18 Mayıs 2014 Pazar

Zülkarneyn Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Zülkarneyn kıssası kehf suresi içinde anlatılan bir kıssa olup, kıssanın yaşanma yeri ve zamanından öte kıssada anlatılan şahsiyet üzerinden verilmek istenen mesajı anlama çabası içinde yazılmaya çalışılmış bir yazı olarak okunması gerekmektedir. Tefsir kitaplarında zülkarneyn isminin anlamı veya kimliği üzerinde bilgiler mevcut olup yazının hacmini genişletmemek amacı ile bu tür bilgilere girmemeyi tercih ettik, ihtiyaç hissedenler tefsirlere göz atabilirler. Kıssa kehf suresinin 83-99. ayetleri arasında anlatılmakta olup kur'anın teşbihi yani benzeterek anlatım özelliği bu kıssada da göze çarpmaktadır. Zülkarneyn kıssasının ,  kendisine imkan verilenlerin bu imkanı nasıl kullanması gerektiğinin mesajlarını veren bir kıssa olarak okunduğu zaman daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

Ve yes’elûneke an zil karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
[018.083]  Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: «Size ondan bir hatıra okuyacağım.»

83. ayetten anlaşıldığına göre Muhammed as a onunla ilgili bir bilgisi olup olmadığı sorulmaktadır, yine anlaşıldığı üzere soran muhataplar sordukları kişi hakkında bilgi sahibidirler'ki bir ihtimal Muhammed as ı sınamaktadırlar , veya bilgi sahibi olduklarını sandıkları Zülkarneyn hakkında bildikleri yanlış olup doğrusunu Allah cc bizlere öğretmektedir. 

İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
[018.084]  Biz O'nu yeryüzünde imkan ve ona her şeyden bir sebep verdik.

Sebeb kelimesi; "kendisi ile amaca ulaşılan şey" anlamında olup , Zülkarneyn'e arzda sebeb verilerek imkan sağlanması onun melik hükümdarlardan olduğunu göstermektedir. Kur'an'da Yusuf, Davud ve Süleyman as lar üzerinden verilen kıssa örneklerinde onlarında melik hükümdarlar oldukları görülmektedir, onlar üzerinden kur'an yeryüzünde elinde imkan olanların nasıl davranmaları gerektiği hakkında mesajlar vermektedir. Kıssanın ilerleyen ayetlerinde sebeb verilerek imkanları elinde tutan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını göreceğiz.

[012.056]  Ve işte bu suretle Yusuf'u o arzda imkan verdik (mekkenna) , neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasıb ederiz, ve muhsinlerin ecrini zayi' etmeyiz
[027.015]  And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

[022.041] Onlar ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.

Hacc s. 41. ayeti arz üzerinde kendilerine imkan verilenlerin nasıl davranması gerektiğini özetleyen bir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an verdiği örneklerle bu imkanları yerinde kullanmayan firavun örneğini veya yerinde kullanan Zülkarneyn, Yusuf, Davud ve Süleyman as ları bizlere örneklik olarak vermektedir.

Fe etbea sebebâ(sebeben).
[018.085] kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Sebebe tabi olması demek, Allah cc nin rızasına uygun iş yapmak amacı ile yola çıkması ve bu yolda kullanacağı her türlü şey anlamında olup , para , mal , mülk , ordu vs herşeyi sebeb kılarak rızaya erişmek için yola çıkmasıdır.

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).
[018.086]  En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zülkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik.

Zülkarneyn'in imkanlarını seferber ederek yola çıkması ile başlayan yolculuğu, ayette " aynin hamietin" şeklinde ifade edilen coğrafi bir yere varır ve orada bir kavim yaşamaktadır. "onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik." cümlesinin nasıllığı üzerinde biraz durmak gerekirse şunları söyleyebiliriz; Zülkarneyn'e bu söz bir vahiy elçisi aracılığı ile söylenmiş bir söz değil , Allah cc nin arz üzerinde mülk vererek insanlar üzerinde yetki sahibi olanların ellerindeki yetkiyi ifade eden bir sözdür. Allah cc kullarından herhangi birisinin yönetim makamına çıkarır ve bu kişi elindeki  yetkiyi iki türlü kullanır 1- adil hükümdar 2- zalim hükümdar olarak yani yetkinin ellerinde olduğunu ifade için kullanılmış bir cümle olup , Zülkarneyn'de istediği gibi bu yetkiyi kullanmakta serbest idi 1- adil hükümdar olarak 2- zalim hükümdar olarak tabiki bu iki şekil yönetim sergileyenlerin karşılıkları ahirette Allah cc tarafından verilecektir.

Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
[018.087]  (Zülkarneyn şöyle) dedi: «Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür. O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.

Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).
[018.088]  Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.»

87 ve 88. ayetler, elinde güç olan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını haber veren ayetlerdir. İyilik etme ve azab etmesinin şartları olarak, zalimi cezalandırması , iman eden ve salih amelde bulunanlara ise iyilik yapacağını söylemektedir. Böyle bir gücü elinde bulunduran firavun örneğini hatırlayacak olursak , firavun azab etme şartı olarak bir kişinin iman eden ve salih amelde bulunması (Musa as a iman eden sihirbazları örneği) iyilik etme şartı olarak kendisini ilah ve rab olarak kabul etme şartı getirdiğini görürüz.

88. ayetteki " ve emma men amene ve amila salihan" (kim iman eder salih amelde bulunursa) şeklindeki cümle bir teşbih barındırmakta olup , Allah cc nin kendisini kur'an genelinde bir hükümdar teşbihi içinde anlattığı ayetler ile bir bağ kurarak, Zülkarneyn örneği üzerinden bir hükümdarın emirlerine tabi olup ona isyan etmeyenlerin o hükümdar tarafından herhangi bir azaba uğratılmayacağı benzetmesi üzerinden , kendi hükümdarlığını kabul edip ona isyan etmeyenlere "işinden kolay olanı buyuracağını" söylemektedir.

[002.062]Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
[005.069] Doğrusu; iman edenler, yahudi olanlar, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inananlara, salih amel işleyenlere; hiç korku yoktur. Ve onlar, üzülecek de değildir.
[020.082]  Muhakkak ki ben; tevbe edeni, inanarak salih amel işleyeni sonra da doğru yola gireni elbette bağışlayanım.
[025.070]  Ancak tövbe eden ve imân eden ve sâlih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah onların günahlarını sevaplara tebdîl eder ve Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulunmaktadır.
[092.006-11] Ve en güzel olanı tasdik etti ise.  ona en kolay olan için kolaylık veririz.Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.
[087.008] Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.

Hükümdarların hükümdarı olan Allah cc kendisine iman edip salih amelede bulunanlara vereceği karşılığı yukarda örneklerini verdiğimiz bir çok ayettte haber vermektedir.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.089] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).
[018.090]  Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

Yola devam eden Zülkarneyn'i ,86. ayette güneşin battığı yer olarak tavsif edilen yerin aksine bu sefer güneşin doğduğu yer olarak tavsif edilen bir yerde buluyoruz, doğu ve batı kelimeleri ile anlatılmak istenen şey Zülkarneyn'in hükümranlık alanının genişliğini ifade etmek için kullanılmış olduğu düşünülebilir. Allah cc kendisi hükümranlığını anlatmak için bu gibi ifadeleri kullandığını görmekteyiz " doğunun ve batının" veya " iki doğunun ve batının" veya "doğuların ve batıların" rabbidir şeklindeki ayetler onun mülkünün genişliğini ifade etmek için kullanılanmaktadır. Zülkarneyn bu sefer vardığı yerin coğrafi konum olarak ağaç ve dağlardan yoksun dümdüz bir yer olduğu anlaşılmaktadır.

Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
[018.091]  İşte böylece. Ve şüphe yok ki, onun yanında neler olduğunu Biz  ihata etmişizdir.
Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı ihata etmesi demek onun bütün kullarının yaptığından haberdar olması olarak anlayabiliriz. Zülkarneyn'in hükümdar olması demek onun üzerinde bir merciin olmaması demek olduğu, kişi her ne kadar mülk ve güç sahibi olsa dahi onun yaptıklarını gören ve bilen birisinin olduğu ve bu yaptıklarının hesabını verecek bir ilah olduğu hatırlatılmaktadır. Yönetim ve güç elinde olanlara yaptıklarını her an için gören birisinin olduğu haber verilerek şımarmamaları ve müstekbirleşmemeleri mesajı verilmektedir.Allah cc nin kullarını ihata etmesi ile ilgili bir kaç ayet örneği vererek onun kullarının yaptığından haberdar olduğu ile ilgili ayetleri hatırlayalım. 

 [065.012]  Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır, Allah'ın herşeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin herşeyi ihata ettiğini bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.
[003.120]  Eğer size bir iyilik dokunacak olsa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Hiç şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır.
[041.054]  İyi bil ki onlar, Rabb'ine kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki O, herşeyi kuşatmıştır.

Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı haber bakımından kuşatmasını onun bir çok ayette geçen "habir" ismi ile bağını kurup aynı kelimenin kehf suresi içinde geçen Musa ve salih kul kıssası 68. ayet içinde geçmesi ile bir paralellik arz ettiğini düşünmekteyiz şöyle ki; Musa karşılaştığı kişiye yanındaki bilgiden öğrenmek için ona tabi olmak istediğini söylediği zaman o kişi ona , "Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren). " («Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?») şeklinde bir karşılık verdiğini görmekteyiz. Bu iki ayeti birbiri ile bağlayıp düşünecek olursak , haber bakımında ihata edebilmek insanı aşan bir olaydır ve bu şekil bir kapsama sadece Allah cc ye ait bir durumdur.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.092] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).
[018.093] Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
Zülkarneyn'in kıssada anlatılan üçüncü durağı coğrafi konum itibarı ile "iki dağ arası" olarak anlatılan bir yerdir. Burada rastladığı kavim için kullanılan ifade " la yekadune fefkahune kavlen" şeklinde olup, tercümelere "neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim olarak" şeklinde geçmiştir. Bu kavm'in özelliği olarak, dilinin yabancı olması gibi bir yorum yapılmış olmasına rağmen bu cümleyi " daha önce herhangi bir tebliğ ulaşıp kavl'e yani Allah cc nin vahyine muhatap olmayan bir topluluk" şeklinde yorumlayabiliriz Allahu alem. 

Zülkarneyn'in kıssada anlatılan yerler itibari ile, 1- bataklık 2- çöl 3- dağlık bir bölgeye gittiğini görmekteyiz, bu yerlerin farklı coğrafi bölgeler olması Zülkarneyn'in imkanlarının genişliği ve hareket alanının genişliği açısından verilen bir bilgi olarak görülebilir. Mülk ve saltanatın çok geniş bir alana yayılmış olan Zülkarneyn bu imkanı hayır yolunda insanlara harcadığını son uğradığı kavme yaptığı sedden anlamaktayız. 

Nisa s. 78. ayetinde bu cümlenin mesani si  bulunmakta olup oradaki kullanım ile aradaki bağlantıyı kurmak mümkündür.

Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
004.078  Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayetin " Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" şeklindeki cümlenin muhatapları kendilerine "hadis" yani "ahsenel hadis" olarak diğer ayetlerde karşılığını gördüğümüz vahiy ulaştığı halde vahyi kabule yanaşmayanlardır.Zülkarneyn'in muhatap olduğu sözü anlamayan kavim ise ,daha kendilerine söz yani vahiy ulaşmamış kimseler olması şeklinde bir yaklaşım bizce daha makul görülmektedir.

Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki: «Ey Zülkarneyn! Şüphe yok ki, Yecüc ile Mecüc, yerde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapmaklığın için sana bir bedel versek olur mu?»

Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
[018.095] Dedi ki: «Rabbimin bana verdiği imkân, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.»

Zülkarneyn'in geldiği bu yerde bulduğu kavm'in, ondan ye'cüc ve me'cüc 'ün fesadına karşı aralarına bir engel yapmasını istediklerini  görüyoruz. Ye'cüc ve me'cüc ismini kıyamet alametleri ile ilgili rivayetlerde sıkça duymakta olup onların kıyamete yakın çıkacak ve yeryüzünü fesada boğacak olan iki kavim olarak kitaplarda yerini aldığını görmekteyiz. Bunlar hakkında bilgi  birde enbiya suresinde verilmekte olup yaptıkları icraat itibarı ile değerlendirecek olursak yeryüzünün herhangi bir zaman ve mekan biriminde olan fesadçılara verilen bir isim olarak anlamak mümkündür. Bunların kimler olduğundan ziyade yaptıkları işler açısından baktığımızda fesadın kıyamete kadar sürecek olan bir durum olduğu göz önüne alınacak olursa dün , bugün ve yarın yeryüzünün fesada boğan insanlara zulmeden her kişi , kurum, ideoloji vs nin bu isim altında değerlendirilmesi mümkündür.  

Kur'anın elçilerin vazifeleri ile ilgili ayetlere baktığımızda elçilerin hiçbir ücret istemeden muhatapların küfür ile aralarına bir sed çekme şeklinde bir çaba içinde olduklarını görürüz. O kavm in Zülkarneyn den isteği de fesadçı kavim ile aralarına bir sed çekmesi olduğu görülmektedir. Kavim ona yapacağı bu iş için bir ücret teklif eder, ancak o bu işi ücret karşılığı değil diğer elçiler gibi Allah rızası için yapacağını söyler. 

Zülkarneyn'in sed yapmak için koyduğu şart kavm'in ona kuvvet ile yardım etmesidir, buradan anlaşılıyorki yeryüzünde fesada sed çekmek için tek bir kişinin gücü yeterli olmayıp birlik ve beraberlik halinde tek vucüd karşı koymaktır. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
[018.096]  «Bana demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»

Ayette yönetici, insan kuvveti , demir ve bakır olarak 4 unsur gözümüze çarpmaktadır. Zülkarneyn yönetiminde ona yardım eden insanlar demir ve bakır ile ye'cüc ve me'cüc fesadını önlemek için sed yapmaktadırlar. Bu şekil bir yapım evrensel bir örneklik teşkil etmektedir, yeryüzünü fesada boğanlara karşı adil ve güçlü bir hükümdar yönetiminde ona yardım eden insanlar güç sembolu olan metal'den yapılmış araçlarla onlara karşı koymalıdırlar'ki fesatçılar fırsat bulmasın yeryüzünde hak hakim olsun, ama gelgelelim maalesef durum bunun tersi olmakta yeryüzünde fesad istemeyenler içlerinden güçlü bir yönetici çıkarmakta aciz kalınca birleşmeleri mümkün olmamakta ve fesadçıların zulmü altında inlemektedirler. 

Halbuki Allah cc demir ve bakır'ı yani güç sembolu olan metali yeryüzünde mülk verdiği iki kuluna davud ve süleyman'ın emrine verdiğini  beyan etmesine rağmen zaman içinde bu güç mü'minlerin basiretsizliği sayesinde zalimlerin elinde bir güç olmuştur. 

 [034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
[034.010]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık.
[021.080]  Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? 


Davud ve Süleyman as a böyle bir üstünlük verilmesi bunların daha önce bilinmeyip ilk defa onlar tarafından yapılmış icadlar olmayıp bu madenleri kullanarak hakimiyet sağladıklarının anlaşılması gerekir . Allah cc sünneti gereği çalışmayıp yatan kimseye gökten demir indirmediği gibi bunları kullanmasını bilen kim olursa olsun müslüman olmasalar dahi, bugün dünya yüzünde çok acı örneklerini gördüğümüz üzere gücü onların emrine müsahhar kılacaktır. 

