Melekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Melekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2017 Çarşamba

Bakara s. 30. Ayetinde Melekler İle Allah Arasında Geçen Konuşmanın Enbiya s. 27. Ayeti Açısından Değerlendirilmesi

Kur'an'ın 7 ayrı suresinde anlatılan Adem ve İblis kıssasının Bakara s. içinde geçen bölümünün 30. ayetinde Allah (c.c) ile melekler arasında şöyle bir konuşma geçmektedir;

[002.030] Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde bir halife kılacağım» demişti; melekler, «Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; Allah «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi.

Bu kıssa tefsirlerde yaşanmış bir kıssa olarak yorumlanmaya çalışıldığı için, bu ayette geçen konuşma da,  gerçek bir konuşma olarak anlaşılmış, bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar, bu düşünce üzerinden yapılmaya çalışılmıştır. Fakat bu kıssa ile ilgili ortaya çıkan sorulara verilmeye çalışılan cevaplar, kıssanın yaşanmış bir kıssa olduğu düşüncesi üzerinden verilmeye çalışıldığı için, verilen cevapların tatmin edicilikten uzak ve beraberinde başka soruları getirdiğini de görmekteyiz.

Enbiya s. 27. ayetini okuyan dikkatli bir Kur'an okuyucusu, bu ayette melekler ile ilgili olarak verilen bilgi ile Bakara s. 30. ayetinde geçen konuşmayı değerlendirdiğinde bu iki ayet arasında bir müşkül durum olduğunu görecek ve bu müşkilata nasıl bir çözüm bulunabileceğini araştıracaktır. Kur'an'da çelişki arayan zehir hafiyelerin dikkatini çekecek olduğunda ise, mal bulmuş mağribi misali Kur'an'da çelişki !! olduğuna dair bir delil olarak gösterilmeye çalışılacaktır.

[021.027] Onun sözünün önüne geçmezler hep onun emriyle hareket ederler.

Enbiya s. 26. ayetinde İbadun Mükremune olarak tanımlanan melekler, 27. ayette Allah (c.c) nin sözünün üzerine bir söz getirmedikleri, o ne emrederse o emir doğrultusunda hareket ettikleri bildirilmektedir. 

Bu ayeti okuyan Adem ve İblis kıssasının birebir yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünen bir kimse, Bakara s. 30. ayetinde Allah (c.c) nin "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" sözüne karşı melekler tarafından "Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" şeklinde söylenen söz ile arasında bir bağ kuramayacak, ve kafasında meleklerin, nasıl oluyor da bu ayete aykırı olarak Allah'a itiraz edebildiklerinin cevabını arayacaktır.

Adem ve İblis kıssasının yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünen bir kimse Enbiya s. 27. ayeti mucibince Bakara s. 30. ayetinde Allah (c.c) tarafından "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" söylenen söze karşılık meleklerin itiraz etmek yerine " Sen her şeyin en iyisini bilirsin senin sözünün üzerine söz söylemek bize yaraşmaz" demelerinin gerektiğini düşünecektir. Halbuki melekler böyle demek yerine, Allah'a itiraz etmektedirler.

Kıssanın yaşanmış bir kıssa olarak görülmesi sonucunda ortaya çıkan müşkülatlardan bir tanesi de bu dur.

Adem ve İblis kıssasının yaşanmış bir kıssa olarak görmek yerine temsili bir kıssa olduğunu düşünmek ve kıssayı bu düşünce üzerinden okumaya çalışmak, bu kıssa ile ilgili ortaya çıkan bazı gereksiz soruların sorulmamasını da beraberinde getirecektir. Temsili kıssalar da öne çıkan asıl nokta, o kıssanın yaşanıp yaşanmadığı değil, o kıssa üzerinden verilmeye çalışılan mesaj olmalıdır. 

Bu kıssanın gerçek olarak yaşanmış bir kıssa olduğunu düşünmek, işte böyle bir müşkülata yol açmakta, ortaya çıkan bu müşkülatın çözümü ise, kıssayı yaşanmış bir kıssa değil, temsili bir kıssa olarak okumakla çözüleceğini düşünmekteyiz. Temsili kıssalarda öne çıkan husus, kıssada adı geçen kişiler değil, o kişiler üzerinden verilmek istenen mesajdır. Adem ve İblis kıssası böyle bir düşünce içinde okunduğunda, Bakara s. 30. ayetinde geçen meleklerin itirazının Enbiya s. 27. ayeti ile arasından herhangi bir sorun teşkil etmediği de anlaşılacaktır. 

Çünkü kıssada asıl nokta muhataba mesaj vermek olup, bu mesaj ise edebi bir anlatım üslubu olan temsili anlatım şeklinde verilmektedir. Kıssanın temsili bir anlatım üslubu dahilinde okunması, bu gibi müşkülat arz eden durumların da ortaya çıkmasını önleyecektir. 

Adem ve İblis kıssasının temsili olduğunu iddia etmek, kıssayı inkar etmek anlamına gelmemektedir. Kıssayı okuyan kimse o kıssanın yaşanıp yaşanmadığı üzerinde değil, o kıssa üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenilmiş olabileceğini düşünerek okuduğunda, bu kıssa ile ilgili olarak daha net bilgi sahibi olacaktır. 

Enbiya s. 27. ayeti ile Bakara s. 30. ayeti arasındaki müşkül durum, bu kıssanın temsili bir kıssa olarak okunmasını gerektirdiğine dair olan düşünceye bir delil olduğunu düşünmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


9 Şubat 2017 Perşembe

Mü'min s. 7-9 Ayetleri : Melekler Kimler İçin Mağfiret isterler ?

Mümin suresinin içinde anlatılan Musa (a.s) kıssasında , Firavun ailesinden olan mümin bir kişi öne çıkmakta , Musa (a.s) ı öldürmek isteyen Firavun'a karşı hakkı haykırmakta ve onu savunmaktadır. Bu mümin kişi ile ilgili ayetlere geçmeden önce , mümin kişi ile ilgili ayetlerle bağlantılı olan surenin ilk ayetleri üzerinde durarak , Kur'an'ın sure ve kitap bütünlüğü içindeki anlatım üslubuna da dikkat çekmek istiyoruz.

[040.001] Ha, Mim.
[040.002] Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah'tandır;
[040.003] O, günah bağışlayıcı, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi Allah'tandır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O'nadır.
[040.004] Allah'ın ayetleri üzerinde, kafirlerden başkası tartışmaya girişmez. İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.
[040.005]  Onlardan önce Nuh kavmi de yalanladı. Arkalarından muhtelif topluluklar da. Her ümmet kendi peygamberlerini yakalamaya yeltendi ve hakkı batılla yok etmek için mücadeleye girişti. En sonunda Ben de onları yakaladım. Azabım nasılmış?
[040.006]  Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: «Gerçekten onlar ateşin halkıdır» sözü böylece hak oldu.

Hurufu mukattaa (kesik harfler) ile başlayan sure , kitabın kimin tarafından indirildiğini haber vererek devam etmekte , kitabı indiren Allah'ın tevbeleri kabul edici olduğu gibi , azabının da şiddetli olduğu beyan edilmektedir. 4-5-6. ayetlerde beyan edilenler , ilerleyen ayetlerde gelecek olan Musa (a.s) kıssası ile yakından alakalıdır. Allah'ın ayetleri hakkında Musa (a.s) ile tartışmaya giren Firavun , onun helak edilmesi ve ateşe atılması ile ilgili ayetler ile yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler yakından alakalıdır. 

