ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2013 Cumartesi

Mücadele s. 11. Ayeti İle İlgili Bir Anlama Çalışması

 Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).

Mücadele s. 11. ayetinde Rabbimiz bizlere mealen" Ey o bütün iyman edenler! Sizlere meclislerde genişleyin denildiği vakıt genişleyiverin Allah da size genişlik versin, kalkın denildiği zaman da kalkıverin ki Allah iyman edenlerinizi yükseltsin, ılim verilenleri ise derecat ile, ve Allah her ne yaparsanız haberdardır" buyurmaktadır.    

Bu ayet ile ile ilgili olarak tefsirlere bakıldığında, sadece gelen birisine yer açın şeklinde bir emir olarak algılanmış ve bu anlama uygun birde nuzül sebebi konularak, ayet tarihsel bir okuma ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Halbuki ayetin anlamı bile bizlere daha geniş düşünmeyi teşvik ederken ayetin anlamı oldukça daraltılmış ve uygulama sahasından çıkmış bir ayet durumuna düşürülmüştür.  

Ayetteki, "yer açın" veya "genişleyin" şeklinde meallendirilen "fesehu" kelimesinin anlamı üzerinde durarak bu ayetin bizlere ne gibi bir mesajı olabileceği üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 

Elfesihu= geniş mekan
Ettefessühu= genişlemek,geniş,ferah veya engin olmak ya da bir duruma gelmek.  
Hüve fi füshetin min heze elmr= filan kimse şu meselede geniş bir hareket alanına sahiptir.

Ayet içinde geçen "tefessehu" kelimesini sadece "sizler oturmakta iken gelen birine yer açın" şeklindeki verilen anlam kelimeyi daraltarak ayetin sanki adabı muaşeret kuralı dahilinde bir emir verdiği izlenimi uyandırmaktadır. 

"Meclislerde genişleyin" emrini , müminlerin kendi aralarındaki sorunlar ile ilgili olarak yapmış oldukları oturumlarda birbirleri ile yaptıkları istişareyi geniş alana yayarak düşünce beyanını sadece belirli kişilere has kılmamak, herkese fikrini ortaya koyma imkanı tanımak gibi anlamlar etrafında ayetin çerçevesini genişletmek mümkündür. Yani müminler kendi aralarında herhangi bir konuda düşünürlerken düşünen insanları kısıtlamayacak aksine daha fazla düşünen insan olması hususunda fikir birliği sağlayacaklar. Bunun tersine olarak , sadece belirli kişilerin konuşma hakkı olduğu ötekilerin sadece kafa salladığı meclisler fikir zenginliğine kapılarını kapatmaya sebep olacağı nedeniyle Rabbimiz Mücadele s. 11 . ayetinde bizlere, sorunlarımıza daha doğru bir çare bulmak için gerekli olan yöntemi bildirmektedir.  

Şura s. 38. ayetinde " onların işleri şura iledir" buyurması veya Al-i İmran s. 159. ayetinde , uhud yenilgisi sonrası ile ilgili inen ayetlerde "onlarla istişare et" buyurması, başkalarının fikrini alma gerekliliği konusunda mücadele s. 11. ayeti ile benzerlik arzetmektedir.    

 Rabbimizin yine 11. ayette'ki "kalkın denildiği zaman da kalkıverin" mealindeki emri müminlerin geniş katılımlı bir istişare sonucu aldıkları karara herkesin uyma gerekliliği , müminlerin çoğunluk sonucu aldıkları bu kararlara muhalif olanların bile artık bu karar doğrultusunda hareket mecburiyetini beyan etmektedir.  

 Sonuç olarak; mücadele s. 11. ayeti , meal ve tefsirlerde nuzül sebebi çerçevesinde, adabı muaşeret kuralı olarak, gelen birine oturacak yer açın gibi bir anlama indirgenerek sonrakilere mesaj olarak, sadece gelen kişiye oturacak yer açın gibi bir anlam oluşturulmuş olup buna itiraz etmemekle birlikte daha geniş bir açıdan bakılarak ayetin, mü'minler arasındaki soruların tartışılmasında geniş bir katılım, geniş bir düşünce çerçevesi çizilmesi ve böylece daha doğru bir düşünce yakalanması amaçlı bir mesajı içerdiğini düşünmekteyiz. Bu tür yolla alınan kararlarında tüm mü'minlerin uyma zorunluluğu olduğu alınan karara muhalif olanların bile bu karar doğrultusunda hareket ederek birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri emredilmiştir.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2013 Perşembe

Ölüm İle Yeniden Diriliş Arasını Kur'an Nasıl Anlatıyor?

Allah cc son elçisi muhammed as vasıtası ile indirdiği kitabında bizleri imtihan için yarattığını ilk ölümümüzün ardından kıyamet sonrası yeniden dirilirek dünyada işlemiş olduklarımızın karşılığının ebedi cennet veya cehennem olark verileceğini bildirmektedir. Ölüm ile yeniden diriliş arasındaki zaman ile bilgi kur'anda açık ve net  olmasına  rağmen rivayetlerin gölgesi altında kalarak anlaşılma çabaları bu konuyuda kur'an dışı bilgilerle örtmüş ve rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece bir ayet üzerinden kabir azabının varlığına delil çıkarılmaya çalışmıştır. Biz bu yazımızda kur'anın ölüm ile yeniden diriliş arasındaki geçen zamanı kıyamet sonrası yeniden dirilenlerin aralarındaki konuşmalarının geçtiği ayetleri alarak konuyu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Ama önce mü'min s. 46. ayeti üzerinde kısaca durmak istiyoruz.   

Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.   

Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.  

-----17.052   O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052  «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!    

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.    

Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.  
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.    

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?

Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil  getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir  örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.   

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Necm s. Ayetlerinin Miraç İle İlişiklendirilmesi Üzerine Bir Kaç Söz

Bazı yazılarımızda sıkça vurguladığımız bir durum olan "rivayete uygun ayet arama" hastalığı , "miraç" adı altında uydurulmuş olan muhammed as ın isra s. 1. ayetinde anlatılan mescidi haram'dan mescidi aksa'ya olan yolculuğunun bazı insanlar için az gelmesi sonucunda onu göklere çıkartıp Allah cc ile konuşturmaya kadar varan anlatımlara destek olmak içinde uygulanmıştır. İsra ve miraç hadisesi hakkında uydurulanlar bilindiği üzere "akıllara zarar" kabilinden olup rivayet kitaplarında, özellikle buharinin sahihin'deki miraç hadisi ile ilgili anlatılanlar daha ilk devir hadisçileri tarafından tenkide uğramıştır. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuk arz üzerinde olmasına rağmen özellikle türkiyede bu olay için özel günler ihdas edilmiş bu olay öyle bir anlatılmış'ki insanların bu olay ile ilgili olarak "acaba oldumu olmadımı?" şeklinde sormaları bile haram ilan edilmiş ve büyük bir mahalle baskısı oluşturulmuştur. İsra s. 1. ayetinde götürdüğü yeri adı ile bildiren rabbimiz daha büyük bir olay olan miracı bu ayetinde anlatmamış diye sorgulamak çoğumuz için "cısss yanarsın"kabilinden kırmızı nokta haline gelmiştir. İsra s. 1. ayetinde bu olay ile ilgili en ufak bir bilgi dahi olmamasına rağmen necm suresine el atılmış ve bu sureden bir şey çıkarılmaya çalışılmıştır.     

Bu tür olayların altında peygamberlerin yarıştırılması ve eziklik psikolojisinin yatmış olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz. Kime sorsak bütün peygamberlere iman ettiğini iddia eder ama muhammed as için " bizim peygamberimiz" şeklinde bir söz sarfetmekten çekinmez. Muhammed as için kullandığımız "bizim peygamberimiz" sözünün arka planında, şuur altımızda yerleştirilmiş olan onun Allah  cc indinde özel yeri olduğu onun "habibullah" veya levleke levlek" sırrına mazhar olduğu uydurmaları yatmaktadır. Müşriklerin istemiş olduğu "melek peygamber" isteği bizim müslümanlarda karşılığını bulmuş ve insanüstü , yarı ilah bir peygamber tasavvuru inşa edilmiş bu bu tasavvura uygun alt yapı mucizeleri oluşturularak bizlere sunulmuş ve bunların etrafına aşılmaz tel örgüler konularak önüne yeşil sarıklı ulu hocalar muhafız olarak dikilmiştir.

Miraç uydurmasıda işte bu tasavvurun bir yansıması olup musa as ın Allah cc ile konuşmasına nazire olarak, " sizin peygamberiniz bunu yaptıysa bizim peygamberimizde miraca çıkmıştır" denilerek bir nebze ezikliğimizin! giderilmesine çalışılmıştır. Sıra artık oluşturulmuş olan bu olaya uygun ayet aramaya gelmiştir, "arayan bulur" mantığıyla yapılan çalışmalar semeresini vermiş en uygun ayetler NECM suresinde bulunmuştur.   

