15 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2018 Çarşamba

Caner Taslaman'ın Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. Ayetlerinin Çevirilerinde Hata Yapıldığı İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Bazı yazılarımızda Kur'an ayetlerinin çevirilerinde yapılan hatalara dikkat çekerek, doğru ve isabetli bir çevirinin hangisi olabileceği üzerinde tekliflerimizi paylaşmaya çalıştığımız malumdur. Bu yazımızda ise, Prof. Dr. Caner Taslaman tarafından ortaya atılan Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinin çevirilerinde hata olduğu iddiası üzerinde durarak, sayın hocanın iddialarını değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle sayın hocanın iddiasının dile getirdiği videoyu paylaşacak, sonra ise ilgili ayetlerin metnini ve meallerini vereceğiz.



Nahl s. 15. ayetinin metni ve meali:

وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

Enbiya s. 31. ayetinin metni ve meali:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Lukman s. 10. ayetinin metni ve meali: 

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Paylaştığımız videoda Prof. Dr. Celal Şengör, Kur'an'ın dağların yaratılma amacının yeryüzünü sarsmaması olduğuna dair olan beyanının yanlış olduğunu, yani Kur'an'da hata olduğunu dile getirmekte, bu iddiaya karşılık olarak Caner Taslaman ise, ilgili ayetlerin çevirilerinin yanlış olduğunu iddia ederek, Kur'an'da herhangi bir hatanın olmadığını, hatanın bu ayetleri yanlış olarak çevirenlerde olduğunu dile getirmektedir.

 Caner Taslaman, ilgili ayetlerde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin herhangi bir olumsuzluk işareti olmamasına rağmen "Sizi sarsmasın diye" çevrilmiş olmasının hatalı olduğunu, aslında bu kelimenin videoda lafzen dile getirmemiş olmasa dahi, sözlerinden anlaşıldığı üzere "Sizi sarssın diye" veya "Sizi sarsması için" şeklinde çevrilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bizim kanaatimiz, ilgili kelimenin çevirisinde herhangi bir sorun olmadığı yönünde olup, olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerin yanı sıra bu kelimenin anlamına sadık kalınarak yapılan çevirileri de görmek mümkündür. 

[Nahl s. 15] Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

[Enbiya s. 31]  Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

[Lukman s. 10] Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.

Görüleceği üzere bu çevirilerde أَنْ تَمِيدَ kelimesi "Sizi sarsar diye" şeklinde, yani metne sadık kalarak çevrilmiştir. Bu kelimeye verilen "Sizi sarsmasın diye" veya "Sizi sarsar diye" şeklindeki çevirilerin her ikisi de doğrudur. 

Bu anlamı bizim dilimizde kullandığımız şekli ile ifade edecek olursak;

"Eve hırsız girer diye kilit taktırdım" cümlesindeki söz ile ifade etmek istediğimiz anlam aslında, "Eve hırsız girmesin diye kilit taktırdım" demektir.

"Yolda düşerim diye dikkatli yürüyorum" diyen birisi aslında, "Yolda düşmemek için dikkatli yürüyorum" demek istiyordur. 

"Çocuğum hasta olur diye doktora götürüyorum" diyen birisi aslında, " Çocuğum hasta olmasın diye doktora götürüyorum" demek istiyordur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak söylemek istediğimizi bu örnekler yeterince özetlemektedir. Örneklerdeki her iki ifade tarzı ile, أَنْ تَمِيدَ kelimesi ile ifade edilmek istenilen şey aynıdır. 

Caner Taslaman'ın bu ayetlerin çevirilerindeki hata olduğu iddiası, Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir çalışma sonucu ortaya atılmadığı açıktır. Bir an için Caner Taslaman'ın ilgili ayetlere verilen meallerin yanlış olduğunu, Taslaman'ın أَنْ تَمِيدَ kelimesine verilmesini istediği "Sizi sarsması için" şeklindeki çeviri teklifinin doğru olduğunu kabul edip, ilgili ayetlere onun doğru dediği şekilde anlam vererek, bu iddiasının Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ne derece doğru olabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

  ------Nahl s. 15- Sizi sarsması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

------Enbiya s. 31- Onları sarsması için yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

------Lukman s. 10- O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsması için yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Şimdi de bu çevirilerin doğru olabileceğini bir an için kabul ederek, Kur'an'da bu kalıpta geçen başka ayetlere de Caner Taslaman'ın teklif ettiği anlamı verelim. Çünkü teklif edilen çevirinin Kur'an bütünlüğü içinde uygun olması, aynı ifade kalıbı içindeki diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz etmemesi gerekmektedir,

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

[Enam s. 25] İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.