Bu ayetlerin birbiri içindeki anlam örgüsünün muhteşemliği , kıssa eğer Arapça orjinal metni ile birlikte okunacak olursa daha net olarak ortaya çıkacaktır. Dikkatli bir okuyucu , kelimelerin birbiri ile arasındaki bağını kurarak okuduğu zaman , verilmek istenilen mesajı daha kolay anlayacaktır.

[040.007]  Arş'ı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rabblarını hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin yarlığanmasını isterler: Rabbımız; ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru.
[040.008] Rabbımız; onları ve babalarından, eşlerinden, soylarından salih olanları kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz ki Aziz, Hakim olan Sensin Sen.
[040.009] Onları kötülüklerden koru. O gün kötülüklerden kimi korursan; şüphesiz ona rahmet etmiş olursun. En büyük kurtuluş işte budur

Melekler ile ilgili anlatımlar , Kur'an'ın gaybe dair anlatımlarına dahildir. Meleklerin işlevi ile ilgili ayetleri okuduğumuzda, onların iman edenlere yardım ettikleri , onlar için Allah'tan bağışlanma istediklerini görmekteyiz. Elbette onların yardımı ve bizler için istiğfar etmeleri , bizim onu hak etmemiz ile yakından ilişkilidir. Surenin Firavun ailesinden olan mümin kişi ile ilgili ayetleri , meleklerin duasının ve istiğfarının nasıl hak edileceğini de bizlere öğretmektedir.

Bu konuda başka surelerde de ayetler bulunmaktadır. 

[041.030-32]  Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler. «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»Gafur, Rahim olanın ikramı olarak.

Mümin s. 7-8-9. ayetlerde meleklerin lisanı üzerinden yapılan duayı hak etmek gerektiğini yukarıda söylemiştik. Mümin s. 23. ayetinden itibaren başlayan Musa (a.s) kıssasının 28. ayetinden itibaren , Firavun ailesinden olan ve imanın gizleyen bir mümin kişi sahneye çıkar ve konumuz olan ayetlerde meleklerin duasının ne şekilde hak edileceğini bize gösterir.

Mü'min s. 26. ayetinde Firavun " bırakın beni,: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad çıkarmasından korkuyorum" dedikten sonra Mü'min kişi sahneye çıkar ve Firavun ve kavmine karşı şunları söyler; 

[040.028] Firavun ailesinden olup da imanını gizleyen mü'min bir adam da demiştir ki: Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınızdan ayetlerle gelmiştir. Eğer yalancıysa; yalanı kendisinedir. Eğer doğru sözlü ise; sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Muhakkak ki Allah; haddi aşan yalancı bir kimseyi hidayete erdirmez.
[040.029] «Ey kavmim! Bugün mülk sizin içindir. Yerde yükselmişler bulunuyorsunuz. Fakat eğer bize Allah'ın azabı gelirse bize kim yardım edebilir?» Fir'avun dedi ki: «Ben size muvafık gördüğüm reyim ne ise ancak onu gösteriyorum ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik etmekte değilim.»
[040.030]  İmân eden zât da dedi ki: «Ey kavmim! Şüphe yok ki ben sizin üzerinize Ahzab gününün mislinden korkuyorum.»
[040.031] «Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün) . Allah, kullar için zulüm istemez.»
[040.032] Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.
[040.033]  «O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.»
[040.034] «Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber göndermez.» İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»
[040.035]  Onlar ki; kendilerine gelmiş bir huccet bulunmaksızın Allah'ın ayetleri üzerinde tartışırlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da öfkeyi arttırır. Ve böylece Allah; büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.
[040.036] «Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim.»
[040.037]  Semaların esbabına da Musânın tanrısına muttali' olurum ve her halde ben onu yalancı sanıyorum» İşte bu suretle Fir'avne kötü ameli süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Fir'avn düzeni hep husrandadır
[040.038] O inanan kimse dedi ki: «Ey milletim! Bana uyun, sizi doğru yola eriştireyim.»
[040.039] Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
[040.040]  Kim, bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak salih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.
[040.041] Ey kavmim; bana ne oluyor ki, sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni; ateşe çağırıyorsunuz.
[040.042]  «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»
[040.043]  Sizin beni davet ettiğiniz şeyin ne dünyada, ne de ahirette hiçbir davet yetkisi yoktur: Gerçekte dönüşümüz Allah'adır. Aşırı gidenlere gelince, işte onlar ateş ehlidirler:
[040.044]  «İşte size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.»
[040.045] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.

Surenin 9. ayetinde meleklerin "Onları kötülüklerden koru" duası , 45. ayet içinde Firavun ailesinden olan mümin kişi için "  Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu" şeklinde karşılık bulmaktadır.

Mü'min s. 28-45. ayetlerini okuduğumuz zaman , Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun ve kavmine karşı olan sözlerinin , iman iddiasında olan bir kimsenin yapması gereken davranışlardan olduğunu görmekteyiz. Onun bu davranışları Allah (c.c) katında övgüye değer bir davranış olarak görülerek cennet ile karşılık bulacaktır. 

Firavun ailesinden olan mümin kişi , imanının şahitliğini yerine getirerek hayata veda etmiştir. Fakat onun yaptıklarının bizlere anlatılmasının sebebi , ne kadar kahraman bir yiğit mümin olduğundan ziyade, bizlerin yaşadığı hayatta eğer meleklerin yardımını ve istiğfarını hak etmek istiyor isek , böyle bir yaşam sürmemizin gerektiğini hatırlatmak amaçlıdır.

Firavun ailesinden olan mümin kişi surenin 25. ayetinde söze " Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz?" diye başlamaktadır. Bu ve devamında gelen sözleri söylemesine sebep  , Firavun'un "bırakın beni,: öldüreyim Musâyı" diyerek Musa (a.s) ın canına kast etmeye kalkmış olmasıdır. 

Musa (a.s) bilindiği üzere kendisini rab ve ilah olarak ilan eden (Naziat s. 24 - Şuara s. 29) Firavun'a karşı gerçek rab ve ilah'ın sadece alemlerin rabbi olan Allah (c.c) olduğunu savunarak , Firavun'un bir sahtekar ve yalancı olduğunu söylemektedir. Ülkenin en mahir sihirbazlarını Musa (a.s) ın karşısına çıkartması ve onların yenilerek iman etmesinin ve öldürülmelerinin ardından , artık iplerin elinden iyice elinden gitmeye başladığı anlayan Firavun , çareyi Musa'yı öldürmekte bulur , ve karşısına kendi ailesinden bir mümin çıkarak yapmak istediği şeyin yanlışlığını, her türlü tehlikeyi göze alarak Firavun'un karşısında haykırır.

Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun'un karşısındaki bu kıyamı, bize neler söyleyebilir ?. 

Bilindiği üzere Kur'an kıssalarının anlatılış amacı, sadece geçmişlerin başından geçenlerin anlatılması değil , o anlatımlardan ibret alınmasına yöneliktir. Firavun ailesinden olan mümin kişi , o aileden olmanın verdiği imkanlara sahip bir kimsedir. Bunu Firavun'un karşısında konuşabilmesinden anlamak mümkündür. Mümin kişi bu kıyamının ona neye mal olacağını da çok iyi bilmektedir. Buna rağmen hayatını , makam ve mevkisini hiçe sayarak, Musa (a.s) ın arkasında durmakta ve onu Firavun'a karşı savunmaktadır. 

Çünkü Firavun'un tarafında olmanın karşılığı ile , Musa'nın tarafında olmanın karşılığının farklı olduğunu çok iyi bilmekte , Firavun tarafında olmanın geçici menfaatlerine karşılık , Musa'nın tarafında olmanın ona ebedi cennet menfaatlerini sağlayacağını biliyor ve hayatını bu inanç üzerine tesis ediyordu. 