  [057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Hadid s. 25. çok açık bir biçimde yeryüzünde adaletin tesisi için kitap-mizan-demir üçlüsünün birlikte hareket etmesi şeklinde bir sünnet koyduğunu ancak kitap ve mizan'dan beri olarak kullanılan demir'in fesadçıların elinde nasıl bir güce dönüştüğüne şahid olmaktayız.
 

Zülkarneyn kıssası bu üç unsurun yani kitab-mizan ve demir'in adaletli ve hakkı gözeten insanlar elinde nasıl bir netice doğuracağını anlatan bir kıssa olup, bu şekil bir güçle yapılan seddin yani fesada engel olmanın ne zaman kadar dayanacağı 97 ve 98. ayette anlatılmaktadır.

Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
[018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
[018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»


Adil bir yöneticinin emrinde olan insanların güç sembolu olan metali kullanarak fesadçılara karşı yaptıkları sed Allah cc nin sünneti gereği kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Tefsirlere baktığımız zaman , "kıssa içinde dönüp dolaşmak" dediğimiz metod yine bu kıssada iş başında görülmekte ve bu seddin nerede olduğu konusunda yorumlar üretilmektedir. Seddin nerede olduğu önemli olmayıp sed yapımı ile verilmek istenen mesajın ne olduğu konusunda fikir yürütülmesi gerekirken maalesef mesaj ıskalanmış ve gereksiz bilgiler tefsirleri doldurmuştur. 

98. ayette "bu rabbimin rahmetidir" şeklindeki ifade Zülkarneyn'in bu işi rabbinin adı ile yaptığı ve işinde onu unutmadığı görülmekte , başarıyı kendine mal etmemektedir. Vaad edilen güne kadar zalimlere karşı gerekleri yerine getirilerek yapılan sedleri hiçbir zalim kavmin aşmaya gücünün yetmeyceği rabbimizin bize vaadidir , VAADİNE SADIK OLAN ONDAN BAŞKA KİMDİR?.

Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099] Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.

Fesadçıların bu fesadlarını kıyamete kadar devam ettireceklerini bildiren 99. ayet ve sonrası fesadçıların yaptıklarının hesaplarını vermeleri ile ilgili ayetler ile devam etmekte ancak yazının hacmini büyültmemek için kıssa ile ilgili ayetleri burada bitirmek istiyoruz. 


Sonuç olarak; Zülkarneyn kıssası diğer kur'an kıssaları gibi mesajı ne olduğu sorusu sorularak okunmuş bir kıssa olmayıp yaşandığı zaman ve mekana hapsedilmiş kıssalardan olarak tefsir kitaplarında yerini almıştır. Kur'an kıssalarının mesaj içerikli olarak okunduğu zaman bu kıssa bir çok mesaj taşımakta olup yazıyı yazanın anlamaktan aciz kaldığı mesajlarında olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır, yazıyı yazan kişi anladıklarını yazmakta olup anlayış eksikliği her zaman mümkündür. Zülkarneyn kıssası bizlere, yeryüzünde mülk ve hükümranlık verilen bir kişinin bu gücü nasıl kullanması gerektiği mesajını veren bir kıssa olup , ye'cüc ve me'cüc ismi ile ifade edilen evrensel müstekbirlerin nasıl alt edileceğini yaşanmış örneklik olarak bizlere göstermektedir. Böyle bir insanın yönetiminde güç ve kuvvet sembolu olan metali kullanarak fesadı önlemeye çalışanlar Allah cc nin vaadi olarak kıyamete kadar başarılı olacaklardır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hadisleri Eleştiri Ahlakımız Üzerine Bir Öz Eleştiri

Bu yazımızın konusu, kendisini "Kur'an Müslümanı " olarak vasıflandıran insanların kur'an dışı müktesebatı eleştiri konusundaki eksiklikleri bir öz eleştiri mahiyetinde örnek eşliğinde sunmaya çalışmak olacaktır. "Kur'an Müslümanı" şeklindeki bir terkibi her ne kadar benimsemesem dahi bu şekilde bir terkiple kendisini vasıflandıranlar olduğu için kullanmakta olduğumu hatırlatarak neden benimsemediğimizi kısaca izah etmek isteriz. 

Allah cc bizlere Fussilet s. 33. ayetinde layık gördüğü isim olan "Ben Müslimindenim" diyenlerin en güzel sözü söylediklerini hatırlayarak, Müslüman isminin ne önüne ne arkasına herhangi bir isim takmamızın gereği olmadığını, Müslümanım demenin Rabbinin kitabını en doğru şekilde anlayıp hayatına aktarmak demek olduğunu her kişinin bilmesi gerekmektedir, başkalarının "Bilmemne Müslümanı" olarak kendilerini vasıflandırmaları, onlara karşı bizlerin ismimizin önüne Kur'an koymamızı gerektirmez, "Ben Müslümanım" diyen birinin Kur'anı başucu kitabı yapması boynunun borcu olup , yapmayanlar hesabını verecektir. 

Gelelim yazımızın konusu olan eleştiri ahlakı üzerindeki öz eleştirimize; geleneksel İslam algısında hadislerin kur'anın önüne geçirilerek kur'anın arkaya atıldığı bir gerçektir. Bu konuyu fark eden Müslümanlar hadisler konusunda geleneğin düşüncesinden farklı olarak bunların yerinin kur'anın önünde asla olmayacağını haklı olarak dile getirmektedirler. Ancak ifrat ve tefrit her konuda başımız ağrıttığı gibi hadisler konusunda da başımızı ağrıtmakta olup geleneğin yanlış algısına karşı olarak "hepsini atalım" sloganları yükselmektedir.

Yazımızın konusu hadis ve sünnet merkezli olmadığı için kendisini kur'an müslüman olarak vasıflayanların bu konudaki eleştirilerinin ilmi temellerden yoksun olarak yapılması doğru düşünceyi savunmak adına yanlış örnekler vermeye sebeb olduğuna şahid olmaktayız. Eleştiri ahlakının temelinde, eleştirdiğimiz şeyin esas kaynağına inerek doğru bir metin üzerinden yapılması gerekli olup yapılmış olan tercümelerin doğru olup olmadığı önce kontrol edilmeli sonra eleştiriye tabi tutulmalıdır. 

İlmi derinlikten uzak olarak yanlı bir bakış ile eleştirilen, veya bir başkasının verdiği kaynak ile yetinerek yapılan bir eleştiri çalışması aşağıda vereceğimiz hadis eleştirisi örneğinde görüleceği üzere haksız ve yanlış bir eleştiri olacaktır. Öncelikle şunuda hatırlatmak yerinde olacaktır yazı konusu hadis müdafaası olmayıp , hadisleri eleştirme ahlakı üzerindedir. 

“Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1


Bu rivayet bir çok sitede uydurulmuş bir rivayet olarak bu şekilde karşımıza çıkmaktadır , ancak bu hadisin buharideki arapça metnine baktığımızda "peygamberlere kimliğini kanıtlamak" şeklinde tercüme edilmeye müsait bir ibare yoktur. Bu hadisin buharideki yeri kitabuttefsir' de olup, kalem s. tefsiri bölümü 2. babı olan "yevme yukşefu an saqin" başlığı ile kalem s. 42. ayetinin tefsiri ile ilgili bir ayet ile ilgili 4919 no lu hadis olup arapça metni şöyledir.  


٤٩١٩- حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ خَالِدِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي هِلَالٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَكْشِفُ رَبُّنَا عَنْ سَاقِهِ فَيَسْجُدُ لَهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ وَمُؤْمِنَةٍ فَيَبْقَى كُلُّ مَنْ كَانَ يَسْجُدُ فِي الدُّنْيَا رِيَاءً وَسُمْعَةً فَيَذْهَبُ لِيَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا وَاحِدًا
.
  Hadisin tercümesi şöyledir.



