Kur'anın "Ahsen-El Kasas" (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssası, bizlere diğer kıssalar gibi bir çok yönden mesajlar vermektedir. Bu kıssa içinde okuduğumuz ayetlerin bir kısmında, Yusuf'un kardeşlerinin ona olan düşmanlıkları ve neticesi anlatılmakta olup , her kıssa gibi bu anlatımlarda da bize dönük mesajlar olduğunu düşünerek , bu mesajların ne olabileceği yönünde bir okuma yapmaya çalışacağız.
"Kardeş Kavgası" deyimi , maalesef biz Müslümanların gündeminden yüzyıllardır düşmemektedir. Bizleri böyle bir deyimi kullanmaya sevk eden amiller , ve bu amilleri önleme yolları , bu kavgaların önlenmediği takdirde başımıza neler geleceği, Kur'an içindeki bir çok ayette haber verildiği halde , şeytan bizlere galip gelerek kardeşlerimiz ile aramızı bozmuş, ve bizleri güçsüz bırakarak , kafirlerin elinde oyuncak durumuna düşen bir topluluk haline getirmiştir.
Yusuf suresi 4. ayetinden öğrendiğimize göre , Yakub (a.s) ın 12 oğlu bulunmaktadır , bu oğulların 2 si ayrı , 10 u ise ayrı eşlerden doğan çocuklardır. Bu iddiamızı rivayetler kanalı ile değil , surenin 59. ayetinde Yusuf'un kardeşlerine "Babanızdan olan kardeşinizi bana getirin" sözlerinden anlamaktayız. Bu söz bize o kardeşin annesi ile diğer kardeşlerin annelerinin aynı olmadığını göstermektedir.
[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf
ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir
sapıklık içindedir.
Bu ayet ise bizlere yine , Yusuf ve kardeşi ile diğer kardeşlerin annelerinin ayrı olduğunu göstermektedir. Kardeşler arasındaki anne ayrılığı, kardeşler arasında bir guruplaşma meydana getirerek , Yusuf ile kardeşine karşı , diğer kardeşlerin husumet beslemelerine sebep olmaktadır. "Yusuf ve kardeşi" ifadesi bile , diğer 10 kardeşin , 2 kardeşe nasıl baktıklarını göstermektedir.
Kendilerini "Güçlü bir topluluk" olarak gören 10 kardeş , bu güçlülüğü babalarının nezdinde diğer 2 kardeşten daha fazla sevilmeleri gerektiğine dair bir gerekçe olarak kullanmaktadırlar.
[012.005] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma,
yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
Yusuf'un gördüğü rüyayı babasına anlattıktan sonra babasının ona söylediği sözler , bu ayrışmanın babaları tarafından bile fark edildiğini göstermektedir. Yusuf'un babasının, oğluna söylediği "şeytan insanın apaçık düşmanıdır" sözünün, burada anahtar bir cümle, ve anlatımın mesaj içerikli olarak okunmasında önemli bir nokta olduğunu düşünmekteyiz.
Şeytanı , "İnsanın ayağını cennetten kaydırarak , onu cehenneme götüren her kişi , kuruluş , düşünce v.s" olarak anladığımızda "Şeytan" kelimesi ile ifade edilenin ne veya neler olduğu, hayat içinde anlamını daha kolay bulacaktır.
Şeytan, kardeşler arasını bozarak onları birbirine düşman etmekte, ve bu kardeşler şeytanın kendileri için en başta gelen düşman olduğunu unutarak , kendilerine asıl düşman olanın diğer kardeşleri olduğunu zannederek, kendi kardeşlerine saldırmakta ve kardeşlerin birbirini kırması neticesinde, sadece şeytan bu işten karlı çıkmaktadır.
Şeytanın, Yusuf'un kardeşlerini kullanarak , insana olan açık düşmanlığını, yaşandığı tarihsel zaman ve mekandan çıkararak , günümüze dönük mesajlar olarak okumaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ;
Yusuf ve kardeşine diğer kardeşlerin düşman olmasını , günümüzün bir deyimi olan "Alt Kimlik - Üst Kimlik" deyimlerinin ifade ettiği anlamlar üzerinden okuduğumuzda , anlatılan olayın güncel mesajını kavrayabileceğimizi düşünmekteyiz.
Yakub (a.s) ın 12 oğlunun 10 tanesinin ayrı , diğer 2 tanesinin ise ayrı annelerden olmasını "Alt Kimlik" , 12 oğlun tamamının aynı babadan olmasını ise "Üst Kimlik" olarak değerlendirdiğimizde , onların kıssasının bize dönük mesajını okumak kolaylaşacaktır.
