Kuran kıssaları anlatım amacı açısından okuyucuya yaşanmış hayat içinden örneklikler sunarak olumlu veya olumsuz örneklerden ibret alınması amacını taşır. Kıssası anlatılan herhangi bir elçiye iman edenlerin veya iman etmeyenlerin akıbetleri anlatılarak, bizlerin de iman edip etmeme noktasında göstereceğimiz tavrın karşılığının nasıl olacağı, yaşanmış hayat içinden canlı olarak gösterilmiştir. Bu çerçeve içinde okunmayan bir kıssa okuyucu için herhangi bir fayda getirmeyip, bizden öncekilerin masalları mesabesinde bir okuma şekline dönüşecektir.
Bu yazımızda Süleyman as kıssası içinde yaşanmış olan bir olayın, bizler için nasıl bir mesaj taşıyabileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Süleyman as kendisine güç ve mülk verilerek emri altında bir çok varlığı yöneten bir elçi ve hükümdar olarak karşımıza çıkmaktadır.Onun yaşamış olduğu hayatı anlatan ayetler özellikle kendisine güç ve mülk verilen insanlar için canlı bir örneklik taşımaktadır.
Süleyman as kıssası içindeki bazı anlatımlar modernist bakış açısına takılarak verilmek istenen mesaj ıskalanmış "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu ile kıssadan çıkarılabilecek mesaj göz ardı edilerek modernist bir masal okuma şekline dönüşmüştür. Yazımıza konu olan , Süleyman as ve ordusunun karınca vadisinden geçerken dişi karıncanın sözleri ile ilgili yaklaşımlar bu olay üzerinden verilmek istenen mesaj olup olmadığını akla bile getirmeden "yahu karıncanın konuşmasını insan duyarmı olsa olsa o vadide oturan insanlar olup karınca flamaları olan dişi bir hükümdara sahip olan insanlardır" denilerek işin içinden sıyrılınmaya çalışılmıştır.
Kur'an, konuşma dilinin anlatım özelliklerini taşıyarak insanlara vermek istediği mesaj açısından çok güzel örnekler taşıyan bir kitabtır. Kıssalar ve meseller bu anlatım üslubunun bir parçası olup masal tadında okunduğunda okuyucuya hiç bir şey kazandırmaz. Modernist bakış açısı ile okunduğunda ise akla yatmayan bazı anlatımlar "mecazdır mecaz" diye geçiştirildiğinde yine bir tür masal okumasına dönüşür.
Batı edebiyatında La Fontain den masallar , doğu edebiyatında kelile ve dimne yi okuyanlar, oradaki anlatımlara takılıp "yahu hiç hayvan konuşurmu?" diye bir itirazda bulunmadan o hikayede verilmek istenen bir mesaj olduğunu ve bu mesajın hayvanları konuşturarak verilmek istendiğini anlarlar. Bu edebi bir anlatım üslubu olup, Kur'an da bu üslubu kullanarak muhataplarına mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Karıncanın konuşmasından nasıl bir mesaj çıkar? dediğimiz zaman ona da şöyle bir cevap verebiliriz.
Süleyman as kendisinden başka hiç bir kimseye verilmemiş ve verilmeyecek olan bir mülk ve güç sahibi olarak karşımıza çıkan bir kişidir. Onun bu kişiliği üzerinden verilen mesajlar , ellerinde mülk ve güç bulunanların davranışlarını ona göre düzenlemeleri gerektiğini öğreten mesajlar olarak okunmalıdır.
[027.017] Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan
ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.
Neml s. 17. ayetindeki cin , insan ve kuşlardan oluştuğu söylenen ordunun, "cinlerin ve kuşların ordu içinde ne işi olur bunlar olsa olsa insandır" denilerek akılcılığa kurban edilmekten çok, Süleyman as ın gücünün büyüklüğü ve hakimiyet alanının genişliği açısından okunması ve ordusunun ne kadar kalabalık olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Böyle bir kalabalık ordunun geçtiği yol üzerinde taş taş üstüne bırakmayacağı her şeyi ezip geçeceği gözden ırak tutulmayacak olursa , bu anlatım üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak kolaylaşacaktır.
[027.034] (Melike) dedi ki: «Doğrusu, hükümdarlar bir memlekete girdiler mi
orayı perişan ederler ve halkının şerefli kişilerini zillete uğratırlar; evet
böyle yaparlar.
Süleyman as kıssası içindeki neml s. 34. ayetine baktığımız zaman bu durum açıkça anlatılmakta olup , hükümdarların bir memlekete girdiler mi, bırakın karıncalara bile zarar vermemeyi , o beldenin bütün insanlarını zillete düşürüp geçtikleri yerleri tarumar ettikleri anlatılmaktadır.
[027.018] Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi
(kraliçe) karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu
farkına varmadan sizi ezmesin» dedi.
18. ayet içindeki "farkına varmadan" ibaresi önemli bir mesajı taşımaktadır. Süleyman as sahip olduğu muazzam güce rağmen bırakın insanlara zulmetmeyi bugünün tabiri ile ekolojik dengenin en küçük unsurları sayılabilecek olan karıncalara bile dikkat eden, karıncaların dahi ondan emin olduğu bir hükümdar olarak çok büyük bir örneklik teşkil etmektedir. Dişi karınca Süleyman as dan öyle bir emindir ki onun ordusunun asla bilerek kendilerine zarar vermek gibi bir durumda olmayacaklarını bilerek diğer karıncalara "ola ki bilmeden bir zarar verebilirler meskenlerinize sığının" şeklinde bir ikazda bulunmaktadır .
Babası Davud as ın kıssası içinde anlatılan dağlar ve kuşların birlikte tesbih etmesi şeklinde anlatılan ekolojik dengeyi gözetmesi , Süleyman as ın babasından devraldığı mülkü ve saltanatı aynı babasının yolunda giderek hak ve adalet ölçülerine riayet ederek kullandığı ve bırakın insan haklarını çiğnemeyi, karıncayı dahi incitmekten çekinen bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır.
Bugün dünyaya baktığımızda küresel güçlerin sömürge alanlarını genişletmek amacı ile yaptıkları zulümler, bırakın insanlarla sınırlı kalmayı doğadaki bütün varlıkları etkilemekte olduğu herkesin malumudur. Nükleer ve kimyasal maddelerden üretilmiş olan savaş araçları ile doğadaki her varlığın kökünü kurutan zalimleri hatırladığımız zaman bu zalimlerin sahip olamadıkları derecede güç ve kuvvete sahip olan bir hükümdarın ekolojik dengeye karşı ne kadar hassas olduğu ve elindeki bu güce rağmen kendisinin üstünde güç sahibi olan Rabbine karşı sorumluluklarını bir an olsa dahi unutmadan bunu yaptığını görmekteyiz.
[027.019] (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim!
Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut
olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına
kat.
Süleyman as karıncanın dediğini nasıl anlar şeklinde bir söz etrafında vakit geçirip akılcı mülahazalarla bunu anlamaya çalışana kadar , eline güç ve mülk verilen birisinin Rabbine karşı sorumluluk alanlarından birisinin canlıların yaşadığı doğayı kirletmemek orada onlarında yaşam haklarının olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmek durumunda olduğunun mesajı verilmektedir şeklinde okumak sanırım doğru bir okuma olacaktır.
Sonuç olarak; Süleyman as kıssası , içinde barındırdığı bir takım gaybi unsurları(cin ,şeytan) anlama açısından bir takım modernist mülahazalara kurban edilerek anlamak durumunda olan bir kıssa olmasına rağmen , kıssaları mesaj merkezli okuduğumuz zaman anlaması kolaylaşacaktır.
Süleyman as kıssası içinde dişi karıncanın konuşması üzerinden verilmek istene mesajı da bu açıdan okuduğumuz zaman , karıncanın konuşmasını anlayıp anlamadığı münakaşası ile boşa vakit kaybetmeden , elinde çok büyük ordular bulunan bir hükümdarın geçtiği yerleri talan etmek yerine , geçtiği yerlerdeki yaşama hakkı olan bütün varlıklara saygı göstermesi gerektiği , doğadaki varlıkların en küçüğü olarak bildiğimiz karıncaların dahi yaşam hakkını gözeten bir komutan örneği olarak kendisinden sonraki komutanlara bir örnektir.
Küresel müstekbirlerin bugün dünya üzerindeki yıkımları göz önüne alınarak yapılacak olan Süleyman as kıssası okumaları, bize ellerinde güç ve servet bulunanların bu gücü, güçlerine güç katmak için değilde kendisine karşı sorumlu olduğu yaratıcısının emri doğrultusunda kullanmaları gerektiğini, hatırlatarak kıssanın masal olmaktan ziyade örneklik açısından mesaj içeren bir hatırlatma olduğunu gösterecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Süleyman as etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman as etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Haziran 2014 Pazar
20 Kasım 2011 Pazar
Müteşabih Kavramı Çerçevesinde Süleyman a.s Kıssası Hakkında Bir Mülahaza
Kur'an kıssalarını birer hikaye şeklinde değilde, geçmişte yaşanmış bir olaydan mü'minler için bir ibret ve öğüt alınması gereken ayetler olarak anlaşıldığı takdirde bizlere çok şeyler anlattığı görülecektir. Kur'an kıssaları hayatın içinden pratik olarak yaşanmış gerçekler olduğu için bizlere çok yönlü bir anlayış sergilemesi açısındanda çok değerli vesikalardır. Bu yazımızda süleyman as kıssasının, çok yönlü anlatımlarından bir örnek vererek kıssa yollu anlatımların kur'an içindeki yerinin ne kadar önemli ve akılda kalması açısından ne kadar kolay bir yol olduğunun bir mülahazasını yapmak istiyoruz.
