5 Temmuz 2011 Salı

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri (2) Mucize

Son yıllarda kur'an ile ilgili araştırmalarda hakim olmaya başlayan yanlış eğilimlerden biriside batı kaynaklı düşünceler  ışığında kur'ana bakma eğilimidir. Bu bakış en fazla ,resullerin vasıtasıyla ,doğa üstü olaylar şeklinde gereçekleşen adına genel olarak "mucize" dediğimiz konularda yoğunlaşmaktadır. Bu bakış kaynağını  "DETERMİNİZM" denilen batı çıkışlı , olayları sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendiren , tabiri caizse otomatik pilota bağlanmış bir kainat ve bu kainatı yöneten varlığın buna hiçbir şekilde müdahelesinin  sözkonusu olmadığı, dolayısı ile kur'anda "mucize" kavramı içinde değerlendirilen olayların imkansız oluşu yönünde bir düşünce üreterek , kur'anda israiloğuları için söylenen" kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" ayetinin muhatabı durumuna düşmüşlerdir.   

Kur'anda ki "ayet" kavramı genel olarak Allahın hem resullerine indirdiği kitaplar için, hemde kainattaki gücünün ve kudretinin bir işareti olarak kullanılmıştır. Yani" görsel ayetler" dediğimiz kainat kitabını bir nevi inkar yolunda bir anlayış olan bu olaylara yamuk bakışın gerekçeleri olarak bu anlatımların "mecazi " bir anlatım olduğu iddasının yanısıra "DETERMİNZİM" kaynaklı bakışını kur'ana onaylatmak amacı ile kur'an ayetlerini tahrif etme cüretini maalesef görmekteyiz. Kur'anı anlamak için yine "kur'anın bak dediği yerden" değil, "başkasının bak dediği yerden" bakmaya başlayınca düşülen duruma örneği yine "tebyinül kur'an" adlı eserde bol bol görmekteyiz. Daha önceki yazımızda kendi düşüncesini kur'ana onaylatmak amaçlı olarak  maide s. 38. ayetinin nasıl tahrif ettiğini görmüştük. Bu yazımızdada mucize kavramı çerçevesinde musa as ve isa as kıssasından verdiği örnekleri nasıl tahrif ederek yansıtmaya çalşıtığını göreceğiz.     

Yazarın "Kur'anda mucize sözcüğü geçmez. Kur'anda "ayet (alamet/gösterge) sözcüğü yer alır" şeklindeki sözüne katılıyoruz. Katılmadığımız , bu sözüne ilave olarak muhammed as a izafe edilen mucizeleri yazısına alarak bu iddialar üzerinden kendi düşüncesini temellendirmesidir. Rivayet kitaplarında muhammed sav adına uydurulan yüzlerce mucize yalanı üzerinden kur'anda diğer resullere izafe edilen "ayetleri (mucizeleri)" inkar etmek , ifrata karşı tefrit düşüncesinden başka birşey değildir.  

Yazar ankebut s. 50 ve 51 ayetini örnek göstererek devamında   "Rabbimiz “İndirilen yetmedi mi” buyrulurken, Allah’ın peygamberlere vahiy dışında bir gösterge vermediği yaratmadığı gerçeği de açıklanmaktadır. "  diyerek muhatabın burada tekil olarak " muhammed" as olduğu halde bunu diğer peygamberlerede şumullendirerek dolaylı bir tahrif yapmıştır.   
Araf s 103 ile 108 ayetlerine verdiği mealde musa as ın asası "birikim " olarak meallendirilmiştir. Ancak tahrifin dahada bariz olarak görüldüğü yer isa as ın kıssası ile ilgili olan yeridir.    

Ali imran s. 45. ile 51 ayetlerini vererek başladığı yazısına 46. ayetin mealini şu şekilde vermiştir. "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. " diğer meallere baktığımız zaman " beşiktede yetişkin ikende insanlarla konuşacaktır" şeklinde olan bu mealdeki "fil mehdi" (beşikte) kelimesini " yetişkin iken" kelimesi olarak çevirme gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır.   

"Tebyin çalışmamızda, Mushaf tertip heyetinin, Mushaf’ı tertip ederken kronolojik bir tertip yapmadıkları, necmlere dikkat etmedikleri, bazı paragraflardaki cümlelerin, bütün ayet halindeki cümle öğelerinin gerekli dilbilgisi kurallarına uygun tertip etmediklerini yüzlerce kez göstermiş idik. Bu durumu, bir zamanlar, tertip heyetinin dilbilimi açısından uzman olmayışına, önce bütünü koruyup sonra düzeltmelerin yapılması yolunu tercih ettiklerine yormuş idik.
Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olayların ve katliamın ortaya çıkışı buna rağmen tertibin birçok nedenle irdelenmesinin engellenişi; bizde, bunun, ihmalden, gafletten değil ihanetten kaynaklandığı kanaati oluşmasına sebep olmuştur." 

Kendi dilbilgisi ilmi "lisanul arap" veya tacul aruz" dan aldığı bilgiler olan zat kendi düşüncelerine uygun bir mushaf tertip etmedikleri için tertip heyetini cahillikle suçlamaktadır. Tahrif düşüncesine "filmehdi" kelimesinden yola çıkarak yazar şunları söylemektedir. 

"Biz tahlilimizi önce bu pasajda ve İsa ile ilgili diğer ayetlerde yer alan ve “beşik” anlamıyla çevirdiğimiz “المَهدel MEHDİ” sözcüğü üzerinde yaptık. Bu sözcük, bilindiği üzere tüm diğer sözcükler gibi ilk Mushaf nüshalarında harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğün “المَهدel MEHDİ”, “المُهدel MÜHDİ” ve “المِهدel MİHDİ” olarak okunması mümkündür. "

Sayın yazar ilk mushaftaki arap yazısının nokta ve harekeden yoksun olmasını kalkan edinerek "el mehdi " kelimesinin başka şekillerde okunabileceğini öne sürerek bu değişik okumalardan çıkardığı mana üzerinden iddialarını delillendirmeye çalışmaktadır. Öyle okunması gerektiğine kendini inandıran yazar yine "lisanul arap" ve tacul aruzdan" o kelimeye verilen mana üzerinden giderek yola devam etmektedir.   

"Elimizdeki resmi Mushaf’ta bu sözcüğün İsa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Al-i İmran; 38, 39. ayetlerdir. İlk Mushaf’lardan İsam nüshasında bu ayetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa Davud b. Ali Keylaniy tarafından Mekke’de 1437/841 senesinde yazılarak Mushaf’a yerleştirilmiştir.(Mushaf-ı Şerif; İSAM yayınları) Ne kayıp olan sayfayı harekeli olarak yazanlar ayetteki “المهدel mhd” sözcüğünü harekelememişlerdir. Yani sözcüğü “المَهدel mehdi, “المُهد el mühdi ve المِهدel mihdi” okunabilir kılmışlardır. Meryem; 29. el mehdi sözcüğünü “المُهد el Mühdi” şeklinde okursak ayetin anlamı otomatikman “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, “BİZ; YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞURUZ?” dediler.” şeklinde olacaktır.  "

Sayın yazar "elimizdeki resmi mushafta bu sözcüğün isa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer ali imran 38. 39 ayetleridir" demesine rağmen bu sözcüğün ayetin neresinde geçtiğini bulamadık. Yazar kendi düşüncesini pekleştirmek maksadıyla kur'anın mevsukiyetine dahi dil uzatmaktan geri durmamış "elmehdi" kelimesinin  harekelenmemesini "mal bulmuş mağribi" gibi sarılmaktadır. Ve noktayı koymaktadır "el mehdi" kelimesinin anlamı " YÜKSEK MEVKİ" dir artık  isa as da "yüksek mevkilere sahip biri olarak insanlarla konuşacaktır!!!!
Sıra meryem s. 29. ayete gelmektedir. Sayın yazar orada "nukellimu" kelimesinide yine kur'anın ilk nüshalarının hareke ve noktadan yoksun olması kalkanına sarılarak, zaten tertip heyeti cahil ve arapça ilminden yoksun "lisanul arap" veya "tacul aruz" dan nasibini almamış kişilerdi. Bunlarda aslı güya "yukellimu" olması gereken kelimeyi yanlış yazarak "nukellimu" şeklinde yazmışlardır. Sayın yazar minareyi çalmadan önce kılıfı hazırlamış" ve artık tahrife zemin hazırlanmıştır.   

"Yine bu ayetin orijinalindeki “نكلّمNÜKELLİMÜ” diye okunan sözcüğün, ilk nüshalarının harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin “يكلّمYÜKELLİMÜ” şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket ederek ayeti manalandırırsak ayetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, ‘YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞUR?’ dediler.” Şeklinde olur.  " demektedir.  

Bu gibi kitap tahrifçileri her zaman olmuştur ve olacaktır. Kur'an onları bizlere şu ayetlerle haber vermektedir.  

-----2.79 Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
 

-----4.46 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanırlar.  
-----5.13 Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.
-----5.41Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, «İnandık» diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de, «Böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının» derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.   

