Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman , bu kıssalarda öne çıkan en bariz nokta, adı geçen kavimlerin helak edilmiş olmasıdır. Kavimlerin bu helakı , "Sünnetullah" dediğimiz yasalara tabi, olup "Kur'an'da adı geçen ve geçmeyen bir çok kavim için işleyen bu yasalar, Mekke için neden işlememiştir ?" sorusu, kafalara takılan sorulardandır. Yoksa Allah (c.c) Muhammed (a.s) ve Mekkeliler için yasasında değişiklik mi yapmıştır ? denilirse buna cevabımız, "Hayır" şeklinde olacaktır.
Helak edilen kavimlerin kıssalarının anlatıldığı ayetlere baktığımızda , Helak edilen kavimlerdeki müşriklerin uyguladıkları muamele , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara uygulanan muamele ile aynı olup , mecnun olduğu iddiaları , zulüm , baskı , işkence v.s her türlü yol uygulanarak Muhammed (a.s) ve ona tabi olanların yollarından dönmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu baskılar 13 sene boyunca sürmüş, Medine'li bir gurubun Müslüman olması ile Müslümanlar için yeni bir kapı açılmış, ve Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etmeye başlamış en son olarak , Muhammed (a.s) yanında Ebu Bekir (r.a) olduğu halde Medine ye hicret etmiştir.
[009.040] Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım
eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri
iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah
bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu
görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan
Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
Bir çok Ayette Mekkelilere , kendilerinden önce helak edilen kavimler örnek gösterilerek , aynı akıbetin onlar içinde meydana gelebileceği haber verilerek bu inatlarından vazgeçmeleri öğütlenmiştir.
[040.021] Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha
kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl
olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı
onları koruyan yoktur.
[027.069] De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir
bakın.»
[030.042] De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu
nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.
Bir çok tehditlere rağmen müşriklerin baskıları sona ermez ve Muhammed (a.s) Mekkeyi terk etmek zorunda kalır.
[017.076-77] Neredeyse seni memleketten çıkarmak için zorlayacaklardı. O
zaman, senin ardından onlar da ancak çok az kalabilirler.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen
Bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!
[047.013] Seni çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün
nice memleketler vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir
yardımcı yoktu.
Yukarıda mealllerini verdiğimiz Ayetlerden , Elçinin terk ettiği bir beldenin yıkımı hak ettiği anlaşılmaktadır. Allah'ın bu sünneti'nin geçmiş kavimlerde nasıl tecelli ettiği yine Kur'an içinde beyan edilmektedir.
[011.058] Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri,
tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da
kurtardık.
[011.066] Emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları,
tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü
Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
[011.094] Emrimiz geldjğinde Şu'ayb'ı ve beraberinde iman edenleri
tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses
yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.
[010.073] Onu yalancı saydılar; ama Biz onu ve gemide beraberinde
bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik, ayetlerimizi
yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl
olduğuna bir bak.
[010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece
müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
Helakın , içinde Elçilerin yaşadığı kavimler ile ilgili olan sünneti'nde , Elçi ve beraberindekilerin tamamının kavmi terketmesi sonucunda gerçekleştiği , yani helak olan beldede tek bir Mü'min olmama şartı vardır.
[051.035] Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Muhammed (a.s) ın kavmi ona bir çok kereler , kendilerine vaad ettiği azabın gelmesi ona rest çektiğini görmekteyiz.
[008.032] «Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize
gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver» demişlerdi.
Enfal s. 32. Ayetinde gördüğümüz , müşriklerin bu restlerini, yani helak edilme isteklerini Allah (c.c) şu gerekçe ile red etmiştir.
[008.033] Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma
dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir.
[008.034] Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin
azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten
sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.
Müşriklerin bu restleri , Muhammed (a.s) henüz Mekke'de onların içinde iken gerçekleştiği için , "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez" buyurulmaktadır .
Burada haklı olarak , "Öyleyse Medineye hicret ettikten sonra helak neden gerçekleşmedi?" sorusu da sorulacaktır. Bunun cevabı da aynı Ayetin içindedir , "Onlar bağışlanma
dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile kast edilen "Bağışlanma dileyenler" , Müşriklerdir. Bu ayetin bazı meallerinde "Onlar" kelimesi ile kast edilenlerin iman edenler olduğu söylenmiş olsa da , ilgili ayetin siyak ve sibakı ,müşriklerin iman ettikleri takdirde azaptan kurtulacaklarını haber vermektedir.
[011.117] Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok
etmez.
Allah (c.c) Muhammed (a.s) as ın hicretinden sonra Mekke'de kalan ve hicretten sonra Müslüman olmaya başlayanlar hala Mekke içinde ikamet ettiği için orayı helak etmeyeceğini beyan etmektedir.
