10 Temmuz 2014 Perşembe

Alak s. 6-19. Ayetleri Arası ve Engellenen Salat

Bundan önceki yazımızda , alak s. 1-5. ayetlerini tefekkür etmeye gayret etmiştik, bu yazıda geri kalan ayetler ile ilgili olarak tefekküre devam etmeye çalışacağız. Geri kalan ayetlerin ilk 5 ayetten ayrı olarak, ilerleyen zaman içinde nazil olduğu , ayetlerdeki muhatabın tebliğ sürecindeki inkarından bahsedilmesinden anlaşılmaktadır.

[096.006] Hayır; gerçekten insan, azar.
[096.007]  Kendini müstağni gördüğünden.
[096.008]  Muhakkak ki dönüş, ancak Rabbinedir.
[096.009] Gördün mü şu men edeni.
[096.010]  Bir kulu salatında.
[096.011]  Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?
[096.012]  Ya da takvayı emrettiyse.
[096.013]  Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
[096.014]  Bilmez mi ki; Allah gerçekten görmektedir?
[096.015] Yok, yok... Eğer nihâyet vermezse, elbette ki Biz o alnı sürükleyeceğizdir.
[096.016]  Yalancı, günahkâr olan bir alnı.
[096.017]  O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.
[096.018] [ Biz de zebanileri çağırırız.
[096.019]  Hayır hayır. Ona itaat etme. Ve secde et ve Yaklaş.

Ayetleri tarihselliği yani nuzül süreci içinde ele alarak okuyacak olursak , tebliğ sürecinin başlamış olduğu ve bu süreçte tebliğe karşı inkarların görülmekte olduğunu anlamaktayız. Vahye karşı olan kişinin , karşı olma gücünü elindeki servete dayanarak yaptığı anlaşılmakta , fakat bu servetin geçici olduğu dönüşün rabbe olduğu ve dönüş günü bunun hesabını vereceği hatırlatılmaktadır. 

Eline üç kuruşluk servet geçince ne oldum delisi olan kişi , buralar benden sorulur ağası benim edası içinde vahye iman eden bir kulun , vahye imanı gereği olarak yapmış olduğu salatı engellediği görülmektedir. Burada dikkatimizi çeken kulun salatının birilerini rahatsız etmiş olması ve bu salatın sadece bilindik anlamda namazdan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Kulun salatı takvayı emretmesi şeklinde ifadesini bulduğu için bu salattan müşrikler rahatsız olmaktadırlar. Salatı engelleyen kişi bunu engelleme sebebinin yalan sayması ve yüz çevirmesi olduğu ve bu yaptıklarını bir görenin olduğu hatırlatılarak yaptıklarının yanına kar kalmayacağı hatırlatılmaktadır. 

Salatı engelleyen müşriğin güç aldığı serveti ve darünnedve olarak bilinen yandaşlarının meclisindekileri çağırmasına karşılık zebanilerin çağrılacağı yani bunların yaptıklarının cezası olarak zebanilerin bekçiliğini yaptığı cehennemde konaklayacakları hatırlatılarak , onlara kesinlikle itaat edilmemesi Salata devam edilerek Allah cc ye yaklaşılması emredilmektedir. 

Sure içinde salat kelimesi ile ifade edilen bir eylemin engellendiği ifade edilerek bu salatın doğru yolda olunması ve takvayı emretmesi şeklinde bir karşılığının olduğu anlaşılmaktadır. Bu kelimenin ifade ettiği eylemin nasıl bir şey olduğu konusunu biraz açmak istiyoruz. 

Meallerde namaz olarak çevrilen bu kelimenin anlamı daha geniş bir çerçevede olup , namaz kelimesi ile ifade edilen şey salat içinde bir cüzdür. Alak suresinin ilk nazil olan surelerden olması ve Muhammed as ın nasıl namaz kılmaya başladığı konusunda tefsirlerde yer alan ifadeler problem teşkil eden ifadelerdir. 

Rivayetlere bakıldığında, Cibril Muhammed as a gelerek hangi vakitte nasıl namaz kılacağını öğretmiş olduğu görülmektedir. Bu rivayetlerden yol çıkarak namaz adlı ibadetin sanki daha önce bilinmeyen ve icra edilmeyen bir ibadet olduğu zannı hakim olmuştur, halbuki kur'an geneline bakacak olursak bu ayetlerden mekke toplumunun nuzül öncesi durumunu ayetlerden anlamaktayız. Kur'an muhatap toplumun yabancısı olduğu, hayatlarında hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir ibadet tarzı ile onlara nazil olmamış , aksine onların hayat içinde din adına uyguladıklarının şirk bulaşmış tarafını ıslah yoluna gitmiştir.  

Enam s. ağırlıklı olmak üzere kur'an geneline yayılmış olan ayetlerde Allah cc nin emri olan ehli hayvanların kesilerek ona yaklaşılması şeklinde ibadet tarzı mekke toplumunda bilinen ve icra edilen bir  tarz olduğu, fakat bu ibadete şirk bulaştırılarak kesilen hayvanların üzerine Allah cc nin değil putlarının adının anılması sureti ile ifa edildiği görülmektedir. Kur'an bu tarz bir ibadetin şirk olduğu ve doğru olanın nasıl olduğu yönündeki ayetler ile bunu aslına çevirmiştir. 

İbrahim as dan beri bilinen hac ibadetide aynı şekilde şirk bulaşmış bir halde ifa edilmekteydi, kabe zaman içinde İbrahim as ve oğlu tarafından yeniden inşa edilen tevhid evi olmaktan çıkmış bir şirk yuvası haline getirilmişti. Kevser s. ayetlerinde "rabbin için nahr ve salat et" şeklinde emir bu ibadetlerin Allah cc nin dışındakilere hasr edilmesini anlamak mümkün olup bu ibadetlerin yapılması gereken varlık aracı olarak görülen putlar değil sadece Allah cc olduğu beyan edilmektedir. 

Maun s. de "vay o salat edenlere ki salatlarından gafildirler" şeklindeki ayetlerin salat eden mekkelilerin yapmış oldukları salatın yetime iyilik yapmayı ,yoksulu doyurmayı teşvik etmediği ,enfal s. 35. ayetinde de, mekkelilerin beyt önündeki yapmış oldukları salatın el çırpmak , ıslık çalmak şeklinde olduğu  ve bu şekil bir salatın red edildiği görülmektedir.

 Böyle bir mekke arka planı içinde yaşayan Muhammed as o toplum ile aynı kültür alt yapısına sahip olduğu fakat bu sahipliği onlara uymak şeklinde tezahür ettirmediği anlaşılmaktadır. Kur'andan öğrenildiği üzere mekke toplumu Allah inancına sahip bir toplum olduğu , problem oluşturan yönün Allah cc nin değil atalarının empoze ettiği inancı taşımalarıdır. Muhammed as böyle bir toplum içinde yaşamakta olup o inançları kabul etmeyen biri olduğu onun elçi seçilmiş olmasından anlaşılmaktadır. 

Böyle bir arka plan içinde mekkede tebliğ görevine başlayan Muhammed as a oranın mütref takımı anında karşı çıkar ve onu engelleyerek iktidarlarının ellerinden gitmemesi için var güçleri ile çalışırlar. Ritüel dediğimiz, insanın ilah olarak bildiği varlığa karşı olan tazimini ifade eden sembolik hareketler insanlığın bir gerçeğidir. İbrahim as ile ilgili bakara s ayetlerini okuyacak olursak bu gerçeği bariz bir biçimde görürüz. Mekkeliler o zamandan beri süregelen bu ritüelleri zaman içinde yolunda saptırmışlardır. Hacc , kurban ve salat dediğimiz rukü secde ve kıyamdan oluşan tarz ile yapılan ibadet tarzı sadece Allah için yapılması emredilmesine rağmen mekkelilerin putlarına yapılır olmuştur. 

Kıyam ,ruku , secde gibi şekilsel hareketlerden oluşan adına bizim namaz dediğimiz kur'anda salat olarak ifadesini bulan tarz sadece şekilsel olmanın yanısıra bir kulluk bilincinide beraberinde taşır. Bugün esas meselemiz bu tür şekilsel bir ibadetin şuur boyutu olup namaz adındaki ibadetin sadece belirli şekilleri ifa etmek sureti ile yerine gelmiş olmadığıdır. 

Ankebut s. 45. ayetinde salatın fahşa ve münkerden alıkoyması ile maun s.de anlatılan salatın yetime iyilik ve yoksulu doyurmak gibi maruf yöneltmemesi konusu salat kelimesinin içinin nasıl doldurulması gerektiği hakkında bildi verdiğini düşünmekteyiz. Bugün salat denince sadece cami içinde yapılan ve günün belli vakitlerinde icra edilip diğer vakitlerinde bu şuurdan yoksun bir hale gelmiş,  olayı sadece şekle indirgemiş olmamız kur'anın bizden istediği salatın ikamesi emrine aykırı bir durumdur.

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir.

 Bugün kur'an adına yola çıkarak salat konusundaki bu yanlışları görenler kabahati uygulayanlarda değil salatın kendisinde görerek toptan kaldırma yoluna giderek, yanlışı izale ettiklerini sanmaları her iki tarafı, olaya sadece ilmihal boyutundan bakmaları yönünde bir ortak anlayışa düşmüş olmaları açısından aynı kefeye koymaktadır. Böyle bir ibadetin varlığı  yokluğu konusunun bile tartışılması vakit kaybı olup esas tartışılması gereken konunun namaz adı altında icra edilen ibadetin içinin kur'ani anlamda doldurulması ve müşrikleri rahatsız etmesidir . Rahatsız etmesi bir tarafa onlar tarafından nasılsa bize zararı yok ne derlerse etsinler şeklinde karşılık bulan bir ibadetin kur'anda eleştirilen müşriklerin salatından bir farkı olmayacaktır.

Bugün icra edilen salat, müşrikleri değil aksine icra eden kişileri rahatsız etmekte "bitsede gitsek" kabilinden sırıtımızda  yük olarak görülen bir ibadete dönüşmüştür. "Salata üşenerek kalkarlar" ifadesinin muhatapları olarak sadece görsünler veya kılmazsam ne derler kabilinden bir kaygı ile ifa edilen salatın kişiye herhangi bir getirisi yoktur.

Salatı ikame şeklinde bir terkip ile kur'anda bir çok yerde geçen bu emirin namaz adı ile bildiğimiz kısmı sadece bu kelimenin ifade ettiği anlamın bir cüzüdür. Salat kelimesi kulun sadece bir kaç dakikalık zamanını değil ,yaşadığı 24 saatini içine alan bir terim olarak görülmeli ve bu 24 saat içindeki bütün anın Allah cc nin emri doğrultusunda sürmesi gerektiğini hatırlatmalıdır. Böyle bir bilinç içinde eda edilen ritüel salat yani namaz müşriklerin korkulu rüyası haline gelip engelleme yoluna gidilecektir. 

Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir. 

