7 Temmuz 2014 Pazartesi

Nisa s. 24. Ayeti Muhsanat Terimi ve Mut'a Nikahı

Nisa s. 24. ayeti , 22 ve 23. ayetten beri süregelen evlenilmesi haram olanlar  ile ilgili olan ayetin devamı olup , bu ayet içinde evlenilmesi haram olanlara dahil olan evli kadınlara bir istisna getirilerek "meleket eymanüküm" hariç denilmektedir  , bu ayetin , islam dünyasında tartışmalara konu olan mut'a nikahına cevaz verdiği şeklinde yorumlara neden olan kısım ile ilgili düşüncelerimizi paylaşacağız.

Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn(musâfihîne). Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah(farîdaten). Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah(farîdati). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

[004.024]  Kadınlardan evli olanlar ile evlenmeniz de. Sağ ellerinizin sahib oldukları müstesna. Bunlar; Allah'ın size farz kıldığı hükümlerdir. Geriye kalanları ise; zinadan kaçınıp iffetli yaşamanız şartı ile mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır.

Muhsanat kelimesi ; kale , hisar anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. "İmraetün hasanün" kelimesi ; iffetli , namuslu veya kocasının koruması altında bulunan kadın için kullanılır. 
İffeti , namusu, evliliği veya benimsediği şeriatı vr hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma altında olan kadınlara "elmuhsanat" denmiştir. 

Kur'anda 4.24.25/5.5/24.4/24.23 olmak 5 ayette geçen bu terim kelimenin anlamına uygun olarak ayet içindeki sibakından ne anlama geldiği anlaşılır. 

Nisa s. 24. ayetinde geçen "elmuhsanat" ,evli kadınlar anlamında olup, bu durumda olan kadınlarla evlenilmesi haram kılınmış , bu durumdan , "meleket eymanüküm" statüsünde olanlar hariç tutularak onlarla evlenmek helal kılınmıştır. Köle ve  cariyelik konusunda bazı kesimlerden gelen itirazlar bu konuya bu günkü anlayışlar açısından bakılması neticesinde garip karşılanmaktadır , konuya tarihsel arka plan açısından bakıldığında itiraza mahal olacak bir tarafı görülmemektedir.  

Savaş insanlığın ilk günlerinden beri süren bir realite olup tarih içinde süren savaşlar kendi içinde bir hukuk meydana getirmiştir. Esir edilmek sureti ile düşman ordusundan insanların elde edilmesi bu durumu bir hukuk çerçevesine bağlanmasını gerektirmiştir. Fidye almak , köle edinmek sureti ile onlardan faydalanmak bu hukuk içinde geçerli olan bir durumdur.    

Aynı durum araplar içinde geçerlidir ve kur'anın nazil olma öncesi yürürlükte olan bir duruma, kur'an düzenlemeler getirmiş ve onlara iyi davranılması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur. İçki meselesi gibi tedrici bir kaldırma sözkonusu olmasa bile özellikle suçların kefaretinde köle azad edilmesi şekliyle onların özgürlüklerine kavuşturulmasını teşvik etmiştir. 

"meleket eymanüküm" terimi sağ ellerinizin sahip olduğu anlamında bir kelimedir ve bu kelime bir çok ayette kullanılmıştır. Nuzül dönemi arap toplumunda bu statü altına girmiş olmanın şartlarından birisinin savaşta esir edilmek sureti ile olduğu ahzab s. 50. ayetinden anlaşılmaktadır.

 
[033.050] [ON] Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz sana helâl kıldık, mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganîmet olarak verdiğinden mülk-i yeminin olan cariyeleri ve seninle beraber hicret etmiş bir amcan kızlarını ve hâlan kızlarını ve dayın kızlarını ve teyzen kızlarını ve bir de imân etmiş bir kadın, eğer nefsini peygambere bağışlarsa peygamber de onu taht-ı nikâhına almak isterse o da sâir mü'minlere değil (ey Peygamber) sana mahsus olmak üzere helâl kılınmıştır. Onların (diğer mü'minlerin) üzerine zevceleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) hakkında ne farzetmiş olduğumuzu elbette bilmişizdir. Sana bu böyle bir âile teşkilini helâl kıldık, tâ ki senin üzerine bir darlık olmasın. Ve Allah yarlığayıcı, bağışlayıcıdır.

Nisa s. 24. ayette bunlardan evli olanlar ile evlenilme serbestiyetinin  nasıl uygulanabileceği üzerinde duralım. Evli olupta savaşta esir durumuna düşen ve "meleket eymanüküm" statüsüne dahil olan bir kadın öncelikle cinsi bir meta olarak asla görülmemelidir. Cinsi bir meta olarak görülmüş olsa evlenmek sureti ile onlarla ilişki kurulması emredilmezdi , böyle bir emir onların insan olma gerçeğini göz önüne alınması anlamına gelmektedir , bu konunun daha sonraki yıllarda mecraından çıkarılarak cariyelik adı altında adeta cinsi bir meta haline getirilmiş olması ayetlerin delaleti ile asla değildir.

Bilindiği gibi nikahın en önemli şartı iki tarafında rızasının gözetilmesidir. Kadının rızası olmayan bir evlilik akdi geçerli olmaz, zorla nikah altına almak sureti ile o kadınlardan faydalanmaya kalkmak asla doğru değildir. Meleket eymanüküm statüsünde olan bir kadın eğer evli olup eşi ile birlikte esir durumuna düşmüş  ve eşinden ayrılmak istemez ise onu zorla eşinden ayırıp başkası ile nikahlamak caiz olmaz . Kadının esir olması onun bir takım hakları olduğunun gözardı edilmesini asla gerektirmez. Kadın eğer kendi rızası ile bir başkası ile evlenmek isterse kur'anın boşanma ile ilgili süreci uygulanmadan o kadın bir başkası ile asla nikah altına alınamaz ve kadın boşanmış sayıldığı zaman istediği takdirde bir başkası ile nikah akdi yapabilir. Kadına esir muamelesi yapıp onun rızası hilafına bir başkası ile evlendirmek o kadına yapılan bir zulum olup onlara iyi davranmayı emreden ayetlere muhalefet anlamına gelir. 

Bugün böyle bir durumun uygulanabilirliği konusu ayrı bir tartışma konusu olup içinde bulunduğumuz şartların, bırakın bizlerin savaşta galip gelerek böyle bir kazanç elde ederek o kadınlar ile ilgili düzenleme yapmayı ,bizim kadınlarımız kafirlerin elinde cinsel bir meta olarak kullanılır olması bizim başımızı eğen ve bizlerin hesabını vermemizin zor olduğu bir halde bırakmıştır.

Nisa s. 24. ayeti tartışmalı bir konu olan mut' nikahına cevaz veren bir ayet olduğu şeklinde yorumlar ile islam dünyasını meşgul eden bir meselesidir. Bu nikah ile ilgili olarak rivayetleri baz alarak herhangi bir yoruma girip konuyu uzatmak istemediğimiz için ilgili cümlenin ne anlama gelebileceği konusunda fikir beyan etmekle yetineceğiz. 

 "Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır."

"Onlardan yararlanmak"  tabiri tek taraflı olarak ve sadece cinsel anlamda bir yararlanma olarak anlaşılmamalıdır. Evlilik , içinde cinselliği de barındıran, kadın ve erkeğin karşılıklı olarak  yararlanmalarını sağlayan bir kurumdur, bu yararlanmayı sadece erkek açısından ele alıp, kadını cinsel bir meta olarak gören düşüncenin ürünü olan mut'a yani belirlenmiş bir süre içinde evli kalmak yoluyla yararlanmak, doğru bir yöntem olmayıp bunu kur'ana yamamaya çalışmak büyük bir zulümdür. 

" Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur."

Bu ibare mut'a nikahına cevaz verdiği iddia edilen ibare olup eğer aynı surenin 4. ayeti ile bir ilişkisi kurulmaya çalışılarak böyle bir zulma kur'anı alet etmeye gerek kalmazdı . Cümle kadınlar ile nikahlanmak için belirlenen mehrin kararlaştırılmasından sonra zulüm ile değil karşılıklı rıza ile bir kısmının bağışlanabileceği konusundadır , aynı konu 4. ayette de beyan edilmektedir. 

[004.004] Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.

Yeri gelmişken, sayın Mustafa Öztürk hocanın nisa s. 24. ayetine yaptığı meal ve o mealdeki dip notu ile ilgili olarak bir kaç söz edelim. Sayın hoca ilgili ayete verdiği meal ve dip notunda şöyledir.



       [Ey Mümin erkekler!] Evli kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Fakat savaş esiri olarak elinize geçen kadınlar [cariyeler] bu hükmün dışındadır, işte bütün bunlar Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir. Bütün bu sayılanların dışında kalan mümin kadınlarla, mal varlığınızdan bir kısmını kendilerine mehir vermek ve bilhassa evlilik dışı bir ilişkiye girmeksizin iffet ve namus ölçüsüne bağlı kalmak şartıyla evlenmeniz helaldir. Kendilerinden faydalandığınız kadınlara, [önceden aranızda belirlediğiniz] ücreti ödeyin. Belli bir süre birlikte olmak üzere anlaştığınız ücret konusunda [sonradan süreyi uzatmak istemeniz halinde] karşılıklı olarak uzlaşmanızda sakınca yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilir; her hükmü ve fiili mutlak isabetlidir.


Ayetin bu kısmı büyük bir ihtimalle sınırlı süreli evliliğe (muta nikâhına) işaret etmektedir. Nitekim İbn Mes'ûd, Ubey b. Ka'b ve İbn Abbas gibi bazı büyük sahâbîler bu ayeti fe-mestemta'tüm bihî minhünne ilâ ecelin müsemmâ (kendilerinden belli bir süreye kadar faydalandığınız kadınlara....) şeklinde okumuşlardır (Bkz. İbn Atıyye, el-Muharrerü'l-Vecîz, 1.36). Hz. Peygamber döneminde ruhsat olarak birçok kez uygulanan muta nikâhı Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak İmâmiyye Şiası Hz. Ömer'in bu içtihadını hükümsüz saydığı için muta nikâhının caiz olduğunu savunmaktadır.


Sayın hocanın ayete verdiği meal ve dipnotu bu şekildedir. "Anlam yorum" tarzı yapılan meallerdeki tehlikenin açıkça görüldüğü bir meal olarak dikkatimizi çeken bu mealde "belli bir süre birlikte olmak üzere" şeklinde çevrilen ibarenin arapça metindeki karşılığının hangi cümle olduğunu sormak gerekmektedir. Sayın hoca ayeti , dipnotunda belirttiği üzere biz gibi insan olan bir kişinin yorumunu gerekçe göstererek meallendirdiği görülmektedir. Dipnotunda "büyük sahabiler" şeklinde bir paye vererek onların yorumunu doğru yorum olarak görmek sayın hocaya yakışmayan bir okuma örneği olarak gördüğümüzü belirtelim.

