Son yıllarda sosyal medya üzerinden iletişim imkanlarının gelişmesi, biz Müslümanlar arasındaki haber alış verişini de hızlandırdığı malumdur. Birbirimiz ile daha rahat haberleşme imkanlarına da kavuşmuş olmamız, bazı dini kampanya ve etkinliklerin sosyal medya üzerinden yürütülmesini de beraberinde getirmiştir.
"Salavat zinciri" adı ile oluşturulan, ve sıkıntılı zamanlardan kurtulmak için belirli sayılarda okunması istenilen, ve hiçbir sahih kaynağı ve dayanağı olmayan salavat kampanyaları yapmak, sosyal medyanın gelişmesi ile daha da yaygınlaşmış etkinliklerden bir tanesidir. Müslümanların oluşturdukları bu tür zincirler sadece salavat ile kalmamakta, akla gelen her türlü zincir oluşturularak, sıkıntılardan kurtuluş yolu aranmaktadır.
Allahümme salli ala seyyidina Muhammed (Allah'ım büyüğümüz Muhammed'e yardım et) şeklinde, belirli sayılarda okunması istenilen salavat kampanyaları, bir çok kimse tarafından dini bir etkinlik ve görev olarak algılanmasına rağmen, bu tür bir söz söylemek sureti ile, bazı sıkıntılardan kurtulmak istemenin, itikadi açıdan sakıncaları barındırdığı hiç kimsenin aklına dahi gelmemektedir. Gelmediği gibi, okunmasında sakınca olduğu yönünde ikaz yapanlar ise, sapık ve peygamber düşmanı olarak yaftalanmaktadır.
Müslümanların bir çoğunun dilinde dolaşan salavat adında söylenen sözlerin, sahih olarak nitelenebilecek hiç bir kaynağı ve dayanağı yoktur. Muhammed (a.s) a atfen söylenen ona salavat getirilmesi hakkındaki rivayetlerin tamamı uydurma olduğu gibi, ona atılmış iftiradan başka bir şey değildir.
[Ahzab s. 56] Muhakkak ki Allah ve melekleri nebiye salat ederler. Ey
iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin.
Salavat olarak bildiğimiz sözün Kur'an'i dayanağı, bilindiği üzere Ahzab s. 56. ayetinden çıkarılmaktadır. Bu ayette Allah ve meleklerinin Muhammed (a.s) a destek olduğu bildirilmekte, iman edenlere de nebiye aynı desteği vermeleri istenilmektedir.
Bu ayetin, Muhammed (a.s) diri ve hayatta iken iman edenlerin ona vermeleri gereken destek ve yardımı konu almasına yani kendi tarihselliği içinde anlaşılması gerekmesine rağmen, geçen zaman içinde bu desteğin Allah tarafından nebiye vermesi istenir olmuştur. Halbuki Allah (c.c) bu ayette, hayatta olan bir elçiye iman edenlere yani ashaba seslenerek, iman edenlerin nebiye destek vermelerini istemektedir. Fakat bugün salavat adı verilen söz söylendiği zaman, Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) yardım ve destek vermesi istenilmekte, fakat ölmüş olan bir elçinin artık nasıl yardım ve desteğe ihtiyacı olabileceği hiç hesaba katılmamaktadır.
Muhammed (a.s) ın artık ölü olduğunu söylemiş olmamız, bazı kimseleri rahatsız etmiş olsa da maalesef realite bu dur ve Muhammed (a.s) artık ölü ve diğer ölüler gibi mezarında her şeyden habersiz vaziyette, yeniden dirileceği günü beklemektedir.
Hasılı kelam, bugün onun için okunan salavatların dini bir dayanağı olmadığı gibi, artık gereği de yoktur.