Bugün savaşların şekli değişerek soğuk savaş tabir edilen bir şekle bürünmüş ve bu tür savaş taktikleri müslümanların aleyhine de kullanılır olmuştur. Özellikle birlik ve beraberliği gösteren bir takım ritüellerin ortadan kaldırılmak sureti ile müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmak yollu savaş türü kullanılmakta ve bu savaş için ne garipdirki düşman oldukları kur'anı kullanarak yapmaları kur'an okuyucularının uyanık olmasını gerektirmektedir. Kur'an ayetlerinin anlamlarının ters çevrilerek yapılan bu tür çalışmaların kaynağını iyi niyetli çalışmalar olarak görmek mümkün değildir.

Salat kelimesi ile ifade edilen şeyin ne anlama geldiğini bugün müşrikler müslümanlardan daha iyi bilmekte ve onu engellemenin yollarını her fırsatta kollamaktadırlar . İçimize sürülen truva atlarının kur'anı ellerine alarak kur'anda böyle bir ibadetin olmadığını hatta şirk olduğunu söyleyerek bunu engellemeye çalışmaları gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur. 

Salatı anlamanın yolu şirki anlamaktan geçer desek sanırım yanlış olmaz şöyleki ; Allah cc yaratmış olduğu kullarını sadece onu ilah olarak bilmeleri gerektiğini hatırlatan bir çok elçi göndererek , onun dışında ilah olarak kimsenin edinilmemesini istemiştir. Zaman içinde şeytan iğvası bu konuda başarılı olmuş, insanlar Allah cc yi bırakıp başka ilahlar edinmişlerdir. Salat kelimesine "kulun ilahına olan yönelimi"şeklinde bir tarif getirecek olursak bu kelime her iki tarafa mensup olan insan için kullanılabilecek bir kelimedir.

Kul eğer Allah cc yi kendisine ilah olarak kabul etmişse onun emirlerini hayatı içinde tatbik eder , kul eğer Allah cc nin dışında birini ilah olarak kabul ettiyse hayatı içinde onun emirlerini tatbik eder. Kur'anın tarif ettiği anlamda bu kelimeyi anlamayanlar  sadece günün bir saatlik kısmı içinde yatıp kalkmak sureti ile şekil olarak bunu ifa edip geri kalan saatler içinde başka ilahlara kul olurlar ise bunun adı salatı ikame etmek olmaz.  

Kul olarak bizler salatı ikame emrinden Allah cc nin bize kulluk için biçmiş olduğu şeylerin bütününü anladığımız zaman , ona olan yönelimizin sadece bedensel olarak kalmayıp bütün hayatımız kapması gerektiğini anlar, engelleyicilerin niyetlerini daha kolay okur ve onların tuzaklarına düşmemiz oluruz. 

Bugün salat ile ilgili olan kelimeler olan kıble , hacc gibi ibadetler üzerinde oynanmak istenen oyunların hangi amaca istinaden yapıldığı çok iyi okunmalı bu kelimeler ile ilgili ayetleri eğip bükerek hevaya uygun anlamlar çıkararak şeytana kul etmek isteyenlerin oyunları deşifre edilerek gerçek yüzleri ortaya konmalıdır.

Sonuç olarak ; salatın müşrikleri rahatsız ederek onlar tarafından engellenme yoluna gidilmesi bu kelimenin içinin doldurulmuş olması anlamına gelerek bu engellemeyi alak suresi ayetlerinde görmekteyiz. Elçilerin bizlere öğretmen olması açısından bakarak adı geçen elçilerin bu kelimenin içini nasıl doldurarak ayakta tutmaya çalıştıkları bizlere örnek olması gerekmektedir. Salatın birilerini rahatsız etmemesi aksine eda eden insanı rahatsız etmesi bu kelimenin içinin boşaltılmış olması anlamına gelirki şeytanların en çok istedikleri şeydir. Bugün gündem olması gereken nokta bu kelime ile ifade edilen hayat tarzını kur'an içinden anlamak ve ona göre yaşamak olması gerekirken,ilmihal boyutlu tartışmaların herhangi bir getirisi yoktur.Eğer bugün salatımız bizi yanlışlardan alıkoymuyor ise tartışılması gereken bu mesele olup nasıl yeniden bu kelimenin içinin doğru olarak doldurulması olmalıdır. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Alak s. 1-5. Ayetlerinin Mesajı Üzerine Bir Tefekkür Çalışması

Alak s. mushaf sıralamasında 96.  , nuzül sıralamasında ilk 5 ayetinin ilk inen ayetler olduğu gerekçesi ile ilk sırada olan , diğer ayetleri tebliğ sürecinin başlamasından sonraki zamanlarda indiği anlaşılan bir suredir. Bu yazımızda ilk 5 ayetinin  mesajını anlamaya yönelik bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz , surenin diğer ayetlerini başka bir başlık altında tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

 Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
 [096.001]  Oku ismiyle o rabbının ki yarattı

Halakal insâne min alak(alakın).
 [096.002]  İnsanı bir alaktan yarattı.

Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
[096.003]  Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Ellezî alleme bil kalem(kalemi).
[096.004]  Ki O, kalem ile öğretti,

Allemel insâne mâ lem ya’lem.
[096.005] İnsana bilmediğini öğretti.

Surenin yapılan tefsirlerinde bu 5 ayetin, ilk inen ayetler olduğu yönünde rivayetler mevcuttur. 
"İkra" kelimesi , "karea" fiilinden türemiş olup toplamak ,cem etmek anlamındadır. Ayetteki bu emri sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlamak neticesinde ,Muhammed as a gelen vahiy meleğinin onun bir kaç defa sıktığı , ona "oku" dediği onunda "ben okuma bilmem" demesi şeklindeki rivayetler hepimizin malumudur. Bu rivayetler bile bizlerin okumayı nasıl anladığına dair bir örnek olup tek taraflı okumanın kökünün nereye dayandığını bizlere hatırlatmaktadır. Okumak fiilini yazılı bir metin olan kitabın sayfalarındaki yazılardan ibaret görmemek gerektiğini düşünerek, bu emir ile verilmek istenen mesajı biraz açmak istiyoruz.

Allah cc kendisinin kelimelerinin çokluğunu ifade etmek için, denizler yedi deniz daha ona eklenerek mürekkep , ağaçlar kalem olsa bunların yetmeyeceğini beyan etmiştir (18.109/31.27). Allah cc nin yazmakla bitmeyecek olan kelimelerinin bulunduğu alana  kainat adı verilmekte, bu kainatta bir nevi kitap demek olup "kainat kitabı" şeklinde bir terkip kullanmak uygun olacaktır. Vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın herhangi bir faydası bulunmamaktadır. 

Bugün karşımızda olan en büyük sorun , kainat ayetlerine iman ederek dünyevi güç elde edenlerin vahiy kitabına iman etmemesi , vahiy kitabına iman edenlerin kainat kitabına iman etmemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Her iki kitab birbirinden ayrılmaz bir biçimde okumaya tabi tutulması gerekmekte , iki kitabın birlikte okunmaması sonucu çıkan sorunlar dün, bugün , yarın her zaman acı örnekleri ile karşımızda durmaktadır.

Müslümanlar olarak bizler okumak denilince sadece yazılı bir metinden, bu işi yapmak şeklinde anlayarak, bu emir ile  ifade edilmek istenen şeyin ne olduğu konusunda eksikliğe düşmüş olmamız bizleri bugüne getirmiştir. Allah cc nin kelimelerinin bulunduğu kainat kitabını okumak şeklinde bir mesajı anlayabilmiş olsaydık okuma alanımızın sadece yazılı metinler ile sınırlı olmaması gerektiği , okuma sınırımızın Allah cc nin yaratmış olduğu her şey olduğunu anlar , kainata bir kitap gözüyle bakar ve "onun adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini daha iyi anlardık. 

"Rab" kelimesi ; bir nesneyi tamamlık yani kemal , olgunluk,yetişkinlik aşamasına gelinceye kadar aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütüp yetiştirmek anlamındadır. Alemlerin rabbi olmasının ne demek olduğu bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamda daha net ortaya çıkmaktadır. 

Kur'an geneline baktığımız zaman ,Allah cc den başka rabler edinmenin şirk olduğu vurgusunun bir çok ayette karşımıza çıkması , onun yaratan rab olmasının ne anlama geldiğini anlatmaktadır. İnsanların onun yarattığı kullardan birisini veya bir kısmını rabler edinmiş olmasının ne kadar hatalı bir davranış olduğu onun herşeyin yaratıcısı olmasında yatmaktadır'ki onun yarattıklarını değil, onları yaratanı rab olarak bilin ve kabul edin buyurulmaktadır. 

"Yaratan rabbin adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini , önce bu okumayı yapanların başka rablerin adıyla yapmış olmalarından dolayı arz üzerinde meydana gelen fesadı hatırlayarak anlamak mümkündür. Kainat kitabı dediğimiz , Allah cc nin ayetlerini bugün müslümanlar değil , kafirlerin okuyor olması bu okumayı Allah cc nin dışındaki varlıkların dikte ettiği okuma metodu ile okumaları , bu okumalar sonucu elde etmiş oldukları teknolojik üstünlükleri ıslah için değil fesad için kullanmaları okumanın yaratan rab adına olmasının önemini bir kat daha ortaya çıkarmaktadır. 

Allah cc nin kainat kitabındaki ayetleri okuyarak güç ve servet elde edenler bu güçlerini , elçiler vasıtası ile inen kitaplar doğrultusundaki emirler dahilinde kullanmaları gerekirken başka başka rabler ihdas etmişler ve okumalarını bu rablerin emri doğrultusunda gerçekleştirerek dünyayı büyük bir fesada boğmuşlardır. 

Allah cc nin kainat kitabı , elçiler ile gönderdiği vahiy kitabı ile birbirinden ayrılmadan okunmasının önemi yaşadığımız dünyadaki acı örnekler ile ortaya çıkmaktadır. Allah cc nin ikramı olan demiri işleyerek güçlü savaş araçları yapanlar bu gücü Davud ve Zülkarneyn  as lar örneğinde olduğu gibi hayra harcamak yerine , şerre harcayarak dünyevi menfaatlerinin icap ettiği şekilde canavarca kullanmaktadırlar.

Allah cc nin elçisi ile indirdiği kitabını okumak demek, sadece bugünkü klasik şekli ile okumak anlamına gelmez. Kur'an hayat içinde karşımıza çıkan sorunlara karşı nasıl bir durum içinde olmak gerektiğini hatırlatan bir kitabtır. Özellikle kıssa yollu anlatımlar geçmişlerden örneklerden vererek yaşanmışlık içinden bizlerin hayatı okumamızı istemekte , fakat bizler bu ayetleri, okumak kelimesinin ifade ettiği dar anlam içinde görerek yapmış olduğumuz eylemler hayat içinde bizlere herhangi bir davranış örneği olarak yansımamaktadır. 

Vahiy kitabını hakkı ile okuyanlar , kainat ayetlerinide Allah cc nin ayetleri olarak görüp onlarında okunması gerektiğini anlarlar. Kainat kitabını okuyarak dünyevi olarak güç ve servet elde edenler bu gücü , indirilmiş olan kitab ile birlikte okuyarak , arz üzerinde ıslah için yaşamak gerektiğini anlarlar ve böyle bir okuma sonucunda elde edilen gücü ve serveti elde tutanların yaşadıkları dünya fesadın olmadığı , zalimlerin kıpırdayamadıkları bir yer olur. 