Necm s nin isra. s. den önce inmiş olması bile önemli değildi ve ona bile " kardeşim sen miracı bir keremi sanırsın birkaç defa olmuştur" şeklinde bir kulp bile ayarlanmıştır. Necm suresini okuduğumuz zaman ayetlerin siyak ve sibakı böyle bir olayı anlatmaktan uzak olup hiçbir şekilde bu olay ile ilgili bir anlatıma rastlamak mümkün değildir.    

Necm s. 1-18. ayetleri mealini görüp bu konu ile ne kadar ilgili olduğunu görmeye çalışalım.  

1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
2. Arkadaşınız  sapmadı ve bâtıla inanmadı.
3. O,arzusuna göre de konuşmaz.
4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri  öğretti.
6. Ve üstün yaratılışlı doğruldu:
7. Kendisi en yüksek ufukta iken.
8. Sonra  yaklaştı sarktı.
9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
10. Verdi kuluna verdiği vahyi
11. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında .
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.  

Nuzül süreci mekke dönemini hatırlayacak olursak, belli bir zaman mekke halkı içinde yaşayan muhammed as bir gün mekkelilerin karşısına çıkıp onlara Allah cc nin kendisini elçi seçtiğini ilan eder. Mekkenin müstekbirleri bu elçiliği red edip onun mecnun, şair vs gibi suçlamalarda bulunurlar. Necm suresi ayetleri onların bu tür suçlamalarını  red ederek muhammed as ın mekkelilere olan tebliğinin hevasından değil Allah cc nin ona vahyettikleri olduğunu bildirir. Muhammed as bu vahyi direk Alah cc değil şura s. 51. ayetinde gördüğümz üzere bir elçi vasıtası ile vahyedilmektedir. Necm s. ayetleri , muhammed as ın bu elçiden vahyi almasının anlatıldığı ayetlerdir.   

"Sizin mecnun diye iftira attığınız arkadaşınızın size söylemiş olduğu sözler Allah cc nin elçisi vasıtası ile ona vahyetmiş olduğu sözler olup bu elçi sizin iddia ettiğiniz gibi onun halusünasyon şeklinde gördüğü bir hayal olmayıp, gözü ile gördüğü bir varlıktır" şeklinde mesaj taşıyan bu ayetler, muhammed as ın bu vahiy meleğini miraca çıktığı zaman gördüğü iddiasına dönüşmüştür.   

Necm s. 7-8.ayetlerinde vahiy meleğinin yere doğru inişinden bahsetmesi miraç uydurucuları için hiç bir şey ifade etmemektedir'ki muhammed as ı yukarı çıkarmışlardır.İşin daha garip olan olanı "nezleten" (iniş) kelimesini "çıkış" anlamında olduğu dahi iddia edilmiştir. Birbirleri ile olan yakınlığı "iki yay arası" deyimi ile anlatılmıştır. Bu yakınlık gökte değil yerdedir, ilerleyen ayetlerde muhammed as ın bu elçiyi bundan öncede gördüğü anlatılır. Tekvir suresi 23. ayetinde "Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür." buyurularak bu görüş zamanı bildirilir , tekvir s. necm suresinden önce nazil olan bir sure olup ilk olarak görmesi ile ilgili anlatımlar necm suresinin 13-18. ayetlerinde anlatılmaktadır.   

13-18. ayetler arasında anlatılan vahiy meleğini önceki görüşü necm suresinin inişinden önceki bir görüşü anlatmasına rağmen zorlama te'villerle miraçı kur'andan delillendirmek isteyen zihniyet olayın miraçta olduğunu iddia edecek kadar gözünü karartabilmiştir. Eğer necm suresindeki bu ayetler miracı anlatıyorsa vahiy meleğini gördüğü zaman neden "önceden" ibaresi ile anlatılmakta olduğunu miraç savunucuları ya hiç düşünmediler yada "nasılsa millet kur'andan anlamaz biz ne dersek ona inanırlar" mantığı ile yutturmaya çalışmışlardır. Vahiy meleğini ilk gördüğü zamanı anlatan bu ayetler maalesef sanki muhammed as ı miraçta gördüklerini anlatıyor zannı verilerek miracın kur'ani dayanağı!!! oturtulmaya çalışılmıştır.

"Sidretul münteha ve cennetül me'va" deyimleri üzerinde gerekli ayarlamalar yapılarak bu anlatılanların gökyüzünde olduğu iddiaları tefsirlerde yerini almıştır. Ayette, yere inen vahiy meleğini gören muhammed as ın gökte olduğu söylenen bu yere çıkarılmasının  bir çelişki olduğu hiç hesaba bile katılmadan miraç uydurmasına dayanak edilemeye gayret edilmesi maalesef bir çok tefsirde yerini alıp "la yus'el" (sorgulanamaz) duruma getirilmiştir.   

"Sidretül münteha" deyiminin öncesindeki "inde" edatının mekan değil zaman zarfı olarak kullanılmış olması ve "şaşkınlığın doruk noktası" olarak anlaşılması daha doğru olsa gerektir. Yerde olduğu anlatılan bir vahiy alışı ile ilgili deyimlerin gökte olduğunu iddia etmek ancak"rivayete uygun ayet aramak" hastalığının bir neticesidir.   

"Sidretül münteha ve cennetül me'va" terimleri, vahiy meleğinin necm suresindeki görülme zamanı için kullanılmadığınıda burada dikkat çekmek isterim, müfessirler bu olayın sanki necm suresi ayetlerinde anlatılan görülme ile ilgisi olduğunu düşünüp miraç olayınıda bu şekilde anlatmışlardır. 13. ayette "bundan önce gördü" denildikten sonra o görme ile ilgili anlatımlar yapılmakta olup illaki miraç olayını anlattırıcağız diye yapılan zorlamalar muhammed sav in bir kaç defa miraça  çıktığına dair söylemlere dahi sebeb olmuştur. Çünkü miraç olayı ile zorlama bir bağlantı kurulmaya çalışılması mecburen çelişkili bir durum ortaya koymaktadır. Tekvir s. 23. ayetinde anlatılan görülme ilk vahyi aldığı sıradaki görülmenin anlatıldığı durum olması daha doğru görülmektedir. Öyleyse bu vahyi gökte almadığına göre bu terimlerin bizlere  ifade ettiği durum muhammed as ın kendisine görünen vahiy meleğinin yeryüzüne indiği andaki durumu ve onu herhangi bir gözün algılamasının imkansız olması ve bu hal üzerinde yere inen cibril'i muhammed as ın gördüğü , yani muhammed as ın kendisine verilen bu vahyin Allah cc nin elçisi tarfından verildiği anlatımıdır.   

"Cennetül me'va" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde bizlere vaad edilen cennet olarak anlatılması bizlere necm suresinde geçen bu kelimenin ahiretteki cennet olduğu zannı vermesine rağmen "cennet" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde "bahçe " anlamında kullanıldığı unutulmamalıdır. "Yukarda olan cennetül me'vayı aşağıya indirdiniz" şeklinde yapılacak olan bir itiraza cevabımız ise "anlatılanlar aşağıda olduğu için bu teriminde aşağıda olan bir yer için kullanılmış olması konu bütünlüğüne daha uygundur" şeklinde olacaktır .  
Her ne kadar bu düşüncemize itirazlar gelecek olsada itiraz edenlere tavsiyemiz ilgili kur'an ayetlerini miraç düşüncesini hiç hesaba katmadan okumaları ve bu düşünce bu ayetlerden çıkarmı çıkmazmı şeklinde bir sorgulama yapmalarıdır. 

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

Sonuç olarak, bizlere miraç adı altında anlatılan olayın kur'andan desteklenmesi ve bu desteğin necm suresi ayetlerinden çıkarılmaya çalışılması içinde çelişkiler barındıran bir anlayıştan başkası değildir. Ayetlerin siyak ve sibakı tebliğ sürecinde bu tebliğe karşı çıkan müşriklerin elçi sav i mecnun vs gibi yaftalarla iftira edip onun tebliğinin önünü kesme çalışmalarına karşı indirlmiş olan ayetlerdendir. Kur'anın hiç bir yerinde bizlere bildirilmeyen miraç uydurmasına uygun ayet bulma çabasının bir ürünü olan bu tür çalışmalar içinde çelişkiler barındıran iddialar olup her zaman iddia sahibinin yüzünde patlamaya mahkumdur.    

                                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Mart 2013 Pazar

İbrahim a.s ın Misafirleri İle İlgili Farklı Anlatımlar Üzerine Bir Düşünce Denemesi

 Atamız ibrahim as ın kıssası kur'anın birden fazla suresinde anlatılan kıssalardan biridir, ibrahim as kıssası içinde "ibrahim'in misafirleri" şeklinde başlayan ve lut as kavmini helak ile görevli elçilerin önce ibrahim as a uğrayarak hem helakı hemde ona salih bir erkek evlat haberi verdiklerini görüyoruz. Hud,hicr ve zariyat surelerinde tafsilatlı ankebut suresinde kısaca anlatılan bu kıssanın anlatıldığı surelerde aynı olayın biraz farklı olarak anlatıldığı dikkatli bir kur'an okuyucusunun gözünden kaçmadığı da malumdur. 