"Süleyman as kıssası" isimli yazımızda kıssanın, sebe,sad ve neml surelerinde geçen ayetleri çerçevesinde kıssanın mesajı hakkındaki düşüncelerimizi yazmaya çalışmış ve kıssanın ana mesajının varlık ile imtihan edilenlerin verilen bu varlığa karşı ne şekilde bir tavır takınması gerektiği, kendini veya başkalarını "büyük" zannedenlerin üzerinde en büyük olan Allah cc nin olduğunu unutmamalarının gerektiği konusunda yoğunlaştığını görmüştük. Kıssa yollu anlatımların çok geniş bir anlatım çerçevesinin olduğunu tekrar hatırlayacak olursak süleyman as ın kıssasındanda bizlere "müteşabih" (benzetme yollu) bir anlatım tarzı olarak Allah cc nin kendisini bizlere bu kıssanın baş aktörü olan süleyman as üzerinden anlattığında görebiliriz.
"Müteşabih" kavramı , kur'anın anlaşılmaz ayetleri olduğu ve bu ayetlere " müteşabih ayetler" dendiği genel geçer düşüncenin aksine kelime anlamına uygun olarak anlaşılması gereken bir kavramdır.Bilindiği üzere Allah cc kitabında bizlere "gayb alemi" hakkında bilgiler vermektedir ve bu gayb alemi bizim gözümüzle gördüğümüz bir alan değildir ve bu alem hakkındaki bilgileri rabbimiz bizlere gözümüz ile görüp şahid olduğumuz alan dahilindeki bilgilerimize benzeterek anlatmasına " müteşabih" anlatım diyoruz. "Müteşabih" anlatımın sınırlarına rabbimizin kendisini bizlere anlatmasıda dahildir. Allah cc de bizler için bir gayb mesabesinde olduğu için kullarına kendisini dünya hayatı içindeki sahip olduğumuz bilgilerden olan "bir kişinin hükümdar olması" konusundaki bilgilerimiz etrafında bizlere kendisini tanıtmaktadır.
"Rahman arşa istiva etmiştir" , "onun kürsisi gökleri ve yeri kaplamaktadır", "büyük arşın rabbidir", "esmaül hüsnasından olan el melik, el aziz, el cebbar gibi " , "arşını sekiz meleğin taşıması" ayetler bizlere "müteşabih " bir anlatım yolu ile rabbimizin bizlere kendisini bizlere bir hükümdara benzeterek anlatmasının örnekleridir. Tabiki bu müteşabih anlatımı anlamamız için şuras. 11. deki " onun bir benzeri yoktur" ayetini hiç bir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir çünkü islam tarihindeki "mücessime" , "müşebbihe" "haşeviyye" gibi fırkalar bu mütşabih anlatımın sınırlarını geçerek Allah cc hakkında çok yanlış fikirler üretmişlerdir. Müteşabih ( benzetme yollu) anlatımın örneklerinden bir olduğunu düşündüğümüz süleyman as kıssasındaki bu anlatımın ne şekilde olduğunu görmekye çalışalım. Müteşahih yollu anlatımı süleyman as kıssası içinde neml suresinde anlatılan "sebe melikesi" ile bölümde geçen olaylar ile ilişkilendirerek görelim.
Gerçek melik olan Allah cc (23.116) kulu süleyman as a yeryüzünde mülk vererek, süleyman as ın şahsında bir meliğin tebası üzerindeki tasarrufundan örnekleri bizlere canlı olarak sunmaktadır.
Sebe ülkesinde de bir melike vardır ve bu melike, mülkünün sembolü olarak bir tahta sahiptir.Neml 23. ayetinden anladığımıza göre bu hükümdara bolca mülk verilmesine rağmen bu mülkü verene değil güneşe secde etmektedirler. Verilen mülke karşı yerine getirilmesi gereken vazifenin Allaha secde edilmesi konusunun vurgulandığını ve bu secdenin süleyman as tarafından yerine getirildiğini görmemize rağmen melikeyi secde etmekten alıkoyan şeyin 24. ayette şeytan olduğu bildirilmektedir. Melikeye verilen bu nimete karşılık onun Allah secde etmeyip güneşe secde etmesini sadece kıssa içinde geçen bir mesele olarak görmek bizi kıssayı eksik anlamaya götürecektir.
Kıssada anlatılan melikeyi prototip bir şahsiyet olarak görüp , Allahın kendisine nimetler verdiği ancak verilen bu nimetin şükrünü ifa etmeyip Allahtan başkalarına secde edenlerin bir temsilcisi olarak görmek gerekmektedir ,yani süleyman kıssası içindeki sebe ülkesinin melikesi olan kişi dünyada Allahın kendisine nimet verdiği ancak bu nimete nankörlük eden herhangi bir kişinin sembol şahsiyetidir. Sembol şahsiyet olması kıssanın yaşanmamış bir kıssa olmadığı iddiası değildir. Kur'an kıssalarını doğru anlamanın yöntemi herhangi bir kıssada anlatılan şahsın kimliği üzerinde dönüp dolaşmak değil o şahıs üzerinden anlatılan meseleyi kavramaktır.
Süleyman as elçisine bir mektup verir ve elçisine o mektubu oraya bırakmasını ve ne gibi bir tepki vereceklerine bakmasını ister (neml s.28). Bu olaydaki "elçi" olarak bahsettiğimiz kişi adı "hüd hüd" olan bir kuştur , ancak geleneksel ve çağdaş yorumlarda bu kuşun kimliği üzerinde durularak onun vazifesi konusunda bir düşünce serd edilmediğini maalesef görmekteyiz. Modernist yaklaşımların "hüdhüd" adlı kuşun getirdiği mesaj ile ilgilenmeyip onun kimliği üzerinde takılmaları bizlere kur'anda , resullerin kavimleri ile olan tevhid mücadelelerindeki gelen resulun mesajını red için önce o resulun kimliği üzerinde olan itirazlarını hatırlatmaktadır.
Gelen elçinin bir beşer olduğu,neden melek gönderilmediği gibi itirazları hatırlayacak olursak, süleyman as ın kıssasındaki "hüdhüd" adlı kuşun resul olarak gönderilmesi ve o kuşun süleymanın mektubunu bıraktığı zaman o mektubun muhataplarının o kuşun kimliği üzerinde hiç bir yorumda bulunmadıklarını görmekteyiz. Melike ve onun mele takımı "yahu bu mektup nerden geldi?" veya " bu mektubu nasıl olurda bir kuş getirir" veya " bu mektup bize nasıl ulaştı ?" gibi teferruatla ilgilenmemiş direk olarak gelen mektup üzerinde yoğunlaşmışlardır.
"Hüdhüd" adlı kuşun vasıtası ile bir mektup gönderilmesinin bizler için ibret alınması gereken yönü ise gelen bir resulun kimliğinin öne çıkarılması değil gelen vahyin öne çıkarılmasıdır. Ancak bugün müslümanlar üzerinde hakim olan düşünce bunun tersi yönünde tezahür etmiş ve muhammed sav in getirdiği kitap maalesef ikinci plana atılmış insanüstü bir peygamber portresi çizilerek diğer peygamberlerle yarıştırma durumuna sokulmuştur.
Modernist yaklaşımlar kuşun nasıl olurda konuşabileceği konusu etrafında dönüp dolaşarak hüdhüd'ün işlevi ile resullerin işlevleri arasında bir müteşabihlik yani benzeterek anlatma olabileceği noktasını kaçırmışlardır. 28. ayetteki " şu yazımı veya mektubumu" götür mealindeki ayetin metni " izheb bi kitabii" şeklindedir. Süleyman as ın melikeye gönderdiği yazı (kitab) ile Allahın kullarına gönderdiği yazı ( kitab) içerik olarak birbirinin aynıdır.
Allahın gönderdiği resullerin getirdikleri vahyin muhataplarına karşı herhangi bir zorlamada bulunmadıkları, o resullerin kimse üzerinde vekil olmadıkları,yalanlamalara karşı sabırlı olmaları,görevlerinin sadece gelen vahyi tebliğ ile sınırlı olduğu meselesi ile hüdhüdün, "kitabı"tebliğ ile resullerin, "kitabı" tebliğleri arasında bir benzerlik burada gözümüze çarpmaktadır. Süleyman as "kitabını" götüren elçiye karşı takınılacak tavra göre hareket edecektir.
Kur'an bütünlüğünde düşündüğümüz zaman, Allah cc gönderdiği elçilerine karşı inkarcı tavır takınan kavimleri helak ettiğini biliyoruz,neml s.37. ayeti bize bu konuyu yine "müteşabih" yani benzeterek anlatım yolu ile anlatmaktadır ,yani rabbimiz süleyman as ın şahsında kendisine iman etmeyen kavimleri ne şekilde cezalandırdığını bizlere bildirmektedir.