Yakub (a.s) ın 10 oğlu, alt kimlikleri olan aynı anneden olmuş olmalarını dikkate alarak gruplaşmışlar , diğer 2 kardeşleri kendi annelerinden olmadıkları için, onlara karşı bir husumet beslemektedirler. Halbuki onlar üst kimlikleri olan , 12 kardeşin de aynı babadan olmalarını dikkate almış olsalardı , diğer 2 kardeşe herhangi bir husumet duymaları için sebep olmayacaktı.
Şeytan işte bu noktada devreye girerek , kardeşlerin arasındaki bu durumu kendi lehine çevirerek insana olan düşmanlığını göstermek için, elinden geleni yapmaya çalışacaktır.
Kendi annelerinden doğmamış olmalarını onların aralarını bozmak için koz olarak kullanan şeytan , insanlık tarihi boyunca bu kozu her zaman kullanmış ve kullanacaktır. "Alt kimlik - Üst Kimlik" olarak ifade edebileceğimiz bu tür ayrışmalar, her toplumda meydana gelebilecek olan, ve şeytanların her an insanlar arasında düşmanlık yaratma vesilesi olarak kullanabilecekleri ayrışmalardır örneğin ;
Olayı Türkiye üzerinden değerlendirecek olursak , bu topraklar üzerinde yaşayan farklı kavimlere mensup insanlar bulunmaktadır. Bu farklılıklar insanların alt kimliğini oluşturmaktadır. Türk , Kürt , Laz , Arap , Çerkez, Gürcü , Abaza v.s gibi kavimlere mensup olarak Türkiye topraklarında yaşayan insanların, birde üst kimlikleri bulunmaktadır.
Farklı kavimlere mensup olarak "Alt Kimlik" oluşturmuş olan insanların ortak olan "Üst Kimlik" leri, AYNI İNANCA SAHİP OLMAK ve AYNI TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞAMAKTA OLMALARIDIR. İşte bu ortak payda, farklı kavimlere mensup olsalar dahi , aynı halkanın içinde olmaları, insanların bu ortak değerler üzerinde birliktelik oluşturmalarını gerektirmektedir.
Şeytan, dün nasıl Yakub (a.s) ın oğulları üzerinde, onların sahip olduğu alt kimliği öne çıkartmaları yönünde vesvese vererek, diğer kardeşlerine düşman olmalarını sağladı ise , aynı şeytan Türkiye üzerinde farklı kavimlere mensup olarak alt kimlik oluşturmuş olanlar üzerinde de oyunlar oynayarak, onların birbirlerine düşman olmaları için elinden geleni yapmaktadır.
Toplumlar, içlerindeki farklılıkları körüklemek üzerine kurulu, fikir ve ideolojileri öne çıkardıkları takdirde, aynı toprak üzerinde ve aynı inanca mensup olan insanların kamplara bölünmeleri sonucunda yıkıma uğrarlar. Bu yıkım dün bu tür sebeplerle gerçekleşmiş , toplumların yıkılması bu gün ve yarın da böyle olacaktır. Öyleyse yıkıma uğramamın yollarından birisi, bir toplumu birbirine bağlayan üst kimliği dikkate alan fikrin oluşturduğu bir yönetim içinde, üst kimliği öne çıkaran bir anlayışla, insanların birbirine düşman olmaMAsı üzerine kurulmuş sistem ile yönetilmesidir..
Türkiye nin bu gün geldiği noktada, alt kimliği dikkate alarak , Türk kavmini öne çıkaran , nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden Kürt kavmine mensup insanları yok sayan bir yönetim anlayışının etkisinin büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Şeytani güçler işte bu durumu kendi lehlerine kullanarak , Türk - Kürt kavgası çıkarmaya, bu yolla Türkiyenin gücünü kırmaya, ve bu yolla Türkiye üzerinde yaşayan insanları kendi kontrolü altına almayı amaçlayan planlarını yıllardır sahneye koymaktadırlar.
Kürt kavmine mensup olanların, mevcut yönetim tarafından yıllardır asimilasyona uğratılma çalışmaları , şeytani güçlerin Türkiye üzerindeki kirli emellerini gerçekleştirmek için ellerinde önemli bir koz olmuştur. Kürt kavmine mensup olanların bir kısmı ise bu oyuna gelerek , kendilerini özgürleştireceğini sandıkları bu şeytanların oyunlarına alet olmaya devam etmektedirler. Halbuki etrafımıza baktığımızda şeytani güçlerin bir ülkeye nasıl özgürlük ve mutluluk !! getirmek iste(me)diği gözümüzün önünde acı örnekleri ile yıllardır ortadadır.