Geçici dünya menfaatleri ile ebedi menfaatler arasında seçim yapmak zorunda kalmak sadece bir kereliğine yaşanmış bitmiş olay değil , her gün yaşanan ve yaşanabilecek bir olaydır. Firavun ailesinden olan mümin kişinin kıyamı , bizlere hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. Çünkü surenin ilerleyen ayetleri , geçici dünya menfaatlerini seçerek , ebedi cehennemi hak edenlerin ateş içindeki yaşantılarından kesitler sunulmakta , dünyadaki seçimlerinin karşılıklarının ne oldukları bizlere gösterilmektedir. 

[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
[040.047] Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler, büyüklük taslayanlara derler ki: Doğrusu biz, size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?
[040.048] Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi .»
[040.049] Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: «Rabbinize dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin.»
[040.050]  (Bekçiler:) «Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?» dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin» dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.
[040.051] Şüphesiz ki Biz; peygamberlerimize ve iman etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şahidlerin şehadet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.
[040.052] Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.

Bu ayetler , dünya hayatında yaşamlarını elçiler vasıtası ile gelen vahye göre uydurmayarak onları ret edenlerin, ahirette düşecekleri zelil durumu tasvir etmektedir. Herkesin malumu olduğu üzere , surenin 46. ayeti cımbızla seçilerek bağlamından koparılmak sureti ile rivayetler yolu ile bize gelen "Kabir Azabı" meselesini Kur'an'a onaylatmak amaçlı kullanılmaktadır. Halbuki 46. ayet bağlamı gözetilerek okunduğunda , çocukların bile anlayabileceği bir netlikte olup , rivayetler yolu ile gelen bir bilgiyi onaylaması mümkün değildir.

Surenin 51. ayetindeki Allah'ın yardımının nasıl gerçekleşeceği , daha önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere , yaşanmış bir şekilde gösterilmektedir. Allah'ın yardımının kullar üzerinde gerçekleşmesinin , kulların bu yardımı hak etmesi ile yakından alakalı olduğu asla unutulmamalıdır. Allah (c.c) hiç bir elçisine ve kuluna yardımını, onlar bu yardımı hak edecek fiillerde bulunmadan yapmamıştır , yapmaz ve yapmayacaktır.

Musa (a.s) kendisine yüklenen risalet görevini bıkmadan , yorulmadan , korkmadan yerine getirmek sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak ederken , Firavun ailesinden olan mümin kişi ise , iman ettiği elçinin arkasında canını , malını , istikbalini hiçe sayarak durmak sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak etmiştir.

Şimdiye kadar sıraladığımız ayetleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Allah'ın ayetleri üzerinde tartışmak sureti ile inkar edenlerin uğradıkları ve uğrayacakları akıbet haber verildikten sonra , meleklerin Allah'ın ayetleri üzerinde tartışanlara karşı çıkarak , imanlarını ispat edenlere karşı olan mağfiret talepleri dile getirilerek , Allah'ın ve meleklerin kime destek çıktığı gösterilmektedir. 

İlerleyen ayetlerde kıssa yollu anlatım üslubu ile Allah'ın ayetleri hakkında tartışma yapan Firavun ve ona karşı çıkan bir mümin üzerinden onların yaşamları içinde hak ve batıl için nasıl mücadele ettikleri anlatılmaktadır. 

Yaşamlarını küfür ve şirk üzerine bina ederek ahirete kavuşanların düşecekleri durum canlı bir biçimde sunulmak sureti ile gösterilerek , "İleride düşeceğiniz durum bu dur" mesajı verilmektedir. 

Bu ayetler üzerinden bizlere de elbette mesajlar verilmektedir. 

Küfür ve iman arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman , seçmemiz gereken taraf iman tarafı olması gerektiği mesajı bizler tarafından alınması gereken önemli bir mesajdır. Bir tarafta dünya hayatının süslü güzellik ve zenginlikleri , diğer tarafta ise meşakkat ve çile olsa bile , bizler imanımız gereği geçici olanı değil , ebedi olanı seçmek sureti ile imanımızın şahitliğini yapmak zorundayız.

Aksi takdirde iman dediğimiz şey ,sadece dil de kalan , yaşanmayan , sıkıya geldiğinde sırttan atılan bir yük olarak yaşamımızda yerini alacak, ve bu iman hesap gününde bizlere herhangi bir fayda sağlamayacaktır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


5 Aralık 2016 Pazartesi

Bakara s. 30. Ayetindeki Allah İle Melekler Arasındaki Konuşma Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an anlatım üslubu itibarı ile, insana aşina olan edebi sanatları kullanan bir kitaptır. Temsili anlatım üslubu , anlatılan bir olayı görsel hale sokarak anlaşılmasını muhatap açısından kolay kılması bakımından, bu kitap içinde yerini almıştır. Bu anlatım üslubunun en önemli özelliği, oluşturulmuş aktörler ve olaylar üzerinden muhataplara mesaj vermek olup , bu üslup dahilinde yapılan bir anlatımda aktörlere ve olaya değil , aktörler ve olay üzerinden verilmek istenilen mesaja dikkat çekilmektedir.

Kur'an'ın bu anlatım üslubunu kullanarak vermek istediği mesajlar , mesaja değil aktörler ve olaylara odaklanan bir okuma yöntemi takip edilerek okunmaya çalışıldığı için , maalesef bazı sorular ortaya çıkmakta , ortaya çıkan sorulara ise , aktörler ve olaylar merkeze alınarak cevap verilmeye çalışılmaktadır. 

Kur'an içinde 7 ayrı sure içinde geçen Adem ve İblis kıssası temsili anlatım üslubunun kullanıldığı bir kıssa olarak karşımızda durmaktadır. Bu kıssa Adem , İblis ve Meleklerden oluşan bir aktör kadrosuna sahip olarak bizlere anlatılmakta, ve bunlar üzerinden bizlere bir takım mesajlar verilmektedir. Ancak kıssa genelde mesaj değil , aktörler ve kıssa içinde anlatılan olay merkeze alınarak okunmaya çalışıldığı için, bu kıssa ile ilgili bir çok soru ortaya çıkmış , verilmeye çalışılan cevaplar ise mesaj değil , aktörler ve olay merkeze alınarak verilmeye çalışılmıştır. 

Yazımızda bu kıssanın mesaj içerikli okunmaması sonucu ortaya çıkan sorulardan birisi olan , Bakara s. 30. ayetinde Meleklerin Allah (c.c) ile aralarında geçen konuşmada , insanın kan dökücü ve fesat çıkarıcı olacağını Meleklerin nasıl bildikleri üzerinde durmaya gayret edeceğiz. 

[002.030]  Rabbin meleklere «Ben yeryüzünde bir halife kılacağım» demişti; melekler, «Orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; (Allah) «Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi.


Bakara s. 30. ayetinde geçen Allah (c.c) nin "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" sözüne karşı, Meleklerin "Orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" şeklinde cevap vermeleri , insanın yer yüzünde kan dökücü ve fesat çıkarıcı olacağını Meleklerin, insan daha var edilmeden önce nasıl bildiği sorusu sorulmuş, ve bu konuda tefsirlerde bazı yorumlar yapılarak, bir takım cevaplar verilmeye çalışılmıştır.

Bizim tefsirlerde yapılan bu yorumları "Kesinlikle yanlıştır" şeklinde bir ifade ile mahkum etmediğimizi baştan hatırlatarak , yapılan yorumların Kur'an'ın temsili anlatım üslubu dahilinde yapılmaması sonucunda kısır tartışmalara dönüştüğünü söylemek istiyoruz. Bizim yapacağımız yorumların "Kesin doğrular" olduğunu iddia etmediğimizi baştan hatırlatarak , Bakara s. 30. ayetindeki konuşma ile ilgili yorumlarımıza geçmek istiyoruz.

