Hicr s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hicr s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2016 Pazartesi

Hicr s. 87. Ayetinde Geçen Seb'ul - Mesani Terimi Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

                                                      وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ

                        [015.087]  Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve yüce Kur'an'ı verdik.

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" deyiminden kast edilenin, Fatiha suresi olduğu yönünde görüşler ağırlıkta olup , bu anlam bazı meallerde dahi o şekilde geçmektedir. Bu terim ile kast edilen şeyin Fatiha suresi olduğu, sadece müfessirlerin yorumu olup , tefsirlerde bu terim hakkında farklı yorumlarında olduğu bilinmektedir. 

Fakat ağırlıklı olarak tercih edilen görüş, bu terimin Fatiha suresini işaret ettiği yönündedir. Biz "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu yönünde yapılan yorumlara yanlış olduğu gerekçesi itiraz etmemekle birlikte , bu yorumu meallere aksettirmenin yanlış olduğunu , bu deyimin mealini koymak yerine , yorum olarak "Fatiha suresini verdik" şeklinde yapılan meallere itirazımız olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Hicr suresinin Mekke'de nazil olduğu herkesçe malumdur. Mekki surelerin özelliklerinden bir tanesi , müşriklerin baskı ve zulmüne karşı, Muhammed (a.s) ve ona iman  edenlere moral desteği veren ayetlerin içinde barındırmış olmasıdır. Mekke müşrikleri Allah ve elçisine kafa tutma yetkisini ve gücünü , elinde bulundurdukları siyasi ve ekonomik servetten kaynaklanan öz güvenlerinden almakta olduğu malumdur .  Onların bu şımarıklığına dikkat çeken bir çok ayet , müşriklerin mal ve evlat çokluğuna olan güvenlerinin, hesap günü para etmeyeceğini bildirmektedir. 

 [023.055-6]  Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[068.010-6] Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz olana. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda «Bu eski insanların masalları!» diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.

Allah (c.c) elçisine verdiklerinin onların yanında olanlardan daha hayırlı ve daha değerli olduğunu beyan ederek , onların göz kamaştırıcı zenginliklerine tamah etmemesini emretmektedir. 

[020.131]  Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerinin de bu bağlamda okunması ve anlaşılması gereken ayetler olduğunu söyleyebiliriz. 

[015.087] Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur'an'ı verdik.
[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Allah (c.c) elçisine verdiği şeyin değerine dikkat çekerek , başkalarının elinde olan şeylerin, onun elindeki olan ile kıyaslanamayacak kadar değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Bu noktada 87. ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin ne olduğu ile ilgili yorumlar ortaya çıkmaktadır. 

Tefsirlerin bir çoğunda bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu olduğu yönünde yorumlara rastlamakla birlikte , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi , Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlara da rastlamak mümkündür. Hicr suresinin Mekke'de nazil olması ve yedi uzun surenin içinde Medine'de nazil olan surelerinde bulunması nedeniyle , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlarının, isabetli olduğunu söylemek zordur. Ayet içinde Kur'an'ın kendisinden zaten bahsedilmiş olması , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi olduğu yorumlarının da isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.  

Fatiha suresinin zaten Kur'an içinde bir sure olduğunu hesaba kattığımız da , bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olması da pek mümkün görünmemektedir. Fakat bu itirazımıza Ahzap s. 7. ve Bakara s. 98. ayetlerinde, hem bütünden bahsedilmesi ve aynı zamanda bütün içindeki bir cüzden bahsedilmiş olması delil olarak sunularak , Hicr s. 87. ayetinde hem bütün olarak Kur'an'dan, hem de cüz olarak Kur'an içinde bir sureden bahsedilmiş olabileceği yönünde cevap gelebilir. 

Sözü fazla uzatmadan , Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul-Mesani" terimi hakkındaki düşüncelerimize geçmek istiyoruz.

"Seb'un" ; Altı dan bir sonraki , sekiz den bir önce sayıya verilen ad olmakla birlikte , güç ve kuvvet anlamına sahip olması bakımından yırtıcı hayvanlara verilen bir isimdir (Maide s. 3). Bu anlamdan hareketle "Seb'ul" kelimesine "güç kuvvet" anlamı da vermek mümkündür. Ayrıca bu sayının çokluğu ifade etmesi bakımından Kur'an içinde kullanımları bulunmaktadır.