Gönderilen elçinin getirdiği "kitabın" sebe hükümdarının "melesi" ( akıldaneleri) nezdindeki tepkileri dikkat çekicidir. Burada "mele "kavramı ve bu kavramın kur'an bütünlüğündeki işlevine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir. "Mele" kavramı günümüzde sıkça kullanılan "kanaaat önderleri" tabiri ile aynı anlamdadır. Gönderilen resullere ilk karşı çıkanlar onlar olmuşlardır (23.24),(7-60,66,75,88,109,127) firavunun dahi "mele"sinden akıl aldığını görmekteyiz ve bu "mele" takımına uyanların sonlarının helak olduğuda malumdur.
Sebe melikesi de neml s. 32 . ayetinde gördüğümüz üzere "mele"sine danışmadan hiçbir karar vermediğini söyler ve mele takımının kur'andaki inkarcı vasıflarına sebe melikesinin meleside sahiptir (neml s.33). Kur'an bütünlüğünde gördüğümüz üzere "mele" takımının o resulü gönderen Allaha karşı açtıkları harb gibi melikenin "melesi" de melike istediği takdirde"kitabı" gönderen süleyman as ile savaşabileceklerini ifade ederler.
Burada mutad olanın aksi bir durum ortaya çıkmaktadır neml s. 34. ayetinde gördüğümüz üzere melike "hükümdarların girdikleri yerleri fesada verdikleri ve halkından şeref sahibi olanları zillet içinde bırakacakları" gerekçesi ile savaşı kabul etmez.Burada melikenin ağzından " Allaha ve elçisine savaş açanların " düşecekleri durum hatırlatılmaktadır ve bu şekilde Allaha ve elçisine savaş açan diğer kavimlerin akıbeti bizlere müşahhaslaştırılarak sonlarının ne olduğu hatırlatılmaktadır.
35. ayette melike elçileri vasıtası ile süleyman as a bir takım hediyeler göndermek sureti ile onun bu hediyelere karşı olan tutumuna göre hareket etmek istemektedir. 35-36 ve 37 .ayetler bizler için ibret alınması gereken ayetlerdir, bilindiği gibi süleyman as elçisi vasıtası ile sebe melikesine bir "kitap" göndererek (neml .s31)" kendisine kayıtsız şartsız teslim olmaları" şartı ile gelmelerini emretmektedir.
Ancak melikenin gönderdiği bir takım hediyeler ile bu emri yumuşatma yolunda bir çabaya girdiğini görmekteyiz. Bu olay, bizlerinde Allahın emir ve yasaklarına karşı yumuşatma ve delme çalışmaları içinde olduğumuz bazı konular ile bağlantı kurularak anlaşılma durumundadır. Allah cc "kitabında " kendisine " kayıtsız şartsız teslim olmamızı" emretmesine rağmen herhangi bir emir ve yasak konusunda " acaba bundan bir çıkış yolu bulunabilir mi?" şeklindeki "hulleci" zihniyet her zaman bir kaçış planları yapma peşinde olmuştur. Ancak bu kaçış planlarının hiçbiri Allah cc nezdinde kabul görmez.
Bizler hucurat s.17. ayeti örneğinde gördüğümüz üzere iman etmemiz hasebi ile kimseyi" bize minnettar olsunlar" diye bir hava içine girmek durumunda olmamamız gerektiği, aksine iman nimetini bize bahşettiği için rabbimize şükür etme durumunda olmamız gerektiği hususunu hiç bir zaman göz ardı etmeden "müslüman " yani "kayıtsız şartsız teslim olanlardan" olmamız gerektiğini hatırdan hiç çıkarmamamız gerekmektedir.
41. ayette melikenin "arşının " tanınmaz bir hale getirilerek "hidayete erenlerdenmi" yoksa " hidayete ermeyenlerdenmi" olup olmayacağı şeklinde bir kontrol yapılmaktadır.Bilindiği gibi melikenin arşı(tahtı) çok kısa bir zamanda süleyman as ın huzuruna getirilmiştir. Bir hükümdarın hakimiyetinin sembolu olan tahtını tanıyan melike , bu hakimiyetini kendisinden alma gücüne sahip olan bir başka hükümdarın gücüne "kayıtsız şartsız teslim olmuştur". Bu ayettede bizler için çıkarılması gereken bir ibret vesikası bulunmaktadır.
Melikenin tahtının tanınmaz hale getirilip onun bir yanıltma içine sokulup " benim tahtımın benden önce buraya gelmesi imkansız böyle bir gücü hayal bile edemiyorum" şeklinde bir itiraza girmeyip tanınmaz hale getirilen tahtın kendi tahtı olabileceği ihtimalini göz ardı etmemiştir. Bu olayda bizlere gösteriyorki "hiç bir kul kendi gücünün üzerinde bir güç olan Allah cc nin gücünü hatırından çıkarmamalıdır". Melike bu imtihanı başarı ile geçip süleyman as ın köşküne girmeye hak kazanmıştır.
43. ayetteki " Allahtan başka tapmakta oldukları şeyler onu alıkoymuştu" ifadesinden yine bizler için bir tebiğ metodu çıkarılması gerekir. Melikenin şahsında "Allahtan başka taptığı ilahları olanlara" mü'minlerin sadece Allaha davet ederek onları bu sahte ilahların tasallutundan kurtulmaları yolunda yapacak oldukları tebliğde süleyman as gibi tavizsiz olmaları küfür içindeki bir toplumda yetişen bir ferdin kuvvetli bir ihtimalle içinde bulunduğu toplumun dinine uyacağı ve hiç kimseye tebliğ ulaştırmadan onu küfürle suçlayamayacağımız konusu hatırdan çıkarılmamalıdır.
44. ayet ise ahiret hayatının canlı bir gösterisidir. Melike süleyman as ın elçisi ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman ederek süleyman as ın sarayına girmeye hak kazanmıştır, eğer süleymanın "kitabına"(mektubuna) iman etmeyecek olsaydı süleyman as ın orduları tarafından helak edilmek olacaktı. Aynı şekilde mü'minlerde Allah cc nin elçileri vasıtası ile gönderdiği " kitabına" iman eden mü'minleri cennet saraylarında ağırlayacaktır, eğer elçileri ile gönderilen kitaba iman etmeyen olursa onun sonuda helak olacaktır. Burada kalem s. 42 de mealen "O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler."ayetinin arapça metnindeki "yukşefu an saqin"deyimi ile neml s. 44. ayetindeki" ve keşefet an saqihe" (eteğini çekti) deyimlerinin üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Kalem s.42. ayetindeki deyimin geçtiği yer ile neml s. 44. ayetindeki deyimin geçtiği yeri müteşabih bir anlatım yani benzetmeli olarak anlayacak olursak bizlere kalem suresi 42. ayetindeki gerçek ahiret aleminde kişinin dünyada iken secdeye davet edildiği zaman bu davete icabet etmediği için ahirettede buna güç yetiremeyeceği ifade edilir. Melikenin şahsında tüm mü'minlere rabbimiz dünyada iken secdeye davet edilipte bu davete icabet eden mü'minlere vaad ettiği cennetlerin teşbihi (benzetmesi) melikenin süleyman as ın sarayına girerken yaşadığı olay ile özdeşleştirilerek anlatılmaktadır .
Melike tabiri caizse gözlerine inanamaktadır rabbimizinde mü'minlere vaad ettiği cennetlerde bu şekildedir. Süleyman as ın sarayı için 44. ayette vasfedilen "qavarira" (şeffaf) kelimesi insan s. 15-16. ayetlerde cennette mü'minlere verilen ikramlardan bahsedilirkende geçer .Bilindiği üzere yiyecek ve içecek insaoğlu için vazgeçilmez unsurlardır cennet ve cehennnemdende bahsedilirken bu unsurlar yine ortaya çıkarılır. Cennet ehlinin yiyecek ve içecekleri aklın almadığı güzellikte olmasına karşın (yine süleyman as ın sarayı vasfedilirken" su" olgusu yine karşımızdadır) cehennem ehlinin yiyecek ve içecekleride aklın almayacağı derecede çirkindir.
Sonuç olarak,kıssa yollu anlatım tarzının birden fazla yönden anlaşılabilmesi mümkün olduğu için "süleyman as kıssası" içinde anlatılan "sebe" melikesi olan ilgili kısımda müteşabih (benzetme) yollu anlatımlardan yola çıkarak, rabbimizinde bizlere kendisini tanıtırken "hükümdar" teşbihi yaparak anlattığı, bu teşbihin bizlere süleyman as kıssası içindeki sebe melikesi ile ilgili olan kısımda biraz daha öne çıktığını ve süleyman as ın şahsında melikeye, elçisi vasıtası ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman eden melikenin şahsında o elçi ile gelen "kitaba" (mektuba) iman eden bir kimsenin akıbeti bizlere canlı olarak anlatılmaktadır.
