ayetinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayetinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2017 Çarşamba

Bakara s. 30. Ayetinde Melekler İle Allah Arasında Geçen Konuşmanın Enbiya s. 27. Ayeti Açısından Değerlendirilmesi

Kur'an'ın 7 ayrı suresinde anlatılan Adem ve İblis kıssasının Bakara s. içinde geçen bölümünün 30. ayetinde Allah (c.c) ile melekler arasında şöyle bir konuşma geçmektedir;

[002.030] Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde bir halife kılacağım» demişti; melekler, «Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; Allah «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi.

Bu kıssa tefsirlerde yaşanmış bir kıssa olarak yorumlanmaya çalışıldığı için, bu ayette geçen konuşma da,  gerçek bir konuşma olarak anlaşılmış, bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar, bu düşünce üzerinden yapılmaya çalışılmıştır. Fakat bu kıssa ile ilgili ortaya çıkan sorulara verilmeye çalışılan cevaplar, kıssanın yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi üzerinden verilmeye çalışıldığı için, verilen cevapların tatmin edicilikten uzak ve beraberinde başka soruları getirdiğini de görmekteyiz.

Enbiya s. 27. ayetini okuyan dikkatli bir Kur'an okuyucusu, bu ayette melekler ile ilgili olarak verilen bilgi ile Bakara s. 30. ayetinde geçen konuşmayı değerlendirdiğinde bu iki ayet arasında bir müşkül durum olduğunu görecek ve bu müşkilata nasıl bir çözüm bulunabileceğini araştıracaktır. Kur'an'da çelişki arayan zehir hafiyelerin dikkatini çekecek olduğunda ise, mal bulmuş mağribi misali Kur'an'da çelişki !! olduğuna dair bir delil olarak gösterilmeye çalışılacaktır.

[021.027] Onun sözünün önüne geçmezler hep onun emriyle hareket ederler.

Enbiya s. 26. ayetinde İbadun Mükremune olarak tanımlanan melekler, 27. ayette Allah (c.c) nin sözünün üzerine bir söz getirmedikleri, o ne emrederse o emir doğrultusunda hareket ettikleri bildirilmektedir. 

Bu ayeti okuyan Adem ve İblis kıssasının birebir yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünen bir kimse, Bakara s. 30. ayetinde Allah (c.c) nin "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" sözüne karşı melekler tarafından "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" şeklinde söylenen söz ile arasında bir bağ kuramayacak, ve kafasında meleklerin, nasıl oluyor da bu ayete aykırı olarak Allah'a itiraz edebildiklerinin cevabını arayacaktır.

Adem ve İblis kıssasının yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünen bir kimse Enbiya s. 27. ayeti mucibince Bakara s. 30. ayetinde Allah (c.c) tarafından "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" söylenen söze karşılık meleklerin itiraz etmek yerine " Sen her şeyin en iyisini bilirsin senin sözünün üzerine söz söylemek bize yaraşmaz" demelerinin gerektiğini düşünecektir. Halbuki melekler böyle demek yerine, Allah'a itiraz etmektedirler.

Kıssanın yaşanmış bir kıssa olarak görülmesi sonucunda ortaya çıkan müşkülatlardan bir tanesi de bu dur.

Adem ve İblis kıssasının yaşanmış bir kıssa olarak görmek yerine temsili bir kıssa olduğunu düşünmek ve kıssayı bu düşünce üzerinden okumaya çalışmak, bu kıssa ile ilgili ortaya çıkan bazı gereksiz soruların sorulmamasını da beraberinde getirecektir. Temsili kıssalar da öne çıkan asıl nokta, o kıssanın yaşanıp yaşanmadığı değil, o kıssa üzerinden verilmeye çalışılan mesaj olmalıdır. 

Bu kıssanın gerçek olarak yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünmek, işte böyle bir müşkülata yol açmakta, ortaya çıkan bu müşkülatın çözümü ise, kıssayı yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssa olarak okumakla çözüleceğini düşünmekteyiz. Temsili kıssalarda öne çıkan husus, kıssada adı geçen kişiler değil, o kişiler üzerinden verilmek istenen mesajdır. Adem ve İblis kıssası böyle bir düşünce içinde okunduğunda, Bakara s. 30. ayetinde geçen meleklerin itirazının Enbiya s. 27. ayeti ile arasından herhangi bir sorun teşkil etmediği de anlaşılacaktır. 

Çünkü kıssada asıl nokta muhataba mesaj vermek olup, bu mesaj ise edebi bir anlatım üslubu olan temsili anlatım şeklinde verilmektedir. Kıssanın temsili bir anlatım üslubu dahilinde okunması, bu gibi müşkülat arz eden durumların da ortaya çıkmasını önleyecektir. 

Adem ve İblis kıssasının temsili olduğunu iddia etmek, kıssayı inkar etmek anlamına gelmemektedir. Kıssayı okuyan kimse o kıssanın yaşanıp yaşanmadığı üzerinde değil, o kıssa üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenilmiş olabileceğini düşünerek okuduğunda, bu kıssa ile ilgili olarak daha net bilgi sahibi olacaktır. 

