87. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
87. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2017 Cumartesi

Meryem s. 87. Ayeti Örneğinde Şefaat Konulu Ayetlerin Tahrifi

Şefaat konusu, İslam düşüncesi içinde en fazla yanlış anlaşılan ve istismara uğrayan konuların başında gelmesi bakımından, Kur'an'ın din de belirleyici bir kitap olmasının kapısı açıldıktan sonra tartışılmaya başlamıştır. Kur'an'ın bu konudaki söyledikleri, müşriklerin inançlarını ret etme sadedinde olmasına rağmen, şefaat konusu İslam inancı içinde yer alarak neredeyse imanın şartlarından bir tanesi haline getirilmiştir.

Müşrik inancının İslam inancı haline getirilmesi için gerekli olan ameliyenin başında gelen şefaat konulu bazı ayetlerin, tahrif edilerek anlam ve yoruma tabi tutulması, Meryem s. 87. ayetinin de başına gelmiş, bu ayet bağlamından koparılmak ve tahrife uğratılmak sureti ile anlamlandırılmış, ve o şekilde bir yoruma tabi tutularak, şefaate delil ayetlerden birisi olarak önümüze konulmuştur. Şefaat konusu açıldığı zaman Meryem s. 87. ayeti de önce sürülerek, "Bak kardeşim bu ayette Allah'ın ahit verdiği kimseler şefaat edecek buyuruluyor" denilerek bu ayet, Allah'ın dışında şefaatçiler olduğuna dair delil  olarak sunulmaktadır.

Yazımızda bu ayeti ele alarak, bağlamı dahilinde okumaya, ve bu ayete verilen anlamların nasıl tahrifkar bir şekilde yapıldığına dikkat çekmeye çalışacağız.

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا

Ayetin Elmalılı Hamdi Yazır tarafından yapılan ve orjinal metne sadık kalarak yapılmış olan çevirisi şu şekildedir;

Rahmanın nezdinde bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaate malik olamıyacaklar.

Fakat aynı kişinin yaptığı çeviri, sadeleştirenler tarafından şu şekle sokulmuştur;

Elmalılı sadeleştirilmiş 1
Rahman'ın katında bir söz almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.

Elmalılı sadeleştirilmiş 2
(O gün) Rahmân (olan Allah)'ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.

Elmalılı Hamdi Yazır belki klasik anlamda bir şefaat düşüncesini kabul ediyor olsa dahi, bu düşüncesini ayete söyletmeye çalışmak gibi bir hataya düşmemiş, fakat onu sadeleştirenler onun yaptığı çeviriyi tahrif ederek, kendi sahip oldukları inancı ayete söylettirmeye çalışmak sureti ile, hem ilmi yönden gayri ahlaki bir tavır sergilemişler, hem de ayeti tahrif etmişlerdir.


Meryem s. 87. ayetinin meallerine baktığımızda ekseriyetle bu ayetin klasik anlamdaki şefaat algısını ayete onaylatmak amaçlı bir şekilde çevrildiğini görmekteyiz.

Diyanet İşleri :
Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.

Bayraktar Bayraklı
O gün, Rahmân’ın katında bir söz almamış olandan başkası asla şefaatte bulunamayacaktır.

Suat Yıldırım
Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemeyecek.

Süleyman Ateş :
Yalnız Rahmân'ın huzûrunda söz almış olanlardan başkaları şefâ'at edemezler.

Halbuki Meryem s. 87. ayeti ön yargısız bir şekilde okunmuş olsaydı, bu tür yapılan çevirilerin ne kadar yanlış olduğu da görülmüş olacaktı. Ayeti 77. ayetten itibaren başlayan bir bağlamı olduğunu ve bu bağlam dikkate alınarak 87. ayeti okuduğumuz zaman, yukarıda örneklerini verdiğimiz türden çevirilerin ne kadar hatalı ve tahrifkar olduğu da görülecektir.

[019.077] Ayetlerimizi inkar eden; bana elbette mal ve çocuk verilecektir, diyeni gördün mü?.

Bu ayet, 87. ayeti doğru anlamanın ilk basamağıdır. 87. ayete kadar devam eden ayetler "Bana elbette mal ve çocuklar verilecektir" şeklinde bir iddia da bulunan kişinin, dolayısı ile bu tür düşünceler içinde olan diğer kişilerin de iddialarını ret etmektedir.