"Mesna" ; Bükülmek , kıvrılmak , katlanmak ve tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya başka bir şey eklemekle takviye edilen herhangi bir şeye verilen isimdir.


Muhammed (a.s), tarih boyunca tekrarlanan resuller halkasının sonuncusu olmakla bu halkaya eklenen bir kişi , bu halkanın tekrar edilen bir kişisi , ve Tevhit inancını takviye etmekle görevli bir elçi olduğu konusunda bütün Müslümanlar fikir birliği içindedirler.

Mesani kelimesine, elçiler zincirinin tarih boyunca tekrarlanan bir ferdi olması nedeniyle Muhammed (a.s) a verilmiş olan elçilik görevi anlamını vermek mümkündür. 

Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul - Mesani" terimine "Elçilik Gücü" anlamı vermek mümkündür ve bu anlamı kullanarak bu ayete şöyle bir anlam verebiliriz. 

And olsun sana elçilikten bir gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Böyle bir anlam, 88. ayetteki müşriklerin elinde bulundurdukları güce neden meyletmemesi gerektiğine dair olan emrin gerekçesinin, 87. ayette anlatılmış olduğunu da gösterecektir.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerini birlikte okuduğumuz zaman Muhammed (a.s) a şöyle bir emrin verilmiş olduğunu anlayabiliriz ;

Ey Muhammed , sakın o müşriklerin elinde bulunan güç servete gözünü dikme , onların elinde bulunan güç ve servet senin gözünü korkutmasın. Biz sana onların elinde bulunandan daha değerli olan elçilik gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

Mesani kelimesi "Kitaben Müteşabihen Mesaniye" şeklinde (Tekrarlanan benzer kitap) Zümer s. 23. ayetinde de geçmektedir. Buradaki Mesani kelimesini yine önceki kitaplar ile alaka kurarak , Kur'an'ın önceki kitapların tekrarlanan bir benzeri olduğunun ifade edildiğini anlamak mümkündür.

Sonuç olarak : Hicr suresi 87. ayetinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin , ağırlıklı görüş olarak Fatiha suresi olduğu herkesçe malumdur. Bu yoruma katılmamakla birlikte "Kesin yanlıştır" şeklinde bir iddia ile katılmadığımız yorumları mahkum etmeye hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Yoruma açık bir ayet olduğu , tefsirlerde bu ayet içinde geçen terim ile ilgili farklı yorumların yapılmış olduğundan anlaşılabilir.

Bu terim ile kast edilen anlamın Fatiha suresi değil , Muhammed (a.s) a verilmiş olan ve tarih boyunca tekrarlanan elçilik görevi olduğunu düşünmekteyiz. Bizim düşüncemiz bu terimin diğer yorumları gibi bir yorum olup , kesin doğru olduğunu iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Haziran 2014 Çarşamba

Hicr s. 9. Ayetindeki Korunma Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anın korunup korunmadığı konusunda sorulmuş olan bir soruya Hicr s. 9. ayeti delil getirilerek, "onun korunduğu ayet ile sabit" şeklinde cevap verildiğine şahid olmaktayız. Yazımızda önce Hicr s. 9. ayeti üzerindeki düşüncelerimizi paylaşıp , sonra Kur'anın korunmuşluğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz.

Hicr s. 9. ayetini, bağlamı içinde okuduğumuz takdirde, 6. ayetten itibaren okumamız gerektiğini düşünmekteyiz. 

 Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn(mecnûnun).
 [015.006] Dediler ki: «Ey kendisine zikie indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!»

Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
[015.007]  «Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»

Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). 
[015.008] Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
[015.009]  Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza edeceğiz.

Hicr s.6-9. ayetlerde , kafirlerin kendisine zikir indirilmiş olan elçinin mecnun olduğu iddiasında bulundukları görülmektedir , bu durum bize hedef kişinin ne olduğu konusunda fikir vermekte olup, 9. ayeti anlamakta yardımcı olacaktır. 6. ayette , inen zikir hedeflenmeyip , zikr'in kendisine inen kişi hedeflenmekte ve ona diğer elçilere yapıldığı gibi "sen mecnunsun" suçlaması yapılmaktadır.  Muhammed as a isnad edilen mecnunluğa karşı diğer ayetlerde şöyle buyurulmaktadır.