Enbiya s. 27. ayeti ile Bakara s. 30. ayeti arasındaki müşkül durum, bu kıssanın temsili bir kıssa olarak okunmasını gerektirdiğine dair olan düşünceye bir delil olduğunu düşünmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


30 Nisan 2017 Pazar

Araf s. 157. Ayetinde Geçen Bazı Kelimelerin Çevirileri Üzerine

Kur'an'ı Türkçeye çevrilmiş meallerinden okuyanların karşılarına çıkan sorunlardan bir tanesi, ayetin yapılmış olan çevirisinde okuyucuların zihninde bir takım soruların oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Bu soruların oluşmasına sebep olan noktalardan bir tanesi, çevirinin hatalı olmamasına karşın, düzgün bir ifade ile yapılmamış olmasıdır. Bu iddiamıza örnek olarak verebileceğimiz bir ayet, Araf suresi 157. ayetidir. 

Elleżîne yettebi’ûne-rrasûle-nnebiyye-l-ummiyye-lleżî yecidûnehu mektûben ‘indehum fî-ttevrâti vel-incîli ye/muruhum bilma’rûfi veyenhâhum ‘ani-lmunkeri veyuhillu lehumu-ttayyibâti veyuharrimu ‘aleyhimu-lḣabâ-iśe veyeda’u ‘anhum israhum vel-aġlâle-lletî kânet ‘aleyhim felleżîne âmenû bihi ve’azzerûhu venasarûhu vettebe’û-nnûra-lleżî unzile me’ahu ulâ-ike humu-lmuflihûn(e)

Bu ayetin Türkçe çevirileri genel olarak şöyle yapılmaktadır.

Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Resul Nebiye uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte indirilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. 

Bu ayetin içindeki Ünzile meahu ibaresi, genellikle Onunla birlikte indirilen  şeklinde çevrilmektedir. Böyle bir çevirinin hatalı çeviri olduğu iddiasında olmamakla birlikte, anlam açısından bazı eksiklikler olduğunu, ve zihinde bazı soruların oluşmasına sebep olabileceğini söyleyebiliriz şöyle ki; 

Onunla birlikte indirilen demek, Kur'an ile birlikte indirilen demek olup, böyle bir çeviri, Muhammed (a.s) ve Kur'an'ın birlikte indirilmiş olduğunu ifade etmektedir. Hiç bir meal yapıcısı, Muhammed (a.s) ın Kur'an ile birlikte indirildiğini iddia ederek elbette böyle bir çeviri yapmaz, fakat bu şekilde bir çeviri, Türkçeyi doğru kullanamamaktan kaynaklanan bir anlamın oluşmasına sebep olmaktadır. Bundan dolayı bu ibarenin daha anlaşılır bir şekilde çevrilmesi gereğinin hasıl olduğunu düşünmekteyiz.

Vettebeu-nnure-llezi ünzile meahu ibaresi, Onun beraberindeki indirilen nur'a tabi olanlar şeklinde çevrildiği zaman, daha anlaşılı bir çeviri yapılmış olacağını düşünmekteyiz. 

Ayrıca aynı ayet içindeki El Ümmiyye kelimesinin, Okuma yazma bilmeyen olarak çevirisinin yapılmış olduğunu bazı meallerde rastlamaktayız. Bu kelimenin böyle bir anlam verilerek çevrilmesinin Kur'an bütünlüğüne uygun bir çeviri olmadığını söyleyebiliriz. Muhammed (a.s) okuma yazma bilmediğine katılmakla birlikte, bu kelimenin burada bunu anlattığını söylemek zordur. 

Bu kelime, Daha önce vahiy ve elçi ile muhatap olmayan Araplara verilen bir isimdir. Bu kelimenin belirlilik (El) takısı ile geçtiği,  Araf s. 158, Al-i İmran s. 20, 75, Cuma s. 2. ayetlerine baktığımızda bu anlamda kullanıldığı görülecektir. 

Konu etmeye çalıştığımız kelimeler belki önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilir. Fakat Kur'an çevirisi yapanların bu türden küçük ayrıntılara dikkat etmeleri gerektiğini düşünmekteyiz. Yapılan bir ayet çevirisinin herhangi bir soru işareti oluşturmaya sebep olacak şekilde yapılmaması, çevirilerin sıhhati için önemli bir noktadır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

12 Aralık 2016 Pazartesi

Hicr s. 87. Ayetinde Geçen Seb'ul - Mesani Terimi Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

                                                      وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ

                        [015.087]  Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve yüce Kur'an'ı verdik.

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" deyiminden kast edilenin, Fatiha suresi olduğu yönünde görüşler ağırlıkta olup , bu anlam bazı meallerde dahi o şekilde geçmektedir. Bu terim ile kast edilen şeyin Fatiha suresi olduğu, sadece müfessirlerin yorumu olup , tefsirlerde bu terim hakkında farklı yorumlarında olduğu bilinmektedir. 