 Kendi hevasına uygun olarak kitabın ayetlerini eğip bükenler , bu düşüncelerinin kur'an bütünlüğüne uygun olup olmadığına baktıkları zaman yaptıkları tahrif ile önce kitabın korunmuşluğuna gölge düşürmekte sonra" zaten yazanlar yanlış yazmış ben doğrusunu yazdım " diyerek üstteki  ayetlerin muhatabı olmaktadırlar. Konuyu kur'an bütünlüğünde ve ayetleri tahrif etmeden okuduğumuz zaman karşımıza nasıl bir isa as çıkmaktadır onu görelim.  

 Ali imran suresi 45. ile 51. ayetlerinin meali şu şekildedir.   


-----45- Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."
-----46- "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
-----47- "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
-----48- "Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek."
-----49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
-----50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
-----51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."   


Meryem suresi 27. ile 34. ayetlerinin meali şöyledir.    

-----27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
-----28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
-----29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"
-----30- (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."
-----31- "Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
-----32- "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
-----33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."
-----34- İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz".   


Ali imran s 46. ayetinde gördüğümüz gibi "beşikte insanlarla konuşacak" şeklinde söz verilen isa as ın bu konuşması meryem s.30. ayetinde karşımıza çıkıyor. Yetişkin iken konuşmasından örnekleride diğer surelerdeki ayetlerde görmekteyiz.   Sayın yazar 29.ayeti evirip çevirip kelimeleri kendi hevasına uygun olarak  "ben yaptım oldu" mantığı içinde Allahın "görsel ayet" dediğimiz kainatın işleyişine her an müdahele edebileceğini kabule yanaşmamaktadır.  

Sonuç olarak, kur'anı dışardan ithal edilmiş fikirlerden biri olan "DETERMİNİZİM" in doğrultusunda okumanın sonucu olarak kainata müdahele etmemesi gereken bir Allah inancı ile karşı karşıya kalmaktayız. Ancak kur'an bizlere bunun tersini söylemektedir. Allah cc kainat üzerinde yegane tasarruf sahibidir. Bunun böyle olduğunu kabul edip ancak kur'anda bazı resullerin eli ile kendi kudretini göstermesini kabul etmemek ve daha kötüsü bu düşüncesini empoze etmek için kur'an ayetlerini eğip bükmek, kelimeleri yerinden oynatmak iyi niyetle bağdaşan bir hareket olamaz. Bugün elimizde olan mushafın tertibinde ve kelimelerinde şüphe uyandırarak" tertibinin böyle olması gerekir, bu kelimenin böyle olması gerekir " diyerek kendi görüşlerinin aksine tertip ve yazım yapanları cahillikle suçlayıp"lisanul araba " veya tacul aruza" kur'andan fazla değer veren birisi herhalde cahillikle suçladığı tertip heyetinden daha cahildir ve dahası artniyetlidir.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Allah c.c ye Mekan ya da Mekansızlık İsnadı

Yüzyıllardır Müslümanlar arasında süregelen ihtilaflardan biriside  Allah c.c nin bir mekanda olması , bunun karşı görüşü olarak ta  Allah c.c nin mekandan münezzeh oluşudur. Bu iki karşıt söylem sahipleri yüzyıllardır birbirleri arasında bir ortak noktaya varamamışlar aksine ihtilafların boyutunu dahada genişleterek birbirlerini tekfir etmeye kadar gitmişlerdir. 

İşin tuhaf olan yönü ise her iki düşünce sahiplerinin kendilerinin "ehli sünnet" adına yola çıktıklarını, "ehli sünnetin görüşüne göre göre Allah cc semadadır" karşı taraf ise " ehli sünnetin görüşüne göre  Allah cc mekandan münezzehtir" şeklinde söylemlerinde "ehli sünnet"kalkanını ortak  payda olarak kullanmaktadırlar. Bu "ehli sünnet" kavramı nasıl bir kavramdır ki her iki zıt görüşü bünyesinde barınmakta ve birbirlerini tekfire varan bu fırkaların ikisi de kendilerini ehli sünnete nispet etmektedirler ?. 

Yoksa bu fırkalar "ehli sünnet " kavramını söylemlerine destek olması amacıyla istismar mı etmektedirler?. "Ehli sünnet" kavramını kısaca özetlemek gerekirse insanlara din adına kendi doğrularını kabul ettirmeye yönelik ortaya atılmış şemsiye bir kavramdır. Bu kavram fırkaya ve kişiye özel bir kavramdır, her fırka ve her kişi kendi düşüncesini "bu ehli sünnetin görüşüdür" diyerek insanların gözünü boyama amaçlı olarak bu kavramın arkasına saklanmışlardır. Müslüman için uyulması gereken taraf kur'anın görüşüdür onun dışında gelenler adı "ehli sünnet " dahi olsa kur'andan onay almadıktan sonra bizi bağlamaz. 

Allaha mekan yada mekansızlık isnat etme başlığı altında toplanan bu iki görüşün acaba kur'ani bir dayanağı var mıdır ? yoksa kur'anı ön kabul yöntemiyle okumanın bir sonucu mudur? kur'an bize Allah c.c nin hakkında ne kadar ve nasıl bir bilgiyi hangi gurup ayetler yöntemiyle veriyor ? . Bu soruların cevabını da kur'anda bulmaktayız . Öncelikle çıkış noktamız olması gereken ali imran suresi 7. ayetinden başlayalım


"3.7. Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. " 

 
Burada Allah cc kitabın ayetlerinin iki gurup olduğunu bildirmektedir. "MUHKEM" ve "MÜTEŞABİH" ayetler, Allah cc kur'anda bizlere iki varlık alanı ile ilgili bilgiler vermektedir. 1-gaybi alan 2-fiziki alan, bu alan ile iligli bilgiler konusundaki ayetler "muhkem" ayetler kategorisinde değerlendirilmektedir.Bu kategorideki ayetler konusunda müslümanlar arasında pek ihtilaf olmamasına rağmen gaybi alan konusunda bilgiler veren "müteşabih " ayetler kategorisinde değerlendirilen ayetler konusunda birçok ihtilaf meselesi ortaya çıkmıştır. Müteşabih ayetler kategorisinde anlatılan Allah cc hakkındaki ayetler kur'anın müteşabih anlatım uslubuna uygun bir şekilde değerlendirilmediği için bir çok itikadi fırkaların türemesine sebep olmuş ve maalesef "Allahı hakkı ile takdir edemediler" mealindeki ayetlerin muhatabı olarak yoldan sapmışlardır.  


Allahı hakkı ile takdir edemeyenlerin söylemlerinden biriside "Allah semadadır" söylemidir. Böyle bir düşüncenin acaba arka planında yatan ana düşünce nedir? şeklinde bir soru sorduğumuz zaman karşımıza "müteşabih" kavramının yanlış anlaşıldığı doğrultusunda bir cevap çıkmaktadır. Biz önce müteşabih kavramının tarifini yapıp o tarif üzerinden Allah cc nin biz kullarına kendisi hakkında nasıl bilgilendirdiğini görelim. Müteşabih kavramı, kur'anda gaybi alan sınırları içinde anlatılan insan zihninin ihata edemediği olguları,muhkem alan sınırları dahilinde anlatılan insan zihninin ihata ettiği olgulara benzetilerek anlatılmasıdır. Bu anlatım usulubu çerçevesinde insanın gözü ile görmediği alana dahil olan Allah, melekler, cennet, cehennem, gibi gaybi olgular insanın zihni kapasitesi dahilinde benzetilerek anlatılmıştır. Yazımızın başlığı olan "Allah semadadır" söylemine nasıl bir anlayış süreci sonucunda varılmıştır onu biraz açalım. 

 
Kur'anın nuzulünden sonraki yaklaşık hicri ikinci asır fikir hareketlerinin dahada yoğunlaşmaya başladığı bir zaman dilimidir.Bu zaman diliminde müslümanların  kur'an anlayışlarında, farklı okumalar nedeni ile ayrışmalar başgöstermeye başlamıştır. Bu farklı okumalardan biriside kur'anı zahiri anlamıyla okumaktır. Yani mecazi bir anlatım uslubunu içinde barındıran kur'anın bu uslubunu göz ardı ederek mecazi anlamlar çerçevesinde anlatılan Allahın kudreti ile ilgili ,el ,göz,sema,arş, vs gibi kavramların kur'anda teşbihi bir anlatım tarzı ile geçmesinden bazı fırkalar Allah cc hakkında onu haşa bir insana benzetmeye kadar gitmişlerdir. Kur'andaki "müteşabih" anlatım tarzının bir yansıması olan bu durum bazı fırkalar tarafından anlaşılamamış ve  müteşabih ayetlerin muhkem ayetler ışığında anlaşılması gereği göz önüne alınmadan zahiri bir okumaya tabi tutulmuştur.   