Farklı anlatımların sadece bu kıssada olmadığı da malumdur. Kur'anda bir elçinin kıssası birden fazla yerde anlatılıyorsa o kıssadaki aynı olay farklı ibarelerle neden anlatılır? sorusu zihinleri kurcalayan bir sorudur. Bu sorunun cevabını şı şekilde vermek mümkündür, kur'anda adı geçen elçilerin kıssalarının anlatılma gayesi tarihi ve kronolojik bilgi vermek amaçlı değildir. Kıssayı sadece olayın geçtiği zaman ,mekan ve şahıslarla sınırlamak kur'anın bu kıssayı anlatmadaki amacına uygun değildir. Kur'an o kıssayı anlatırken muhataplarına mesaj vermeyi amaçlar aynı olayın bir surede farklı diğer bir surede farklı ibarelerle anlatılmasını bu amaç doğrultusunda bakmalıyız. Şimdi "ibrahim'im misafirlerinin" anlatıldığı surelerde karşılaştırmalı olarak bu olayın nasıl anlatıldığına geçebiliriz.   

Kıssanın hud s. 69-76. ayetlerinde anlatılan kısmının meali şöyledir.    

 69 - Andolsun ki, İbrahim'e de elçilerimiz (melekler) müjde ile geldiler ve "selâm" dediler, o da "selâm" dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.
70 - Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar da "Korkma, biz Lut'un kavmine gönderildik." dediler.
71 - İbrahim'in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Ya'kub'u müjdeledik.
72 - "Vay başıma gelene!" dedi, "Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!"
73 - Dediler: "Sen Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev halkı! Muhakkak ki O, hamiddir (övülmeye lâyıktır), meciddir (cömertliği boldur)."
74 - İbrahim'den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim (meleklerimiz)le Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti:
75 - Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.
76 - Melekler: "Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.  

Hicr s 52-60. ayetlerinin meali şöyledir. 

51 - Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
52 - Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.
53 - Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
54 - İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
55 - Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.
56 - İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
57 - "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?" dedi.
58 - Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.
59 - Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.
60 - Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik. 

Zariyat s. 24-37. ayetlerinin meali şöyledir.   

 24 - Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25 - Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
26 - İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
27 - Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
28 - Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
29 - Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
30 - Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
31 - İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
32 - Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
33 - Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
34 - O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
35 - Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
36 - Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
37 - Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.   

Ankebut s.31-32. ayetlerinde kısa olarak şu şekilde anlatılır.    

Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: «Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir» dediler.İbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.

Kıssanın ilk ortak yönü gelen kimselerin ev halkına selam vermeleridir , bu durum bizlere nur s. 27. ayetinde " Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir." mealinde yabancı evlere girme adabının canlı uygulamasını göstermektedir. Hud ve zariyat s. bölümünde hemen kızartılmış bir buzağı getiren ibrahimin as ın bu durumu hicr s. de anlatılmaz. Gelen kişilerden korktuğunu hicr s . de onlar gelir gelmez söyleyen ibrahim as onlardan korktuğunu gelen misafirlere ikram ettiği buzağıya el sürmediklerini görünce söylemiştir. Bu anlatımdan çıkarabileceğimiz mesaj gelen bir misafire izzeti ikramın ata geleneği olduğu ve misafirinde bu ikramı kabul etmesinin onun ev sahibine karşı olan iyi niyetinin bir göstergesi kabul edilir, eğer misafir bu yemeği kabul etmez ise onun ev sahibine karşı bazı art niyetli düşünceler içinde olduğu düşünülür. Bugün memleketimizde bazı  kan davalarının giderilmesi için verilen yemekleri düşüncek olursak, bu yemeklerin  insanlar arasında bir dostluk bağının kurulması için köprü kurulmasının mümkün olduğunu düşünmek mümkündür.  

Geliş sebeblerini ise  hud s. de , lut kavmine gönderildikleri,hicr ve zariyat s. de, bilgin bir oğul müjdelemek için geldikleri şeklinde ifade ederler. Hud s. de lut kavmine gönderildiklerini öğrenen ibrahim as ın gülmesini gelenlerin onlara bir zarar vermeyecekleri için içinin rahatlaması olarak anlamak mümkündür. Hicr s. kendisine müjdelenen bilgin çocuk karşısında şaşkınlığını ibrahim as ın dile getirmesine karşın bu şakınlığı zariyat s. de ibrahim as ın karısında görmekteyiz, yani her ikiside yaşlı olmalarına karşılık müjdelenen bu çocuk karşısında şakınlıklarının dile getirmekten geri duramamışlardır.  Oysa aynı ibrahim as saffat s 100. ayetinde "Rabbim, bana iyilerden (bir evlat) ihsan et!»"diye dua etmiştir , tabi bu duasının  çocuk sahibi olabileceği bir zamanda yapılmış olması muhtemeldir 101. ayette "Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik." şeklindeki karşılığın uzun yıllar sonra olduğunu gelen misafirlere yaşlı olduğu gerekçesi ile verdiği tepkiden anlamaktayız. Bu olaydan bizlerin çıkarabileceği mesaj , Allah cc den bir istekta bulunduğumuz zaman o isteğin gerçekleşmesinin bizim istediğimz zaman değil Allah cc nin istediği zaman olacağını aklımızdan çıkarmamamız olmalıdır.Herhangi bir kul , "dua ettim dualarım kabul olmadı" şeklinde bir ümitsizliğe düşmesinin mü'min bir kula yakışmadığı ibrahim as ın dili ile zariyat 56. da bildirilmektedir.  

                                  İSHAK VE YAKUBUN MÜJDELENMESİ   

Hicr ve zariyat s. de "bilgin bir çocuk" müjdelenmesine karşın hud s.de "ishak ve yakubun" müjdelendiğini görmekteyiz. İshak'ın müjdelenme zaman saffat s. 112 de , ibrahim as ın oğlu ile birlikte imtihan edilip bu imtihandan yüz akı ile çıkması sonucunda olduğunu görüyoruz. Bilindiği üzere yakub as ishak as ın oğlu olup ibrahim as ın da torunu olmaktadır , yine bilindiği üzere ibrahim asın iki oğlundan ilki ismail as olup ikincisi ishaktır, hicr ve zariyatta isim verilmeden müjdelenen bir çocuğa karşılık hud s. de isim verilerek ishak ve ardından yakup as dan bahsedilmektedir. Bu şekilde bahsedilmesinin hikmeti nedir ? diye sorulduğunda şöyle bir cevap verilebilir. "Bilgin çocuk" şeklinde yapılan bir vasıflandırılma, ismail,ishak ve yakub as ortak bir vasıftır yani her 3 de salih birer kuldur ama doğum zamanları farklıdır , ancak son günlerde öne sürülen Allahın bilgisinin sınırlandırma düşüncelerinin tahlili açısından bu ayetler bizlere yol göstermektedir. "Şey" kelimesi üzerinden yola çıkılarak bir insanın ne zaman "şey" haline geleceği hakkındaki bazı yanlış çıkarımlara bakacak olursak, ishak ve yakub as ın adının yıllar önce zikredilerek kullar nezdinde onların " şey " olmamasından önce Allah cc nin bilgisi dahilinde onların "şey" olduğu bilgisi mevcuttur. Allah cc ishak as ın evlenip yakub as adında bir oğlu dünyaya geleceğini bırakın o dünyada iken bilmeyi daha ilk erkek kardeşi dünyaya gelmeden bilmiş olması "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" diyen düşüncenin yanlışlığını gösteren delillerden birisidir. Allah cc nin "yerin ve göğün gaybını bilirim" şeklindeki iddiasının canlı bir ispatı ibrahimin misafirleri kıssasında isim verilerek ispat edilmiştir.     

                                                        EHLİ BEYT KAVRAMI 
Bugün islam dünyasında şia adı ile yapılmış ayrışımın dayandığı  delilerden bir tanesi ahzab s 33 .  deki "Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." mealindeki ayetteki ehli beyt kelimesinin "yutahhiruküm" kelimesi ile birlikte kullanılmasından kelimedeki "küm" zamirinin müzekker (eril) zamir olmasından yola çıkılarak kastedilen kişinin ali , hasan, hüseyin r.a lar olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak aynı şekilde bir kullanım hud s.73 de " Dediler ki: «Sen Allah'ın emrinden taaccüb eder misin? Ey ehl-i Beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphe yok ki o hamîddir, mecîddir.»" mealindeki ayettede mevcuttur. İbrahim as ın karısının şaşkınlığı karşısında elçiler ibrahim as ın karısına 73. ayetteki cevabı verirken "aleyküm" kelimesini kullanmışlardır, buradada " küm" zamiri müzekker olarak ibrahimin as ın karısına verilen verilen cevapta kullanılmıştır. Hud s. 73 ayeti nasıl ibrahim as ve eşi için kullanılıyorsa ahzab s. 33. ayetide muhammed as ve eşleri için kullanılmıştır.