Olayın itikada zarar veren bir başka boyutu ise, salavat zinciri kampanyalarının herhangi bir sıkıntı zamanında oluşturulmasıdır. Bu salavat zincirleri ile Allah (c.c) den sıkıntıların giderilmesi istenilmekte, fakat işin garip tarafı araya salavat okumak yolu ile Muhammed (a.s) ın aracı kılınmış olmasıdır.
Şirk denilen kavramın, Allah ile araya aracılar koymak şeklinde gerçekleşerek, bunun kesinlikle yasaklanmış olmasına, kendisinin kullarına yakın olduğunu bildirmesine rağmen, maalesef aracılık hizmetleri şeklinde ortaya çıkan şirk, Müslüman hayatında önemli yer tutmakta, hatta böyle bir inanç dinin bir gereği gibi görülmektedir.
Muhammed (a.s) ı araya koyarak ortaya çıkan ve adına Salavat Zinciri denilen etkinliğin, itikadi yöndeki zararı, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Salavat okumak ile mevcut sıkıntının giderilmesini istemek demek, Muhammed (a.s) ı araya koyarak Allah'tan istemek anlamına gelmektedir ki böyle bir isteğin literatürdeki adı ŞİRKtir.
Çünkü elçi de olsa Muhammed (a.s) bir beşerdir, ve bir beşer Allah ile araya aracı olarak asla konulamaz.
Salavat zincirleri oluşturularak Allah'tan yardım istenilmesi, Sünnetullah'a ters olması bakımından da yanlış bir uygulamadır. Allah'ın kullarına yardım etmesinin yolu o kulların böyle zincir kampanyaları düzenlemesi ile değil, sıkıntının aşılması için gerekli olan uygulamaların hayata geçirilmesi ile mümkün olmaktadır. Bunun böyle olduğu özellikle Kur'an kıssalarında yaşanmış olaylar olarak bizlere anlatılmıştır.
Allah (c.c) hiç bir kuluna yattığı yerden yardım etmemekte, şayet etmiş olsaydı bugün biz Müslümanlar dünyanın önde gelen topluluklarından bir tanesi olabilirdik. Çünkü en kolay yol olan yattığımız yerden Allah'a emretmek şeklindeki istekler, maalesef biz Müslümanlardan sadır olmaktadır. Halbuki Allah'ın yardımının gerçekleşmesi önce fiili dua ile gerçekleşmekte, kavli dua etmek, fiili dua olmadan hiç bir işe yaramamaktadır.
Sonuç olarak: Salavat Zinciri adı altında oluşturulan sıkıntılardan kurtulmak amacı ile belirli sayılarda okunan salavat denilen sözler bir kaç açıdan mahzurludur.
1- Salat adı ile Ahzab s. 56. ayetinde iman edenlere emredilen şey, Muhammed (a.s) a destek verilmesi ve yardım edilmesidir. Bu isteğin doğal olarak onun hayatta iken iman edenler tarafından pratiğe geçirilmiş olması gerekmektedir. Bu istek sonradan Salavat okumak şeklinde değiştirilerek, kaynağı olmayan ve tamamen uydurmalara dayanan rivayetlerle belirli sözleri tekrarlamak şekline dönüştürülmüştür.
Şu anda ölmüş olan bir kişi için, salavat adı verilerek tekrarlanan sözlerin, dini açıdan hiçbir hükmü olmayıp, tamamen gereksiz olan, hatta şirke varan ifadeleri de barındıran boş sözlerden başka bir şey olmadığı bilinmelidir.
2- Salavat zinciri adı ile oluşturulan kampanyalarda tekrarlanan sözler, kendisi ile araya aracı konulmasını istemeyen Rabbimizin emrine ters düşen bir uygulama olup, bu uygulamanın literatürdeki adı şirktir. Çünkü düzenlenen bu kampanyalar ile mevcut olan bir sıkıntıdan kurtuluş istenilmekte, bu kurtuluş için okunan salavatlar ise, Muhammed (a.s) ın araya konulması anlamına gelmektedir. Çünkü okunan salavatlar ile onun yüzü suyu hürmetine sıkıntıların giderilmesi istenilmektedir.