Kıssa yollu anlatım akılda kalması en kolay olan bir anlatım tarzı olduğu, ve cennet ve cehennem ahvali gaybi bir konu olup gözümüz ile gördüğümüz bir alan olmadığı ,sadece öldüğümüz zaman göreceğimiz yerler olması hasebi ile rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürü olarak görebileceğimiz cennetin ve cehennemin bizlere "kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekilde canlandırılarak anlatılması karşısında bizlere düşen SECDEYE DAVET EDİLECEĞİ GÜN GELİP ONA GÜÇ YETİREMEYENLERDEN OLMAMAMIZ İÇİN DÜNYADA İKEN ONUN GÖNDERDİĞİ KİTABA İMAN EDİP CENNET SARAYLARINDA AĞIRLANMAMIZI SAĞLAMAKTIR.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR .
"Süleyman as kıssası" isimli yazımızda kıssanın, sebe,sad ve neml surelerinde geçen ayetleri çerçevesinde kıssanın mesajı hakkındaki düşüncelerimizi yazmaya çalışmış ve kıssanın ana mesajının varlık ile imtihan edilenlerin verilen bu varlığa karşı ne şekilde bir tavır takınması gerektiği, kendini veya başkalarını "büyük" zannedenlerin üzerinde en büyük olan Allah cc nin olduğunu unutmamalarının gerektiği konusunda yoğunlaştığını görmüştük. Kıssa yollu anlatımların çok geniş bir anlatım çerçevesinin olduğunu tekrar hatırlayacak olursak süleyman as ın kıssasındanda bizlere "müteşabih" (benzetme yollu) bir anlatım tarzı olarak Allah cc nin kendisini bizlere bu kıssanın baş aktörü olan süleyman as üzerinden anlattığında görebiliriz.
"Müteşabih" kavramı , kur'anın anlaşılmaz ayetleri olduğu ve bu ayetlere " müteşabih ayetler" dendiği genel geçer düşüncenin aksine kelime anlamına uygun olarak anlaşılması gereken bir kavramdır.Bilindiği üzere Allah cc kitabında bizlere "gayb alemi" hakkında bilgiler vermektedir ve bu gayb alemi bizim gözümüzle gördüğümüz bir alan değildir ve bu alem hakkındaki bilgileri rabbimiz bizlere gözümüz ile görüp şahid olduğumuz alan dahilindeki bilgilerimize benzeterek anlatmasına " müteşabih" anlatım diyoruz. "Müteşabih" anlatımın sınırlarına rabbimizin kendisini bizlere anlatmasıda dahildir. Allah cc de bizler için bir gayb mesabesinde olduğu için kullarına kendisini dünya hayatı içindeki sahip olduğumuz bilgilerden olan "bir kişinin hükümdar olması" konusundaki bilgilerimiz etrafında bizlere kendisini tanıtmaktadır.
"Rahman arşa istiva etmiştir" , "onun kürsisi gökleri ve yeri kaplamaktadır", "büyük arşın rabbidir", "esmaül hüsnasından olan el melik, el aziz, el cebbar gibi " , "arşını sekiz meleğin taşıması" ayetler bizlere "müteşabih " bir anlatım yolu ile rabbimizin bizlere kendisini bizlere bir hükümdara benzeterek anlatmasının örnekleridir. Tabiki bu müteşabih anlatımı anlamamız için şuras. 11. deki " onun bir benzeri yoktur" ayetini hiç bir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir çünkü islam tarihindeki "mücessime" , "müşebbihe" "haşeviyye" gibi fırkalar bu mütşabih anlatımın sınırlarını geçerek Allah cc hakkında çok yanlış fikirler üretmişlerdir. Müteşabih ( benzetme yollu) anlatımın örneklerinden bir olduğunu düşündüğümüz süleyman as kıssasındaki bu anlatımın ne şekilde olduğunu görmekye çalışalım. Müteşahih yollu anlatımı süleyman as kıssası içinde neml suresinde anlatılan "sebe melikesi" ile bölümde geçen olaylar ile ilişkilendirerek görelim.
Gerçek melik olan Allah cc (23.116) kulu süleyman as a yeryüzünde mülk vererek, süleyman as ın şahsında bir meliğin tebası üzerindeki tasarrufundan örnekleri bizlere canlı olarak sunmaktadır.
Sebe ülkesinde de bir melike vardır ve bu melike, mülkünün sembolü olarak bir tahta sahiptir.Neml 23. ayetinden anladığımıza göre bu hükümdara bolca mülk verilmesine rağmen bu mülkü verene değil güneşe secde etmektedirler. Verilen mülke karşı yerine getirilmesi gereken vazifenin Allaha secde edilmesi konusunun vurgulandığını ve bu secdenin süleyman as tarafından yerine getirildiğini görmemize rağmen melikeyi secde etmekten alıkoyan şeyin 24. ayette şeytan olduğu bildirilmektedir. Melikeye verilen bu nimete karşılık onun Allah secde etmeyip güneşe secde etmesini sadece kıssa içinde geçen bir mesele olarak görmek bizi kıssayı eksik anlamaya götürecektir.
Kıssada anlatılan melikeyi prototip bir şahsiyet olarak görüp , Allahın kendisine nimetler verdiği ancak verilen bu nimetin şükrünü ifa etmeyip Allahtan başkalarına secde edenlerin bir temsilcisi olarak görmek gerekmektedir ,yani süleyman kıssası içindeki sebe ülkesinin melikesi olan kişi dünyada Allahın kendisine nimet verdiği ancak bu nimete nankörlük eden herhangi bir kişinin sembol şahsiyetidir. Sembol şahsiyet olması kıssanın yaşanmamış bir kıssa olmadığı iddiası değildir. Kur'an kıssalarını doğru anlamanın yöntemi herhangi bir kıssada anlatılan şahsın kimliği üzerinde dönüp dolaşmak değil o şahıs üzerinden anlatılan meseleyi kavramaktır.
Süleyman as elçisine bir mektup verir ve elçisine o mektubu oraya bırakmasını ve ne gibi bir tepki vereceklerine bakmasını ister (neml s.28). Bu olaydaki "elçi" olarak bahsettiğimiz kişi adı "hüd hüd" olan bir kuştur , ancak geleneksel ve çağdaş yorumlarda bu kuşun kimliği üzerinde durularak onun vazifesi konusunda bir düşünce serd edilmediğini maalesef görmekteyiz. Modernist yaklaşımların "hüdhüd" adlı kuşun getirdiği mesaj ile ilgilenmeyip onun kimliği üzerinde takılmaları bizlere kur'anda , resullerin kavimleri ile olan tevhid mücadelelerindeki gelen resulun mesajını red için önce o resulun kimliği üzerinde olan itirazlarını hatırlatmaktadır.
Gelen elçinin bir beşer olduğu,neden melek gönderilmediği gibi itirazları hatırlayacak olursak, süleyman as ın kıssasındaki "hüdhüd" adlı kuşun resul olarak gönderilmesi ve o kuşun süleymanın mektubunu bıraktığı zaman o mektubun muhataplarının o kuşun kimliği üzerinde hiç bir yorumda bulunmadıklarını görmekteyiz. Melike ve onun mele takımı "yahu bu mektup nerden geldi?" veya " bu mektubu nasıl olurda bir kuş getirir" veya " bu mektup bize nasıl ulaştı ?" gibi teferruatla ilgilenmemiş direk olarak gelen mektup üzerinde yoğunlaşmışlardır.
"Hüdhüd" adlı kuşun vasıtası ile bir mektup gönderilmesinin bizler için ibret alınması gereken yönü ise gelen bir resulun kimliğinin öne çıkarılması değil gelen vahyin öne çıkarılmasıdır. Ancak bugün müslümanlar üzerinde hakim olan düşünce bunun tersi yönünde tezahür etmiş ve muhammed sav in getirdiği kitap maalesef ikinci plana atılmış insanüstü bir peygamber portresi çizilerek diğer peygamberlerle yarıştırma durumuna sokulmuştur.
Modernist yaklaşımlar kuşun nasıl olurda konuşabileceği konusu etrafında dönüp dolaşarak hüdhüd'ün işlevi ile resullerin işlevleri arasında bir müteşabihlik yani benzeterek anlatma olabileceği noktasını kaçırmışlardır. 28. ayetteki " şu yazımı veya mektubumu" götür mealindeki ayetin metni " izheb bi kitabii" şeklindedir. Süleyman as ın melikeye gönderdiği yazı (kitab) ile Allahın kullarına gönderdiği yazı ( kitab) içerik olarak birbirinin aynıdır.
Allahın gönderdiği resullerin getirdikleri vahyin muhataplarına karşı herhangi bir zorlamada bulunmadıkları, o resullerin kimse üzerinde vekil olmadıkları,yalanlamalara karşı sabırlı olmaları,görevlerinin sadece gelen vahyi tebliğ ile sınırlı olduğu meselesi ile hüdhüdün, "kitabı"tebliğ ile resullerin, "kitabı" tebliğleri arasında bir benzerlik burada gözümüze çarpmaktadır. Süleyman as "kitabını" götüren elçiye karşı takınılacak tavra göre hareket edecektir.
Kur'an bütünlüğünde düşündüğümüz zaman, Allah cc gönderdiği elçilerine karşı inkarcı tavır takınan kavimleri helak ettiğini biliyoruz,neml s.37. ayeti bize bu konuyu yine "müteşabih" yani benzeterek anlatım yolu ile anlatmaktadır ,yani rabbimiz süleyman as ın şahsında kendisine iman etmeyen kavimleri ne şekilde cezalandırdığını bizlere bildirmektedir.