Sayın hoca dipnotunda "büyük bir ihtimalle" diyerek net bir tavır sergilememiş ancak, mealinde net olarak mut'a nikahını ayet içinde var gibi göstererek başka bir çelişkiye düşmüştür. Ayet içindeki "Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir." ibaresi ayan beyan ortada iken , ayeti mut'a nikahına işaret eden bir şekilde çevirmesi sayın hocanın mut'a nikahını Allah cc nin hükmü olarak göstermiş olduğuna işaret etmesine rağmen dip notunda " Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır." şeklindeki ifadesi , madem mut'a Allah cc nin bize bildirdiği bir hüküm ise Ömer r.a böyle bir hükmü kaldırmaya nasıl cesaret edebildiği şeklinde sorulabilecek bir sorunun cevabını vermemiş olması sayın hocanın ayet ile ilgili dipnotunda önemli bir eksikliktir. Ömer r.a nın kıtlık zamanında hırsızlığın cezası olan el kesme yi uygulamadığı rivayetlerinden yola çıkarak böyle bir içtihadla bunu yapmış olabilir denilirse , o zaman belirli bir süre içinde rafa kalkan hırsızlık cezası daha sonraları yine uygulanmış olup ebedi olarak kalkması gibi bir durum sözkonusu değildir. Ömer r.a belki o günkü durum gereği bazı hükümler hakkında içtihadlar yapmış olabilir ama sayın hocanın mealindeki gibi Allah cc nin bir emri olan mut' nikahını ebedi olarak kaldırmak gibi bir yetkisi bırak ömer r.a nın Muhammed as ın bile böyle bir yetkisi asla yoktur. Sayın hocanın "isabetli" olarak yorumladığı bir kararla bunu kaldırdığını iddia etmesi Allah cc nin verdiği bir hükmün haşa isabetli olmadığı ve bu isabetsizliği Ömer r. a nın gördüğü iddiasını getirirki, sayın hocanın bu düşüncesine yanlış demek bile hafif gelir.

Burada yeri gelmişken , "anlam yorum" tarzı yapılan mealler ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Anlam yorum tarzı , Muhammed Esed'in "kur'an mesajı" adlı mealinin türkçeye çevrilmesi ile türkiyede yapılmaya başlanan bir meal çalışmasıdır. Bu tarz çalışmanın esası , ayetin mota mot çevirisinden ziyade anlatmak istediği mesaj üzerinde yoğunlaşma esasına dayanmaktadır. Bu tarzı tamamen red etmemekle birlikte kişinin yorumuna dayanması ve kişinin düşünce dünyasına göre ayete şekil vermesi gibi bir tehlikeye kapı aralaması açısından meal okuyucuları tarafından dikkatli okunması gereken mealler kategorisine girmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Ümmü'l Kitab Terimi Üzerine Bir Tefekkür

"Ümm" ve "elkitab" kelimelerinin birleşiminden meydana gelen "ümmü'l kitab" terimini anlamak için bu iki kelimenin ifade ettiği anlamdan hareket etmek gerekmektedir. Bu terim , kur'anın anahtar terimlerinden birisidir.

"El ümmü" kelimesi ; babanın mukabili , bir kimseyi doğuran yakın anne ve onu doğuranı doğuran uzak anne anlamındadır. Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde ,ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden her şeye "ümm" denir. Çocuğun dünyaya gelmesinin kaynağı olduğu için, çocuğu doğurduğu için  bu isim verilmiştir. 

"El kitab" kelimesi ; ketebe kelimesinden türemiş olup , iki deriyi dikerek birbirine bağlamak anlamındadır. Yaygın dilde harfleri birbirine eklemek anlamında kullanılır. Ağızdan birbiri ardınca eklenerek çıkan harflere de kitab denilmektedir. Kitab kelimesi yaygın anlamda , bilginin unutulmamasını ve korunmasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemi de ifade etmektedir.

Elkitab kelimesi, kur'anda geniş bir kullanım alanına sahiptir. Yazımızın konusu olan terkip bağlamında düşünecek olursak, bu kelimenin ifade ettiği anlam teşbihi olarak kullanılmış olup , şahid olduğumuz alan içinde kitab kelimesinin, yazılan bir şeyin uzun süre korunması , bilginin kaybolmaması,konulmuş kuralların muhafaza edilmesi gibi bizim için ifade ettiği değer üzerinden bir benzetme yapılarak, ne anlama geldiği anlaşılabilir. Allah cc indinde bildiğimiz anlamı ile yazılı iki kapak arasına muhafaza edilmiş bir materyal olmayıp, bu kelime ile ifade edilmiş olması, bizler için ifade ettiği anlamdan hareket ederek anlaşılma kolaylığı sağlanmasıdır. Bu terkibin geçtiği ayetler ise şunlardır. 

 [003.007]  Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın anasından(ümmü'l kitab) olan muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih tir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: «Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır» derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür;
[013.039]  Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Ve kitabın anası (ümmü'l kitab) O'nun katındadır.
[043.004]  O, katımızda bulunan kitabın anası (ümmü'l kitab) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.

Kur'anda 3 ayet içinde geçen bu terkibi anlamak için "elkitab" terimi ile kast edilenin ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. 

"Kitab" kelimesinin bizim zihnimizde çağrıştırdığı anlamlardan biriside , uyulması gereken kuralların yazılı olduğu materyaldir. Allah cc bu çağrışımdan yola çıkarak , yarattığı kainat üzerine koymuş olduğu tüm kuralların adına "elkitab" demiştir. Bu kelimenin kur'anda geniş bir kullanım alanı olduğunu tekrar hatırlatarak , arz üzerinde yaşayan insanların uyması gereken kurallar, seçilen elçiler vasıtası ile , Allah cc tarafından indirilmiş ve bunların adına da "elkitab" denmiştir.

Allah cc yaratmış olduğu varlıklar üzerinde geçerli olan kurallar koymuştur. İnsan dışındaki varlıkların tabi oldukları yasalara "tekvini yasalar" , insanların tabi oldukları yasalara "teşrii yasalar" şeklinde kategorize etmek mümkündür. Meydana gelen bütün olaylar bu yasaların bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Tekvini yasalara varlıkların isyan etmesi asla mümkün değildir , mesela güneş , kuşlar, ağaçlar ,yıldızlar vs onun tarafından konulan bir yasa çerçevesinde işlevlerini sürdürmektedirler. Teşrii yasalar dediğimiz insanlar için elçiler aracılığı ile konulmuş olan yasalara , insanlara verilen irade serbestiyeti gereği inanmak veya inanmamakta bir zorunluluk konmamış olup , inanan ve inanmayanların alacakları karşılıklar hebr verilmiştir.

"Ümm" kelimesinin ; "bir şeyin meydana gelmesine temel kaynak teşkil eden şey" olduğunu hatırlayacak olursak , "ümmü'l kitab" (kitabın anası) terimine  , kainattaki tüm varlıkların tabi olduğu yasaların çıkış yeri şeklinde anlam vermek mümkündür. Bu çıkışın kaynağı Allah cc olup, bütün varlıklar üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kendisi böyle bir yetkiye sahiptir.

"Ümm'ül kitap" yani bütün kitapların çıkış kaynağı, Allah cc nin insanlar için belirlediği kuralları ilettiği beşer elçilerine indirmiş olduğu vahyinde kaynağıdır. Yaratılmış olan bütün insanlar istisnasız olarak , kendilerini yaratan tarafından fıtratlarına yüklenmiş olan bir takım bilgilere haiz olarak doğarlar,bu bilgilerede "elkitab" denilmektedir. 

İnsanlar içinden seçilerek , kendilerine "elkitab" vahyi indirilen beşer elçilere aynı zamanda insan olarak yaratılmışlıklarından gelen fıtri bilgi olan "elkitab" bilgisi de verilmiştir. Resuller elkitab vahyi alma ve elkitab bilgisine sahip olma bakımından diğer insanlardan farklılık arzetmektedirler. Diğer insanlar sadece elkitab bilgisine sahip olmakta olup yaşadıkları hayat içinde fıtri olarak yaptıklarışeyler , sahip oldukları bilgi ile meydana gelmektedir. Seçilmiş resullere indirilen elkitab vahyi , diğer insanların sahip oldukları elkitab bilgisini yani o bilgiyi kullanırken uymaları gereken sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
 
Al-i imran s. 7. ayette geçen bu terim , Muhammed as a indirilen elkitab ayetlerinin "muhkem" kategorisine giren, sadece beşer elçilere inen sözlü vahiylerin kaynağının "ümm'ül kitab" , bütün kitabların yani bütün bilgilerin çıkış kaynağı olduğu bildirilmektedir. Zuhruf s. 4 ayetinde geçen bu terkip aynı şekilde , elçilere inen elkitab vahyinin çıkış kaynağının neresi olduğunu anlatmaktadır. Rad s. 39. ayetinde "dilediğini siler ve bırakır" şeklindeki ifadenin silinme ve bırakılmanın ümm'ül kitab ta olan yani kainata konulmuş olan kurallar çerçevesinde gerçekleşeceği , keyfi bir dileme asla olmadığı, silinme ve bırakılmanın haketmeye bağlı olduğu anlatılmaktadır. Buruc s.22 ayetindeki levhi mahfuz terimi ,21. ayette anlatılan kitabın kaynağı için kullanılan bir terim olup , ümmü'l kitab ile aynı anlamdadır. 

Sonuç olarak; kur'anda ki anahtar terimlerden biri olan ümmü'l kitab (kitabın anası) terimi , ümm kelimesinin bir şeyin çıkış kaynağı olmasından hareketle , elkitab olarak vasıflanan, Allah cc nin varlıklar üzerinde koymuş olduğu kuralların bütününü anlatan kelime ile bir terkip haline getirilmiş , varlıkların tek yaratıcısı olması nedeniyle o varlıklar üzerinde yegane tasasrruf sahibi olan Allah cc nin o varlıklara koymuş olduğu yasaların , "elkitab" kelimesi ile bizim zihnimizdeki yansımasından hareketle teşbihi anlamda anlatılması olup , Allah cc nin bilgisinin kayıtlı olduğu ve kainattaki tüm varlıklar ile ilgili bilgilerin çıkış kaynağının anlaşılması için kullanılmış bir terimdir. 

"Ümmü'l kitab" terimi varlık alanına dahil olan herşeyin bilgisinin sahibinin Allah cc olduğu ve varlıklara buradan bu bilgilerin aktarıldığını anlatmaktadır. İnsanın sahip olduğu bütün bilgilerin , Allah cc nin ana kitabından ona öğretilenler olduğu , hiçbir bilginin onun bilgisi dışındaki başka bir kaynaktan olma ihtimalinin asla olmadığı bizlere hatırlatılarak o bilgiyi nerede ve nasıl kullanacağımız yine ümmü'l kitab tan indirilen vahiy kitapları ile bizlere hatırlatılmıştır.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Rum s. 1-6. Ayetleri ve Allah cc nin Yardımının Kuralı

Kur'an yaşanmış hayatın içinden örnekler vererek , Allah cc nin koymuş olduğu bir kuralın nasıl işlediğini, muhataplarına geçmişten örnekler vererek gösteren bir kitab tır. Allah cc yaratmış olduğu kainata belli yasalar koyarak bu yasaların, yaratmış olduğu her kul için geçerli olduğunu bildirmiştir. Errahman ismini kısaca hatırlayacak , yeryüzünde mü'min ve kafir ayrımı yapmadan koyulan kurallara göre hareket edenlerin karşılığını alacakları bu ismin anlamı olarak bilinir. Rum s. ilk ayetleri insanlığın bir gerçeği olan savaş üzerinden örnek vererek böyle durumda galip gelmek için gerekli olan şartın ne olduğunu bizlere göstermektedir. 

 [030.001]  Elif, Lam, Mim.
[030.002]  Rum mağlûb oldu
[030.003]  yeryüzünün yakınında; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak üstün geleceklerdir,
[030.004]  Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler.
[030.005]  Allah'ın yardımı ile. O dilediğine yardım eder ve O; Aziz'dir, Rahim'dir.
[030.006]  (Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.

Rum s. ilk 6 ayeti, rumların savaşta olan yenilgilerinden bahsedip, bu yenilgiden sonraki bir kaç yıl içinde tekrar galip geleceklerini bildirmektedir. Bu ayetleri, 1-Allah cc nin gayb bilgisi açısından değerlendirmek , 2- koyduğu kurala uygun hareket etmenin sonuçları açısından değerlendirmek mümkündür , bu yazımızda 2. şık üzerinden bu ayetlerin mesajını anlamaya çalışacağız.