Yoruma geçmeden önce bu kıssanın "Temsili bir kıssa" olduğunu iddia etmemiz , dolayısı ile gerçekte yaşanmadığını iddia etmek anlamına gelecek, ve bir kısım kimse haklı olarak "Ne yani Allah bize yalan mı söylüyor?" şeklinde itirazlar yükselebilecektir.

Temsili anlatım üslubu, verilmek istenilen mesajın insan zihninde daha kolay anlaşılmasını ve kalıcı olmasını sağlaması açısından kullanılan bir yöntemdir. Örneğin tarihi bir karakterin canlandırıldığı bir sinema veya tiyatroya giden kimse, o karakteri canlandıran kişi için "Ya bu adam yalancı aslında bu gerçek hayatta doktor veya başka bir meslek sahibidir" şeklinde bir söz asla kullanmaz. Tarihi karakteri canlandıran aktörün gerçek kişiliğini bir tarafa bırakarak, o kişinin canlandırdığı tarihi karakteri izlemeye çalışır. 

Kur'an'da anlatılan bir kıssanın temsili olduğunu iddia etmek (Bütün kıssaların temsili olduğu iddiasında olmadığımızı hatırlatırız) , Allah (c.c) nin haşa bize yalan söylediğini iddia etmek anlamına gelmez. Allah (c.c) biz kullarına yönelik olan mesajlarını iletmekte temsili anlatım üslubu kullanarak, vermek istediği mesajın daha kolay ve net anlaşılmasını sağlamaktadır. 

Allah (c.c) ile Kur'an'da yer , gök , dağlar ile konuştuğunu beyan eden ayetler bulunduğu (41.11 - 33.72) herkesin malumudur. Biz bu ayetleri okurken nasıl konuşmanın nasıl cereyan ettiğini değil , o konuşma üzerinden verilmek istenilen mesajı okumaya çalışırız. Bakara s. 30. ayetinde geçen konuşmayı, böyle bir düşünce içinde değerlendirmeye çalışacağız. 

Kur'an'ın gayb alanına dair olan konuları bize teşbih (benzetme) yolu ile anlattığı malumdur. Allah (c.c) gayb alanına dahil olması ve bizim onu gerçek olarak algılama imkanlarından yoksun olmamız nedeniyle, bizlere kendisini insanların tarafından bilinen, "Hükümdar" tasviri üzerinden anlatmaktadır. Yani Kur'an bilinmeyen gaybi alemi , şahit olduğumuz alemin bilinenlerine  benzeterek anlatma yolunu kullanan bir üsluba sahiptir. Allah (c.c) kendisi için eli , gözü , arşı olduğunu beyan ettiği ayetleri, gerçek biçimde anladığımız takdirde ortaya bir çok problem çıkmakta , bu problemler bu gibi ifadelerin benzetme içermiş olması düşüncesi ile aşılmaktadır. 

Mele ; Bir hükümdarın yanında bulunan danışman kadrosu için kullanılan bilinen bir terim olarak, Kur'an'da bildiğimiz hükümdarlar olan Yusuf kıssasında (12.43) , Süleyman (a.s) (27.38), Sebe melikesi (27.29), ve Firavun (28.38) ile ilgili anlatımlarda, gerçek anlamda kullanılmaktadır. 

Aynı kelime "Mele-i Ala"  (Yüce Topluluk) terkibi şeklinde, Saffat s. 8 , Sad s. 69. ayetinde geçmektedir. Mele-i Ala , kendisini bize bir hükümdar tasviri dahilinde anlatan Allah (c.c) nin teşbihi anlatım dahilinde kullandığı bir terkiptir. Yani bize kendisini  hükümdara benzeterek anlatan Allah (c.c) nin, etrafında hükümdar danışmanı olarak bu benzetmeye uygun olarak , Meleklerden oluşan bir kadrosu bulunmaktadır. Hükümdar teşbihi dahilinde bizlere kendisini tanıtan Rabbimizin , Bakara s. 30. ayetinde geçen Melekler ile konuşmasını izah etmek bundan sonra biraz daha kolaylaşacaktır.

Bakara s. 30. ayetinde geçen konuşma , bize kendisini bir hükümdara benzeterek anlatan Allah (c.c) nin ,  yanında olan danışman kadrosuna verdiği isim olan Mele-i Ala ile aralarında geçen temsili ve teşbihi anlatım dahilinde bir konuşmadır.

Mele-i Ala yani Melekler , Allah (c.c) "Ben yeryüzünde bir halife kılacağım" dediği zaman , cevaben "Orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" diyerek bir nevi onun yapacağını beyan ettiği iş hakkında bir nevi ona danışmanlık yaparak, bunun uygun olmayacağını beyan etmektedirler.

Yaptığından sorulmayacağını (21.23) beyan eden Rabbimizin yapacak olduğu bir şey konusunda Meleklerin onu sorgulamasını nasıl izah edebiliriz ?.

Allah (c.c) nin Melekler ile olan konuşması kendisini hükümdar olarak tanıtmış olmasının bir gereği olarak , hükümdarların yanında bulunan danışman kadrosu ile yapılmış temsili bir anlatım olarak görülmelidir. Yani konuşma gerçek olarak yapılmış bir konuşma değildir. Gerçek bir konuşma olarak anlaşıldığı takdirde Meleklerin Allah (c.c) ye nasıl itiraz edebildiği konusunda bir takım spekülasyonlara gitmek gerekecektir. Bu konuşmanın temsil içerdiğini düşündüğümüz zaman bu tür sorulara da gerek kalmayacaktır. 

Bu konuda ortaya çıkan sorular ve yapılan yorumlar , Allah ile Melekler arasında geçen konuşmanın gerçekte birebir yapılmış karşılıklı bir konuşma olarak anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki yapılan konuşma temsili bir anlatım üslubu üzerinden yapılmış olan bir konuşma olarak anlaşılmış olsaydı, bu tür soruların ne kadar gereksiz olduğu da ortaya çıkacaktır.

Burada asıl bakılması gereken nokta, konuşma içinde geçen "Orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" cümlesidir. Melekler halife olarak var edilecek insanın yeryüzünde fesat çıkarıcı ve kan dökücü özelliğe sahip olacağını nereden bilmektedirler? sorusunun cevabı ,yine aynı sure içinde bulunmaktadır. Bu noktada sorulması gereken , "Melekler insanın fesat çıkarıcı ve kan dökücü olacağını nereden biliyorlardı ?" sorusu değil "Melekler neden insan için fesat çıkarıcı ve kan dökücü vasfını öne çıkarmaktadırlar?" sorusudur. 

Bakara suresinin ayetlerine dikkat edilirse ağırlıklı olarak İsrailoğulları ile ilgili olup , kan dökücülük ve fesat çıkarıcılık  özellikleri bu kavim ile ilgili anlatımlarda öne çıkmaktadır. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlara geçilmeden bu kıssanın anlatılmış olması dikkat çekicidir.

[002.011-12] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.

[002.027]  Allah'ın ahdini pekiştirdikten sonra bozanlar, birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesat çıkaranlar, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

[002.204-205]  İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.O, dönüp gitti mi yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.

[002.084-85]  Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahitsiniz. Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edildiğinde insanın kan dökücülük ve fesat çıkarıcılık özelliği, İsrailoğulları örneğinde ortaya çıkmaktadır. Bakara s. 30. ayetinde Meleklerin "Orada fesat çıkaracak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" sözleri İsrailoğulları tarafından yapılan fesat ve kan dökücülüğe bir işaret ve onların yaptığı bu hataların Melekler üzerinden dile getirilmesidir. 

