Geçmişte ve gelecekte müslümanlar için en büyük tehlikelerden biri kur'anı, kafada oluşturulan ön kabuller doğrultusunda okumak ve o okuma neticesinde kur'andan asla onay alamayacak neticeleri , "kur'an böyle diyor" diyerek, israiloğulları için kur'anda "elleri ile kitap yazmak" yada "dillerini eğip bükmek" tabirinin muhatapları olmak durumuna düşmeleridir. Örnek vermek gerekirse kur'anda peygamber sav eşleri için kullanılan "ehli beyt" tabiri zaman içinde siyasi kaygılar neticesinde genişletilerek hz ali ve fatımanın soyundan gelen 12 imam bugün "şia" mensupları tarafından günahsız masum imamlar addedilmiş ve onların etrafında kesinlikle kur'andan onay almayan yalanlar türetilmiş , akıllara zarar çıkarımlar sayesinde bugün şia için 12 put oluşturulmuştur. Tasavvuf ekolunun örneğin maide suresinde 35. ayetinde "ona vesile arayın" ayeti ona ulaşmak için araya aracılar koyun şeklinde anlaşılmış ve şirk düşüncelerine alet edilmiştir. günümüzdede "kuran merkezli düşünce" söylemi ile yola çıkarak determinist bir kafayla kur'an kıssalarına bakanlar o kıssadaki bazı olaylar üzerinde yorumlar yaparak merkezden kaymışlardır.
Günümüzde modernist yaklaşımların etkisinde kalınarak geliştirilmeye çalışılan kur'anı anlama çalışmalarına yazımızın başlğıı olan "tebyinül kur'an" adlı eser güzel bir örnektir. Eserde , modernist ve tarihselci yaklaşımların etkisinde kalınarak özellikle kur'an kıssaları üzerinden yapılan anlama (tebyin!) çalışmaları maalesef tahrif çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sözlerimizi kuru bir iddia olarak değil eserden yaptığımız alıntılarla aynı yazı başlığı sunmaya gayret edeceğiz. Bu yazımızda" tarihselcilik "anlayışının etkisinde kalınarak anlamaya çalışılan maide s. 38 ayetini sayın yazarın eserinden yapacağımız alıntılar ile tahrif yapıldığını iddia ettiğimiz noktalar üzerinde durmak istiyoruz. Önce eserden bu ayetin mealini ve ayet ile ilgili yazılanları görelim.
"Âyette geçen أيد - eyd sözcüğü, يَد - ye sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, أيَدَ -eyede filinden tekil mastar ve isim de olabilir. ( Sâd Sûresinin 17, Zâriyât Sûresinin 47, Sâd Sûresinin 45. Âyetleri) Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük. "kuvvet" anlamına gelir. Yedsözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, "eller" [üç ve daha fazla el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki "eller" sözcüğü, mecazî olarak anlaşılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] şeklinde de birçok Âyette geçmektedir. Allah'ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî anlamıyla kabul edilmelidir.
Yed sözcüğü mecazen, "kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü" anlamında kullanılır.
Anlaşılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, "onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın" anlamındadır. Burada kesme işini, – Yûsuf Sûresinin 31. Âyetinin delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme şeklinde yorumlamaya gerek olmadığı gibi, Âyetin metni de buna izin vermez."
Sayın yazarın maide s. 38. ayeti ile ilgili olarak alıntıladığımız yazısından anlaşıldığına göre kur'andaki hırsızlığın cezası olarak emredilen el kesme cezasının hakiki bir anlam değil mecaz olarak anlaşılması gerektiği "o ikisinin ellerini kesin " ifadesinin güçlerini ortadan kaldırın anlamında anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedir. Ayet ile yaptığı yorumlara geçmeden önce "tarihselcilik" akımının getirdiği bir anlayış ile kur'ana bakanların kur'andaki ceza ayetleri ile ilgili düşünceleri üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
"Tarihselcilik" düşüncesinde kur'anın ceza hükümlerinin belli bir zaman için geçerli olabileceği, bugün için uygulanabilirliliği olamayacağı dile getirilmek istenmektedir. Bu konu dile getirilir ikende " kur'anın ne dediği önemli değil ne demek istediği önemlidir" şeklinde bir slogan üretilerek kafalar çelinmeye çalışılmaktadır. Bu slogana göre kur'andaki hırsızlık veya zina fiileri için verilen cezaların asıl amacı caydırıcılıktır ve bu caydırıcı cezalar günümüzde, kur'andaki şekli ile değil bizim tesbit edeceğimiz bir yöntem ile yapılabilir. Ele alacağımız eserdeki maide suresi 38. ayet ile ilgili yorumlarda bu düşünce etrafında üretilmeye çalışılan fikre ışık tutmaktadır. Bu ışığı tutarken, ayetlerin metni ve kur'an bütünlüğü dikkate alınmadan yapılmaktadır.
Sayın yazar ayette geçen "yed " kelimesinin hakiki olarak değil mecaz manası ile anlaşılması gerektiğini öne sürerek "Allahın eli"deyiminin nasıl mecaz olarak anlaşılması gerekiyorsa buradaki "el"inde mecaz olarak anlaşılması nı savunmaktadır. Ancak ayette "Allahın eli"deyimi gibi mecaz anlaşılması gereken bir durum yoktur. Sayın yazar, eserindeki maide s. 33 ayeti ile ilgili mealinide şöyle yapmıştır."Allah'a ve elçisine karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına almazdan] önce tövbe edenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir." Bu ayetlerde ve 38. ayette geçen "ellerin kesilmesi" emrini, 33. ayette hakiki anlamı ile alan yazar 38. ayete gelince " burada el kelimesi mecaz olarak anlaşılmalıdır"der.Yazara göre, 38 . ayette mecaz olarak anlaşılması gereken "el" kelimesi neden 33. ayettede mecaz olarak anlaşılmaz? yada 33. ayette hakiki olarak anlaşılan" el" kelimesi 38. ayettede neden mecaz olarak anlaşılırdda hakiki anlam olarak anlaşılmaz? sorusunu soracak birisi için yazar maalesef ilgili bir açıklamada bulunmamıştır.