[Enam s. 25]  İçlerinden seni dinleyenler de vardır, fakat biz, onu anlamamaları için kalblerinin üstüne örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, bütün delilleri görseler bile yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Ve o kâfirler: «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.

Enam s. 25. ayetinde geçen أَنْ يَفْقَهُوهُ  kelimesi (bu kelime ayrıca İsra s. 46, Kehf s. 57. ayetinde de geçmektedir) yukarıda verdiğimiz iki ayrı meal örneğinde görüleceği üzere ki her ikisi de doğrudur, "onu anlarlar diye" ve "onu anlamamaları için" şeklindeki anlam yerine, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi bu ayete uyguladığımız zaman ayetin anlamı " İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlasınlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir." şeklinde olması gerekecektir ki, böyle bir anlamın doğru olabileceğini Caner Taslaman dahi kabul etmeyecektir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek daha verebiliriz. 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik dersiniz diye) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Araf s. 172. ayetinde geçen أَنْ تَقُولُوا kelimesi, meallerde "Demeyesiniz diye" veya "Dersiniz diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik diyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik demeniz için) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir örneğimiz Taha s. 94. ayetidir.

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» dersin diye korktum.» dedi.

Bu ayette geçen أَنْ تَقُولَ kelimesi, meallerde, "Demeyesin diye" veya, "Dersin diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» diyesin diye korktum.» dedi.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz Hac s. 65. ayetidir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Bu ayette geçen  أَنْ تَقَعَ kelimesi, meallerde, "Düşmemesi için" şeklinde çevrilmesine karşın, tam çevirisi "Düşer diye" şeklindedir. Ancak meallerde gördüğümüz "Düşmemesi için" şeklindeki anlam da doğrudur. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmesi için  (veya yere düşsün diye) göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz ise Fatır s. 41. ayetidir.

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Bu ayette geçen أَنْ تَزُولَا kelimesi,  "Zeval bulurlar diye" çevrilmektedir. Yani "Zeval bulmasınlar diye" şeklinde bir anlama sahiptir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir. 

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulsunlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yine bu ayete Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi uyguladığımızda ayetin çevirisinin alacağı halin asla kabul edilemeyecek bir anlama dönüştüğü görülecektir.

Verdiğimiz bu ayet örneklerinden görüleceği üzere, ayetlerde geçen أَنْ edatı sebep bildirmektedir. Fakat bu sebebin anlama yansıması bazen olumsuz anlam verilmesi sureti ile gerçekleştiği için sayın Taslaman yanılmaktadır. Olumsuzluk anlamı verilmesinin yanlış olduğunu لَا ekinin olmamasına bağlamaktadır. Fakat o ayetlerin başka çevirilerinin olumsuzluk içermeden de çevrildiği görülebilir.

Bütün bunlardan sonra, "Öyleyse Kur'an'da hata mı var?" sorusu zihinlere takılabilecektir.  Kur'an'da asla hata yoktur. Celal Şengör tarafından ortaya atılan iddia, bugün bilim tarafından  "Doğru" olarak kabul edilen veriler olup, aynı bilimin yarın bu verileri "Yanlış" olarak kabul etmeyeceğini kim garanti edebilir?. 

Kur'an'ın bir bilim kitabı olmadığı da ayrıca hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an 1500 yıl önce yaşayan insanlara, onların algıları ve bilgi düzeyleri üzerinden hitap eden, onları Allah'ın kudretine delalet eden kevni ayetlere dikkat çeken bir kitaptır. Bilimsel Veri olarak kabul edilen bilgilerin zaman içinde birbirine zıt görüşler ürettikleri de bu noktada unutulmamalıdır. Şayet bilim yarın çıkıp Kur'an'ın verileri doğrultusunda bir görüş öne sürecek olursa, bu görüşlere ne diyebileceğiz?. 