Enfal s. 34 . Ayet , aslında bu helakı hak ettiklerini beyan ederek bunu engelleyen şeyin , Mekke'nin içindeki Müslüman nufüsun barınıyor olmasından dolayı olduğunu beyan etmektedir. Muhammed (a.s) ın kavminin toptan helak edilmemiş olması , Sünnetullah'ın işleyişinde bir istisna değil , işlemesi için gerekli olan kuralların gerçekleşmemiş olmasındandır.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı hayat sürecine baktığımızda , Sünnetullah dediğimiz yasanın , Yani Allah (c.c) nin Elçilerine ve onlara inananlara verdiği yardım sözünün onun içinde işlediği görülmektedir. Kendisinden önceki Elçiler gibi aynı görevi yüklenen Muhammed (a.s) a , aynı şekilde kendisinden önceki Elçilere uygulanan muamele yapılmıştır. Mekki Surelerde beyan edilen mücadele sürecine baktığımızda , ona sabır ve mücadeleden asla vazgeçmemesi öğütlenmektedir ve bu öğütlerin tatbikini Elçiliğinin ilk gününden son gününe kadar yerine getirmeye var gücüyle gayret etmiş ve öncekiler için geçerli olan yasanın kendisi için de işlmesine hak kazanmıştır.
Sünnetullah'ın gerçekleşmesi , Elçi ve beraberinde olan iman edenlerin göstereceği çaba ve gayret ile orantılıdır. Bu çaba ve gayreti, Mekki sureler içinde kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele ederek gösteren , Elçi ve beraberindeki iman edenler , Medineye hicretten sonra farklı bir mücadeleye girişmişlerdir. Belirli bir güce sahip olduktan sonra Müşrik ve Kafirlerin saldırılarına misli ile mukabele ederek bu çaba ve gayreti aynı şekilde göstermeye devam etmişlerdir.
13 yıl Mekke , 10 yıl Medine mücadelesini , okuyabileceğimiz en sahih kaynak olarak Kur'an içinden okumak mümkündür. Bu süre içinde Sünnetullah gereği yardıma hak kazanan Elçi ve iman edenler Mekke'yi ele geçirerek , şirk adına ne varsa yıkmışlar ve Tevhidin zaferini ilan etmişlerdir. Müslümanların zaferi , Müşriklerin kaybı ile sonuçlanan süreci doğru bir biçimde okuduğumuzda Sünnetullah'ın geçmişler için işlemiş olması aynen tekerrür etmiştir.
Mekkelilerin yenilgiye uğraması ile sonuçlanan , Tevhide karşı olan mücadeleleri , Müslümanların kendilerine Rableri tarafından öğütlenen mücadele metoduna uygun bir şekilde hareket etmeleri neticesinde bir nevi helak olmaları ile sonuçlanmıştır. Helak edilmenin temelinde'ki asıl anlam olan , kafirlerin Dünya hayatında yenilgiye uğratılması durumu , Mekkeliler boyutunda'da gerçekleşmiştir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Rablerinin kendilerine indirmiş olduğu Kitap içinde zikri geçen geçmişte yaşamış olan Elçiler ve onların kavimlerinin kıssalarını , hayatları içinde gerekli olan mücadele de örnek olarak anlatıldığı bilincine vakıf olarak okumuşlardır. Hiç bir Sahabe diğer bir Sahabe ile , Musa (a.s) ın Asasının gerçekten yılan olup olmadığı , veya İbrahim (a.s) ın ateşinin mecaz'mı hakikat'mi olduğu tartışmasını yaparak birbirlerine kılıç çekmemişlerdir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kıssa şeklinde yapılan anlatımları bir araya gelerek masal tadında anlatımlar olarak geçmişteki Atalarının kahramanlıkları ile öğünmek gibi bir şey yapmak için okumamışlar , aksine yürüdükleri yolda nasıl bir strateji takip etmeleri gerektiğini anlatan Ayetler olarak okumuş , yaşamları içinde bu Ayetleri pratiğe aktarmışlar sonuç olarak ta , geçmişteki Ataları nasıl yardıma , ve onların düşmanları nasıl helaka uğradılarsa aynı yasa onlar içinde işlemiş ve onlar başarıya ulaşmış, Mekkeliler helaka uğramışlardır.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların yolunda yürüdüğünü iddia eden bizler , onların yaşamlarını Kur'an içinden okuyarak aynı mücadeleyi sabır , kararlılık ve tavizsiz bir biçimde yaparak , onlar için işleyen yasaların bizler içinde işlemesini sağlayabiliriz.Bizim için işleyecek olan yasa , tıpkı Muhammed (a.s) için işleyen yasa gibi olacak ve bizim düşmanlarımız üzerine galebe çalmamız şeklinde tecelli edecektir , tabi bu yasanın tecelli etme şartlarına riayet ettiğimiz takdirde .