"Alak" kelimesi , insanın yaratılış aşaması ile ilgili olarak başka ayetlerde de geçmekte olup , pençeyle bir şeyi sıkıca tutmak, yakalamak , ona sıkıca yapışmak anlamındadır. 

"Elalaku"; boğaza asılı kalan bir kurtçuk , pıhtı halindeki kan anlamındadır.
 "Elılku"; sahibinin kendisine bağlandığı bundan dolayı vazgeçemediği şey.
"Elaliku"; yem torbasının içine konup hayvanın üzerine asılan arpa. 
"Elmaluku" ; yavrusuna şefkat ve sevgi göstererek onun yanından ayrılmayan ona bağlılık gösteren dişi deve.

Kullanımlarından örnekler verdiğimiz bu kelime ile , insanın yaratılış aşamasının anlatılması , tıp ilminin bugünkü gibi bilinmediği bir zaman içinde bu kelimenin ifade ettiği anlam ile izah edilmeye çalışılarak rabbimizin yaratma kudretinin anlaşılması sağlanmaya çalışılmıştır. 

"Kalem" kelimesi ,yazmaya yarayan bir araç  ve bu araçla insanın öğrenmiş olması , Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesinin yollarından biri olarak süregelmektedir. Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesi demek , insanlığın sahip olduğu bütün bilgi birikiminin kaynağı açısından önemli olup onu öğretene karşı saygı duyulmasını gerektirmektedir. Kişinin dünyada hayatı içinde ona öğretmenlik yapan birisine karşı saygı duyması onun nankör olmadığını göstermesi açısından dikkate alındığında , Allah cc nin kullarına bilmediklerini öğretmesi karşılığında onada saygı duyulması gerektiğini hatırlatır . İnsanın nankör olması burada devreye girerek dünyadaki öğretmenine duyduğu saygı kadar bile ona ve herkese öğretmen olan rabbine karşı nankör davranmasının karşılığını hesab günü alacak olması bile bir çok insanı bu nankörlükten vazgeçirememektedir. 

"Elkeremü" ; insandan zuhur eden övgüye layık olan huyların , davranışların adı olarak nuzül öncesi toplumun kullandığı dil içinde anlamını bulmuş bir kelimedir. Mekke toplumunda böyle bir payeye layık olmak için zengin birisi nesi var nesi yok dağıtarak fakir bir duruma düşmekte , sadece  "elkerim" ünvanına sahip birisi olarak hayatını sürdürmeye devam etmekteydi. Böyle bir arka plan  dahilinde , Allah cc nin kendisini "elekrem" olarak vasfetmesi ve diğer ayetlerde onun yanında olanların asla bitmeyeceği onun "elğaniyy" olduğu hatırlatılarak bu kelime ile ifade edilen durumun kendisini asla fakir duruma düşürmediğini bildirmiştir. 

Burada yeri gelmişken , bir kısım kur'an ehli kişilerin "Allahu ekber" terkibinin kullanılmasının yanlış olduğu şeklinde düşüncelere şahid olduğumuzu hatırlatarak bu konunun alak suresindeki "elekrem" kelimesi üzerinden bir bağını kurarak bazılarımızın ne kadar ilmi ve ciddi!! meseleler ile uğraştığını göstermek istiyoruz. 

Ekber kelimesinin kıyaslama içerdiği iddiası ile "Allahu ekber" şeklinde bir kullanımın yanlış olduğu, doğru olanın "Allahu kebir" şeklinde kullanım olduğu iddiasına karşın "kebir " yani büyük kelimesininde kıyaslama içerdiğini hatırlatmak isteriz. Büyük olan bir şeyin büyüklüğünün diğerine göre olduğu unutulmamalıdır. "Zeyd amr'dan büyüktür" derken amr ile kıyaslayarak bunu söyleriz halbuki Zeyd başka birisi ile kıyaslandığında küçük olabilir. 

Burada unutulmaması gereken bir nokta vardır, Allah cc nin kendisini bize tanıtmak için kullandığı bütün isimleri teşbih yani benzetme içermekte ve aşkın bir varlık olan Allah cc bizlerin zihnimizin algıladığı şeyler ile benzetme yaparak kendisini bize tanıtmaktadır. Hangi ismi olursa olsun o günkü arap toplumunun günlük dil ile ifade ettiği kelimeler üzerinden bu anlatım yapılmıştır. "Allahu ekber" kıyaslama içerdiği için yanlış , "Allahu kebir" kıyaslama içermediği için doğru demek kişinin bu konudaki cehaletinin bir neticesidir. 

"Elekrem" kelimesi ismi tafdil sigasından bir kelimedir , ekber kelimeside aynı sigadan olan bir kelimedir. Ekber kullanmak yanlış ise Allah cc neden kendisi için kıyaslamalı !! olan bir kelimeyi yani ekrem kelimesini neden kullanmış acaba?, bu yanlışı !! nasıl farkedememişte kur'an ehli olduğunu zanneden bir takım zevat bunu farketmiş ve Allah cc ye din öğretmeye kalkıyor.

Sonuç olarak; Muhammed as a ilk olarak nazil olduğu kuvvetli  olan alak s. ilk 5 ayetinde ; hiç bir şey değil iken yaratılan insanı yaratan rabbi ona bilmediklerini kalem ile öğretmiş ve o rabbin en  büyük kerem sahibi olduğu hatırlatılarak , insanın bildiği her şeyin onun öğretisi olduğu ve bu bilgisini onun emri doğrultusunda kullanmasını emretmektedir.  

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Nisa s. 24. Ayeti Muhsanat Terimi ve Mut'a Nikahı

Nisa s. 24. ayeti , 22 ve 23. ayetten beri süregelen evlenilmesi haram olanlar  ile ilgili olan ayetin devamı olup , bu ayet içinde evlenilmesi haram olanlara dahil olan evli kadınlara bir istisna getirilerek "meleket eymanüküm" hariç denilmektedir  , bu ayetin , islam dünyasında tartışmalara konu olan mut'a nikahına cevaz verdiği şeklinde yorumlara neden olan kısım ile ilgili düşüncelerimizi paylaşacağız.

Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn(musâfihîne). Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah(farîdaten). Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah(farîdati). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

[004.024]  Kadınlardan evli olanlar ile evlenmeniz de. Sağ ellerinizin sahib oldukları müstesna. Bunlar; Allah'ın size farz kıldığı hükümlerdir. Geriye kalanları ise; zinadan kaçınıp iffetli yaşamanız şartı ile mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır.

Muhsanat kelimesi ; kale , hisar anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. "İmraetün hasanün" kelimesi ; iffetli , namuslu veya kocasının koruması altında bulunan kadın için kullanılır. 
İffeti , namusu, evliliği veya benimsediği şeriatı vr hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma altında olan kadınlara "elmuhsanat" denmiştir. 

Kur'anda 4.24.25/5.5/24.4/24.23 olmak 5 ayette geçen bu terim kelimenin anlamına uygun olarak ayet içindeki sibakından ne anlama geldiği anlaşılır. 

Nisa s. 24. ayetinde geçen "elmuhsanat" ,evli kadınlar anlamında olup, bu durumda olan kadınlarla evlenilmesi haram kılınmış , bu durumdan , "meleket eymanüküm" statüsünde olanlar hariç tutularak onlarla evlenmek helal kılınmıştır. Köle ve  cariyelik konusunda bazı kesimlerden gelen itirazlar bu konuya bu günkü anlayışlar açısından bakılması neticesinde garip karşılanmaktadır , konuya tarihsel arka plan açısından bakıldığında itiraza mahal olacak bir tarafı görülmemektedir.  

Savaş insanlığın ilk günlerinden beri süren bir realite olup tarih içinde süren savaşlar kendi içinde bir hukuk meydana getirmiştir. Esir edilmek sureti ile düşman ordusundan insanların elde edilmesi bu durumu bir hukuk çerçevesine bağlanmasını gerektirmiştir. Fidye almak , köle edinmek sureti ile onlardan faydalanmak bu hukuk içinde geçerli olan bir durumdur.    

Aynı durum araplar içinde geçerlidir ve kur'anın nazil olma öncesi yürürlükte olan bir duruma, kur'an düzenlemeler getirmiş ve onlara iyi davranılması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur. İçki meselesi gibi tedrici bir kaldırma sözkonusu olmasa bile özellikle suçların kefaretinde köle azad edilmesi şekliyle onların özgürlüklerine kavuşturulmasını teşvik etmiştir. 

"meleket eymanüküm" terimi sağ ellerinizin sahip olduğu anlamında bir kelimedir ve bu kelime bir çok ayette kullanılmıştır. Nuzül dönemi arap toplumunda bu statü altına girmiş olmanın şartlarından birisinin savaşta esir edilmek sureti ile olduğu ahzab s. 50. ayetinden anlaşılmaktadır.

 
[033.050] [ON] Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz sana helâl kıldık, mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganîmet olarak verdiğinden mülk-i yeminin olan cariyeleri ve seninle beraber hicret etmiş bir amcan kızlarını ve hâlan kızlarını ve dayın kızlarını ve teyzen kızlarını ve bir de imân etmiş bir kadın, eğer nefsini peygambere bağışlarsa peygamber de onu taht-ı nikâhına almak isterse o da sâir mü'minlere değil (ey Peygamber) sana mahsus olmak üzere helâl kılınmıştır. Onların (diğer mü'minlerin) üzerine zevceleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) hakkında ne farzetmiş olduğumuzu elbette bilmişizdir. Sana bu böyle bir âile teşkilini helâl kıldık, tâ ki senin üzerine bir darlık olmasın. Ve Allah yarlığayıcı, bağışlayıcıdır.

Nisa s. 24. ayette bunlardan evli olanlar ile evlenilme serbestiyetinin  nasıl uygulanabileceği üzerinde duralım. Evli olupta savaşta esir durumuna düşen ve "meleket eymanüküm" statüsüne dahil olan bir kadın öncelikle cinsi bir meta olarak asla görülmemelidir. Cinsi bir meta olarak görülmüş olsa evlenmek sureti ile onlarla ilişki kurulması emredilmezdi , böyle bir emir onların insan olma gerçeğini göz önüne alınması anlamına gelmektedir , bu konunun daha sonraki yıllarda mecraından çıkarılarak cariyelik adı altında adeta cinsi bir meta haline getirilmiş olması ayetlerin delaleti ile asla değildir.

Bilindiği gibi nikahın en önemli şartı iki tarafında rızasının gözetilmesidir. Kadının rızası olmayan bir evlilik akdi geçerli olmaz, zorla nikah altına almak sureti ile o kadınlardan faydalanmaya kalkmak asla doğru değildir. Meleket eymanüküm statüsünde olan bir kadın eğer evli olup eşi ile birlikte esir durumuna düşmüş  ve eşinden ayrılmak istemez ise onu zorla eşinden ayırıp başkası ile nikahlamak caiz olmaz . Kadının esir olması onun bir takım hakları olduğunun gözardı edilmesini asla gerektirmez. Kadın eğer kendi rızası ile bir başkası ile evlenmek isterse kur'anın boşanma ile ilgili süreci uygulanmadan o kadın bir başkası ile asla nikah altına alınamaz ve kadın boşanmış sayıldığı zaman istediği takdirde bir başkası ile nikah akdi yapabilir. Kadına esir muamelesi yapıp onun rızası hilafına bir başkası ile evlendirmek o kadına yapılan bir zulum olup onlara iyi davranmayı emreden ayetlere muhalefet anlamına gelir. 