Errrahman isminin anlamına baktığımız zaman " yeryüzünde mü'min ,kafir ayırt etmeden herkese rızkı eşit dağıtan ,eşit muamele eden" şeklinde bir anlam karşılığı olduğunu görürüz. Ancak bu ismin karşılığını böyle bilmekle beraber , bilmenin o ismin gereğini yerine getirmek için kulunun kafir veya mü'min olduğuna bakmadan koyduğu kurallara riayet edenleri başarıya ulaştıracağını anlamak istemeyiz. Kendimizi seçilmiş kullar zannedip kurallara riayet etmesek bile  yardım geleceğini beklemek islam dünyasını bugün bu hale getirmiştir. Halbuki kur'an açık seçik beyanı ile kimsenin Allah katında bir özelliği olmadığını , koyduğu kainat yasalarına uygun hareket ederek kainat ayetlerini okuyanların kafir de olsa karşılıklarını vereceğini bildirir. 

Rumlar ve karşısındaki ordu kafirlerden oluşmaktadır , Allahın yardım kuralının nasıl işlediğini bize anlatan ayetler açısından okunduğu zaman olayın anlatılma sebebinin daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz. Rumların karşısındaki ordunun kimlerden oluştuğu ayetlerde bildirilmemesine rağmen rivayetlerde bu ordunun persler olduğu görülmektedir. Rumların karşısındaki ordunun kim olduğu önemli değildir , önemli olan verilmek istenen mesajı doğru okuyabilmektir. 

Rumlar savaşta galib gelmek için gerekli olan şartları yerine getirmeyip , gerekli şartları karşılarındaki ordu yerine getirdiği için yenilmişlerdir. Aynı ordular bir kaç yıl sonra yeniden karşılaşacak olup bu sefer rum ordusu galip gelecektir. 5. ve 6. ayetler bu durumun nasıl ve hangi şartlarda gerçekleşeceğini anlatmaktadır. 

Allah cc nin dilediğine yardım etmesi olarak anlatılan gereklerden birinin altını doldurmakta müslümanlar olarak sıkıntı çekmemiz bugünkü ataletimizin bir sebebidir. Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi bir davranışta bulunarak kime isterse yardım edebileceğini asla ifade etmez. Allah cc nin dilemesi şeklinde geçen ayetleri "onun koyduğu kurallara göre hareket edene yardım eder" şeklinde anlamak gerekirki , yattığımız yerden bizim yerimize onun savaşarak düşmanlarımızı helak etmeyeceğini bilelim. Rum ordusunun bu mağlubiyetinin ardından yeniden toparlanarak mağlubiyeti getiren sebebleri iyi okuyup, aynı hataları tekrarlamayacağı için galip gelecekleri ayetlerde haber verilmektedir.
 
Errahman isminin nasıl tecelli edeceğinin  açık bir örneği olan bu ayetlerde , rum ordusunun gerekli hazırlıkları yaparak Allah cc nin koyduğu, savaşta galip gelme kuralına uygun hareket ederek yeniden galip gelecekleri, Allah cc nin yardımının nasıl gerçekleştiğinide anlatmaktadır. 

Bu ayeti nuzül olduğu zaman içinde düşünecek olursak müslümanların gelecekte karşılaşacakları savaşlarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır. Mekke den Medine ye hicret edildikten sonra meydana gelen bedir,uhud ,huneyn gibi savaşlara baktığımızda bu kuralın işlediği Allah cc nin vaadinden dönmediği görülür.

Bedir de var güçleri ile savaşan müslümanlar tabiri caizse oyunu kuralına göre oynamışlar ve galibiyeti haketmişler , uhud da ise işin içine ganimet sevdası girince mağlubiyet hak edilmiştir. Bu anlatımlardaki olayların hepsi bizler için yol haritası olması gerekirken, bedir harbi destanlaşmış ve meleklerin nasıl savaştıkları sarıkları, elbiseleri tartışılır olmuştur. Bedir harbindeki başarının, Allah cc nin kullarına yardım kuralının işleyişinin nasıl olduğunu bilerek pratize edenler galibiyeti hak etmişler , fakat bu kuralı aynı müslümanlar uhud harbinde unutarak yenilgiyi hak etmişlerdir. Bizler bu savaşları birer masal olarak gördüğümüz için Allah cc nin yardım kuralının işleyişinin yaşanmış örneği olarak okumak aklımıza bile gelmemektedir. Eğer kur'anın muhkem ayetleri ile Allah cc nin kainat ayetleri bir bütünlük içinde okunmuş olsaydı müslümanlar yenilgi diye birşey tatmazlardı. 

Bedir galibiyeti bizlere, kuralı tatbik ettiğimiz zaman gelecek olan yardımın nasıllığını anlatırken, oradaki melekleri  ordu içine girmiş canlı varlıklar olarak düşünmemiz bizleri büyük bir atalet içine düşürmüş ve hala böyle bir yardımı bekler durur olmuşuz, uhud yenilgisi ise oyunu kuralına göre oynayan müşrik te olsa galibiyeti hak etmesinin bizler için ibret taşıyan yönünü unutturmuştur.

Rum suresinde savaşan iki tarafında kafir  olmasına rağmen 5. ayette ki "Allahın yardımıyla" ibaresi yardımı haketmek için müslüman olmak  değil , savaşın gereklerini yerine getirmenin şart olduğunu hatırlatır. Bugün islam dünyasının zelil bir hal içinde olmasından hareketle bir kısım insanın bu durumu anlamamış olması Allah cc nin kainata koyduğu kuralların müslüman kafir ayrımı yapmadan işlediğinden habersiz olmalarındandır.

"Allah'ın dilemesi" ve "Allah'ın yardımı" deyimleri kur'anda bir çok ayette geçmekte olup biz müslümanlar tarafından seçilmiş kullar için geçerli olduğu zannına düşülmüştür. Kur'ana baktığımızda bu seçilmişlik iddiası israiloğulları ve hıristiyanlar da görülmekte olup "bizler Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" şeklindeki sözlerle bu seçilmişliklerini ifade ettikleri haber verilmektedir. Aynı kur'an onların böyle bir seçilmişliği olmadığı Allah cc nin koyduğu kulluk yasalarına uyanların Allah cc katında iyi kullar oldukları beyan edilmiştir (maide s. 18).

Seçilmiş kul iddiası , böyle bir seçilmişliğin olmadığının beyanına rağmen biz müslümanlara sirayet etmiş ve Allah cc nin özel kulları olmamız!! nedeni ile onun tarafından bir takım ikramlara layık olacağımız düşüncesi islam dünyasında yerleşmiştir. Bu seçilmişliğimize!! rağmen ne halde olduğumuzu gören bir kısım insanlar ateizme kayarak haşa Allah cc yi suçlayarak kendilerine yazık etmişlerdir. Dileme ve yardım şartları eğer kur'andan çok iyi okunacak olursa örnekleri ile birlikte anlatılan dileme ve yardım'ın ne şekilde gerçekleştiği görülecektir.

Sonuç olarak; yaşanmış hayat içinden canlı örnekler sunarak, Allah cc dilemesi ve yardımının nasıl gerçekleştiğini haber veren ayetlerden olan rum s. 1-6. ayetleri , Errahman isminin nasıl tecelli ettiğinin canlı bir örneğidir. Bizlerin kur'anı, hayatın dinamiklerini okuyup öğrenmemiz ve pratize etmemiz açısından okumamız gerektiği bu tür örneklerle daha iyi ortaya çıkmaktadır. Kur'anı ütopik bir kitap , sevap makinası , veya önkabullerimizi onaylayacak bir noter gibi görmekten kurtulamadığımız müddetçe bu anlatımlar bizlere hiç bir zaman örnek olmayacak , rumlarla persler bir yerde savaşmış bitmiş deyip , Ebu bekr ra ın iddiaya girip girmediği konusunda tartışmalar ile günümüzü gün ederiz. 

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

27 Haziran 2014 Cuma

Allah cc nin Ayetleri ve Kitabı Sadece Mushaf İçindekiler mi ?

Ayet ve kitab kelimeleri gündeme geldiğinde hemen elimizde olan kur'an akla gelmektedir. Bu iki kelimenin kur'an içindeki anlamlarına baktığımız zaman sadece kur'anı kapsamadığı hemen görülecektir.Bu iki kelimenin sadece kur'anı kapsadığı şeklinde düşünce ile hareket edildiğinde çok büyük yanlışlar ortaya çıkmakta olup, bu yanlışların ceremesini hem düşünce bazında, hemde okuma hatasına düşmemiz nedeni ile müstekbirlerin elinde sömürge olmak şeklinde ödemekteyiz. Düşünce bazında, kitab ve ayet  kelimelerini mushafa hapsettiğimiz zaman yaptığımız okumalar sathi bir okuma olup, o kitap içindeki anlatımlarda kainat ayetlerinin okunması sonucu elde edilen kazanımların  bizlere örneklik olarak anlatılması ve bizim onlardan bir örnek almamız diye bir şey hatıra dahi gelmemekte , maalesef sadece masal okumaktan başka bir işleve dönüşmemektedir. Bu yazımızda ayet ve kitab kelimelerinin mushaf içindeki ayetler delaleti ile ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

"Ayet" kelimesi , açık alamet işaret anlamına gelen bir kelime olup kur'an içinde bu kelimenin geçtiği ayetler , kelimeyi daha doğru anlamamızı sağlayacaktır. 

 [016.011] Onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve türlü türlü ürünler bitirir. Düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır.
[016.068-69]  Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin.Sonra her tür üründen ye. Sonra da Rabbının işlemen için gösterdiği yoldan yürü. Karınlarından insanlara şifa olan, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar. Bunda düşünen bir kavim için şüphesiz bir ayet vardır.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.
[006.097]  Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.
[006.099]  O'dur; gökten su indirmiş olan. Onunla her bitkiyi çıkardık. Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine; bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları zaman bakın. Şüphesiz ki bunlarda; iman eden bir kavim için ayetler vardır.
[011.001]  Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış,sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır,

Ayet kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin tamamını bu yazı içine almak yazının hacmini büyülteceği için bir kaç örnekle yetiniyoruz, örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, Allah cc nin ayetleri sadece mushaf içindeki surelerin bölümleri olarak anladığımız kısım değildir. Kısaca ayet kelimesini onun yaratmış oldukları olup onun kudretini delalet eden her şey olarak anlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

 [018.109]  De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»
[031.027]  Muhakkak ki eğer yerde olan herbir ağaçtan kalemler olsa, deniz de (mürekkep olsa da) ona arkasından yedi deniz de yardım eylese yine Allah'ın kelimeleri (yazılmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir.

"Kitap" kelimesi ise , aynı şekilde sadece elçilere inen ayetlerin toplandığı mushaf olmayıp , Allah cc nin bütün ayetlerinin toplandığı daha geniş anlamı olan bir kelimedir. Gözlerimizin şahid olduğu evren ve içindekilerin tamamı ayet olup ve bu ayetlerin toplanmış olduğu alem ise bir kitab'tır. Kehf s. 109. ayeti ,lukman s 27. ayeti bu kelimeyi anlamamızda yardımcı olacak iki ayettir. Yazmakla tükenmeyen rabbimizin kelimelerinin toplandığı bu kainat içindeki her şey kitab'ın içindeki kelimeler mesabesindedir , onları doğru okuyarak dünya hayatımız içinde Allah cc nin istediği gibi bir kul olmak zorundayız.