                                                    LUT AS  KAVMİNİN HELAKI
Gelen elçiler ibrahim as a geliş amaçlarından birisininde lut as kavmini helak etmek için geldiklerini söylemeleridir. Hicr ve ankebut s. de anlatılan kısımda lut as ın karısının geride kalanlar arasında olacağından bahsedilmektedir. Bu şekilde bir anlatım bize, Allah cc nin gayb konusunda bilgisinin sınırı olamayacağını göstermektedir, buna benzer bir bilgiyi hud s 36. da " Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme."buyurularak Allah cc nin gayb bilgisinin sınırı olmadığı gösterilmektedir. İblisin tevbe ederek kurtulma şansı olduğunu iddia edenler iblis ile ilgili ayetlerin yanısıra lut as ın karısının artık tevbe etmeyeceğinin nasıl bilindiği konusunda acaba cevapları ne olabilir.  
Lut as ın kavminin helakı ile ilgili olarak s. deki bölümde farklı bir usluba rastlamaktayız. Diğer surelerdeki bölümlerde gelecek zaman ile ilgili konuşmalar  varken zariyat s. de gelecek zaman ile birlikte işin olup bittikten sonraki hali ile ilgili olarak bilgiler verilmektedir. Taşlar yağdıracağız diyen elçiler sözlerinin devamında işi yaptıktan sonraki durumuda ibrahim as a anlatmaktadırlar, peki bu anlatım uslubundan nasıl bir mesaj çıkarmak mümkündür?. Yine burada gayb bilgisinin sınırı meselesi ortaya çıkmaktadır o ana kadar helakı eden lut kavminin  o andan sonra helaktan kurtulmak için hiç bir şekilde gerekeni yapmayacağını Allah cc nin bildiğinin mesajını çıkarmak mümkündür desek acaba kim buna hayır der?   

Sonuç olarak, kur'an kıssalarının bizlere anlatılmasındaki temel prensip o kıssalardaki anlatılanlardan ve anlatım uslubundan mesajlar çıkarmaktır. Kur'an herhangi bir kıssayı tarihi bir bilgi vermek amaçlı anlatmış olsaydı aynı kıssada ne farklı anlatımlar nede şimdiki zaman ile gelecek zamanı aynı anda anlatmazdı. Kıssaları sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde anlamaya kalktığımızda anlama eksikliği kaçınılmazdır. Kıssalardaki bu tür anlatımlardan acaba kast edilen mesaj nedir sorusunun cevabını arama amaçlı olarak okunan kıssalardan çeşitli mesjlar çıkarılabilir. Kur'an bir kıssayı anlatırken o kıssa içinde bir kaç farklı konuyu ihtiva eden mesajlar taşımaktadır. Şahsen bu kıssayı daha önceki okumalarımdan çıkarmadığım bazı düşünceleri son zamanlardaki, Allah cc nin bilgisine sınır koyma düşünceleri etrafında okuduğum zaman bu kıssada verilmek istenen mesajlardan birisinde bu olduğunu gördüm. Tabiki mesaj sadece budur şeklinde bir kastımız olamaz belki bir zaman sonra bu kıssadan daha farklı bir mesaj elde etmek mümkün olacaktır ama bugün okuduğum zaman mesaj olarak algıladığım konuları paylaşmak istedim. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 331 - Elçilerimiz İbrahim'eİbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.
(iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."

32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
1 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "

31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalac arasındadır. "

13 Mart 2013 Çarşamba

Hadisleri Metin Tenkidi İle Okumaktan Neden Korkulur?


Bilindiği üzere , "hadis" denildiği vakit ilk olarak muhammed sav in ağzından çıktığı iddia edilen sözler akla gelir, bizde bu yazımızda bu sözlerin nasıl bir yöntem ile doğrusunu yanlışından ayrılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşacağız.  

Allah cc, muhammed sav i kendisine elçi olarak seçmiş ve ona kitabı indirmiştir, bu süreç 23 yıllık bir zaman zarfında gerçekleşmiştir. 23 yıllık zaman içinde kur'anı muhataplarına tebliğ ederken ağzından kur'an harici sözlerde çıkmıştır, bu sözlerin bir kısmı o sözleri işitenler tarafından başkalarına aktarılmış belli bir zamandan sonra bu sözler yazıya geçirilerek bugün elimizde olan hadis kitapları meydana gelmiştir.   

Hadis olarak bildiğimiz sözlerin sahih olup olmadığı konusu yüzyıllardır müslümanlar arasında ihtilaf konusu olmuş ve olmayada devam edecektir. Zaman içinde hadis'e yüklenen misyon korkunç denilebilecek boyutlara ulaşarak kur'an ile eşdeğer tutulmaya kadar gitmiştir ve bu düşüncenin uzantıları günümüzde "selef akidesi" düşüncesi adı altında devam ettirlmeye çalışılmaktadır. Hadis'in sahih olup olmaması konusunda yapılan çalışmalar malumumuzdur bu çalışmaların dayandığı yöntemlerden biri olan "sened tenkidi" metodunun bir hadis'in doğru ve yanlış olduğuna dair vereceği kararın doğru bir karar olmaktan uzak olduğunu düşünmekteyiz.    

Hadislerin toplanma süreci bilindiği üzere muhammed sav in vefatının üzerinden uzun yıllar sonraya dayanmaktadır, bu sözleri toplayan hadisçi bu sözlerin doğru olup olmadığına kendisine gelen bu sözü rivayet edenlerin kim olduklarına bakıp o kişinin güvenilir olup olmaması üzerinden karar vermiştir, bu metoda "senet tenkidi" metodu adı verilmiştir. Bu yöntem sağlıklı bir yöntem değildir, söylenen söze değil onu rivayet eden kişinin şahsiyeti üzerinde yapılan bir değerlendirme haliyle göreceli olacaktır. Aynı hadis sened zincirindeki şahısları güvenilir gören bir hadisçi tarafından sahih olarak görülürken bir başka hadisçinin o zincirdeki bir veya birkaç raviyi güvenilmez olarak görmesi o hadisi sahih olarak görmemesine yol açmıştır.   

Bugün islam dünyasında büyük bir şöhret sahibi olan hadis kitaplarının içindeki tüm hadisler bu metod ile yapılan bir sağlamanın ürünüdür. Özellikle "buhari" veya "müslim" hadisi denildiği zaman akan suların durduğu bir islam dünyasında bu kitapların içinde bile sahih olmayan hadisler mevcuttur demek maalesef aforoz sebebi olmuştur. Hadis konusunda araştırma yapanlar, buhari ve müslim gibi hadisçilerin toplamış olduğu hadislerin ilk zamanlarda başka hadisçiler tarafından eleştirilmiş olduğunu göreceklerdir, ancak zaman içinde bu eserlere kazandırılmış olan karizmanın çizilme endişesi, " bu eserlerde tek bir tane dahi sahih olmayan hadis yoktur" sözünü herkese ezberletmiştir. Objektif bir hadis araştırması yapanlar buhari ve müslimdeki hadislerin bazılarının tenkid edildiğini veya ravilerinin bazı sapık mezhep mensubu olduğu gerekçesi ile onlardan hadis alınmayacağını söylemelerine rağmen  bugün bu düşüncelerin üzeri örtülmeye çalışılarak kur'andan sonraki kutsal kitaplar olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır.  

Hadisleri sahihlemede kullanılan bu yöntem bugün kur'andan onaya almayan fakat etrafı kalın sur duvarları ile çevrilmiş bir din anlayışını ortaya çıkarmıştır. Kur'andan onay almayan bu din anlayışının yerine kur'ani bir din anlayışının hakim olması için önce hadis anlayışlarının gözden geçirilerek üzerine din bina edilen hadislerin tenkid metodunun değiştirilmesi gerekmektedir. Teklif ettiğimiz metod yeni bir metod olmayıp sahabeden beri örnekleri verilen bir tenkid metodu olup adına " METİN TENKİDİ " denilmektedir, ancak bunu yaparken önümüze "ATALAR TENKİD YÖNTEMİ" metodu kapı gibi dikilmektedir.    

"Atalar tenkid metodu" ile hadisler üzernden kurulan din anlayışlarının elden gitme korkusu bazılarını fena halde korkutmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, bu metod bağlıları "kur'ana dayalı metin tenkidi " metodunun yanlış bir metod olduğunu iddia ederek bu metod yolu ile hadislerin anlaşılmasını isteyenlere çeşitli sapık isimlerle yaftalayarak bu metodu gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. "Atalar tenkid yöntemi" ile marka isim haline gelmiş olan hadis kitaplarındaki bir çok hadisin , metin tenkidine uğrayarak uydurma olduğunun ortaya çıkma korkusu bu metod bağlılarının  "haydi atalar metoduna bağlılıkta direnin" şeklinde seslerini yükseltmelerine sebeb olmaktadır.   

Metin tenkidi yöntemi ile hadislerin doğru olup olmadığının anlaşılması diğer metoda göre daha sağlıklı olduğu bir gerçektir. Güvenilirliliği hadisçiler tarafından belirlenen şahısların rivayet ettiği sözlerin doğru olmasını iddia etmek kadar yanlışbir yöntem olamaz. Kur'an müslüman olduğunu iddia eden herkes tarafından kabul edilebilir bir kitap olduğuna göre, elçi sav inde bu kitaba aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmayacağına göre ondan gelen sözlerin sözlerin doğru olup olmadığını kur'anın karar vermesi gibi doru bir metod olamaz bunun aksini iddia etmek kişinin akidesinde derin yaralar açacak olan bir iddiadır.  