Gönderilen elçinin getirdiği "kitabın" sebe hükümdarının "melesi" ( akıldaneleri) nezdindeki tepkileri dikkat çekicidir. Burada "mele "kavramı ve bu kavramın kur'an bütünlüğündeki işlevine kısaca bir göz atmamız gerekmektedir. "Mele" kavramı günümüzde sıkça kullanılan "kanaaat önderleri" tabiri ile aynı anlamdadır. Gönderilen resullere ilk karşı çıkanlar onlar olmuşlardır (23.24),(7-60,66,75,88,109,127) firavunun dahi "mele"sinden akıl aldığını görmekteyiz ve bu "mele" takımına uyanların sonlarının helak olduğuda malumdur.
Sebe melikesi de neml s. 32 . ayetinde gördüğümüz üzere "mele"sine danışmadan hiçbir karar vermediğini söyler ve mele takımının kur'andaki inkarcı vasıflarına sebe melikesinin meleside sahiptir (neml s.33). Kur'an bütünlüğünde gördüğümüz üzere "mele" takımının o resulü gönderen Allaha karşı açtıkları harb gibi melikenin "melesi" de melike istediği takdirde"kitabı" gönderen süleyman as ile savaşabileceklerini ifade ederler.
Burada mutad olanın aksi bir durum ortaya çıkmaktadır neml s. 34. ayetinde gördüğümüz üzere melike "hükümdarların girdikleri yerleri fesada verdikleri ve halkından şeref sahibi olanları zillet içinde bırakacakları" gerekçesi ile savaşı kabul etmez.Burada melikenin ağzından " Allaha ve elçisine savaş açanların " düşecekleri durum hatırlatılmaktadır ve bu şekilde Allaha ve elçisine savaş açan diğer kavimlerin akıbeti bizlere müşahhaslaştırılarak sonlarının ne olduğu hatırlatılmaktadır.
35. ayette melike elçileri vasıtası ile süleyman as a bir takım hediyeler göndermek sureti ile onun bu hediyelere karşı olan tutumuna göre hareket etmek istemektedir. 35-36 ve 37 .ayetler bizler için ibret alınması gereken ayetlerdir, bilindiği gibi süleyman as elçisi vasıtası ile sebe melikesine bir "kitap" göndererek (neml .s31)" kendisine kayıtsız şartsız teslim olmaları" şartı ile gelmelerini emretmektedir.
Ancak melikenin gönderdiği bir takım hediyeler ile bu emri yumuşatma yolunda bir çabaya girdiğini görmekteyiz. Bu olay, bizlerinde Allahın emir ve yasaklarına karşı yumuşatma ve delme çalışmaları içinde olduğumuz bazı konular ile bağlantı kurularak anlaşılma durumundadır. Allah cc "kitabında " kendisine " kayıtsız şartsız teslim olmamızı" emretmesine rağmen herhangi bir emir ve yasak konusunda " acaba bundan bir çıkış yolu bulunabilir mi?" şeklindeki "hulleci" zihniyet her zaman bir kaçış planları yapma peşinde olmuştur. Ancak bu kaçış planlarının hiçbiri Allah cc nezdinde kabul görmez.
Bizler hucurat s.17. ayeti örneğinde gördüğümüz üzere iman etmemiz hasebi ile kimseyi" bize minnettar olsunlar" diye bir hava içine girmek durumunda olmamamız gerektiği, aksine iman nimetini bize bahşettiği için rabbimize şükür etme durumunda olmamız gerektiği hususunu hiç bir zaman göz ardı etmeden "müslüman " yani "kayıtsız şartsız teslim olanlardan" olmamız gerektiğini hatırdan hiç çıkarmamamız gerekmektedir.
41. ayette melikenin "arşının " tanınmaz bir hale getirilerek "hidayete erenlerdenmi" yoksa " hidayete ermeyenlerdenmi" olup olmayacağı şeklinde bir kontrol yapılmaktadır.Bilindiği gibi melikenin arşı(tahtı) çok kısa bir zamanda süleyman as ın huzuruna getirilmiştir. Bir hükümdarın hakimiyetinin sembolu olan tahtını tanıyan melike , bu hakimiyetini kendisinden alma gücüne sahip olan bir başka hükümdarın gücüne "kayıtsız şartsız teslim olmuştur". Bu ayettede bizler için çıkarılması gereken bir ibret vesikası bulunmaktadır.
Melikenin tahtının tanınmaz hale getirilip onun bir yanıltma içine sokulup " benim tahtımın benden önce buraya gelmesi imkansız böyle bir gücü hayal bile edemiyorum" şeklinde bir itiraza girmeyip tanınmaz hale getirilen tahtın kendi tahtı olabileceği ihtimalini göz ardı etmemiştir. Bu olayda bizlere gösteriyorki "hiç bir kul kendi gücünün üzerinde bir güç olan Allah cc nin gücünü hatırından çıkarmamalıdır". Melike bu imtihanı başarı ile geçip süleyman as ın köşküne girmeye hak kazanmıştır.
43. ayetteki " Allahtan başka tapmakta oldukları şeyler onu alıkoymuştu" ifadesinden yine bizler için bir tebiğ metodu çıkarılması gerekir. Melikenin şahsında "Allahtan başka taptığı ilahları olanlara" mü'minlerin sadece Allaha davet ederek onları bu sahte ilahların tasallutundan kurtulmaları yolunda yapacak oldukları tebliğde süleyman as gibi tavizsiz olmaları küfür içindeki bir toplumda yetişen bir ferdin kuvvetli bir ihtimalle içinde bulunduğu toplumun dinine uyacağı ve hiç kimseye tebliğ ulaştırmadan onu küfürle suçlayamayacağımız konusu hatırdan çıkarılmamalıdır.
44. ayet ise ahiret hayatının canlı bir gösterisidir. Melike süleyman as ın elçisi ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman ederek süleyman as ın sarayına girmeye hak kazanmıştır, eğer süleymanın "kitabına"(mektubuna) iman etmeyecek olsaydı süleyman as ın orduları tarafından helak edilmek olacaktı. Aynı şekilde mü'minlerde Allah cc nin elçileri vasıtası ile gönderdiği " kitabına" iman eden mü'minleri cennet saraylarında ağırlayacaktır, eğer elçileri ile gönderilen kitaba iman etmeyen olursa onun sonuda helak olacaktır. Burada kalem s. 42 de mealen "O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler."ayetinin arapça metnindeki "yukşefu an saqin"deyimi ile neml s. 44. ayetindeki" ve keşefet an saqihe" (eteğini çekti) deyimlerinin üzerinde biraz durmak istiyoruz.
Kalem s.42. ayetindeki deyimin geçtiği yer ile neml s. 44. ayetindeki deyimin geçtiği yeri müteşabih bir anlatım yani benzetmeli olarak anlayacak olursak bizlere kalem suresi 42. ayetindeki gerçek ahiret aleminde kişinin dünyada iken secdeye davet edildiği zaman bu davete icabet etmediği için ahirettede buna güç yetiremeyeceği ifade edilir. Melikenin şahsında tüm mü'minlere rabbimiz dünyada iken secdeye davet edilipte bu davete icabet eden mü'minlere vaad ettiği cennetlerin teşbihi (benzetmesi) melikenin süleyman as ın sarayına girerken yaşadığı olay ile özdeşleştirilerek anlatılmaktadır .
Melike tabiri caizse gözlerine inanamaktadır rabbimizinde mü'minlere vaad ettiği cennetlerde bu şekildedir. Süleyman as ın sarayı için 44. ayette vasfedilen "qavarira" (şeffaf) kelimesi insan s. 15-16. ayetlerde cennette mü'minlere verilen ikramlardan bahsedilirkende geçer .Bilindiği üzere yiyecek ve içecek insaoğlu için vazgeçilmez unsurlardır cennet ve cehennnemdende bahsedilirken bu unsurlar yine ortaya çıkarılır. Cennet ehlinin yiyecek ve içecekleri aklın almadığı güzellikte olmasına karşın (yine süleyman as ın sarayı vasfedilirken" su" olgusu yine karşımızdadır) cehennem ehlinin yiyecek ve içecekleride aklın almayacağı derecede çirkindir.
Sonuç olarak,kıssa yollu anlatım tarzının birden fazla yönden anlaşılabilmesi mümkün olduğu için "süleyman as kıssası" içinde anlatılan "sebe" melikesi olan ilgili kısımda müteşabih (benzetme) yollu anlatımlardan yola çıkarak, rabbimizinde bizlere kendisini tanıtırken "hükümdar" teşbihi yaparak anlattığı, bu teşbihin bizlere süleyman as kıssası içindeki sebe melikesi ile ilgili olan kısımda biraz daha öne çıktığını ve süleyman as ın şahsında melikeye, elçisi vasıtası ile göndermiş olduğu "kitaba" (mektuba) iman eden melikenin şahsında o elçi ile gelen "kitaba" (mektuba) iman eden bir kimsenin akıbeti bizlere canlı olarak anlatılmaktadır.