Kur'an ayetlerinin çevirilerinde hata yapıldığı bir gerçektir. Ancak bu hata iddiası, üstünkörü bir iddia olarak ortaya atılmamalıdır. Kelime anlamlarının doğruluğu dikkatli bir şekilde incelenmeli, bu doğruluğun Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapılmalı, ondan sonra iddia dile getirilmelidir.

Burada ayrıca şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Arapça da  أَنْ edatı farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu edatın geçtiği ayetler incelendiğinde, Caner hocayı haklı çıkarabilecek bir anlam da ortaya çıkabilecektir. Fakat olayı sadece gramer açısından değil, Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. ayetlerinin içeriği açısından baktığımızda onun, teklif ettiği anlam maalesef  oturmamaktadır. Çünkü bu ayetlerin içeriği Allah (c.c) nin insana yeryüzünde sağladığı bazı faydalara dikkat çekmektedir. Ayetlere şayet "Sizi sarsması için" anlamı verdiğimizde fayda değil, zarar ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak: Caner Taslaman tarafından iddia edilen Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin çevirilerinde herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çevirinin, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak sağlaması yapıldığında kendisi tarafından bile kabul edilemez olduğu görülecektir. Kur'an ayetlerinin çevirilerinin doğruluk veya yanlışlığı, günlük bilimsel verilere göre ölçmek doğru bir yaklaşım değildir. Yine aynı şekilde bazılarına şirin görünmek gibi kaygılar içinde yapılan Kur'an çevirileri de kitabın kendi içindeki anlam örgüsünü bozacağı dikkate alındığında ne derece sakıncalı olduğu ortadadır. 

Biz sayın Caner Taslaman tarafından ortaya konulan iddianın Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında, anlam örgüsünü nasıl bozabileceğini örnekleri ile ortaya koymaya çalıştık. Dağların depremi önlemesi veya deprem doğurması bu yazının konusu değildir.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Aralık 2011 Perşembe

"Tebyinül Kur'an"dan Tahrifül Kur'an örnekleri 15 (Neml Suresi)

"Tebyinül kur'andan tahrifül kur'an örnekleri" başlıklı yazı serimize adı geçen eserdeki "Neml suresi" nde geçen süleyman as kıssası ile devam ediyoruz. Bu surede Süleyman as ile ilgili geçen ayetleri oluşturduğu ön kabulleri kur'ana tasdik ettirmek amacı ile nasıl meallendirip sonra verdiği meal üzerinde oturtmaya çalıştığı düşüncelerinin kur'an bütünlüğündeki tutarsızlığını görelim . Neml suresinin başında anlatılan musa as kıssası ile ilgili olarak adı geçen esere ilave ettiği "tashih notları" isimli bölümde musa as  kıssası ile ilgili yazdıklarını  daha önceden ele almıştık. 


"Kuş mantığı" adlı açtığı başlık altında  süleyman as a öğretilen "kuş mantığının" ona Davud as tarafından öğretildiğini iddia ederek Süleyman as a öğretilen kuşların konuşma dilini bilmesini sıradanlaştırarak onların bunu "keşfettiklerini" yani öğrenilen ilmin " kesbi" (çalışılarak kazanılan) bir ilim olduğunu iddia ederek ilerki bölümler için alt yapı hazırlığını yapmaktadır. Süleyman as ın davud as varis olmasını , Davud as ın savaşmak için yıllarca dağlarda kalmak zorunda olduğu için kazanmış olduğu bilgiyi oğlu süleyman as a aktardığını iddia eder , Süleyman as ın babasından öğrendiği şeyler muhakakki olmuştur ancan süleyman as a verilen bu özel yeteneğin babasından ona miras kaldığını söylemek doğru değildir. Sayın yazar kendi abartısını örtmek için "konu ile ilgili abartılar" başlığı altında kendi görüşlerinden daha çok abartılı rivayetlere yer vererek hem eserin hacminin artmasını hemde kendi yanlışını başka yanlışla örtme konusundaki yeteneğini buradada sergilemiştir.