3- Salavat zincirleri ile yapılan etkinlikler Sünnetullah'a aykırı olması açısından da sakıncalıdır. Çünkü Allah (c.c) herhangi bir sıkıntıdan kurtuluşun şartını önce fiili dua yani çalışıp gayret etmek şeklindeki yol ile göstermiştir. Salavat okumak zaten bir dua olmayıp, dua niyetine okunan boş sözlerden başka bir şey olmadığı için kavli dua yerine dahi geçmemektedir.
Muhammed (a.s) neticede artık bugün ölü bir kimse olup, ölüden medet ummak gibi bir yanlış içine düşerek, Allah (c.c) nin bizi içine düştüğümüz sıkıntılardan kurtarmasını beklemek kadar absürt bir inanç olamaz.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
beklemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beklemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ağustos 2018 Pazartesi
26 Temmuz 2014 Cumartesi
Mehdi Beklemek Neyin Kafasını Yaşamaktır ?
Mehdi adındaki kurtarıcı beklentisi sadece islam kültürüne has bir beklenti değil, diğer dinlerde de mevcut bulunan bir anlayış olup islam kültürü içinede bu dinlerden girmiştir. Bu inancı doğuran sebeblere baktığımız zaman altında insana has özelliklerden olan , tembellik , kolaycılık, başkalarından medet ummak vs gibi şeylerin yattığını görürüz. Çocukluğumuzu şöyle bir göz önüne getirelim , mahallede kavga edip dayak yediğimiz çocukları "akşam babam gelsin görürsün sen" diyerek kaçımız tehdit etmedi acaba?, çocukluğumuzda mahalle çocuklarını dövmek için beklenen baba yerine büyüyünce bizlere zulüm edenleri alt edecek mehdi beklentisi hep aynı psikolojinin ürünü değil mi dir?.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
İnsanın eli taşın altına koymayıp başkalarından beklemesi şeklinde tezahür eden bedavacılık psikolojisi öyle bir hale gelmişki neredeyse bütün dinlerde bir inanç haline getirilmiştir. Kur'anın bu konuda en ufak dahi bilgi kırıntısı vermemesi kimsenin umuruna dahi gitmemiş "mehdi hadisleri" başlığı altında akıllara zarar uydurmalar ile gelecek olan mehdinin nasıl biri olduğu en ufak ayrıntısa kadar anlattırılmıştır.
Yazıda mehdi hadislerini kritik etmekten daha ziyade mehdi beklentisi içine iten sebebleri ve bu beklentinin nasıl bir atalete sebeb olduğu ile konusu üzerinde durmak istiyoruz. İslam inancı içinde yer etmiş olan mehdi, fesada uğramış olan yeryüzünü düzeltecek ve kafirleri darmadağın ederek islamı hakim kılacaktır.
Mehdi adındaki şahsiyeti gökten inmesini beklemek sünnnetullahın işleyişine tamamen aykırı bir durum olup böyle bir inanca sahip olanların , sahip olmayanları suçladıkları duruma düştüklerini açıkça söylemek isteriz. Allah cc tarihin hiç biz zaman dilimiünde gökten birisini indirerek zulme uğrayanlara yardım etmemiştir , etmeyecektir.
Allah cc nin koymuş olduğu sünnet , insanın insana olan zulmünü , diğer insanlar eli ile ortadan kaldırılması şeklinde işlemiştir bu öncedende böyle olmuştur ,kıyamete kadar da öyle işleyecektir. Mehdi vasfını taşıyan herhangi birini gökten inmesini beklemek yerine bu vasıfları taşıyanları toplumların yetiştirmesi sünnetullahın gereği olup içlerinden toplumu harekete geçirebilecek dinamik insanları çıkaramayan tembel toplumların harcı olan mehdi beklemek hastalığı maalesef islam inancı içine yerleştirilerek tembelliğin iliklerimize kadar işlemesi sağlanarak kafirlerin kıyamete kadar rahat nefes alması sağlanır olmuştur.