Sonuç olarak ; İçlerinde Elçi olan kavimlerin helakı ile ilgili Sünnetullah yasalarının , neden Mekke için işlemediği sorusuna cevap vermeye çalıştığımız yazımız'da toplu helak Sünneti'nin işlememiş olmasının sebebi , Enfal s.32-34. Ayetler içinde görülmektedir. Allah (c.c) nin vaadi olan Elçi ve beraberinde olanlara yardım , Elçi ve beraberinde olanlara düşman olanların helak edilme sünneti, aynen diğer Elçiler ve onların kavimlerinde olduğu gibi işleyerek Müslümanların galibiyeti , Mekkelilerin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
8 Nisan 2015 Çarşamba
6 Nisan 2015 Pazartesi
Fussilet s. 9-12 Ayetleri : Yerin ve Göklerin Yaratılması
Kur'anın doğru anlaşılması için gerekli olan şartlardan bir tanesi , indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların kültür ve edebiyat alt yapılarının bilinmesi gereğidir. Kur'an nazil olurken muhatap kabul ettiği Arap toplumunun o günkü konuşma uslubu üzerine nazil olmuştur. Bu gün Kur'anı okuduğumuz zaman bize yabancı gelen bu uslubu göz ardı ederek , bizim sahip olduğumuz konuşma uslubu üzerinden okuduğumuz bazı Ayetlerin, bizim kültür alt yapımıza uygun olmadığı için bir takım müşkilatı barındırdığı , hatta bazı insanların elinde Kur'an da çelişkiler olduğuna dair bir delile! dönüştüğünü görmekteyiz.
Müşkil Ayetler olarak niteleyebileceğimiz bu durumun çözümü , bu gün bizim sahip olduğumuz kültür birikimi ile değil o günün Arab toplumunun sahip olduğu kültür birikiminin bilinmesi mümkün olabilir. Bu müşkilata örnek olarak verebileceğimiz Ayetler gurubu, Fussilet s. 9. ve 12. Ayetler arasında yerin ve göklerin yaratılışı ile Ayetlerdir.
[041.009] De ki: «Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.»
[041.010] Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu.
[041.011] Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «İsteyerek geldik» dediler.
[041.012] Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
Bu Ayetleri okuduğumuzda yerin ve göklerin , 2+4+2= 8 günde yaratılmış olduğu gibi bir hesap çıkmaktadır. Kur'an 'da yerin ve göklerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda bütün Ayetlerde bu yaratılışın 6 gün de olduğu beyan edilmektedir. Bu Ayetlerde bahsedilen "Gün" kelimesinden kast'ın bizim yaşadığımız 24 saatlik bir dilimin olmadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca 11. Ayet içinde , bir konuşma uslubu içinde verilen yer ve göğün "İsteyerek geldik" demeleri , Allah (c.c) nin onlar için koymuş olduğu düzen içinde hareket edecek olmaları anlamında kullanılmıştır
[010.003] Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!
[011.007] Arş'ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. And olsun ki, «Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz» desen, inkar edenler: «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler.
Bir yerde 6 gün bir yerde 8 gün şeklinde gördüğümüz Ayetler içinde bir çelişki olduğu düşüncesi , kalplerinde hastalık olanlara mahsus olup , İman edenler Nisa s. 82 ve benzer Ayetlerde geçtiği üzere Allahın Kitabında herhangi bir çelişki olmadığını çok iyi bilirler . Peki bu Ayetleri nasıl anlamak gerekmektedir ? sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür.
A şehrinden , C şehrine gitmek için yola çıkan bir Arap yaptığı , B şehrinde mola verdikten sonra , yaptığı yolculuğu anlatırken şöyle söyler; "A şehrinden , B şehrine 10 günde , C şehrine 20 günde gittim" , onun bu sözü 10+20=30 günde, gitmek istediği mesafeye ulaştığı anlamına gelmez , A şehrinden , C şehrine 20 gün içinde gittiğini ifade eder.
Araplarda yaygın olan bu kullanım , Fussilet s. 9. ve 10. Ayetinde de kullanılarak yer'in yaratılışının 4 gün içinde tamamlandığını , 12. Ayette göklerin 2 günde yaratıldığını beyan eden Ayeti de hesap ettiğimizde, 4+2=6 gün şeklinde bir hesap ortaya çıkar ki bu hesap Kur'andaki yerin ve göklerin 6 günde yaratıldığını beyan eden Ayetlerle bir uyum sağlar.
Bu konu ile ilgili olarak , bazı Ayetlerde yer ve göklerin yaratılışını sıralamasının değişik olarak anlatıldığını görmekteyiz.
[002.029] Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir.
Bakara s. 29 ve Fussilet s. 9. ve 12. Ayetlerinde , önce yer sonra göklerin yaratıldığının beyan edilmesine karşın , Naziat suresi 27. ve 33. Ayetlerinde önce gök sonra yerin yaratılmasından bahsedilmektedir.
[079.027] Siz mi yaratılışça daha çetinsiniz, yoksa gökyüzü mü? Onu O «Allah» bina etti.