Esas mesele, elçilere inen sözlü ayetlerin toplandığı mushaf ile kainat ayetlerini bir bütünlük içinde okumak meselesidir, bugün bu ayetlerin farklı insan gurupları tarafından birbirinden ayrılarak okunduğu görülmektedir. Batılılar kitabın bir kısmı olan kainat ayetlerini okuyarak kazançlar elde etmekte, biz müslümanlar ise sadece vahy kısmı olan mushafı okuyarak cenneti elde etme peşinde olmamız her iki tarafın kitabı bütün olarak okumama durumuna düşmesine sebeb olmaktadır. Muhammed as a inen ilk ayet ona "rabbinin adıyla oku" emri olması ve bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar ve rivayetler bizim okuma konusunda yaptığımız hataların bir örneğini sergilemektedir.

Alak s. ayetlerinin tefsirlerine baktığımızda, ilk inen ayetler olan "seni alaktan yaratan rabbinin adıyla oku" ayetini getiren Cibril'in ,Muhammed as ı sıkarak bunları söylediği , o da buna karşılık " ben okuma bilmem" cevabını verdiği görülmekte , bu konuya ilaveten Muhammed as ın okuma yazma bilip bilmediği gibi kısır bir tartışma konusu başlatılmıştır. Kitab kelimesini sadece yazılı bir materyali okuma şeklinde anlamak bizleri kainat kitabını okumaktan alıkoymuş olup bu kitabı yazılı vahiy kitabına iman etmeyenler okuduğu için " kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak durumuna düşülmüştür. 

Allah cc Adem as dan Muhammed as kadar sayısını kendisinin bildiği elçilerine sözlü vahiyler indirmiş olup bu sözlü vahiylere FURKAN - ZİKR gibi genel isimler vermiştir. Hakkı batıldan ayırmak , hatırlatmak gibi anlamları olan  kelimeler ile ifade edilen sözlü vahiy kitaplarını, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak adlandırmak mümkündür. 

Olayı şöyle misalle anlamaya çalışalım; evimize aldığımız herhangi elektronik bir eşyanın kullanma klavuzu olup , bu klavuza göre eşyayı kullanmamız gerekmektedir,bu klavuza uymadan yapılacak bir çalıştırma ameliyesinde doğacak olan kulllanım hatalarından üretici firma sorumluluk kabul etmez. Aleti götürdüğümüz servisçi ,klavuza uygun kullanmadığımız için sorumluluğun bize ait olduğu ve garanti kapsamına dahil olmadığını söyleyerek tamirden doğan maliyeti bizden talep eder.

Yaşadığımız hayat içinde bize yüklenen görevleri evimize aldığımız bir elektronik alet olarak düşünürsek , hayat içindeki görevlerimizi bize hatırlatan yazılı vahiy kitabı yani kur'an bu hayat içindeki olayları nasıl kullanacağımızı bize öğreten bir klavuzdur. Bu klavuza uymadan yürünen yolda doğacak hataların bedeli hesap gününde ağır bir biçimde ödenecektir.

Allah cc nin tarih boyunca göndermiş olduğu elçiler çok önemli görevler yüklenmiş olup insanlığın öğretmenleridir. Elçiler ile ortak yönümüzün beşer olduğu bir çok ayette hatırlatılmış, yine bir çok ayette elçilerin beşer oluşları yadırganmış ve müşrikler tarafından inkara gerekçe olarak gösterilmiştir. Elçiler ile olan ortak yönümüz  önemli ayrıntılara sahiptir elçilerin ve bizlerin , doğuştan gelen kitab bilgisine sahip olmamız nedeniyle ortak bir tarafımız olması bize gönderilmeleri için yetrli bir sebebtir.  

Bakara s. içinde anlatılan Adem kıssasına baktığımız zaman Adem' e isimlerin öğretildiği anlatılmaktadır, bu anlatılmanın ne demek olduğundan yola çıkacak olursak kitap ve elçiler arasındaki bağlantı ortaya çıkacaktır. Ademe isimlerin öğretilmesi, onun yaşamı içinde gerekli olan bilgiler ile donatılması anlamına gelmektedir. Hepimiz Ademoğulları soyundan gelem nesiller olduğumuza göre Allah cc bizlerede yaşam içinde gerekli olan bilgileri fıtratımıza yerleştirmek sureti ile bir çeşit kitab bilgisine haiz kılmıştır. 

Kainat kitabı da diyebileceğimiz bilgi yüklemesi bütün insanların fıtratında mevcut olup, elçilerin bizden farkı onlara ayrıca sözlü vahiyler indirilmiş olmalarıdır. Birçok ayette "ben sizin gibi bir beşerim bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor" şeklindeki ayetler bu durumu izah eden ayetlerdir. Elçiler dahil bütün insanlara verilmiş olan kainat kitabı bilgisine ek olarak, elçiler bu kainat kitabının nasıl kullanılacağını , yani nasıl kulluk yapılacağını öğreten öğretmenler olarak bizlere gönderilmişlerdir.

Kıssa yollu anlatımlar ile, kulluk noktasında hakkı ve batılı birbirinden ayırma konusunda acze düşenlere FURKAN ve ZİKR ler ile bu elçiler gönderilmiş ve kulluk bilinçleri yeniden onlara hatırlatılmış ve ta'lim ettirilmiştir. Elçiler hayat içindeki dinamikleri iyi okuyarak bu dinamikleri vahye uygun olarak kavimlerine tebliğ ederek bir nevi kullanma klavuzlarını onlara sadece okumakla kalmamışlar bunu nasıl kullanacaklarını öğretmişlerdir.

"Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" tabiri israiloğulları ile ilgili anlatımlarda yer alan bir ifadedir. Bizler kitab kelimesini sadece Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde değerlendirdiğimiz için, amentü içinde geçen şekli ile ifade edildiğinde bütün kitaplara iman ettiğimizi ifade etmiş olduğumuzu zannetmekteyiz.

"Kitab" kelimesinin çerçevesini genişleterek "kainat kitabı" dediğimiz ayetlere de inanmayı kitabın hepsine inanmak şeklinde anlamaya çalıştığımız takdirde kur'an düşüncemizde önemli değişiklikler olacaktır. Son elçi ile inen kur'ana ve öncekilere inandığımız ifade etmek kitabların hepsine iman etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü elçiler ile inen vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzudur. Kainat kitabını okumaktan aciz olanların, sadece mushaf içindeki ayetleri okumaları, hasta olan birisinin gittiği doktordan aldığı reçeteyi uygulamadan sadece ilaç adını okuyarak iyileşeceğini zanneden hastaların durumuna benzer. Böyle bir okumayı sadece gelenekçi dediğimiz insanlar yapmıyor , "sadece kur'an" söylemine sahip olan insanlarında bu tür ayrımcı bir okuma hatasına düştüklerini görmekteyiz.

Elçiler, insanlığın kainat kitabı bilgisini Allah cc nin düzenlemesi konusunda insanlara öğretmenlik yaptıklarını ve bu durumun kıssalar ile bizlere anlatıldığını söylemiştik, Şuayb as kıssası üzerinden onun öğretmenliğinin nasıl gerçekleştiğini görelim. Medyen kavmi sahip oldukları kitab bilgisini kullanarak , ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirmiş , ancak bu ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirecek kitab bilgisi ile ,bu refaha karşı nasıl bir tavır sergileyecekleri konusundaki vahiy kitabı bilgisini arkalarına atarak ölçü ve tartıda yani ticari hayatta sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah cc bu durumda olan kavme, kardeşleri Şuayb as ı göndermiş , bu hallerine son vermelerini her iki kitabı yani kainat ve vahiy kitabını birbirinden ayırmadan okuyarak kullanma klavuzuna uymaları, uymadıkları takdirde ağır bir sona uğrayacaklarını tebliğ etmiştir. Kullanma klavuzuna uymayarak atalarının uydurdukları şirk klavuzlarına uymakta direnen kavim bilindiği gibi helak olmuştur. 

Şuayb as ve benzeri elçilerin kavimlerinin ortak noktaları, kendilerindeki kitab bilgisi dahilinde elde ettikleri kazançları ,vahiy kitabı bilgisi ile yoğurmayıp atalarından devraldıkları ve Allah cc nin dışındakilerin hükümleri ile yoğurmayı tercih ettikleri şirke düşmüşler ve helaka uğramışlardır. 

Bugün müslüman dünyasına baktığımız zaman , yüzyıllar önce kainat kitabını okuyarak bilim , teknik , fen , matematik,tıp  gibi bilim dallarında önemli eserler ve kadrolar yetiştirmiş , ne zamanki bu kitabı hakkı ile okumayı terkedip sadece yazılı mushafı okumaya yönelmiş işte o zaman gerileme başlamıştır. yazılı mushafı şayet doğru okusalar kainat Ayetlerininde asla terkedilmeyeceği zaten anlaşılmış olurdu. Sadece mushafı okuyarak cennete gidileceğini zannedenler etraflarında dönen dolaplara kayıtsız kalarak sahayı sadece kainat kitabını okuyarak ilim ve teknikte ilerleyen batıya bırakmışlar , kainat kitabını vahiy kitabı ile birlikte okumayan batını zulmu altında ezilmeye başlamışlar ve bu durum hala devam etmektedir , bu durumdan kurtulmanın yolu nedir?

Önce Allah cc nin ayetlerinin sadece mushaftakiler olmadığı, onun yaratmış olduğu herşeyi bir ayet , bu ayetlerin toplandığı kainatı bir kitap olarak görüp elimide olan kur'anı kainat kitabını okurken bize klavuz olacak bir rehber olarak görmemiz gerekmektedir. Allah cc nin yaratmış olduğu ayetleri kullanarak elde edilen gücün, nerede ve nasıl ve ne şekilde kullanılacağını bize kur'an öğretecektir. Kainat ayetlerinden bağımsız olarak okunan bir kur'anın hiç bir faydası olmayacak olup , günümüzdeki halimizden bellidir.

Müslümanlar olarak Allah cc nin arz üzerindeki ayetlerini okuyarak elde edeceğimiz kazançlar vahiy kitabını okuyarak,bu kazançları nerede, nasıl  ve ne şekilde kullanacağımızı bize öğreten klavuz rehberliğinde bütün insanların emniyet ve faydası için kullanılacaktır. Kainat kitabını okumadan , sadece vahiy kitabını okumak bize canlı bir hayat içinde yaşanmış  kitap olarak değil ,bir ütopya kitabı , ölülere okunan bir kitap gibi bugünkü hurafe inançlara kurban edilmiş bir kitap haline dönüşecektir. Eve aldığınız elektronik aletin kullanma klavuzunu nasıl belli günlerde okumayıp ihtiyaç anında okuyup içindeki bilgileri kullanıyorsak kur'anda aynı işlevi görmesigereken bir kitabtır.

Sonuç olarak; ayet ve kitap kelimelerini dar bir alana hapsedip, sadece kur'an ve içindekiler olarak düşünmemiz bizlerin kainat kitabı diye bir kitabın daha var olduğunu ve elimizde olan bu kitabın, o kitap ile birlikte okunduğunda Allahın kitaplarına tam olarak bir imanın sağlanmış olacağı bilinci bugün terkedilerek, kitap okuması sadece kur'ana indirgenmiş ve sadece bu kitabı okuyarak cennete gidileceği zannına kapılınmıştır. Halbuki kur'an adı verilen kitap, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın "kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamak" anlmına geldiği unutulmuştur. Batılılar kitabın bir kısmını , müslümanlar kitabın bir kısmını okuyarak , batı refah seviyesi yüksek ancak zalim bir toplum olmuş , müslümanlar ise refah seviyesi düşük ve mazlum bir toplum olarak batının sömürü çarklarında ezilmeye mahkum olmuştur. Müslümanlar bugün Allahın ayetlerini bir bütünlük içinde okuyup batını eriştiği refah seviyesine erişseydi kendilerinden aşağı olan toplumları ezmek değil onlara yardım etmenin yollarını arayacaklardı. Batı bu düşünceden uzak sadece "hep bana" düşüncesi içinde bir litre petrolun bir insanın kanından daha değerli olduğu şiarından hareketle, yıllardır müslüman topraklarında zulum , baskı ve sömürüye devam etmektedir, buna engel olmak bizlerin görevi olup bunun yolu Allah cc nin ayetlerini birbirinden ayırmadan okumaktan geçmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Haziran 2014 Çarşamba

Hicr s. 9. Ayetindeki Korunma Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anın korunup korunmadığı konusunda sorulmuş olan bir soruya Hicr s. 9. ayeti delil getirilerek, "onun korunduğu ayet ile sabit" şeklinde cevap verildiğine şahid olmaktayız. Yazımızda önce Hicr s. 9. ayeti üzerindeki düşüncelerimizi paylaşıp , sonra Kur'anın korunmuşluğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz.