[019.078] Gaybe muttali' mi olmuş? Yoksa rahmanın indinden bir ahid mi almış?.

78. ayet, 77. ayette ortaya atılan iddiayı kinayeli bir biçimde ret etmektedir. Bu noktada Mekke müşriklerinin ahiret inancına sahip olup olmadığı sorusu gündeme gelecektir. Çünkü 77. ayette ortaya atılan iddianın gerçekleşeceği yer ahiret olup, Allah'ın ayetlerini inkar eden kişi, kendisine ahirette mal ve çocuklar verileceğini iddia etmektedir.

78. ayet içindeki ahden kelimesi, 87. ayette de karşımıza çıkacak, ve 87. ayeti doğru anlamaya yardımcı olacak anahtar bir kelime olması açısından önemlidir. Bu kelime aynı zamanda, şefaate sahip olmanın ne anlama geldiğini de anlamamız açısından dikkate alınması gerekmektedir.

Mekke müşriklerinin bir çok ayette yeniden dirilişi ret ettiklerini görmekle birlikte, onların Yahudi ve Hristiyanlarla olan ilişkileri sayesinde ahiret hakkında bilgi sahibi olduklarını söyleyebiliriz. 77. ayette ortaya atılan iddiayı, Mekke'lilerin ahiret hakkında bilgi sahibi olmakla birlikte ona inanmadıklarını, hatta dünya hayatında sahip oldukları mal ve çocukların kendilerine inanılmaz bir öz güven sağladığını, bu öz güvene dayanarak eğer ahiret diye bir yer olsa dahi, orada da aynı hayatı süreceklerine inandıklarını söylemek mümkündür.

Benzer bir durumu Kehf suresi içinde anlatılan bahçe sahipleri kıssasında da görmekteyiz. 

[018.036]  «Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.»

Burada da ahireti inkar etmesine rağmen, dünya hayatında sahip olduğu malın verdiği öz güven içinde ahirette de aynı şeylere sahip olacağını düşünen bir inkarcının sözlerini görmekteyiz.

[019.079] Hayır, onun söylediğini kitaplaştıracağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.

79. ayet, 77. ayette ortaya atılan iddiayı ret etmekte, söylenilen sözün her söz ve amelde olduğu gibi kayıt altına alındığını haber vererek, Allah'ın ayetlerini yalanlayan bir hayat sürmesinden dolayı bu iddiasının gerçekleşmeyeceğini, ve ebedi azaba düçar olduğunu haber vermektedir.

[019.080] O sözünü ettiği mal ve evlada Biz vâris olacağız, nesi var nesi yoksa Bize kalacak ve o, huzurumuza tek başına gelecektir.

80. ayet, dünya hayatında sahip olunan mal ve çocukların ahiret hayatında da sahip olunacağı iddiasını ret etmeye devam ederek, 77. ayetteki iddia sahibinin herkes gibi tek başına Allah'ın huzuruna geleceğini bildirmektedir. 

Bu konuda Kur'an'da başka ayetlerde de haberler görmekteyiz. 

[019.095] Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız tek başlarına' geleceklerdir.

[006.094] Andolsun ki siz; ilk defa yarattığımız gibi, yapayalnız ve teker teker huzurumuza geldiniz. Ve size verdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız. Hani, ortaklarınız olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı da beraberinizde görmüyoruz. Andolsun ki; aranızdaki bağlar artık kopmuştur. Ortak sandıklarınız da sizden kaybolup gitmiştir.

[019.081] Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'ın aşağısından olan ilahlar edindiler.
[019.082] Hayır, hayır! Taptıkları o nesneler onların ibadetlerini reddedecekler ve kendilerine düşman olacaklardır.
[019.083] Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.

81-82-83. ayetler, 77. ayetteki iddia sahibi ve benzerlerinin dünya hayatında işledikleri amelleri özetlemektedir. Allah'ı bırakarak onun yarattıklarını ilah edinen, ve izzeti o sahte ilahlarda arayanların nasıl bir hüsrana uğrayacağı, 82. ayette haber verilmektedir. 83. ayet ise onların böyle bir şirke düşmelerine sebep olan unsuru açıklamaktadır.

[019.084] Şu halde sen, onlara karşı acele etme. Biz, onların günlerini saydıkça sayıyoruz.

84. ayet herkesin günlerinin sayılı olduğunu, sayılı günler bittiğinde hesap için huzura çıkılacağını haber vermektedir.