"(Kıyamet günü) Rabbimiz inciğini açar. Her mümin erkek ve kadın O’na secde eder. Yalnız dünyâda insanlara gösteriş olsun ve halka işittir­mek için secde eden Allah Azze ve Celle’ye secde edemez. Bu kimse secde etmek için gider. Ancak onun sırtı tek bir tabakaya döner."

Arapça metni ve tercümesi bu şekilde rivayetin kalem suresi 42. ayeti ile ilgili bir tefsiri olarak buharide yer aldığını hatırlatarak, hadisin metninde bulunan "yukşefu rabbüna an saqıhi" kelimesi "rabbimiz inciğini açar" şeklinde tercüme edilmiş olup bazı sitelerde gördüğümüz şekli olan  “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir şeklindeki tercüme ile alakası yoktur, öncelikle ifade edelimki bu şekil bir tercüme üzerinden bir hadisi eleştirmek ilmi ahlaka uygun değildir.


 Şimdi hadisin tefsiri olan kalem suresi 42. ayetine bakalım. 

Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

Hadis ile ayetteki ortak lafıza baktığımız zaman "yukşefu an saqin" cümlesidir, bu cümlenin meallerine baktığımız zaman "O gün, işler güçleşir" - "gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya konulup iş büyümeye başladığı" gibi mealleri görmekteyiz . "Yukşefu an saqin" ibaresi işlerin kızışması ayağın ayağa dolanması gibi kişinin başının dara düştüğü bir anı anlatmak için kullanılan bir deyim olup kalem suresindede bu deyim üzerinden bir anlatım yapılmaktadır. Hadisteki " rabbimiz inciği açar" demek haşa ona baldır gibi bir cisimleştirme isnad etmek anlamına gelmeyip bu şekil bir anlayış doğru değildir.

Hadiste de Allah cc nin baldırını açması gibi bir ifade  olmayıp "gerçeklerin ortaya çıkması" veya" işlerin güçleşmesi" gibi tercüme edilmeye müsait bir ibare mevcut olup kalem s. 42. ayeti ile bir uygunluk arzetmektedir. Hadis adı altında gelen sözlerin doğruluğunun kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman kur'an müslümanı olma iddiasında olanların kur'andan en fazla haberdar olma gereği olarak bu hadisin sahih olabileceği ihtimalini arkaya atmamaları gerekirken, yalan yanlış  tercümeleri baz alarak uydurma hadis olarak bu rivayeti bayraklaştırmaları yanlışın ötesinde ilmi ahlakla bağdaştıramadığımız bir durumdur. 

Bir hadisin kur'anla uyuşup uyuşmadığını tahlil edebilmek kur'an geneline hakimiyet isteyen bir  konudur. kalem s. 42. ayeti arapların o günkü kullandığı bir deyim üzerinden onların kıyamet günü düşeceği hali tasvir etmekte olup buharide mevcut olan rivayette o durumu tasvir eden sözlerle ifade edilen bir rivayettir. 

Sonuç olarak; Kur'anı öncelleyen Müslüman olma iddiasında olarak yapacağımız bir eleştirinin ilmi temelden yoksun olarak yapıldığının bir örneğini verdiğimiz Buhari deki Kalem s. 42. ayeti tefsiri ile ilgili bir rivayet kesinlikle uydurmadır şeklinde bir damga yemeye müsait olmayan, aksine sahih olma ihtimali yüksek olan ve ilgili ayetle uyuşan bir rivayettir. Bir metni eleştirirken o metnin kaynağına inerek yapılması gerekirken , sağdan soldan duyumlarla ilmi temelden yoksun bir eleştiri bizleri maalesef gülünç bir duruma düşürebileceğini unutmadan önce kur'ana hakim olup sonra kur'an ile uyuşmadığını düşündüğümüz rivayetleri nasıl uyuşmadığını gerekçesi ile ifade etmemiz ilmi ahlakın bir gereğidir. Körü körüne yapılan hadis düşmanlığı kimseye fayda getirmeyeceği gibi hadisleri kur'anın önüne geçirme durumunda olanların  yanlışlarını bu şekil yanlış metotlarla onlara anlatmamız güçleşecektir. Doğru olduğunu düşündüğümüz yol büsbütün silip atmak değil , eldeki mevcut olan birikimi kur'an ile sağlamasını yapmak olmalıdır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

16 Mayıs 2014 Cuma

Bahçe Sahibi Kıssası (Kehf s. Örneği)

Kur'an kıssa yollu anlatım ile mesajını muhataplarının anlamasını kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Kıssalar aynı zamanda vahyin evrensel mesajının kabulu ve reddi noktasında yaşanmışlıkların bir örneği olarak sonrakilere bir mesaj vermektedir. Bahçe sahipleri adı altında kehf ve kalem surelerinde anlatılan iki kıssanın ortak özellikleri mülk sahibi olanların bu mülkleri kendilerine bahşeden rablerini unutup hevaları doğrultusunda bu bahçelerin nimetlerini kullanmak noktasında olup bahçelerinin akıbetleri ile dünyada ahireti düşünmeden çalışıp çabalayanların sonlarının nasıl olacağının canlı bir göstergesidir.  

Bahçe sahipleri kıssası, tarihin belli bir zamanı veya mekanı içinde yaşanmış bir kıssadan daha ziyade, her an yaşanan bir kıssa olması itibari ile dikkat çekicidir. İlk insandan kıyamete kadar varlık sahiplerinin ,bu varlıklarını infak etme konusundaki cimrilikleri veya onları bu serveti vereni inkar etmeleri sürmekte ve sürecek olup bu kıssa her an yaşanmaktadır. Yazımızın konusu kehf suresinde anlatılan bu kıssanın ayetleri ile ilgili olacağı için kalem suresindeki  bahçe sahiplerini başka bir yazımızda konu etmeye çalışacağız.  

[018.032]  Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki üzüm cenneti verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
[018.033]  Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
[018.034] Başka geliri de vardı; bu yüzden bu adam arkadaşıyla konuşurken: «Ben senden malca daha zengin, taraftarca daha güçlüyüm.» dedi.

Kıssa iki adam'ın misali ile başlamakta olup birisinin, nuzül dönemi muhatabının hayal edebileceği  en donanımlı bir bahçeye sahip kılındığı anlatılmaktadır. Bu kişi sahip olduğu ile övünüp karşısındaki kişiyi aşağılamaktadır. Bu insan tipi her devirde mevcut olup bu mal ile kendisini kaf dağında belleyip kendinden aşağıdakileri hor ve hakir görmektedirler (karun örneği). Mekkede nazil olan surelere baktığımızda mal ve evlat sahibi olanların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları çokça konu edilmektedir. Servet sahibi olan muhatapların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları kendilerinden önce servet sahiplerinin başlarına gelenler hatırlatılarak bir nevi ayaklarını denk almaları tembihlenmektedir.  

Kıssada anahtar kelime olarak okuyacağımız kelime "cennet" tir. Adem kıssasını hatırlayacak olursak , Allah cc Adem'i yarattıktan sonra onuda cennete yerleştirmiş ve ona bir takım nehiyler getirmiştir. Adem bu nehyi çiğnediği için cennet'ten çıkarılmış olup cennet motifi üzerinden aynı şekil bir anlatım buradada karşımıza çıkmaktadır. Allah bir adama servet vererek Adem gibi cennete yerleştirmekte fakat o cennetin daim olması için ona bir takım yükümlülükler getirmektedir , fakat bir çok insan bu cennetin kıymetini bilmemekte ve Adem gibi cennetten çıkarılmaktadır.

[018.035]  Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun hiç yok olacağını sanmam.» dedi.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.» dedi.