Hicr s. 9. ayetini, bağlamı içinde okuduğumuz takdirde, 6. ayetten itibaren okumamız gerektiğini düşünmekteyiz. 

 Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn(mecnûnun).
 [015.006] Dediler ki: «Ey kendisine zikie indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!»

Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
[015.007]  «Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»

Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). 
[015.008] Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
[015.009]  Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza edeceğiz.

Hicr s.6-9. ayetlerde , kafirlerin kendisine zikir indirilmiş olan elçinin mecnun olduğu iddiasında bulundukları görülmektedir , bu durum bize hedef kişinin ne olduğu konusunda fikir vermekte olup, 9. ayeti anlamakta yardımcı olacaktır. 6. ayette , inen zikir hedeflenmeyip , zikr'in kendisine inen kişi hedeflenmekte ve ona diğer elçilere yapıldığı gibi "sen mecnunsun" suçlaması yapılmaktadır.  Muhammed as a isnad edilen mecnunluğa karşı diğer ayetlerde şöyle buyurulmaktadır.

 
[052.029]  sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnûn.
 [068.002]  Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin
 [081.022]  Sizin sahibiniz bir deli değildir.

 Bu ayetler ona isnad edilen mecnunluk suçlamasını yalanlayarak "Rabbinin nimeti" şeklinde bir te'kid ile, bu mecnunluktan beri olduğu bildirilmektedir. Hicr s. 9. ayetini, bu arka plan dahilinde düşünecek olursak , ayetteki korunan şeyin zikir değil , o zikr'in kendisine inen kişi olduğu daha doğru görünmektedir. Ancak bu ayeti böyle anlamaya engel olan gramer sorunu mevcuttur. Zamirin mercii konusu ile ilgili olan genel geçer kaide , onun en yakın isme raci olması gerektiği gibi bir şarta haizdir. Kur'anda zamirlerin mercii ile alakalı örnekleri konu alan bir makale incelendiğinde bu kuralın haricinde kullanımlar olduğu görülecektir.Kur'an ile ilgili çalışmalar yapanların zamirlerin dönüşü konusundaki görüşlerini 4 başlık halinde toplamak mümkündür. 

1- Zamir ve zamirin mercii arasında mutabakat olmalıdır.
2-Zamir mezkur olan varlığa dönmelidir.
3- Zamir yakın olana irca edilmelidir.
4-Zamir sözü edilen varlığa dönmelidir.

3. sıradaki , zamirin yakın olana raci olması genel geçer tercih olmasına karşın , 4. sıradaki zamirin sözü edilen varlığa dönmesi şeklindeki kuralı, hicr s. 6. ayetinde sözü edilen kişi olan Muhammed as a raci etmek az olsa geçmişte de tercih edilen görüş olmuştur. 

Surenin 9. ayetinden sonraki ayetleri okumaya devam ederek , bağlama uygun bir okuma yapmaya çalıştığımızdai ayetlerdeki asıl hedefin Kur'an değil , bu kitabın kendisine inmiş olan kişi olduğu daha açık olarak görülecektir.

[015.010]  Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da resuller gönderdik.
[015.011] Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar
[015.012] Biz böylece resulleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.

Kısaca özetleyecek olursak; Hicr s. 6-12. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuz zaman hedef kişi olan elçinin mecnun olduğu ileri sürülmekte ve bu mecnunluk 9. ayette red edilmektedir. Şimdi karşımıza , "öyleyse Kur'an korunmamış mıdır?" şeklinde bir soru çıkacaktır.

                    KUR'ANIN KORUNUP KORUNMADIĞI MESELESİ

Bu konu, ilk dönemlerde ortaya atılan nasih mensuh teorisi adı altındaki "hükmü baki metni mensuh" veya "hükmü ve metni mensuh" ayetler adı altında kategorileştirilerek kaynaklarda yerini bulmuş olup arka planında, Allah cc nin elçisi Muhammed as a indirmiş olduğu kitab içinde bugün elimizde olmayan ayetler olduğu dolayısı ile kitabın bir çeşit tahrif olduğu iddiasını taşımaktadır. Peki bu rivayetler ne kadar doğrudur? , kur'anın tahrif olmadığı konusunda herhangi bir söz ettiğimiz zaman bu rivayetler tepemize kılıç gibi dikilerek başkaları tarafından bir koz olarak kullanılmaktadır, öncelikle bu rivayetleri tahlil etmek gerekmektedir.

"Hükmü baki metni mensuh" adı altında zina cezasının evli kişiler recm edilmek şeklinde olduğunu bildiren bir ayet olduğu ve bu ayeti Muhammed as ın vefatı sırasındaki telaşeden istifade eden bir keçinin yediği şeklinde rivayetler vardır. 

"Hükmü ve metni mensuh" adı altında ise yine ,Muhammed as a indirilmiş fakat unutturulmuş ve yazıldığı nüshalardanda silinmiş olan ayetlerde hatta sureler olduğu gibi rivayetlere rastlamaktayız.

Kur'an indiği an itibarı ile hem yazılı , hemde ezberlenerek hafızalarda kayda geçmiş bir vahiydir. yukardaki başlıklara dahil olan ayetler söylendiği gibi eğer inmiş ise insanların elinde yazılı ve hafızalarda kayıtlı olması gerekirdi. Recm ayeti eğer yazılı ise bu durum , böyle bir ayetin kesinlikle inmiş olduğunu gösterir, şayet keçi yemiş ise o ayet sadece bir kişide yazılı olmayıp diğer kişilerinde hafızalarında ezberde olup böyle bir ayetin indiğine şahidlik edilmesi gerekirdi. Eğer elimizdeki mushaflarda bugün böyle bir ayet yoksa demekki Allah cc böyle bir ayet indirmemiş ve mushafa yazılmamıştır. 

Aynı teori altında kategorize edilmiş olan "hükmü ve metni mensuh" ayetler ! içinde aynı şey söylenebilir. Rivayet kitaplarında geniş bir şekilde yer tutan bu ayetlerin !!! önce indiği ,sonra hem yazıldığı nüshalardan silindiği , hemde ezberlerden silindiği şeklinde bir müdafaaya gidilmektedir. Güya sahabe akşam ezberlediği ayetleri sabah unutmuş , peki inen ayeti hepsimi unuttu , veya yazılan bir ayet veya ayetler yazıldığı nüshadan nasıl silinebilir?. Bunun cevabını rivayetleri kutsayanların Allah cc ye iftirasıdır demekten başka bir şekilde vermek mümkün değildir. Bu tür rivayetleri kabul edip te , "Allah cc nin indirdiği kitab hiç eksiksiz elimizdedir" diyenler ya bu rivayetleri bilmiyorlar , ya da ne dediklerini bilmiyorlar . Rivayet kitaplarında yer alan bu tür rivayetleri karşımıza getirerek , "siz kitabınızın tahrif olduğunu kendiniz söylüyorsunuz" diyenlere o rivayetlerin sadece yalan ve iftira olduğunu söylemekten başka bir cevabımız olamaz.

Elimizdeki kitabın rivayetler yolu ile tahrif edilmiş olduğu iddiasını ret ederken , bu kitabın indiği şekli ile ile korunduğuna  Tevratın ve incilin tahrif edildiği iddianıza dair olan deliliniz nedir? şeklinde sorulan bir soruya da şu cevabı verebiliriz. 

Herhangi bir materyal hakkında karar verebilmek için , elimizde kesin doğru olarak kabul edebileceğimiz bir ölçü olması gerekmektedir. Bu ölçünün herkes tarafından kabul görmesi gerekmez , bizler Müslümanlar olarak Allah cc nin indirmiş olduğu son kitap olan kur'anın bu konuda tek ölçü olduğuna iman edenler olmamız nedeni ile , Tevrat ve İncil de tahrife uğradığını iddia ettiğimiz bir yerin delili kur'andır. Kur'an bizler için din konusunda tek doğru kitap olup din hakkında gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ondaki veriler ile ölçeriz.

Tevrat veya incil de tahrifata uğradığını iddia ettiğimiz bir bölüm, kur'an ile uyuşmaması ve ondaki verilerin tersi istikamette bir veri olduğu için böyle bir iddiaya sebep olur . Aynı durum tabiki tevrat ve incil sahipleri içinde geçerlidir , onlar da kur'an daki bir bölümün doğru veya yanlış olduğuna kendi kitaplarındaki verilere göre kriterize ederek karar verir . Demek istediğimiz şudur; her düşünce sahibi kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermek için elinde sabit doğrular bulunur , bu doğru Müslümanlar için kur'an iken , Hristiyanlar için İncil , Yahudiler için Tevrat , başka din mensupları için o dinin kutsal saydığı kitap olur, bunların hangisinin kesin doğru olduğu konusunda kıyamet günü Rabbimiz kararını verecektir.

Bizler Müslümanlar olarak elimizdeki kitabın eksiksiz olduğuna ve tahrif olmadığına inanırız. Bu inancınız neye dayanıyor ? şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verebiliriz. Eğer biri kalkıp bu kur'an eksik veya tahrif edilmiştir şeklinde bir iddia da bulunduğu zaman bu iddiasının delilini isteriz. Bu delil Ahmet veya Mehmet'in yazdığı kitaplar olmayıp Allah cc den olması gerekmektedir ki , bizler nasıl Tevrat veya İncil için tahrife uğradı diyebiliyorsak başkaları da, "bakın Allah kitabında Kur'anında tahrif olduğunu söylüyor" diyebilsin. Fakat böyle bir şey asla mümkün değildir ve olmayacaktır. 

Kur'anın herhangi bir bozulmaya tabi tutulduğunu düşünen her kimse bu iddiasını bizimde doğruluğunu kabul ettiğimiz bir değer üzerinden delillendirmek zorundadır. Bizler bu insanların kurduğu tuzaklara düşerek , bu delili onlardan değil kendimizin getirmek zorunda olduğunu zannederek delil arama peşine düşmekteyiz. 

Bizler Mü'minlerin vasfı olan "gayb'a iman etme" prensibine uyanlar olarak bu kitabın, indiği anda yazılı ve hafızalara alınma şekli ile kayıt altına alındığına , bu zamana ve kıyamete kadar böyle gideceğine inanmaktayız. Bu kitap toplanırken mushafa alınmayan , unutulan veya işlerine gelmediği için mushaf dışı bırakılan bir ayetin asla olamayacağına inanırız. Bu inancımızı doğrulatacak bir laboratuar sonucu olmayacağını bildiğimiz halde bu böyledir. 

