ayetinin içinde geçen  فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا ibaresinin, yerleşik gramer kaideleri gereğince, "Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bu çeviriye dayanan iddia sahipleri, hırsızlık yapan erkek ve kadının eğer hakiki anlamda elinin kesilmesinden bahsedilmiş olsaydı, kesilmesi gereken erkek ve kadının birer eli olmak üzere iki el olacak, dolayısı ile kesilecek olan iki elin ise, tesniye yani ikili siga ile ifade edilmesi yani ayetin "Faktau yedeyhüma" olarak gelmesi gerektiğini öne sürmektedirler. 

Ayette bu durum böyle olmadığından, yani tesniye sigası yerine cemi (çoğul) sigası ile ifade edildiğinden, çoğul siganın ise yerleşik gramer kuralları gereğince üç ve yukarısı olan sayılara işaret etmesinden dolayı, Allah (c.c) nin bu ayette hakiki anlamda bir el kesmekten bahsetmediği, mecazi anlamda bir el kesmeyi yani hırsızın gücünü kesmeyi emrettiği iddia edilmektedir. 

Fakat bu iddia sahiplerinin gözlerinden kaçırdığı bir nokta vardır ki o da şu dur: KUR'AN'A BAKTIĞIMIZ ZAMAN CEMİ SİGASININ HER ZAMAN ÜÇ VE YUKARISI OLAN SAYILARI İFADE ETMEDİĞİNİ, ÜÇÜN AŞAĞISINDA OLAN İKİ SAYISINI DA İFADE ETTİĞİNİ GÖREBİLİRİZ. 

Arapçada Cem kelimesi  ikiden fazla sayıya delalet etmesine rağmen, bu genel geçer kuralın Kur'an içinde karşılığının her zaman böyle olmadığı, bazı ayetlerde cemi sigasının tesniyeye yani iki kişiye işaret ettiği görülecektir. 

Öne sürdüğümüz bu iddia ile ilgili olarak delil sıralayacak olursak şu ayetleri örnek verebiliriz:

-----Taha s. 123- قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ

 Onlara şöyle dedi: «Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin.

Taha s. 123. ayetinde geçen اهْبِطَا kelimesi iki kişiye yani Ademe ile eşine hitap eden tesniye bir kelimedir. Fakat devam eden cümle içinde geçen جَمِيعًا kelimesi ise yerleşik gramer kaidelerine göre ikiden fazla kişiye delalet etmektedir. Burada جَمِيعًا  kelimesi aslında Adem ve eşini kast etmektedir. Görülmektedir ki Cemian kelimesi iki kişi için kullanılmaktadır.

-----Şuara s. 15- قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»
Bu ayette geçen فَاذْهَبَا (ikiniz gidin) kelimesi ile kast edilen kişiler Musa ve Harun (a.s) lardır. Yine ayet içinde geçen مَعَكُمْ  ile edilen kişiler, yine Musa ve Harun (a.s) lar olup, bu zamir ikili yani tesniye "Meaküma" olarak gelmesi gerektiği halde "Küm" çoğul yani cemi olarak gelmiştir. 

Burada görülmektedir ki,  kast edilen iki kişi olduğu halde zamir çoğul olarak gelmiştir, ayetin anlamı ise şu şekildedir: 

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz ikiniz ile birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»

-----Sad s. 21-22- وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ

[038.021]  Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.
[038.022]  Hani Davud'un yanına girmişlerdi de, Davud onlardan korkmuştu. «Korkma dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, adaletten ayrılıp bize zulmetme, bizi doğru yola çıkar.»

Bu ayetlerde Davud (a.s) ın yanına giren davacılardan bahsedilmektedir. Ayette iki davacı olduklarından bahsettikleri halde, Tesevveru, Dahalu, Minhum, Galu gibi kelimeler,görüldüğü gibi  çoğul sigada gelmiştir. Halbuki iki davacı ile ilgili olan kelimelerin tesniye yani, Tesevvera, Dahala, Minhüma, Gala şeklinde gelmesi gerekirdi. Kelimeler çoğul sigada geldiği halde, konu iki kişi ile ilgilidir. 

-----Enbiya s. 78- وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ

[021.078] Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de hükümlerine şahittik.

Ayet görüldüğü gibi Davud ve Süleyman (a.s) dan, yani iki kişiden bahsetmektedir. Ayetin sonundaki لِحُكْمِهِمْ kelimesindeki Hüm çoğul zamirinin döndüğü yer Davud ve Süleyman (a.s) lar,  yani iki kişidir. Burada da görülmektedir ki cemi sigası Kur'an'da iki kişi için de kullanılabilmektedir. 