17. ayetin mealindeki "Süleymanın insanlardan ve cinlerden oluşan ordusu" kısmına, "cinn" kavramına yüklemiş olduğu anlam çerçevesi içinde parantez açarak  "yabancılardan" şeklinde meal veren yazar bu düşüncesini süleyman as ın ordusundaki cinlerin orduya levazım ve ordu donatım hizmeti veren yabancı insanlar olduğu iddiasını muharref tevrattan aldığı bir bölüm ile taçlandırmıştır!.

18. ayetteki "dişi karıncanın halkına evlerinize girin" demesi ile ilgili olarak, ayette geçen "karınca vadisinin" rivayetlere göre bir bölge adı olduğu karıncaların bol olduğu yerin adı olmadığı ve oranın yöneticisinin bir bayan!! olduğunu iddia eder ve oranın halkının insanlardan oluştuğu iddiasını şöyle sürdürür.


" Neml Vadisi'ndeki halkın bilinen karıncalar olmadığı, halkına seslenen karıncanın Âyette kullandığı "meskenlerinize [evlerinize]" ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü mesken = ev sözcüğü insanlar için kullanılan bir sözcük olup karınca, kertenkele türünden yaratıkların barınakları Arapçada cuhr sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca Âyetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün mesakineküm = evleriniz şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir.

Sayın yazarın ön kabulleri neticesi oluşturmuş olduğu , "süleyman as bir karıncanın konuşmasını anlayamaz" şeklindeki düşüncesine uygun olarak vadideki karıncanın "evlerinize girin" demesinden "ev" kelimesinin insanlar için kullanıldığını iddia eder , nahl suresi 68. de"Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin" mealindeki ayetteki "buyuten"(evler) kelimesi veya ankebut suresi 41 deki " Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan dişi örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler." ayetindeki " beyten" (ev) ," elbuyut" (evler), "beytül ankebut" (örümceğin evi) şeklinde geçen bu kelimelere dayanarak neden arı ve örümcekleri insan olarak görmediğinin izahını nasıl yapabilir?. Eserinin çoğu yerinde yaptığı gibi kendi mesnetsiz iddialarını örtmek için başkalarının mesnetsiz iddialarını eserine alıp "göz bağcılığı" metodu ile kendi yanlışlığını o yanlışlar ile örtmeye çalışmaktadır. 


19. ayette ,karıncanın konuşmasını anlayacak kudreti kendisine veren Allaha şükreden ssüleyman as ın "tebessüm etmesi ile ilgili olarak sayın yazar şunları yazmaktadır.


"Süleymân peygamberin gülme sebebi, Karınca Vadisi'ndeki kadın yöneticinin kararından/kavlinden (hukuk dilinde   القول - el-gavl, = karar, hüküm demektir.) kaynaklanmaktadır.
Çünkü Karınca Vadisi halkı onlara engel olmaya kalkmamış, zorluk çıkarmamıştır. Süleymân peygamber, bu vadiden savaşarak, maddî ve manevî kayıplar vererek geçebileceğini sanıyor olmalıydı ki, yöneticinin kararı ile rahatça ve sorunsuz olarak geçme imkânının ortaya çıkması onu çok mutlu etmiştir. Bu mutlu sonuç karşısında Rabbim! bana anne-babama lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağım barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni barışsever kullarının arasına sok " diye dua etmiştir."

 "Beyt " kelimesini kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece "insanların barınağı" şeklindeki anlamından hareketle karıncaları insan yapan fakat arı ve örümceği insan yapmayı unutan yazar, mesnetli !!! iddia olarak süleyman as ın tebessümünü, o vadiden savaşmadan çıkmanın verdiği mutluluk ifadesi olduğunu yazmaktadır. "Olaya akli bir yaklaşım" başlığı ile, "onların bir an için karınca olduğu yaklaşımını doğru kabul edelim" derken bile kendi ön kabulu doğrultusunda olaya baktığının açık bir işaretini vererek "doğru değil ama bir an için doğru kabul etsek bile"şeklinde aklını kur'a dışı yaklaşımlara kiraya vermenin örneğini göstermektedir. 