[019.085] O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahmân'ın huzuruna toplayacağız.
[019.086] Suçlu-günahkârları da, susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.

85. ve 86. ayetler, kıyamet gününde takva sahiplerinin ve mücrimlerin alacakları karşılığı teasvir etmektedir. Takva sahiplerinin Rahman'ın huzurunda toplanmasını anlamak için, Allah (c.c) nin kendisini bizlere hükümdar olarak tanıtmış olmasını dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. Bir hükümdarın huzuruna kabul edilmenin bile büyük bir ihsan olduğunu düşündüğümüzde, takva sahiplerine yapılacak olan muameleyi anlamak kolaylaşacaktır.

86. ayette ise, mücrimlerin susamış olarak cehenneme sürülmesini en iyi nuzül ortamında yaşayan suyun değerini bilen çöl insanları anlayabilir. Susuzluk çekmenin ne demek olduğunu iyi bilen çölde yaşayan bir insanın cehennemde böyle bir muamele görmeyi hak etmemesi için yapması gerekenleri yine Kur'an haber vermektedir.

[019.087] Rahmanın nezdinde bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaate malik olamıyacaklar.

Bütün bu ayetlerden sonra 87. ayeti anlamak daha da kolaylaşacaktır. Dikkat edilirse 78. ayette gördüğümüz ahden kelimesi, bu ayette de karşımıza çıkmaktadır. Buradaki ahden kelimesini 77. ayetteki "Bana elbette mal ve çocuklar verilecektir" sözü ile olan bağını dikkate aldığımızda şunları söyleyebiliriz;

77. ayetteki inkarcı kişi tarafından söylenen bu söz 87. ayette geçen şefaat sözü ile yakından alakalıdır. Bu kelimenin anlamı, " Bir nesneyi kendi benzerine eklemek, katmak" demektir. Kelimenin "Kendisinin bir yardımcısı olarak onun yerine rica ve talepte bulunmak" anlamı da bulunmasına rağmen, 87. ayetteki şefaat kelimesine, 77. ayetteki inkarcı kişinin sözü dikkate alınarak anlam verilmesinin gerektiğini düşünmekteyiz.

87. ayetteki şefaat kelimesi, 77. ayetteki inkarcı kişinin ahirette kendisine mal ve çocuklar verileceğini iddia etmesi ile bağlantılıdır. Şefaat kelimesinin Bir nesneyi kendi benzerine eklemek, katmak" anlamını dikkate aldığımızda, inkarcı kişi ahirette mal ve çocukları ile yine birlikte olacağını iddia etmekte olup, devam eden ayetler onun bu iddiasını 87. ayete gelen kadar ret etmektedir.

87. ayete gelince "Rahman'ın nezdinde bir ahit almış olan kimselerden başkası şefaate malik olamayacaklar" demek, Rahman olan Allah ahirette kimin kiminle olacağını, kime neler verileceğini kendisi belirlemiştir demek anlamına gelmektedir. Cennet nimetleri ile ile ilgili ayetleri okuduğumuz zaman, söylemek istediğimiz şey daha net olarak anlaşılacaktır. Cennet nimetleri ile ilgili ayetlerin ortak mesajı, dünya hayatında sahip olmak istediğimiz zenginliklerin, cennet hayatında bize verileceğidir.

Bu noktada bu ayete, genel geçer şefaat tanımı dikkate alınarak verilen "Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemez." türünden meallerin ne kadar saçma ve tahrifkar olduğu da anlaşılacaktır. Çünkü ayeti 77. ayetten gelen bir bağlamı takip ederek okuyup ve anlamlandırdığımız zaman, buradaki şefaat kelimesinin bir başkasına şefaat etmek ile uzaktan yakında bir alakasının olmadığı da görülecektir.

Çünkü burada söz edilen şefaat, bir başkası tarafından yapılacak olan rica ve talep anlamı değil, dünya hayatında sahip olunanlar ile yine ahiret hayatında da birlikte olmak anlamı taşımaktadır. Bir kimsenin şefaate yani dünya hayatında sahip olduğu mal ve servete, veya sahip olmak istediklerine kavuşabilmesi, ancak Rahman'ın söz verdiği kimseler için geçerlidir. Rahman'ın verdiği söz ile ona kimseyi şirk koşmayan bir hayat sürülmesi ile gerçekleşecektir.