[079.028] Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
[079.029] Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır.
[079.030] Ardından yeri düzenlemiştir.
[079.031] Ondan suyunu ve otlağını çıkarmıştır.
[079.032] Dağları yerleştirmiştir.
[079.033] Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.
Bir surede yeri önce göğü sonra , bir başka surede ğöğü önce, yeri sonra yaratmış olması , haşa onun neyi ne zaman yarattığını bilmediği anlamına gelmez. Burada dikkat çekilen durum onun yaratıcılığı olup, sıralamayı takip etmesi gibi bir zorunluluğu olduğunu söyleyemeyiz. Göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda ilgili Ayetlerin "Gökler ve yer" şeklinde bir sıralama içinde gelmiş olmasına karşın , Taha s. 4. Ayetinde bu sıralamanın değiştiğini görmekteyiz .
[020.004] Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından indirmedir.
Bizim için önemli olan nokta , öncelik sonralık sıralamasındaki farklı anlatımlar değil , onları yaratan Allah (c.c) nin gücü ve azameti olmalıdır. Kur'anın bazı Ayetlerinde bu tür anlatımlar mevcut olup, "Neden sıralama gözetilmedi?" şeklinde bir soru sormak abesle iştigaldir , Bu sıra gözetilmemeye , Enbiya s. 90 . Ayetini örnek olarak vermek mümkündür.
[021.090] Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.
Enbiya s. 90. Ayetini dikkatli okuduğumuz zaman , Zekeriyya (a.s) ın eşi nin doğum yapacak hale getirilmiş olması , Yahya'nın bahşedilmesinden sonra anlatılmaktadır, halbuki sıralamaya göre önce doğum yapacak hale getirilmiş olması , sonra Yahya nın bahşedilmiş olmasının anlatılması gerekirdi.
Sonuç olarak ; Kur'anın doğru anlaşılması için gerekli olan şartlardan birisi , indiği zaman ve mekan içinde yaşayanların konuştuğu dilde kullanıldığı edebi uslupların göz önüne alınma gereğidir. Bu uslup göz önüne alınmadan , Kur'anı bizim sahip olduğumuz dil uslubu içinde okumaya çalıştığımız zaman ortaya çıkan bir takım müşkil Ayetleri anlamak zorlaşacaktır. Aynı şekilde Kur'an da bildiğimiz anlamda normal bir Kitap ta bulunan , giriş , gelişme , sonuç şeklinde bir sıralama çoğu zaman takip edilmez ,eğer böyle bir sıralama içinde olması gerektiği gibi bir düşünce içinde okuduğumuz takdirde yine kafamıza bir çok sorunun takılması muhtemeldir. Kur'anı bizim bildiğimiz ve olmasını düşündüğümüz anlamda bir usluba sahip olması gerektiğini düşünmekten ziyade , kullandığı uslubu anlayarak okumak daha doğru sonuçlar çıkaracaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Müşkil Ayetler olarak niteleyebileceğimiz bu durumun çözümü , bu gün bizim sahip olduğumuz kültür birikimi ile değil o günün Arab toplumunun sahip olduğu kültür birikiminin bilinmesi mümkün olabilir. Bu müşkilata örnek olarak verebileceğimiz Ayetler gurubu, Fussilet s. 9. ve 12. Ayetler arasında yerin ve göklerin yaratılışı ile Ayetlerdir.
[041.009] De ki: «Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.»
[041.010] Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu.
[041.011] Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «İsteyerek geldik» dediler.
[041.012] Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
Bu Ayetleri okuduğumuzda yerin ve göklerin , 2+4+2= 8 günde yaratılmış olduğu gibi bir hesap çıkmaktadır. Kur'an 'da yerin ve göklerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda bütün Ayetlerde bu yaratılışın 6 gün de olduğu beyan edilmektedir. Bu Ayetlerde bahsedilen "Gün" kelimesinden kast'ın bizim yaşadığımız 24 saatlik bir dilimin olmadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca 11. Ayet içinde , bir konuşma uslubu içinde verilen yer ve göğün "İsteyerek geldik" demeleri , Allah (c.c) nin onlar için koymuş olduğu düzen içinde hareket edecek olmaları anlamında kullanılmıştır
[010.003] Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!
[011.007] Arş'ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. And olsun ki, «Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz» desen, inkar edenler: «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler.
Bir yerde 6 gün bir yerde 8 gün şeklinde gördüğümüz Ayetler içinde bir çelişki olduğu düşüncesi , kalplerinde hastalık olanlara mahsus olup , İman edenler Nisa s. 82 ve benzer Ayetlerde geçtiği üzere Allahın Kitabında herhangi bir çelişki olmadığını çok iyi bilirler . Peki bu Ayetleri nasıl anlamak gerekmektedir ? sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür.