Bugün böyle bir durumun uygulanabilirliği konusu ayrı bir tartışma konusu olup içinde bulunduğumuz şartların, bırakın bizlerin savaşta galip gelerek böyle bir kazanç elde ederek o kadınlar ile ilgili düzenleme yapmayı ,bizim kadınlarımız kafirlerin elinde cinsel bir meta olarak kullanılır olması bizim başımızı eğen ve bizlerin hesabını vermemizin zor olduğu bir halde bırakmıştır.

Nisa s. 24. ayeti tartışmalı bir konu olan mut' nikahına cevaz veren bir ayet olduğu şeklinde yorumlar ile islam dünyasını meşgul eden bir meselesidir. Bu nikah ile ilgili olarak rivayetleri baz alarak herhangi bir yoruma girip konuyu uzatmak istemediğimiz için ilgili cümlenin ne anlama gelebileceği konusunda fikir beyan etmekle yetineceğiz. 

 "Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır."

"Onlardan yararlanmak"  tabiri tek taraflı olarak ve sadece cinsel anlamda bir yararlanma olarak anlaşılmamalıdır. Evlilik , içinde cinselliği de barındıran, kadın ve erkeğin karşılıklı olarak  yararlanmalarını sağlayan bir kurumdur, bu yararlanmayı sadece erkek açısından ele alıp, kadını cinsel bir meta olarak gören düşüncenin ürünü olan mut'a yani belirlenmiş bir süre içinde evli kalmak yoluyla yararlanmak, doğru bir yöntem olmayıp bunu kur'ana yamamaya çalışmak büyük bir zulümdür. 

" Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur."

Bu ibare mut'a nikahına cevaz verdiği iddia edilen ibare olup eğer aynı surenin 4. ayeti ile bir ilişkisi kurulmaya çalışılarak böyle bir zulma kur'anı alet etmeye gerek kalmazdı . Cümle kadınlar ile nikahlanmak için belirlenen mehrin kararlaştırılmasından sonra zulüm ile değil karşılıklı rıza ile bir kısmının bağışlanabileceği konusundadır , aynı konu 4. ayette de beyan edilmektedir. 

[004.004] Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.

Yeri gelmişken, sayın Mustafa Öztürk hocanın nisa s. 24. ayetine yaptığı meal ve o mealdeki dip notu ile ilgili olarak bir kaç söz edelim. Sayın hoca ilgili ayete verdiği meal ve dip notunda şöyledir.



       [Ey Mümin erkekler!] Evli kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Fakat savaş esiri olarak elinize geçen kadınlar [cariyeler] bu hükmün dışındadır, işte bütün bunlar Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir. Bütün bu sayılanların dışında kalan mümin kadınlarla, mal varlığınızdan bir kısmını kendilerine mehir vermek ve bilhassa evlilik dışı bir ilişkiye girmeksizin iffet ve namus ölçüsüne bağlı kalmak şartıyla evlenmeniz helaldir. Kendilerinden faydalandığınız kadınlara, [önceden aranızda belirlediğiniz] ücreti ödeyin. Belli bir süre birlikte olmak üzere anlaştığınız ücret konusunda [sonradan süreyi uzatmak istemeniz halinde] karşılıklı olarak uzlaşmanızda sakınca yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilir; her hükmü ve fiili mutlak isabetlidir.


Ayetin bu kısmı büyük bir ihtimalle sınırlı süreli evliliğe (muta nikâhına) işaret etmektedir. Nitekim İbn Mes'ûd, Ubey b. Ka'b ve İbn Abbas gibi bazı büyük sahâbîler bu ayeti fe-mestemta'tüm bihî minhünne ilâ ecelin müsemmâ (kendilerinden belli bir süreye kadar faydalandığınız kadınlara....) şeklinde okumuşlardır (Bkz. İbn Atıyye, el-Muharrerü'l-Vecîz, 1.36). Hz. Peygamber döneminde ruhsat olarak birçok kez uygulanan muta nikâhı Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak İmâmiyye Şiası Hz. Ömer'in bu içtihadını hükümsüz saydığı için muta nikâhının caiz olduğunu savunmaktadır.


Sayın hocanın ayete verdiği meal ve dipnotu bu şekildedir. "Anlam yorum" tarzı yapılan meallerdeki tehlikenin açıkça görüldüğü bir meal olarak dikkatimizi çeken bu mealde "belli bir süre birlikte olmak üzere" şeklinde çevrilen ibarenin arapça metindeki karşılığının hangi cümle olduğunu sormak gerekmektedir. Sayın hoca ayeti , dipnotunda belirttiği üzere biz gibi insan olan bir kişinin yorumunu gerekçe göstererek meallendirdiği görülmektedir. Dipnotunda "büyük sahabiler" şeklinde bir paye vererek onların yorumunu doğru yorum olarak görmek sayın hocaya yakışmayan bir okuma örneği olarak gördüğümüzü belirtelim.

Sayın hoca dipnotunda "büyük bir ihtimalle" diyerek net bir tavır sergilememiş ancak, mealinde net olarak mut'a nikahını ayet içinde var gibi göstererek başka bir çelişkiye düşmüştür. Ayet içindeki "Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir." ibaresi ayan beyan ortada iken , ayeti mut'a nikahına işaret eden bir şekilde çevirmesi sayın hocanın mut'a nikahını Allah cc nin hükmü olarak göstermiş olduğuna işaret etmesine rağmen dip notunda " Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır." şeklindeki ifadesi , madem mut'a Allah cc nin bize bildirdiği bir hüküm ise Ömer r.a böyle bir hükmü kaldırmaya nasıl cesaret edebildiği şeklinde sorulabilecek bir sorunun cevabını vermemiş olması sayın hocanın ayet ile ilgili dipnotunda önemli bir eksikliktir. Ömer r.a nın kıtlık zamanında hırsızlığın cezası olan el kesme yi uygulamadığı rivayetlerinden yola çıkarak böyle bir içtihadla bunu yapmış olabilir denilirse , o zaman belirli bir süre içinde rafa kalkan hırsızlık cezası daha sonraları yine uygulanmış olup ebedi olarak kalkması gibi bir durum sözkonusu değildir. Ömer r.a belki o günkü durum gereği bazı hükümler hakkında içtihadlar yapmış olabilir ama sayın hocanın mealindeki gibi Allah cc nin bir emri olan mut' nikahını ebedi olarak kaldırmak gibi bir yetkisi bırak ömer r.a nın Muhammed as ın bile böyle bir yetkisi asla yoktur. Sayın hocanın "isabetli" olarak yorumladığı bir kararla bunu kaldırdığını iddia etmesi Allah cc nin verdiği bir hükmün haşa isabetli olmadığı ve bu isabetsizliği Ömer r. a nın gördüğü iddiasını getirirki, sayın hocanın bu düşüncesine yanlış demek bile hafif gelir.

Burada yeri gelmişken , "anlam yorum" tarzı yapılan mealler ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Anlam yorum tarzı , Muhammed Esed'in "kur'an mesajı" adlı mealinin türkçeye çevrilmesi ile türkiyede yapılmaya başlanan bir meal çalışmasıdır. Bu tarz çalışmanın esası , ayetin mota mot çevirisinden ziyade anlatmak istediği mesaj üzerinde yoğunlaşma esasına dayanmaktadır. Bu tarzı tamamen red etmemekle birlikte kişinin yorumuna dayanması ve kişinin düşünce dünyasına göre ayete şekil vermesi gibi bir tehlikeye kapı aralaması açısından meal okuyucuları tarafından dikkatli okunması gereken mealler kategorisine girmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Ümmü'l Kitab Terimi Üzerine Bir Tefekkür

"Ümm" ve "elkitab" kelimelerinin birleşiminden meydana gelen "ümmü'l kitab" terimini anlamak için bu iki kelimenin ifade ettiği anlamdan hareket etmek gerekmektedir. Bu terim , kur'anın anahtar terimlerinden birisidir.

"El ümmü" kelimesi ; babanın mukabili , bir kimseyi doğuran yakın anne ve onu doğuranı doğuran uzak anne anlamındadır. Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde ,ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden her şeye "ümm" denir. Çocuğun dünyaya gelmesinin kaynağı olduğu için, çocuğu doğurduğu için  bu isim verilmiştir. 

"El kitab" kelimesi ; ketebe kelimesinden türemiş olup , iki deriyi dikerek birbirine bağlamak anlamındadır. Yaygın dilde harfleri birbirine eklemek anlamında kullanılır. Ağızdan birbiri ardınca eklenerek çıkan harflere de kitab denilmektedir. Kitab kelimesi yaygın anlamda , bilginin unutulmamasını ve korunmasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemi de ifade etmektedir.

Elkitab kelimesi, kur'anda geniş bir kullanım alanına sahiptir. Yazımızın konusu olan terkip bağlamında düşünecek olursak, bu kelimenin ifade ettiği anlam teşbihi olarak kullanılmış olup , şahid olduğumuz alan içinde kitab kelimesinin, yazılan bir şeyin uzun süre korunması , bilginin kaybolmaması,konulmuş kuralların muhafaza edilmesi gibi bizim için ifade ettiği değer üzerinden bir benzetme yapılarak, ne anlama geldiği anlaşılabilir. Allah cc indinde bildiğimiz anlamı ile yazılı iki kapak arasına muhafaza edilmiş bir materyal olmayıp, bu kelime ile ifade edilmiş olması, bizler için ifade ettiği anlamdan hareket ederek anlaşılma kolaylığı sağlanmasıdır. Bu terkibin geçtiği ayetler ise şunlardır. 

 [003.007]  Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın anasından(ümmü'l kitab) olan muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih tir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: «Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır» derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür;
[013.039]  Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Ve kitabın anası (ümmü'l kitab) O'nun katındadır.
[043.004]  O, katımızda bulunan kitabın anası (ümmü'l kitab) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.

Kur'anda 3 ayet içinde geçen bu terkibi anlamak için "elkitab" terimi ile kast edilenin ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. 

"Kitab" kelimesinin bizim zihnimizde çağrıştırdığı anlamlardan biriside , uyulması gereken kuralların yazılı olduğu materyaldir. Allah cc bu çağrışımdan yola çıkarak , yarattığı kainat üzerine koymuş olduğu tüm kuralların adına "elkitab" demiştir. Bu kelimenin kur'anda geniş bir kullanım alanı olduğunu tekrar hatırlatarak , arz üzerinde yaşayan insanların uyması gereken kurallar, seçilen elçiler vasıtası ile , Allah cc tarafından indirilmiş ve bunların adına da "elkitab" denmiştir.