Mal ve evlat sahibi olan kişi bu servet ve gücüne güvenerek bahçesine girer ve bu kişi müşrik ve ahireti inkar etmektedir. Ahireti inkar etme özelliği mekkeli muhataplarında bir özelliği olup kıssada anlatılan kişi ile aynı  özellikleri taşımaktadırlar. Bu özellikler, yani mal ve evlat ile övünüp ahiret yokmuş gibi yaşamak evrensel müstekbirlerdede mevcuttur.

[018.037] Arkadaşı ona, onunla muhâverede bulunarak dedi ki: «Seni topraktan, sonra bir nutfeden yaratan, sonra da seni bir erkek olarak tesviye edeni inkar eder mi oldun?»
[018.038]  «Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.»
[018.039]  Cennetine girdiğin zaman her ne kadar mal ve nüfuz bakımından beni kendinden daha az buluyorsan da; maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur, demen lazım değil miydi?
[018.040]  «Belki Rabbim senin cennetinden  daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.»
[018.041]  Yahûd suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulunamazsın

Kıssa aslında sadece bahçe sahibi kıssası değildir, "iki adamı misal ver" denilerek başlayan kıssada diğer adamın rolü tebliğci bir mü'min olarak yukardaki ayetlerde görülmektedir. İnsanlık tarihi boyunca , Allah cc nin gönderdiği tüm elçiler ve o elçilere iman eden mü'minler rablerine karşı gelenlere bu karşı gelmenin akıbetini anlatmışlar ve anlatmaya devam edeceklerdir. Dikkatimizi çeken bir tarafın şu olması gerektiğini düşünmekteyiz ; kıssadaki iki arkadaşın biri mü'min diğeri ise müşriktir, bu iki arkadaştan mü'min olanı diğeri ile olan hukukunu tamamen kesmemiş , müşrik arkadaşına gerekli olan tebliği yapmaktadır, olayın bu tarafı bile bizler açısından bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir,bizler mü'min olma vasfının gereği olarak hakkı ve sabrı her kişiye her ortamda doğru bir dil ile tebliğ etmeliyizki karşımızdakinin akletmesini sağlayabilelim eğer o kişiye yanlış bir uslup ile yaklaşıp tekfirci bir mantık ile onun uzaklaşmasını sağlayacak olursak bu bizim için bir vebal olacaktır.  

 [018.042]  Ve meyvesini (servetini) helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O (bağ) ise çardakları üzerine çökmüş idi ve diyordu ki: «Ne olurdu ben Rabbime bir ferdi şerik koşmamış olsaydım!» 
 [018.043]  Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.

Bahçe sahibinin serveti , kendisini inkar ettiği rabbi tarafından helak edilmiş ve bu helak sonucunda bahçe sahibi pişmanlığını dile getirmektedir. Bu olayı mesaj içerikli olarak okuyacak olursak şöyle bir mesaj okuyabiliriz; Allah cc bir çok ayetinde dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olanın ahiret yurdu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. Dünya hayatını bir tarla olarak düşünecek olursak, kişi ahireti düşünmeden bu tarlayı sadece geçici dünya heveslerini tatmin etmek amacı ile ekip sürer ve bu tarlanın ürünü ahirette bahçe sahibi örneğinde olduğu gibi ürüne ihtiyacı olduğu bir zamanda helak edilme şeklinde karşılığını görür. 43. ayetin mesajı çok çarpıcıdır, kişi Allaha karşı koymak için yine kişiye onun verdiği mal ve evlatları koz olarak kullanmasına rağmen bunlar kişiye hiçbir fayda sağlamamıştır. 

[018.044] İşte burda (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.
[018.045]  Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
[018.046] Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, amel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.

Son üç ayet , kıssanın tefsiri olarak anlaşılabilecek ayetlerdir. Kişiye herhangi bir sıkıntı geldiği zaman yardım mercii ona şirk koşulan mal ve evlatlar olmayıp, bir ve yegane rab olan Allah cc nin dir. Dünya hayatında kişilerin sahip oldukları onun süsü olarak anlatılıp esas olanın ahiret yurdu olduğu yine bir çok ayette hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın kıssa yollu anlatım metodu içinde anlatılan servet ve evlat sahiplerinin bu servetlerinin kendilerini Allah cc den emin kılmadığı her zaman her yerde gücün onun elinde olduğu bizlere hatırlatılmaktadır. Kulların kendilerine verilen bu serveti doğru olarak kullanmaları gerektiği eğer bunun tersi bir icraatta bulunacak olurlarsa , Allaha karşı güvendiklerinin ne hale geleceği canlı bir örnek olarak gösterilmektedir. Kişilere verilen servet ve evlatların kişiyi bunları verene daha çok yaklaştırması gerekirken onu verene karşı efelenmesi onun helakını getireceği çok açık olarak anlatılmakta olup bu durum karun örneğindede gözler önüne serilmektedir.


                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Mayıs 2014 Pazar

Allah c.c nin Çamurdan Beşeri ve İsa a.s ın Çamurdan Kuş'u

Yazımıza başlık olarak koyduğumuz, Allah cc nin çamurdan Adem'i yaratması ile , İsa as ın Allah cc nin izni ile çamurdan kuş yaparak ona hayat vermesinin , Kur'anın mesani yani ikişerli anlatım üslubu veya paralel anlatım üslubu diyebileceğimiz bir anlatım üslubunu takib ederek anlamamızı kolaylaştıracağını düşünmekteyiz. İsa as ın çamurdan kuş yapması ile ilgili ayetlerin, ölü birisinin Allah cc den başkası tarafından diriltilemeyeceği düşüncesi üzerinden hareketle mecaz olarak anlaşılması gerektiği şeklinde bir takım yaklaşımların olduğu malumdur, Kur'an ın mesani anlatım üslubunu takip ederek yapılan bir anlama çalışması bizlere konu hakkında doğru bir yaklaşım sergileme imkanı doğuracağı düşüncesi ile, bu çalışmanın bir örneğini yapmaya gayret edeceğiz. 

Öncelikle "Tin" ( çamur) kelimesinin kullanılarak insanın yaratılışını anlatan ayetleri görelim. 

[006.002]  O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
[007.012]  (Allah buyurdu): Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
[023.012]  Şanım hakkı için biz insanı çamurdan, bir sülâleden yarattık.
[032.007]  O ki yarattığı her şey'i güzel yarattı ve insanı yaratmağa bir çamurdan başladı.
[037.011]  İmdi onlara soruver. Onlar mı yaradılışca daha kuvvetli, yoksa Bizim (sair) yaratmış olduklarımız mı? Şüphe yok ki, Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
[038.071] Bir vakit Rabbin meleklere: «Ben,» dedi, «çamurdan bir beşer yaratacağım.»
[038.076]  (İblis) dedi ki: «Ben ondan hayırlıyım; beni bir ateşten yarattın, onu ise bir çamurdan yarattın.»
017.061]  Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.

Allah cc yaratmış olduğu insanın, ilk yaratılış aşamasını yukarıdaki ayetlerden başka ayetlerde'de anlatmaktadır , konumuz insanın yaratılışı ile ilgili olmadığı için "tin" kelimesinin kullanıldığı İsa as kıssasındaki ayetler ile bağını kurup çamurdan kuşun nasıl bir mesaj ihtiva ettiğini anlamaya çalışacağız. 

Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, Allah cc, adına Adem dediği ilk insanı çamurdan yaratmış ve ona hayat vermiştir. Allah cc insanın yaratılış hamurunu ve aşamalarını anlatırken biyolojik veya anatomik bir bilgiden ziyade kudretine dikkat çekmiştir. 