Bu durum dikkate alınarak Enbiya s. 78. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir: 

"Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyodu. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de Davud ve Süleyman'ın verdiği hükme şahittik."

-----Tahrim s. 4- إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi

Bu ayet konumuz ile ilgili olarak daha çarpıcı bir örnektir. Çünkü ayet içinde geçen  قُلُوبُكُمَا kelimesi ile, Maide s. 38. ayetindeki أَيْدِيَهُمَا kelimesi aynı kalıpta gelmiştir. Allah (c.c) bir kişide iki kalp kılmadığına göre (Ahzab s. 4) burada Kalpleriniz şeklinde çoğul olarak çevrilen kelimenin döndüğü iki kişidir yani tesniyedir. Burada görülmektedir ki çoğul olarak Kulub kelimesi, iki kişinin kalbine işaret etmektedir.

Bu cümleye verilecek olan makul bir meal ise şu şekilde olabilir:

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbi eğildi

Burada şöyle bir itiraz getirilebilir: Tahrim s. 4. ayetinde geçen Kalp kelimesi hakiki anlamda bir kalp değil, mecazi anlamda bir kalpten bahsetmektedir. Öyleyse Maide s. 38. ayetinde geçen Yed kelimesi de, güç anlamında neden mecazi anlamda kullanılmasın?. 

Bu itiraza ise cevabımız şu dur: Kur'an içinde geçen Kalp kelimesi bütün ayetlerde mecaz anlamda kullanılmıştır. Fakat Yed (el) kelimesi bazı yerlerde mecaz kullanıldığı gibi, bazı yerlerde de hakiki anlamda kullanılmıştır. Kur'an içindeki bir kelimenin anlamı, öncelikle hakiki anlama sahip olması üzerinden değerlendirilir, yani kelimenin ilk anlamı onun hakiki anlama sahip olmasıdır. Şayet kelimeye hakiki anlam verildiğinde herhangi bir sorun ortaya çıkıyor ise, o zaman kelimenin mecazi anlamda kullanıldığına hükmedilebilir.

Yed kelimesinin Kur'an içinde kullanımlarına baktığımızda bu kelimenin mecaz ve hakiki olarak her iki anlamda da kullanılmış olması, bu cezanın hakiki anlamda bir el kesme olduğu yönünde görüş beyan edenlerin daha tutarlı olduğunu düşündürmektedir.

Ayrıca Kataa ve Yed kelimelerinin birlikte geçtiği ayetler incelendiğinde, bu iki kelimenin birlikte geçtiği bütün ayetlerde bu kelimelerin mecaz değil hakiki anlamda kullanılmış olduğu görülecektir. Bakınız (Yusuf s. 31-50/ Araf s. 124/ Taha s.71/ Şuara s. 49/ Maide s. 33)

Kur'an üzerinde meal ve tefsir çalışmaları yapan kişilerin kanaatimizce en büyük eksikliği, yerleşik gramer kaidelerine bağlı kalmak adına yaptıkları çeviri ve yorumlarda özellikle hedef dili yansıtamama sorunudur. Yukarıda verdiğimiz ayet örneklerinin çevirilerine baktığımızda bu sorun daha net ortaya çıkmaktadır. 

Çünkü yukarıdaki ayetlerde kast edilen iki kişi olduğu halde, o iki kişiye dönen zamirin cemi sigasında olması, ve cemi sigasının yerleşik gramer kaidelerince ikinin üzerinde olan sayılara tekabül etmesi, kişileri cemi sigasının Arap dilinde bazı hallerde iki kişiye de tekabül edebileceği şeklinde olan kaidenin göz ardı edilmesine, ve anlamın çoğunluk şeklinde verilmesine sebep olmuştur. 

Bugün hepimiz için geçerli olan Kur'an'ı anlamada önümüzdeki en büyük engellerden bir tanesi, bu kitabın indiği zaman ve mekanda kullanılan Arapça dil ve gramer kurallarının tam olarak tespit edilemeyişidir. Yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerdeki, bugün Arapçada yerleşik dil kurallarına aykırı gibi görünen gramer kuralları, nüzul dönemi Arapçasında herhangi bir aykırılık göstermediğinden dolayı, elimizdeki kitap içindeki bazı ayetlerde böyle örnekleri görmekteyiz.