 
Bu zahiri okumalar neticesinde varılan sonuçlardan biriside Allah cc nin bir mekanda oluşudur.  Kur'an bize Allah cc nin zatı hakkındaki bilgilerin aksine kudretini ön plana çıkaran ayetleri vermesine rağmen "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" tabiri ile tanımlanabilecek bir okuma neticesinde Allah cc ye mekan biçilmiştir. Aynı şekildeki yanlışa bu görüşün karşıtlarıda düşmekten geri durmamışlar ve onlarda "Allah cc mekandan münezzehtir" şeklinde karşı görüş sunmuşlardır. Acaba kur'an bu görüşlerin hangisini onaylıyor, yoksa her iki görüşte kur'anın gündem etmediği bir konumudur. Önce  bu konu ile ilgi kurulan ayetlerin meallerinden bir kaç örnek verelim. 


-----2.255 Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.  

 
Bu ayette Allah cc nin kudreti ve yüceliği konusundaki bilgiler içermesine rağmen "yaratıklarını gözetleyip durandır" ayetinden yüksek bir yerden gözetlediği çıkarılmıştır. 

 
-----6.61 O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Niha-yet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.  

 
aynı surenin 18. ayetindede bu meal doğrultusundaki ayetten yola çıkarak " o kullarının üstünde yegane kuvvet ve kudret sahibidir" ayetinden  "fevka" kelimesi burada mecazi olarak kullanımasına rağmen zahiri bir anlam yükleyerek Allah cc ye semada bir mekana layık görmüşlerdir.    

 
-----16.50 Onlar,(melekler) üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.   
 Yine bu ayettede zahiri bir okuma ile meleklerden güçlü ve üstün olduğu yolundaki ayetleride hakiki manada alarak mekana layık görmüşlerdir. 

 
-----32.5Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir.  
Yine buradada Allah cc nin ulaşılmaz gücünü ve kudretini anlatması bakımından anlaşılması gereken ayetler onun semada mekan tuttuğunun delili olarak gösterilmiştir. 


-----67.16Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman, yer, sarsıldıkça sarsılır.
-----67.17Gökte olanın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.
 
   

Yine bu ayetlerdede dikkat çekilen yön kulları üzerinde her türlü tasarrufa kadir olması bakımından onun semada olması yani gözlerin ve aklın ihata sınırları dışında bir varlık olması bakımından anlaşılması gereken bu ayetlerde Allah mekan biçme yanlışlığına kurban edilmiştir. 


 Müteşabih ayetlerin muhkem ayetler ışığında anlaşılması gerektiği için bu ayetleri hangi muhkem ayetler ayetler ışığında anlayabiliriz. Bu ayetlerden bir kaç örnek vermek istiyoruz.   
-----42.011 Göklerin ve yerin yaratanı, size içinizden eşler, çift çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle, çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.    
-----112.1-4 De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur 
 

Şura suresi ve ihlas suresi ayetlerindeki örneklerden anlaşılacağı üzere Allah cc kendinin benzeri ve denginin olmadığını buyurmaktadır. Bu ayetler ışığında Allah cc ye  ne mekan nede mekansızlık isnad etmek mümkündür. Mekanlılık veya mekansızlık insana has özelliklerdir. Mesela bazı ayetlerde geçen " rahman arş üzerine istiva etmiştir" ayetini Allah cc yi bir taht üzerinde oturmuş gibi anlamanın mümkün olmadığı gibi onun semada olmasınıda yükseklerden bize bakan bir kişi gibi anlamak yanlıştır. Tabiki Allah cc görür , bilir, işitir ama bu zöellikleri insana has duyma görme işitme gibi değildir. Bunun böyle olduğunu kabul edenler "semada olması" konusunu zahir bir anlamda almaları tenakuzdur.  

 
KUR'AN BİZLERE  ALLAH CC HAKKINDA BİLGİ VERİRKEN ÖNE ÇIKARDIĞI TARAF ONUN ZATI İLE İLGİLİ TARAFI DEĞİL ONUN GÜCÜ, KUDRETİ, AZAMETİDİR. BU BİLGİLERİ VERİRKEN BİZLERE ,MÜTEŞABİH KAVRAMINA UYGUN OLARAK İNSAN ZİHNİNİN KAPASİTESİNE UYGUN BENZETMELER KULANMIŞTIR. TARİH İÇİNDE BU BENZETMELER BAZILARI TARAFINDAN ZAHİRİ OLARAK OKUNARAK SAPKIN ANLAYIŞLAR ÇIKMIŞTIR. GÜNÜMÜZDE BU SAPKIN ANLAYIŞLAR ORTADA GÖRÜNMEMESİNE RAĞMEN "SELEFİ DÜŞÜNCE" ADI ALTINDA GÜNÜMÜZDE "VAHHABİLİK" ADI ALTINDA BU ZAHİRİ OKUMA ÖRNEKLERİ YAŞATILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR. BU ZAHİRİ OKUMAYA  EN BARİZ ÖRNEK "ALLAHIN SEMADA" OLMASI İDDASIDIR. KUR'AN BİZLERE ALLAHIN ZATINI ÖNE ÇIKARAN BİR BİLGİ VERMEMESİNE RAĞMEN BU KİŞİLER BU İDDALARIYLA BUNU ÖNE ÇIKARMIŞLARDIR. KARŞI GÖRÜŞTE OLANLAR İSE BU DELİLLERİ ÇÜRÜTMEK İÇİN YİNE KUR'ANA BAŞVURARAK BU İDDİALARI ÇÜRÜTME YOLUNA GİTMİŞLERDİR.  

  
SONUÇ OLARAK "MEKAN" KAVRAMI İNSANA HAS BİR KAVRAM OLARAK KULLANILDIĞI İÇİN KESİNLİKLE ALLAH CC İÇİN KULLANILAMAZ. BUNUN TERSİNE OLARAK  MEKANSIZ OLMASIDA YNI ŞEKİLDE ALLAH CC İÇİN KULLANILAMAZ. ALLAH CC NİN BİR MEKANDA OLMASI YADA MEKANDAN MÜNEZZEH OLMASI KUR'ANIN GÜNDEM ETTİĞİ KONULARDAN DEĞİLDİR. SADECE ZAHİRİ BİR OKUMA İLE ALLAHA MEKAN UYDURAN DÜŞÜNCE İLE BU DÜŞÜNCE KARŞITLARI ARASINDA TABİRİ CAİZSE "HAVANDA SU DÖVMEKTEN" BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. BU ŞEKİLDE YÜZYILLARDIR SÜREGELEN KAVGANIN HİÇ BİR ŞEKİLDE GALİBİ OLAMAZ. ÇÜNKÜ HER İKİ DÜŞÜNCE TARAFTARLARIDA KUR'ANIN GÜNDEM ETMEDİĞİ BİR MESELE ÜZERİNDE TARTIŞMAKTADIRLAR. KUR'ANIN GÜNDEM ETTİĞİ  TARAF NE "ALLAHIN SEMADA BİR MEKANDA  OLMASI" NEDE " MEKANDAN MÜNEZZEH OLUŞUDUR" KUR'ANIN GÜNDEM ETTİĞİ YÖN ALLAH CC NİN GÜCÜ, KUDRETİ, AZAMETİDİR. HİÇ BİR BEŞERİ ÖZELLİK ALLAH CC YE YAKIŞTIRILAMAZ. YAKIŞTIRANLAR "ALLAHI HAKKI İLE TAKDİR EDEMEDİLER" ŞEKLİNDEKİ AYETLERİN MUHATABI DURUMUNA DÜŞMEKTEN KURTULAMAZLAR.   



EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an Örnekleri (1) (Maide s. 38. Ayet)

Geçmişte ve gelecekte müslümanlar için en büyük tehlikelerden biri kur'anı, kafada oluşturulan ön kabuller doğrultusunda okumak ve o okuma neticesinde kur'andan asla onay alamayacak neticeleri , "kur'an böyle diyor" diyerek, israiloğulları için kur'anda "elleri ile kitap yazmak" yada "dillerini eğip bükmek" tabirinin muhatapları olmak durumuna düşmeleridir. Örnek vermek gerekirse kur'anda peygamber sav eşleri için kullanılan "ehli beyt" tabiri  zaman içinde siyasi kaygılar neticesinde genişletilerek  hz ali ve fatımanın soyundan gelen 12 imam bugün "şia" mensupları tarafından günahsız masum imamlar addedilmiş ve onların etrafında kesinlikle kur'andan onay almayan yalanlar türetilmiş , akıllara zarar çıkarımlar sayesinde bugün şia için 12 put oluşturulmuştur. Tasavvuf ekolunun örneğin maide suresinde 35. ayetinde "ona vesile arayın" ayeti ona ulaşmak için araya aracılar koyun şeklinde anlaşılmış ve şirk düşüncelerine alet edilmiştir. günümüzdede "kuran merkezli düşünce" söylemi ile yola çıkarak determinist bir kafayla kur'an kıssalarına bakanlar o kıssadaki bazı olaylar üzerinde yorumlar yaparak merkezden kaymışlardır.