Kıssa yollu anlatım akılda kalması en kolay olan bir anlatım tarzı olduğu, ve cennet ve cehennem ahvali gaybi bir konu olup gözümüz ile gördüğümüz bir alan olmadığı ,sadece öldüğümüz zaman göreceğimiz yerler olması hasebi ile rabbimizin sonsuz rahmetinin bir tezahürü olarak görebileceğimiz cennetin ve cehennemin bizlere "kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekilde canlandırılarak anlatılması karşısında bizlere düşen SECDEYE DAVET EDİLECEĞİ GÜN GELİP ONA GÜÇ YETİREMEYENLERDEN OLMAMAMIZ İÇİN DÜNYADA İKEN ONUN GÖNDERDİĞİ KİTABA İMAN EDİP CENNET SARAYLARINDA AĞIRLANMAMIZI SAĞLAMAKTIR.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR .
2 Kasım 2011 Çarşamba
Süleyman a.s Kıssası
Süleyman as kıssası kur'anda kıssaları anlatılan resuller içinde sıra dışı bir yer tutma bakımından diğer kıssalardan ayrılmaktadır babası davud as ile mülk verilen bir resul olma hasebiyle diğer resullerin aksine kavmi ile herhangi bir mücadelesi kur'anda anlatılmaz aksine mülkü insanlar,cinler,hayvanlar ve rüzgarlar üzerinde hakim bir resuldur. Ancak süleyman as ın kıssasıda modernist yaklaşımlar sonucu, kıssada geçen karınca ve cinler ile olan konuşmaların kur'an dışından alınan anlama yöntemleri ile anlaşılmaya çalışıldığına şahid olmaktayız. Geleneksel tefsir anlayışındaki bilgi kirliliği ile modernist yaklaşımlar kıssanın bugün için bize ne gibi bir hisse verdiğinden uzak olarak "kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde tabir ettiğimiz bir yöntemle kıssayı okumuş ne geleneksel anlayışta nede modernist anlayışta bu kıssanın bugün bize ne vermek istediği konusu üzerinde pek durulmamıştır. Biz bu yazımızda süleyman as ın kıssasının geçtiği ayet meallerini verip bu ayetleri kur'an bütünlüğü içinde anlamaya gayret edeceğiz. Süleyman as ın kıssası kur'anda, sad,sebe ve neml surelerinde geçmektedir bu surelerdeki kıssa ile ilgili mealleri verip kıssa ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.
SAD SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as ın kıssası sad suresinde 30. ve 40. ayetleri arasında geçmektedir ayetlerin meali şu şekildedir.
30- Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.
31- Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu.
32- O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.
33- "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.
34- Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, kürsisinin üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.
35- "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin."
36- Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi.
37- Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.
38- Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.
39- "İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut."
40- Şüphesiz, onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.
30. ayetten anlaşıldığı üzere süleyman as davud as ın oğludur ve " evvab" bir kişi olduğu vurgusu yapılmaktadır. "Evvab" (Allaha çokça dönen) kavramı bu surede , davud as ve eyyub as içinde kullanılarak öne çıkarılmaktadır.. Bu kavramın davud, süleyman ve eyyub as için kullanılması bizim için ne anlama gelmelidir? diye soracak olursak şu cevabı vermek mümkündür. Davud ve süleyman as ların kıssalarından anladığımız üzere bu iki resule hesapsız bir mülk, eyyub as ın kıssasında anladığımız üzere onada çok büyük sıkıntılar verilmiştir. Hesapsız varlık sahibi bu iki resul ile büyük sıkıntılar sahibi eyyub as arasındaki bu "evvab" olma bağından bizim için çıkarılabilecek olan hisse, zenginliğin ve fakirliğin bir imtihan olduğu, bu imtihan ile denenen bu üç resulun şahsında bizlerin ne kadar zenginlik veya ne kadar yoksulluk sahibi olsakda Allaha "asi" değil "evvab" olmamız gerektiğidir.
Ayetlerin devamında süleyman as ın yaşantısından bir kesit sunulmakta ve dünya malı sevgisinin bir an için ağır bastığı görülmekte ve bunun süleyman as için bir "fitne" yani deneme olduğu ve tahtının ayak ucuna (kürsisine) bir ceset bırakılarak ona ölümün hatırlatıldığı ve onunda bu hatırlatmaya olumlu bir cevap verdiği görülüyor. 34. ayetteki " kürsi" kelimesine karşılık olarak bu kelimenin "taht" şeklinde meallendirildiğini "kürsi" kelimesinin anlamının taht üzerine çıkmak için kullanılan bir araç olarak anlamak gerekmektedir çünkü "taht" kelimesinin kur'andaki karşılığı "arş " kelimesi ile ifade edilmiştir. 35. ayette denemeden geçirildiğinin farkına varıp tevbe eden süleyman as varlık ile imtihanın zorluğuna talip olarak bu sefer rabbinden kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk duasında bulunur ve bu dua kabul edilir.
Süleyman as a verilen bu mülkün ayrıntıları üzerinde durmak verilen bu mülk üzerinde dönüp dolaşmak kıssasın esas anlatım amacı olan zenginlik ile imtihan edilen bir kulun nasıl davranması gerektiği meselesini süleyman as kıssası örneğinde gösteren kur'anın mesajının anlaşılamamasını doğurur. Süleyman as ın kıssasında öne çıkan konu onun mülkünün hikayesi değil aksine "DÜNYADA KENDİNDEN SONRA KİMSEYE NASİP OLMAYACAK BİR MÜLKE SAHİP OLAN BİRİSİNİN BU MÜLKE KARŞI OLAN ŞÜKRÜNÜN ANLATILMASIDIR". Kıyamete kadar gelecek olan dünyanın en zengin insanlarının servetlerinin süleyman as ın mülkü ile mukayese bile edilemeyecek kadar az olmasına rağmen kendilerinde olan bu servetin onları rablerine karşı nasıl asi olmalarına vesile olduğunu gördükçe süleyman as ın kıssasının özellikle servet sahipleri için örnek alınması gerektiği ortadadır.
SEBE SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as kıssası sebe suresinde 12-13-14. ayetlerde geçmektedir ayetlerin meali şöyledir.
12- Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.
13-Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır.
14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Kıssanın bu suredeki bölümündede yine süleyman as a verilen mülkten örnekler verilmekte ve karşılığında "şükredilmesi" emredilmektedir. Yine burada öne çıkarılan nokta verilen mülkün niceliğinden öte bu mülke karşı olan sorumluluğun icabının yerine getirilmesinin istenmesidir. 14. ayette süleyman as ın ölümü ile sıradışı bir durum sözkonusudur. Burada bir hatırlatmada bulunmak gerekmektedir, süleyman as ın emrine verilen cinler hakkında bazı modernist düşünce sahipleri daha önce cinlere yükledikleri anlam gereği onların insanlardan ayrı bir varlık olmadığı, onların yabancı insanlar olduğu yolunda bir düşünceye sahiptirler. "Cin kavramı" hakkında bundan önce yazılarımız bulunduğu için burada bu kavram hakkında herhangi bir mülahazada bulunmak istemiyoruz , ancak şu noktayı hatırlatmak yerinde olcaktır. Kur'anın hiç bir yerinde "cin " kelimesi "yabancı insanlar" anlamında kullanılmamıştır ,cinler insanlardan ayrı ontolojik yapıları olan bir varlıktır , onların gaybi varlıklar olması bizi onlar hakkında yabancı insanlar olarak anlaşılan bir düşünceye götürmemelidir . Süleyman as ölmüştür ama cinler onun öldüğünün farkında değillerdir. Burada öne çıkarılan nokta bir insanın öldüğü zaman nasıl ayakta durduğu değildir rabbimizin bu ölümü cinlere farkettirmemesindeki kastı onların gayb bilgisine vakıf olmadıklarının bir göstergesidir. Bu konuyu daha iyi anlamak için nuzul öncesi mekke müşriklerinin cinlere yükledikleri değeri bilmek gerekmektedir. Kur'anda cinlerden bahsedilen bazı ayetlerde onların insanların sapmalarına vesile olduklarını görmekteyiz. İnsanların bu sapmalarınının nedenlerinden biri cinlerin o insanlara gaybtan haberler verdikleridir. Rabbimizin sebe s. 14 ayetinde, cinlerin gaybı bilmek gibi bir marifetleri olmadığının canlı göstergesini bizlere sunarak bizlere " CİNLERİN GAYBA DAİR BİR İLGİSİ ASLA OLAMAZ. BÖYLE BİR ŞEY OLSAYDI SÜLEYMAN AS IN ÖLÜMÜNÜ DAHİ BİLEMEYEREK BİR AĞAÇ KURDUNUN VERDİĞİ BİR HABERE MUHTAÇ OLARAK REZİL BİR HAYAT SÜRMEZLERDİ".
NEML SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as ın kıssası neml suresinde 15-44. ayetleri arasında anlatılmaktadır konu ile ilgili ayet mealleri şöyledir.
15- Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamd olsun." dediler.16- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."
17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.
18- Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin."
19- (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."
20- Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?"
21- "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."
22- Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."
23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var."
24- "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar."
25- "Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)."
26- "O Allah, O'ndan başka İlah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."
27- (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi.
28- "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"
29- (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı."
30- "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."
31- (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır).
32- Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim."
33- Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).
34- Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar."
35- "Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."
36- (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.
37- "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."
38- (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.
39- Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.
40- Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.
41- Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?
42- Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."
43- Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.
44- Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."