 
[052.029]  sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnûn.
 [068.002]  Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin
 [081.022]  Sizin sahibiniz bir deli değildir.

 Bu ayetler ona isnad edilen mecnunluk suçlamasını yalanlayarak "Rabbinin nimeti" şeklinde bir te'kid ile, bu mecnunluktan beri olduğu bildirilmektedir. Hicr s. 9. ayetini, bu arka plan dahilinde düşünecek olursak , ayetteki korunan şeyin zikir değil , o zikr'in kendisine inen kişi olduğu daha doğru görünmektedir. Ancak bu ayeti böyle anlamaya engel olan gramer sorunu mevcuttur. Zamirin mercii konusu ile ilgili olan genel geçer kaide , onun en yakın isme raci olması gerektiği gibi bir şarta haizdir. Kur'anda zamirlerin mercii ile alakalı örnekleri konu alan bir makale incelendiğinde bu kuralın haricinde kullanımlar olduğu görülecektir.Kur'an ile ilgili çalışmalar yapanların zamirlerin dönüşü konusundaki görüşlerini 4 başlık halinde toplamak mümkündür. 

1- Zamir ve zamirin mercii arasında mutabakat olmalıdır.
2-Zamir mezkur olan varlığa dönmelidir.
3- Zamir yakın olana irca edilmelidir.
4-Zamir sözü edilen varlığa dönmelidir.

3. sıradaki , zamirin yakın olana raci olması genel geçer tercih olmasına karşın , 4. sıradaki zamirin sözü edilen varlığa dönmesi şeklindeki kuralı, hicr s. 6. ayetinde sözü edilen kişi olan Muhammed as a raci etmek az olsa geçmişte de tercih edilen görüş olmuştur. 

Surenin 9. ayetinden sonraki ayetleri okumaya devam ederek , bağlama uygun bir okuma yapmaya çalıştığımızdai ayetlerdeki asıl hedefin Kur'an değil , bu kitabın kendisine inmiş olan kişi olduğu daha açık olarak görülecektir.

[015.010]  Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da resuller gönderdik.
[015.011] Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar
[015.012] Biz böylece resulleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.

Kısaca özetleyecek olursak; Hicr s. 6-12. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuz zaman hedef kişi olan elçinin mecnun olduğu ileri sürülmekte ve bu mecnunluk 9. ayette red edilmektedir. Şimdi karşımıza , "öyleyse Kur'an korunmamış mıdır?" şeklinde bir soru çıkacaktır.

                    KUR'ANIN KORUNUP KORUNMADIĞI MESELESİ

Bu konu, ilk dönemlerde ortaya atılan nasih mensuh teorisi adı altındaki "hükmü baki metni mensuh" veya "hükmü ve metni mensuh" ayetler adı altında kategorileştirilerek kaynaklarda yerini bulmuş olup arka planında, Allah cc nin elçisi Muhammed as a indirmiş olduğu kitab içinde bugün elimizde olmayan ayetler olduğu dolayısı ile kitabın bir çeşit tahrif olduğu iddiasını taşımaktadır. Peki bu rivayetler ne kadar doğrudur? , kur'anın tahrif olmadığı konusunda herhangi bir söz ettiğimiz zaman bu rivayetler tepemize kılıç gibi dikilerek başkaları tarafından bir koz olarak kullanılmaktadır, öncelikle bu rivayetleri tahlil etmek gerekmektedir.

"Hükmü baki metni mensuh" adı altında zina cezasının evli kişiler recm edilmek şeklinde olduğunu bildiren bir ayet olduğu ve bu ayeti Muhammed as ın vefatı sırasındaki telaşeden istifade eden bir keçinin yediği şeklinde rivayetler vardır. 

"Hükmü ve metni mensuh" adı altında ise yine ,Muhammed as a indirilmiş fakat unutturulmuş ve yazıldığı nüshalardanda silinmiş olan ayetlerde hatta sureler olduğu gibi rivayetlere rastlamaktayız.