Sonuç olarak, bugün genel geçer olan hadis sahihleme anlayışının yerine kur'anı baz alan hadis sahihleme anlayışı en doğru metodtur. Bu metodu kötüleyerek kendilerinin "atalar tenkid metodunu" devam ettirmek isteyenleri Allah cc ye havale etmekten başka yapacak bir şeyimizde yoktur. 
                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Ocak 2013 Cuma

Şefaat İle İlgili Tahrif Edilen Ayetler

Şefaat konusundaki ayetler kur'anın anlam olarak tahrif edilen ayetlerinin maalesef başında gelmektedir. Metin olarak tahrif edemedikleri kitabı önkabullu okumalar neticesinde anlam olarak tahrif etme başarısına ulaşıldığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Daha önceki yazılarımızda şefaat ile ilgili bütün ayetleri ele alıp bu konunun kur'anda nasıl anlatıldığını görmüştük, bu yazımız  şefaati izine ve istisnaya bağlayan ayetler üzerinde olup bu ayetlerin bazı meallerde nasıl saptırılarak yanlış anlamaya vesile olduğu ve izin ve istisnalı şefaat ayetlerinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde olacaktır.  

Kur'an şefaat konusu ile ilgili ayetler ile yeni bir günden ortaya atmamış var olan gündemi red etme üzerine bu ayetler indilmiştir. Yunus s 18. ayeti bu gündemi anlatmakta ve müşriklerin bu yanlış inancını red etmektedir. " Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir."Kur'anın şefaat konusu ile ilgili olarak anlaşılması gereken ayeti yunus s. 18. ayetidir, çünkü bu ayet nuzül öncesi müşrik inancını yansıtmakta olup şefaat konusu ile ilgili diğer bütün ayetler bu inancı red etmektedir. Kur'anın hiçbir ayeti geleneksel şefaat inancında geçerli olan , günahkar müslümanların bir başka kişinin aracılığı ile Allah cc den günahlarının bağışlanmasını istemek şeklinde değildir, aksine bunun bir müşrik inancı olduğu vurgusu ve bu inancın reddi üzerinde olmasına rağmen geleneksel şefaat inancı bunu benimsemiş ve bunun üzerine ayrı bir din kurulmuştur. Şefaati tümden red eden ayetler üzerinde herhangi bir tahribata giremeyen gelenkesel inanç izin ve istisna konusundaki ayetleri görüp " bak izin verilenler varmış demekki onlar şefaat edeceklermiş" diyerek bilerek veya bilmeyerek kur'anı çelişkili bir kitap ve diğer ayetlerin üzeirni örten bir mantıkla okuma yoluna gitmişlerdir. Şimdi anlam tahrifatına uğraya bu ayetlerin üzrinde teker teker durmaya gayret edelim.  

Yunus s.3. ayeti  
Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?

Bakara s 255 . ayeti
Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.
Bu ayetteki "onun izni olmadan şefaat edecek olan kimdir?" cümlesi ön kabullu bir okuma ile "  izin verirse birileri şefaat edecek" şeklinde anlam tahrifine uğratılmıştır. Halbuki , "kur'ana kafamızdakini nasıl söyletiriz " mantığı ile okumayıp " bu konu hakkında kur'an ne diyor" mantığı ile bir okuma yapılsa şefaat düşüncesinin kur'andaki arka planı hatırlanılıp müşriklerin Allah cc den başka tapmış oldukları sahte ilahlarına yüklemiş oldukları o inancın red edilerek ve o müşriklerin Allah cc den başka edinmiş oldukları şefaatçilerin yaratılmış olduğunu " Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir," mealindeki cümleden anlaşılması gerektiği, şefaat etme yetkisinin ancak yarattıkların herşeyini bilen Allah cc den başkasına ait olmayacağı hatırlatılmaktadır. Yunus s. 3. ayetindeki izin konusuda bakara s. 255. ayeti ile aynı şekilde anlaşılması gerekmektedir.     

Şura s. 21. ayette , "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğrusu, zalimlere can yakıcı azap vardır." buyurularak dinde herhangi bir konuda izin verme yetkisinin Allah cc ye ait olduğu hatırlatılmaktadır. Şefaat yetkisininde bu izne dahil olması gerekir ve Allah cc nin izin vermediği bir konuda başkalarının ayrı bir din uydurarak karar verme yetkisi olamaz. 

                     *********************************************  
Meryem s 87. ayeti  
Rahmanın nezdinde bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaate malik olamıyacaklar.

Bu ayet hem meal hemde bağlamdan kopuk bir okuma yapılarak anlam tahrifatına uğratılan ayetlerden biridir. Meal olarak anlam tahrifatına uğratılmasına örnek olarak "Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır."şeklinde yapılan mealler , gelenekteki Allah cc den başkasınada şefaat hakkı veren anlayışa parelel olarak yapılmış olan bir başkaına şefaat hakkı tanımak şeklinde meal tahrifatına uğratılmışlardır. Bağlamdan kopuk bir okuma yapılarak anlam tahrifatı ise bu ayeti cımbızlama metodu ile okuma neticesindedir halbuki 77. ayetten itibaren konu bütünlüğü içinde okunduğu takdirde ahdi kimin aldığı ve o inkarcılara böyle bir ahid verilmediği ahid verilenlerin takva sahipleri olduğu ve onlarında Allah cc tarafından kurtarıldıkları meryem s 72. ayetinde beyan edilmektedir.  

77. (Resûlüm!) Âyetlerimizi inkâr eden ve "Muhakkak surette bana mal ve evlât verilecek" diyen adamı gördün mü?
78. O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir ahidmi  aldı?
79. Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.
80. Onun dediğine biz vâris oluruz, (malı ve evlâdı bize kalır); kendisi de bize yapayalnız gelir.
81. Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.
82. Hayır, hayır! (Taptıkları), onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar.
83. (Resûlüm!) Görmedin mi? Biz, kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice (isyankârlığa) sevkeden şeytanları gönderdik.
84. Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için (günlerini) teker teker sayıyoruz.
85. Takvâ sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda toplayacağımız gün.
86. Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreceyiz.
87. O gün Rahmân (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefâata malik olmayacaklardır.  

 Ayetlerin bağlamına baktığımız zaman inkar eden birisinin ahirette mal ve çocuklar ile şefaat edileceği inancı red edilmekte şefaate malik olacakların ancak iman ve salih amellerin karşılığında şefaat ahdi alacağı bunun dışındakilere böyle bir sözğün verilmediği aksine bunların cehennem ile cezalandırılacağı bildirilmektedir. Dikkat edilcek olursa Allah cc dışında kimseye şefaat etme yetkisi diye bir şey sözkonusu değildir.    

                           ********************************************** 
Taha s. 108-112 

108. O gün insanlar, dâvetçiye  uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.
109. O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına şefaati fayda vermez.
110. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz:
111. Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.
112. Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.   

Taha s. 109. ayeti meal olarak tahrifata uğratılmış ayetlerden birisidir. Birçok mealde yanlış şefaat inancının yansıması olarak Allh cc den başka birisinin şefaat etmesi inancı doğrultusunda  "O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez." meal verilmiştir. Yanlış olan kelime " başkasının" şeklinde çevrilmesi olup doğu çeviri " başkasına" şeklinde olması gerekmektedir.    

                       *********************************************** 

Enbiya s. 26-29   
 26. Rahmân (olan Allah, melekleri) evlât edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler), lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır.
27. O'ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar; onlar, sadece O'nun emri ile hareket ederler.
28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!
29. Onlardan her kim: "Tanrı O değil, benim!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zalimlere böyle ceza veririz!   

Enbiya s. deki bu ayetlerde müşriklerin melekler hakkındaki yanlış inancını red etmekte ve onların Allh cc indindeki yerlerinin sadece ikramlı kullar olduğu beyan edilmektedir. Şefaat edecekelri kimselere baktığımız zaman" Allhın rızasına ulaşmış kimseden başkasına" olmadığı bildirilmektedir. Şimdi yanlış şefaat inancını savunanlara şunu soruyoruz, Allah cc nin rızasına ulaşmış olanın başka birinden yardıma ihtiyacı olabilirmi? elcevap tabiki hayır , öyleyse melekler o insanlara nasıl şefaat ederler diye sorarsak bunun cevabınıda 
-----13. 23-24" O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler. Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: «Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!» diyecekler."
-----39.73-"
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler. ayetlerinin mealleri örneğinde görmekteyiz , melekler , işlediği salih ameller karşılığında cenneti hakeden kulu cennette karşılayarak onlara şefaat edeceklerdir. 

Aynı konu necm s . ayetlerindede görülmektedir. 
--------53.026Ve göklerde nice melekler vardır, onların şefaatleri hiçbir fâide vermez, meğer ki, Allah Teâlâ'nın dilediği ve razı olduğu kimse için müsaade verdiğinden sonra olsun.
Bu ayettede aynı şekilde melekler, salih ameller işleyerek cenneti haketmiş ve Allh cc nin razı olduğu kimseye cennette şefaat edeceklerdir.    