Biz konuyu uzatmamak adına sadece cemi sigasının tesniye anlamı taşıdığı ayetleri örnek olarak gösterdik. Kur'an içinde onlarca yerleşik gramer kaidelerine uymayan ayeti görebilmek mümkündür. Önemle hatırlatmak isteriz ki Kur'an içinde bu tür ayetlerin bulunmuş olması, bazı kimselerin iddia ettiği gibi Kur'an'da hatalar olduğuna asla delalet etmez, aksine nüzul döneminde konuşulan Arapçanın bu gibi gramer kurallarına sahip olduğunu gösterir. 

Bütün bunlardan sonra konumuz olan أَيْدِيَهُمَا kelimesine geri dönecek olursak: Eydiye kelimesi çoğul bir kelime olup, yerleşik gramer kurallarına göre bu kelimenin sonuna eklenecek olan zamir de çoğul zamiri yani Hüm zamiri olmalıydı. Hüma zamiri ise tesniye yani iki kişiye işaret bir zamir olup, yerleşik  gramer kurallarına göre bu zamire eklenecek olan kelime ise, iki kişinin elini işaret eden Yeda kelimesi olmalıydı. Fakat böyle olmamış kelime أَيْدِيَهُمَا şeklinde gelmiştir.

İddia o dur ki; kelimenin bu şekil kullanımından, dolayı el kesme cezası gerçek bir el kesme olarak değil, güç kesme olarak algılanmalıdır. Ancak bu iddianın da yine Kur'an tarafından onayı gerekmektedir. Yani Yed kelimesinin Kur'an içindeki mecaz anlamdaki kullanımlarında bir kişi için çoğul olarak kullanılıp kullanılmadığına bakılmalıdır.

[005.064]  Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır,

Maide s. 64. ayetinde mecaz anlamda Allah'ın iki elinden bahsedilmektedir. Yani çoğul kullanım yoktur.

[111.001] Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.

Tebbet suresinde Ebu Leheb'in iki elinden bahsedilmektedir. Yani burada mecaz anlamda olmasına rağmen çoğul kullanım yoktur.

[022.010] (Denilir ki) «Bu (azab) senin iki elinin evvelce yaptığından dolayıdır. Ve şüphe yok ki, Allah kulları için hiçbir zulmeden değildir.»

[038.075]  Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.

Kur'an'ın hiç bir yerinde Yed kelimesinin tek kişilik kullanımı asla çoğul bir şekilde Eller olarak geçmemektedir. Bu da demektir ki, Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesinin, çoğul olarak kullanılmış olmasından dolayı, kelimenin mecaza hamledilmesi gerektiği iddiası çürüğe çıkmaktadır. 

Bütün bunlardan sonra Maide s. 38. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir:

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ikisinin elini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

Sonuç olarak: Maide s. 38. ayetinde فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا  ibaresi, İkisinin ellerini kesin  şeklinde değil, İKİSİNİN ELİNİ KESİN şeklinde çevrilmelidir. Bu düşüncemizin gerekçesi, yukarıda diğer Kur'an ayetleri örneğinde anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bu cezanın mecaz olduğuna dair getirilen iddianın da Kur'an içinde delili bulunmamaktadır.

Cezanın hakiki anlamda el kesmeyi değil, güç kesmeyi ifade ettiğini ileri sürenlerin ortaya koydukları delillerin  sağlam olmadığını dikkat edilirse Kur'an içinden somut deliller ile göstermeye çalıştık. Özellikle Yed kelimesinin çoğul kullanımından dolayı cezanın mecaza hamledilmesi gerektiği iddiasının çürüklüğü, cemi sigasının iki sayısı için de kullanılan ayetler ile gösterilmeye çalışılmıştır.

Yazının çerçevesinin sadece Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesi ile sınırlı olduğu bilinmelidir. Biz Kur'an içindeki kullanım örnekleri ile, cemi sigasının aynı zamanda tesniye sigası anlamına geldiğini izah etmeye çalıştık.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


21 Ekim 2018 Pazar

Nur s. 63. Ayetinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Nur s. 63. ayetinin çevirisini farklı meallerden takip eden bir meal okuyucusu, bu ayetin iki farklı çevirisi ile karşılaşacak, ve hangi çevirinin daha doğru olduğu sorusuna cevap arayacaktır. Yazımızda bu sorunun cevabını aramaya çalışacağız.

لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا ۚ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا ۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Bu ayetin farklı çevirileri şu şekildedir:

1- Resulün çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

2- (Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Yukarıda verdiğimiz 2 örnek çeviriden anlaşılacağı üzere, bu ayetin farklı çevirileri bu şekildedir. 1. örnekteki çeviride Resulün etrafında bulunan iman edenlerin, onlara Resul tarafından bir çağrı yapıldığı zaman, ona uyulması emredilirken, 2. örnekteki çeviride ise, iman edenlerin Resule seslenirken daha edepli olmaları emredilmektedir.