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların sadece yaşanmış bitmiş olaylar olarak anlatılmadığını , muhatapların ibret alması esasına dayalı anlatımlar olduğunu, israiloğulları ile anlatımları konu alan yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalışmıştık. Bakara s. içinde anlatılan Talut kıssasını masal olarak değilde günümüze mesaj veren ayetler olarak okuduğumuzda israiloğullarının bu tür beklentilerinin nasıl cevap bulduğunu görürüz.
Musa as ın vefatından bilinmeyen bir zaman sonra israiloğulları yurtlarından sürülmüşler , evleri ve barkları dağıtılmış bir hale geldikleri bakara s. 246. ayetinde ifade edilmektedir. İlerleyen ayetlere baktığımız zaman sahneye Talut ve Davud adında iki kişi çıkmaktadır. Bu kişiler gökten zembille inen iki şahsiyet değil israiloğulları içinde yetişmiş olan iki savaş dehasıdır. Bu olay bize toplumların kendi içlerinden yetişmiş olan kalifiye elemanlar ile düze çıkacağını kimseye yattığı yerden başarı verilmeyeceğinin anlatılması açısından okunduğu zaman bize dönük mesajları olduğu görülecektir.
Talut ve Davud israiloğullarının içinden yetişmiş olan iki insan olup, o kavmin bilgi birikimine sahiptirler. Askeri dehaya haiz olan bu insanlar bu işi annelerinin karnında öğrenip çıkmamışlar, içinde yaşadıkları toplumda öğrenmişlerdir. Başları dara düşen israiloğulları bu birikimlerini doğru kullanan Talut komutasında örgütlenerek düşmana karşı çıkmışlar ve Davud ordu içinde büyük bir başarı göstererek düşman ordusu komutanı olan Calut'u öldürmüştür.
Bu kıssayı günümüze bakan bir mesaj olarak okumak gerekirse şunları söyleyebiliriz; başı dara düşen biz müslümanlar bu dardan kurtulmak için içimizden çıkartacağımız önderler ile zulma karşı koymaya çalıştığımız takdirde başarıya ulaşmayı düşünmekten başka bir çaremiz yoktur. Böyle insanların çıkması için toplumun o insanların çıkmasını gerektirecek olan büyük bir alt yapıya sahip olmaları gerekmektedirki o insanların toplum içinde sivrilsin.
Müslümanlar olarak ilk yapmamız gereken şey bunun şuuruna vakıf olmak gökten kimsenin inmesini beklemeden kendi işimizi kendimiz görmemiz gerektiği inancına sahip olmamız gerekmektedirki içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmanın ilk adımını atmış olalım. Ehli sünnet fırkasının ayrı , şia fırkasının ayrı bir mehdi beklentisi olduğu bir islam düşüncesinde böyle bir inancın silinmesi pek mümkün görülmediğinin farkındayız.
Toplumlar kendileri için gerekli olan bilgiyi üretmedikleri müddetçe başkalarının kölesi olmaya mahkum olup onların verdikleri kadarı ile yetinmek zorundadırlar. Hiç bir toplum başka bir topluma kendilerini acze düşürecek kadar sahip oldukları bilgiyi aktarmaz, aktardıkları bilgi kendilerini acze düşürmeyecek kadarı olup, o toplumun gözünü boyayacak bir şekilde bunu yaparak kendilerini o topluma doğru insanlar olarak lanse ederler.
Sömürgeciliğin boyut değiştirmiş hali olan bu duruma en fazla halkı müslüman olan toplumlar düşmüş olup kendi topraklarında çıkan madenleri hammadde olarak satıp büyük paralar elde ederek onları zevkü sefalar içinde harcarken müstekbir batı medeniyeti o ham maddeyi işleyerek büyük bir teknolojik hamle elde etmiş ve biz müslümanları celladına aşık mahkumlar haline getirmiştir.