Günümüzde modernist yaklaşımların etkisinde kalınarak geliştirilmeye çalışılan kur'anı anlama çalışmalarına yazımızın başlğıı olan "tebyinül kur'an" adlı eser güzel bir örnektir. Eserde , modernist ve tarihselci yaklaşımların etkisinde kalınarak özellikle kur'an kıssaları üzerinden yapılan anlama (tebyin!) çalışmaları maalesef tahrif çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sözlerimizi kuru bir iddia olarak değil eserden yaptığımız alıntılarla aynı yazı başlığı sunmaya gayret edeceğiz. Bu yazımızda" tarihselcilik "anlayışının etkisinde kalınarak anlamaya çalışılan maide s. 38 ayetini sayın yazarın eserinden yapacağımız alıntılar ile tahrif yapıldığını iddia ettiğimiz noktalar üzerinde durmak istiyoruz. Önce eserden bu ayetin mealini ve ayet ile ilgili yazılanları görelim.

 "Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir."

"Âyette geçen أيد - eyd sözcüğü, يَد - ye sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, أيَدَ -eyede filinden tekil mastar ve isim de olabilir. ( Sâd Sûresinin 17, Zâriyât Sûresinin 47, Sâd Sûresinin 45. Âyetleri) Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük. "kuvvet" anlamına gelir. Yedsözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, "eller" [üç ve daha fazla el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki "eller" sözcüğü, mecazî olarak anlaşılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] şeklinde de birçok Âyette geçmektedir. Allah'ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî anlamıyla kabul edilmelidir.
Yed sözcüğü mecazen, "kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü" anlamında kullanılır.
Anlaşılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, "onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın" anlamındadır. Burada kesme işini, – Yûsuf Sûresinin 31. Âyetinin delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme şeklinde yorumlamaya gerek olmadığı gibi, Âyetin metni de buna izin vermez."

Sayın yazarın maide s. 38. ayeti ile ilgili olarak alıntıladığımız yazısından anlaşıldığına göre kur'andaki hırsızlığın cezası olarak emredilen el kesme cezasının hakiki bir anlam değil mecaz olarak anlaşılması gerektiği "o ikisinin ellerini kesin " ifadesinin güçlerini ortadan kaldırın anlamında anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedir. Ayet ile yaptığı yorumlara geçmeden önce "tarihselcilik" akımının getirdiği bir anlayış ile kur'ana bakanların kur'andaki ceza ayetleri ile ilgili düşünceleri üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

"Tarihselcilik" düşüncesinde kur'anın ceza hükümlerinin belli bir zaman için geçerli olabileceği, bugün için uygulanabilirliliği olamayacağı dile getirilmek istenmektedir. Bu konu dile getirilir ikende " kur'anın ne dediği önemli değil ne demek istediği önemlidir" şeklinde bir slogan üretilerek kafalar çelinmeye çalışılmaktadır. Bu slogana göre kur'andaki hırsızlık veya zina fiileri için verilen cezaların asıl amacı  caydırıcılıktır ve bu caydırıcı cezalar günümüzde, kur'andaki şekli ile değil bizim tesbit edeceğimiz bir yöntem ile yapılabilir. Ele alacağımız eserdeki maide suresi 38. ayet ile ilgili yorumlarda bu düşünce etrafında üretilmeye çalışılan fikre ışık tutmaktadır. Bu ışığı tutarken, ayetlerin metni ve kur'an bütünlüğü dikkate alınmadan yapılmaktadır.

 Sayın yazar  ayette geçen "yed " kelimesinin hakiki olarak değil mecaz manası ile anlaşılması gerektiğini öne sürerek "Allahın eli"deyiminin nasıl mecaz olarak anlaşılması gerekiyorsa buradaki "el"inde mecaz olarak anlaşılması nı savunmaktadır. Ancak ayette "Allahın eli"deyimi gibi mecaz anlaşılması gereken bir durum yoktur. Sayın yazar, eserindeki maide s. 33 ayeti ile ilgili mealinide şöyle yapmıştır."Allah'a ve elçisine karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına almazdan] önce tövbe edenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." Bu ayetlerde ve 38. ayette geçen "ellerin kesilmesi" emrini, 33. ayette hakiki anlamı ile alan yazar 38. ayete gelince " burada el kelimesi mecaz olarak anlaşılmalıdır"der.Yazara göre, 38 . ayette mecaz olarak anlaşılması gereken "el" kelimesi neden 33. ayettede mecaz olarak anlaşılmaz? yada 33. ayette hakiki olarak anlaşılan" el" kelimesi 38. ayettede neden mecaz olarak anlaşılırdda hakiki anlam olarak anlaşılmaz? sorusunu soracak birisi için yazar maalesef ilgili bir açıklamada bulunmamıştır.

Sayın yazarın 38. ayeti mecaz olarak anlaşılması gerektiği yolundaki düşüncesine delil getirdiği kelimelerden biride ayette geçen" eydiyehüma" kelimesidir. Ayette geçen "eydiye" kelimesi "yed" kelimesinin çoğuludur. Burada sayın yazar kur'anda arapça gramer kaidelerine aykırı olarak geçen bazı kelimelerin olduğunu görmezlikten gelerek kelime oyunu ile düşüncesini kabul ettirme yoluna gitmektedir. Bahsettiğimiz, kur'anda arapça kurallarına aykırı bazı kelimelerin olması kur'an düşmanlarının iddia ettiği gibi yazanların yaptığı bir hata değildir. Ayetteki "hüma" iki kişi anlamında tesniye zamiridir "eydiye" kelimesi çoğul bir kelime olduğu için ayetin meali " iki kişinin ellerini" anlamına gelir. Sayın yazar burada ön kabulleri doğrultusunda bir delil bulduğunu zannederek hemen atlamış ancak burada kayaya toslamıştır. Tahrim suresi 4. ayetindede maide s. 38. ayetindeki aynı kuraldışılığı görmekteyiz

Yazarın kendi yaptığı mealden tahrim suresi 4. ayeti meali şöyledir . " Eğer ikiniz, Allah'a tevbe ederseniz... –çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı.– Yok eğer o'na [Peygamber'e] karşı dayanışmaya girerseniz, hiç kuşkusuz bizzat Allah o'na mevlâ'dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir], Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o'na arka çıkarlar."

Bu ayetin metninde geçen "gulubüküma" (ikinizin kalbi) kelimesi ile maide s. 38. ayetinde geçen "eydiyehuma" kelimesi kuraldışılık açısından aynıdır. Tahrim 4. ayetindeki "küma" tesniye (ikili) siga ile geçen "gulub" kelimesi çoğul bir kelimedir. Sayın yazarın maide s. 38. ayetinde işlettiği mantığa göre burayada maide 38. ayetine ( ikiden çok el) parantezi koyduğu gibi (ikiden çok kalp) parantezi neden koymamıştır? Görülüyorki kur'an özellikle tahrifçilere karşı kendini savunabilen bir kitaptır. Bir ayeti veya kuralı görmezlikten gelerek yapılan bir tahrif çalışması kişinin yüzüne tokat gibi patlar.  

Yine sayın yazarın kelimeler üzerinde oynayarak yaptığı tahrife örnek olarak verebileceğimiz kelime maide s. 38. ayetindeki "nekelen" (ibret) kelimesine diğer ayette nasıl bir anlam verdiğidir. Bu kelime bakara s. 66. ayetindede geçmektedir. Maide s. 38. ayetinde "nekelen" kelimesine "engelleyici bir uygulama" anlamı veren sayın yazar bakara 66. ayetindeki bu kelimeye şu meali vermektedir.  "Sonra da onu [aşağılık maymunluğu], önlerindekilere [çağdaşlarına] ve sonrakilere müthiş bir ders ve muttakiler için bir mev‘ize [nasihat, öğüt] kıldık.". Bakara s. 66 ayetinde "nekelen" kelimesine "müthiş bir ders"anlamını veren sayın yazar maide 38. ayetine gelince aynı kelimeye "engelleyici bir uygulama" anlamı neden vermiştir?. Bakara s. 66 ayetindeki " nekelen" kelimesi 65. ayetteki "cumartesi ashabına" verilen cezanın sonradan gelenlere bir ibret olarak verildiğini bildirmektedir. Maide s. 38. ayetindeki bu kelime yine hırsızlık yaparak eli kesilenlerinde sonrakilere bir ibret olmasını bildirmektedir. Ancak "tarihselcilik" düşüncesinden aldığı ön kabul neticesinde hırsızlığın cezası olarak emredilen " el kesme " cezasını hazmedemeyen sayın yazar bu düşüncesini ancak ayetleri tahrif ederek ulaşma yoluna gitmektedir.