                      ************************************************ 
Sebe s. 23. ayeti 
 O’nun huzurunda O’nun izin verdiğinin dışındakine şefaat fayda sağlamaz. Sonuçta kalplerinden korku giderilince derler ki: Rabbiniz ne buyurdu? Derler ki: Hakikati. O pek yüce ve çok büyüktür. 
Bu ayette yine yanlış şefaat inancına uygun olarak bir çok mealde "
"O'nun katında, kendisine izin verdiğinden başkası şefaat edemez. Nihayet kalblerindeki korku giderilince: Rabbınız ne dedi? dediler. Hakkı, dediler. Ve O, Aliyy'dir, Kebir'dir
şeklinde çevrilerek Allah cc den başkasına şefaat hakkı verdirilmeye çalışılmıştır. Dikkat edilecek olursa hesaplar görüldükten sonra karşılıkların "hak" olarak verilmiş olduğu "maliki yevmiddin" ayeti gereğince o günde yetkinin sadece kendisine ait olduğu vurgulanmaktadır.    

                     *************************************************** 
Zuhruf s. 86. ayeti  
O’nun dışındakine dua edenler şefaat elde edemezler. Sadece bilerek hakka şahit olanlar şefaatten nasiplenirler. 
Bu ve benzeri ayetleri yine zümer s. 44. ayeti çerçevesi içinde anladığımız zaman kur'anın şefaat hakkındaki mesajı anlaşılmış olacaktır.  

 De ki: «Bütün şefaat Allah'a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz!»

Sonuç olarak,  sadece Allah cc nin yetkisi dahilinde olan bir yetkinin müşriklerce ondan başkasına verilmesine karşı reddiye sadedinde olan ayetler yanlış rivayetler neticesinde müşrik inancı doğrultusunda anlaşılmış ve şefaatle bazı ayetlerde bu yanlış inanç doğrultusunda çevrilerek anlam tahribatına uğratılmıştır. Çelişkisiz bir kitap olan kur'andaki bir kısım ayet " şefaat sadece Allahındır" diyecek bir kısım ayet ise" Allah cc den başkasına izin verilecek" desin bu mümkün değildir . Rabbimiz bizleri kendisinin şefaatine mazhar etsin.  

                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC  BİLİR. 

3 Ocak 2013 Perşembe

Bir Harf İlavesi İle Meali Katletmenin Örneği(Nur s.19)

Daha önceki yazılarımızda Kur'an meali yapmak için sadece Arapça bilmenin yeterli olmadığını , Arapçayı bilmekten daha önce Kur'an bütünlüğüne hakim olmanın gerekliliğine dikkat çekerek bu konuda yapılan bazı yanlış meallerden örnekler vermeye çalışmıştık. Bu yazımızda Nur s. 19. ayete verilen mealdeki sadece bir "n" harfinin ilavesinin nasıl bir yanlışa yol açabileceğini dikkat çekmeye çalışacağız.   

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَنْ تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  (nur s. 19)
 
Müminler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

Bu ayetlerin siyak ve sibakı Aişe validemize atılan iftira ( ifk hadisesi)ile ilgili olup bir kısım müslümanlarda bu iftiraya inanmışlardır. Şimdi bu ayet ile ilgili başka bir mealden örnek verip bir harf ilevesinin nasıl bir yanlış anlamaya yol açabileceğine dikkat çekmek istiyoruz.   

----- Müminler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
-----Müminler arasından hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

 "Arasında" ve "arasından" şeklindeki kelimelere baktığımız zaman arasındaki fark sadece bir "n" harfidir. İlk bakışta, bir" harfin ne gibi bir zararı olabilir? " diye düşünülebilir.    

"Mü'minler arasından" şeklinde yapılmış bir mealden , hayasızlığın yayılmasını arzu edenlerin "mü'min" olma sıfatının kaldırılmadığı anlaşılarak bu iftirayı yapanların mü'minler olduğu anlaşılabilir, halbuki bu iftirayı yayanlar mü'minler değil münafıklardır , mü'minlerden bir gurup bu iftiraya inanmış olmakla hata etmişlerdir. Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak yapılan bir mealde mü'minlerin nerede ahirette can yakıcı bir azap ile cezalandıracağı yazmaktadır?.  

"Müminler arasında" şeklinde ve doğru olan mealinde bu meal olduğunu düşünmekteyiz, iftirayı atanların mü'minler değil, mü'minlerin dışındaki insanlar olduğu ve o münafıkların mü'minler arasında bu gibi haberler yayarak aralarında fitne çıkarmak istemeleri ve bunun cezası hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak, meale ilave edilen "n" harfi ile o iftirayı yayanların mü'minler olduğu çıkar halbuki o iftirayı yapanlar münafıklardır ve o münafıklar " mü'minler arasında" hayasızlığını yayılmasını arzu etmektedirler ve kur'an buna işaret ederek omünafıkların dünya ve ahiret azabı ile cezalandırılacaklarını haber vermektedir. Arapça gramer kaidesinin bile izin vermediği "n" harfi ziyadesi ile yapılan meallerin hatalı olduğunu ifade ediyor ve yine şunu tekrarlıyoruz. Kur'an meali yapmak durumunda olan kişilerin kendinden önce yapılmış mealleri toplayarak " masa üstü mealciliği" yapmayı terkedip önce kur'an bütünlüğüne hakim olmaları ve yapacakları bir harf hatasının nelere mal olacağını düşünerek bu işe soyunmalarını tavsiye ediyoruz.   

                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tevbe s. 128 ve 129. Ayetleri İle İlgili Bir Çalışma

Kur'an, alemlerin rabbi olan Allh cc nin kulu ve elçisi muhammed sav e indirmiş olduğu bir kitaptır. Bu kitaba inanan mü'minler elimizdeki iki kapak arasında olan mushafta (sahifelenmiş kitabın) Allah cc nin kulu ve elçisi muhammed sav indirmiş olduğu ayetlerieksiksiz olarak mevcut olduğuna inanırlar, her ne kadar rivayetler yolu ile bazı ayetlerin kur'ana alınmadığı gibi düşünceler ortaya atılmış olsa bile bunların doğruluk derecesi olmayan haberler olduğu açıktır. Bu yazımızda müddessir s. 30. daki  "üzerinde ondokuz vardır" mealindeki ayetten hareketle kur'anın 19 ve katları üzerinden matematiksel bir koruma ile korunduğu düşüncesi ortaya atılmış ve bu düşüncenin bir uzantısı olarak tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinin matematiksel korumanın dışında olduğu için kur'ana sonradan ilave edildiği düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Siyak ve sibak, yani ayetlerin öncesi ve sonrası ile birlikte okuyarak anlama metodu kur'anı doğru olarak anlama yollarından biridir. Tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinide bu metod ile okursak şu netice karşımız çıkar.  

tevbe s. 128. ayetinin meali şu şekildedir. 

 " Andolsun size kendinizden öyle bir  resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Ayete baktığımız zaman  "SİZE" ve MÜ'MİNLERE" şeklinde iki ayrı guruptan bahsedildiğini görmekteyiz, ayetteki "size" zamirinin kim olduğunu anlamak için 124. ayetten okumaya başlamak gerekmektedir. 
----- 9.124 Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: «Bu sizin hanginizin imanını artırdı?» İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
-----9.125 Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
-----9.126 Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.
-----9.127 Bir sure inince, «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür.

124. ayete baktığımız zaman iki gurup insandan bahsedilir, 1-bu sizin hanginizin imanını artırdı diyenler ve 2- iman edenler, devam eden 125-126-127.ayetlerde ise 1. gurup insanlarla ilgili ayetler vardır. 128. ayete gelinde aynı konu buradada devam etmekte olup  iki gurup insan buradada karşımıza çıkmaktadır 128. ayetteki "size" şeklindeki hitabın muhatapları önceki ayetlerde bahsedilen  kalplerinde hastalık olan münafıklardır. 129. ayette " Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.»" buyurularak yine 124 ve 128 . ayetler arasında bahsedilen münafıklarla ilgili olduğu açıktır.   

Ayetleri red gerekçelerinden biriside, ayet içinde geçen "rauf" ve "rahim" kelimelerinin Allah cc nin esmasından olduğu bu kelimelerin bir insan için kullanılamayacağı şeklindedir. Eğer bu gerekçe üzerinde bir red mantığı geliştirecek olursak yusuf suresindeki bir çok ayeti red etmemiz gerekecektir, sure içindeki ayetlerde geçen "rabb", "el aziz" , "hafiz-alim" . "el melik" , "basiran"gibi kelimeler Allah için değil insanlar için kullanılmıştır.

Sonuç olarak, tevbe s. 124. ve 129. ayetler birbirleri ile siyak sibakı olan ayetlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi kur'ana sonradan ilave edilmesi gibi bir durum sözkonusu değildir , eğer böyle bir durum varsa aynı durum 124-129. ayetlerin tamamı için sözkonusudur , yok 124-127. ayetler kur'andandır denilirse 128-129. ayetler kur'andan değildir demenin yanlışlığı ortadadır. Mü'minlere yakışan kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren geleneksel rivayetleri nasıl reddediyorsa yeni yetmeler tarafındanda ortaya atılan rivayetleri red etmek ve kur'anın elimizde olan şekli ile muhammed sav e indirilmiş olduğuna iman etmektir.  