Kur'an ayetlerinde şahit olduğumuz şeylerden birisi , Rabbimizin iddia sadedinde bizlere bildirdiği yeniden diriliş , kullarını işitmesi veya görmesi ile ayetlerdeki iddianın ispatı diyebileceğimiz bazı ayetlerdir şöyle ki;

Kur'anda bir çok ayet ölümden sonra yeniden dirilerek, dünya hayatında yapmış olduğumuz amellerin karşılığının ödeneceğini haber verir , bizler bu habere sadece Allah cc ye iman etmiş olmuş kulları olarak onun sözüne güvenerek inanıyoruz, ancak Rabbimiz engin rahmeti ile bizlere kitabında ölümden sonra diriliş haberinin gerçek olduğunu bakara 259 . 260 ayetlerinde veya Bakara kıssası olarak bildiğimiz Musa as kıssası içinde veya ashabı Kehf'in 309 yıl uyutularak diriltildiğini (uyandırıldığı değil) veya İsa as kıssasında ölüleri Allah cc nin izni ile dirilttiği ayetler üzerinden o günkü yaşayan insanların gözlerinin gördüğü bizlere de kur'an ile haber verilerek bizimde iman ettiğimiz açık görsel ispatlar sunulmuştur.

Yine bir çok ayette Rabbimiz "semi" (işiten) "basir" (gören) olduğunu haber vermektedir, Rabbimizin bu iddiasının yani işiten ve gören olmasının ispatı sadedinde bir çok ayet görmekteyiz. 

Rabbimiz elçileri üzerinden kendi kudretini bizlere göstermek için "mucize" olarak adlandırılan görsel ayetleri yine kur'anda haber vermektedir. İsa as kıssası içinde bu tür görsel ayet haberleri de mevcuttur. 


 
[005.110] Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
 [003.049]  O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir ayet getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.

Yukarıdaki ayet meallerinde İsa as ın çamurdan kuş yapıp ona üflemesi sonucunda çamurdan yapılan kuş'un gerçek bir kuş olduğu haber verilmektedir. Bu olay modernist düşünceler ışığında kur'anı anlama iddiasında bazı kişiler tarafından gerçek olarak değilde mecaz olarak anlaşılması gerektiği şeklinde yoruma tabi tutulmaktadır. Kur'anda mecazi anlatımı ret etmemekle beraber, aklımıza uymayan her anlatımı mecaz olarak görmek doğru değildir. Bu olayı Kur'anın mesani özelliğini dikkate alarak okuduğumuz takdirde İsa as ın üzerinden Allah cc nin insanı yaratma kudretinin gören gözlere hitaben canlı bir ayeti olarak gösterilmekte olduğunu görürüz.

Konuyu Kur'an ışığında anlamayı kolaylaştıracak kelimelerden biriside "nefaha" (üflemek) kelimesidir. Tin (çamur) kelimesi ile ifade edilen insanın yaratılışını birde bu kelimenin geçtiği ayetleri okuyarak görelim.

 
[032.007-9]  O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir.Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz!
 [015.028-9]  Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın» demişti.
 [038.071-72]  Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.Onu biçimlendirip ona ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secde edin.

Önceki ayetler ile birleştirip okuyacak olursak, rabbimiz insanı çamurdan yaratmış ve ona ruhundan üfleyerek ona hayatiyet kazandırmıştır. Bu olayı mecaz olarak anlamayi sanırım kimse düşünmez, gelelim bu ayetleri düşünerek İsa as ın çamurdan kuş yapıp ona üflemesi sonucunda ortaya çıkan durumun mecazmı yoksa gerçekmi olduğuna , konu ile ilgili ayetleri mesani yani paralel bir biçimde okuduğumuzda doğru bir anlayışın ortaya çıkacağını düşünmekteyiz.  

Ayetlerde Allah cc nin Adem'i çamurdan (tin) yarattığı ve ona ruhundan üfleyerek (nefeha) hayatiyet kazandırdığını görmekteyiz. Bu olay onun kudretine delalet eden ayetlerden birisi olduğu malumdur. Bu olay İsa as ın kavmi olan israiloğullarına, hem onun elçiliğinin bir belgesi olarak hem kendisinin yaratıcı kudretinin bir belgesi olarak sunulmuştur. İsa as çamurdan (tin) kuş yapıp ona üfleyerek (nefeha) Allah cc nin izni ile,  o Ademe nasıl hayatiyet kazandırdı ise onun elçisi olan İsa as, çamurdan insan yapıp ona hayat kazandıran Allah cc nin bu kudretini insanlara onun izni ile çamurdan yaptığı kuşa üfleyip ona hayatiyet kazandırarak göstermiştir.

 Sonuç olarak; mesani yani ikişerli bir anlatım özelliği olan kitabın bazı ayetlerinin anlaşılmasında yardımcı  rol oynadığını düşündüğümüz bu anlatım metodu ile İsa as ın yaptığı kuş ile verilmek istenen mesajın ne olduğunu anlamaya çalıştık ve şunu gördük; 

Allah cc çamurdan yaratıp ona ruhundan üflediği insanı yaratmadaki gücünü, gören gözlere göstermek için kulu ve elçisi olan İsa a böyle bir ayet vererek kavmi olan israiloğulllarına görsel bir belge olarak sunmuştur ancak kavmi buna iman etmemiş ve sihir olduğunu iddia etmiştir. Sihir olduğunun iddia edilmesi bile bu olayın göz ile şahid olunan bir durum olduğunu anlamaya yettiği düşünülecek olursa bu olayın mecaz olduğunu iddia etmenin hatalı bir yorum olduğu çok açıktır. Dün çamurdan bir kuş suretinin canlandığını gören gözler ona sihir derken, maalesef bugün aynı olayı anlatan ayetleri okuyanlar ona mecaz demekten geri durmamaktadırlar. 

Kur'an doğru anlamak için kiralık metodlara gerek olmadığı , yine kur'an içinden çıkarılan metod ile bu kitabı anlamanın en doğru yol olduğu Adem as ın yaratılması ile bağ kurularak, İsa as ın yaptığın kuşun mecaz olarak değil hakiki olarak canlandığı anlaşılmaktadır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Saff Suresi Ayetleri Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Saff suresi medinede nazil olan surelerden olup 14 ayetlik bir suredir, bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir teffekkür çalışması yapmaya çalışacağız . 

 [061.001] Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih etmiştir. O üstündür, hikmet sahibidir.

Sure 57 ve 59. surelerdeki başlangıç ayetiyle başlamakta olup, ortak özelliği "sebbeha" kelimesi ile ifade edilen yerde ve gökte ne varsa yani, Allah cc nin haricinde ne varsa onu tesbih ettiği haberi verilmektedir , bu kelime üzerinde biraz tefekür edelim inş. 

Sebbeha, se-be-ha kelimesinden türemiş bir kelime olup sözlükte "su veya havada süratle geçip gitmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Varlıkların yüzmesi demek, bütün varlıkların kendileri için konulmuş olan bir hareket ölçüsü içinde olması demek olup, bunun dışına çıkmaları diye bir durumun sözkonusu olmadığıdır. Kur'anda bir çok ayette geçen bu kelimenin türevleri ile ilgili olarak verilmek istenen mesaj hakkında şunları söyleyebiliriz. 

Bu surenin veya diğer surelerin ilk ayetlerinin " yerde ve gökte ne varsa Allahı tesbih eder" şeklinde başlaması, yegane ilahımız ve rabbımız olan Allah cc nin gücünün ve azametinin bir hatırlatması ve bizlerinde bu şekil onu tesbih etmemiz gerektiği, eğer onu gereği gibi tesbih etmez isek onun bizim tesbihimize ihtiyacı olmadığı ve ihtiyaç sahibi olanın bizler olduğudur. Bu konu ile ilgili olarak bir kaç ayet meali vererek 1. ayetin mesajının kur'an ayetleri ile anlatılmasını görelim. 

[055.005-8] Güneş ve Ay hesap iledir;Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
[024.041]  Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.