Müstekbir şeytanların bu oyunları, bizlerin alt kimliklerimizi öne çıkaran kavmiyetçi düşünce ve yönetim anlayışlarımızda inat ettiğimiz sürece devam edecek ve bu şeytanlar amaçlarına er geç kavuşacaklardır.
[012.100] Ana-babasını tahtın üzerine çıkarıp oturttu. Hepsi onun için
secdeye kapandılar. Dedi ki: Babacığım; işte bu; vaktiyle gördüğüm rüyanın
gerçekleşmesidir. Doğrusu Rabbım, onu gerçekleştirdi ve bana ihsan etti de;
şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı ve
sizi çölden getirdi. Muhakkak ki Rabbım, dilediğine lütufkardır. Muhakkak ki
O'dur O, Hakim, Alim.
Yusuf'un kardeşleri , ona yaptığından pişman olup tevbe ettikten sonra, yukarıdaki ayette insanların birbirleri ile olan bağlarını oluşturan "Üst Kimlik" etrafında nasıl toplandıklarını gösterilmektedir.
İnsanların birbirleri ile olan bağlarını oluşturmasında dikkate alınması gerekli olan nokta "Alt Kimlik" değil , "Üst Kimlik" olmalıdır. Yusuf (a.s), kardeşlerinin kendisine yaptığı kötülüğü unutup onları bağışlayarak , üst kimlik olan Allah (c.c) ye iman eden bir yönetim anlayışı etrafında kardeşlerini topladıktan sonra, Mısır ülkesinde yaşamaya başlamışlardır. Bizler kendi ülkemizde eğer mutlu ve barış içinde yaşamak istiyorsak , şeytanların vesvesesi olan alt kimliği değil , Allah (c.c) nin önerdiği üst kimliği dikkate alan inanç ve bu inanç üzerine bina edilmiş yönetim anlayışı ile hayata devam etmek zorundayız.
[049.013] Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden
yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler (şeklinde)
kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en
ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.
Hucurat s. 13. ayeti , alt kimlik gerçeğini hatırlatan , fakat asıl olması gereken "Takva" yani Allah (c.c) den sakınmak temelli bir hayatın kişi ve toplum hayatında öne çıkması gerektiğini beyan etmektedir.
Takva, yani Allah (c.c) den sakınmaya dayalı yaşantı, kişi ve toplumların yaşantısında egemen olmadığı müddetçe , insanlar arasını bozmaya çalışan şeytanların eline hazır bir fırsat verilmiş olacaktır. Bu fırsatın verilip verilmemesi bizlere bağlı olup , şeytanların alt kimlik üzerinden insanlar arasında hiç bir zaman ayrılık yaratmasına fırsat verilmemelidir.
İnsanların birbirleri ile olan birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli unsur olarak gördüğümüz üst kimliğin , mensup olduğumuz "İslam Dini" olarak görülmesi gerektiğine rağmen, şeytan tarafından her zaman istismar edilmeye müsait bir alan olan alt kimlik meselesi, maalesef bu noktada da ortaya çıkarak , birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsur olan din bağı, maalesef olması gereken bağlılığı insanlara sağlayamamaktadır.
Bunun kabahatlisi elbette dinin kendisi değildir.
Bu dine mensup olanların büyük çoğunluğunun üst kimlikleri olan, ve Allah (c.c) nin kendilerine verdiği verdiği "Müslüman" ismini arkaya koyarak , alt kimlik olarak ifade edebileceğimiz , ve Kur'anın onay vermediği fırka isimleri ile kendilerini ifade etmeye çalışmaları, yine şeytanın kardeşler arasını bozma çalışmalarının bir ürünüdür. "Sünni Müslüman" - "Şii Müslüman" şeklinde, birleşmesi neredeyse imkansız olan iki büyük guruba ayrılmış olan Müslümanlar , bu iki gurubun içinde de binlerce fırkaya bölünerek , mensup oldukları fırka adı ile kendilerini tanıtmakta ve birleşmeyi imkansız hale getirerek , şeytanların ekmeğine yağ, hatta bal kaymak sürmektedirler.