Neml suresindeki kıssa diğer surelerdeki kıssalara göre biraz daha teferruatlıdır. Kıssaya 15. ayette davud ve süleyman as ların verilen nimete karşı olan hamdleri ile başlanıyor ve süleyman as ın davud as ın yerine geçtiğinden bahsediliyor. Kıssanın bu bölümünde süleyman as ın ordusu ile birlikte karıncaların olduğu bir vadiden geçerken karıncanın konuşmasını duyması ve diğer surelerde öne çıkarılan verilen mülke karşı şükretmesini burada görüyoruz. 19. ayet bizim için gerekli mesajı taşıyan bir ayet olma özelliğindedir. Kendisine verilen bu özellik sayesinde gurur ve kibire kapılmayarak bu özelliği kendisine bahşeden rabbini hatırlaması bizim için örnek olması gereken bir durumdur. Burada modernist anlayışların etkisi ile kur'anı anlama metodunu seçenler , ayette bahsi geçen karıncanın bir hayvan değil "karınca vadisi" ile adlandırılan halktır şeklinde bir düşünce içindedirler. Bu düşünceye varırken kullandıkları argümanda şudur, 18. ayetteki dişi karıncanın " ey karınca topluluğu meskenlerinize girin " şeklindeki ayette " meskenlerinize" şeklinde meal verilen kelimenin arapça metni " mesakinüküm" dür. Bu kelimeden hareketle "mesken" kelimesinin insanların barındığı evler olduğu bu kelimenin karınca yuvası için kullanılamayacağı yolundaki düşüncelerdir. Ancak kur'anı kur'andan anlamayı pek düşünmeyen bu modernist kafalar, nahl s. 68. de" Rabbin bal arısına da şöyle vahyetti: «Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan göz göz evler edin!"mealindeki ayette geçen "evler" kelimesinin arapça metni olan " buyuten"kelimesinin insanlar için kullanıldığı veya ankebut suresi 41. ayetinde örümceğin evi için "beyten" (evi) kelimesinin kullanıldığı ayetler hakkında ne diyeceklerdir?.
Kıssada süleyman as ın kuşları denetleme sahnesinde ortaya çıkan " hüdhüd" adlı kuş, modernist anlayışa kurban edilmeye çalışılarak onun bir kuş değil insan olduğu düşüncesi ortaya atılmıştır.Düşünce temellerinde kur'an kıssalarındaki olağan üstü olayları akla uydurmak olan bu düşünce sahipleri kur'an metnini dahi hiçe sayarak bu düşüncelerini ortaya atmaya cesaret edebilmektedirler. 20. ayette "kuşları denetlemesinden " bahsedilen süleyman as ın görmediği kuş nasıl insan olabilir?. Hüdhüd gelipte geç kalma sebebini izah ederken sebe ülkesinden getirdiği haberler içindeki mesajları düşünmeden " bir kuş bunları nerden bilir ?" diye "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali bir tutum sergilemektedirler. Hüdhüd adlı kuşun bizim için önemli olan yönü 24-25-26. ayetlerde onun vasıtası ile anlatılan mesajdır.
Kıssanın devamında, hüdhüd adlı kuşun getirdiği haberdeki kadın hükümdara gönderilen mektup ve o hükümdarın , kendisine bırakılan bu mektup ile ilgili konuşmaları vardır. Süleyman as yanındakilere, hükümdarın tahtını o hükümdar kendisine gelmeden önce kimin getireceğini sorması ve cinlerden bir ifritin "yerinden kalkmadan getiririm" demesine karşılık kıssada "kitaptan ilmi olan " olarak ifade edilen birisi onu daha kısa zamanda süleyman as ın huzuruna getirir. Bu bölümde özellikle tasavvufçular tarafından istismar konusu yapılan bir taraf vardır. "Kitaptan ilmi olan " kişinin tahtı bir anda getirmesinden yola çıkılarak bir sürü kerameti kendinden menkul şeyhler türetilmiş ve onlara gayb bilgisinin verildiği yolunda kıssa ile alakası olmayan yorumlar türetilmeye çalışılmıştır. Tahtın bir anda gelmesi olayının bize örnek olması gereken yönü süleyman as kıssasının genelinde hakim olan , verilen o üstünlüğe karşı süleyman as ın tepkisidir . 40 ayetteki bizim için dikkatli okunması gereken kısm ayetin "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. " şeklindeki cümleleridir , tahtın nasıl ve ne şekilde geldiği bizim için önemli bir nokta olsaydı rabbimizi bize onuda bildirirdi bize bildirdiği kısım nimete şükretme kısmıdır.
Sonuç olarak, kur'anda kıssaları anlatılan diğer resullerin aksine sıradışı resullerden olan süleyman as ın kıssasında bizim için örnek alınması gereken en önemli nokta, kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak mülke sahip olan bir resulun bu verilen mülke karşı olan şükrü ve onun örneğinde diğer servet sahiplerinin ,süleyman as ın mülkü ile kıyas kabul edilmeyecek kadar küçük bir servete sahip olmaları karşısında bile gurura kapılarak Allaha baş kaldırmamaları öğütlenmekte ve bu öğüdü dinlemeyipte Allaha başkaldıranların "karun " kıssası örneğinde akibetleri kur'anda hatırlatılmaktadır. Süleyman as kıssası bizlere , dünyada hadsiz bir servete sahip olan birinin üstünde ondan daha zengin ve kudretli bir hükümdarın olduğunu ve süleyman as ın bunu çok iyi bilerek bir an için dahi gurur ve kibire kapılmadan kendisininde üstünde bir hükümdarın olduğunu çok iyi bildiğini göstererek onunla kıyaslanamayacak kadar dahi servet sahibi olanların " küçük dağları ben yarattım " edalarında olmamalarının gereğini hatırlatmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
SAD SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as ın kıssası sad suresinde 30. ve 40. ayetleri arasında geçmektedir ayetlerin meali şu şekildedir.
30- Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.
31- Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu.
32- O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.
33- "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.
34- Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, kürsisinin üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.
35- "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin."
36- Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi.
37- Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.
38- Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.
39- "İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut."
40- Şüphesiz, onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.
30. ayetten anlaşıldığı üzere süleyman as davud as ın oğludur ve " evvab" bir kişi olduğu vurgusu yapılmaktadır. "Evvab" (Allaha çokça dönen) kavramı bu surede , davud as ve eyyub as içinde kullanılarak öne çıkarılmaktadır.. Bu kavramın davud, süleyman ve eyyub as için kullanılması bizim için ne anlama gelmelidir? diye soracak olursak şu cevabı vermek mümkündür. Davud ve süleyman as ların kıssalarından anladığımız üzere bu iki resule hesapsız bir mülk, eyyub as ın kıssasında anladığımız üzere onada çok büyük sıkıntılar verilmiştir. Hesapsız varlık sahibi bu iki resul ile büyük sıkıntılar sahibi eyyub as arasındaki bu "evvab" olma bağından bizim için çıkarılabilecek olan hisse, zenginliğin ve fakirliğin bir imtihan olduğu, bu imtihan ile denenen bu üç resulun şahsında bizlerin ne kadar zenginlik veya ne kadar yoksulluk sahibi olsakda Allaha "asi" değil "evvab" olmamız gerektiğidir.
Ayetlerin devamında süleyman as ın yaşantısından bir kesit sunulmakta ve dünya malı sevgisinin bir an için ağır bastığı görülmekte ve bunun süleyman as için bir "fitne" yani deneme olduğu ve tahtının ayak ucuna (kürsisine) bir ceset bırakılarak ona ölümün hatırlatıldığı ve onunda bu hatırlatmaya olumlu bir cevap verdiği görülüyor. 34. ayetteki " kürsi" kelimesine karşılık olarak bu kelimenin "taht" şeklinde meallendirildiğini "kürsi" kelimesinin anlamının taht üzerine çıkmak için kullanılan bir araç olarak anlamak gerekmektedir çünkü "taht" kelimesinin kur'andaki karşılığı "arş " kelimesi ile ifade edilmiştir. 35. ayette denemeden geçirildiğinin farkına varıp tevbe eden süleyman as varlık ile imtihanın zorluğuna talip olarak bu sefer rabbinden kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk duasında bulunur ve bu dua kabul edilir.
Süleyman as a verilen bu mülkün ayrıntıları üzerinde durmak verilen bu mülk üzerinde dönüp dolaşmak kıssasın esas anlatım amacı olan zenginlik ile imtihan edilen bir kulun nasıl davranması gerektiği meselesini süleyman as kıssası örneğinde gösteren kur'anın mesajının anlaşılamamasını doğurur. Süleyman as ın kıssasında öne çıkan konu onun mülkünün hikayesi değil aksine "DÜNYADA KENDİNDEN SONRA KİMSEYE NASİP OLMAYACAK BİR MÜLKE SAHİP OLAN BİRİSİNİN BU MÜLKE KARŞI OLAN ŞÜKRÜNÜN ANLATILMASIDIR". Kıyamete kadar gelecek olan dünyanın en zengin insanlarının servetlerinin süleyman as ın mülkü ile mukayese bile edilemeyecek kadar az olmasına rağmen kendilerinde olan bu servetin onları rablerine karşı nasıl asi olmalarına vesile olduğunu gördükçe süleyman as ın kıssasının özellikle servet sahipleri için örnek alınması gerektiği ortadadır.