Kur'an indiği an itibarı ile hem yazılı , hemde ezberlenerek hafızalarda kayda geçmiş bir vahiydir. yukardaki başlıklara dahil olan ayetler söylendiği gibi eğer inmiş ise insanların elinde yazılı ve hafızalarda kayıtlı olması gerekirdi. Recm ayeti eğer yazılı ise bu durum , böyle bir ayetin kesinlikle inmiş olduğunu gösterir, şayet keçi yemiş ise o ayet sadece bir kişide yazılı olmayıp diğer kişilerinde hafızalarında ezberde olup böyle bir ayetin indiğine şahidlik edilmesi gerekirdi. Eğer elimizdeki mushaflarda bugün böyle bir ayet yoksa demekki Allah cc böyle bir ayet indirmemiş ve mushafa yazılmamıştır. 

Aynı teori altında kategorize edilmiş olan "hükmü ve metni mensuh" ayetler ! içinde aynı şey söylenebilir. Rivayet kitaplarında geniş bir şekilde yer tutan bu ayetlerin !!! önce indiği ,sonra hem yazıldığı nüshalardan silindiği , hemde ezberlerden silindiği şeklinde bir müdafaaya gidilmektedir. Güya sahabe akşam ezberlediği ayetleri sabah unutmuş , peki inen ayeti hepsimi unuttu , veya yazılan bir ayet veya ayetler yazıldığı nüshadan nasıl silinebilir?. Bunun cevabını rivayetleri kutsayanların Allah cc ye iftirasıdır demekten başka bir şekilde vermek mümkün değildir. Bu tür rivayetleri kabul edip te , "Allah cc nin indirdiği kitab hiç eksiksiz elimizdedir" diyenler ya bu rivayetleri bilmiyorlar , ya da ne dediklerini bilmiyorlar . Rivayet kitaplarında yer alan bu tür rivayetleri karşımıza getirerek , "siz kitabınızın tahrif olduğunu kendiniz söylüyorsunuz" diyenlere o rivayetlerin sadece yalan ve iftira olduğunu söylemekten başka bir cevabımız olamaz.

Elimizdeki kitabın rivayetler yolu ile tahrif edilmiş olduğu iddiasını ret ederken , bu kitabın indiği şekli ile ile korunduğuna  Tevratın ve incilin tahrif edildiği iddianıza dair olan deliliniz nedir? şeklinde sorulan bir soruya da şu cevabı verebiliriz. 

Herhangi bir materyal hakkında karar verebilmek için , elimizde kesin doğru olarak kabul edebileceğimiz bir ölçü olması gerekmektedir. Bu ölçünün herkes tarafından kabul görmesi gerekmez , bizler Müslümanlar olarak Allah cc nin indirmiş olduğu son kitap olan kur'anın bu konuda tek ölçü olduğuna iman edenler olmamız nedeni ile , Tevrat ve İncil de tahrife uğradığını iddia ettiğimiz bir yerin delili kur'andır. Kur'an bizler için din konusunda tek doğru kitap olup din hakkında gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ondaki veriler ile ölçeriz.

Tevrat veya incil de tahrifata uğradığını iddia ettiğimiz bir bölüm, kur'an ile uyuşmaması ve ondaki verilerin tersi istikamette bir veri olduğu için böyle bir iddiaya sebep olur . Aynı durum tabiki tevrat ve incil sahipleri içinde geçerlidir , onlar da kur'an daki bir bölümün doğru veya yanlış olduğuna kendi kitaplarındaki verilere göre kriterize ederek karar verir . Demek istediğimiz şudur; her düşünce sahibi kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermek için elinde sabit doğrular bulunur , bu doğru Müslümanlar için kur'an iken , Hristiyanlar için İncil , Yahudiler için Tevrat , başka din mensupları için o dinin kutsal saydığı kitap olur, bunların hangisinin kesin doğru olduğu konusunda kıyamet günü Rabbimiz kararını verecektir.

Bizler Müslümanlar olarak elimizdeki kitabın eksiksiz olduğuna ve tahrif olmadığına inanırız. Bu inancınız neye dayanıyor ? şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verebiliriz. Eğer biri kalkıp bu kur'an eksik veya tahrif edilmiştir şeklinde bir iddia da bulunduğu zaman bu iddiasının delilini isteriz. Bu delil Ahmet veya Mehmet'in yazdığı kitaplar olmayıp Allah cc den olması gerekmektedir ki , bizler nasıl Tevrat veya İncil için tahrife uğradı diyebiliyorsak başkaları da, "bakın Allah kitabında Kur'anında tahrif olduğunu söylüyor" diyebilsin. Fakat böyle bir şey asla mümkün değildir ve olmayacaktır. 