Güneş,ay,bitki,ağaç ve kuşların tesbihi onlar için konulmuş olan ölçünün dışına taşmamaları misalen , güneş " binlerce yıldır aynı yerden doğup batıyorum biraz değişiklik olsun" veya kuşlar " ömrümüz havada'mı geçecek biraz yerde hayat sürelim" gibi bir değişikliğe gitmelerinin mümkün olmadığı her şeyin üzerinde yegane hakim olanın kendisi olduğunu bizlere hatırlatarak, bizlerinde onlar gibi emre itaat ederek tesbih dairesinin dışına çıkmamamız hatırlatılmaktadır. 

[004.170]  Ey İnsanlar! Peygamber Rabbiniz'den size gerçekle geldi, inanın, bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir. Hakim'dir.
[014.008]  Musa: «Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz nankörlük etseniz, Allah yine de müstağni ve övülmeğe layık olandır» demişti.
[039.007]  Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.
Örnek olarak vermiş olduğumuz ayet meallerinde, Allah cc nin müstağni olduğu ve fakir olanın bizler olduğu hatırlatılarak bizim ona ihtiyaç duyduğumuz , eğer onu inkar edersek ona bir zarar veremeyeceğimiz aksine zarar gören bizler olacağı beyan edilmektedir. 


[061.002]  Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
[061.003]  Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır.
[061.004]  Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever.

2-3-4. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuzda , Allah katında büyük öfkeye sebeb olan söz veripte yapmadığımız şeyin ne olduğu görülmektedir. Kur'anı doğru olarak anlamak için, ayetlerin nuzül dönemi içinde hitap ettiği topluma olan mesajını , sonra o mesajın sonraki gelenler için bağlayıcılığı üzerinde düşünmek gerekmektedir.   

Surenin medine'de nazil olduğu hatırlanacak olursa,medine'de inen ayetlerin karakteristik özelliğinin ehli kitap ve münafıkların müslümanlara karşı olan tutumları ile ilgili olan ayetler büyük bir yekun tutmaktadır. Kur'anın bir çok ayeti, iman iddiasında bulunanların bu imanlarını sadece sözle değil mal ve can ile ortaya koymalarını gerektiğini hatırlatmaktadır. 

[029.002-3]  Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi sandılar.Andolsun ki; Biz, onlardan öncekileri de denedik. Allah; elbette doğruları bilir ve elbette yalancıları da bilir.
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
[033.023]  İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.
[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[047.031]  And olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.

Bu ve benzeri ayetler, iman iddiasında bulunanların imanlarının ne derece samimi olduğunun ortaya çıkarılması amacıyla denemeye tabi tutulacaklarını haber vermekte olup saff s. 2-3-4. ayetleri bu arka plan dahilinde okumak gerekmektedir. Bilindiği üzere medinede müslüman olan bir kişi biat dediğimiz bir söz vermekte olup bu biat ile kendilerini bağlamaktadırlar. 

 [048.010]  Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 
 [048.018]  Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.
 
[060.012] Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana beyat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.
  
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere medinede alınan bu biat kişiyi bağlayan ve bozulması neticesinde kişinin zararına olacak durumlara yol açan bir anlaşmadır. Şimdi saff s. 2-3-4 ayetlerini bu örnek ayet mealleri çerçevesinde tefekkür etmeye çalışalım. 


Medine'de müslüman olduğunu iddia eden ve kendini biat ile bağlayanların bu sözlerine sadık kalmaları gerektiği hatırlatılmakta olup,biatın bozulması neticesinin Allah katında büyük bir gazaba neden olacağı hatırlatılmaktadır. Acaba böyle bir hatırlatmaya sebeb olan olay ne olabilir? dersek bunu yine kur'an bütünlüğünü gözeterek yaptığımız bir okumada öğrenmemiz mümkündür. 



[047.020]  İman edenler: «Bir sure indirilseydi?» diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.
[002.216] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
[004.077] Kendilerine, «Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin» denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?» derler. Onlara de ki: «Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.»



Her ne kadar müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan bu sözünü özellikle can ve mal ile denemeye tabi tutulduğunda unutur ve ölüm korkusu kişiyi verdiği sözden caymaya teşvik edebilir. Bu arka plan ayetler kur'anın medinede inen ayetlerinde çok görülmekte olup verilen sözün çocuk oyuncağı olmadığı, istediği zaman dönebilmek gibi bir seçenekleri olmadığı, iddia sahibinin bu iddiasını ispatlamak gibi bir zorunluluğunun olduğu ayetlerde hatırlatılmaktadır. 

Bu ayetlerden bizlere düşen mesaja gelince; yaşadığımız hayatın herhangi bir anında bizler eğer iman iddasında bulunuyor isek ve bu imanın can ve mal ile ispatlanması gerekiyorsa hiç tereddüt etmeden bu görevi yerine getirmemiz gerekmekte olup yan çizmek gibi bir lüksümüzün asla olmadığı bizlerede hatırlatılmakta olup, bu şekil bir yan çizmenin gazaba neden olacağı bizlerede hatırlatılmaktadır.

[061.005] Ve bir vakit ki, Mûsa kavmine dedi ki: «Ey kavmim! Ne için bana eziyet veriyorsunuz? Ve halbuki, benim sizin için bir Allah resûIü olduğumu şüphe yok ki, bilirsiniz.» Vaktâ ki, onlar (Hak'tan) döndüler. Allah Teâlâ da, onların kalplerini döndürdü ve Allah fâsıklar olan kavme hidâyet etmez.

Saff s. 5. ayetinde , Musa as kavmi olan israiloğulları'nın ona eziyet ettiği hatırlatılmaktadır, böyle bir hatırlatmaya acaba neden gerek duyuldu dersek, önceki 2-3-4. ayetler ile bir bağı olduğu görülecektir ve yine özellikle münafıklar olarak toplumda yerini bulan insanların müslümanlara ve Muhammed as a karşı olan tutumları hatırlanacak olursa ve bu münafıkların genelde yahudilerden olduğu hatırlanacak olursa ayeti anlamak kolaylaşacaktır.

İsrailoğullarının Musa as a olan eziyetleri onun kıssasının anlatıldığı ayetlerde hatırlanacaktır. Kendilerine soykırım uygulayan firavun zulmunden kurtarılıp denizin öte yakasına geçer geçmez puta tapan bir kavim görüp aynı puttan Musa as dan istemişler, tura 40 günlüğüne çıktığı zaman samiri onların bu isteklerini yerine getirmiş , Allah cc nin onlara ikram ettiği yiyeceklerden bıkarak daha değişik şeyler istemişler ve Musa as ı onlara ihtiyacı olduğu anda "sen ve rabbin gidin savaşın" diyerek onu yalnız bırakmışlardır. İsrailoğullarının bu tür ve diğer eziyetleri kur'an ayetlerinde teferruatlı bir biçimde anlatılarak bizlerinde o tür bir eziyet verme girişiminden uzak durmamız öğütlenmiştir. 
 
[033.048]  İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
 
[033.057] Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.
[033.069] Ey iman edenler, sizler o Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın! Eziyet ettiler de Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzlü (itibar sahibi) idi.
[009.061]  Onlardan kimileri de; o, her şeye kulak kesiliyor, diyerek peygambere eziyyet ederler. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'minlere inanır. Ve aranızda iman etmiş olanlara rahmettir. Allah'ın Rasulüne eziyyet verenler için elem verici bir azab vardır.
[006.034] Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.
[003.186]  Çaresiz, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve kesinlikle gerek sizden önce kitap verilenlerden ve gerekse Allah'a ortak koşanlardan bir çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız işte bu, azmedilmesi gereken şerefli işlerdendir.

Yukarda meallerini verdiğimiz ayetlere bakacak olursak, kitap ehlinin Musa as a yaptığı aynı eziyeti müslümanlara ve elçiye taptıkları ve bu eziyetlere katlanmaları gerektiğine olan emirler görülmektedir. 