Şeytanın arzusu olan böyle bir bölünmenin getirdiği sonuçların acı neticelerini her an yaşamakta olmamıza rağmen , fırkalara bölünmüş olanların hiçbiri bu fırkaları terk ederek , üst kimliğimizi oluşturması gereken "Kur'an" etrafında buluşmayı bırakın istemek , böyle düşünce içinde olanları "Sapık" olarak ilan etmekten çekinmemeleri, içinde bulunduğumuz durumun vahametini göstermektedir.
Sonuç olarak ; "Şeytan size apaçık bir düşmandır" şeklinde bir çok ayette beyan edilen gerçeğin , insan ve toplum hayatında ortaya çıkması , kardeşler arasına nifak sokarak onları birbirine düşman etmek şeklinde de kendisini göstermektedir.
Kıssa yollu anlatımlar bizlere , geçmiş yaşantılardan örnekler sunarak , ibretler almamızı isteyen anlatımlar olup , bu kıssalardan olan ve "En güzel kıssa" olarak belirtilen Yusuf kıssasındaki mesajlardan bir tanesi de , şeytanın kardeşler arasını bozma yolunun canlı ve yaşanmış bir örnek olarak gösterilmesidir.
Kardeş kavgasından kurtulma yolu , kardeşliğimizi sağlayan en geniş halka olan inanç bağı ile birbirimize bağlanmak ve bu inancın bize önermiş olduğu kişisel ve toplumsal yükümlülükleri yerine getirmek ile mümkün olacaktır. Şeytan her an bizlerdeki açıkları kollayarak , kardeşlerimiz ile aramızı açmaya , aramızda düşmanlık çıkarmaya ve bu yolla ayağımız cennetten kaydırarak , bizleri cehennem yaranı yapmak için gayret etmektedir. Bize düşen ise şeytanın bu tür oyunlarına fırsat vermemek olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
arasını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arasını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Mart 2016 Pazartesi
16 Mayıs 2015 Cumartesi
İSRA s. 1-8. Ayetleri Arasını Okuma Kılavuzu
Yazımıza
böyle bir başlık atma sebebimiz; zikri geçen ayetlerin, özellikle İsra s. 1.
ayetinin geleneksel ve modernist okuma tarzında bir takım yanlışlar
üzerine temellendirilerek okunması olup, yazımızda bu ayetlerin nasıl
bir bakış açısı altında değerlendirilip okunması gerektiği yönündeki
tekliflerimizi paylaşacağız. Tekliflerimizi paylaşırken
söylediklerimizin nihai doğrular ve bundan başka doğru yoktur mantığı
altında değil, sadece bu yazıyı yazanın bakış açısından kaynaklanan bir
düşüncenin ürünü olduğunu baştan hatırlatarak konumuza giriş yapalım.
Bilindiği
gibi İSRÂ 1 ayeti hatıra geldiği zaman; geleneksel din algısında ilk
önce "Miraç" adı verilen olay hatıra gelmektedir. İSRÂ 1 ayeti böyle bir
olayın olduğu bilgisini (en ufak bir delalet ihtimali dahi olmadan)
içinde barındırMAmaktadır. Bu olayın olduğuna inananlar, şayet aynı surenin 93.
ayetini okudukları takdirde; bu olayın müşrikler tarafından
gerçekleşmesinin istendiğini ancak böyle bir olayın asla olmayacağının
özellikle belirtildiğini göreceklerdir. NECM Suresi ayetlerinde bu
olayın anlatıldığı düşüncesi, bu surenin İSRÂ Suresi'nden önce inmiş
olduğu hesaba katılır ve ilgili ayetler ön kabulsuz ve bağlam içinde
okunursa, miraç diye bir olayın değil, Muhammed(a.s)'ın Cibril'den vahiy
almasının anlattığı açıkça görülebilir.
"Miraç"
olayı tamamen mitolojik bir düşünce eseri olup özellikle Hıristiyan
düşüncesinde ortaya çıkan elçiyi yüceltici bir düşüncenin eseri olması
açısından tehlikeli bir durum arz etmektedir. Allah(c.c), göndermiş
olduğu elçilerini, biz kulları tarafından asla onları ilah derecesine veya diğer elçilerle üstünlük
yarışına sokulması için göndermemiştir.
Yazımızda
geleneksel okuma hatalarından ziyade, geleneğe karşı çıkarak yapılan
okumalardaki bir takım hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.