20-21. ayetlerde Süleyman as ın kuşları denetlemesi ile ilgili olarak denetleme esnasında mevcut olmayan "Hüdhüdün" kuş değil kuşların bakıcısı olduğunu  ve bu iddiasına mesnet olarak "hüdhüd" ün konuşmalarını delil göstererek onun akıllı ve iradeli bir yaratık olduğunu ve bu sözleri söyleyenin bir kuş olamayacağını iddia eder. Sayın yazar buradada geleneksel tefsir anlayışının içine düştüğü açmazlardan olan " kıssa içinde dönüp dolaşmak" mantığı ile kıssanın bize bakan yönünü hiç hesaba katmamış ve olayı o günkü yaşanmışlığı içinde hapsederek "intak(konuşturma ) sanatı " dahilinde yapılan bir metod ile kuş üzerinden bize mesaj verildiği noktasını kaçırmıştır, kıssada verilmek istenen mesaj kuşun söyledikleri üzerinden bizlerin ibret almasıdır. Sayın yazar kıssanın devamında, Süleyman as ın Hüdhüd adlı kuş ile "Sebe" melikesine gönderdiği mektubun mahiyetini bırakıp kuşun o mektubu taşıyıp taşıyamayacağı meselesi üzerinde kafa yorarak şunları der. 


"Olayların geçtiği çağda kullanılan yazı çivi yazısı veya hiyeroglif, yazı malzemesi de taş levha, kil tablet, papirüs veya hayvan derisidir. Çinliler tarafından M.S. 1. yüzyılda icat edilecek olan kâğıt henüz o dönemde mevcut değildir. Bu faktörler yüzünden Süleymân peygamberin Melike'ye yazdığı mektup Hüdhüd kuşunun taşıyamayacağı bir hacimde olmak durumundadır. O çağdaki hangi yazı malzemesi üzerine yazılırsa yazılsın, bu mektubu güvercin büyüklüğündeki bir kuşun Filistin'den Yemen illerine taşıyabilmesi mümkün değildir. Arkeolojik araştırmalar sonucu bu mektup bulunup gerçek anlaşılıncaya kadar bizim ağırlıklı kanaatimiz şu yöndedir: O günkü yazı malzemelerinden birine yazılmış olan bu mektup muhtemelen Yemen'e at, eşek, deve gibi o zamanın ulaşım araçlarından biriyle ve Hüdhüd'ün himayesinde gönderilmiş olmalıdır."

Başka kaynaklardaki alıntıları israiliyat ve abartı olarak nitelendiren sayın yazar , "benim abartım veya benim israiliyatım daha iyidir" edalarında kağıdın ne zaman bulunduğundan yola çıkarak mektubun kağıt üzerine yazılmasının mümkün olmadığı ve dolayısı ile arkeolojik çalışmalarda o mektubun bulunmasına kadar kendi düşüncesinin geçerli olacağını söyler ve  Süleyman as ın sarayındaki ihtişamın kur'anda bile yer almasından hareketle kağıdın süleyman as devrinde mevcut olabileceği ihtimalini hesaba katmaz.

 38-39. ayetlerde süleyman as ın, melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceğini sorması üzerine cinlerden bir ifritin " ben onu sana makamından kalkmadan getiririm" sözü üzerine " makam kelimesi üzerine yaptığı derin!! tetkikler sonucunda "makamından kalkmadan onu sana getiririm" sözünün gerçekleşme zamanının "süleyman as ın iktidarı zamanı içinde " olduğu çıkarımını yapar. Ayeti dikkatli ve ön kabulsuz okuyan birinin, süleyman as ın Melikenin tahtını kendisi Süleyman as a gelmeden önce kimin getirebileceğini sormasına rağmen cinlerden bir ifritin," ben onu sana ancak iktidarın zamanı içinde getirebilirim" yani yakın bir zamanda bunu getirmeye gücüm yetmez demesinin akılcı olması bir yana alaycı bir uslup olduğunu ve bunu süleyman as gibi bir hükümdara kimsenin söylemeye cesareti olamayacağını neden düşünemez? 


40. ayette, deyim yerindeyse ipin ucunu kaçıran yazarımız ayetin malini verdikten sonraki yorumu şöyle yapmaktadır.  