Fakat ağırlıklı olarak tercih edilen görüş, bu terimin Fatiha suresini işaret ettiği yönündedir. Biz "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu yönünde yapılan yorumlara yanlış olduğu gerekçesi itiraz etmemekle birlikte , bu yorumu meallere aksettirmenin yanlış olduğunu , bu deyimin mealini koymak yerine , yorum olarak "Fatiha suresini verdik" şeklinde yapılan meallere itirazımız olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Hicr suresinin Mekke'de nazil olduğu herkesçe malumdur. Mekki surelerin özelliklerinden bir tanesi , müşriklerin baskı ve zulmüne karşı, Muhammed (a.s) ve ona iman  edenlere moral desteği veren ayetlerin içinde barındırmış olmasıdır. Mekke müşrikleri Allah ve elçisine kafa tutma yetkisini ve gücünü , elinde bulundurdukları siyasi ve ekonomik servetten kaynaklanan öz güvenlerinden almakta olduğu malumdur .  Onların bu şımarıklığına dikkat çeken bir çok ayet , müşriklerin mal ve evlat çokluğuna olan güvenlerinin, hesap günü para etmeyeceğini bildirmektedir. 

 [023.055-6]  Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[068.010-6] Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz olana. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda «Bu eski insanların masalları!» diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.

Allah (c.c) elçisine verdiklerinin onların yanında olanlardan daha hayırlı ve daha değerli olduğunu beyan ederek , onların göz kamaştırıcı zenginliklerine tamah etmemesini emretmektedir. 

[020.131]  Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerinin de bu bağlamda okunması ve anlaşılması gereken ayetler olduğunu söyleyebiliriz. 

[015.087] Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur'an'ı verdik.
[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Allah (c.c) elçisine verdiği şeyin değerine dikkat çekerek , başkalarının elinde olan şeylerin, onun elindeki olan ile kıyaslanamayacak kadar değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Bu noktada 87. ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin ne olduğu ile ilgili yorumlar ortaya çıkmaktadır. 

Tefsirlerin bir çoğunda bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu olduğu yönünde yorumlara rastlamakla birlikte , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi , Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlara da rastlamak mümkündür. Hicr suresinin Mekke'de nazil olması ve yedi uzun surenin içinde Medine'de nazil olan surelerinde bulunması nedeniyle , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlarının, isabetli olduğunu söylemek zordur. Ayet içinde Kur'an'ın kendisinden zaten bahsedilmiş olması , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi olduğu yorumlarının da isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.  

Fatiha suresinin zaten Kur'an içinde bir sure olduğunu hesaba kattığımız da , bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olması da pek mümkün görünmemektedir. Fakat bu itirazımıza Ahzap s. 7. ve Bakara s. 98. ayetlerinde, hem bütünden bahsedilmesi ve aynı zamanda bütün içindeki bir cüzden bahsedilmiş olması delil olarak sunularak , Hicr s. 87. ayetinde hem bütün olarak Kur'an'dan, hem de cüz olarak Kur'an içinde bir sureden bahsedilmiş olabileceği yönünde cevap gelebilir. 

Sözü fazla uzatmadan , Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul-Mesani" terimi hakkındaki düşüncelerimize geçmek istiyoruz.

"Seb'un" ; Altı dan bir sonraki , sekiz den bir önce sayıya verilen ad olmakla birlikte , güç ve kuvvet anlamına sahip olması bakımından yırtıcı hayvanlara verilen bir isimdir (Maide s. 3). Bu anlamdan hareketle "Seb'ul" kelimesine "güç kuvvet" anlamı da vermek mümkündür. Ayrıca bu sayının çokluğu ifade etmesi bakımından Kur'an içinde kullanımları bulunmaktadır.

"Mesna" ; Bükülmek , kıvrılmak , katlanmak ve tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya başka bir şey eklemekle takviye edilen herhangi bir şeye verilen isimdir.


Muhammed (a.s), tarih boyunca tekrarlanan resuller halkasının sonuncusu olmakla bu halkaya eklenen bir kişi , bu halkanın tekrar edilen bir kişisi , ve Tevhit inancını takviye etmekle görevli bir elçi olduğu konusunda bütün Müslümanlar fikir birliği içindedirler.

Mesani kelimesine, elçiler zincirinin tarih boyunca tekrarlanan bir ferdi olması nedeniyle Muhammed (a.s) a verilmiş olan elçilik görevi anlamını vermek mümkündür. 

Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul - Mesani" terimine "Elçilik Gücü" anlamı vermek mümkündür ve bu anlamı kullanarak bu ayete şöyle bir anlam verebiliriz. 

And olsun sana elçilikten bir gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Böyle bir anlam, 88. ayetteki müşriklerin elinde bulundurdukları güce neden meyletmemesi gerektiğine dair olan emrin gerekçesinin, 87. ayette anlatılmış olduğunu da gösterecektir.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerini birlikte okuduğumuz zaman Muhammed (a.s) a şöyle bir emrin verilmiş olduğunu anlayabiliriz ;

Ey Muhammed , sakın o müşriklerin elinde bulunan güç servete gözünü dikme , onların elinde bulunan güç ve servet senin gözünü korkutmasın. Biz sana onların elinde bulunandan daha değerli olan elçilik gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

Mesani kelimesi "Kitaben Müteşabihen Mesaniye" şeklinde (Tekrarlanan benzer kitap) Zümer s. 23. ayetinde de geçmektedir. Buradaki Mesani kelimesini yine önceki kitaplar ile alaka kurarak , Kur'an'ın önceki kitapların tekrarlanan bir benzeri olduğunun ifade edildiğini anlamak mümkündür.