A şehrinden , C şehrine gitmek için yola çıkan bir Arap yaptığı , B şehrinde mola verdikten sonra , yaptığı yolculuğu anlatırken şöyle söyler; "A şehrinden , B şehrine 10 günde , C şehrine 20 günde gittim" , onun bu sözü 10+20=30 günde, gitmek istediği mesafeye ulaştığı anlamına gelmez , A şehrinden , C şehrine 20 gün içinde gittiğini ifade eder.
Araplarda yaygın olan bu kullanım , Fussilet s. 9. ve 10. Ayetinde de kullanılarak yer'in yaratılışının 4 gün içinde tamamlandığını , 12. Ayette göklerin 2 günde yaratıldığını beyan eden Ayeti de hesap ettiğimizde, 4+2=6 gün şeklinde bir hesap ortaya çıkar ki bu hesap Kur'andaki yerin ve göklerin 6 günde yaratıldığını beyan eden Ayetlerle bir uyum sağlar.
Bu konu ile ilgili olarak , bazı Ayetlerde yer ve göklerin yaratılışını sıralamasının değişik olarak anlatıldığını görmekteyiz.
[002.029] Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir.
Bakara s. 29 ve Fussilet s. 9. ve 12. Ayetlerinde , önce yer sonra göklerin yaratıldığının beyan edilmesine karşın , Naziat suresi 27. ve 33. Ayetlerinde önce gök sonra yerin yaratılmasından bahsedilmektedir.
[079.027] Siz mi yaratılışça daha çetinsiniz, yoksa gökyüzü mü? Onu O «Allah» bina etti.
[079.028] Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
[079.029] Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır.
[079.030] Ardından yeri düzenlemiştir.
[079.031] Ondan suyunu ve otlağını çıkarmıştır.
[079.032] Dağları yerleştirmiştir.
[079.033] Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.
Bir surede yeri önce göğü sonra , bir başka surede ğöğü önce, yeri sonra yaratmış olması , haşa onun neyi ne zaman yarattığını bilmediği anlamına gelmez. Burada dikkat çekilen durum onun yaratıcılığı olup, sıralamayı takip etmesi gibi bir zorunluluğu olduğunu söyleyemeyiz. Göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda ilgili Ayetlerin "Gökler ve yer" şeklinde bir sıralama içinde gelmiş olmasına karşın , Taha s. 4. Ayetinde bu sıralamanın değiştiğini görmekteyiz .
[020.004] Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından indirmedir.
Bizim için önemli olan nokta , öncelik sonralık sıralamasındaki farklı anlatımlar değil , onları yaratan Allah (c.c) nin gücü ve azameti olmalıdır. Kur'anın bazı Ayetlerinde bu tür anlatımlar mevcut olup, "Neden sıralama gözetilmedi?" şeklinde bir soru sormak abesle iştigaldir , Bu sıra gözetilmemeye , Enbiya s. 90 . Ayetini örnek olarak vermek mümkündür.
[021.090] Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.
Enbiya s. 90. Ayetini dikkatli okuduğumuz zaman , Zekeriyya (a.s) ın eşi nin doğum yapacak hale getirilmiş olması , Yahya'nın bahşedilmesinden sonra anlatılmaktadır, halbuki sıralamaya göre önce doğum yapacak hale getirilmiş olması , sonra Yahya nın bahşedilmiş olmasının anlatılması gerekirdi.
Sonuç olarak ; Kur'anın doğru anlaşılması için gerekli olan şartlardan birisi , indiği zaman ve mekan içinde yaşayanların konuştuğu dilde kullanıldığı edebi uslupların göz önüne alınma gereğidir. Bu uslup göz önüne alınmadan , Kur'anı bizim sahip olduğumuz dil uslubu içinde okumaya çalıştığımız zaman ortaya çıkan bir takım müşkil Ayetleri anlamak zorlaşacaktır. Aynı şekilde Kur'an da bildiğimiz anlamda normal bir Kitap ta bulunan , giriş , gelişme , sonuç şeklinde bir sıralama çoğu zaman takip edilmez ,eğer böyle bir sıralama içinde olması gerektiği gibi bir düşünce içinde okuduğumuz takdirde yine kafamıza bir çok sorunun takılması muhtemeldir. Kur'anı bizim bildiğimiz ve olmasını düşündüğümüz anlamda bir usluba sahip olması gerektiğini düşünmekten ziyade , kullandığı uslubu anlayarak okumak daha doğru sonuçlar çıkaracaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
5 Nisan 2015 Pazar
Enbiya s. 105. Ayeti: Arz'a Salih Kulların Varis Olması İsrailoğulları Örneği
Kur'an kıssaları , geçmişlerin yaşantılarından kesitler sunarak , onların olumlu veya olumsuz örnekliklerinden kendimize pay çıkararak yolumuzu belirlememizi amaçlayan anlatımlardır. Bu bağlamda İsrailoğulları üzerinden verilen örnekler onların yaşantılarındaki olumlu veya olumsuz örnekleri okuyarak, bizlerin de ona göre bir yol tayin etmemizi amaçlayan anlatımlardır.