Modernist
okuma metodunda, ilgili ayetleri anlamakta problem olarak ortaya çıkan
düşüncelerden bir tanesi; 1. ayet içindeki "bi abdihi" (kulunu) kelimesi
ile zikredilen kişinin Muhammed(a.s) değil, 2. ayette "ve ateyne
Musel-kitabe" (ve Musa'ya Kitabı verdik) ibaresinin 1. ayetle bağlantılı
olduğu, "ve" bağlacı ile ayetin başlamış olmasının buna delalet ettiği
iddialarını görmekteyiz. Bu düşüncede olanların 1. ayet içindeki "minel
mescidil-harami" ifadesini farklı şekilde tevil ederek, belirli bir
mekan ismi olmaktan çıkardıklarını ve bu kelimeye "Batınî yorum" olarak
ifade edebileceğimiz bir anlam bindirmeye çalıştıklarını görmekteyiz.
Kur'an
okumalarında herhangi bir fikre varmak için, önce konu ile ilgili
ayetlerin tamamını alt alta koyarak okumak, vardığımız düşüncenin diğer
bir ayet ve Kur'an bütünlüğü ile herhangi bir çelişkisi olup olmadığına dikkat etmek zorunda
olduğumuzu unutmamamız gerekmektedir. Vardığımız neticenin "Konu ve
Kitap bütünlüğü"nü gözeterek bu neticeye varılmış olması ve herhangi bir
çelişki arz etmemiş olması gerekmektedir. "Mescidi Haram" deyimi;
Kur'an'da geçtiği bütün ayetlerde belirli bir mekan ismi olarak
geçmektedir. Bu terime farklı anlamlar yükleyerek kafamızdaki ön
kabullere kurban ettiğimiz takdirde, başka bir ayette geçen kelimenin
çelişki arz edeceğini gözden ırak tutmamak gerekmektedir.
Ayrıca "Ve" bağlacı bir konuyu birbirine bağlamak için kullanılabileceği gibi, bir konuyu birbirinden ayırmak için de kullanılmakta, İSRA s. 2. ayeti başka bir konuya giriş yapmakta, dolayısı
ile İSRÂ 1 ayeti içindeki "abdihi" kelimesi ile ifade edilen kişinin
Musa(a.s) olmasının imkanı yoktur. Bahsedilen kişi; adı geçen mekanda
yaşayan Muhammed(a.s)'dır. Böyle bir düşünce içine girilmiş olmasının,
ilgili ayetleri Kur'an bütünlüğünü gözetmeden okumanın bir sonucu
olduğunu düşünmekteyiz.
İSRÂ
1 ayeti içinde geçen "elmescidil-Aksa" (en uzak mescid) terimi ile
ifade edilen yerin nerede olduğu üzerinde yine farklı düşüncelerin
üretilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu deyim ile ifade edilen mekanın
"Beytül Ma'mur" adı verilen ve gökte, meleklerin secde ettiği ve
Kabe'nin iz düşümünde bir mescid olduğu olduğu iddiası vardır. Bu
düşüncenin rivayetler yardımı ile ortaya atıldığı, Kur'an'da geçen "vel
Beyt'il Ma'mur" (TÛR 4) deyiminin Kabe olduğu, Kur'an açısından
baktığımızda bu düşüncenin daha doğru olduğu ortadadır. Bu iddianın daha
vahim bir tarafı; miraç olayını kabul etmek anlamına gelir. Bu da
"İsra" kelimesi ile göğe çıkışın ifade edilmiş olduğu iddiasına gelir ki
bu iddianın doğru olması kelime anlamı açısından mümkün değildir.
"Mescidil
Aksa" adlı yerin Mekke'nin Cirane vadisinde bir mescid olduğu ve
Muhammed(a.s)'ın orada namaz kıldığı şeklinde iddialar olup, İSRÂ 1
ayetinin bu duruma işaret ettiği düşüncesi eski tefsirlerde de yerini
bulmuştur. İddialarımızı Kur'an çerçevesinde delillendirmenin daha doğru
bir yaklaşım olduğundan hareketle, İSRÂ 7 ayeti içinde geçen
"el-mescide" kelimesini göz önüne alarak "Mescidil Aksa" ile ifade
edilen yerin neresi olduğu daha doğru ortaya konulabilir.