Sonuç olarak : Hicr suresi 87. ayetinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin , ağırlıklı görüş olarak Fatiha suresi olduğu herkesçe malumdur. Bu yoruma katılmamakla birlikte "Kesin yanlıştır" şeklinde bir iddia ile katılmadığımız yorumları mahkum etmeye hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Yoruma açık bir ayet olduğu , tefsirlerde bu ayet içinde geçen terim ile ilgili farklı yorumların yapılmış olduğundan anlaşılabilir.

Bu terim ile kast edilen anlamın Fatiha suresi değil , Muhammed (a.s) a verilmiş olan ve tarih boyunca tekrarlanan elçilik görevi olduğunu düşünmekteyiz. Bizim düşüncemiz bu terimin diğer yorumları gibi bir yorum olup , kesin doğru olduğunu iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Kasım 2016 Pazar

Enfal s. 48. Ayetinde Müşrikleri Savaşmaya Teşvik Eden Şeytan Kim ?

Şeytan , insanları kıyamete kadar yanlışa sevk ederek onların ayaklarının cennetten kaymasına sebep olacak her türlü sapmanın ve saptırıcının sembol isim olarak Kur'an'da yerini almış önemli bir kavramdır. Bir çok ayet , Şeytan'ın bize düşman olduğunu , ondan sakınmamız gerektiğini öğütlemekte, ona uyanların akıbetinin ise cehennem olduğunu haber vermektedir. 

Şeytan kavramı ilk olarak Adem kıssasında karşımıza çıkmakta, ve bu kavram "İblis" adında temsili bir şahsiyet üzerinden canlandırılarak , Adem'in şahsında tüm insanlara nasıl zarar vereceği, görsel bir anlatım yolu ile bizlere, çeşitli surelerdeki ayetlerde gösterilmektedir. 

[015.039]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Kur'an'da gördüğümüz tüm müşrik ve kafir karakterleri , Şeytan tarafından azdırılmanın yaşanan hayatlar da nasıl gerçekleştiğine dair verilen canlı örneklerdir. Bizler o karakterlerin yaptıkları üzerinden cehennemin yolunu öğrenerek , bu yola girmemeyi öğrenmekteyiz.

[004.120]  Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

[007.016-7] «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»

[020.120] [ Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Bedir savaşı bilindiği üzere Medine de, Müslümanlar ve Mekke müşrikleri arasında geçen bir savaştır. Bu savaş sadece belirli bir zaman ve mekanda yapılmış kahramanlık destanı olarak değil , Allah (c.c) nin yer yüzüne koyduğu toplumsal yasaların nasıl işlediğine dair bilgiler de içermektedir. Müslümanların karşısındaki müşrik ordusunun hangi saikle Müslümanlara saldırdığı , Enfal s. 48. ayetinde anlatılmaktadır.

Şeytan bu savaşta Müslümanların karşısındaki ordunun , Müslümanlara saldırmasını onlara güzel göstermek sureti ile onların bozguna uğramasına sebep olmakta , onun gerçek bir dost olmadığı, bizlere bu şekilde anlatılmaktadır.


[008.048] Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, «Bu gün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: «Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah'dan korkarım. Ayrıca Allah'ın azabı çok çetindir.»

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında , ayet içinde zikri geçen Şeytan'ın, müşrik ordusu içinde olan Süraka Bin Malik adlı kişi olduğu , İblis'in onun kılığına girerek bu sözleri söylediğine dair yorumları görmekteyiz. Adı geçen kişinin müşrikleri savaşa teşvik ettiği yönündeki rivayetler de doğruluk payı olması muhtemeldir. Ancak ayette bahsedilen Şeytan ile bu kişinin kast edildiği yorumlarına, ve İblis'in bu kişinin kılığına girdiği düşüncelerine katılmadığımızı ifade etmek istiyoruz. 

Bizim düşüncemiz , ayetin belirli bir kişiden bahsetmediği yönünde olup , belirli bir kişiden bahsedildiği yönündeki düşüncelerle bu ayeti yorumlamanın , Şeytan kavramının evrensel bir kavram olmasına ve Kur'an bütünlüğüne gölge düşüreceği yönündedir. 

[007.014-15] Bana, (insanların)  dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Buyurdu ki: Sen mühlet verilmişlerdensin.

[015.036]  Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

[038.079] Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.»

Şeytana kıyamete kadar müsaade edilmiş olması , bu kavramın insan ile iç içe bir kavram olmasından dolayıdır. İnsanlar hayatta olduğu süre içinde onların yapmış olduğu bir takım kötülükler mutlaka olacak , ve bu kötülükler "Şeytan" kavramı ile sembolize edilerek , yaptığı kötülüğün onu nereye götürdüğünü bilecektir. 