Her iki çevirinin gramer kaideleri açısından bakıldığında , "Şu çeviri doğru diğeri ise yanlış" şeklinde söylenebilecek bir söz olmamakla birlikte, çeviride isabet kaydetme açısından sorun bulunmaktadır. Bizim kanaatimize göre çevirilerden bir tanesi daha isabetli, diğeri ise isabet kaydedememiş bir çeviridir.

İsabetli olan çeviri hangisidir?.

Bu sorunun cevabını bulabilmek için, bağlama müracaat etmek gerektiğini düşünmekteyiz.

[024.062] Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.

Nur s. 62. ayetine baktığımızda, toplumu ilgilendiren bir mesele hakkında alınan kararlara herkesin riayet etmesi gerektiği belirtilmektedir. Alınan karar ile ilgili olarak mazeret beyan eden kimselerin, mazeretleri konusunda samimi oldukları ayrıca beyan edilmektedir. Sonraki ayetin anlamı konusunda isabet kaydetmenin yolu, bu ayet ile arasındaki bağı kurmaktan geçmektedir.

63. ayette ise, Resul tarafından yapılan bir çağrıda alınan kararların alelade kararlar olmadığı, alınan kararlara uyma zorunluluğu olduğu, ayrıca içlerindeki nifak dolayısı ile, alınan kararlarda ortak hareket etmekten geri duranlara yapılan bir ikaz görülmektedir.
Bu noktayı dikkate aldığımızda, yukarıda 1. sırada örnek verdiğimiz yöndeki çevirilerin daha isabetli, 2. sırada verilen örnekteki çevirilerin ise isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada 2. sıradaki yapılan çevirilerin isabetsiz olduğu yönünde iddiamızın sebebi ise, "(Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın." cümlesi ile ondan sonra gelen ikinci cümle olan, " İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir." cümlesi arasında bir anlam kopukluğu meydana gelmiş olmasıdır. Çünkü eğer alınan bir karara karşı, mazeretsiz bir şekilde uyulmayacaksa, bunun bir sebebi olmalıdır, ve bu sebep bir önceki ayette belirtilmektedir.

Hülasa i kelam: Nur s. 62. ayette, Resul tarafından alınan kararlara toplumun uyma zorunluluğu olduğu vurgusunu yapmakta, 63. ayet ise bu vurguyu pekiştirerek, Resul tarafından alınan kararlar sonucu yapılan bir çağrının alelade bir çağrı olarak algılanmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ekim 2018 Pazartesi

Al-i İmran s. 36. Ayetinde Geçen "Erkek Kız Gibi Değildir" Sözü Kime Aittir?

Al-i İmran 36. ayeti, Meryem'in doğumunu anlatan bağlama dahil olan bir ayettir. Bu ayet içinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" sözünün kime ait olduğu noktasında, bu ayetin meallerine baktığımız zaman, sözün İmran'ın karısına veya Allah'a ait olduğu şeklinde iki farklı çeviri görmekteyiz. Yazımızda bu sözün kime ait olabileceği üzerindeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ ۖ وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Bu ayete verilen mealler ise şöyledir:

1- [003.036]  Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi.

2- [003.036] Vaktâ ki hamlini vaz etti (karnındakini doğurdu), dedi ki: «Yarabbi! Ben onu kız olarak doğurdum.» Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyâde bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. «Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini racîm olan şeytandan Senin himayene ısmarladım.»

1. sırada verilen meal örneğinde "Erkek kız gibi değildir" sözünün İmran'ın karısı tarafından söylendiği şeklinde çeviri yapılırken, 2. sırada verilen meal örneğinde ise, sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği şeklinde bir çeviri yapıldığı görülmektedir. Dikkatli bir meal okuyucusu, çeviriler arasındaki bu farkı görecek, ve hangi mealin daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır.

"Hangi meali daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır" şeklinde bir ifade kullanmış olmamız, bu ayete verilen bir mealin yanlış, diğerinin doğru olduğu için değil, yapılan her iki çevirinin de yorum olduğu, ve bu yorumların isabet kaydedip kaydetmeme gibi bir sorunu olduğu içindir. Çünkü yapılan her iki mealin de kendisine göre gerekçeleri ve haklı nedenleri bulunmaktadır. Biz yazımızda sadece hangi meali tercih ettiğimiz yönündeki görüşümüzü ortaya koymaya çalışacağız.