Sayın yazar ayeti kendi hevasına uygun bir şekilde tahrif ettikten sonra neticeyi şu cümleler ile özetlemektedir ."İslâm, cahiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiş; hırsızlığa karşı tedbirler alınmasını emretmiş ve hırsıza verilecek cezanın şeklini toplumlara bırakmıştır." Kitabında hırsıza verilecek cezayı bildiren rabbimizin emirlerine karşılık sayın yazar "cezayı topluma bıraktığını" söyleyecek kadar cüretkarlaşmaktadır. 
Görüldüğü gibi kafayı kur'an dışı fikirlere kiralayarak yapılan bir tebyin!! çalışması ancak tahrif çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Hamdolsunki, rabbimizin bize indirdiği kitap kendi sağlamasını yine kendisi yaparak tahrif çalışmalarına karşı kendini savunmaktadır. Bundan sonraki yazılarımızda adı geçen eserdeki buna benzer tahrif çalışmalarının örneklerini ortaya koymaya gayret edeceğiz.  Gayret bizden başarı Allahtandır.     
                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Ademin İki Oğlunun Kıssası

Maide suresi 27. ile 32. ayetlerinde bizlere Ademin iki oğlunun kıssası anlatılmaktadır. Tefsirlere baktığımız zaman bu kıssada  o bizlere kur'anda bilgisi verilmeyen bunların isimleri, kurban sunma nedenleri, sundukları kurbanın cinsi ile ile ilgili birçok israiliyat diyebileceğimiz bilgi kirliliği mevcuttur. Kur'an kıssalarını, kur'anda verildiği kadar bilgi ile yetinmeyip araya birçok kur'an dışı bilgi koyarak anlamaya çalışmak  o kıssadan alınması gereken hisseyi geri plana atarak "kur'an masalları" mesabesine düşürür.Kur'an kıssaları ile ilgili olarak her zaman dile getirmeye çalıştığımız anlama metodunu yine tekrarlamak istiyoruz. Kur'an kıssaları bizlere görsel bir anlatım tarzında sunulmaktadır. Bizler bir tiyatro veya sinema eserini seyrettiğimiz zaman hiçbirimiz o eserdeki bir sanatçının gerçek hayattaki kimliği ile ilgilenmeyiz.

Dikkatlerimizi o sanatçının eserdeki oynadığı role çevirip , o roldeki taşıdığı kimlik üzerinden onun vermek istediği mesaja yoğunlaştırırız. Kur'an kıssalrıda aynı bu formak içinde bizlere sunulmaktadır. Seyretmiş olduğumuz herhangi bir tiyatro veya sinema eserinde oyuncunun gerçek kimliğini öne çıkarmak hiçbirimizin aklına gelmez. Kur'an kıssalarını okurken  kıssanın sadece o günkü yaşanmışlığı içinde kalarak vermek istediği mesajı hesaba katmadan anlamaya kalktığımız zaman kur'anın bize verdiği bilgi az gelir ve neticesinde kıssa ile ilgili nerede bilgi kirliliği varsa alarak kıssaya yamamaya çalışırız ve neticesinde hisse alınması için anlatılan bir kıssa maalesef  "eskilerin masalları" mesabesine düşer.   

Kur'an kıssalarını "eskilerin masalları" mesabesine düşmekten kurarmak için öncelikler bize kur'anın verdiği ile yetinmek zorundayız . Çünkü kur'an bize eksik bilgi vermez, verdiği bilgi demekki bize lazım olan kadarıdır ve hisse almamız için yeterlidir.Kur'an kıssaları ile ilgili olarak tefsirlerde yer alan " hadis " adı altındaki bilgilerin tamamı bilgi kirliliğidir ve resulullah sav adına uydurulan yalanlardır. Çünkü kur'anın birçok ayetinde kıssa anlatımları ile beraber rabbımız " bunlar yaşanırken sen orada değildin " mealinde ayetleri beyan eder. Beyan edilen bunca ayete rağmen sanki oradaymış gibi resulullah adına uydurulan sözler ona iftiradan başka bir şey değildir. Bu ön biligler ışığında Ademin iki oğlunun kıssasını anlamaya çalışalım. Konu ile ilgili ayetler şöyledir.   

-----27- Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."
-----28- "Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."
-----29- "Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur."
-----30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.
-----31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu.
-----32- Bu nedenle, İsrailoğulları’na şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.
-----33- Allah'a ve Resûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azap vardır.
-----34- Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.    

Kıssa "onlara Ademin iki oğlunun gerçek olan haberini oku" diye başlıyor. Devamında, bildirilen gerçek haberin ne olduğu anlatılıyor. Ayete geçen "gerçek haber" kelimesine dikkat edecek olursak anlıyoruzki bu verilen bilgiden bilgiden önceki haberler gerçek değildir. Gerçek olan bu bilgiye rağmen adlarının habil ile kabil olduğu, kavgalarının sebebinin aralarındaki bir kız meselesi olduğu gibi gerçek olmayan haberlere dayanan bilgiler tefsirlerde kol gezmektedir. Burada anlamamız gereken bilgi ademin iki oğlunun aralarında bir anlaşmazlık olduğu ve anlaşmazlığı bir hakeme başvurarak onun vereceği karara saygı duyarak kabul etmeleri gerektiği ve oğullardan birinin bu karara saygı duymayarak güç kullanmaya kalkmasıdır. 

Daha önce Adem ile iblis kıssasındaki belirttiğimiz gibi o kıssayıda sadece adem ve iblise has bir kıssa zannedip kıyamete kadar gelecek olan insanların kıssası olmaktan çıkardığımız zaman  kıssaya bir sürü yalan haberler ekleyerek "eskilerin masalları" haline getiririz.  
Ademin iki oğlunun kıssasının bize zaman ve mekan bildirilmeden anlatılmasından anlamamız gereken odurki, bu kıssa  sadece adem ile eşinden doğan iki oğlan çocuğunun kıssası değil, kıyamete kadar gelecek olan "ademoğulların" başlarına gelecek olan anlaşmazlıklar karşısında takınacağı tavıra bir örnektir. Aralarındaki anlaşmazlıklarda hakkına razı olarak verilecek karara saygı duyan bir kesim ve verilen karara saygı duymayarak zorbalaşan bir kesim mutlaka olacaktır.     

Kıssada iki oğulunda "birer kurban sunmaları" ikisininde verilecek olan kararı kabul edeceklerinin beyanıdır. Ancak aleyhinde karar çıkan diğer oğul bu kararı beğenmeyerek diğerini öldüreceğini söylüyor. Burada bir davada lehte karar çıkması için gerekenin ne olduğuda bildirilmektedir. "Allahtan korkup sakınmak" yani  bütün hayatımızda, kararlarımızda, anlaşmazlıklarımızda " müttaki"olmak zorundayız. 28. ayette " eğer sen beni öldürmek için elini uzatırsan ben seni öldürmek için elimi uzatmayacağım" sözü "buyur beni öldür" yani bir pısırıklık şeklinde değil. Karşımızdaki zalim dahi olsa Allah cc nin bize o zalim hakkında uymamız gereken kuralları yine kendisinin bildireceğinin beyanıdır. Ayetin devamında " çünkü ben ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAHTAN KORKARIM" cevabı bize zalimlere uygulayacağımız muameleyi yine kur'andan öğrenmemiz gerektiğini  bildirmektedir.  

29. ayette "kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni" şeklinde bir söz geçmektedir . Kur'anın bir çok yerinde "hiç bir kimsenin başka bir kimsenin yükünü yüklenmeyeceği" şeklindeki ayetleri  ile bu ayetin arasında görünüşte bir müşkil olmasına rağmen ayeti " hem önceki günahını hemde beni öldürme günahını yüklenmeni"olarak anlamak gerekir.   

31. ayette bizlere verilmek önemli bir mesajda şudur. Herhangi bir hareketi yapmadan  önce o hareketin getireceği neticeyi iyi düşünün , Haksız yere yaptığınız bir uygulama sizi dünyada ve ahirette zelil eder, son pişmanlık etmez, bir kişi ne kadar tevbe etsede o günahın vicdanında açtığı derin yarnın kapanmsı çok zordur.Yaşadığınız müddetçe gördüğünüz en basit bir olay dahi yaptığınız o yanlışı size hatırlatır.   

32. ayette bu öldürme olayı ile israiloğulları arasında  bağlantı kurularak "haksız bir yere öldürülen bir canın yeryüzündeki bütün canları öldürmüş gibi olduğu, bir hayatı kurtarmanında bütün insanları kurtarmak gibi olduğu beyan edilerek insan hayatının değeri ortaya konmaktadır. İsrailoğullarının çoğunun  bu bilgilerle gelen resullere rağmen buna uymayarak  insan hayatını hiçe sayarak bozgunculuk ettiklerini bildiriyor. Günümüzdede, insan hayatının ne kadar değerli ve bir tek insanı dahi haksız yere öldürmenin ne kadar ağır bir cürüm olduğunu bildirilmesine rağmen her gün yüzlerce insan israil  amerika, rusya, fransa, ingiltere vs, gibi ülkelerin maddi çıkarları uğruna katledilmektedir. Bir damla benzin ile insan hayatı eşdeğer hale getirilmiştir.   