Kur'an, "Şeytan" adı ile ontolojik mahiyeti olan bir varlığı göstermek yerine , onu kavramlaştırarak evrensel sembol haline getirmiştir. Bu kavramın sembol haline getirilerek anlatılması, muhatapların kendilerine verilmek istenen mesajı daha kolay anlamasına yöneliktir.  

Enfal s. 48. ayetinde geçen Şeytan'ın belirli bir kişi olarak değil , bu kavram ile ilgili ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek yorumlanması gerektiğini düşünmekteyiz.

Şeytan ile ilgili ayetlerin önemli noktası , onun insana kötülükleri süslediği ve güzel gösterdiği , onlara cazip gelecek şeyler fısıldadığı , insana istediğini yaptırdıktan sonra onu terk ederek onu yarı yolda bırakarak gerçek bir dost olmadığı yönündedir. 

[059.016] Şeytanın durumu gibi; hani o, insana; küfret, deyip de küfredince; doğrusu ben senden uzağım, çünkü ben; alemlerin Rabbı Allah'tan korkarım, demişti.

Enfal s. 48. ayeti ile Haşr s. 16. ayeti birlikte okunduğunda , Şeytan'ın insana istediğini yaptırdıktan sonra onu nasıl yalnız bıraktığı , gerçek bir dost'ta olması gereken en önemli haslet olan , iyi günde de kötü günde de yanında olma erdemini göstermediği yönünde bizlere bilgi verilerek , hesap gününde ona uyanlara karşı nasıl davranacağı, İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır. 

[014.022]  İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir gücüm yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

[016.099-100]  Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.

Enfal s. 48 ve Haşr s. 16. ayetlerinde verilmek istenilen mesaj görsel bir anlatım tarzı şeklinde bizlere sunulmaktadır. Bir insanın dost olarak bildiği kimse , onu hiç bir zaman yanlış bir yola sevk etmez . Eğer bir kimse arkadaşını yarı yolda bırakıyor ve onu satıyor ise , o kimse asla gerçek bir dost olamaz. 

Bu gerçek üzerinden Şeytan'ın insana asla dost olmadığı , kendisini dost edinenleri yarı yolda bıraktığı , insanın dosta ihtiyacı olduğu günde ise onu yapayalnız nasıl bırakacağı İbrahim s. 22. ayetinde anlatılmaktadır.

[020.120] Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»

Şeytan'ın Adem kıssasında ontolojik mahiyeti olan İblis adında bir varlık olarak tasvir edilmiş olması ve cennetten onu çıkarmasına vesile olan sözleri söylerken karşısına gözle görünür bir kimse gibi çıktığının anlatılması , olayın görsel bir hale sokularak anlatılmasının sonucudur. 

Şeytan Adem'in karşısına gözle görünür bir kimse olarak değil , Adem'in yasaklanan ağaca yaklaşmak için kendisine haklı bir gerekçe sunmasının, içinden geçirdiklerinin bir ifadesi olarak, Şeytan'ın ağzından çıkan sözler şeklinde bizlere sunulmaktadır. Yani her insan aslında kendisinin Şeytanı olup , "Vesvese"  kelimesi ile ifade edilen akla gelen kötü düşünceler , temsili bir olay üzerinden bizlere aktarılmaktadır. 

Enfal s. 48. ayetinde anlatılan olay , müşrik ordusunun tamamının içinden geçen vesvesenin , Şeytan üzerinden dile getirilmiş bir ifadesidir. Olayın Adem kıssası ile benzerliğini kuracak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Müşrik ordusu , Müslüman ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu kendilerine vesvese yolu yani kötü düşünceler ile vermektedir. Müslüman ordusu ise müşrik ordusuna saldırmak için gerekli olan moral motivasyonu Allah (c.c) den almaktadır. Allah (c.c) nin Müslüman ordusunu Melek ile desteklemiş olmasının keyfiyeti, "Melek - Şeytan" zıtlığını düşündüğümüzde daha net ortaya çıkacaktır. 

Melek , insanın içine doğan iyi düşüncelerin kaynağı iken (Melek kavramını sadece bu anlamda düşünmediğimizi hatırlatmak isteriz), Şeytan , insanın içine doğan kötü düşüncelerin kaynağıdır. Melek kavramı iyilik ve güzelliği ifade ederken , Şeytan kavramı ise kötülük ve çirkinliği ifade etmektedir. 

Bedir savaşında karşılaşan iki ordudan Müslüman tarafın yardımcısı Allah ve Melekler olurken , Müşrik tarafın sözde yardımcısı Şeytandır. Müşrik tarafın sözde yardımcısı olan Şeytan, orduya değil yardım edebilmek , gerisin geri tabanları yağlayıp kaçtığı ifade edilerek onun gerçek bir dost olmadığı haber verilirken , Müslüman tarafın yardımcısı olan Allah ve Melekler , Müslüman ordusunun arkasında sonuna kadar durarak onların galip gelmesini sağlamışlardır. 

[017.064] «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.