Allah cc yaratmış olduğu varlıklar üzerinde geçerli olan kurallar koymuştur. İnsan dışındaki varlıkların tabi oldukları yasalara "tekvini yasalar" , insanların tabi oldukları yasalara "teşrii yasalar" şeklinde kategorize etmek mümkündür. Meydana gelen bütün olaylar bu yasaların bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Tekvini yasalara varlıkların isyan etmesi asla mümkün değildir , mesela güneş , kuşlar, ağaçlar ,yıldızlar vs onun tarafından konulan bir yasa çerçevesinde işlevlerini sürdürmektedirler. Teşrii yasalar dediğimiz insanlar için elçiler aracılığı ile konulmuş olan yasalara , insanlara verilen irade serbestiyeti gereği inanmak veya inanmamakta bir zorunluluk konmamış olup , inanan ve inanmayanların alacakları karşılıklar hebr verilmiştir.

"Ümm" kelimesinin ; "bir şeyin meydana gelmesine temel kaynak teşkil eden şey" olduğunu hatırlayacak olursak , "ümmü'l kitab" (kitabın anası) terimine  , kainattaki tüm varlıkların tabi olduğu yasaların çıkış yeri şeklinde anlam vermek mümkündür. Bu çıkışın kaynağı Allah cc olup, bütün varlıklar üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kendisi böyle bir yetkiye sahiptir.

"Ümm'ül kitap" yani bütün kitapların çıkış kaynağı, Allah cc nin insanlar için belirlediği kuralları ilettiği beşer elçilerine indirmiş olduğu vahyinde kaynağıdır. Yaratılmış olan bütün insanlar istisnasız olarak , kendilerini yaratan tarafından fıtratlarına yüklenmiş olan bir takım bilgilere haiz olarak doğarlar,bu bilgilerede "elkitab" denilmektedir. 

İnsanlar içinden seçilerek , kendilerine "elkitab" vahyi indirilen beşer elçilere aynı zamanda insan olarak yaratılmışlıklarından gelen fıtri bilgi olan "elkitab" bilgisi de verilmiştir. Resuller elkitab vahyi alma ve elkitab bilgisine sahip olma bakımından diğer insanlardan farklılık arzetmektedirler. Diğer insanlar sadece elkitab bilgisine sahip olmakta olup yaşadıkları hayat içinde fıtri olarak yaptıklarışeyler , sahip oldukları bilgi ile meydana gelmektedir. Seçilmiş resullere indirilen elkitab vahyi , diğer insanların sahip oldukları elkitab bilgisini yani o bilgiyi kullanırken uymaları gereken sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
 
Al-i imran s. 7. ayette geçen bu terim , Muhammed as a indirilen elkitab ayetlerinin "muhkem" kategorisine giren, sadece beşer elçilere inen sözlü vahiylerin kaynağının "ümm'ül kitab" , bütün kitabların yani bütün bilgilerin çıkış kaynağı olduğu bildirilmektedir. Zuhruf s. 4 ayetinde geçen bu terkip aynı şekilde , elçilere inen elkitab vahyinin çıkış kaynağının neresi olduğunu anlatmaktadır. Rad s. 39. ayetinde "dilediğini siler ve bırakır" şeklindeki ifadenin silinme ve bırakılmanın ümm'ül kitab ta olan yani kainata konulmuş olan kurallar çerçevesinde gerçekleşeceği , keyfi bir dileme asla olmadığı, silinme ve bırakılmanın haketmeye bağlı olduğu anlatılmaktadır. Buruc s.22 ayetindeki levhi mahfuz terimi ,21. ayette anlatılan kitabın kaynağı için kullanılan bir terim olup , ümmü'l kitab ile aynı anlamdadır. 

Sonuç olarak; kur'anda ki anahtar terimlerden biri olan ümmü'l kitab (kitabın anası) terimi , ümm kelimesinin bir şeyin çıkış kaynağı olmasından hareketle , elkitab olarak vasıflanan, Allah cc nin varlıklar üzerinde koymuş olduğu kuralların bütününü anlatan kelime ile bir terkip haline getirilmiş , varlıkların tek yaratıcısı olması nedeniyle o varlıklar üzerinde yegane tasasrruf sahibi olan Allah cc nin o varlıklara koymuş olduğu yasaların , "elkitab" kelimesi ile bizim zihnimizdeki yansımasından hareketle teşbihi anlamda anlatılması olup , Allah cc nin bilgisinin kayıtlı olduğu ve kainattaki tüm varlıklar ile ilgili bilgilerin çıkış kaynağının anlaşılması için kullanılmış bir terimdir. 

"Ümmü'l kitab" terimi varlık alanına dahil olan herşeyin bilgisinin sahibinin Allah cc olduğu ve varlıklara buradan bu bilgilerin aktarıldığını anlatmaktadır. İnsanın sahip olduğu bütün bilgilerin , Allah cc nin ana kitabından ona öğretilenler olduğu , hiçbir bilginin onun bilgisi dışındaki başka bir kaynaktan olma ihtimalinin asla olmadığı bizlere hatırlatılarak o bilgiyi nerede ve nasıl kullanacağımız yine ümmü'l kitab tan indirilen vahiy kitapları ile bizlere hatırlatılmıştır.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Rum s. 1-6. Ayetleri ve Allah cc nin Yardımının Kuralı

Kur'an yaşanmış hayatın içinden örnekler vererek , Allah cc nin koymuş olduğu bir kuralın nasıl işlediğini, muhataplarına geçmişten örnekler vererek gösteren bir kitab tır. Allah cc yaratmış olduğu kainata belli yasalar koyarak bu yasaların, yaratmış olduğu her kul için geçerli olduğunu bildirmiştir. Errahman ismini kısaca hatırlayacak , yeryüzünde mü'min ve kafir ayrımı yapmadan koyulan kurallara göre hareket edenlerin karşılığını alacakları bu ismin anlamı olarak bilinir. Rum s. ilk ayetleri insanlığın bir gerçeği olan savaş üzerinden örnek vererek böyle durumda galip gelmek için gerekli olan şartın ne olduğunu bizlere göstermektedir. 

 [030.001]  Elif, Lam, Mim.
[030.002]  Rum mağlûb oldu
[030.003]  yeryüzünün yakınında; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak üstün geleceklerdir,
[030.004]  Birkaç yıl içinde. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler.
[030.005]  Allah'ın yardımı ile. O dilediğine yardım eder ve O; Aziz'dir, Rahim'dir.
[030.006]  (Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.

Rum s. ilk 6 ayeti, rumların savaşta olan yenilgilerinden bahsedip, bu yenilgiden sonraki bir kaç yıl içinde tekrar galip geleceklerini bildirmektedir. Bu ayetleri, 1-Allah cc nin gayb bilgisi açısından değerlendirmek , 2- koyduğu kurala uygun hareket etmenin sonuçları açısından değerlendirmek mümkündür , bu yazımızda 2. şık üzerinden bu ayetlerin mesajını anlamaya çalışacağız.

Errrahman isminin anlamına baktığımız zaman " yeryüzünde mü'min ,kafir ayırt etmeden herkese rızkı eşit dağıtan ,eşit muamele eden" şeklinde bir anlam karşılığı olduğunu görürüz. Ancak bu ismin karşılığını böyle bilmekle beraber , bilmenin o ismin gereğini yerine getirmek için kulunun kafir veya mü'min olduğuna bakmadan koyduğu kurallara riayet edenleri başarıya ulaştıracağını anlamak istemeyiz. Kendimizi seçilmiş kullar zannedip kurallara riayet etmesek bile  yardım geleceğini beklemek islam dünyasını bugün bu hale getirmiştir. Halbuki kur'an açık seçik beyanı ile kimsenin Allah katında bir özelliği olmadığını , koyduğu kainat yasalarına uygun hareket ederek kainat ayetlerini okuyanların kafir de olsa karşılıklarını vereceğini bildirir. 

Rumlar ve karşısındaki ordu kafirlerden oluşmaktadır , Allahın yardım kuralının nasıl işlediğini bize anlatan ayetler açısından okunduğu zaman olayın anlatılma sebebinin daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz. Rumların karşısındaki ordunun kimlerden oluştuğu ayetlerde bildirilmemesine rağmen rivayetlerde bu ordunun persler olduğu görülmektedir. Rumların karşısındaki ordunun kim olduğu önemli değildir , önemli olan verilmek istenen mesajı doğru okuyabilmektir. 

Rumlar savaşta galib gelmek için gerekli olan şartları yerine getirmeyip , gerekli şartları karşılarındaki ordu yerine getirdiği için yenilmişlerdir. Aynı ordular bir kaç yıl sonra yeniden karşılaşacak olup bu sefer rum ordusu galip gelecektir. 5. ve 6. ayetler bu durumun nasıl ve hangi şartlarda gerçekleşeceğini anlatmaktadır. 

Allah cc nin dilediğine yardım etmesi olarak anlatılan gereklerden birinin altını doldurmakta müslümanlar olarak sıkıntı çekmemiz bugünkü ataletimizin bir sebebidir. Allah cc nin dilemesi demek haşa onun keyfi bir davranışta bulunarak kime isterse yardım edebileceğini asla ifade etmez. Allah cc nin dilemesi şeklinde geçen ayetleri "onun koyduğu kurallara göre hareket edene yardım eder" şeklinde anlamak gerekirki , yattığımız yerden bizim yerimize onun savaşarak düşmanlarımızı helak etmeyeceğini bilelim. Rum ordusunun bu mağlubiyetinin ardından yeniden toparlanarak mağlubiyeti getiren sebebleri iyi okuyup, aynı hataları tekrarlamayacağı için galip gelecekleri ayetlerde haber verilmektedir.
 
Errahman isminin nasıl tecelli edeceğinin  açık bir örneği olan bu ayetlerde , rum ordusunun gerekli hazırlıkları yaparak Allah cc nin koyduğu, savaşta galip gelme kuralına uygun hareket ederek yeniden galip gelecekleri, Allah cc nin yardımının nasıl gerçekleştiğinide anlatmaktadır. 

Bu ayeti nuzül olduğu zaman içinde düşünecek olursak müslümanların gelecekte karşılaşacakları savaşlarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır. Mekke den Medine ye hicret edildikten sonra meydana gelen bedir,uhud ,huneyn gibi savaşlara baktığımızda bu kuralın işlediği Allah cc nin vaadinden dönmediği görülür.

Bedir de var güçleri ile savaşan müslümanlar tabiri caizse oyunu kuralına göre oynamışlar ve galibiyeti haketmişler , uhud da ise işin içine ganimet sevdası girince mağlubiyet hak edilmiştir. Bu anlatımlardaki olayların hepsi bizler için yol haritası olması gerekirken, bedir harbi destanlaşmış ve meleklerin nasıl savaştıkları sarıkları, elbiseleri tartışılır olmuştur. Bedir harbindeki başarının, Allah cc nin kullarına yardım kuralının işleyişinin nasıl olduğunu bilerek pratize edenler galibiyeti hak etmişler , fakat bu kuralı aynı müslümanlar uhud harbinde unutarak yenilgiyi hak etmişlerdir. Bizler bu savaşları birer masal olarak gördüğümüz için Allah cc nin yardım kuralının işleyişinin yaşanmış örneği olarak okumak aklımıza bile gelmemektedir. Eğer kur'anın muhkem ayetleri ile Allah cc nin kainat ayetleri bir bütünlük içinde okunmuş olsaydı müslümanlar yenilgi diye birşey tatmazlardı. 