Konuyu kısaca özetleyecek olursak; İmran'ın karısı hamiledir ve bu hamileliğinin sonunda erkek bir çocuk doğuracağını umarak, o çocuğu Allah'a hizmet yolunda adayacağına söz verir. Fakat erkek çocuk beklerken, kız çocuğu doğurduğunu görür ve hayal kırıklığına uğramış bir halde 36. ayetteki sözler, ağzından dökülür.

Ayete bakacak olursak, orada hem İmran'ın karısına hem de Allah'a ait olan sözlerin olduğu görülecektir. Kanaatimizce ayet içindeki "Erkek kız gibi değildir" sözü, eğer İmran'ın karısı tarafından söylenecek olsaydı, bu şekilde değil "Kız erkek gibi değildir" şeklinde söylenmesi gerekirdi. 

Çünkü İmran'ın karısı erkek çocuk beklerken bu beklentisi boşa çıkarak kız çocuk doğurmuştur. Hayal kırıklığına uğrayan bir kadının ağzından çıkabilecek sözlerin, doğurduğu kız çocuğunun, doğmasını beklediği erkek çocuk gibi olmadığı, yani doğurduğu kız çocuğunun onun Allah'a verdiği sözü yerine getiremeyeceğinin endişesini taşıdığını beyan eden sözler olması gerekmekteydi.

Büyük ihtimalle yaşanan zamanda sadece erkek çocukları böyle bir amaca hizmet için kullanılabiliyor, kız çocukları ise kullanılamıyordu. İmran'ın karısı bu nedenle doğurduğu çocuğun kız olmasından dolayı hayıflanmaktaydı. Ancak İmran'ın karısının bilmediği fakat Allah'ın bildiği bazı şeyler vardı. İmran'ın karısının doğurduğu kız, ilerleyen zamanlarda İsa'yı doğuracak ve bu kişi ise bir elçi olarak görevlendirilecekti. Elbette İmran'ın karısı bunu bilemezdi.

Ayet içinde geçen "Erkek kız gibi değildir" sözünün Allah (c.c) tarafından söylenmiş olduğunu düşündüğümüzde  İmran'ın karısının doğmasını istediği erkek çocuğunun ileride böyle bir olayın vuku bulmasına sebep olmayacağının Allah (c.c) tarafından ifade edilmiş olması açısından okunabilir. 

Bütün bunları dikkate aldığımızda, Al-i İmran s. 36. ayetine şöyle bir anlam vermek mümkündür: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ Onu doğurduğunda dedi ki: 

رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ Rabbim onu kız olarak doğurdum. (Bu söz İmran'ın karısına aittir)

 وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ  Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir ve erkek kız gibi değildir.

(Bu cümledeki sözler bazı meallerde ikiye bölünerek bir kısmı İmran'ın karısına, bir kısmı ise Allah'a ait olarak çevrilmektedir. "Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir " sözü Allah'a, " erkek kız gibi değildir" sözü ise İmran'ın karısına atfedilmektedir. Halbuki sözün tamamının Allah'a atfedilmesi kanaatimizce daha uygundur). 

وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ Onu Meryem olarak isimlendirdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan sana sığındırırım.

Sonuç olarak: Al-i İmran suresi 36. ayetinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" İmran'ın karısına değil, Allah'a ait olduğu yönünde yapılan çeviri ve yorumların, daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bizim düşüncemizin tersi olan çeviri ve yorumların da hatalı olduğunu iddia etmediğimiz bilinmelidir. Biz bu yazımızda sadece tercihimizin hangisi olduğunu belirtmeye çalıştık.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

25 Eylül 2018 Salı

Bakara Suresi Son İki Ayetinin Miraç'ta Verildiği İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Muhammed (a.s) ın miraca çıktığı iddiası, Kur'an'dan onay almamasına rağmen kökleşmiş bir inanç olarak, bir çok Müslüman tarafından kabul görmektedir. Hatta bu olayın vaki olmadığını düşünmek dahi küfür alameti olarak sayılmaktadır. Bu olay esnasında Muhammed (a.s) a bazı hediyeler !! verildiği, bu hediyeler arasında da Bakara suresi son iki ayetinin de olduğu, konuyu bilenler tarafından malumdur. Yazımızda sadece bu konu üzerinde durmaya, ve bu ayetlerin iniş zamanı ile, miraç hadisesinin vaki iddia edilen zaman ile aralarındaki uyumsuzluğu ortaya koymaya çalışacağız.