Kur'anın herhangi bir bozulmaya tabi tutulduğunu düşünen her kimse bu iddiasını bizimde doğruluğunu kabul ettiğimiz bir değer üzerinden delillendirmek zorundadır. Bizler bu insanların kurduğu tuzaklara düşerek , bu delili onlardan değil kendimizin getirmek zorunda olduğunu zannederek delil arama peşine düşmekteyiz. 

Bizler Mü'minlerin vasfı olan "gayb'a iman etme" prensibine uyanlar olarak bu kitabın, indiği anda yazılı ve hafızalara alınma şekli ile kayıt altına alındığına , bu zamana ve kıyamete kadar böyle gideceğine inanmaktayız. Bu kitap toplanırken mushafa alınmayan , unutulan veya işlerine gelmediği için mushaf dışı bırakılan bir ayetin asla olamayacağına inanırız. Bu inancımızı doğrulatacak bir laboratuar sonucu olmayacağını bildiğimiz halde bu böyledir. 

Müslümanlar arasında bugün böyle fitneler sokarak , tuzu kokutmak sureti ile eldeki tek doğru kriter hakkında şüpheye düşürerek kıyas yapma imkanını kaldırmak isteyenlerin oyunlarına müslümanların gelmemeleri ve bu oyunlara karşı uyanık olmaları gerekmektedir. Hicr s. 9. ayeti korunmuşluğa dair delil getirilen bir ayet olduğu konusundaki yukarıda yazdıklarımız, tabiki kur'anın korunmamışlığına delil olarak getirilmiş bir düşünce değildir. Zikr'in kendisine indirilen kişinin korunması bile o zikr'in korunarak ,Allah cc den indiği şekli ile insanlara tebliğ edildiğinin ve kayıt altına alındığının bir delil olarak anlaşılması gerekir.  

Üç kitaba mensup olan üç kişinin bir araya gelerek , kendi kitablarının tahrif olmadığını , karşısındakilerin kitaplarının tahrif olduğu iddiası ortak bir kriter olmaması nedeni ile sadece kısır bir tartışmadan başka bir şey sağlamayacaktır, her kitap mensubu kendi kitabının tahrif olmadığı iddiasını yine kendi kitabını ölçü alarak , karşısındaki kitap mensubunun kitabının tahrif olduğunu, yine kendi kitabını ölçü alarak yapacağı için ortak bir düşünce sağlanması mümkün değildir ,ya da kur'anın tahrif olmadığını , onu kriter olarak kabul etmeyenlere anlatmaya çalışmak  mümkün olmayan bir durumdur.  

Bu tür gündemler bizim gündemimiz olmayıp , farklı gündemler yaratarak Müslümanlar asıl hedeflerinden saptırmak isteyenlerin ortaya attıkları sun'i gündemler olup bu oyunlara karşı dikkatli olup , sun'i gündem peşinde koşmayıp , o kitabın bize emrettiği bir hayat sürme konusundaki gündemler ile birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme yolunda yürümeliyiz. 


Sonuç olarak ; Hicr s. 9. ayeti bağlam gözetilerek okunduğunda korunanın zikir değil, zikr'in kendisine inen kişi olmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Bunu düşünmekle zikr'in korunmadığı iddiasında değiliz. İftira rivayetler ile Kur'anın tahrif olduğunu iddia edenlerin yazdıkları ile elimizdeki kitabın indiği şekli ile korunmadığını bize delil gösterenler ile bu iddiaları kaynaklarına alarak böyle bir fitneye sebep olanları Allah'a havale ediyoruz. Bizler elimizdeki kitabın Allah cc den indiği şekli ile korunmuş olduğunu gaybi bir imana dayanarak kabul ederiz. Kur'anın tahrife uğradığı iddiasını çürütmek  Müslümanların sorunu değil ,  tahrife uğradığını iddia edenlerin  delillendirmeleri gereken bir sorundur.Bizler için gündem olması gereken konu o kitabın bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerini içselleştirmek ve hayat içinde tatbik etmek için gerekli olan gayreti göstermektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.