Bedir galibiyeti bizlere, kuralı tatbik ettiğimiz zaman gelecek olan yardımın nasıllığını anlatırken, oradaki melekleri  ordu içine girmiş canlı varlıklar olarak düşünmemiz bizleri büyük bir atalet içine düşürmüş ve hala böyle bir yardımı bekler durur olmuşuz, uhud yenilgisi ise oyunu kuralına göre oynayan müşrik te olsa galibiyeti hak etmesinin bizler için ibret taşıyan yönünü unutturmuştur.

Rum suresinde savaşan iki tarafında kafir  olmasına rağmen 5. ayette ki "Allahın yardımıyla" ibaresi yardımı haketmek için müslüman olmak  değil , savaşın gereklerini yerine getirmenin şart olduğunu hatırlatır. Bugün islam dünyasının zelil bir hal içinde olmasından hareketle bir kısım insanın bu durumu anlamamış olması Allah cc nin kainata koyduğu kuralların müslüman kafir ayrımı yapmadan işlediğinden habersiz olmalarındandır.

"Allah'ın dilemesi" ve "Allah'ın yardımı" deyimleri kur'anda bir çok ayette geçmekte olup biz müslümanlar tarafından seçilmiş kullar için geçerli olduğu zannına düşülmüştür. Kur'ana baktığımızda bu seçilmişlik iddiası israiloğulları ve hıristiyanlar da görülmekte olup "bizler Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" şeklindeki sözlerle bu seçilmişliklerini ifade ettikleri haber verilmektedir. Aynı kur'an onların böyle bir seçilmişliği olmadığı Allah cc nin koyduğu kulluk yasalarına uyanların Allah cc katında iyi kullar oldukları beyan edilmiştir (maide s. 18).

Seçilmiş kul iddiası , böyle bir seçilmişliğin olmadığının beyanına rağmen biz müslümanlara sirayet etmiş ve Allah cc nin özel kulları olmamız!! nedeni ile onun tarafından bir takım ikramlara layık olacağımız düşüncesi islam dünyasında yerleşmiştir. Bu seçilmişliğimize!! rağmen ne halde olduğumuzu gören bir kısım insanlar ateizme kayarak haşa Allah cc yi suçlayarak kendilerine yazık etmişlerdir. Dileme ve yardım şartları eğer kur'andan çok iyi okunacak olursa örnekleri ile birlikte anlatılan dileme ve yardım'ın ne şekilde gerçekleştiği görülecektir.

Sonuç olarak; yaşanmış hayat içinden canlı örnekler sunarak, Allah cc dilemesi ve yardımının nasıl gerçekleştiğini haber veren ayetlerden olan rum s. 1-6. ayetleri , Errahman isminin nasıl tecelli ettiğinin canlı bir örneğidir. Bizlerin kur'anı, hayatın dinamiklerini okuyup öğrenmemiz ve pratize etmemiz açısından okumamız gerektiği bu tür örneklerle daha iyi ortaya çıkmaktadır. Kur'anı ütopik bir kitap , sevap makinası , veya önkabullerimizi onaylayacak bir noter gibi görmekten kurtulamadığımız müddetçe bu anlatımlar bizlere hiç bir zaman örnek olmayacak , rumlarla persler bir yerde savaşmış bitmiş deyip , Ebu bekr ra ın iddiaya girip girmediği konusunda tartışmalar ile günümüzü gün ederiz. 

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

27 Haziran 2014 Cuma

Allah cc nin Ayetleri ve Kitabı Sadece Mushaf İçindekiler mi ?

Ayet ve kitab kelimeleri gündeme geldiğinde hemen elimizde olan kur'an akla gelmektedir. Bu iki kelimenin kur'an içindeki anlamlarına baktığımız zaman sadece kur'anı kapsamadığı hemen görülecektir.Bu iki kelimenin sadece kur'anı kapsadığı şeklinde düşünce ile hareket edildiğinde çok büyük yanlışlar ortaya çıkmakta olup, bu yanlışların ceremesini hem düşünce bazında, hemde okuma hatasına düşmemiz nedeni ile müstekbirlerin elinde sömürge olmak şeklinde ödemekteyiz. Düşünce bazında, kitab ve ayet  kelimelerini mushafa hapsettiğimiz zaman yaptığımız okumalar sathi bir okuma olup, o kitap içindeki anlatımlarda kainat ayetlerinin okunması sonucu elde edilen kazanımların  bizlere örneklik olarak anlatılması ve bizim onlardan bir örnek almamız diye bir şey hatıra dahi gelmemekte , maalesef sadece masal okumaktan başka bir işleve dönüşmemektedir. Bu yazımızda ayet ve kitab kelimelerinin mushaf içindeki ayetler delaleti ile ne anlama geldiğini anlamaya çalışacağız.

"Ayet" kelimesi , açık alamet işaret anlamına gelen bir kelime olup kur'an içinde bu kelimenin geçtiği ayetler , kelimeyi daha doğru anlamamızı sağlayacaktır. 

 [016.011] Onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve türlü türlü ürünler bitirir. Düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır.
[016.068-69]  Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin.Sonra her tür üründen ye. Sonra da Rabbının işlemen için gösterdiği yoldan yürü. Karınlarından insanlara şifa olan, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar. Bunda düşünen bir kavim için şüphesiz bir ayet vardır.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.
[006.097]  Karanın ve denizin karanlıkları içinde size yıldızlardan yararlanıp yol bulma imkânı veren O’dur. Gerçekten bilmek, öğrenmek isteyen kimseler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.
[006.099]  O'dur; gökten su indirmiş olan. Onunla her bitkiyi çıkardık. Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine; bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları zaman bakın. Şüphesiz ki bunlarda; iman eden bir kavim için ayetler vardır.
[011.001]  Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış,sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır,

Ayet kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetlerin tamamını bu yazı içine almak yazının hacmini büyülteceği için bir kaç örnekle yetiniyoruz, örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere, Allah cc nin ayetleri sadece mushaf içindeki surelerin bölümleri olarak anladığımız kısım değildir. Kısaca ayet kelimesini onun yaratmış oldukları olup onun kudretini delalet eden her şey olarak anlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

 [018.109]  De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»
[031.027]  Muhakkak ki eğer yerde olan herbir ağaçtan kalemler olsa, deniz de (mürekkep olsa da) ona arkasından yedi deniz de yardım eylese yine Allah'ın kelimeleri (yazılmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir.

"Kitap" kelimesi ise , aynı şekilde sadece elçilere inen ayetlerin toplandığı mushaf olmayıp , Allah cc nin bütün ayetlerinin toplandığı daha geniş anlamı olan bir kelimedir. Gözlerimizin şahid olduğu evren ve içindekilerin tamamı ayet olup ve bu ayetlerin toplanmış olduğu alem ise bir kitab'tır. Kehf s. 109. ayeti ,lukman s 27. ayeti bu kelimeyi anlamamızda yardımcı olacak iki ayettir. Yazmakla tükenmeyen rabbimizin kelimelerinin toplandığı bu kainat içindeki her şey kitab'ın içindeki kelimeler mesabesindedir , onları doğru okuyarak dünya hayatımız içinde Allah cc nin istediği gibi bir kul olmak zorundayız.

Esas mesele, elçilere inen sözlü ayetlerin toplandığı mushaf ile kainat ayetlerini bir bütünlük içinde okumak meselesidir, bugün bu ayetlerin farklı insan gurupları tarafından birbirinden ayrılarak okunduğu görülmektedir. Batılılar kitabın bir kısmı olan kainat ayetlerini okuyarak kazançlar elde etmekte, biz müslümanlar ise sadece vahy kısmı olan mushafı okuyarak cenneti elde etme peşinde olmamız her iki tarafın kitabı bütün olarak okumama durumuna düşmesine sebeb olmaktadır. Muhammed as a inen ilk ayet ona "rabbinin adıyla oku" emri olması ve bu ayet ile ilgili yapılan yorumlar ve rivayetler bizim okuma konusunda yaptığımız hataların bir örneğini sergilemektedir.

Alak s. ayetlerinin tefsirlerine baktığımızda, ilk inen ayetler olan "seni alaktan yaratan rabbinin adıyla oku" ayetini getiren Cibril'in ,Muhammed as ı sıkarak bunları söylediği , o da buna karşılık " ben okuma bilmem" cevabını verdiği görülmekte , bu konuya ilaveten Muhammed as ın okuma yazma bilip bilmediği gibi kısır bir tartışma konusu başlatılmıştır. Kitab kelimesini sadece yazılı bir materyali okuma şeklinde anlamak bizleri kainat kitabını okumaktan alıkoymuş olup bu kitabı yazılı vahiy kitabına iman etmeyenler okuduğu için " kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak durumuna düşülmüştür. 

Allah cc Adem as dan Muhammed as kadar sayısını kendisinin bildiği elçilerine sözlü vahiyler indirmiş olup bu sözlü vahiylere FURKAN - ZİKR gibi genel isimler vermiştir. Hakkı batıldan ayırmak , hatırlatmak gibi anlamları olan  kelimeler ile ifade edilen sözlü vahiy kitaplarını, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak adlandırmak mümkündür. 

Olayı şöyle misalle anlamaya çalışalım; evimize aldığımız herhangi elektronik bir eşyanın kullanma klavuzu olup , bu klavuza göre eşyayı kullanmamız gerekmektedir,bu klavuza uymadan yapılacak bir çalıştırma ameliyesinde doğacak olan kulllanım hatalarından üretici firma sorumluluk kabul etmez. Aleti götürdüğümüz servisçi ,klavuza uygun kullanmadığımız için sorumluluğun bize ait olduğu ve garanti kapsamına dahil olmadığını söyleyerek tamirden doğan maliyeti bizden talep eder.

Yaşadığımız hayat içinde bize yüklenen görevleri evimize aldığımız bir elektronik alet olarak düşünürsek , hayat içindeki görevlerimizi bize hatırlatan yazılı vahiy kitabı yani kur'an bu hayat içindeki olayları nasıl kullanacağımızı bize öğreten bir klavuzdur. Bu klavuza uymadan yürünen yolda doğacak hataların bedeli hesap gününde ağır bir biçimde ödenecektir.

Allah cc nin tarih boyunca göndermiş olduğu elçiler çok önemli görevler yüklenmiş olup insanlığın öğretmenleridir. Elçiler ile ortak yönümüzün beşer olduğu bir çok ayette hatırlatılmış, yine bir çok ayette elçilerin beşer oluşları yadırganmış ve müşrikler tarafından inkara gerekçe olarak gösterilmiştir. Elçiler ile olan ortak yönümüz  önemli ayrıntılara sahiptir elçilerin ve bizlerin , doğuştan gelen kitab bilgisine sahip olmamız nedeniyle ortak bir tarafımız olması bize gönderilmeleri için yetrli bir sebebtir.  

Bakara s. içinde anlatılan Adem kıssasına baktığımız zaman Adem' e isimlerin öğretildiği anlatılmaktadır, bu anlatılmanın ne demek olduğundan yola çıkacak olursak kitap ve elçiler arasındaki bağlantı ortaya çıkacaktır. Ademe isimlerin öğretilmesi, onun yaşamı içinde gerekli olan bilgiler ile donatılması anlamına gelmektedir. Hepimiz Ademoğulları soyundan gelem nesiller olduğumuza göre Allah cc bizlerede yaşam içinde gerekli olan bilgileri fıtratımıza yerleştirmek sureti ile bir çeşit kitab bilgisine haiz kılmıştır. 