Enfal s. 48. ayeti , Şeytan'ın gerçek hayat içinde , iman etmeyenler üzerinde nasıl bir işlevi olduğunu göstermektedir. İsra s. 64. ayeti , Şeytan'ın vaadinin insanları aldatmak üzerine olduğunu beyan ederken , Enfal s. 48. ayeti , bu vaadin insanları nasıl aldattığını , müşriklerin Bedir de uğradıkları bozgun üzerinden canlı bir örneğini vermektedir.

Sonuç olarak : Kur'an'ın rivayetler ile değil kendisi ile anlaşılması doğrultusunda bir çalışma örneğini , Enfal s. 48. ayette bahsedilen Şeytan'ın, rivayetlerde müşrik ordusundan bir kişi olduğu yönündeki yorumların , bu kavramın evrensel olarak anlaşılmasına mani olduğunu düşünmekteyiz. Halbuki bu kavram, tarihte yaşanmış bir olay üzerinden tüm zamanlarda meydana gelmesi muhtemel olan insanın ayağının cennetten nasıl kayabileceğini, Bedir de yaşanmış bir örnek üzerinden bizlere göstermektedir. 

Adem kıssasında temsili bir şahsiyet olarak gördüğümüz İblis'in , "Şeytan" olarak kavramsallaştırılmasından sonra , bu kavramın insanların hayatında  nasıl işlev gösterdiği , canlı örnekleri ile anlatılarak , ondan sakınma yolları gösterilmiştir. 

Bizler bu kavramın ontolojik mahiyetinin olup olmadığından çok , işlevi üzerinden anlama çalışmaları yaptığımız zaman , bu kavramın bizim hayatımızda nasıl yer bulduğu daha net anlaşılacak , ve korunma yolları aranacaktır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Hicr s. 9. Ayetinde Korunan Zikir, Hadisler ve Sünnet mi?

İslam düşüncesinde "Hadis" ve "Sünnet", aidiyeti Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillere verilen bir isimdir. Ancak bu söz ve fiillerin , İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusunda öne çıkan baskın görüş , bir çok problemi beraberinde getirmiştir. Özellikle hadislerin toplanmış olduğu kitaplara yüklenmiş olan misyon , bu kitapları Kur'ana denk tutma düşüncesi ile birlikte , Kur'anın dahi önüne geçirerek , dinde belirleyiciliği bu kitaplara havale etmiş, ve dinde çok başlılığın getirdiği düşünce ve inanç problemlerini ortaya çıkararak , büyük bir kaosa sebep olmuştur.

Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin Kur'ana denk tutulma düşüncesinin ihtiyacı olan desteğin bir kısmı uydurma rivayetler , diğer bir kısmı da bazı Kur'an ayetlerinin bu düşünce doğrultusunda tevil edilmesi sonucunda bulunmuş ve , Muhammed (a.s) ın söz ve davranışlarının "Vahiy" olduğu düşüncesi, öne sürülen deliller ile sağlam zannedilen fakat temelinde yalan , iftira ve tahrif yatan bir zemine oturtulmuştur. 

Böyle bir temel üzerine bina edilmiş bu görüşün delillerini, bazı yazılarımızda ele almaya çalışarak, ne kadar sağlam !! oldukları konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda , sünnet ve hadisin vahiy olduğu düşüncesine, Hicr s. 9. ayeti üzerinden getirilmek istenilen delili ele alarak, bu delilin ne kadar sağlam olduğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[015.009] Hiç şüphe yok ki o zikri, Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.

Hicr s. 9. ayetinde , Allah (c.c) "Ezzikr" adını verdiği Muhammed (a.s) a indirdiği şeyi (inenin ne olduğu konusunda şimdilik fikir serdetmeyerek bunu yazının sonuna saklayacağız) koruyacağını vaat etmektedir. 

"Ehli Hadis" fırkası mensuplarınca , Hicr s. 9. ayetindeki "EZZİKR" kelimesi ile ifade edilen şeyin KURAN DEĞİL , Kur'an dışında indiği iddia edilen HADİS ve SÜNNET olduğu ileri sürülerek , Hicr s. 9. ayetinin HADİS ve SÜNNETİN KORUNDUĞUNA dair bir delil olduğu iddiası dile getirilmektedir. 

Bu ayet içinde "Kur'an" kelimesi yerine "Ezzikr" kelimesinin geçmesi , ehli hadis fırkası tarafından Kur'an dışında inen ayrı bir şey olduğu düşüncesini kuvvetlendirdiği düşünülerek , "Allah (c.c) Hicr s. 9. ayetinde sünnet ve hadisi koruduğunu bildirmektedir" iddiasının dile getirilmesine sebep olmuştur. 

Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmadığı iddiası , Kur'an bütünlüğü gözetilmeden ön yargılı bir biçimde , "Kur'an olsaydı Allah Kur'an derdi kardeşim , Allah kelime eksikliğimi çekiyor? ,  Zikr kelimesini kullandığına göre demek ki Kur'an değil başka bir şeymiş" denilerek neredeyse gözleri yaşartan !! bilimsel bir tespit ile, İslam dünyasına büyük bir buluş gibi sunulmaktadır.

"Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmayıp "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin ortaya atılmasına sebep olan şey nedir?. 