Şurası bir gerçektir ki, İslam tarihinde olduğu iddia edilen bir olayın gerçekliği, tarihi olaylarla arasında uyum olup olmadığı dikkate alınarak bilinebilir. Özellikle bazı hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığı, tarihi gerçekliklerle uyum sağlayıp sağlamadığına bakılmak sureti ile öğrenilebilmektedir.

Gerçekleştiği iddia edilen miraç hadisesinin yer ve tarih olarak, Mekke şehrinde ve nübüvvetin 6. yılında vaki olduğu söylenmektedir. 

Kur'an'ın Mekke ve Medine şehirlerinde inen ayetleri, bazı özellikleri bakımından birbirinden ayırt edilebilmektedir. Medine'de inen ayetlerin bariz özelliklerinden bir tanesi, Kitap Ehli olarak tanıtılan Yahudi ve Hristiyanların yanlış inançlarını muhatap alması, ve bu yanlışları düzeltmeye yönelik beyanlarda bulunmasıdır. Bakara suresinin son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilip verilmediğini öğrenmenin yollarından bir tanesi, Medeni ayetlerdeki bu özelliği dikkate almaktan geçmektedir.

Bakara s. son iki ayetinin meali şu şekildedir: 

285- Resul, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, inananlar da (Rablerinden indirilene inandı). (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine inandı. (İnananlar derler ki) Resullerin arasında (Yahudiler gibi) hiç bir ayrım yapmayız. Dediler ki: "İşittik ve inandık, senden bağışlama isteriz Rabbimiz dönüş yalnız sanadır".

286- Allah, kişiyi ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar. Herkesin yaptığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülükte kendi aleyhinedir. Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmeyeceği yükü yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim mevlamızsın, inkarcı topluma karşı bize yardım et. 

Bu iki ayet Medine'de inen ayetlerdendir. 285. ayete dikkat ettiğimizde ise, Yahudi ve Hristiyanlarda mevcut bulunan elçiler arasındaki ayrımı konu almaktadır. Mekke'de inen bir ayetin o şehirde bulunmayan Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım inancını dikkate aldığını söylemek, ve bu ayetin Mekke'de indiğini iddia etmek abesle iştigal olacaktır. 

[004.150] Allah'ı ve resullerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
[004.151] İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
[004.152] Allah'a ve resullerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Nisa suresindeki bu ayetler, Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım yapmaya yönelik olan inançlarını, ve bu inanca sahip olanların akıbetlerini konu almaktadır.

286. ayete baktığımızda "Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme" şeklinde yapılan duanın, Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında yine İsrailoğulları ile ilgili olduğu görülecektir. Ayet içinde geçen Isran kelimesi, burada anahtar bir konuma sahiptir. Aynı kelime Araf s. 157. ayetinde de karşımıza gelecektir. Fakat önce Araf s. 157. ayeti ile bağlantılı olan ayetlerin okunması gerekmektedir.

Peki İsrailoğullarına yüklenen ağır yükler ne idi?.

Burada Ağır Yük olarak belirtilen şey, İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar nedeni ile haram kılınan şeylerdir. Bu durumu şu ayetlerden öğrenmekteyiz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-161]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

İsrailoğullarına kılınan bu haramların bir kısmı İsa (a.s) ile kaldırılmıştır. Bu durumu şu ayetten öğrenmekteyiz.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar sonucu kılınan haramların tamamı Muhammed (a.s) ile kaldırılmıştır. Onu da Araf s. 157. ayetinden öğrenmekteyiz. Araf suresinin bir kısım ayetleri Mekke'de indiği gibi, bir kısım ayetleri de Medine'de inmiştir. 

[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Bakara s. 286. ayetinde geçen Isr kelimesinin, Araf s. 157. ayetinde de geçmesi dikkat çekicidir. 

Bütün bunları alt alta koyarak, Bakara suresi son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilmiş olduğu iddiaları hakkında şunları söyleyebiliriz:

Mekke'de vaki olduğu iddia edilen bir olaydaverildiği söylenen ayetlerin, Medine'de inen ayetlerin üslup özelliklerin taşıması, akla bu bu olayın inandırıcılığı konusunda şüpheleri getirmelidir. Bakara suresindeki son iki ayetin miraç esnasında verilmiş olması, bu iki ayetin Medeni ayetlerin üslup özellikleri taşıması bakımından, inandırıcı olmaktan uzaktır. Bütün bunları dikkate alarak, ya miraç hadisesi esnasında böyle bir ayetin verilmiş olabileceğini kabul etmeyeceğiz, ya da böyle çelişkili iddialar ile dine yamanmaya çalışılan miraç hadisesinin hiç bir şekilde vaki olmadığını kabul edeceğiz. 