Kainat kitabı da diyebileceğimiz bilgi yüklemesi bütün insanların fıtratında mevcut olup, elçilerin bizden farkı onlara ayrıca sözlü vahiyler indirilmiş olmalarıdır. Birçok ayette "ben sizin gibi bir beşerim bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor" şeklindeki ayetler bu durumu izah eden ayetlerdir. Elçiler dahil bütün insanlara verilmiş olan kainat kitabı bilgisine ek olarak, elçiler bu kainat kitabının nasıl kullanılacağını , yani nasıl kulluk yapılacağını öğreten öğretmenler olarak bizlere gönderilmişlerdir.

Kıssa yollu anlatımlar ile, kulluk noktasında hakkı ve batılı birbirinden ayırma konusunda acze düşenlere FURKAN ve ZİKR ler ile bu elçiler gönderilmiş ve kulluk bilinçleri yeniden onlara hatırlatılmış ve ta'lim ettirilmiştir. Elçiler hayat içindeki dinamikleri iyi okuyarak bu dinamikleri vahye uygun olarak kavimlerine tebliğ ederek bir nevi kullanma klavuzlarını onlara sadece okumakla kalmamışlar bunu nasıl kullanacaklarını öğretmişlerdir.

"Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" tabiri israiloğulları ile ilgili anlatımlarda yer alan bir ifadedir. Bizler kitab kelimesini sadece Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde değerlendirdiğimiz için, amentü içinde geçen şekli ile ifade edildiğinde bütün kitaplara iman ettiğimizi ifade etmiş olduğumuzu zannetmekteyiz.

"Kitab" kelimesinin çerçevesini genişleterek "kainat kitabı" dediğimiz ayetlere de inanmayı kitabın hepsine inanmak şeklinde anlamaya çalıştığımız takdirde kur'an düşüncemizde önemli değişiklikler olacaktır. Son elçi ile inen kur'ana ve öncekilere inandığımız ifade etmek kitabların hepsine iman etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü elçiler ile inen vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzudur. Kainat kitabını okumaktan aciz olanların, sadece mushaf içindeki ayetleri okumaları, hasta olan birisinin gittiği doktordan aldığı reçeteyi uygulamadan sadece ilaç adını okuyarak iyileşeceğini zanneden hastaların durumuna benzer. Böyle bir okumayı sadece gelenekçi dediğimiz insanlar yapmıyor , "sadece kur'an" söylemine sahip olan insanlarında bu tür ayrımcı bir okuma hatasına düştüklerini görmekteyiz.

Elçiler, insanlığın kainat kitabı bilgisini Allah cc nin düzenlemesi konusunda insanlara öğretmenlik yaptıklarını ve bu durumun kıssalar ile bizlere anlatıldığını söylemiştik, Şuayb as kıssası üzerinden onun öğretmenliğinin nasıl gerçekleştiğini görelim. Medyen kavmi sahip oldukları kitab bilgisini kullanarak , ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirmiş , ancak bu ekonomik ve sosyal refahı gerçekleştirecek kitab bilgisi ile ,bu refaha karşı nasıl bir tavır sergileyecekleri konusundaki vahiy kitabı bilgisini arkalarına atarak ölçü ve tartıda yani ticari hayatta sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah cc bu durumda olan kavme, kardeşleri Şuayb as ı göndermiş , bu hallerine son vermelerini her iki kitabı yani kainat ve vahiy kitabını birbirinden ayırmadan okuyarak kullanma klavuzuna uymaları, uymadıkları takdirde ağır bir sona uğrayacaklarını tebliğ etmiştir. Kullanma klavuzuna uymayarak atalarının uydurdukları şirk klavuzlarına uymakta direnen kavim bilindiği gibi helak olmuştur. 

Şuayb as ve benzeri elçilerin kavimlerinin ortak noktaları, kendilerindeki kitab bilgisi dahilinde elde ettikleri kazançları ,vahiy kitabı bilgisi ile yoğurmayıp atalarından devraldıkları ve Allah cc nin dışındakilerin hükümleri ile yoğurmayı tercih ettikleri şirke düşmüşler ve helaka uğramışlardır. 

Bugün müslüman dünyasına baktığımız zaman , yüzyıllar önce kainat kitabını okuyarak bilim , teknik , fen , matematik,tıp  gibi bilim dallarında önemli eserler ve kadrolar yetiştirmiş , ne zamanki bu kitabı hakkı ile okumayı terkedip sadece yazılı mushafı okumaya yönelmiş işte o zaman gerileme başlamıştır. yazılı mushafı şayet doğru okusalar kainat Ayetlerininde asla terkedilmeyeceği zaten anlaşılmış olurdu. Sadece mushafı okuyarak cennete gidileceğini zannedenler etraflarında dönen dolaplara kayıtsız kalarak sahayı sadece kainat kitabını okuyarak ilim ve teknikte ilerleyen batıya bırakmışlar , kainat kitabını vahiy kitabı ile birlikte okumayan batını zulmu altında ezilmeye başlamışlar ve bu durum hala devam etmektedir , bu durumdan kurtulmanın yolu nedir?

Önce Allah cc nin ayetlerinin sadece mushaftakiler olmadığı, onun yaratmış olduğu herşeyi bir ayet , bu ayetlerin toplandığı kainatı bir kitap olarak görüp elimide olan kur'anı kainat kitabını okurken bize klavuz olacak bir rehber olarak görmemiz gerekmektedir. Allah cc nin yaratmış olduğu ayetleri kullanarak elde edilen gücün, nerede ve nasıl ve ne şekilde kullanılacağını bize kur'an öğretecektir. Kainat ayetlerinden bağımsız olarak okunan bir kur'anın hiç bir faydası olmayacak olup , günümüzdeki halimizden bellidir.

Müslümanlar olarak Allah cc nin arz üzerindeki ayetlerini okuyarak elde edeceğimiz kazançlar vahiy kitabını okuyarak,bu kazançları nerede, nasıl  ve ne şekilde kullanacağımızı bize öğreten klavuz rehberliğinde bütün insanların emniyet ve faydası için kullanılacaktır. Kainat kitabını okumadan , sadece vahiy kitabını okumak bize canlı bir hayat içinde yaşanmış  kitap olarak değil ,bir ütopya kitabı , ölülere okunan bir kitap gibi bugünkü hurafe inançlara kurban edilmiş bir kitap haline dönüşecektir. Eve aldığınız elektronik aletin kullanma klavuzunu nasıl belli günlerde okumayıp ihtiyaç anında okuyup içindeki bilgileri kullanıyorsak kur'anda aynı işlevi görmesigereken bir kitabtır.

Sonuç olarak; ayet ve kitap kelimelerini dar bir alana hapsedip, sadece kur'an ve içindekiler olarak düşünmemiz bizlerin kainat kitabı diye bir kitabın daha var olduğunu ve elimizde olan bu kitabın, o kitap ile birlikte okunduğunda Allahın kitaplarına tam olarak bir imanın sağlanmış olacağı bilinci bugün terkedilerek, kitap okuması sadece kur'ana indirgenmiş ve sadece bu kitabı okuyarak cennete gidileceği zannına kapılınmıştır. Halbuki kur'an adı verilen kitap, kainat kitabını doğru okuma klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın "kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamak" anlmına geldiği unutulmuştur. Batılılar kitabın bir kısmını , müslümanlar kitabın bir kısmını okuyarak , batı refah seviyesi yüksek ancak zalim bir toplum olmuş , müslümanlar ise refah seviyesi düşük ve mazlum bir toplum olarak batının sömürü çarklarında ezilmeye mahkum olmuştur. Müslümanlar bugün Allahın ayetlerini bir bütünlük içinde okuyup batını eriştiği refah seviyesine erişseydi kendilerinden aşağı olan toplumları ezmek değil onlara yardım etmenin yollarını arayacaklardı. Batı bu düşünceden uzak sadece "hep bana" düşüncesi içinde bir litre petrolun bir insanın kanından daha değerli olduğu şiarından hareketle, yıllardır müslüman topraklarında zulum , baskı ve sömürüye devam etmektedir, buna engel olmak bizlerin görevi olup bunun yolu Allah cc nin ayetlerini birbirinden ayırmadan okumaktan geçmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Haziran 2014 Çarşamba

Hicr s. 9. Ayetindeki Korunma Üzerine Bir Mülahaza

Kur'anın korunup korunmadığı konusunda sorulmuş olan bir soruya Hicr s. 9. ayeti delil getirilerek, "onun korunduğu ayet ile sabit" şeklinde cevap verildiğine şahid olmaktayız. Yazımızda önce Hicr s. 9. ayeti üzerindeki düşüncelerimizi paylaşıp , sonra Kur'anın korunmuşluğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz.

Hicr s. 9. ayetini, bağlamı içinde okuduğumuz takdirde, 6. ayetten itibaren okumamız gerektiğini düşünmekteyiz. 

 Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn(mecnûnun).
 [015.006] Dediler ki: «Ey kendisine zikie indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!»

Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
[015.007]  «Eğer doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»

Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). 
[015.008] Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
[015.009]  Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza edeceğiz.

Hicr s.6-9. ayetlerde , kafirlerin kendisine zikir indirilmiş olan elçinin mecnun olduğu iddiasında bulundukları görülmektedir , bu durum bize hedef kişinin ne olduğu konusunda fikir vermekte olup, 9. ayeti anlamakta yardımcı olacaktır. 6. ayette , inen zikir hedeflenmeyip , zikr'in kendisine inen kişi hedeflenmekte ve ona diğer elçilere yapıldığı gibi "sen mecnunsun" suçlaması yapılmaktadır.  Muhammed as a isnad edilen mecnunluğa karşı diğer ayetlerde şöyle buyurulmaktadır.

 
[052.029]  sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnûn.
 [068.002]  Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin
 [081.022]  Sizin sahibiniz bir deli değildir.

 Bu ayetler ona isnad edilen mecnunluk suçlamasını yalanlayarak "Rabbinin nimeti" şeklinde bir te'kid ile, bu mecnunluktan beri olduğu bildirilmektedir. Hicr s. 9. ayetini, bu arka plan dahilinde düşünecek olursak , ayetteki korunan şeyin zikir değil , o zikr'in kendisine inen kişi olduğu daha doğru görünmektedir. Ancak bu ayeti böyle anlamaya engel olan gramer sorunu mevcuttur. Zamirin mercii konusu ile ilgili olan genel geçer kaide , onun en yakın isme raci olması gerektiği gibi bir şarta haizdir. Kur'anda zamirlerin mercii ile alakalı örnekleri konu alan bir makale incelendiğinde bu kuralın haricinde kullanımlar olduğu görülecektir.Kur'an ile ilgili çalışmalar yapanların zamirlerin dönüşü konusundaki görüşlerini 4 başlık halinde toplamak mümkündür. 

1- Zamir ve zamirin mercii arasında mutabakat olmalıdır.
2-Zamir mezkur olan varlığa dönmelidir.
3- Zamir yakın olana irca edilmelidir.
4-Zamir sözü edilen varlığa dönmelidir.