Kur'an kıssaları içinde en fazla yer alan kavim olan İsrailoğulları nın Musa (a.s) önderliğinde Firavun zulmüne karşı baş kaldırışı ve sonucu , Allah (c.c) nin arz üzerinde geçerli kanunları olarak nitelendirdiği "Sünnetullah"ın bir tecellisidir. Bu tecellinin anlatıldığı Ayetler şayet doğru biçimde okunarak hayata pratize edildiği takdirde , çağdaş firavunların aynı şekilde alt edilmesi yani Sünnetullah'ın tecelli etmesi kaçınılmazdır. Kur'an Ayetlerin'de bu anlatımlar, "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden bir amaca matuf olarak anlatılmamış , aksine hayatın ve yaşamın amacı olan tek bir İlaha kulluk etmek yolundaki mücadelede oluşan zorluklarının nasıl bertaraf edileceğinin yaşanmış örnekleri olarak bizlere sunulmuştur.
"Sünnetullah" terimi'ni , "Allah (c.c) nin Arz üzerinde cari olan kanunları" şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Kur'an kıssaları , Sünnetullah'ın nasıl gerçekleştiğini anlatması açısından önemli bilgi kaynakları olup , bizlerinde o kıssalar üzerinden yapılan anlatımların kıyamete kadar geçerli olacağı bilinci ile bunları okumak ve yaşanan hayat içinde pratize etmemiz gerekmektedir.
Sünnetullah teriminin doğru anlaşılamamış olması , özellikle biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğumuz durumu doğru okuyamamasına sebeb olmakta , kendimizi seçilmiş kullar olarak görmemiz nedeniyle , Allah (c.c) nin bizlere yardım etme zorunluluğu varmış gibi bir düşünce içine girerek , bu yardımı hak etmenin belli kuralları olduğunu aklımıza getirilmemektedir.
Musa (a.s) önderliğinde ki İsrailoğullarının uğramış olduğu soykırımın Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile neticelenmesine kadar gelen süreç içinde Allah (c.c) nin kendi üzerine yazmış olduğu inananlara yardım sözünün nasıl gerçekleştiğini görmekteyiz.
[021.105] Andolsun ki, Zebur'da Zikir'den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.
Enbiya s. 105. Ayetinde , Allah (c.c) bir yazgısından bahsetmektedir. "Arz üzerine salih kulların varis olması" bu varisliğin belirli bir kurala yani Sünetullah'a bağlanmış olması anlamına gelmektedir. Bu Ayeti bazılarının diline dolayarak , "Allah böyle diyor ama bakın sizler hala geri ve ezilmiş bir halde yaşıyorsunuz" diyerek , sanki Allah (c.c) nin yalan söylediğini iddia etmektedirler. Allah hiç bir zaman yalan söylemez ancak bizlere ettiği vaadin yerine gelmesi için belirli şartlar koymuştur ve bunları bizlere yerine getirmeden o vaadini yerine getirmez.
[010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
Enbiya s. 105 ve yukarıda meallerini verdiğimiz Ayetler Sünnetullah'ın gerçekleşmesi ile ilgili Ayetler olup, bu gerçekleşmenin İsrailoğulları üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ilgili Ayetler örneğinde okumaya çalıştığımızda Allah (c.c) nin kimseye yattığı yerden yardım etmediği anlaşılacaktır.
[028.004] Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.
[028.005] Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım
[028.006] Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.
Kasas s. 4. ve 6. Ayetlerin'de Allah (c.c), Firavun'un İsrailoğullarına uyguladıkları zulmün son bulmasını ve zulme uğrayanların öne geçmesini ve zalimlerin helak olmasını irade ettiğini belirtmektedir. Ancak onun bu iradesinin gerçekleşmesi , ezilenlerin zulme karşı başkaldırması neticesinde olacağını , İsrailoğullarının verdikleri mücadele örneğinde anlamaktayız.
Musa (a.s) ın doğumu öncesinde başlayan İsrailoğullarına uygulanan soykırım , Musa ve Kardeşi Harun (a.s) ların , Firavuna Elçi olarak gönderilmeleri ile farklı bir ivme kazanır. Bu ivme , Firavunun sihirbazlarının mağlubiyeti ve onların iman etmesi ile birlikte daha hızlanarak yeniden bir soykırımın başlamasına sebeb olur. İsrailoğulları için bundan sonra daha zor bir mücadele süreci başlamıştır , bu süreci Araf s. Ayetlerinde şöyle okumaktayız.
[007.127] Firavun'un kavminin ileri gelenleri: Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesadçılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Oğullarını öldürtürüz, kadınlarını sağ bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz.
[007.128] Musa kavmine dedi ki; Allah'tan yardım isteyiniz ve sabrediniz. Yeryüzü Allah'ındır. Orayı dilediği kullarına miras kılar. Mutlu sonuç, günahlardan sakınanlarındır.»