77. ayetteki inkarcı kişi aslında cenneti istemekte, fakat onun dünya hayatında işlediği amelleri, onun böyle bir nimet ile şereflendirilmesine engel olmaktadır. Şefaati benzerlerin bir arada olması anlamını dikkate alarak okuduğumuzda, Rad suresinde şunları görmekteyiz.

[013.022-4] Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, salatı ikame ederler; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça sarfederler; iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar; işte onlara bu dünyanın iyi sonucu, girecekleri Adn cennetleri vardır; babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girip: «Sabretmenize karşılık size selam olsun; burası dünyanın ne güzel bir sonucudur!» derler.

Rad suresi içindeki bu ayetler, Rahman'ın verdiği ahdi en güzel anlatan ayetlerdendir. Rahman, yukarıdaki ayetlerde yazan şartları yerine getirenleri Adn cennetlerine koyacağını vaat etmekte, aynı zamanda yakınlarının da aynı şartları yerine getirdikleri takdirde oraya dahil edileceği bildirilmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an ayetlerinin bağlam gözetilmeden ön yargılar sonucu okunması büyük yanlış anlamalara yol açtığı malumdur. Şefaat konulu ayetlerin bir kısmına baktığımız zaman büyük ölçüde tahrife uğratılarak, rivayetleri onaylayacak bir şekilde çevrildiğini görmekteyiz. 

Meryem s. 87. ayetine verilen anlamlara baktığımızda bu ayetin de açık biçimde tahrife uğratıldığını görebiliriz. Ön yargı sahibi olmadan ve bağlamı gözetilerek okunan Meryem s. 87. ayetinin, Allah (c.c) dışında başka şefaatçilerin olduğuna dair bir delil olarak sunulabilecek bir ayet olmadığı görülecektir.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

12 Aralık 2016 Pazartesi

Hicr s. 87. Ayetinde Geçen Seb'ul - Mesani Terimi Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

                                                      وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ

                        [015.087]  Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve yüce Kur'an'ı verdik.

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" deyiminden kast edilenin, Fatiha suresi olduğu yönünde görüşler ağırlıkta olup , bu anlam bazı meallerde dahi o şekilde geçmektedir. Bu terim ile kast edilen şeyin Fatiha suresi olduğu, sadece müfessirlerin yorumu olup , tefsirlerde bu terim hakkında farklı yorumlarında olduğu bilinmektedir. 

Fakat ağırlıklı olarak tercih edilen görüş, bu terimin Fatiha suresini işaret ettiği yönündedir. Biz "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu yönünde yapılan yorumlara yanlış olduğu gerekçesi itiraz etmemekle birlikte , bu yorumu meallere aksettirmenin yanlış olduğunu , bu deyimin mealini koymak yerine , yorum olarak "Fatiha suresini verdik" şeklinde yapılan meallere itirazımız olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Hicr suresinin Mekke'de nazil olduğu herkesçe malumdur. Mekki surelerin özelliklerinden bir tanesi , müşriklerin baskı ve zulmüne karşı, Muhammed (a.s) ve ona iman  edenlere moral desteği veren ayetlerin içinde barındırmış olmasıdır. Mekke müşrikleri Allah ve elçisine kafa tutma yetkisini ve gücünü , elinde bulundurdukları siyasi ve ekonomik servetten kaynaklanan öz güvenlerinden almakta olduğu malumdur .  Onların bu şımarıklığına dikkat çeken bir çok ayet , müşriklerin mal ve evlat çokluğuna olan güvenlerinin, hesap günü para etmeyeceğini bildirmektedir. 

 [023.055-6]  Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[068.010-6] Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz olana. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda «Bu eski insanların masalları!» diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.

Allah (c.c) elçisine verdiklerinin onların yanında olanlardan daha hayırlı ve daha değerli olduğunu beyan ederek , onların göz kamaştırıcı zenginliklerine tamah etmemesini emretmektedir. 

[020.131]  Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerinin de bu bağlamda okunması ve anlaşılması gereken ayetler olduğunu söyleyebiliriz. 

[015.087] Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur'an'ı verdik.
[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Allah (c.c) elçisine verdiği şeyin değerine dikkat çekerek , başkalarının elinde olan şeylerin, onun elindeki olan ile kıyaslanamayacak kadar değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Bu noktada 87. ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin ne olduğu ile ilgili yorumlar ortaya çıkmaktadır. 