Muhammed (a.s) ın Medineye hicret etmesi sonucunda , daha önceden elçi ve kitap ile tanışmış bir topluluk olan İsrailoğulları ile ilişkilerinin anlatıldığı Bakara suresindeki ayetler , bu kavmin iman etmemesi sonucunda düştüğü durumu Meleklerin lisanı üzerinden aktarmaktadır. 

Melek ve Şeytan kavramları, insan için iyiliği ve kötülüğü sembolize eden kavramlardır. İyi birisi için "Melek gibi insan" , kötü birisi için "Şeytan gibi insan" deyimlerini hepimiz kullanırız. İsrailoğulları Muhammed (a.s) a iman etmemek sureti ile Şeytan olmayı tercih eden bir kavim olarak bizlere anlatılmaktadır.

Peki neden Meleklerin konuşması üzerinden böyle bir şeye işaret edilmektedir ?.

Melekler halife kılınacak olan insanın "Fesat çıkarıcı ve kan dökücü" özelliğini ortaya koyarken, kendilerinin özelliklerini de "Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz" şeklinde ifade etmektedirler. Bu ifadeler aslında Allah (c.c) nin yarattığı kullarda hasıl olan  iki ayrı vasıftır. Kul , ya yaratanını överek yücelten ve onu devamlı takdis eden bir hayat üzere , ya da fesat çıkarıcı ve kan dökücü bir hayat üzere yaşamını idame ettirmektedir.

Allah'ı övmek , yüceltmek takdis etmek, yani ona İMAN üzerine dayalı bir yaşam ile , kan dökücülük ve fesat çıkarmaya yönelik yani KÜFÜR üzerine dayalı bir yaşam, yaşam sahasına gelmiş ve gelecek olan bütün insanların taşıyacakları iki ayrı vasıftır. Dünyaya gelen insan ya iman üzere , ya da küfür üzere bir hayat yaşayacaktır. İnsandaki iki zıt vasıf melekler üzerinden anlatılmaktadır.

[002.034]  Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs  kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Ademe secde etme olayını, bu anlattıklarımız üzerinden devam ettiğimiz takdirde, anlamak daha kolaylaşacaktır. Secde eden Melekler ile secde etmeyen Melek olan İblis , aslında insanın kendisini ifade etmektedir. Kendisine iki yol gösterilerek , ya takva ya da fücur yoluna gitme , ya şükredici ya da küfredici olma itiyadında yaratılan insan , Allah'a secde etmeyen bir yaşamı seçtiğinde "Şeytan" vasfını almaktadır. Kendisinde bulunan fücur ve küfür özelliklerini öne çıkaran bir yaşam ve bu yaşamın içselleştirilmesi insanın şeytan haline gelmesini beraberinde getirmektedir. 

Tefsirlerde yapılan İblis'in Melek'mi yoksa Cin'mi olduğu yönündeki tartışmalar , kıssanın yaşanmış ve İblis'in gerçek bir şahsiyet olduğundan yola çıkarak yapılmış tartışmalara örnektir. Bu tartışmalar hala sürmekte olup , kıssanın temsili anlatım , İblis'in temsili bir şahsiyet olduğunu hesaba katarak okuduğumuz zaman , bu tartışmaların ne kadar gereksiz olduğu ortaya çıkacaktır.

Bu noktada kıssanın temsili bir kıssa olarak değil , gerçekte yaşanmış bir kıssa olduğundan yola çıkılarak yapılan okuma sonucu ortaya çıkan meselelerden olan,Meleklerin Ademe secde etmesi de anlaşılacaktır. Allah (c.c) Ademi yarattıktan sonra onu Meleklerin karşısına dikerek , ona secde etmelerini emretmemiştir. Olay insan fıtratında olan iyilik ve kötülüğün ortaya çıkmasıdır. İçindeki iyilik duyguları ağır basan kişi, kendisine Allah tarafından verilen emre secde yani itaat ederken , içindeki kötülük duyguları ağır basan kişi, kendisine Allah tarafından verilen emre secde etmemekte yani isyan etmektedir.

Yine bu noktada , Ademe şeytanın yaklaşmasını da anlamak mümkün olacaktır. Bu kıssanın yaşanmış bir kıssa olduğundan yola çıkılarak yapılan tefsirlerinde , Şeytan'ın cennete nasıl girdiği sorusu sorulmaktadır. Halbuki Şeytan Adem'e canlı bir kişilik olarak yaklaşmamıştır. Adem'in kandırılması , içindeki kötülük duygularının dışa yansıması sonucunda kendisine yasaklanan ağaca kendi hür iradesinin verdiği karar doğrultusunda hareket ederek yaklaşması sonucunda meydana gelmiştir. İnsan hür iradesi ile yaptığı kötülükler kötülük sembolü olan Şeytan ile özdeşleştirilerek , yaptığı amelin sonucu anlatılmaktadır.

Adem,  iyilik ve kötülük vasfını içinde taşıyan bütün insanları temsil eden prototip bir kişidir. İçinde bulunan iyilik ve kötülük melekeleri ile hayata başlamış , kendisine Allah tarafından bir yol haritası çizilmiş , gitmesi ve gitmemesi gereken yol gösterilerek hayat alanına çıkarılmıştır. Günlerden bir gün , içindeki kötülük melekeleri ağır basarak kendisine yasaklanan ağaca yaklaşarak Allah'a isyan etmiştir. Fakat iyilik melekeleri bu sefer ağır basarak yaptığı hatayı anlamış ve hatasından tevbe ederek geri dönmüştür.

Sonuç olarak : Adem ve İblis kıssası gerçek yaşanmış bir kıssa değil , temsili bir kıssadır. Bu kıssanın temsili olduğunu iddia etmek , Kur'an'ı ret etmek anlamında değildir. Kur'an temsili anlatım üslubunu kullanan bir kitap olarak , bu anlatım üslubunu Adem kıssasında kullanmaktadır. Temsili anlatım üslubu bazı kişi ve olaylar üzerinden mesajı okumaya dayalı bir anlatım üslubudur. 

Allah (c.c) kendisini bize hükümdara benzeterek anlatmasından dolayı , bir hükümdarın etrafında bulunan ve "Mele" olarak bildiğimiz danışman kadrosunu , teşbihi bir anlatım dahilinde "Mele-i Ala" şeklinde kendisi için kullanmaktadır. 

Bakara s. 30. ayetinde geçen konuşmanın teşbihi anlatım dahilinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Allah (c.c) nin verdiği bir karara kimsenin itiraz etme yetkisi olamayacağına göre Meleklerin böyle bir itiraz yapması , mümkün değildir. Yapılan bu konuşma birebir gerçekleşmiş bir konuşma da değildir.

Meleklerin konuşması üzerinden verilen bilgiler insanın, iyi ve kötü yönünü ifade etmekte olup , bu ifade temsili bir anlatım üslubu içinde bizlere sunulmaktadır. Biz bu anlatımda mesaja odaklanarak bize asıl gerekli olanı almaya çalışmak yerine , anlatımın kendisi üzerine odaklanarak olayın gerçekliği üzerinden bir okuma yapmak sureti ile bir çok sorunun ortaya çıkmasına sebep olmaktayız. 

Eğer kıssa temsili anlatım üslubunun özelliklerini kullanmış olduğundan yola çıkılarak daha kolay anlaşılır , kısır tartışmalar yerine mesajı anlamaya merkezli tartışmalar yapılabilirdi. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Kasım 2016 Pazar

Fussilet s. 30-32. Ayetleri : Melekler İnsan Üzerine Nasıl İner ?