"Kitaptan bilgisi olan kişi"nin Âyette nakledilen قبل ان يرتدّ اليك طرفك - gable enyertedde ileyke tarfuke şeklindeki ifadesi, -klâsik meal ve tefsirlerde görüldüğü gibi- "gözünü açıp kapamadan" demek olmayıp "senin bakışın kendine dönmeden önce" demektir. Yani;   
"Sen bu işi kafandan silmeden önce;  sen şimdi aklına Sebe' melikesi ve ülkesini taktın, başka bir şey düşünmüyorsun ve gözün hiçbir şey görmüyor;  başka bir konuyla ilgilenmiyorsun, kendine dönüp bakmıyorsun ya, işte ben bunu sen kendine bakmadan yani bunu kafandan silmeden, gündemden düşürmeden sana getiririm" demektir." 

"Asıl önemli olan ve dikkate alınması gereken, Âyetlerin temel mesajlarıdır." sözünü kendisinin yazmasına rağmen ayetin temel mesajını bir tarafa atıp kıssa içinde dönüp dolaşırken başı dönüpte sağa sola yalpalayanların misali , Süleyman as ın , melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceği sorusuna cevap olarak verilen sözleri alt üst edip mecaz mana haline sokan sayın yazar tahtın getirilme süresi ile ilgili olark şunları yazar.  

"Kur'ân'da olayların gelişimlerindeki zaman aralıkları belirtilmemiş ve tahtın ne zaman, nasıl ve kim tarafından getirildiği hususlarında bilgi verilmemiştir. Ancak tahtın Süleymân peygambere getirilişinin "bilgin kul"un konu edildiği Âyette yer almasına bakılarak onun "bilgin kul" vasıtasıyla getirilmiş olduğu söylenebilirse de, "bilgin kul"un konuşması ile tahtın getirilişi arasında geçen zaman konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Muhtemeldir ki, tahtın getirilişi bir anda olmamış, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir." 

Bilgin kulun konuşması ile tahtın getirilişi arasındaki zaman farkını, kur'anı kur'andan okumak suretiyle anlama yoluna giden birisi için hiçte problem olmayacak kadar kolay ve net olan bir olayı debelendikçe batanlar misali batırdıkça içinden çıkılmaz bir hale sokmaktaki başarısı kayda değer olan sayın yazarın, ayetin devamında "felemma reahu" (onu gördüğünde) kelimesindeki "fe" bağlacının ne ifade ettiğini bilemeycek kadar cahil olmadığını düşünmemize rağmen ve tahtı yanında gördüğü zaman süleyman as ın şükür sebebinin bu kadar kısa zamanda bir şeyi yanına getirebilecek güçtekilere hakim olmasının verdiği rehavete kapılmayıp hemen o gücü kendisine bahşeden rabbini hatırlamasının bizim için bir örnek teşkil etmesi gerektiğini vurgusunu anlamayacak kadar ve kıssadan hisse alınması meselesinden habersiz olarak kıssalara bakış açısını doğru bulmadığımızı belirtmek isteriz. 

Kur'an kıssalarındaki tevhidi mesajı bir tarafa atıp kıssa içindeki meseleri ortaya koyarak o kıssanın bize ne gibi bir mesaj vermesi gerektiği meselesini öteleyerek "suni gündem" oluşturup ve kıssayı alelade bir metin gibi istediği gibi evirip çevirebileceğini  zanneden sayın yazar kıssadaki asıl mesajın müteşabih bir anlatım uslubu ile Süleyman as ile Sebe melikesi arasındaki geçen olayların bizim için ne gibi mesajlar içerdiğini aklına bile getirmeden sanki esas mesajın tevhidi bir mesaj içerdiğini bilipte onu örterek dikkatleri başka yöne çekenlerden bir farkı maalesef kalmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak "Müteşabih kavramı çerçevesinde süleyman as kıssası hakkında bir mülahaza" adlı yazımızda, bu kıssanın bizim için ne gibi bir mesaj içerdiği meselesi üzerinde durmaya çalışarak kıssayı kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamaya çalıştık isteyenler o yazımıza bakabilirler.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.