Bu
deyim ile kast edilen yerin Cirane vadisindeki mescid olduğu
düşüncesinde olanlar, "Mescidil-Aksa" adı ile bugün bildiğimiz yerin
Ömer(r.a) zamanında yapılmış olduğunu, Muhammed(a.s)'ın zamanında bu
yerin Kudüs şehrinin çöplüğü olduğunu, dolayısı ile "İsra" adlı olayın
gerçekleştiği mekanın Kudüs olması ihtimali bulunmadığı iddialarını dile
getirmektedirler.
Kudüs
şehrinde şayet bir mescid var ise, ki var olduğunu İSRÂ 7 ayetinde
görmekteyiz, bu mescidin yıkık ve harap olmuş olması, orasının "Mescid"
adı ile anılMAmasını gerektirmez. "Mescidil-Aksa" olarak anılmış olması,
orada bina halinde yapılmış olan ve Muhammed(a.s) hayatta iken orasının
imarlı bir halde olması gerektiğini de ifade etmez. Süleyman(a.s)
tarafından yapılmış olan bir mescidin var olduğu ve bu mescid harap bir
halde olmuş olması, sembolik olarak ifade ettiği anlamdan herhangi bir
şey kaybetmiş olacağı anlamına gelmez.
"Mescidil-Aksa"
ve "Mescidil-Haram" terimlerinin ortak yönüne baktığımızda; her iki
terimde geçen "Mescid" kelimesi ile ifade edilen yerin ortak bir bağının
olduğu ve bu bağın Musa(a.s) ve Muhammed(a.s)'ın beslendiği kaynağın
aynı olduğunun beyanı açısından okunmasının bizleri daha doğru bir
neticeye ulaştıracağını düşünmekteyiz.
"Aksa"
(en uzak) tabiri Mekke'ye olan uzaklığı göz önüne alınarak ifade
edilmiş olup, Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman içinde tabela ismi olarak
"Aksa Mescidi" şeklinde orasının bilindik bir ismi olmayıp Kur'an'ın
Mekke şehrine olan uzaklığını göz önüne alarak belirtmiş olduğu bir
terkiptir. Bilinen ismi "Süleyman Mabedi" olup, bu mabedle olan ilişkiyi
ilgili ayetler ile ilgili okuma metodu teklifimizde açıklamaya gayret
edeceğiz.
Buraya
kadar ilgili ayetler ile öne sürülen farklı görüşlere katılmama
gerekçemizi izah etmeye gayret ettik. Yazımızın bundan sonraki bölümünde
ilgili ayetleri okurken göz önünde bulundurulması gereken noktaları ele
almaya çalışacağız.
Konumuz
ile ilgili ayetlere yapılan yorumlarda hata yapıldığını düşündüğümüz
nokta şu dur; ilgili ayetler sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde
değerlendirilmeye tabi tutulmakta ve bu ayetler, nasıl bir mesaj
taşıdıkları düşüncesi ışığında okunmamaktadır.
İSRÂ
1 ayeti ile ilgili olarak tefsirlere baktığımızda "İsra" (gece
yürüyüşü) olayının bedenen mi, yoksa uykuda görülen bir rüya şeklinde mi
gerçekleştiği tartışılmıştır. Kanaatimizce bu olayın bedenen veya rüya
ile gerçekleşmiş olmasının tartışılmasının herhangi bir faydası olmayıp,
her iki şekilden birisi ile gerçekleşmiş olması muhtemeldir. İlgili
ayetleri okurken yürütülmenin keyfiyetini değil, yürütülme ile verilmek
istenen mesajın ne olması gerektiğini düşünmenin daha faydalı olacağını
düşünmekteyiz.
İlgili
ayetlerin nazil olduğu Mekke dönemini kısaca hatırlamak, konuyu
anlamanın başlangıcını teşkil etmektedir. Mekke dönemi; bilindiği gibi Muhammed(a.s) ve
ona tabi olan iman edenlere baskı, işkence ve zulümlerin had safhaya
vardığı bir dönemdir. Musa(a.s) kıssasının Firavun ile mücadelesinin
anlatıldığı ayetler, bilindiği gibi Mekke'de nazil olmuştur. Bu
mücadelenin anlatılma sebebi tarihi bilgi vermek değil, geçmişteki zalimlerden
kurtulmanın Musa(a.s) örnekliğinde nasıl gerçekleştiği, önce Muhammed(a.s) ve
onunla birlikte olanların, sonra da bizler gibi sonradan gelenlerin o
mücadele örnekliğinden ibretler çıkarılmasına matuftur.