3. sıradaki , zamirin yakın olana raci olması genel geçer tercih olmasına karşın , 4. sıradaki zamirin sözü edilen varlığa dönmesi şeklindeki kuralı, hicr s. 6. ayetinde sözü edilen kişi olan Muhammed as a raci etmek az olsa geçmişte de tercih edilen görüş olmuştur. 

Surenin 9. ayetinden sonraki ayetleri okumaya devam ederek , bağlama uygun bir okuma yapmaya çalıştığımızdai ayetlerdeki asıl hedefin Kur'an değil , bu kitabın kendisine inmiş olan kişi olduğu daha açık olarak görülecektir.

[015.010]  Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da resuller gönderdik.
[015.011] Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar
[015.012] Biz böylece resulleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.

Kısaca özetleyecek olursak; Hicr s. 6-12. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuz zaman hedef kişi olan elçinin mecnun olduğu ileri sürülmekte ve bu mecnunluk 9. ayette red edilmektedir. Şimdi karşımıza , "öyleyse Kur'an korunmamış mıdır?" şeklinde bir soru çıkacaktır.

                    KUR'ANIN KORUNUP KORUNMADIĞI MESELESİ

Bu konu, ilk dönemlerde ortaya atılan nasih mensuh teorisi adı altındaki "hükmü baki metni mensuh" veya "hükmü ve metni mensuh" ayetler adı altında kategorileştirilerek kaynaklarda yerini bulmuş olup arka planında, Allah cc nin elçisi Muhammed as a indirmiş olduğu kitab içinde bugün elimizde olmayan ayetler olduğu dolayısı ile kitabın bir çeşit tahrif olduğu iddiasını taşımaktadır. Peki bu rivayetler ne kadar doğrudur? , kur'anın tahrif olmadığı konusunda herhangi bir söz ettiğimiz zaman bu rivayetler tepemize kılıç gibi dikilerek başkaları tarafından bir koz olarak kullanılmaktadır, öncelikle bu rivayetleri tahlil etmek gerekmektedir.

"Hükmü baki metni mensuh" adı altında zina cezasının evli kişiler recm edilmek şeklinde olduğunu bildiren bir ayet olduğu ve bu ayeti Muhammed as ın vefatı sırasındaki telaşeden istifade eden bir keçinin yediği şeklinde rivayetler vardır. 

"Hükmü ve metni mensuh" adı altında ise yine ,Muhammed as a indirilmiş fakat unutturulmuş ve yazıldığı nüshalardanda silinmiş olan ayetlerde hatta sureler olduğu gibi rivayetlere rastlamaktayız.

Kur'an indiği an itibarı ile hem yazılı , hemde ezberlenerek hafızalarda kayda geçmiş bir vahiydir. yukardaki başlıklara dahil olan ayetler söylendiği gibi eğer inmiş ise insanların elinde yazılı ve hafızalarda kayıtlı olması gerekirdi. Recm ayeti eğer yazılı ise bu durum , böyle bir ayetin kesinlikle inmiş olduğunu gösterir, şayet keçi yemiş ise o ayet sadece bir kişide yazılı olmayıp diğer kişilerinde hafızalarında ezberde olup böyle bir ayetin indiğine şahidlik edilmesi gerekirdi. Eğer elimizdeki mushaflarda bugün böyle bir ayet yoksa demekki Allah cc böyle bir ayet indirmemiş ve mushafa yazılmamıştır. 

Aynı teori altında kategorize edilmiş olan "hükmü ve metni mensuh" ayetler ! içinde aynı şey söylenebilir. Rivayet kitaplarında geniş bir şekilde yer tutan bu ayetlerin !!! önce indiği ,sonra hem yazıldığı nüshalardan silindiği , hemde ezberlerden silindiği şeklinde bir müdafaaya gidilmektedir. Güya sahabe akşam ezberlediği ayetleri sabah unutmuş , peki inen ayeti hepsimi unuttu , veya yazılan bir ayet veya ayetler yazıldığı nüshadan nasıl silinebilir?. Bunun cevabını rivayetleri kutsayanların Allah cc ye iftirasıdır demekten başka bir şekilde vermek mümkün değildir. Bu tür rivayetleri kabul edip te , "Allah cc nin indirdiği kitab hiç eksiksiz elimizdedir" diyenler ya bu rivayetleri bilmiyorlar , ya da ne dediklerini bilmiyorlar . Rivayet kitaplarında yer alan bu tür rivayetleri karşımıza getirerek , "siz kitabınızın tahrif olduğunu kendiniz söylüyorsunuz" diyenlere o rivayetlerin sadece yalan ve iftira olduğunu söylemekten başka bir cevabımız olamaz.

Elimizdeki kitabın rivayetler yolu ile tahrif edilmiş olduğu iddiasını ret ederken , bu kitabın indiği şekli ile ile korunduğuna  Tevratın ve incilin tahrif edildiği iddianıza dair olan deliliniz nedir? şeklinde sorulan bir soruya da şu cevabı verebiliriz. 

Herhangi bir materyal hakkında karar verebilmek için , elimizde kesin doğru olarak kabul edebileceğimiz bir ölçü olması gerekmektedir. Bu ölçünün herkes tarafından kabul görmesi gerekmez , bizler Müslümanlar olarak Allah cc nin indirmiş olduğu son kitap olan kur'anın bu konuda tek ölçü olduğuna iman edenler olmamız nedeni ile , Tevrat ve İncil de tahrife uğradığını iddia ettiğimiz bir yerin delili kur'andır. Kur'an bizler için din konusunda tek doğru kitap olup din hakkında gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ondaki veriler ile ölçeriz.

Tevrat veya incil de tahrifata uğradığını iddia ettiğimiz bir bölüm, kur'an ile uyuşmaması ve ondaki verilerin tersi istikamette bir veri olduğu için böyle bir iddiaya sebep olur . Aynı durum tabiki tevrat ve incil sahipleri içinde geçerlidir , onlar da kur'an daki bir bölümün doğru veya yanlış olduğuna kendi kitaplarındaki verilere göre kriterize ederek karar verir . Demek istediğimiz şudur; her düşünce sahibi kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermek için elinde sabit doğrular bulunur , bu doğru Müslümanlar için kur'an iken , Hristiyanlar için İncil , Yahudiler için Tevrat , başka din mensupları için o dinin kutsal saydığı kitap olur, bunların hangisinin kesin doğru olduğu konusunda kıyamet günü Rabbimiz kararını verecektir.

Bizler Müslümanlar olarak elimizdeki kitabın eksiksiz olduğuna ve tahrif olmadığına inanırız. Bu inancınız neye dayanıyor ? şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verebiliriz. Eğer biri kalkıp bu kur'an eksik veya tahrif edilmiştir şeklinde bir iddia da bulunduğu zaman bu iddiasının delilini isteriz. Bu delil Ahmet veya Mehmet'in yazdığı kitaplar olmayıp Allah cc den olması gerekmektedir ki , bizler nasıl Tevrat veya İncil için tahrife uğradı diyebiliyorsak başkaları da, "bakın Allah kitabında Kur'anında tahrif olduğunu söylüyor" diyebilsin. Fakat böyle bir şey asla mümkün değildir ve olmayacaktır. 

Kur'anın herhangi bir bozulmaya tabi tutulduğunu düşünen her kimse bu iddiasını bizimde doğruluğunu kabul ettiğimiz bir değer üzerinden delillendirmek zorundadır. Bizler bu insanların kurduğu tuzaklara düşerek , bu delili onlardan değil kendimizin getirmek zorunda olduğunu zannederek delil arama peşine düşmekteyiz. 

Bizler Mü'minlerin vasfı olan "gayb'a iman etme" prensibine uyanlar olarak bu kitabın, indiği anda yazılı ve hafızalara alınma şekli ile kayıt altına alındığına , bu zamana ve kıyamete kadar böyle gideceğine inanmaktayız. Bu kitap toplanırken mushafa alınmayan , unutulan veya işlerine gelmediği için mushaf dışı bırakılan bir ayetin asla olamayacağına inanırız. Bu inancımızı doğrulatacak bir laboratuar sonucu olmayacağını bildiğimiz halde bu böyledir. 

Müslümanlar arasında bugün böyle fitneler sokarak , tuzu kokutmak sureti ile eldeki tek doğru kriter hakkında şüpheye düşürerek kıyas yapma imkanını kaldırmak isteyenlerin oyunlarına müslümanların gelmemeleri ve bu oyunlara karşı uyanık olmaları gerekmektedir. Hicr s. 9. ayeti korunmuşluğa dair delil getirilen bir ayet olduğu konusundaki yukarıda yazdıklarımız, tabiki kur'anın korunmamışlığına delil olarak getirilmiş bir düşünce değildir. Zikr'in kendisine indirilen kişinin korunması bile o zikr'in korunarak ,Allah cc den indiği şekli ile insanlara tebliğ edildiğinin ve kayıt altına alındığının bir delil olarak anlaşılması gerekir.  

Üç kitaba mensup olan üç kişinin bir araya gelerek , kendi kitablarının tahrif olmadığını , karşısındakilerin kitaplarının tahrif olduğu iddiası ortak bir kriter olmaması nedeni ile sadece kısır bir tartışmadan başka bir şey sağlamayacaktır, her kitap mensubu kendi kitabının tahrif olmadığı iddiasını yine kendi kitabını ölçü alarak , karşısındaki kitap mensubunun kitabının tahrif olduğunu, yine kendi kitabını ölçü alarak yapacağı için ortak bir düşünce sağlanması mümkün değildir ,ya da kur'anın tahrif olmadığını , onu kriter olarak kabul etmeyenlere anlatmaya çalışmak  mümkün olmayan bir durumdur.  

Bu tür gündemler bizim gündemimiz olmayıp , farklı gündemler yaratarak Müslümanlar asıl hedeflerinden saptırmak isteyenlerin ortaya attıkları sun'i gündemler olup bu oyunlara karşı dikkatli olup , sun'i gündem peşinde koşmayıp , o kitabın bize emrettiği bir hayat sürme konusundaki gündemler ile birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme yolunda yürümeliyiz. 


Sonuç olarak ; Hicr s. 9. ayeti bağlam gözetilerek okunduğunda korunanın zikir değil, zikr'in kendisine inen kişi olmasının daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Bunu düşünmekle zikr'in korunmadığı iddiasında değiliz. İftira rivayetler ile Kur'anın tahrif olduğunu iddia edenlerin yazdıkları ile elimizdeki kitabın indiği şekli ile korunmadığını bize delil gösterenler ile bu iddiaları kaynaklarına alarak böyle bir fitneye sebep olanları Allah'a havale ediyoruz. Bizler elimizdeki kitabın Allah cc den indiği şekli ile korunmuş olduğunu gaybi bir imana dayanarak kabul ederiz. Kur'anın tahrife uğradığı iddiasını çürütmek  Müslümanların sorunu değil ,  tahrife uğradığını iddia edenlerin  delillendirmeleri gereken bir sorundur.Bizler için gündem olması gereken konu o kitabın bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerini içselleştirmek ve hayat içinde tatbik etmek için gerekli olan gayreti göstermektir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.