Bu durumdan kurtulmak için önce içinde bulunduğumuz halin ne kadar aşağılayıcı bir bir durum olduğunun şuuruna vakıf olunması ve bu durumdan kurutulmak için çareler üretilmesinin şart olduğunun düşünülmeye başlanması gerekmektedir. Bu düşünce içinde olan islam toplumu kurutluş için çareler aramaya başlayacak olup süreç içinde bu yoldan dönmediği müddetçe sünnetullah gereği olarak başarıya kavuşacaklardır .
Bu dönüşüm sadece 3-5 satır içinde ifade edilerek hemen olacak bir şey asla değildir. Müstekbirler bu uyanışları kesmek için ellerinden geleni yaptıklarının bilinmesi ve her türlü oyuna karşı uyanık olunması gerekmektedir. Özellikle müslümanların başlarına geçirdikleri yönetici tabakası bu uyanışı engellemek için müstekbirlerin elinde oyuncak olan insanlardan oluşmuş olması işin ne kadar vahim boyutlara ulaşmış olduğunu görmek açısından ibret vericidir. Bir insan düşününki o ülkeden çıkmış o ülkenin ekmeğini yemiş ve o ülkeye yönetici olmuş , ve o ülkenin menfaatlerini değil düşmanların menfaatlerini korumak amaçlı bir yönetim sergilemektedir , bunun adı ihanet değilde nedir?. Böyle kurulmuş olan kumpaslar içinde yaşayan biz müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur. Azıcık kendisinin mesuliyetinin farkına varıp etrafında dönen olaylardan biraz haberdar olan insanlar bunun farkındadırlar.
Dünün hazırcı israiloğulların yerini bugün müslümanlar doldurmuş olup, dünkü israiloğulları bu işin hazır beklemek ile olmadığının şuuruna vakıf olmuşlar düşmanları olan biz müslümanları güç ile dize getireceklerine inanarak bunun gereklerini yerine getirmek için amansız bir çaba sarfederek neticede başarılı olmuşlardır. Biz müslümanlar ise gelecek olan mehdiyi bekleyerek gelecekte olacak olan düzmece bir savaşı bekleyerek ağaçların dahi arkasındaki yahudiyi bize haber vererek öldürmemizi sağlayacağı masalları ile avunur olmuşuz.
Sonuç olarak ; toplumlardaki tembelliğin dini inanç haline getirilmiş şekli olan kurtarıcı mehdi beklentisi islam düşüncesi içinde öyle kemikleşmiş bir yere sahip olmuşturki böyle bir inanca sahip olan değil olmayan kafir bellenir olmuştur. Allah cc koyduğu kural gereği hiç bir zaman gökten kurtarıcılar indirmemiş olup , ne bugün ne yarın böyle bir kurtarıcı göndermeyecektir. Oyunun kuralı kendi işini kendin görmek olduğunun bilincine önce vakıf olunması , sonra bu bilincin geliştirilerek gerekli olan bütün bir alt yapı sistemi kurulmadığı müddetçe içinde bulunduğumuz zelil durumdan çıkmak asla mümkün değildir. Olayın daha kafalarda bile yer etmediğini düşüncek olursak işimizin ne kadar zor olduğu ortada olup bizlerinde bu zor duruma karşı pes edip bizleri bötle bir sahip kılacak mehdi beklentisine düşmeden hepimizin elini taşın altına koyması "ben neyimki" psikolojisinden kurtulup ateşe su taşıyan karınca misali "safım belli olsun " düşüncesi içinde olarak adım atmış olalım. Kısacası mehdi beklemek kur'andan ilham almış kafaların yaşayacağı bir olgu asla olmayıp tembel ve kur'anı hayat rehberi görmeyen kafaların yaşadığı ütopik bir durumdur.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)