33. ve 34. ayetlerde zalimlerin yaptıklarının  karşılığı olarak ahirette göreceği cezanın yanısıra dünyada iken görecekleri cezanın ne olacağı bildirilmektedir. Ancak günümüzde kur'anı "tarihselcilik" yöntemi ile okuyarak bazı hükümlerini rafa kaldırmak isteyen bazı kişiler bu cezaların aynen değil bunu "kur'anın ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" söylemi altında "önemli olan caydırıcılıktır ve bu caydırılıcığı başka yolla yapmak gerekir" diye söylemlerle haşa "Allaha dinini öğretmeye " kalkmaktadırlar. Ve bir başka söylem ise , 34. ayetteki " ancak onları yakalamızdan önce tevbe edenler hariç" mealindeki ayetten bu cezaya çarptırılacak olan kişilerin tevbe ettikleri takdirde dünyadaki cezadan kurtulabilecekleri yolunda bir düşünce ortaya atarak cezayı delme yolunda bazı çabalarını görmekteyiz. 33. ayetin sonundaki "ahirette onlar için büyük bir azap vardır" cümlesini "yakalanmadan önce tevbe edenler hariç" cümlesi ile birlikte anlamamız gerekir. Yani  kişinin yakalandıktan sonra tevbe etmesi onu ahiret azabından kurtarmaz. Kişinin ahiret azabından kurtulabilmesi için yakalanmadan önce tevbe etmesi gerekir. Nisa s. 18. ayetinde  makbul tevbenin ölüm gelmeden önceki tevbe olduğu , ölüm anında yapılan tevbenin geçerli olmadığını beyan eden ayetin ışığında, kişinin yakalandığında yapılan tevbede makbul bir tevbe değildir.    

Sonuç olarak Ademin iki oğlunun kıssası ,zaman ve mekanla ve şahıslarla sınırlı bir kıssa değil aksine tarihin bütün zaman ve mekanlarında yaşamış ve yaşayacak olan ADEMOĞULLARININ hepsinin başından geçmesi muhtemel olan , ihtilaf halinde başvurulması gereken mercinin ALLAHIN KİTABI olduğu, verilecek olan hükmün bu kitap doğrultusunda verilmesi gerektiği ve herkesinde bu kitaba uyularak verilecek olan hükme boyun eğmesi gerektiğini bildirmektedir. Kitabın hükmüne boyun eğmeyenlerin zalim olduğu , bu zulümlerin karşılık olarak işledikleri cinayetlerin çok ağır bir cürüm olduğu beyan edilmektedir. Zalimlerin bu fesadlarının karşılıklarının dünyada verilecek olan cezaya karşılık tevbe etmedikleri takdirde ahirettede cezaya uğrayacakları, bu tevbenin onları dünyadaki cezadan değil ahiretteki cezadan kurtaracağını, yakalanmadan önce tevbe etseler dahi dünyadaki cezanın uygulanması gerektiğini görüyoruz. Bunun tersine olarak yakalanan kişi "ben tevbe ettim" deyip salıvarilse cezanın caydırıcılığı ortadan kalkar. Çünkü tevbe kişi ile rabbi arasında olan bir şeydir. Kalpleri en iyi bilen Allah cc dir. Bir kişinin gerçekten tevbe edip etmediğini Allahtan başka kimse bilmez. Bizlerinde hiçkimsenin kalbini açıp bakamayacağımıza göre bize düşen görev  onun kitabına uymaktır.   

                                    EN DOĞRUSUNUALLAH CC BİLİR. 

KUR'AN VE ŞEFAAT KAVRAMI (3)

Bundan önceki iki yazımızda şefaat kavramının, kur'an çerçevesinde arka planını ve şefaat ile ilgili ayetlerin kur'anda bu arka plan çerçevesinde anlaşılması gerektiği, günümüz geçerli anlayışında şefaatın , günahkar bir müslüman için bir başkasının ahirette onun için Allah cc den onun affı için istek şeklinde kesinlikle kur'anın hiçbir yerinde olmadığını ayetler ışığında görmüştük . Aksine böyle anlayış bizleri Allahın merhametinden ziyade kulların merhametine sığınmaya teşvik etmesi açısından yanlış  bir anlayıştır. Bu anlayışa sebeb olan düşüncelerin başında başka konulardada yanlışa düşmemize sebeb olan, ayetleri bağlamından kopartarak okumaktır. Şefaat konusunda "izin  verilen " ve "ahid almış kimseler" olarak şefaate istisna getiren ayetlerdede bu bağlamdan kopuk okuma neticesi bazı özel şefaatçılar çıkarılmaya gayret edilmiştir. Bunun en bariz örneğini bu konu ile ilgili  meryem suresinde geçen bölümdür. Önce o suredeki e ayetin mealini vererek ve sonrada konuyu bir bütünlük halinde anlatan ayetleri vererek bu suredeki şefaat kavramının nasıl anlatıldığını görelim.


87- Rahmanın Katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olmayacaklardır.  


Bu ayeti  tek olarak okuduğumuz zaman "ahid almış olanların " şefaat yetkisi olabileceği gibi anlayış bazılarına hakim olmaktadır. Ancak kur'ana baktığımız zaman bu ahid verilenlerden bahsetmiyor. Allah cc ahid verdiği kimselere şefaat yetkisi vermiş olsaydı onların vasıflarındanda bahsetmesi gerekirdi. Ancak bu "ahid almış kişilerin " ne demek ve kimler olduğunu konu bütünlüğünde öğreniyoruz. Meryem s. 87. ayetindeki "ahid almış kimsenin" kim olduğunu görmek için 77. ayetten itibaren okumak gerekmektedir.


77- Ayetlerimizi inkar edip, bana: "Elbette mal ve çocuklar verilecektir" diyeni gördün mü?
78- O, gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah)ın Katında(n) bir ahid mi aldı?
79- Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azapta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.
80- Onun söylemekte olduğuna Biz mirasçı olacağız; o Bize, 'yapayalnız tek başına' gelecektir.
81- Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler.
82- Hayır; (o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkar edecekler ve onlara karşı çelişkiye düşecekler.
83- Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
84- Onlara karşı acele davranma; Biz onlar için ancak saydıkça sayıyoruz.
85- Takva sahiplerini bir heyet halinde Rahman (olan Allah'ın huzurun)a toplayacağımız gün,
86- Suçlu-günahkarları susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
87- Rahmanın Katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olmayacaklardır.  

77. ayette ,hem Allahın ayetini inkar edip hemde ahirette kendisine mal ve çocuklar verilerek şefaate nail olacağını idda eden bir kafirin bu iddiası red edilmektedir. Bilindiği gibi müşriklerin red ettikleri konuların başında" yeniden dirilme" konusu gelmektedir, buna rağmen kehf suresinde anlatılan " bahçe sahipleri" kıssası örneğinde gördüğümüz üzere orada kıyameti ve yeniden dirilmeyi inkar eden müşrik bahçe sahibinin " kıyamet olsa bile dünyadaki zenginliğine güvenerek oradada aynı zenginliğe kavuşturulacağı iddiası anlatılmaktadır. Meryem suresi 77-87. ayetleri arsında bir müşriğin iddiaları verilerek bu iddiasının ne kadar boş ve yanlış olduğu vurgulanmasına rağmen tamamen ön kabullerin neticesinde bu ayettede sanki birisinin Allahtan şefaat etmek için ahid aldığı izlenemi verilmek istenilmektedir. Şefaat konusunda izin ve istisna getirilerek anlatılan ayetlerde aklımızdan çıkarmamamız gerekn nokta şudur, şefaate" nail olacak kişiden" kasıt şefaat yetkisi verilen bir kişi değil cenneti dünyada yaptığı salih ameller neticesinde hak eden kişidir.


"o gaybamı tanık oldu yoksa rahmandan bir sözmü aldı" şeklindeki ayette, onun bu iddiasının  olması gereken dayanağı bildiriliyor. 1- gayba tanık olması,2- rahmandan söz alması, Allah cc gaybına kimseyi muttali kılmayacağını ancak razı olduğu resuller haricindeki kimselere (buradaki istisna edilen resullere gelecek ile ilgili gayb değil geçmiş ile ilgili gayb bildirilmiştir. Kur'an ayetlerinin bazılarında " bunlar sana bildirdiğimiz gayb haberleridir ayetinden bunu anlamaktayız). Rahman olan Allah cc kendisine iman eden müminlere cennette eşlerle ve sevdikleriyle birleştirerek onlara "şefaat" edeceğini bildirmektedir. Burada  şefaat edilmek onları  bir başkası tarafından  rica minnnet bağışlanma isteği değil şefaat kelimesinin lugat anlamına uygun olarak onları birleştirmesidir , kafirlerin böyle bir nimete layık olmadıkalrı birçok ayette bildirilmektedir.79. ayette bu sözü rededilerek aksine bu sözünün onun onu azaba sürükleyeceği bildirilmektedir. 80. ayette onun bu iddiasının aksine "tek başına" geleceğidir bu tek başına gelmesi enam suresi 94. ayetinde şu şekilde anlatılmaktadır.


94- Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) TEK BAŞINIZA ' Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız  ŞEFAATÇİLERİNİZİ  şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. 


 
60.3 Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bir fayda veremezler. Allah onlarla sizi ayırır. Allah işlediklerinizi görendir. 
 