[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Saff s. 6. ayetindede 5. ayetin devamı olarak israiloğullarına gönderilmiş olan İsa as ın kavmi ile olan mücadelesinden bir kesit görmekteyiz. İsa as kendisini tanıtırken özellikle "tevrat'ı doğrulayan" şeklindeki tanıtımının aynısı Muhammed as ın da tanıtılırken kullanıldığı  bir söz olması dikkat çekicidir. Muhatap kavmin tevrat ve Musa as ı elçi olarak kabul etmesi , Musa as dan sonra gelen elçilerin kendilerinin aynı kaynaktan beslnediğine dair olan delillleri olarak görülmektedir. İsa as ın kendinden sonra gelecek olan elçinin adının " Ahmed" olarak söylemesi ile Muhammed as ismi arasında fark olması bizleri şaşırtmamalıdır.

"İsm" kelimesi sözlükte "kendisi aracılığıyla bir aslın , temelin,zatının , özünün bilindiği şey" anlamında bir kelime olup bu anlama göre "ahmed" ismi demek onun Allah cc ye başkasından daha fazla hamd etme gibi bir özelliğinin olduğunun veya kendisindeki güzellikler nedeni ile başkalarından daha fazla övülen anlamında olup " Muhammed" kelimesi ise övülen anlamında bir kelimedir.  

İsa as belgelerle israiloğullarına geldiği zaman yalanlanma şeklinde bir karşılık görmesi ondan önce gelen ve ondan sonra gelen Muhammed as ın da gördüğü karşılıklar olarak anlatılmakta bu tür bir çok ayet mevcuttur.

[061.007]  İslama davet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim de kim olabillr? Allah da zalimler topluluğunu muvaffak etmez.
[061.008]  Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.

İsa as ın çağrısına karşılıkolarak icabet edilmesi gerektiği yerde "bu apaçık bir sihirdir" şeklinde karşılık verilmesi, Muhammed as ın çağrısı içinde geçerli olduğu onun muhataplarınında onun çağrısına aynı karşılığı verdikleri bilinmektedir. Saff 7. ayeti islama çağrılırken bu çağrıyı red eden kimsenin zalim olduğunu , 8. ayet ise kafirler ne kadar red etseler onların  bu redleri Allah cc nin nurunu tamamlamasına engel olmayacağı bildirilmektedir.

[061.009]  O Allahdır ki Resulünü hidayet  ve hak dini ile gönderdi, onu her dinin üstüne çıkarmak için, isterse müşrikler hoşlanmasınlar

Saff s. 9. ayeti ise Allah cc nin elçilerin gönderme amacını anlatmaktadır. "Hüda" kelimesi sözlükte , " bir kimseye nazik bir şekilde yol göstermek, kalvuzluk etmek,ya da doğru yolu yönü istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'an öncesi çölde yolunı kaybedene yol göstermek gibi bir anlam içermesine rağmen kur'anın nazil olması ile birlikte anlam genişlmesine uğramış ve ıstılahi bir anlamda kur'anda bir çok ayette kullanılarak Allah cc nin göndermiş olduğu kitab ve elçilerin, "hüda" olduğu yani yolunu kaybedenlere klavuz olduğu hatırlatılmaktadır.

Ayette dikkati çeken kelimelerden biriside "eddin"kelimesidir. Bu kelimeyi, "kişinin yaşamı içinde tabi olduğu kurallar bütünü" şeklinde bir anlam etrafında düşünecek olursak Allah cc bizlere din olarak islamı seçmiş ve o dinin kurallarını elçileri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. İslamı din olarak beğenmeyip kendileri ayrı bir din üretenler ise Allah cc nin dinini yıkmak için ellerinden geleni tarih boyunca yapmışlar ve yapmaya devam etmektedirler. Kafirler ne kadar red etsede insanlar ne kadar kendi dinlerini üstün kılmak için çabalasalarda Allah cc nin dini onların dinlerinden üstündür ve yıkılmaya mahkumdur. 

[061.010]  Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
[061.011]  Allah'a ve Resulüne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız; eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
[061.012] Günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş odur.
[061.013]  Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.

Bu ayetlerde , Allah cc katından bir yardımın , günahların bağışlanmasının, adn cennetlerine girmenin yolu gösterilmekte ve bu yol "ticaret" terimi ile mesellendirilmektedir. Ticaret insanlık tarihinin bilinen bir işlemi olup bu işlemde karşılık yapılan alış veriş sonucunda kazanç meydana gelmektedir. Bu kazanç şekli insanları celbettiği için diğer bir çok ayette karşımıza çıktığı üzere sermaye olarak mal ve can ortaya konulacak yani satılacak ve bu can ve mal karşılığında cennet verilecektir. İnsanların ticaret yapmaktaki esas amacı kar olduğuna göre ve şekil bir alışverişin karlı bir durum olduğu rabbimiz tarafından bizlere başka ayetlerde'de bildirilmiştir.Yine ticaret terimi üzerinden insanların zarar etmeleri de ayetler üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

 [035.029]  O Allah'ın kitabını okuyup ardınca gidenler, namazı kılıp kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık vermekte olanlar, herhalde hiç batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
[009.111]  Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
[002.016]  Onlar (o münafıklar) o kimselerdir ki, hidâyet mukabilinde dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâyete ermiş kimseler değildir.

[061.014]  Ey iman edenler, Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: «Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?» dedi. Havarileri: «Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.» dediler Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.

Saff s. son ayetinde yine İsa as ın havarilerinden örnek verilerek onların üzerinden iman edenlerin desteklendiği haberi verilerek destek sözünün boş bir söz olmadığı hatırlatılmaktadır. İsa as a iman eden bu havariler ile ilgili ayetler başka surelerde'de geçmektedir.

[003.052-53]  İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».«Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».
[005.111]  Hani Ben Havarilere: Bana ve peygamberime iman edin, diye vahyetmiştim de; inandık, şahid ol ki biz, müslümanlarız, demişlerdi.

Ayetin son cümlesindeki Allah cc nin vaadi olan "iman edenlerin düşmanlarına karşı desteklenmesi ve onların galip gelmesi" şeklindeki yardım Allah cc nin bir sünneti olup bu sünnetin nasıl tecelli ettiği bir çok ayette canlı örnekleri ile bizlere gösterilmiştir. Yardımı hak etmek için hiç bir mü'min yan gelip yatmamış aksine güçlerinin son haddine kadar çabalayıp bu yardıma hak kazanmışlardır. Allah cc nin sünneti olarak gerçekleşen mü'minlere yardım vaadi kıyamete kadar geçerli olup ancak bu yardımı hak etmek için gerekli gayretin gösterilmemesi yüzünden bugün bizler baskı ve zulum altında inlemekteyiz ve sadece sözlü dua ile bu yardımın gerçekleşeceğini zannetmekteyiz. Kur'anın hiç bir ayetinde Allah cc nin yardım vaadinin sadece sözlü dua ile gerçekleştiğine dair bir ayet görmemekteyiz aksine bu yardımın takatlarının son haddine kadar gayret eden mü'minlere yapıldığını görmekteyiz.

[002.214]  Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[030.047]  Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
[006.034] Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.
[012.110]  Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

Allah cc nin verdiği yardım sözünün gerçekleşmesi için meallerini verdiğimiz ayetlerdeki elçiler ve onunla beraber olan mü'minler gibi zorluklara karşı koyup yardımı öyle talep etmek gerekmektedir ki rabbimizin kendi üzerine hak kıldığı ve Allahın kelimelerinde bir değişme olmaz buyuyarak bunun her zaman yerine getirileceği ancak bu yardımın şartlarının bizler tarafından yerine getirilmesi gereken şartları olduğu bildirilmiştir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.