Bunun öğrenilmesi için , önce Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin "Vahiy" olduğu düşüncesine sahip olanların , bu düşüncelerini meşru bir zemine oturtma çalışmaları dahilinde yaptıkları , yalan , iftira ve tahrif hareketleri dikkate alınmalıdır.

Kur'anın bazı ayetlerinde "Allah sana Kitabı ve HİKMETi indirmiştir" şeklindeki ifadeden , Muhammed (a.s) a inen şeyin sadece Kur'an olmadığı , Kur'an ile birlikte "HİKMET" adında başka bir şeyin daha inmiş olduğu sonucuna varılmış , ve neticede hadis ve sünnetin vahiy olması gerektiğini düşünerek , bu düşüncelerine Kur'andan kılıf uydurmak isteyenlerce gerekli delil bulunmuş !! , "Hikmet" kelimesinin Kur'an ile birlikte inen "Hadis ve Sünnet" i kapsadığı sonucuna varılmıştır. 

Artık bundan sonra , Allah (c.c) nin indirdiğini beyan ettiği ve Kur'an harici kelime ile ifade edilen şeyin adının "Hadis ve Sünnet" olarak anlaşılması gerektiği düşüncesi ortaya atılmıştır. Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "Ezzikr" kelimesinin , Kur'an harici inen bir şeyi kapsadığı düşüncesi ortaya atılarak , aynı ayet içinde geçen , "Zikrin korunduğu" ifadesinden destek alınarak , "Zikr hadis ve sünnettir , bunlarda demek ki Allah tarafından korunmuştur" iddiası ortaya atılarak , rivayet kitaplarının ihtiyacı olan "Dokunulmazlık" ve "Sorgulanamazlık" kılıfı bu yolla kitaplara giydirilmiş, ve hala giydirilen kılıfın bu kitaplar üzerinden çıkarılmaması için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an içinde geçen "Hikmet" kelimesi ile ilgili olarak, bundan önce müstakil yazılarımız olduğu için , bu konuyu burada açmadan , isteyenlerin bu konudaki düşüncelerimizi öğrenme amacı ile yazıların linklerini veriyoruz. 
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/hikmet-kurandan-ayr-olarak-inen-bir.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/11/kitap-ve-hikmet-uzerine-kuranda-bir.html

Kur'anı ön yargıların kabul ettirilmesine dayalı bir okuma yönteminin , yanlıştan öte bir durum olduğunu ,ve  bu yöntem ile okunan ayetlerden varılan sonucun Kur'anın anlamının tahrif edilmesi demek olduğunu , bundan önceki yazılarımızda da dile getirerek , böyle bir yöntemin asla tercih edilmemesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştık.

"Ezzikr" kelimesi , Kur'anda pek çok yerde geçen bir kelime olup , bu geçişlerinden bir tanesi de Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği şeyin ismi olarak geçmektedir. Allah (c.c) nin indirdiği şeyin ne olduğunu özellikle belirtmeyerek, bu inenin ne olabileceği, bu kelimenin inmiş olan bir şey ile alakalı olan vereceğimiz ayetlerinde görülecektir.

Ayetleri vermeden önce, bir an için, "Ehli Hadis" düşüncesi tarafından savunulan , Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin, "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin doğru olduğunu var sayarak , vereceğimiz ayetlere bu fırka mensuplarınca "Ezzikr" kelimesine verilen anlamı parantez açarak içine (Hadis ve Sünnet) şeklinde bir ilave yapalım, ve ehli hadis tarafından ortaya atılan sünnet ve hadisin korunmuşluğu iddiasının nasıl bir faciaya yol açtığına bir bakalım.

Aşağıya , Kur'an içinde geçen ve Allah (c.c) den inen bir şeyi ifade eden "Ezzikr" kelimesinin geçtiği ayetleri alarak, ve bu kelimeye "Ehli Hadis" fırkasının verdiği Hadis ve Sünnet anlamını vererek , ortaya atılan iddianın nasıl bir iddia olduğunu görelim.

[015.006]  Dediler ki: Ey kendisine zikir (HADİS ve SÜNNET) indirilen kişi; sen, mutlaka delisin.
[036.011] Sen ancak zikre (HADİSE ve SÜNNETE) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
[043.005] Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (HADİS ve SÜNNETİ) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?
[068.051] O küfretmekte olanlar, zikri (HADİS ve SÜNNETİ) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle yıkıp-devireceklerdi. «O, gerçekten bir delidir» diyorlar.
[016.043-44]  Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir (HADİS ve SÜNNET) ehlinesorun.Kitablar ve apaçık delillerle. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu zikri(HADİS ve SÜNNETİ) indirdik. Belki düşünürler.
[021.007]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu halde zikir (HADİS ve SÜNNET)ehline sorun.
[021.105]  Andolsun ki; Zikir (HADİS ve SÜNNET) ten sonra Zebur'da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak salih kullarım varis olur.
[025.029]  «Çünkü o, gerçekten bana gelmiş bulunduktan sonra beni zikir(HADİS ve SÜNNET)den  saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız' bırakandır.»
[038.001] Sad, zikir (HADİS ve SÜNNET) sahibi, Kur'an'a and olsun ki.
[038.008]  Zikir (HADİS ve SÜNNET) aramızdan ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar zikrimden şüphededirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmamışlardı.
[054.025]  «Zikir (HADİS ve SÜNNET), aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir» .
[003.058] Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr (HADİS ve SÜNNET)den okuyoruz.