Tefsirlerin bir çoğunda bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu olduğu yönünde yorumlara rastlamakla birlikte , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi , Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlara da rastlamak mümkündür. Hicr suresinin Mekke'de nazil olması ve yedi uzun surenin içinde Medine'de nazil olan surelerinde bulunması nedeniyle , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlarının, isabetli olduğunu söylemek zordur. Ayet içinde Kur'an'ın kendisinden zaten bahsedilmiş olması , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi olduğu yorumlarının da isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.  

Fatiha suresinin zaten Kur'an içinde bir sure olduğunu hesaba kattığımız da , bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olması da pek mümkün görünmemektedir. Fakat bu itirazımıza Ahzap s. 7. ve Bakara s. 98. ayetlerinde, hem bütünden bahsedilmesi ve aynı zamanda bütün içindeki bir cüzden bahsedilmiş olması delil olarak sunularak , Hicr s. 87. ayetinde hem bütün olarak Kur'an'dan, hem de cüz olarak Kur'an içinde bir sureden bahsedilmiş olabileceği yönünde cevap gelebilir. 

Sözü fazla uzatmadan , Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul-Mesani" terimi hakkındaki düşüncelerimize geçmek istiyoruz.

"Seb'un" ; Altı dan bir sonraki , sekiz den bir önce sayıya verilen ad olmakla birlikte , güç ve kuvvet anlamına sahip olması bakımından yırtıcı hayvanlara verilen bir isimdir (Maide s. 3). Bu anlamdan hareketle "Seb'ul" kelimesine "güç kuvvet" anlamı da vermek mümkündür. Ayrıca bu sayının çokluğu ifade etmesi bakımından Kur'an içinde kullanımları bulunmaktadır.

"Mesna" ; Bükülmek , kıvrılmak , katlanmak ve tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya başka bir şey eklemekle takviye edilen herhangi bir şeye verilen isimdir.


Muhammed (a.s), tarih boyunca tekrarlanan resuller halkasının sonuncusu olmakla bu halkaya eklenen bir kişi , bu halkanın tekrar edilen bir kişisi , ve Tevhit inancını takviye etmekle görevli bir elçi olduğu konusunda bütün Müslümanlar fikir birliği içindedirler.

Mesani kelimesine, elçiler zincirinin tarih boyunca tekrarlanan bir ferdi olması nedeniyle Muhammed (a.s) a verilmiş olan elçilik görevi anlamını vermek mümkündür. 

Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul - Mesani" terimine "Elçilik Gücü" anlamı vermek mümkündür ve bu anlamı kullanarak bu ayete şöyle bir anlam verebiliriz. 

And olsun sana elçilikten bir gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Böyle bir anlam, 88. ayetteki müşriklerin elinde bulundurdukları güce neden meyletmemesi gerektiğine dair olan emrin gerekçesinin, 87. ayette anlatılmış olduğunu da gösterecektir.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerini birlikte okuduğumuz zaman Muhammed (a.s) a şöyle bir emrin verilmiş olduğunu anlayabiliriz ;

Ey Muhammed , sakın o müşriklerin elinde bulunan güç servete gözünü dikme , onların elinde bulunan güç ve servet senin gözünü korkutmasın. Biz sana onların elinde bulunandan daha değerli olan elçilik gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

Mesani kelimesi "Kitaben Müteşabihen Mesaniye" şeklinde (Tekrarlanan benzer kitap) Zümer s. 23. ayetinde de geçmektedir. Buradaki Mesani kelimesini yine önceki kitaplar ile alaka kurarak , Kur'an'ın önceki kitapların tekrarlanan bir benzeri olduğunun ifade edildiğini anlamak mümkündür.

Sonuç olarak : Hicr suresi 87. ayetinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin , ağırlıklı görüş olarak Fatiha suresi olduğu herkesçe malumdur. Bu yoruma katılmamakla birlikte "Kesin yanlıştır" şeklinde bir iddia ile katılmadığımız yorumları mahkum etmeye hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Yoruma açık bir ayet olduğu , tefsirlerde bu ayet içinde geçen terim ile ilgili farklı yorumların yapılmış olduğundan anlaşılabilir.

Bu terim ile kast edilen anlamın Fatiha suresi değil , Muhammed (a.s) a verilmiş olan ve tarih boyunca tekrarlanan elçilik görevi olduğunu düşünmekteyiz. Bizim düşüncemiz bu terimin diğer yorumları gibi bir yorum olup , kesin doğru olduğunu iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.