Müslümanlar arasında bugün böyle fitneler sokarak , tuzu kokutmak sureti ile eldeki tek doğru kriter hakkında şüpheye düşürerek kıyas yapma imkanını kaldırmak isteyenlerin oyunlarına müslümanların gelmemeleri ve bu oyunlara karşı uyanık olmaları gerekmektedir. Hicr s. 9. ayeti korunmuşluğa dair delil getirilen bir ayet olduğu konusundaki yukarıda yazdıklarımız, tabiki kur'anın korunmamışlığına delil olarak getirilmiş bir düşünce değildir. Zikr'in kendisine indirilen kişinin korunması bile o zikr'in korunarak ,Allah cc den indiği şekli ile insanlara tebliğ edildiğinin ve kayıt altına alındığının bir delil olarak anlaşılması gerekir.  

Üç kitaba mensup olan üç kişinin bir araya gelerek , kendi kitablarının tahrif olmadığını , karşısındakilerin kitaplarının tahrif olduğu iddiası ortak bir kriter olmaması nedeni ile sadece kısır bir tartışmadan başka bir şey sağlamayacaktır, her kitap mensubu kendi kitabının tahrif olmadığı iddiasını yine kendi kitabını ölçü alarak , karşısındaki kitap mensubunun kitabının tahrif olduğunu, yine kendi kitabını ölçü alarak yapacağı için ortak bir düşünce sağlanması mümkün değildir ,ya da kur'anın tahrif olmadığını , onu kriter olarak kabul etmeyenlere anlatmaya çalışmak  mümkün olmayan bir durumdur.  

Bu tür gündemler bizim gündemimiz olmayıp , farklı gündemler yaratarak Müslümanlar asıl hedeflerinden saptırmak isteyenlerin ortaya attıkları sun'i gündemler olup bu oyunlara karşı dikkatli olup , sun'i gündem peşinde koşmayıp , o kitabın bize emrettiği bir hayat sürme konusundaki gündemler ile birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme yolunda yürümeliyiz. 


Sonuç olarak ; Hicr s. 9. ayeti bağlam gözetilerek okunduğunda korunanın zikir değil, zikr'in kendisine inen kişi olmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Bunu düşünmekle zikr'in korunmadığı iddiasında değiliz. İftira rivayetler ile Kur'anın tahrif olduğunu iddia edenlerin yazdıkları ile elimizdeki kitabın indiği şekli ile korunmadığını bize delil gösterenler ile bu iddiaları kaynaklarına alarak böyle bir fitneye sebep olanları Allah'a havale ediyoruz. Bizler elimizdeki kitabın Allah cc den indiği şekli ile korunmuş olduğunu gaybi bir imana dayanarak kabul ederiz. Kur'anın tahrife uğradığı iddiasını çürütmek  Müslümanların sorunu değil ,  tahrife uğradığını iddia edenlerin  delillendirmeleri gereken bir sorundur.Bizler için gündem olması gereken konu o kitabın bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerini içselleştirmek ve hayat içinde tatbik etmek için gerekli olan gayreti göstermektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Haziran 2014 Salı

Musa a.s Asası ve Asa Üzerinden Verilen Mesaj

Kur'an kıssalarının anlatılma amacının okuyucuya geçmişlerin masalları değil , geçmişlerin yaşanmış hayat içinde başlarından geçenlerden bizlerin ibret çıkarması olduğunu, kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Bu yazımızda Musa as kıssası içinde anlatılan asasının durumu ile ilgili ayetleri ele alarak kıssayı mesaj içerikli okumaya gayret edip asa objesi üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışacağız.

Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda yine çokça vurguladığımız konu olan, kıssaları geleneksel ve modernist bir yorum tarzı ile yapılan okumanın ortak yönünün mesajı anlamamak üzerinde birleştiğini, her iki okuma tarzının "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu olduğunu yine hatırlatarak, modernist okumanın asa ile ilgili düşüncelerini kısaca hatırlatıp bu düşüncenin ne kadar doğru olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Kıssalardaki bazı anlatımların vahye bağlanmadan, batıdan devşirilmiş düşüncelere bağlanarak okunması neticesinde "böyle bir şey asla olamaz olsa olsa mecazdır mecaz" şeklinde itirazlara sebeb olan konulardan biriside Musa as ın asasıdır. Ayetlerde, asanın asli şeklinden farklı bir şeye dönüşmesi, sünnetullah'a aykırı olduğu gerekçesi red edilmekte olduğu kur'an okuyucularının malumudur. Yine hatırlatmak isterizki, yazının konusu sadece asanın yılan olmasını ispatlamak olmayıp, bu yılan oluşunun üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj üzerinde olacak olup ,yaşanmışlık zamanında asa ile ilgili ayetleri alıntılayarak,önce  asanın yılan olmasının mecaz olup olmadığının tesbitini yapmak istiyoruz.Olayın tarihsel bağlamı içindeki anlatımını doğru bir şekilde anladıktan sonra o anlatımı güncelleştirip mesaj boyutunu anlamak daha kolay olacaktır.

Musa as ın asası , ailesi ile birlikte Medyen'den ayrılıp tuva vadisinde Allah cc ile konuşması sırasında sahneye çıkmaktadır. Konumuz, asa ile ilgili ayetler olduğu için kıssa içinde asa nın geçmiş olduğu ayet bölümlerini ele alacağız. 

 [020.017-21] O sağ elindeki de ne, ey Musa?O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. Buyurdu ki bırak onu ya Musâ!Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan (hayyetün tes'a)oluverdi. Buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.

[027.009]  «Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım»Ve bırak asanı! « Derken onu çevik bir yılan (cannun)gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. «Ey Musa, korkma; çünkü peygamberler benim huzurumda korkmaz.»

[028.030]  Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: «Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi.Bırak asanı!» Musa, onun bir çevik yılan (cannun) misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. «Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!

Asanın ilk sahneye çıkmasının anlatıldığı ayetlerin, taha s. deki bölümünde asanın atıldığı anda "hayyetün tes'a" , neml s. de ve kasas s. de anlatılan bölümde "cannun" olarak nitelendirilen bir hale dönüştüğü görülmektedir. Bilindiği asa bir ağaç parçası olup kendiliğinden hareket etme kabiliyeti olmayan bir nesnedir. Ayet ön kabulsüz olarak, kafayı herhangi bir yere kiraya vermeden okunduğu zaman ortaya çıkan durum şudur; Hayyetün ve cannun şeklinde anlatılan bir şekle girmesi asanın asli durumunun dışında bir hale dönüşmüş olması demek olup ve bunun itiraz edilecek bir tarafı olamaz. Musa as ın asanın asli şeklinin dışında bir şekil alması sonucu korkup, arkasını dönüp kaçmasını nasıl izah edebiliriz? eğer asa asli şeklinin dışında başka bir şekle dönüşmemiş olsaydı Musa as neden korkup kaçsın ?. Hayye kelimesi hayat bulmuş anlamında olup hareket etmeyen bir nesnenin hareket etmesini anlatır , Cannun kelimesi ise , cenne kelimesinden gelip duyu organlarının göremeyeceği bir şey anlamında olup hayyetün olarak ifade edilen asanın ne kadar hızlı bir şekilde hareket eden  varlığa dönüştüğünü anlatır, yılan şeklinde bir ifade kullanmaktan ziyade asanın asli durumunun dışında bir hale geldiği açık ve net olarak ayette belli olup itiraz edilecek herhangi bir tarafı bulunmamaktadır.

Asa ikinci olarak Musa as ın firavun ile olan buluşmasında sahneye çıkmaktadır.

[007.106-107 (Firavun) Dedi ki: «Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım) .»Bunun üzerine asasını bırakıverdi, o koskoca bir yılan (sü'banun mübin) kesiliverdi

[026.030]  (Musa Firavun'a): «Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?» dedi.(Firavun): «Haydi onu getir bakayım, doğrulardan isen» dedi.Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi, asâ apaçık koca bir yılan (sü'banun mübin)!

Firavun ile buluşmasının anlatıldığı ayetlerde asanın "sü'banun mübin" olarak ifade edilen bir hale dönüştüğü anlatılmaktadır. Seabe kelimesi , suyun gitmesi için açılan yol anlamında kullanılan bir kelime olup izafi olarak geniş ve uzun gibi bir anlam taşıyan büyük yılan anlamındadır. Dikkat edilecek olursa asanın hayyetün -cannun-sü'banun şeklinde 3 farklı kelime ile ifade edilen ortak yönü asanın asli şeklinin dışında bir hale dönmüş olmasıdır bu açık ve net olarak ortadadır mecaz şeklinde anlamayı gerektirecek herhangi bir durum ortada yoktur. 

Asa üçüncü olarak firavun'un sihirbazlari ile olan buluşmada ortaya çıkmaktadır.

[007.115-118]  (Sihirbazlar), Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler.Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor (telkafu). Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıkları hiçe gitti

020.065-69]  Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.«Korkma, sen muhakkak daha üstünsün» dedik.«Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun(telkaf), yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»

[026.043-45]  (Musa) onlara: «Ne atacaksanız atın» dedi.Hemen iplerini ve sopalarını ortaya attılar ve Firavnin ızzeti hakkı için elbette biz galibiz, şüphesiz, dediler.Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!(telkafu)

Sihirbazlar ile olan buluşmada, asanın sihirbazların ifklerini yutması "lekafe" kök kelimesi ile ifade edilmekte olup, bu kelime bir şeyi yutmak anlamındadır. Asa asli şeklinin dışında bir şekle dönüşmemiş olsa idi bu ifkler nasıl yutuldu şeklinde bir ifade ile ayet içinde bildirilirdi?. 

Buraya kadar verdiğimiz ayetlerde asa nın asli şekli dışında farklı bir hale dönüşmesini anlatan ayetleri gördük . Musa as kıssası içinde anlatılan asa ve onunla ilgili olan olayların tarihsel boyutu bu şekilde olup asanın, ortak anlam olarak yılan şekline dönüşmesini ifade eden kelimeler ile, farklı bir hale dönüştüğü görülmektedir. Konumuz sadece asanın yılan olduğunu ispat sadedinde olmadığı için bu anlatımın bizler için mesaj taşıyan taraflarını okumak gerektiğini düşünüyoruz. 

Öncelikle,  akılcılık yolu ile bu tür ayetleri anlamak durumunda olanların kendi düşüncelerini ortaya atarken kullandıkları "sünnetullah" argümanı üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Allah cc nin varlıklar üzerine koymuş olduğu bir yasa olup bu yasalar asla değişmez . Bu değişmezlikten yola çıkılarak,  "ağaç parçasının asli şeklinin dışında canlı bir yılan olması asla mümkün değildir bu oluşum şeklini hakiki olarak değil mecaz olarak anlamak gerekmektedir" şeklinde bir düşünce ile olaya yaklaşıldığını görüyoruz.

Öncelikle kur'an ayetlerine yaklaşım konusunda ayet içinde verilen bilgiyi anlamak için yine kur'anın kendi içinden çıkan anlama metodunu kullanmak gerekmektedir. Ayeti anlamayı kur'an dışı düşünceler ışığında yaptığımız takdirde , o kriterlere göre ayete bakıp farklı bir düşünceye varmak kaçınılmazdır. Biz vahye bağlanmamış bir akıl ile asa olayına bakacak olursak haklı olarak bir ağaç parçasının asla canlı bir objeye dönüşmeyeceğine inanırız , bu inancımızı da kur'an içinden bir takım deliller getirerek doğrulatmaya çalışırız. 

İsa as ın doğum şekli , ashabı kehfin hiç uyanmadan yıllarca bir mağarada uyuması , bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalıp sonra diriltilen adam ile ilgili anlatımlar değişmezlik yasalarına göre izah edilemez, "ben izah ettim oldu" kabilinden gayri ciddi izahları konu etmeye bile değer bulmadığımızı burada ifade etmek isteriz. Bu ve benzeri anlatımlar kurallarını kendisinin koyduğu "la yus'el" olan Allah cc nin yine istediği zaman değiştirerek kainatı otomatiğe bağlamadığını her an gözetip kollayan olduğunu bizlerin bilmesini sağlaması açısından değerlendirmek mümkündür.