Yazının konusunun sadece Bakara suresindeki son iki ayetin miraçta verildiği iddiası üzerinde olduğunu tekrar hatırlatırız. Miraç konusunda iddia edilen diğer delillerin de elle tutulur bir tarafı olmadığı, bundan önceki bazı yazılarımızda hatırlatılmaya çalışılmıştır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Salavat Zinciri Kampanyaları ve Muhammed (a.s) dan Medet Beklemek

Son yıllarda sosyal medya üzerinden iletişim imkanlarının gelişmesi, biz Müslümanlar arasındaki haber alış verişini de hızlandırdığı malumdur. Birbirimiz ile daha rahat haberleşme imkanlarına da kavuşmuş olmamız, bazı dini kampanya ve etkinliklerin sosyal medya üzerinden yürütülmesini de beraberinde getirmiştir. 

"Salavat zinciri" adı ile oluşturulan, ve sıkıntılı zamanlardan kurtulmak için belirli sayılarda okunması istenilen, ve hiçbir sahih kaynağı ve dayanağı olmayan salavat kampanyaları yapmak, sosyal medyanın gelişmesi ile daha da yaygınlaşmış etkinliklerden bir tanesidir. Müslümanların oluşturdukları bu tür zincirler sadece salavat  ile kalmamakta, akla gelen her türlü zincir oluşturularak, sıkıntılardan kurtuluş yolu aranmaktadır.

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed (Allah'ım büyüğümüz Muhammed'e yardım et) şeklinde,  belirli sayılarda okunması istenilen salavat kampanyaları, bir çok kimse tarafından dini bir etkinlik ve görev olarak algılanmasına rağmen, bu tür bir söz söylemek sureti ile, bazı sıkıntılardan kurtulmak istemenin, itikadi açıdan sakıncaları barındırdığı hiç kimsenin aklına dahi gelmemektedir. Gelmediği gibi, okunmasında sakınca olduğu yönünde ikaz yapanlar ise, sapık ve peygamber düşmanı olarak yaftalanmaktadır. 

Müslümanların bir çoğunun dilinde dolaşan salavat adında söylenen sözlerin, sahih olarak nitelenebilecek hiç bir kaynağı ve dayanağı yoktur. Muhammed (a.s) a atfen söylenen ona salavat getirilmesi hakkındaki rivayetlerin tamamı uydurma olduğu gibi, ona atılmış iftiradan başka bir şey değildir.

[Ahzab s. 56] Muhakkak ki Allah ve melekleri nebiye salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin.

Salavat olarak bildiğimiz sözün Kur'an'i dayanağı, bilindiği üzere Ahzab s. 56. ayetinden çıkarılmaktadır. Bu ayette Allah ve meleklerinin Muhammed (a.s) a destek olduğu bildirilmekte, iman edenlere de nebiye aynı desteği vermeleri istenilmektedir.

Bu ayetin, Muhammed (a.s) diri ve hayatta iken iman edenlerin ona vermeleri gereken destek ve yardımı konu almasına yani kendi tarihselliği içinde anlaşılması gerekmesine rağmen, geçen zaman içinde bu desteğin Allah tarafından nebiye vermesi istenir olmuştur. Halbuki Allah (c.c) bu ayette, hayatta olan bir elçiye iman edenlere yani ashaba seslenerek, iman edenlerin nebiye destek vermelerini istemektedir. Fakat bugün salavat adı verilen söz söylendiği zaman, Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) yardım ve destek vermesi istenilmekte, fakat ölmüş olan bir elçinin artık nasıl yardım ve desteğe ihtiyacı olabileceği hiç hesaba katılmamaktadır. 

Muhammed (a.s) ın artık ölü olduğunu söylemiş olmamız, bazı kimseleri rahatsız etmiş olsa da maalesef realite bu dur ve Muhammed (a.s) artık ölü ve diğer ölüler gibi mezarında her şeyden habersiz vaziyette, yeniden dirileceği günü beklemektedir.

Hasılı kelam, bugün onun için okunan salavatların dini bir dayanağı olmadığı gibi, artık gereği de yoktur.

Olayın itikada zarar veren bir başka boyutu ise, salavat zinciri kampanyalarının herhangi bir sıkıntı zamanında oluşturulmasıdır. Bu salavat zincirleri ile Allah (c.c) den sıkıntıların giderilmesi istenilmekte, fakat işin garip tarafı araya salavat okumak yolu ile Muhammed (a.s) ın aracı kılınmış olmasıdır.