SEBE SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as kıssası sebe suresinde 12-13-14. ayetlerde geçmektedir ayetlerin meali şöyledir.
12- Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.
13-Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır.
14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.
Kıssanın bu suredeki bölümündede yine süleyman as a verilen mülkten örnekler verilmekte ve karşılığında "şükredilmesi" emredilmektedir. Yine burada öne çıkarılan nokta verilen mülkün niceliğinden öte bu mülke karşı olan sorumluluğun icabının yerine getirilmesinin istenmesidir. 14. ayette süleyman as ın ölümü ile sıradışı bir durum sözkonusudur. Burada bir hatırlatmada bulunmak gerekmektedir, süleyman as ın emrine verilen cinler hakkında bazı modernist düşünce sahipleri daha önce cinlere yükledikleri anlam gereği onların insanlardan ayrı bir varlık olmadığı, onların yabancı insanlar olduğu yolunda bir düşünceye sahiptirler. "Cin kavramı" hakkında bundan önce yazılarımız bulunduğu için burada bu kavram hakkında herhangi bir mülahazada bulunmak istemiyoruz , ancak şu noktayı hatırlatmak yerinde olcaktır. Kur'anın hiç bir yerinde "cin " kelimesi "yabancı insanlar" anlamında kullanılmamıştır ,cinler insanlardan ayrı ontolojik yapıları olan bir varlıktır , onların gaybi varlıklar olması bizi onlar hakkında yabancı insanlar olarak anlaşılan bir düşünceye götürmemelidir . Süleyman as ölmüştür ama cinler onun öldüğünün farkında değillerdir. Burada öne çıkarılan nokta bir insanın öldüğü zaman nasıl ayakta durduğu değildir rabbimizin bu ölümü cinlere farkettirmemesindeki kastı onların gayb bilgisine vakıf olmadıklarının bir göstergesidir. Bu konuyu daha iyi anlamak için nuzul öncesi mekke müşriklerinin cinlere yükledikleri değeri bilmek gerekmektedir. Kur'anda cinlerden bahsedilen bazı ayetlerde onların insanların sapmalarına vesile olduklarını görmekteyiz. İnsanların bu sapmalarınının nedenlerinden biri cinlerin o insanlara gaybtan haberler verdikleridir. Rabbimizin sebe s. 14 ayetinde, cinlerin gaybı bilmek gibi bir marifetleri olmadığının canlı göstergesini bizlere sunarak bizlere " CİNLERİN GAYBA DAİR BİR İLGİSİ ASLA OLAMAZ. BÖYLE BİR ŞEY OLSAYDI SÜLEYMAN AS IN ÖLÜMÜNÜ DAHİ BİLEMEYEREK BİR AĞAÇ KURDUNUN VERDİĞİ BİR HABERE MUHTAÇ OLARAK REZİL BİR HAYAT SÜRMEZLERDİ".
NEML SURESİNDE SÜLEYMAN AS KISSASI
Süleyman as ın kıssası neml suresinde 15-44. ayetleri arasında anlatılmaktadır konu ile ilgili ayet mealleri şöyledir.
15- Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamd olsun." dediler.16- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."
17- Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı.
18- Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin."
19- (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."
20- Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?"
21- "Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."
22- Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim."
23- "Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var."
24- "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar."
25- "Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar)."
26- "O Allah, O'ndan başka İlah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."
27- (Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi.
28- "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"
29- (Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı."
30- "Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır."
31- (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır).
32- Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim."
33- Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).
34- Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar."
35- "Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."
36- (Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.
37- "Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."
38- (Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.
39- Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.
40- Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.
41- Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?
42- Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."
43- Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi.
44- Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."
Neml suresindeki kıssa diğer surelerdeki kıssalara göre biraz daha teferruatlıdır. Kıssaya 15. ayette davud ve süleyman as ların verilen nimete karşı olan hamdleri ile başlanıyor ve süleyman as ın davud as ın yerine geçtiğinden bahsediliyor. Kıssanın bu bölümünde süleyman as ın ordusu ile birlikte karıncaların olduğu bir vadiden geçerken karıncanın konuşmasını duyması ve diğer surelerde öne çıkarılan verilen mülke karşı şükretmesini burada görüyoruz. 19. ayet bizim için gerekli mesajı taşıyan bir ayet olma özelliğindedir. Kendisine verilen bu özellik sayesinde gurur ve kibire kapılmayarak bu özelliği kendisine bahşeden rabbini hatırlaması bizim için örnek olması gereken bir durumdur. Burada modernist anlayışların etkisi ile kur'anı anlama metodunu seçenler , ayette bahsi geçen karıncanın bir hayvan değil "karınca vadisi" ile adlandırılan halktır şeklinde bir düşünce içindedirler. Bu düşünceye varırken kullandıkları argümanda şudur, 18. ayetteki dişi karıncanın " ey karınca topluluğu meskenlerinize girin " şeklindeki ayette " meskenlerinize" şeklinde meal verilen kelimenin arapça metni " mesakinüküm" dür. Bu kelimeden hareketle "mesken" kelimesinin insanların barındığı evler olduğu bu kelimenin karınca yuvası için kullanılamayacağı yolundaki düşüncelerdir. Ancak kur'anı kur'andan anlamayı pek düşünmeyen bu modernist kafalar, nahl s. 68. de" Rabbin bal arısına da şöyle vahyetti: «Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan göz göz evler edin!"mealindeki ayette geçen "evler" kelimesinin arapça metni olan " buyuten"kelimesinin insanlar için kullanıldığı veya ankebut suresi 41. ayetinde örümceğin evi için "beyten" (evi) kelimesinin kullanıldığı ayetler hakkında ne diyeceklerdir?.
Kıssada süleyman as ın kuşları denetleme sahnesinde ortaya çıkan " hüdhüd" adlı kuş, modernist anlayışa kurban edilmeye çalışılarak onun bir kuş değil insan olduğu düşüncesi ortaya atılmıştır.Düşünce temellerinde kur'an kıssalarındaki olağan üstü olayları akla uydurmak olan bu düşünce sahipleri kur'an metnini dahi hiçe sayarak bu düşüncelerini ortaya atmaya cesaret edebilmektedirler. 20. ayette "kuşları denetlemesinden " bahsedilen süleyman as ın görmediği kuş nasıl insan olabilir?. Hüdhüd gelipte geç kalma sebebini izah ederken sebe ülkesinden getirdiği haberler içindeki mesajları düşünmeden " bir kuş bunları nerden bilir ?" diye "parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali bir tutum sergilemektedirler. Hüdhüd adlı kuşun bizim için önemli olan yönü 24-25-26. ayetlerde onun vasıtası ile anlatılan mesajdır.
Kıssanın devamında, hüdhüd adlı kuşun getirdiği haberdeki kadın hükümdara gönderilen mektup ve o hükümdarın , kendisine bırakılan bu mektup ile ilgili konuşmaları vardır. Süleyman as yanındakilere, hükümdarın tahtını o hükümdar kendisine gelmeden önce kimin getireceğini sorması ve cinlerden bir ifritin "yerinden kalkmadan getiririm" demesine karşılık kıssada "kitaptan ilmi olan " olarak ifade edilen birisi onu daha kısa zamanda süleyman as ın huzuruna getirir. Bu bölümde özellikle tasavvufçular tarafından istismar konusu yapılan bir taraf vardır. "Kitaptan ilmi olan " kişinin tahtı bir anda getirmesinden yola çıkılarak bir sürü kerameti kendinden menkul şeyhler türetilmiş ve onlara gayb bilgisinin verildiği yolunda kıssa ile alakası olmayan yorumlar türetilmeye çalışılmıştır. Tahtın bir anda gelmesi olayının bize örnek olması gereken yönü süleyman as kıssasının genelinde hakim olan , verilen o üstünlüğe karşı süleyman as ın tepkisidir . 40 ayetteki bizim için dikkatli okunması gereken kısm ayetin "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. " şeklindeki cümleleridir , tahtın nasıl ve ne şekilde geldiği bizim için önemli bir nokta olsaydı rabbimizi bize onuda bildirirdi bize bildirdiği kısım nimete şükretme kısmıdır.
Sonuç olarak, kur'anda kıssaları anlatılan diğer resullerin aksine sıradışı resullerden olan süleyman as ın kıssasında bizim için örnek alınması gereken en önemli nokta, kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak mülke sahip olan bir resulun bu verilen mülke karşı olan şükrü ve onun örneğinde diğer servet sahiplerinin ,süleyman as ın mülkü ile kıyas kabul edilmeyecek kadar küçük bir servete sahip olmaları karşısında bile gurura kapılarak Allaha baş kaldırmamaları öğütlenmekte ve bu öğüdü dinlemeyipte Allaha başkaldıranların "karun " kıssası örneğinde akibetleri kur'anda hatırlatılmaktadır. Süleyman as kıssası bizlere , dünyada hadsiz bir servete sahip olan birinin üstünde ondan daha zengin ve kudretli bir hükümdarın olduğunu ve süleyman as ın bunu çok iyi bilerek bir an için dahi gurur ve kibire kapılmadan kendisininde üstünde bir hükümdarın olduğunu çok iyi bildiğini göstererek onunla kıyaslanamayacak kadar dahi servet sahibi olanların " küçük dağları ben yarattım " edalarında olmamalarının gereğini hatırlatmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)