Bu tür ayetleri değişmezlik yasası açısından baktığımız zaman ayet içinde anlatılan değişebirliliği te'vil etmek için, ayeti evirip çevirmekten başka bir yol kalmamaktadır ki bu düşünce ile yapılan te'villerde bu örneklere çokça rastlamaktayız. Ayete farklı bir anlam bindirerek veya kur'an bütünlüğüne uymayan yorumlarda bulunarak, yapılan zorlama yorumlar akıl ile vahyi birbirinden ayırarak yapılan okumalara örnektir. 

Kur'an kıssa yollu anlatımlar vasıtası ile muhataplarına mesaj vermek amacını taşıdığına göre bu anlatımların yaşanmışlıklarından daha ziyade, bizlere dönük mesajı olup olmadığı yönünde bir okuma metodu ile anlaşılmaya çalışılması,yaşanmışlık içinde kalması gereken bu olaylar üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istendiğinin anlaşılması gerektiğini düşünmenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz. Bu okuma ile Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramaya başlayabiliriz. Musa as ın ağaçtan olan asası çürümüş gitmiştir, ancak asa üzerinden verilmek istenen mesaj canlı ve kıyamete kadar geçerli olacaktır.

Taha s. 17-21. ayetler arasına baktığımız zaman Allah cc Musa as a "sağ elindeki nedir?" şeklinde bir soru soruyor , peki Allah cc onun sağ elinde ne olduğunu gördüğü halde neden böyle bir soru sormuş olabilir?. Asa neticede bir ağaç parçası olup verdiği cevaplardan anlaşılacağı gibi Musa as gibi bir çobanın elindeki  asa ancak o işlere yarardı.  Allah cc kudretini bu asa üzerinden göstererek zor bir vazife yükleyeceği kuluna " benim gibi kudretli birisinin elçisisin senin arkanda ben varım" mesajını vererek ileride yükleyeceği görev için bir nevi moral destek sağlamaktadır. Musa as ın sağ elinden düşürmediği asası onunla her tarafta birlikte olacağı için asaya istediği gibi hükmeden Allah cc nin kuluna her an desteğe hazır olduğu mesajı verilmektedir . 

Peki Allah cc sadece onamı böyle bir görev yüklemiştir? dersek cevabımız elbetteki hayır olacaktır. Kendisini Allah cc nin kulu onu yegane ilah olarak tanıyan her mü'min Musa as gibi karşısındakinin konumu ne olursa olsun, vahyin ona yüklemiş olduğu tebliğ görevini yerine getirmek zorundadır. Rabbimizde bizlere elimizdeki imkanları yani vahiy ve kevni ayetler dediğimiz evrensel kuralları doğru olarak kullanarak yaptığımız eylemlerde başarıya ulaşacağımız mesajı vermektedir. 

Musa as ın elindeki asayı sadece onun elinde şekil bulmuş bir obje olarak düşünmeyip güncelleştirdiğimiz takdirde bugün asanın ifade ettiği şeyin karşılığının ne olabileceği sorusunun cevabı elbetteki KİTAB tır . Allah cc nin indirmiş olduğu kitab ve onunla ilgili olarak koymuş olduğu sünnetini hatırlamak bizlerin asanın yılan olmasının imkansız olduğu görüşlerinin ne kadar anlamsız ve boş tartışmalar olduğunu da gösterecektir.

Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiy ve yaratmış olduğu arz üzerinde değişmez yasalarını "elkitab" çerçevesi içinde düşünecek olursak , Musa as elindeki asanın gördüğü işlevi anlatarak kevni yasalar dahilinde sahip olduğu bilgi birikimini söylemekte olup, o ayetleri okuyarak kendisine vermiş olduğu bilgi sayesinde asası ile yaptıklarını anlatmaktadır. Bizlerde kevni ayetleri okuyup o ayetlerden edindiğimiz bilgiyi sağ elimizde tutup o bilgiyi vahiy ile birleştirerek Allah cc nin istediği bir mü'min kul olmuş olacağız. 

Sağ el şeklinde bir ifade bizlere şöyle bir mesaj verebilir; kevni ayetleri okuyup bu ayetler ışığında yapmış olduklarımızın sağ el olarak ifade edilen hayırlarda kullanılması, zulüm aracı olmaması gerekmektedir , kevni ayetlerin okunarak elde edilen kazançların haksız yere kullanılmaları onu sol elde tutmak anlamına gelirki sağ el vurgusunun önemi burada ortaya çıkmaktadır.

Allah cc elçilerine vahyederek onlara okunan kitablar indirmiş olup bu okunan kitaplardaki bir takım vaadler olan helak , yardım vs belli kurallara bağlanarak helakı ve yardımı haketmek için belli  aşamayı takip etmenin gerektiği ve bu aşama sonunda helak veya yardımın geleceği bir kurala bağlanmıştır. Evrensel yasalar dediğimiz bu yazılı olmayan kitabta ki vaadleri haketmek için çalışmak şartı koşulmuş olup, asa objesi üzerinden bu yasaların nasıl hayata geçebileceği mesajı verilmiştir. Allah cc nin geçerli olan sünnetinde koyduğu kurallara göre hareket edenlerin başarıya ulaşacakları elçilerine indirmiş olduğu kitaplarda da hatırlatılarak bu kurallara uyulmadan herhangi bir yardımın gelmeyeceği belirtilmiştir.

Elkitab terimi yazılı ve yazılı olmayan her  türlü bilgiyi içine alan bir terimdir. Asa, elkitab bilgisi verilmiş olan insan elinde koyunlara yaprak silkelemek , dayanmak gibi bir işlevi bulunan kevni bir ayettir. Asa adlı kevni ayeti, Allah cc nin kudretini arkaya alarak yapılan işler sihirbazların ifklerini yutar, Allah cc nin yardımı artık bittik denilen yerde gelerek, olmaz denileni oldurur ve denizi ortadan ikiye ayırır.

Fesad kelimesi ile ifade edilen firavun amellerini arz üzerinden kaldırmak görevini Allah cc mü'min kulları üzerine yüklemiştir. Mü'min kullar, bu fesadı arz üzerinden kaldırarak zulmü önler Allah cc nin dininin hakim olmasını sağlar. Firavun yaşamış olduğu zaman içinde arz üzerinde fesadın uygulayıcısı olup kendisini ilah ve rab ilan ederek, insanlar üzerinde tasarruf sahibi olduğu iddiasında idi , ama Allah cc nin cari olan sünneti bu fesadçının arz üzerinden kalkmasını gerektirmeydi , ve bu görev Musa as a verilmişti. Musa as bir çok ayette belirtildiği gibi kendisine verilen ELKİTAB ı doğru okuyarak bu zulmü ortadan kaldırmıştır. Kur'anın hiçbir ayetinde "Musa'ya tevrat'ı verdik" şeklinde bir ayet olmamasını şimdi sanırım daha kolay anlamış oluyoruz, çünkü Musa as her iki kitabı birden doğru okumaya bir örnek elçi idi.

Allah cc Musa as ı seçerek firavuna göndermeden önce ona tuva vadisinde seslenirken, arada geçen konuşmalara dikkat edecek olursak Musa as ın destek ihtiyacını onun istediği şekilde karşılamıştır. En büyük destekçinin arkasında olduğunu hissetmesi ve firavunun nasıl bir ilah'ın gücü  karşısında olduğunu görmesi için ona görsel ayetler vermiş , bu desteği alan Musa as firavun karşısına dikilerek ona alemlerin rabbine teslim olmasını tebliğ etmiştir. Alemlerin rabbinin bu desteği Musa as da son derece büyük bir moral sağlayarak ölüm korkusu bile duymadan firavun karşısına dikilmesi, bizim firavunların karşısına dikilmemiz için gerekli olan yol haritasını çizmektedir. Bizlerde elkitab'ı okuyarak nasıl hareket etmemiz gerektiğini Musa as örnekliğinde görmüş oluyoruz.

Asa yılan olmuşmu olmamışmı gibi, sığ bir tartışma yapmak yerine onun bu örnekliği üzerinden giderek aynı desteğin bir zerre bile  eksik olmadan bizlere verileceği vaadi Allah cc nin cari olan kurallarından olup, bu kurallara uyanların nasıl düşmana galebe çaldığı örnekleri yaşanmış hayat içinde bilinmektedir. 

Musa as ın asası mesabesinde olan kitab yazılı olarak bugün elimizde olup sadece kevni ayetlerle birlikte okunarak firavunların karşısına dikilmemizi beklemektedir. Asa olarak Musa as ın elinde bulunan bir obje, Allah cc nin kudretini arkaya alarak küfrün her türlü hilesini yıkan bir silaha dönüşmüş olup aynı asayı bizler onun kullandığı usul ile kullandığımız takdirde firavun ordularını yerle bir edeceğimiz  yazılmış bir vaad tir, ancak bizler sadece yazılı olan kitaba iman ederek onu okumak ile cennete gideceğimize inandığımız için, konulmuş olan kurallara iman etmek gibi bir durum aklımızın ucundan bile geçmemektedir. Hal böyle olunca firavunlar yeniden hortlayarak oğullarımızı ve kızlarımızı katletmeye devam etmekte olup , bizler sadece el açarak bunların kahrolmasını isteyip cari olan sünnete uygun hareket etmediğimiz için bu günkü zelil durumdan kurtulamamaktayız.

Asanın denize vurularak denizin yarılması konusu modenist bir değerlendirmeye tabi tutulmakta olup , gelgit zamanı karşıdan karşıya geçildiği veya denize baraj kurularak karşıdan karşıya geçildiği gibi yorumlara rastlamaktayız. Bilindiği gibi israiloğulları son haddine kadar sabrederek kurtuluşu beklemişler ve mısırı terketme emrini almışlardır. Deniz ve firavun ordusu arasına sıkıştıkları anda yani "artık öldük bittik" dedikleri anda yardım gelmiştir. Bu yardım şeklini  sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirip denizin sünnetullah gereği yarılmasının mümkün olmadığı şeklinde bir düşünce içinde yapılan değerlendirme bize, vaad edilen yardımın gelmesi konusunda verilen sözde şüpheye düşmemizi sağlayacaktır. 

 [002.214]  Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.

Bakara s. 214. ayeti Allah cc nin yardımının gelme kuralını hatırlatan bir ayettir, bu kurala göre yardım gerekli olan zorluklara katlanmadan gelmemekte olup , gerekli kurala uyulduğunda yardımın gelmesi Allah cc üzerine bir borç olduğu yine kendi beyanında bildirilmektedir.
[010.103]  Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

Asa nın taşa vurularak taştan 12 pınar fışkırmasını , asanın kevni bir ayet olması üzerinden okunup, suya sahip olmak için gerekli olan kainat ayetlerini okumak şeklinde ele alarak suya sahip olmak için gerekli olan çalışmanın yapılarak karşığının alınması şeklinde anlamak mümkündür.

Sanırım şimdi  acımasızca eleştiriye tabi tutulduğu iddia edilen, akılcılık yapanların Musa as asa sı hakkında, sadece o günkü durumu ile ilgili kur'an ayetlerinden habersiz olarak yapmış oldukları yorumların ne kadar sığ , yanlış ve boşa vakit kaybı olduğu ortaya çıkmıştır. Bizlere düşen bu mesajı doğru okuyup hayat içinde yer buldurmamız gerekirken modernist okuma yanlılarının böyle bir mesajı akıllarından bile geçirememeleri onların, kur'anı ne kadar içselleştir(me)diklerinin örneğidir.