Yazımıza konu olarak seçtiğimiz ayetlerde, Allah (c.c) biz iman etmiş kullarına bir vaatte bulunmaktadır. Bu yazımızda Allah (c.c) nin bu vaadinin hayat için nasıl gerçekleştiğine dair bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağız.

[041.030] Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâat olunan cennetle sevinin! derler.
[041.031]  «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»
[041.032]  Gafur, Rahim olanın ikramı olarak.

Bu ayeti literal bir anlam dahilinde okumak , bazı problemleri beraberinde getirerek , bu inişin keyfiyeti ve insanların bu sözleri duyup duymadıkları tartışma konusu olacak , ve asıl mesaj buhar olup uçacaktır. Allah (c.c) nin vaadi yalan olmayacağına , ve vaadinden asla dönmeyeceğine göre , bu ayetlerde bize haber verilenlerin, bizim hayatımıza nasıl yansıyabileceği ve nasıl anlaşılması gerektiği konusu önem kazanmaktadır.

Bilindiği üzere Kur'an'da bir çok ayette Allah (c.c) , kullarına yardım edeceğini vaat etmekte , bu vaadin yaşanan hayatlarda nasıl gerçekleştiği ise , elçi kıssaları ile bizlere gösterilmektedir. Biz bu kıssaları okumak ile sadece geçmişte yaşanmış bazı olayları değil , "Sünnetullah" dediğimiz toplumsal işleyiş yasalarının , insan hayatında nasıl pratik bulduğunu da öğrenmekteyiz. 

Konumuz olan ayetlerin, Allah'ın yardımının kuralı ve bu kuralın nasıl işleyeceği , hak ediş neticesinde bu kuralın işleyişinin, Meleklerin lisanı üzerinden anlatılmış olması çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Allah (c.c) ye yapmış olduğumuz dualarımızın içeriğinde , dünya genelindeki Müslümanların yaşadıkları zulme engel olması , onun bize yardım etmesi , Bedir savaşında olduğu gibi Melekleri indirmek sureti ile yaptığı yardımın aynısının bugünde gerçekleşmesi , Kabe'yi yıkmak için gelen orduya yaptığı , ebabil ile kafirleri helak etmesi gibi sözlerle, ondan yardım talebinde bulunmak yatmaktadır.

Fakat yardım isteklerimiz bir türlü karşılık bulmamakta , zulüm ve gözyaşı, başta İslam coğrafyası olmak üzere , dünyanın dört bir yanında tüm hızıyla sürmektedir. Allah (c.c) bu yapılanları elbette görmekte , fakat yardım elini bizlere bir türlü uzatmamaktadır. Yardım elinin uzanmamasına sebep olarak, bizden kaynaklanan bazı hataların bu vaadin gerçekleşmesine engel olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki yardım vaadi kıyamete kadar geçerli ise, ki öyledir yardım hak edenlere kıyamete kadar yapılacaktır.

Allah (c.c) kullarına vaat ettiği yardımını, sadece elçi kıssalarında yaptığı yardımlar ile sınırlamamış , veya sadece Bedir veya Huneyn gününde bu yardım vaadini sonlandırarak defteri kapatmamıştır. Yardım defteri kıyamete kadar açık kalacak , ancak bu defterin açık kalması, bir takım yasalara bağlı olmak kaydını taşımaktadır. 

Allah (c.c) Meleklerini kullarının üzerine sadece Bedir gününde değil, kıyamete kadar indireceğini, konumuz olan Fussilet s. 30. ve 32. ayetleri arasında vaat etmektedir. Yalnız 30. ayette, Rabbimiz Allah'tır diyerek bu yolda yürümek gerektiği  şeklinde bir ifade ile, bu inmenin şartını görmekteyiz. Rabbimiz , beyan ettiği şartı gerçekleştirenlerin üzerine Meleklerini kıyamete kadar indirecek , ve bu vaadinden asla dönmeyecektir. 

Rabbimiz Allah'tır diyerek bu yolda yürümek, hayat içinde nasıl gerçekleşecektir ?. 

"Rabbimiz Allah'tır" sözünün sadece dil ile söylenmesi yeterli olmamakta , devamında "Bu yolda yürümek gerektiği" ifade edilerek , bu sözün hayat içinde gereğinin yerine getirilmesi hatırlatılmaktadır. Bu nokta çok önemli olup , yardım vaadinin yerine gelmemesinin sebebini de , bu cümlenin hayat içinde yerine gelmemiş olmasından anlamak mümkündür. , "Rabbimiz Allah'tır" sözünün sadece dil ile söylenerek , bu sözün hayat içinde gereğinin yerine getirilmemesi yardım yasasının işlememiş olmasının başlıca nedenidir. 

"Rabbim Allah deyip sonra doğru bir yol üzerinde yürümek" cümlesi, içinde çok geniş anlamlar barındırmaktadır. Allah (c.c) nin "Rab" olarak bilinmesine dayalı bir tarzından ödün vermeden yürümek, ve bu bilinci hayatın her safhasında unutmamak, bize dünya ve ahiretin kapılarını açacaktır. 

Kur'an kavramlarının içinin boşaltılmış olmasının verdiği zararlardan bir tanesi , Allah'ın "Rab"  olarak bilinmesinin hayat içinde nasıl pratiğe dökülmesi gerektiğini maalesef biz Müslümanlara unutturmuş olmasıdır. Allah'ın rab olarak bilinmesi ve bu bilinç temeline kurulu bir hayat tarzı yerine , bir çok rabler ittihaz edinmiş hayat tarzı üzerinde yaşayanlara elbette Allah yardım etmeyecektir. 

İtikat bazında Allah (c.c) dışında kitaplar ve kişiler ihdas ederek o kişi ve kitaplar üzerinden din algısına sahip olanlara , siyasi , iktisadi , sosyal v.s gibi yaşamı ilgilendiren konularda, Allah (c.c) dışında , insanlar tarafından ortaya atılan izm ler ile yönetilmek sureti ile başka rabler ittihaz eden Müslümanlara , Allah nasıl yardım edecektir ?.  Allah'ın yardımının işlemesinin kuralı , onun hayatın her alanında rab olarak tanınması , ve onun hayatın her alanında olması ile mümkün olacaktır. Onu devreden çıkararak başka rabler tanıyanların , başı dara düştüğünde ondan yardım istemesi elbette abes olacak , ve yardım asla gelmeyecektir.

Rabbim Allah diyerek , doğru bir yol tutanların üzerine Melekler nasıl iner ?.

Fussilet s. 30. ve 32. ayetler arasında Melekler tarafından söylenen sözler temsili bir anlatım olup , bir beşerin kulağıyla duyması, veya inen Melekleri göz ile görmesi asla söz konusu değildir . Meleklerin ağzından çıkan bu sözler , "Rabbim Allah" diyerek doğru bir yol üzerinde gidenlerin, kendilerine yardım kapısının açılmasını hak ettiklerini , artık önündeki engellere aldırmadan yürümeleri gerektiğini ifade etmektedir. 

Her kim "Rabbim Allah" diyerek , bu sözün gerektirdiği yaşantı üzerinde olursa Allah'ın yardımı ona ulaşacak, ve arkasında büyük bir güç olduğunu bilerek ona göre hareket edecektir. Meleklerin Kur'an'da, Allah (c.c) nin iman eden kullarına olan yardımının  vasıtası olması açısından bir göreve sahip olduğu beyan edildiği için , bu anlatım Meleklerin lisanı üzerinden gerçekleştirilmektedir.