"İsra"
(gece yürüyüşü), müşrik kavimler ile mücadele sürecinin sonunda ve
müşrik kavmin helak edilme sürecinin başlaması ile ilgili bir kelime
olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Musa(a.s) kıssasına baktığımızda;
Firavun ve ordusunun helak edilmesi, Musa(a.s)'ın kavmini "isra" yani
gece yürüyüşüne çıkarması ile başlamıştır (ŞUARA 52).
Muhammed(a.s)'a
bedenen veya uykuda böyle bir yürüyüş yaptırılmış olmasını, ona Rabbi
tarafından zulümden kurtulmasının yolunu göstermesi açısından okunması
gerektiğini düşünmekteyiz. Musa(a.s) ve İsrailoğulları nasıl "İsra" ile
Firavun zulmünden kurtulmuş ise, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte
olanlar böyle bir hicret sonunda başarıya ulaşacaklardır ve 10. yılın
sonunda Mekke'nin fethedilmesi, bu zulmün sona ermesi ve Mekkeli
müşriklerin Firavun misali yenilgiye uğraması olarak okunması
gerektiğini düşünmekteyiz.
İSRÂ
1 ayetini Muhammed(a.s)'a hicret etmesi gerektiğini bildiren, devam
eden 2-8 ayetlerinde İsrailoğulları'nın zikredilmiş olmasını ise,
onların yaşadıkları belde olan "Yesrib"e yani Medine'ye hicret etmesi
gerektiği ve onların nasıl bir yapıda olduğunu bildiren ayetler olarak
okumak mümkündür.
İSRÂ
2-8 ayetleri; Müslümanların Medine'de karşılaşacakları topluluğun,
Allah(c.c)'nin göndermiş olduğu elçilerden olan Musa(a.s)'a tabi
olduğunu iddia eden bir topluluk olduğunu, dolayısı ile "Ehli Kitap"
olarak aralarında bir bağ olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı ayetler,
İsrailoğulları'na hitaben daha önceki çıkardıkları fesadlarında başlarına geleni
hatırlatarak, karşılacakları Müslümanlara karşı aynı fesada devam
ettikleri takdirde, Sünnetullah yasalarının işleyerek bozguna
uğratılacakları haberi verilmektedir.
Kur'an'ın
Medine'de inen ayetlerine baktığımızda; İsrailoğulları'nın Müslümanlar
aleyhine yapmış oldukları fitne ve fesadın, onları nasıl bir sona
uğrattığını açık ve net bir biçimde görmüş olmamız, İsrailoğulları'nın
geçmişte yapmış oldukları fitne ve fesadın cezasını nasıl çekmişlerse,
aynı fitne ve fesadı Müslümanlar aleyhine yapmış olmaları sonucunda,
Sünnetullah yasalarının tekerrür ederek nasıl bir bozguna uğradıklarını
bizlere göstermektedir.
İSRÂ
1-8 ayetlerini sadece Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman ve mekan
çerçevesinde değil, yaşanan her çağa dönük mesajlar olarak okumanın,
Kur'an'ın evrensel mesajına uygun bir okuma biçimi olduğunu
düşünmekteyiz. Dünyanın her neresinde olursak olalım, içinde
bulunduğumuz şartlar bizleri Allah(c.c)'nin dinini yaşamaya engel teşkil
ediyorsa, bulunduğumuz belde dışında yaşama alanı aramak yani hicret
etmek, bizden önceki elçilerin ve onlara tabi olanların uygulamış
oldukları bir yoldur.
Musa(a.s)
ile birlikte olan İsrailoğulları, Firavun zulmünden kurtulmak için
Musa(a.s) önderliğinde bir mücadeleye girişmişler, uzun yıllar süren
mücadele sonunda Firavun ve ordusu helak edilerek İsrailoğulları
kurtuluşa ermişlerdir. Bu mücadele süreci Sünnetullah dediğimiz
yasaların işlemesi sonucunda başarıya ulaşmıştır. Aynı Sünnetullah
kuralları, bir başka zaman İsrailoğulları üzerinde yine işlemiş olup,
fitne ve fesada koştukları zaman nasıl bir işleyiş ile karşılacaklarını
2-8 ayetleri arasında görmekteyiz. Bu yaşananlar örnek gösterilerek
ilerleyen zamanlarda Müslümanlar aleyhine yapabilecekleri fesad
hareketlerinin onlara pahalıya mal olacağı şimdiden haber verilmektedir.