Musa (a.s) kavmine , 128. Ayet'te görüldüğü üzere, mücadele stratejisinin ana temellerini öğütlemekte ve bu şekil bir mücadelenin nasıl sonuçlanacağını haber vermektedir. Ancak her topluluk içinde olduğu gibi İsrailoğulları içinde de zorluğa ve sıkıntıya sabredemeyen insanlar vardır.
[007.129] Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.» (Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.
Yunus s. 87. Ayetinde , Firavunlar ile evrensel mücadele yöntemi olarak niteleyebileceğimiz emirler verilerek bu doğrultuda bir metod izlenmesi vahyedilmiş ve bu metod İsrailoğullarını başarıya ulaştırmıştır.
[012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.
Yunus s. 87. Ayetinde emredilen metodun uygulanarak başarıya ulaşılması, uzun yıllar süren bir zaman içinde gerçekleşmiş , bu sürecin uzunluğunu Araf s. 130-136 . Ayetler arasında görmekteyiz , bu süreç sonunda başlarına gelen felaketlerin hiçbirinden ders çıkarmayan Firavun ve ordusunun akıbeti suda boğularak helak edilmek ile sonuçlanmıştır.
[007.137] Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik.
[026.057-9]Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
[044.025-8] Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.
Enbiya s. 105 ve diğer Ayetlerde , Allah (c.c) nin vaadi olan , "Arza salih kulların varis edilmesi" Sünneti, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı Ayetlerde canlı örnek olarak bizlere sunulmaktadır. Sünnetullah'ın Firavun ve ordusu üzerinde "Helak edilmek" , İsrailoğulları üzerinde "Kurtarılmak" şeklinde tecelli etmiş olması örneği sadece onlara has bir durum değil , aynı mücadele yönetimini uygulayan bütün müstaz'aflar için bir örnektir.
Bu mücadele örnekliğini , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı da uygulayarak , çıkarıldıkları Mekke ye geri dönmüşlerdir. Sünnetulah'ın , Mekkeli müşrikler üzerinde "Helak edilmek" şeklindeki tecellisi onların mağlubiyeti şeklinde gerçekleşmiş , Müslümanlar üzerinde "Kurtarılmak" şeklindeki tecellisi onların Mekkelilere galebe çalması şeklinde gerçekleşmiştir.
Sünnetullah'ın gerçekleşmesi dün nasıl tecelli ettiyse bu gün ve yarın aynı şekilde gerçekleşecektir bu Allahın inanan kullarına vaadi dir ve Allah vaadinden asla caymaz , ancak bu vaadin gerçekleşmesi için onun önerdiği yöntemin takip edilme şartı vardır. İlahi metodun hayata pratize edilmesi , Elçilerin örnekliğinde kıssa yollu anlatımlar şeklinde canlı ve diri bir şekilde önümüzde durmaktadır.
Muhammed (a.s) kendisine vahyedilen mücadele metodunun kendisinden önceki Elçilere vahyedilen ile aynı olduğunu bilerek, bu mücadelenin nasıl icra edildiğini kendisine vahyedilen Kitap'ta görmüş ve bu anlatımların bir amaca matuf olduğunu bilerek bu amaç doğrultusunda bir mücadele yöntemine uyarak şirk ile mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur , sabır , kararlılık, ve taviz vermemek olmuştur.
Bizler Elçilerin ve onlarla birlikte olanların yolları üzerinde yürüyen Mü'minler olarak , onların bu yolları bizler için birer yol gösterici işaret taşları mesabesindedir. Sünnetullah'ta asla değişiklik olmayacağına göre bizler , yaşamın tek gayesi olan sadece Allaha kulluk etmek yolunda önümüzdeki şirk engellerini aşma yolunda onların yolunu izlediğimiz takdirde Sünnetullah, aynı onlar için tecelli ettiği gibi bizler içinde tecelli edecek ve bizler Arz'a varis olacağız, eğer böyle bir varisliğimiz şimdi olamıyorsa bu bizlerin böyle bir gaye içerisinde olmadığımız içindir.
Kendisini Kur'anı öncelleyenler olarak takdim edenlerin bir kısmı bile bu örnekliğin ne anlama geldiğinden habersiz olarak , Elçi denildiği zaman saçları diken diken olmakta ve bu örnekliklerin ne anlama geldiği noktasında en ufak bir fikre sahip olmayı aklına bile getirmemektedir. Kur'anı sadece sevap makinası gören diğerleri için zaten böyle bir örneklik diye bir şey sözkonusu bile değildir, kısacası bizler daha yolun başında bile değil yolun ne olduğunu dahi bilmeden maalesef "Müslümancılık" oynamakla vakit geçirmekteyiz.