Kur'an gayb alanına giren konuları zihnimizin algılaması mümkün olmadığı için, zihin dünyamızın tecrübe alanına giren konulara benzeterek anlatmaktadır. Allah (c.c) gayb alanına girmesi nedeniyle bizim kendisini tanıyabilmemiz için zihin dünyamızın aşina olduğu bir kavram olan, mülk ve saltanat sahibi olan bir hükümdara benzeterek anlatmaktadır. 

Melek kavramı ise bu benzetme ile alakalı olarak , bir hükümdarın çevresinde olan , elçi , danışman , ordu gibi unsurların somut bir hale getirilmiş olmasını ifade etmektedir. Allah (c.c) bir hükümdar olarak meleklerden elçiler seçmekte (Hacc s.75 , Nahl s. 2) , etrafında "Mele i Ala" dediği danışmanları bulunmakta (Sad s. 69 , Saffat s. 8) , düşmanlarını bozguna uğratacak orduları bulunmaktadır (Enfal s. 40 , Fetih s. 4-7). 

Allah (c.c) mülk sahibi bir hükümdar olarak , mülkünün ve mülkü üzerinde yaşayan, ve  onu gerçek rab ve ilah olarak kabul  etmiş olan kullarının da koruyucusudur. Bu korumayı bizlere zihin dünyamızın aşina olduğu "Ordu" kavramı ile anlatmaktadır. Kendisine baş kaldıranları helak etmek için, veya kendisini ilah ve rab olarak tanıyan kullarını korumak için gerekli olan güç  "Allah'ın Orduları" deyimi şeklinde , Kur'an içindeki ayetlerde kullanılmaktadır. Allah'ın ordularının mensubu olan askerler de haliyle gaybi bir kavram dahilinde olacak, ve bu ordular "Melek" kavramı ile ifade edilecektir. 

[008.012]  Hani Rabbın, meleklere: Ben sizinleyim, haydi iman edenlere sebat verin, diye vahyetmişti. Ben, küfretmiş olanların kalblerine korku salacağım. Artık siz de vurun boyunlarının üstüne, vurun tüm parmaklarına.

Melek , iyilik ve güzellik etrafında şekillenmiş tüm olumlu şeyleri ifade eden bir kavram olarak , insanların öteden beri bildiği bir kavramdır. Allah (c.c) kendisine iman eden ve güvenen kullarına olan desteğini , kullarının bildiği ve şahit olduğu bir kavram dahilinde anlatarak , onlara olan desteğini  Melekler ile somut bir hale getirmek sureti ile ifade etmektedir. 

Allah'ın ordularının desteğinin arkalarında olduğunu bilenlerin Bedir'de aldığı başarı buna canlı bir örnektir. "Rabbimiz Allah'tır" diyerek doğru bir yol üzerinde giden Müslümanlar az olmalarına rağmen , kendilerinden daha fazla olan müşrik ordusunu mağlup etmişlerdir. Aynı Müslüman ordusu bu sözlerin gereğini, Uhut harbinde yerine getirmemesi nedeniyle mağlup olmuştur.

[009.040] Eğer siz ona yardım etmezseniz; doğrusu Allah, ona yardım etmişti. Hani kafirler onu çıkarmışlardı da, o ikinin ikinicisiydi. Hani onlar mağarada idiler ve hani o, arkadaşına; üzülme, Allah bizimledir, diyordu. Bunun üzerine Allah, ona sekinetini indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti. Ve küfretmiş olanların sözünü alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise en yüce olandır. Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

Rabbimiz Allah'tır sözünü hayat içinde pratiğe döken Muhammed (a.s) ve yol arkadaşına , mağarada ölüm ile burun buruna geldiklerinde yapılan yardım "Görülmeyen ordular ile desteklenmek" şeklinde ifade edilmektedir. Ne Muhammed (a.s) ne de arkadaşı kendilerine yardım edenleri göz ile görmemişlerdir. Fakat mağarada ölüm ile burun buruna geldiklerinde , onların ölümden kurtulmuş olmaları böyle ifade edilerek , bu kurtuluşu sağlayan güç ve kuvvetin Allah (c.c) olduğu hatırlatılmaktadır. Bedir savaşı ile ilgili ayetlerde "Onları siz öldürmediniz Allah öldürdü , Attığın zaman sen atmadın Allah attı" (Enfal s. 17) ifadeleri, Bedir'de olan yardımın ifadesidir.

Bizler Meleklerin askerlik yaptığı orduların nasıllığı üzerinde herhangi bir fikir yürütebilecek bilgilere sahip değiliz. Bu ifadeler kendisini bizlere güç ve kudret sahibi olan bir hükümdara benzeterek tanıtan Allah (c.c) nin , bir hükümdarın düşmanlarına korku , dostlarına ise güven veren ordulara sahip olması gerektiğine binaen yapılmış anlatımlardır. 

Bu noktada Meleklerin varlığı, yokluğu veya ne oldukları noktasında bir takım tartışmaların yapılmış olduğu , konu ile alakalı olanların malumudur. Bu tür tartışmaların gereksiz ve yanlış olduğunu hatırlatarak , gayb ile alakalı olan konularda, verilmek istenen mesajı okumaya çalışmak , üzerinden mesaj verilen kişi veya varlıkların varlığı veya yokluğunu tartışmanın anlamsız olduğunu da ortaya koyacaktır. Varlık veya yokluk üzerinden yapılan tartışmalar , bizlere yaşantı içinde herhangi bir getiri sağlamayacak , sadece entellektüel bir faaliyet olarak kısır tartışmalar içinde, bize verilmek istenilen mesajların buharlaşmasını sağlayacaktır.

[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.

Sonuç olarak : İnsan fıtri olarak arkasında kendisine güvendiği , kendisinden güçlü olduğuna inandığı , başı dara düştüğünde yardımını görebileceği , güç ve kudret sahibi olan kimselere ihtiyaç duymaktadır. Allah (c.c) insanın yaratıcısı olarak fıtratından gelen bu ihtiyaca gerçek olarak cevap veren tek varlık olduğunu haber vererek , güvenilmesi gereken adresin sadece kendisi olduğunu beyan etmektedir. Kullarının bu güveninin boşa olmadığını göstermek için , teşbihi bir anlatım dahilinde Meleklerden oluşan ordular sahibi olduğunu , gerektiği zaman bu ordusunu kendisini rab olarak tanıyan kullarına yardım için göndereceğini bizlere bildirmektedir.

Fussilet suresi 30-31 ve 32. ayetleri işte bu yardımın hangi şartlarda meydana geleceğini , Allah'ın yardımının somut hale getirilmiş şekli olan Meleklerin lisanı üzerinden anlatmakta , Allah'ın yardımına mazhar olanların dünya ve ahirette mutluluğa kavuşacağını haber vermektedir.  

Melek , gaybe ait bir kelime olması nedeniyle , üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılabilmektedir. İnsanın görünmeyen olan merakı , bu kelime ile ifade edilen varlıkların nasıllığı konusu cevabını aramaktadır. 

Fakat Kur'an bu sorunun cevabını bizlere vermemektedir. Nedeni ise, gaybi alana dair bir konu olması ve bizim zihnimizin bu alan ile ilgili bilgileri algılama konusunda yetersiz kalmasıdır. Biz Melek kelimesi ile anılan varlıkların ne olduğu veya ne olmadığından ziyade , bize anlatılan işlevi üzerinde bilgi verilmiş olmasını dikkate alarak , sınırları zorlamamak zorunda olduğumuzu düşünmekteyiz. 

İman edenlerin üzerine Melek inmesi , Allah'ın gücünün ve yardımının arkalarında olduğunu bilmeleri ve arkalarında olan bu gücün mağlup olmasının imkansız olduğunu bilerek hareket etmelerini sağlamaya matuf , moral ve motivasyon sağlayan anlatımlardır.