Mucize olarak nitelendirebileceğimiz,  asa nın asli halinden bir başka hale dönüşmesi olayı, geçerli yasaların değişmesi şeklinde görülüp, bunun olmasının imkansızlığı üzerinden değerlendirilmesi yerine , Allah cc nin koyduğu kurallara göre hareket edenlere verdiği sözün yerine gelmesi açısından değerlendirildiğinde herhangi bir düşünce probleminin meydana gelmeyeceğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli okumanın örneklerini vermek maksatlı yaptığımız çalışmaların devamı olarak, Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramak amaçlı yaptığımız çalışmada , ilgili ayetlerin öncelikle mecazi anlamaya delil olabilecek bir durumun görünmediği , asa nın Allah cc nin kevni ayetlerinden olan bir nesne olduğundan yola çıkarak el kitab denilen vahiy ve geçerli olan evrensel yasaları birlikte okuyarak yapılan bir başkaldırmanın nasıl başarıya ulaşacağı Musa as örneğinde firavun ve ordusunun perişan olması şeklinde yaşanmış hayat içinden örneği verilerek bizlere anlatıldığını gördük. Müslümanlar olarak kitab denince sadece kur'an akımıza gelip ona iman ettiğimizi söyleyince her şeyin bittiğini sanmak maalesef bizleri bitirmiş olup bugünkü zelil durumumuzun bir sebebidir. Asa objesini sadece Musa as ın elinde bırakmadan bizlerinde kullanması demek asa olarak karşımıza çıkan kevni ayetler ile vahiy denilen sözlü ayetleri birlikte okuyarak hayata geçirdiğimiz takdirde asanın yılan olup olmaması gibi bir tartışma aklımıza bile gelmeden Allah cc nin cari olan yasalarının bizler lehine işleyerek zalimlerin fesadına engel olabileceğimiz anlatılmaktadır.

Allah cc güvenerek firavun karşısına çıkan Musa as sağ elindeki asa nın firavun sihirbazları karşısındaki yaptıkları bizlerin böyle güçlerin karşısına çıkmamızdaki örnekliği teşkil etmesi gerekmekte olup , son haddine kadar firavun zulmuna sabredenlerin en son hadde geldikleri zaman Allah cc nin yardımının nasıl geldiği sağ eldekini terketmedikleri müddetçe nasıl geldiği canlı örnek olarak görülmüştür. Kitabı sağ elimizde tutarak asla terketmeden Allah cc nin koymuş olduğu yasalar çerçevesinde hareket ederek yapılacak her eylem Allah cc tarafından karşılığı verilecektir. Bu tür ayetler üzerinde yapılacak yorumlar olayın yaşadığı zaman ve mekan dahilinden çıkarak , olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığında farklı okumalar bir nebze azalarak doğru bir okuma metodu üzerinde düşünce birliği sağlanmış olacaktır. Musa as ın asası kitabın bir kısmının değil hepsinin okunarak, hayata aktarılması neticesinde inananların karşılaşacakları sonucun gösterildiği evrensel bir ayettir , kitabı sağ elde tutarak yapılacak olan her eylem asanın üzerinden anlatılan olayların kıyamete kadar gerçek olarak yaşanmasını sağlayacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Haziran 2014 Pazar

Karıncaları Bile İncitmeyen Komutan Süleyman a.s

Kuran kıssaları anlatım amacı açısından okuyucuya yaşanmış hayat içinden örneklikler sunarak olumlu veya olumsuz örneklerden ibret alınması amacını taşır. Kıssası anlatılan herhangi bir elçiye iman edenlerin veya iman etmeyenlerin akıbetleri anlatılarak, bizlerin de iman edip etmeme noktasında göstereceğimiz tavrın karşılığının nasıl olacağı, yaşanmış hayat içinden canlı olarak gösterilmiştir. Bu çerçeve içinde okunmayan bir kıssa okuyucu için herhangi bir fayda getirmeyip, bizden öncekilerin masalları mesabesinde bir okuma şekline dönüşecektir. 

Bu yazımızda Süleyman as kıssası içinde yaşanmış olan bir olayın, bizler için nasıl bir mesaj taşıyabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Süleyman as kendisine güç ve mülk verilerek emri altında bir çok varlığı yöneten bir elçi ve hükümdar olarak karşımıza çıkmaktadır.Onun yaşamış olduğu hayatı anlatan ayetler özellikle kendisine güç ve mülk verilen insanlar için canlı bir örneklik taşımaktadır.  

Süleyman as kıssası içindeki bazı anlatımlar modernist bakış açısına takılarak verilmek istenen mesaj ıskalanmış "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu ile kıssadan çıkarılabilecek mesaj göz ardı edilerek modernist bir masal okuma şekline dönüşmüştür. Yazımıza konu olan , Süleyman as ve ordusunun karınca vadisinden geçerken dişi karıncanın sözleri ile ilgili yaklaşımlar bu olay üzerinden verilmek istenen mesaj olup olmadığını akla bile getirmeden "yahu karıncanın konuşmasını insan duyarmı olsa olsa o vadide oturan insanlar olup karınca flamaları olan   dişi bir hükümdara sahip olan insanlardır" denilerek işin içinden sıyrılınmaya çalışılmıştır.  

Kur'an, konuşma dilinin anlatım özelliklerini taşıyarak insanlara vermek istediği mesaj açısından çok güzel örnekler taşıyan bir kitabtır. Kıssalar ve meseller bu anlatım üslubunun bir parçası olup masal tadında okunduğunda okuyucuya hiç bir şey kazandırmaz. Modernist bakış açısı ile okunduğunda ise akla yatmayan bazı anlatımlar "mecazdır mecaz" diye geçiştirildiğinde yine bir tür masal okumasına dönüşür. 

Batı edebiyatında La Fontain den masallar , doğu edebiyatında kelile ve dimne yi okuyanlar, oradaki anlatımlara takılıp "yahu hiç hayvan konuşurmu?" diye bir itirazda bulunmadan o hikayede verilmek istenen bir mesaj olduğunu ve bu mesajın hayvanları konuşturarak verilmek istendiğini anlarlar. Bu edebi bir anlatım üslubu olup, Kur'an da bu üslubu kullanarak muhataplarına mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Karıncanın konuşmasından nasıl bir mesaj çıkar? dediğimiz zaman ona da şöyle bir cevap verebiliriz.

Süleyman as kendisinden başka hiç bir kimseye verilmemiş ve verilmeyecek olan bir mülk ve güç sahibi olarak karşımıza çıkan bir kişidir. Onun bu kişiliği üzerinden verilen mesajlar ,  ellerinde mülk ve güç bulunanların davranışlarını ona göre düzenlemeleri gerektiğini öğreten mesajlar olarak okunmalıdır.

[027.017]  Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.

Neml s. 17. ayetindeki cin , insan ve kuşlardan oluştuğu söylenen ordunun, "cinlerin ve kuşların ordu içinde ne işi olur bunlar olsa olsa insandır" denilerek akılcılığa kurban edilmekten çok, Süleyman as ın gücünün büyüklüğü ve hakimiyet alanının genişliği açısından okunması ve ordusunun ne kadar kalabalık olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Böyle bir kalabalık ordunun geçtiği yol üzerinde taş taş üstüne bırakmayacağı her şeyi ezip geçeceği gözden ırak tutulmayacak olursa , bu anlatım üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak kolaylaşacaktır. 

 [027.034]  (Melike) dedi ki: «Doğrusu, hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının şerefli kişilerini zillete uğratırlar; evet böyle yaparlar.

Süleyman as kıssası içindeki neml s. 34. ayetine baktığımız zaman bu durum açıkça anlatılmakta olup , hükümdarların bir memlekete girdiler mi, bırakın karıncalara bile zarar vermemeyi , o beldenin bütün insanlarını zillete düşürüp geçtikleri yerleri tarumar ettikleri anlatılmaktadır. 

 [027.018]  Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin» dedi.

18. ayet içindeki "farkına varmadan" ibaresi önemli bir mesajı taşımaktadır. Süleyman as sahip olduğu muazzam güce rağmen bırakın insanlara zulmetmeyi bugünün tabiri ile ekolojik dengenin en küçük unsurları sayılabilecek olan karıncalara bile dikkat eden, karıncaların dahi ondan emin olduğu bir hükümdar olarak çok büyük bir örneklik teşkil etmektedir. Dişi karınca Süleyman as dan öyle bir emindir ki onun ordusunun asla bilerek kendilerine zarar vermek gibi bir durumda olmayacaklarını bilerek diğer karıncalara "ola ki bilmeden bir zarar verebilirler meskenlerinize sığının" şeklinde bir ikazda bulunmaktadır . 

Babası Davud as ın kıssası içinde anlatılan dağlar ve kuşların birlikte tesbih etmesi şeklinde anlatılan ekolojik dengeyi gözetmesi , Süleyman as ın babasından devraldığı mülkü ve saltanatı aynı babasının yolunda giderek hak ve adalet ölçülerine riayet ederek kullandığı ve bırakın insan haklarını çiğnemeyi, karıncayı dahi incitmekten çekinen bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır.

Bugün dünyaya baktığımızda küresel güçlerin sömürge alanlarını genişletmek amacı ile yaptıkları zulümler, bırakın insanlarla sınırlı kalmayı doğadaki bütün varlıkları etkilemekte olduğu herkesin malumudur. Nükleer ve kimyasal maddelerden üretilmiş olan savaş araçları ile doğadaki her varlığın kökünü kurutan zalimleri hatırladığımız zaman bu zalimlerin sahip olamadıkları derecede güç ve kuvvete sahip olan bir hükümdarın ekolojik dengeye karşı ne kadar hassas olduğu ve elindeki bu güce rağmen kendisinin üstünde güç sahibi olan Rabbine karşı sorumluluklarını bir an olsa dahi unutmadan bunu yaptığını görmekteyiz. 

 [027.019] (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

Süleyman as karıncanın dediğini nasıl anlar şeklinde bir söz etrafında vakit geçirip akılcı mülahazalarla bunu anlamaya çalışana kadar , eline güç ve mülk verilen birisinin Rabbine karşı sorumluluk alanlarından birisinin canlıların yaşadığı doğayı kirletmemek orada onlarında yaşam haklarının olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek durumunda olduğunun mesajı verilmektedir şeklinde okumak sanırım doğru bir okuma olacaktır.

Sonuç olarak; Süleyman as kıssası , içinde barındırdığı bir takım gaybi unsurları(cin ,şeytan) anlama açısından bir takım modernist mülahazalara kurban edilerek anlamak durumunda olan bir kıssa olmasına rağmen , kıssaları mesaj merkezli okuduğumuz zaman anlaması kolaylaşacaktır. 

Süleyman as kıssası içinde dişi karıncanın konuşması üzerinden verilmek istene mesajı da bu açıdan okuduğumuz zaman , karıncanın konuşmasını anlayıp anlamadığı münakaşası ile boşa vakit kaybetmeden , elinde çok büyük ordular bulunan bir hükümdarın geçtiği yerleri talan etmek yerine , geçtiği yerlerdeki yaşama hakkı olan bütün varlıklara saygı göstermesi gerektiği , doğadaki varlıkların en küçüğü olarak bildiğimiz karıncaların dahi yaşam hakkını gözeten bir komutan örneği olarak kendisinden sonraki komutanlara bir örnektir. 

Küresel müstekbirlerin bugün dünya üzerindeki yıkımları göz önüne alınarak yapılacak olan Süleyman as kıssası okumaları, bize ellerinde güç ve servet bulunanların bu gücü, güçlerine güç katmak için değilde kendisine karşı sorumlu olduğu yaratıcısının emri doğrultusunda kullanmaları gerektiğini, hatırlatarak kıssanın masal olmaktan ziyade örneklik açısından mesaj içeren bir hatırlatma olduğunu gösterecektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.