Yukarıda verdiğimiz ayetler , Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "EZZİKR" kelimesinin, Kur'anın diğer ayetlerindeki geçtiği yerlere , ehli hadis fırkasının iddiasının bir an için doğru olduğunu kabul ederek açtığımız parantez sonucu onların bu kelimeye verdiği, (Hadis ve Sünnet) şeklinde anlamın, diğer ayetlerde nasıl bir faciaya dönüştüğünü göstermektedir.  

Hicr s. 9. ayetini , sadece 6. ayetten gelen bağlamını gözeterek ÖN YARGISIZ bir biçimde okumak dahi , bu kelimenin ifade ettiği anlamın KUR'AN olduğunu bizlere göstermektedir.

"Biz diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesinin hadis ve sünnet olduğu iddiasında değiliz , iddiamız sadece Hicr s. 9. ayeti içinde geçen kelime ile sınırlıdır" şeklinde bir iddia ortaya atılacak olursa , bu iddiaya karşı cevabımız şu dur ;

Bu kitap kimsenin ön yargılarını kabul ettirmek için istediği gibi okuyabileceği bir kitap değildir. Bu kitabın içinde geçen kelimeler , birbiri ile uyumlu ve çelişki arz etmeyen bir yapıya sahiptir. Siz böyle bir okuma ile , Allah (c.c) yi bir yerde başka , bir yerde başka diyen bir kimse durumuna düşürerek , çelişkili bir kitap indirmiş olduğunu fiilen iddia etmektesiniz. 

Kur'andaki bir kelime , kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olup, o kelimeye verdiğiniz bir anlamın , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde de aynı anlama sahip olması gerekmektedir. Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesine verdiğiniz "Hadis ve Sünnet" anlamının , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde aynı anlamı koyduğumuz zaman ortaya çıkan durumu gözleriniz ile gördüğünüzde acaba verdiğiniz bu anlam, içinize sinecek ve vicdanınızı rahatlatacak mı ?.

Kur'an içinde geçen "Ezzikr" (Hatırlatma) kelimesi , Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği vahyin ortak bir adı olup , bu ortaklığı 21.7-105 / 16. 43 / gibi ayetlerde , Kur'andan önce inen bir kitap olan "Tevrat" için kullanılmaktadır. Diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesi , Muhammed (a.s) a inen şeyin adı olan KUR'AN için kullanılmakta olup , bu kelimenin Kur'an harici inen bir şeyi ifade ettiğini iddia etmek , kitabın anlamını rivayet kitaplarını kutsamak uğruna tahrif etmeye çalışmaktan başka bir şey olamaz. 

Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) a Kur'an haricinde başka şeyler indirdiği , ve bu inen şeyin "Hadis ve Sünnet" olduğu iddia edilerek , elimizde olan rivayet kitaplarındaki muhteviyatın "Vahiy" olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) ve elçisine karşı yapılan büyük bir iftiradır. Kul mahsulü olan rivayet kitaplarını kutsamak adına yapılan bu düşüncenin adı "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir.


Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olacağı yönünde ortaya atılan farklı düşüncelerden birisi olan , bu söz ve fillerin "Vahiy" olduğu düşüncesi , uydurma rivayetler ve Kur'an ayetlerinin "Anlam Tahrifi" yolu ile tevil edilmesi sonucunda meşruiyet kazandırılması yoluna gidilmeye çalışıldığı malumdur.

Hicr s. 9. ayetinde geçen zikrin korunduğunun ifade edilmesinden kast edilen anlamın , bu kelime ile ifade edilen şeyin Kur'an değil , Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiiller olduğu , dolayısı ile hadis ve sünnetin korunmuş olduğunun ayet ile sabit !! olduğu iddia edilerek , kul mahsulü olan kitaplar içindeki sözler Kur'an ile aynı dereceye getirilmiştir.

Kur'an, kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğu için , kalbinde hastalık bulunanlar tarafından yapılmak istenilen her türlü tahrif hareketleri yine kitabın kendisi tarafından bu kimselerin suratlarına bir şamar olarak dönmektedir. 

"Ezzikr" kelimesinin Hicr s. 9. ayetinde "Hadis ve Sünnet" i ifade ettiği iddiası , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlere "Hadis ve Sünnet" kelimelerini oturttuğumuz zaman tahrifin boyutlarının şiddetinin ulaştığı boyutu gözler önüne serdiğimizde söylenecek fazla bir şey bırakmamaktadır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , KİTABINI ÖN YARGILAR İLE OKUYARAK ANLAMINI, RİVAYET KİTAPLARINI KUTSAMAK ADINA TAHRİF ETMEKTEN ÇEKİNMEYEN KULLARININ ŞERRİNDEN MUHAFAZA BUYURSUN.