 

Ayetlerin devamında " onların  Allahtan başka edindikleri ilahların onları terkedeceği, bu iddialarının şeytanların iğvası olduğu" , hesap gününde takva sahiplerinin aksine bunların cehenneme sürüleceği bildiriliyor. Bu ayetlerin ışığında 87. ayeti şimdi anlayabiliriz. "rahmanın katında ahid almışlardan başkası şefaate malik olamayacaklardır" konu ile ilgili ayetlerde, ahirette kendisine mal çocuklar ile şefaatte bulunulacağını iddia eden bir kafirin bu iddiasının iftira olduğu ,bu iftirasının onu cehenneme sürükleyeceği ve kendisine böyle bir ahidde bulunulmadığı , kur'anın diğer ayetlerinde bir kişinin cenneti ve cehennemi haketmesinin  dünyada iken işlediği amellerin bir karşılığı olduğu ve hesap gününde herkesin dünyada kazandığının  kendisine eksiksiz olarak ve haksızlık yapılmadan verileceğini görüyoruz.
                     ------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ahiretteki şefaat meselesi bu kavramın lugat anlamına uygun olarak kullanılan" bir şeyi kendisine ilave etmek, eklemek, katmak" anlamlarında kur'anda cenneti hak eden müminlerin yakınlarıyla beraber olması anlamına gelmektedir. bu konu ile ilgili kur'adaki ayetlerin meali şöyledir.  


13.23 (O yurt) Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.


40.8 «Rabbimiz! Müminleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, Hakim olan ancak Sensin. 


 Kur'andaki şefaat kavramı ,cahiliye arka planına baktığımız zaman o günkü putların kendilerini Allah katında kayıracağını iddia eden müşriklerin bu iddialarının boş bir iddia olduğunu bildirerek şefaat ile ilgili ayetlerin bu arkaplan çerçevesi içinde olduğunu gösteriyor. Kur'an bizlere bir çok ayette ahiretteki görecek olduğumuz manzarayı çok açık bir biçimde anlatarak ,o günde hiçbir alışveriş ve dostluğun olmadığı, babanın oğula, malın ve mülkün kimseye  fayda vermeyeceğini, karşılığını göreceğimiz şeyin dünyada iken yaptığımız ameller olduğu, ve bu ameller karşılığında cenneti ve cehennemi hakedeceğimizi, hesap görülürken kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacağını , kendilerinin ahirette Allahtan başka taptıkları putlar tarafından kayıralacağının iddia edenlerede bunun bir iftira olduğunu bildiriyor. Bu ayetlere rağmen birçok müslüman ahirette  işlemiş olduğu günahlarının başta resulullah olmak üzere , buraya sığdıramayacağımız çoğunlukta herhangi bir sebebten ölenleri "şehid" kategorisine koyup onların şefaatte bulunacakları, kerameti kendin menkul "evliyaullahın" şefaat makamında olacakları, hatta müridlerini almadan cennete girmeyi rededecekleri gibi Allaha kafa tutmaya kadar giden cüretlerini görmekteyiz.Kendilerini Allah cc den daha merhametli duruma koyan bu insanlar meryem suresindeki ayetlerde bilirilen insanlardan bir farkları yoktur. 


Bazı kişilerin "kardeşim iyi hoş ama bir sürü hadisi nereye koyacağız ?" sorusunu haklı olarak duyar gibiyiz , çünkü bu onudaki hadisler ile kur'an ayetleri tamamen birbibine zıt bir mahiyet arzetmektedir. Muhammed sav kur'ana ters herhangi bir sözde bulunmayacağına göre, kur'an ters olan bir sözün onun sözü olamayacağına göre, onun sözüdür diye bizlere sunulan kur'ana ters bir sözün nereye atılacağını söylememize gerek yoktur. Burada çok meşhur olan bir şefaat  uydurması örnek olarak vererek bu tip sözlerin arka planınıda göstermiş olalım. 


Buharide rivayet bir hadise göre peygamberimiz" şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleridir" buyurmuştur. Dikkat edersek bu hadiste öne çıkan şefaat değil "büyük günah " tır. İslamın ilk dönemlerinde başgösteren siyasi olayların bir" itikad "haline gelmesi neticesi  büyük günah işleyenin müminmi kafirmi olduğu konuşulmaya başlanmıştır. Örneklerini çokça gördüğümüz o devirde kur'an dışı oluşturulan akidevi konuların ayetleri te'vil ederek yada hadis uydurarak kendi haklılıklarını bunlara dayandırma fikri neticesinde, mürcie fırkasının , harici fırkasının "büyük günah işleyen kafirdir" söylemine karşılık , büyük günah işleyenin kafir olmadığı yolundaki bu hadisi uydurmuştur. Hadis aslında şefaatle ilgili değil haricilerin iddiasına karşı mürcienin, büyük günah işleyenin kafir olmadığı aksine onların "ümmetten" olduğu ve mümin olmaları hasebiyle bu günahlarının şefaat yoluyla bağışlanacağı uydurmasıdır. Düşünün bir peygamber ve Allahtan daha merhametli mahşer gününde  secdeden "ümmetim ümmetim" diyerek ümmeti afoluncaya kadar ısrarla secdeden kalkmayacağını söyleyen bu insanlar herhalde cehennnemde zebanilerle şefaat edileceklerdir( eşleştirilecekleridir ).


Sonuç olarak , Kur'andaki şefaat kavramı kur'anın nazil olması ile gündeme gelen bir kavram değil, nuzul öncesi müşriklerin ortak koştukları putlarının kendilerini Allah katında şefaatçi olacaklarına dair olan inançların batıl olduğunu ifade etmek etmek kullanılan izin veya istisna edilerek kullanılan şefaatı red eden ayetlerin aksine günümüzde bazı müslümanlarda, uydurulan hadisler vasıtası ile, Allahın adil ve merhemetli olduğunun aksine kerameti kendinden menkul din baronlarının ekmek kapısı olmuştur.Bizlere resulullah sav adına gelen bir haberin doğruluğunu ölçeceğimiz yegane kaynak olan kur'anda bu hadisleri bize doğrulayacak olan tek bir ayet olmamasına rağmen bu ayetlere değil hadis adı altında gelen uydurmalara sarılmak müslümana yakışmaz. MÜSLÜMANA YAKIŞAN ODURKİ KENDİSİNE GELEN BİR HABERİ KUR'ANLA ÖLÇEREK DOĞRULUĞUNU VEYA YANLIŞLIĞINI KUR'ANDAN ÖĞRENMESİDİR. ŞEFAATİ ALLAH CC NİN "BENDEN BAŞKA ŞEFAATÇİ YOK" DEMESİNE RAĞMEN  BAŞTA RESULULLAH SAV DEN OLMAK ÜZERE ŞEYHLERİNDEN ÜSTADLARINDAN BEKLEYENLER AHİRETTE ANCAK AVUCUNU YALAYACAKLARDIR. 
       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

           

KUR'AN VE ŞEFAAT KAVRAMI (2)

Bundan önceki  yazımızdaşefaat kavramının nuzül öncesi arkaplanın kur'an ayetleri ışığında anlamaya çalışarak bu kavramın kur'anın getrdiği bir kavram değil aksine cahiliye araplarının Allahı bırakıp taptıkları putlardan bekledikleri şefaat inancını yıkmak için  nazil olmuş ayetler bütünü olduğunu izah etmeye gayret etmiştik. Şefaat konusu ile ilgili ayetlerin kur'anda birkaç kategoride bizlere aktarıldığını ve bu ayetlerini birbiri ile olan bağlantısını kuramadığımız zaman sanki kur'anda  tenakuz arz eden bir durum ortaya çıkma durumu olduğunu belirtmiştik. Bu yazımızda inşallah şefaat kavramı ile ilgili olarak istisna ve izin ile ilgili ayetleri ele almaya gayret edeceğiz .


44.41-42. O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.Yalnız, Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunların dışındadır. O, şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.  

Duhan suresindeki bu ayetlerde, "Allahı merhamet ettiği kişilerin haricinde hiç kimsenin birbirine yardımı olmayacağını görüyoruz. Daha önce gördüğümüz ayetlerin doğrultusunda kıyamet günü "dostun dosta faydasının olamaycağı" ancak denilerek "Allahın merhamet ettiği kimseler bunun dışındadır" şeklinde getirilen istisna, ostun başka bir dostunu hesap anında kayırması şeklinde değil ,"Allahın merhamet ettiği kimselerin" yine yardımı Allahtan göreceğidir. Bu konuyla ilgili birkaç ayet örneği verebiliriz.

6.16 O gün kim azabdan alıkonursa, şüphesiz o kimse rahmete erişmiştir. Bu, apaçık bir kurtuluştur.  


40.8.9 «Rabbimiz! Müminleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, Hakim olan ancak Sensin.  «Onları kötülüklerden koru! O gün kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur. 

Bu ayetlerden anlamaktayızki,Allahın rahmetine mazhar olarak cennete giren kişilerin şefaat diye bir beklentisi zaten olmaz.
                 ------------------------------------------------
43.86 Allah'ı bırakıp yalvardıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır. 