                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Tevrat'ın Kur'an ile Sağlaması 11 (Mısırdan Çıkış)

Tevrat'ın kur'an ile sağlaması başlıklı yazılarımıza "mısır'dan çıkış" bölümü ile devam ediyoruz. Bundan önceki  "yaratılış" bölümünde , dünyanın yaratılışı, ademin yaratılışı ,nuh, ibrahim,lut ve yusuf as ların kıssalarını kur'andaki anlatılışları ile karşılaştırarak okumaya başlamıştık. Bu bölümde israiloğullarının mısırda zulüm görmesi ve devamında musa as önderliğinde mısırdan çıkışlarıkonu edilmektedir, yaratılış bölümünde olduğu gibi bu bölümdede tevrat ile kur'anda anlatılanları karşılaştırmaya çalışacağız.
1
 --------İsrailliler Mısır'da Baskı Görüyor.
 1 Yakup'la birlikte aileleriyle Mısır'a giden İsrailoğulları'nın adları şunlardır: 2 Ruben, Şimon, Levi, Yahuda, 3 İssakar, Zevulun, Benyamin, 4 Dan, Naftali, Gad, Aşer. 5 Yakup'un soyundan gelenler toplam yetmiş kişiydi. Yusuf zaten Mısır'daydı.
6 Zamanla Yusuf, kardeşleri ve o kuşağın hepsi öldü. 7 Ama soyları arttı; üreyip çoğaldılar, gittikçe büyüdüler, ülke onlarla dolup taştı.
8 Sonra Yusuf hakkında bilgisi olmayan yeni bir kral Mısır'da tahta çıktı. 9 Halkına, “Bakın, İsrailliler sayıca bizden daha çok” dedi, 10 “Gelin, onlara karşı aklımızı kullanalım, yoksa daha da çoğalırlar; bir savaş çıkarsa, düşmanlarımıza katılıp bize karşı savaşır, ülkeyi terk ederler.”
11 Böylece Mısırlılar İsrailliler'in başına onları ağır işlere koşacak angaryacılar atadılar. İsrailliler firavun için Pitom ve Ramses adında ambarlı kentler yaptılar. 12 Ama Mısırlılar baskı yaptıkça İsrailliler daha da çoğalarak bölgeye yayıldılar. Mısırlılar korkuya kapılarak 13 İsrailliler'i amansızca çalıştırdılar. 14 Her türlü tarla işi, harç ve kerpiç yapımı gibi ağır işlerle yaşamı onlara zehir ettiler. Bütün işlerinde onları amansızca kullandılar.
15 Mısır Kralı, Şifra ve Pua adındaki İbrani ebelere şöyle dedi: 16 “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” 17 Ama ebeler Tanrı'dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı'nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar. 18 Bunun üzerine Mısır Kralı ebeleri çağırtıp, “Niçin yaptınız bunu?” diye sordu, “Neden erkek çocukları sağ bıraktınız?”
19 Ebeler, “İbrani kadınlar Mısırlı kadınlara benzemiyor” diye yanıtladılar, “Çok güçlüler. Daha ebe gelmeden doğuruyorlar.”
20 Tanrı ebelere iyilik etti. Halk çoğaldıkça çoğaldı. 21 Ebeler kendisinden korktukları için Tanrı onları ev bark sahibi yaptı.
22 Bunun üzerine firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil'e atılacak, kızlar sağ bırakılacak. 

Yusuf as ın ölümünden sonra mısır'da çoğalan israiloğullarından rahatsız olan firavun onların bu çoğalmalarından rahatsız olarak israiloğullarının doğan erkek çocuklarının öldürülmelerini emreder, tevrat'ın ifadesine göre , ebeler bu katliama ortak olmayarak erkek çocukları sağ bırakırlar ve firavun yeni bir emir vererek doğan çocukların nil nehrine atılmasını emreder . Kur'anda ebelerin yaptıkları ile herhangi bir haber yoktur, bu konu ile ilgili bilgi kasas s. 4-5-6. ayetlerinde mevcuttur.
----- 28-4-5-6 Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).  

                     **************************************************
2
 ---------Musa'nın Doğumu

1 Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. 2 Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. 3 Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. 4 Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.
5 O sırada firavunun kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. 6 Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrani çocuğu” dedi.
7 Çocuğun ablası firavunun kızına, “Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.”
8 Firavunun kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. 9 Firavunun kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. 10 Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Musa[a] koydu.  

Bu bölümde musa as ın doğumu anlatılmakta olup musayı bulan kişinin firavunun kızı olduğu yazmaktadır,ancak kur'anda musayı bulan kişi firavun'un karısıdır. Bu bölüm kuranda şu mealdeki ayetlerle anlatılır.  

-----28. 8-13. Firavun'un adamları onu almışlardı. Firavun, Haman ve askerleri, suçlu olduklarından, o onlara düşman ve başlarına da dert olacaktı.Firavun'un karısı: «Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz» dedi. Aslında işin farkında değillerdi.Musa'nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti, oğlundan başka bir şey düşünemiyordu. Allah'ın vaadine iyice inanması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı.Musa'nın ablasına: «Onu izle» dedi. O da, kimse farkına varmadan, Musa'yı uzaktan gözetledi.Önceden, süt annelerin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası: «Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?» dedi.Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.  

                      **********************************************

---------Musa Midyan'a kaçıyor. 
11 Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlı'nın bir İbrani'yi dövdüğünü gördü. 12 Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlı'yı öldürüp kuma gizledi. 13 Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, “Niçin kardeşini dövüyorsun?” diye sordu.
14 Adam, “Kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı?” diye yanıtladı, “Mısırlı'yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?” O zaman Musa korkarak, “Bu iş ortaya çıkmış!” diye düşündü. 15 Firavun olayı duyunca Musa'yı öldürtmek istedi. Ancak Musa ondan kaçıp Midyan yöresine gitti. Bir kuyunun başında otururken 16 Midyanlı bir kâhinin yedi kızı su çekmeye geldi. Babalarının sürüsünü suvarmak için yalakları dolduruyorlardı. 17 Ama bazı çobanlar gelip onları kovmak istedi. Musa kızların yardımına koşup hayvanlarını suvardı.
18 Sonra kızlar babaları Reuel'in yanına döndüler. Reuel, “Nasıl oldu da bugün böyle tez geldiniz?” diye sordu.
19 Kızlar, “Mısırlı bir adam bizi çobanların elinden kurtardı” diye yanıtladılar, “Üstelik bizim için su çekip hayvanlara verdi.”
20 Babaları, “Nerede o?” diye sordu, “Niçin adamı dışarıda bıraktınız? Gidin onu yemeğe çağırın.”
21 Musa Reuel'in yanında kalmayı kabul etti. Reuel de kızı Sippora'yı onunla evlendirdi. 22 Sippora bir erkek çocuk doğurdu. Musa, “Garibim bu yabancı ülkede” diyerek çocuğa Gerşom[b] adını verdi.
23 Aradan yıllar geçti, bu arada Mısır Kralı öldü. İsrailliler hâlâ kölelik altında inliyor, feryat ediyorlardı. Sonunda yakarışları Tanrı'ya erişti. 24 Tanrı iniltilerini duydu; İbrahim, İshak ve Yakup'la yaptığı antlaşmayı anımsadı. 25 İsrailliler'e baktı ve onlara ilgi gösterdi .  

Bu kısımda musa as ın yetişkin bir yaşa geldikten sonraki hayatı anlatılmaktadır. Musa mısır'lı birisini öldürüp mısır'dan kaçıp midyan'a (medyen) gider ve orada hayvanlarını sulayan 7 kız görür , bu bölüm kur'anda 2 kız olarak anlatılır. Musa as ın mısır'dan kaçıp medyan'e  varması ,evlenmesi ve oradan ailesi ile birlikte yola çıkması kur'anda şu mealdeki ayetlerde anlatılır.  

-----28.14-28. Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükafatlandırırız.Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Musa: «Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla» dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir.Musa: «Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım» dedi.Şehirde, korku içinde etrafı gözetip dolaşarak sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: «Doğrusu sen besbelli bir azgınsın» dedi.Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: «Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden olmak değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun» dedi.Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi: «Ey Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum» dedi.Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. «Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar» dedi.Medyen'e doğru yöneldiğinde: «Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım» dedi.Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: «Derdiniz nedir?» dedi. «Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz» dediler.Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: «Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım» dedi. sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: «Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor» dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: «Korkma, artık zalim milletten kurtuldun» dedi.İki kadından biri: «Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır» dedi.Kadınların babası: «Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın» dedi.Musa: «Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir» dedi. 

                            *******************************************

--------3-Tanrı Musa'yı Çağırıyor. 

Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı'na, Horev'e vardı. 2 RAB'bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. 3 “Çok garip” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
4 RAB Tanrı Musa'nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi.
Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
5 Tanrı, “Fazla yaklaşma” dedi, “Çarıklarını çıkar. Çünkü bastığın yer kutsal topraktır. 6 Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı'yım.” Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu.
7 RAB, “Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm” dedi, “Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. 8 Bu yüzden onları Mısırlılar'ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. 9 İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum. 10 Şimdi gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni firavuna göndereyim.”
11 Musa, “Ben kimim ki firavuna gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?” diye karşılık verdi.
12 Tanrı, “Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım” dedi, “Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapınacaksınız.”
13 Musa şöyle karşılık verdi: “İsrailliler'e gidip, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi’ dersem, ‘Adı nedir?’ diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?”
14 Tanrı, “Ben Ben'im” dedi, “İsrailliler'e de ki, ‘Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.’
15 “İsrailliler'e de ki, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı Yahve[a] gönderdi.’ Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım. 16 Git, İsrail ileri gelenlerini topla, onlara şöyle de: ‘Atalarınız İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı Yahve bana görünerek şunları söyledi: Sizinle ve Mısır'da size yapılanlarla yakından ilgileniyorum. 17 Söz verdim, sizi Mısır'da çektiğiniz sıkıntıdan kurtaracağım; Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına, süt ve bal akan ülkeye götüreceğim.’
18 “İsrail ileri gelenleri seni dinleyecekler. Sonra birlikte Mısır Kralı'na gidip, ‘İbraniler'in Tanrısı Yahve bizimle görüştü’ diyeceksiniz, ‘Şimdi izin ver, Tanrımız Yahve'ye kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım.’ 19 Ama biliyorum, güçlü bir el zorlamadıkça Mısır Kralı gitmenize izin vermeyecek. 20 Elimi uzatacak ve aralarında şaşılası işler yaparak Mısır'ı cezalandıracağım. O zaman sizi salıverecek.
21 “Halkımın Mısırlılar'ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz. 22 Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlılar'ı soyacaksınız.”    

Bu kısımda musa as ın medyen'deki hayatı anlatılırken tanrı ile konuşmasının medyen'de iken gerçekleştiği anlatılır bu kısım tevrat'ın aksine olarak kur'anda ailesi ile medyenden ayrıldıktan sonra geçekleştiği anlatılır. Medyen'den ayrılıp firavun'a gönderilmesi ile ilgili ayetler kur'anda bir kaç surede anlatılmaktadır. 

-----28. 29-30  Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: «Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz» dedi.Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: «Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi.
-----19.51-52 (Resûlüm!) Kitap'ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.Ona Tur'un sağ yanından seslenmiş ve konuşmak için onu yaklaştırmıştık.

-----20.9-16 Musa'nın başından geçen olay sana geldi mi?O, bir ateş görmüştü de, ailesine: «Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum» demişti.Musa ateşin yanına gelince: «Ey Musa!» diye seslenildi:Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın.»«Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle.»«Şüphesiz Ben Allah'ım, Benden başka tanrı yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.»Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir.Buna inanmayan ve hevesine uyan kimse seni ondan alıkoymasın, yoksa helak olursun.» 

-----27.7-9  Musa, ailesine: «Ben bir ateş gördüm; size oradan ya bir haber getireceğim, yahut ısınasınız diye tutuşmuş bir odun getireceğim» demişti.Oraya geldiğinde, kendisine şöyle nida olunmuştu: «Ateşin yanında olan ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah münezzehtir«Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım» 

Musa as ın doğumu,gençliği ve evlenip medyen'den çıkışına kadar olan olaylar tevrat ve kur'anda bu şekilde anlatılmaktadır. Bu bölümlerde tevrat ile kur'an arasında çok büyük farklılıklar görülmemektedir. 

                *****************************************

--------4 Rab Musa'ya Belirtiler Gösteriyor. 

1 Musa, “Ya bana inanmazlarsa?” dedi, “Sözümü dinlemez, ‘RAB sana görünmedi’ derlerse, ne olacak?”
2 RAB, “Elinde ne var?” diye sordu.
Musa, “Değnek” diye yanıtladı.
3 RAB, “Onu yere at” dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
4 RAB, “Elini uzat, kuyruğundan tut” dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu. 5 RAB, “Bunu yap ki, ataları İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı RAB'bin sana göründüğüne inansınlar” dedi.
6 Sonra, “Elini koynuna koy” dedi. Musa elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu.
7 RAB, “Elini yine koynuna koy” dedi. Musa elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski haline dönmüştü.
8 RAB, “Eğer sana inanmaz, ilk belirtiyi önemsemezlerse, ikinci belirtiye inanabilirler” dedi, 9 “Bu iki belirtiye de inanmaz, sözünü dinlemezlerse, Nil'den biraz su alıp kuru toprağa dök. Irmaktan aldığın su toprakta kana dönecek.”
10 Musa RAB'be, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim.”
11 RAB, “Kim ağız verdi insana?” dedi, “İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim? 12 Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim.”
13 Musa, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ne olur, benim yerime başkasını gönder.”
14 RAB Musa'ya öfkelendi ve, “Ağabeyin Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek. 15 Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı size öğreteceğim. 16 O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın. 17 Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla gerçekleştireceksin.”  

Bu bölümde Allah cc nin musa ile konuşması anlatılmakta ve elindeki asa'nın yılan olması, elinin beyazlaşması anlatılmaktadır. Kur'anda olmayan "nil'den biraz su alıp kuru toprağa dök toprak kan olacak" şeklindeki ibare kur'anda yoktur. Bu kısım ile ilgili kur'an ayetlerinin mealleri şu şekildedir.  

-----28. 31-35  «Değneğini at.» Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. «Ey Musa! Dön gel; korkma; şüphesiz güvende olanlardansın» denildi.«Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir» denildi.Musa dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.Allah: «Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir» dedi. 

-----20.17-48 «Ey Musa! Sağ elindeki nedir?»O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan oluverdi.Allah: «Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. Daha büyük mucizelerimizi sana göstermemiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer bir mucize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın» dedi.«Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.»Musa: «Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin» dedi.Allah: «Ey Musa! İstediğin sana verildi» dedi, «Zaten sana başka bir defa da iyilikte bulunmuş ve annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik: Musa'yı bir sandığa koy da suya bırak; su onu kıyıya atar, Bana da, ona da düşman olan biri onu alır. Ey Musa! Gözümün önünde yetişesin diye seni sevimli kıldım.»Kızkardeşin Firavun'un sarayına giderek: «Ona bakacak birini size göstereyim mi?» diyordu. Böylece, annen üzülmesin, sevinsin diye, seni ona iade etmiştik. Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Musa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.«Seni kendim için seçtim.»«Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın.»İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.»«Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.»Dediler ki: «Rabbimiz, biz gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın-davranmasından' korkmaktayız.»Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: «Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azabetme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edileceği vahyolundu.»

-----27.10-14 Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: «Bu apaçık bir sihirdir» dediler.Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

-----26.10-17 Bir vakit de Rabbin Mûsâ’ya: «Haydi! o zulme batmış olan topluma, yani Firavun’un halkına git. Onlar küfür ve isyandan hâla mı sakınmayacaklar?» diye nida etti.Musa: «Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum» demişti.Allah: «Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: «Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz» demişti.

-----79.15-18 Sana Mûsa'nın kıssası geldi mi? O vakit ki, O'na Rabbi, mukaddes Tuvâ vadisinde nidâ etmişti.
«Firavuna git, zira o iyice azdı Ona de ki: kendini arındırmaya gönlün var mı?

                 *********************************************
---------Musa Mısır'a Dönüyor.

8 Musa kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, “İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim” dedi, “Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?”
Yitro, “Esenlikle git” diye karşılık verdi.
19 RAB Midyan'da Musa'ya, “Mısır'a dön, çünkü canını almak isteyenlerin hepsi öldü” demişti. 20 Böylece Musa karısını, oğullarını eşeğe bindirdi; Tanrı'nın buyurduğu değneği de eline alıp Mısır'a doğru yola çıktı.
21 RAB Musa'ya, “Mısır'a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. 22 Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. 23 Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
24 RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa'yla[a] karşılaştı, onu öldürmek istedi. 25 O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa'nın[b] ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. 26 Böylece RAB Musa'yı esirgedi. Sippora Musa'ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
27 RAB Harun'a, “Çöle, Musa'yı karşılamaya git” dedi. Harun gitti, onu Tanrı Dağı'nda karşılayıp öptü. 28 Musa duyurması için RAB'bin kendisine söylediği bütün sözleri ve gerçekleştirmesini buyurduğu bütün belirtileri Harun'a anlattı.
29 Musa'yla Harun varıp İsrail'in bütün ileri gelenlerini topladılar. 30 Harun RAB'bin Musa'ya söylemiş olduğu her şeyi onlara anlattı. Musa da halkın önünde belirtileri gerçekleştirdi. 31 Halk inandı; RAB'bin kendileriyle ilgilendiğini, çektikleri sıkıntıyı görmüş olduğunu duyunca, eğilip tapındılar. 
a 4:24 “Musa'yla”: İbranice “Onunla”.
b 4:25 “Musa'nın”: İbranice “Onun”. 

Bu bölümde anlatılanlar kur'anla hiçbir şekilde uyum sağlamamaktadır. Kur'anda, musa asın medyenden'den ayrıldıktan sonra oraya tekrar döndüğüne dair bir bilgi yoktur, musa'nın tanrı ile konuşmasının tevrat'ta kayınpederinin hayvanlarını otlatması sırasında vuku bulduğunu anlatmasına rağmen kur'anda bu olay medyen'den ayrıldıktan sonra olmuştur.