Şirk denilen kavramın, Allah ile araya aracılar koymak şeklinde gerçekleşerek, bunun kesinlikle yasaklanmış olmasına, kendisinin kullarına yakın olduğunu bildirmesine rağmen, maalesef aracılık hizmetleri şeklinde ortaya çıkan şirk, Müslüman hayatında önemli yer tutmakta, hatta böyle bir inanç dinin bir gereği gibi görülmektedir.

Muhammed (a.s) ı araya koyarak ortaya çıkan ve adına Salavat Zinciri denilen etkinliğin, itikadi yöndeki zararı, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. 

Salavat okumak ile mevcut sıkıntının giderilmesini istemek demek, Muhammed (a.s) ı araya koyarak Allah'tan istemek anlamına gelmektedir ki böyle bir isteğin literatürdeki adı ŞİRKtir.
Çünkü elçi de olsa Muhammed (a.s) bir beşerdir, ve bir beşer Allah ile araya aracı olarak asla konulamaz.

Salavat zincirleri oluşturularak Allah'tan yardım istenilmesi, Sünnetullah'a ters olması bakımından da yanlış bir uygulamadır. Allah'ın kullarına yardım etmesinin yolu o kulların böyle zincir kampanyaları düzenlemesi ile değil, sıkıntının aşılması için gerekli olan uygulamaların hayata geçirilmesi ile mümkün olmaktadır. Bunun böyle olduğu özellikle Kur'an kıssalarında yaşanmış olaylar olarak bizlere anlatılmıştır. 

Allah (c.c) hiç bir kuluna yattığı yerden yardım etmemekte, şayet etmiş olsaydı bugün biz Müslümanlar dünyanın önde gelen topluluklarından bir tanesi olabilirdik. Çünkü en kolay yol olan yattığımız yerden Allah'a emretmek şeklindeki istekler, maalesef biz Müslümanlardan sadır olmaktadır. Halbuki Allah'ın yardımının gerçekleşmesi önce fiili dua ile gerçekleşmekte, kavli dua etmek, fiili dua olmadan hiç bir işe yaramamaktadır.

Sonuç olarak: Salavat Zinciri adı altında oluşturulan sıkıntılardan kurtulmak amacı ile belirli sayılarda okunan salavat denilen sözler bir kaç açıdan mahzurludur. 

1- Salat adı ile Ahzab s. 56. ayetinde iman edenlere emredilen şey, Muhammed (a.s) a destek verilmesi ve yardım edilmesidir. Bu isteğin doğal olarak onun hayatta iken iman edenler tarafından pratiğe geçirilmiş olması gerekmektedir. Bu istek sonradan Salavat okumak şeklinde değiştirilerek, kaynağı olmayan ve tamamen uydurmalara dayanan rivayetlerle belirli sözleri tekrarlamak şekline dönüştürülmüştür.

Şu anda ölmüş olan bir kişi için, salavat adı verilerek tekrarlanan sözlerin, dini açıdan hiçbir hükmü olmayıp, tamamen gereksiz olan, hatta şirke varan ifadeleri de barındıran boş sözlerden başka bir şey olmadığı bilinmelidir.

2- Salavat zinciri adı ile oluşturulan kampanyalarda tekrarlanan sözler, kendisi ile araya aracı konulmasını istemeyen Rabbimizin emrine ters düşen bir uygulama olup, bu uygulamanın literatürdeki adı şirktir. Çünkü düzenlenen bu kampanyalar ile mevcut olan bir sıkıntıdan kurtuluş istenilmekte, bu kurtuluş için okunan salavatlar ise, Muhammed (a.s) ın araya konulması anlamına gelmektedir. Çünkü okunan salavatlar ile onun yüzü suyu hürmetine sıkıntıların giderilmesi istenilmektedir. 

3- Salavat zincirleri ile yapılan etkinlikler Sünnetullah'a aykırı olması açısından da sakıncalıdır. Çünkü Allah (c.c) herhangi bir sıkıntıdan kurtuluşun şartını önce fiili dua yani çalışıp gayret etmek şeklindeki yol ile göstermiştir. Salavat okumak zaten bir dua olmayıp, dua niyetine okunan boş sözlerden başka bir şey olmadığı için kavli dua yerine dahi geçmemektedir.

Muhammed (a.s) neticede artık bugün ölü bir kimse olup, ölüden medet ummak gibi bir yanlış içine düşerek, Allah (c.c) nin bizi içine düştüğümüz sıkıntılardan kurtarmasını beklemek kadar absürt bir inanç olamaz.