Bu ayette  müşriklerin Allahtan gayrı taptıkları putların "hakkı bilip ona şahidlik edecek" olanların şefaate mazhar olacakları bildiriliyor. Müşriklerin taptıkları bu putların durumu başka ayetlerde şu şekilde karşımıza çıkmaktadır.Ayete baktığımız zaman müşriklerin tapmış oldukları putların şefaat etme yetkilerinin olabileceği gibi bir anlam çıkmaktadır, ancak kur'anın diğer ayetlerinde müşriklerin taptıkları putların , kendilerine dahi bir zarar ve fayda veremeyecek durumda olmaları,müşriklerin o putlarık kendilerine tapmalarından habersiz olduğu şeklindeki ayetleri gözönüne alacak olursak şu  ortaya çıkmaktadır,şefaat yetkisine sahip tek merci dünyada iken kendisine yalvaranı duyan kişiye aittir ve bu varlıktan Allah cc den başkası olmadığı için şefaat hakkı sadece Allaha aittir. Zümer s. 44. ayeti bunu şu şekilde açıklar .
"Şefaatin tamamı Allah’a aittir. Çünkü göklerin ve yerin mülk ve hâkimiyeti de O’nundur. Sonunda da O’nun huzuruna götürülecek, O’na hesap vereceksiniz."
Kur'anın diğer ayetlerinde müşriklerin Allahtan başka tapmış olduklarının durumu gözler önüne serilmektedir. 


6.24 Kendilerine karşı nasıl yalan söylediklerine bak; uydurdukları şeyler de onlardan uzaklaştı.  

6.94 Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

7.53 Kitap'ın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır. 

 10.030 İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek Mevlaları olan Allah'a döndürülür. Uydurdukları putlar da ortadan kaybolmuştur. 


11.21 İşte bunlar kendilerine yazık edenlerdir. Uydurdukları putlar da onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur.  

16.87 O gün müşrikler, çaresizlik içinde Allah'a teslim oluverirler ve uydurma ilahları tarafından yüzüstü bırakılırlar. 


25.017- O gün Rabbin onları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve: «Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi yoldan saptılar?» der.
25.018- Onlar: «Haşa; Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular» derler.

 28.75 Her ümmetten bir şahit çıkarır ve «kesin delilinizi ortaya koyun» deriz. O zaman, gerçeğin Allah'a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar.  

41.48 Önceden yalvarıp durdukları şeyler onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.  

Zuhruf s. 86. ayetindeki , müşriklerin taptıkları  putlardan "ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler" şekinde istisna edilen putların hesap günü müşriklere bırakın şefaat etmeyi onları bırakıp kaçacakları rabbimiz bizlere bildirmektedir. istisna edilmesi onlara bir "isitihza" şeklinde bir anlatım olarak karşımıza çıkmaktadır.
      --------------------------------------------------------------------

34.22-23. De ki: «Allah'ı bırakıp de göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde tanrı olduklarını ileri sürdüklerinizi yardıma çağırsanıza.  Allah'ın katında, kendisine izin verilenden başka kimseye şefaat fayda vermez. Sonunda, gönüllerindeki dehşet giderilince birbirlerine «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar; «Hak söyledi» derler. O, yücedir, büyüktür. 

Sebe suresindeki bu ayetlerdede,( daha önce müşrik düşüncesindeki şefaat altyapısının taptıkları putların kendilerine Allah katında şefaatçi olacaklarına dair ilgili ayetleri mealleriyle vermiştik.10.18)  müşrik düşüncesindeki şefaat anlayışını red ederek taptıkları şeylerin hesap gününde hiç bir şeye malik olamayacakları belirtilerek en son sözün Allah cc ye ait olacağını bildiriyor.Buradaki istisna edilen "izin verilen" şeyin "tanrı olduklarını ileri sürdükleridir". Burada "Allah katında kendisine izin verilenden başka" cümlesini şu şekilde anlamak gerekmektedir, "izin verilmesi" demek Allahtan başka birisine şefaat etme izni verilmesi değil aksine dünyada iken işlediği ameller karşılığında cennti haketmiş kimseye cennet izni verilmesidir, zaten ayetin son cümlesi bu hakikati gözler önüne sermektedir. 
"Sonunda, gönüllerindeki dehşet giderilince birbirlerine «Rabbiniz ne söyledi?» diye sorarlar; «Hak söyledi» derler. O, yücedir, büyüktür. " 


    ---------------------------------------------------------- 

2.255 Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.  


Bu ayette de "onun izni olmadan şefaat edecek kimdir?" şeklindeki sorunun cevabı diğer ayetlerde karşımıza çıkıyor.Rabbimiz izin ile ilgili ayetlerde genel olarak şu mesajı vermektedir. " SİZLER BENİM BÖYLE SÖZÜM OLMAMASINA RAĞMEN KENDİ UYDURDUKLARINIZI BANA İFTİRA EDEREK ŞEFAATÇİLER KILDINIZ BENİM İZNİM OLMADAN HİÇ KİMSE HİÇ BİRŞEY ORTAYA ATAMAZ. 
                 -----------------------------------------------------
  10.3 Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?  


Yunus s. 3. ayetide yukarda bakara 255 ayeti ile aynı şekilde,kendi yanlarından uydurdukları şefaatçiler için Allah cc nin böyle bir izni olmadığının beyanıdır.
             ------------------------------------------------------------------
            


21.26-29. «Rahman çocuk edindi» dediler. Haşa; hayır,onlar şerefli kılınmış kullardır.Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerlerAllah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın razı  olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler. Bunlar içinde kim «Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım» derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz. 


Enbiya suresindeki bu ayetlerde " şerefli kılınmış kullar" olarak meallendirilen ayet içine parantez konularak "melekler" denmesine rağmen diğer ayetlerde "rahman çocuk edindi" ayetinin karşılığının ,ayetin metninde olmamasına rağmen "melekler" olarak ifade edilmiştir . Bu ayetler ehli kitabın ," isa ve üzeyir Allahın oğludur" iftiralarına karşı reddiye  olarak  onların Allah karşısındaki durumları bildiriliyor.Müşriklerin iddialarından "meleklerin Allahın kızları olması" ifitrasını red sadedinde geldiğini kabul etsek bile, "onlar Allahın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler" şeklinde istisna edilen şefaatı anlamak için "Allahın razı olduğu kimselerin" akıbetlerinin cennet olduğunu kur'an bize müteakip ayetlerde bildiriyor. Allahın razı olduğu bu kulların cennete girerken meleklerin onlarla olan konuşmaları "meleklerin onları şefaatıdır" .Şefaat kelimesinin lügat anlamı "bir şeyi benzeri olan şeye eklemek" şeklinde ifade edilmiştir. Bu anlama göre meleklerin müminlere olan şefaatı kur'anda diğer ayetlerde şu şekilde anlatılmaktadır. Yani melekler hiç bir mü'min için araya girip ricacı olmayacaktır. Aksine dünyada iken yaptığı ameller karşılığında cenneti hakeden mü'mine , tabiri caizse teşrifatçılık yapacaklardır.


13.24 (Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler)  
16.32 Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: «Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin» derler.  
39.73 Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler.
    ----------------------------------------------------------------
53.26 Göklerde nice melekler vardır ki, Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce şefaatleri hiçbir işe yaramaz. 


Yukarda enbiya suresi ayetlerinde geçen ayetlerle aynı olarak "meleklerin "şefaatı" konusu geçmektedir. necm suresindeki bu ayetlerin devamında "müşriklerin meleklere dişi isimler taktıklarnı, bunun ise sadece zan olduğu ifade edilmektedir. enbiya suresinde olduğu gibi bu suredede aynı şekilde müşriklerin meleklere yaptığı yakıştırmaların zan olduğu Allahın razı olduğu kulların haricinde kimseye bir şefaatleri olamayacağı bildiriliyor. Meleklerin şefaatlarının ne şekilde olduğu yukarda verdiğimiz örnek ayetlerde bildirilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, "Allahın dileyip razı olduğuna" şeklinde ifade edilen kimselerin melekler değil cenneti hakeden  müminler olduğu noktasıdır. Yani ayette hiç bir şekilde Allahın dileyip razı olduğu melekler başkasına şefaat edecektir anlamı yoktur.
                  -------------------------------------------------
20.108-109-110. O gün insanlar, dâvetçiye  uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat fayda vermez. Allah onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir. Onların hiçbirinin ilmi ise O'nu kuşatamaz.
 

 Bu surede çoğu mealde gördüğümüz bir çeviri hatası bulunmaktadır.Şefaat konusundaki yanlış önkabullerin ayete tasdik ettirilme amaçlı olarak diğer şefaat ayetlerinde olduğu gibi buradada meal Allahtan başka birisinin başka birine şefaat edebileceği zannı verilmek istenmiştir. Meallerin çoğunda "sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaatı" şeklinde çevrilmiştir. Şaban pirişin mealindeki " sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına" şeklinde çevirmesi doğru bir çeviri olarak kabul edilebilir. Buna göre yine yukardaki ayetlere uygun olarak , Allahın ,dünyada iken söz ve fiilerinden hoşnut olduğu ve bunun karşılığında cenneti hakeden mü'mine verilen karşılık anlatılmaktadır.  Yine burada ön kabullerin ve yanlış meallerin aksine " başkasının "  şeklinde çevrilerek kur'anın aksine Allahtan başka şefaatçiler olduğu gibi bir anlam verilmek istenmiştir.


Bu konu ile ilgili ayetlerin devamını 3. yazımızda ele almak istiyoruz. EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.