Fussilet s. 30-31-32. ayetlerde anlatılan bilgileri bu doğrultuda okumaya çalışarak , gaybı taşlamadan bize verilmek istenilen mesajı okumaya gayret ettik. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Ekim 2016 Cumartesi

Nisa s. 97-100. Ayetleri : Melekler İnsan ile Konuşur mu?

Kur'anın muhataplarına vermek istediği mesajı iletme yollarından birisi , karşılıklı konuşma üslubudur. Bu tür üslubu, Kur'anın bazı yerlerinde görmekteyiz. Bu tür ayetleri okuduğumuzda konuşmanın sadece kendisine odaklandığımız zaman ,  "Bu iş nasıl olur" şeklinde sorular kafamıza takılacaktır. Bu sorunun cevabının aranması yerine, " Bu konuşma üzerinden bize nasıl bir mesaj verilmek isteniyor?" sorusunun cevabının aranmaya çalışılması, daha doğru bir yöntem olacaktır. 

Söylemek istediklerimizi , Nisa s. 97. ve 100. ayetler arasında hicret konulu ayetleri örnek vererek somut bir şekilde anlatmaya çalışalım.

[004.097]  Melekler; nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman: Ne yapıyordunuz? deyince; biz yeryüzünde müstaz'af kimselerdik, diyecekler. Melekler de: Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz? diyecekler. Onların varacakları yer, cehennemdir. Dönülecek yer olarak ne kötüdür orası.

Ayete baktığımızda , ölmek üzere olan bir kimse ile meleklerin arasında geçen bir konuşma görmekteyiz. Melekler bu kimseye , "Neden hicret etmediğini" sormakta , ölmek üzere olan kimse ise , neden  hicret etmediğinin mazeretini söylemektedir. 

Okuyucu, eğer bu konuşmanın nasıl meydana geldiğine takılacak olursa , bu konuşma üzerinden verilmek istenilen mesaj buhar olup uçacaktır. Bir insanın melekle karşılıklı bir şekilde konuşması gerçekte mümkün değildir . Sıradan bir beşerin melekle konuşması şöyle dursun , nebi resuller bile melekle karşılıklı bir şekilde konuşmamıştır. Elçiler sadece kendilerine bir şekilde ilka edilen vahyi alıp muhataplarına bildirmişler, bunun dışında karşısında ontolojik bir varlık olarak melekle oturup sohbet etmemişlerdir. 

Bu konuşmalarda bize düşen taraf, konuşmanın nasıl ve ne şekilde cereyan ettiğinden ziyade , bu konuşma ile muhataplara nasıl bir mesaj istenilmiş olabileceği sorusunun cevabının aranması olmalıdır. 

Bu sorunun cevabı için ilgili ayetin dahil olduğu bağlamı dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. 

[004.098]  Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan müstaz'aflar müstesnadır.
[004.099] Umulur ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.
[004.100]  Kim Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde çok yer de bulur, genişlik de bulur. Ve kim Allah'a ve peygambere hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükafatı Allah'a aittir, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Dikkat edilirse, ayetlerin bağlamı hicret etmek ile ilgilidir. Hicret etmesi gerektiği halde , dünyevi kaygılarla hicret etmeyen kimsenin durumu , her şeyin sona erdiği ve kimsenin artık geriye dönüpte , dünya hayatında yapması gerektiği halde yapmadığı bazı şeyleri yeniden yapabilmesi için çok geç bir vakit olan ölüm anındaki durumu gözler önüne serilerek , kişinin düştüğü çaresiz durum, konuşma tasviri içinde görselleştirilerek anlatılmaktadır. 

Yaşadığı hayat içinde iman ettiğini iddia ederek , bu imanın gereklerini yaşadığı belde içinde yerine getiremeyen kimseler , imanlarının gereğini yerine getirebilecekleri beldelere hicret etmek zorundadırlar. Bu durumu Mekkeli Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. 

Mekke'deki baskılara dayanamayarak , Medine'ye hicret eden Muhammed (a.s) , bu şehirde vahyin hayata geçirilmesi noktasında bir zemin oluşturmuş , ve bu oluşuma Müslüman olupta katılım göstermeyenlerin yanlış yaptığı , dünyevi kaygılar güderek hicret etmeyen Mekke'li Müslümanlarında hicret etmesi emredilmektedir. Bu emir Enfal suresinde şu şekilde beyan edilmektedir. 

[008.072] Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür.

Hicret , malı , mülkü ,serveti , eşi ,dostu , çoluk çocuğu terk etmeye göze almak demektir. İman iddiasında olan bir kimse her zaman için , dünya sevgisi ile ahiret sevgisi arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır. Hicret etmesi gerektiği halde dünya sevgisini terk edemeyenlerin düşecekleri durum işte Nisa s. 97. ayetinde anlatılmaktadır. Bizlere bu ayette zımnen , "yaşadığınız hayat içinde yapmanız gerektiği halde yapmadığınız şeyleri ölüm anı geldiğinde yapmak isterseniz vakit artık çok geç olacaktır, yol yakınken ayağınız denk alın" denilmektedir. 

Bu ikazı sadece hicret konusu ile sınırlamayarak, daha geniş bir biçimde düşünmekte mümkündür. Müslüman olarak imanımız gereği yapmamız gereken her ne varsa , meşru bir mazeret durumu hariç , eğer gücümüz yettiği halde yapmıyorsak , ölüm anı geldiği zaman geri dönerek bunları yapmamız asla mümkün değildir. bundan dolayı , şu anda yaşadığımız hayat içindeki fırsatları iyi değerlendirerek , imanımız gereği olan şeyleri , yarın "ah vah" etmemek için şimdiden yapmaya gayret etmek en doğru davranış olacaktır. 

[023.099-100]  Onlardan birine ölüm geldiği vakit der ki: Rabbım, beni geri döndür.«Ki, geride bıraktığım (dünya) da salih amellerde bulunayım.» Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip-kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.

Yazımızın amacının meleklerin varlığını tartışmak olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Bu yazıyı okuyanların , amacımızın meleklerin varlığı yokluğu konusunda bir tartışma zemini yaratmak olmadığını bilmelidir. Meleklerin varlığı veya yokluğu konusunda tartışma yapmak yerine , Kur'anın melekler ile vermek istediği mesajın anlaşılmasına yönelik çalışmalar yapmanın daha doğru bir yöntem olacağını hatırlatmak isteriz.

Sonuç olarak : Kur'an muhataplarına vermek istediği mesajı, bazı edebi dil üsluplarını kullanarak vermektedir. Nisa s. 97. ayetinde ölmek üzere olan bir kimse ile meleklerin konuşması tasvir edilmektedir. Okuyucu eğer , bu konuşmanın nasıllığı üzerinde kafa yorarak ayeti anlamaya çalıştığında , bu nasıllığın cevabını vermek mümkün olmayacaktır. Okuyucu eğer , bu konuşmalar üzerinden muhataplara bir mesaj verilmek istenilmiş olabileceğinden yola çıkarak ilgili ayetleri okuduğunda, ayeti anlaması kolaylaşacak , konuşmanın nasıllığı üzerinde kafa yormanın da gereksiz olduğunu anlayacaktır.

Ayet , dünya hayatında imanının gereği olan şeyleri bazı dünyevi kaygıları öne çıkararak yapmayarak , ölüm anına gelen kimselerin durumunu tasvir etmekte , "sizde böyle duruma düşmeyin" mesajı vermektedir. Kur'anda başka yerlerde de geçen bu tür konuşmaların içeriği, muhataba mesaj içermesi bakımından okunduğu zaman anlamak daha da kolaylaşacaktır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.