Sayın yazarın 38. ayeti mecaz olarak anlaşılması gerektiği yolundaki düşüncesine delil getirdiği kelimelerden biride ayette geçen" eydiyehüma" kelimesidir. Ayette geçen "eydiye" kelimesi "yed" kelimesinin çoğuludur. Burada sayın yazar kur'anda arapça gramer kaidelerine aykırı olarak geçen bazı kelimelerin olduğunu görmezlikten gelerek kelime oyunu ile düşüncesini kabul ettirme yoluna gitmektedir. Bahsettiğimiz, kur'anda arapça kurallarına aykırı bazı kelimelerin olması kur'an düşmanlarının iddia ettiği gibi yazanların yaptığı bir hata değildir. Ayetteki "hüma" iki kişi anlamında tesniye zamiridir "eydiye" kelimesi çoğul bir kelime olduğu için ayetin meali " iki kişinin ellerini" anlamına gelir. Sayın yazar burada ön kabulleri doğrultusunda bir delil bulduğunu zannederek hemen atlamış ancak burada kayaya toslamıştır. Tahrim suresi 4. ayetindede maide s. 38. ayetindeki aynı kuraldışılığı görmekteyiz
Yazarın kendi yaptığı mealden tahrim suresi 4. ayeti meali şöyledir . " Eğer ikiniz, Allah'a tevbe ederseniz... –çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı.– Yok eğer o'na [Peygamber'e] karşı dayanışmaya girerseniz, hiç kuşkusuz bizzat Allah o'na mevlâ'dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir], Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o'na arka çıkarlar."
Bu ayetin metninde geçen "gulubüküma" (ikinizin kalbi) kelimesi ile maide s. 38. ayetinde geçen "eydiyehuma" kelimesi kuraldışılık açısından aynıdır. Tahrim 4. ayetindeki "küma" tesniye (ikili) siga ile geçen "gulub" kelimesi çoğul bir kelimedir. Sayın yazarın maide s. 38. ayetinde işlettiği mantığa göre burayada maide 38. ayetine ( ikiden çok el) parantezi koyduğu gibi (ikiden çok kalp) parantezi neden koymamıştır? Görülüyorki kur'an özellikle tahrifçilere karşı kendini savunabilen bir kitaptır. Bir ayeti veya kuralı görmezlikten gelerek yapılan bir tahrif çalışması kişinin yüzüne tokat gibi patlar.
Yine sayın yazarın kelimeler üzerinde oynayarak yaptığı tahrife örnek olarak verebileceğimiz kelime maide s. 38. ayetindeki "nekelen" (ibret) kelimesine diğer ayette nasıl bir anlam verdiğidir. Bu kelime bakara s. 66. ayetindede geçmektedir. Maide s. 38. ayetinde "nekelen" kelimesine "engelleyici bir uygulama" anlamı veren sayın yazar bakara 66. ayetindeki bu kelimeye şu meali vermektedir. "Sonra da onu [aşağılık maymunluğu], önlerindekilere [çağdaşlarına] ve sonrakilere müthiş bir ders ve muttakiler için bir mev‘ize [nasihat, öğüt] kıldık.". Bakara s. 66 ayetinde "nekelen" kelimesine "müthiş bir ders"anlamını veren sayın yazar maide 38. ayetine gelince aynı kelimeye "engelleyici bir uygulama" anlamı neden vermiştir?. Bakara s. 66 ayetindeki " nekelen" kelimesi 65. ayetteki "cumartesi ashabına" verilen cezanın sonradan gelenlere bir ibret olarak verildiğini bildirmektedir. Maide s. 38. ayetindeki bu kelime yine hırsızlık yaparak eli kesilenlerinde sonrakilere bir ibret olmasını bildirmektedir. Ancak "tarihselcilik" düşüncesinden aldığı ön kabul neticesinde hırsızlığın cezası olarak emredilen " el kesme " cezasını hazmedemeyen sayın yazar bu düşüncesini ancak ayetleri tahrif ederek ulaşma yoluna gitmektedir.
Sayın yazar ayeti kendi hevasına uygun bir şekilde tahrif ettikten sonra neticeyi şu cümleler ile özetlemektedir ."İslâm, cahiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiş; hırsızlığa karşı tedbirler alınmasını emretmiş ve hırsıza verilecek cezanın şeklini toplumlara bırakmıştır." Kitabında hırsıza verilecek cezayı bildiren rabbimizin emirlerine karşılık sayın yazar "cezayı topluma bıraktığını" söyleyecek kadar cüretkarlaşmaktadır.
Görüldüğü gibi kafayı kur'an dışı fikirlere kiralayarak yapılan bir tebyin!! çalışması ancak tahrif çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Hamdolsunki, rabbimizin bize indirdiği kitap kendi sağlamasını yine kendisi yaparak tahrif çalışmalarına karşı kendini savunmaktadır. Bundan sonraki yazılarımızda adı geçen eserdeki buna benzer tahrif çalışmalarının örneklerini ortaya koymaya gayret edeceğiz. Gayret bizden başarı Allahtandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.