İSRA s. ayetleri İsrailoğullarının gelecek bir zamanda Müslümanlar tarafından yenilgiye uğratılacağını haber veren ayetler değildir. Hele hele rivayetlerde geçen "Melhame-i Kübra" olarak bilinen bir savaşı işaret eden ayetler hiç değildir. Bu ayetler Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu evrensel toplumsal yasaların İsrailoğulları örneğinde nasıl işlediğini göstermekte, aynı yasaların bütün toplumlar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.
Bugün yeryüzünde İsrail, Amerika gibi müstekbirlerin yıkımının, kıyamete yakın bir sürede geleceğine inanılan İsa ve Mehdi eli ile gerçekleşeceğine inanarak o zamanı beklemek, Müslümanların zilletini artırmaktan başka bir işe yaramamakta, zilletten kurtuluşun yolu ise, Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğullarının Firavun'dan nasıl kurtulduklarını bildiren ayetlerdedir.
İSRA s. ayetleri İsrailoğullarının gelecek bir zamanda Müslümanlar tarafından yenilgiye uğratılacağını haber veren ayetler değildir. Hele hele rivayetlerde geçen "Melhame-i Kübra" olarak bilinen bir savaşı işaret eden ayetler hiç değildir. Bu ayetler Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu evrensel toplumsal yasaların İsrailoğulları örneğinde nasıl işlediğini göstermekte, aynı yasaların bütün toplumlar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.
Bugün yeryüzünde İsrail, Amerika gibi müstekbirlerin yıkımının, kıyamete yakın bir sürede geleceğine inanılan İsa ve Mehdi eli ile gerçekleşeceğine inanarak o zamanı beklemek, Müslümanların zilletini artırmaktan başka bir işe yaramamakta, zilletten kurtuluşun yolu ise, Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğullarının Firavun'dan nasıl kurtulduklarını bildiren ayetlerdedir.
Sonuç
olarak; İSRÂ 1-8 ayetleri bir bağlam dahilinde okunarak,
Muhammed(a.s)'ın belirli bir mekandan bir başka mekana götürülmesinin,
Musa(a.s) örnekliğindeki gece yürüyüşünün başarıya ulaşmış olması
hatırlatılmış ve bu hatırlatma, Muhammed(a.s)'ın İsrailoğulları'nın
kutsal beldesindeki "Mescid"e "isra" yani gece yürüyüşü ile yapılmıştır.
Bu yürütülmenin keyfiyetinden çok, verilmek istenen mesajı okumaya
çalışmanın, konu ile ilgili bir takım yanlış düşünceler içine
girilmesine engel olacağını düşünmekteyiz. Bu mesajı, Muhammed(a.s)'ın
içinde bulunduğu zulüm ve baskıdan nasıl kurtulabileceği daha önce
yaşanmış olan canlı örnekten yola çıkılarak gösterilmesi olarak
okuyabiliriz. Olayı sadece belirli bir mekandan bir başka mekana
götürülmek şeklinde okuyarak "mucize" şeklinde değerlendirmek, verilmek
istenen mesajı anlamamaktan kaynaklanan ve elçiyi merkeze alan bir
düşüncenin ürünüdür. Halbuki ilgili ayetler evrensel mesajlar taşımakta
olup, her devirde karşımıza çıkan zorluklarla nasıl bir yol ile başa
çıkabileceğimiz bizlere gösterilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
20 Haziran 2013 Perşembe
Ölüm İle Yeniden Diriliş Arasını Kur'an Nasıl Anlatıyor?
Allah cc son elçisi muhammed as vasıtası ile indirdiği kitabında bizleri imtihan için yarattığını ilk ölümümüzün ardından kıyamet sonrası yeniden dirilirek dünyada işlemiş olduklarımızın karşılığının ebedi cennet veya cehennem olark verileceğini bildirmektedir. Ölüm ile yeniden diriliş arasındaki zaman ile bilgi kur'anda açık ve net olmasına rağmen rivayetlerin gölgesi altında kalarak anlaşılma çabaları bu konuyuda kur'an dışı bilgilerle örtmüş ve rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece bir ayet üzerinden kabir azabının varlığına delil çıkarılmaya çalışmıştır. Biz bu yazımızda kur'anın ölüm ile yeniden diriliş arasındaki geçen zamanı kıyamet sonrası yeniden dirilenlerin aralarındaki konuşmalarının geçtiği ayetleri alarak konuyu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Ama önce mü'min s. 46. ayeti üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.
Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.
-----17.052 O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052 «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.
Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.
-----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.
-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?
Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.
Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.
-----17.052 O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052 «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.
Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.
-----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.
-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?
Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)