Sonuç olarak ; Yaratılış gayemiz olan sadece bizi yaratana kulluk görevi, ilk insandan son insana kadar devam edecek bir mücadeleyi beraberinde getirmesi bakımından kolay bir görev değildir. Bu görevi kendileri gibi yaratılmışlara tevdi etmek isteyen , veya kendisi yaratılmış olduğu halde yaratıcıdan rol kapmak isteyen bedbahtlar , tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Arz üzerinde kol gezmektedirler. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile geçmişte bu mücadelenin "Tevhid" ve "Şirk" kanatların yer alanların birbirleri ile olan mücadele örneklerini vererek onların bu yolda başlarına gelenleri bizlere anlatarak , örneklikler vermiş ve "Tevhid" kanadında yer alan bizlerin , "Şirk" kanadında yer alanlara karşı nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini beyan etmiştir. Geçmiştekiler için geçerli olan kanunlar bizler içinde geçerli olup , o kanunların yani Sünnetullah'ın işlemesi , gerekli olan şartların bizler tarafından yerine getirilmeye başlanmasından sonra işleyecektir , Allah (c.c) asla vaadinden dönmez.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'an kıssaları içinde en fazla yer alan kavim olan İsrailoğulları nın Musa (a.s) önderliğinde Firavun zulmüne karşı baş kaldırışı ve sonucu , Allah (c.c) nin arz üzerinde geçerli kanunları olarak nitelendirdiği "Sünnetullah"ın bir tecellisidir. Bu tecellinin anlatıldığı Ayetler şayet doğru biçimde okunarak hayata pratize edildiği takdirde , çağdaş firavunların aynı şekilde alt edilmesi yani Sünnetullah'ın tecelli etmesi kaçınılmazdır. Kur'an Ayetlerin'de bu anlatımlar, "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden bir amaca matuf olarak anlatılmamış , aksine hayatın ve yaşamın amacı olan tek bir İlaha kulluk etmek yolundaki mücadelede oluşan zorluklarının nasıl bertaraf edileceğinin yaşanmış örnekleri olarak bizlere sunulmuştur.
"Sünnetullah" terimi'ni , "Allah (c.c) nin Arz üzerinde cari olan kanunları" şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Kur'an kıssaları , Sünnetullah'ın nasıl gerçekleştiğini anlatması açısından önemli bilgi kaynakları olup , bizlerinde o kıssalar üzerinden yapılan anlatımların kıyamete kadar geçerli olacağı bilinci ile bunları okumak ve yaşanan hayat içinde pratize etmemiz gerekmektedir.
Sünnetullah teriminin doğru anlaşılamamış olması , özellikle biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğumuz durumu doğru okuyamamasına sebeb olmakta , kendimizi seçilmiş kullar olarak görmemiz nedeniyle , Allah (c.c) nin bizlere yardım etme zorunluluğu varmış gibi bir düşünce içine girerek , bu yardımı hak etmenin belli kuralları olduğunu aklımıza getirilmemektedir.
Musa (a.s) önderliğinde ki İsrailoğullarının uğramış olduğu soykırımın Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile neticelenmesine kadar gelen süreç içinde Allah (c.c) nin kendi üzerine yazmış olduğu inananlara yardım sözünün nasıl gerçekleştiğini görmekteyiz.
[021.105] Andolsun ki, Zebur'da Zikir'den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.
Enbiya s. 105. Ayetinde , Allah (c.c) bir yazgısından bahsetmektedir. "Arz üzerine salih kulların varis olması" bu varisliğin belirli bir kurala yani Sünetullah'a bağlanmış olması anlamına gelmektedir. Bu Ayeti bazılarının diline dolayarak , "Allah böyle diyor ama bakın sizler hala geri ve ezilmiş bir halde yaşıyorsunuz" diyerek , sanki Allah (c.c) nin yalan söylediğini iddia etmektedirler. Allah hiç bir zaman yalan söylemez ancak bizlere ettiği vaadin yerine gelmesi için belirli şartlar koymuştur ve bunları bizlere yerine getirmeden o vaadini yerine getirmez.
[010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.
Enbiya s. 105 ve yukarıda meallerini verdiğimiz Ayetler Sünnetullah'ın gerçekleşmesi ile ilgili Ayetler olup, bu gerçekleşmenin İsrailoğulları üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ilgili Ayetler örneğinde okumaya çalıştığımızda Allah (c.c) nin kimseye yattığı yerden yardım etmediği anlaşılacaktır.
[028.004] Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.
[028.005] Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım
[028.006] Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.
Kasas s. 4. ve 6. Ayetlerin'de Allah (c.c), Firavun'un İsrailoğullarına uyguladıkları zulmün son bulmasını ve zulme uğrayanların öne geçmesini ve zalimlerin helak olmasını irade ettiğini belirtmektedir. Ancak onun bu iradesinin gerçekleşmesi , ezilenlerin zulme karşı başkaldırması neticesinde olacağını , İsrailoğullarının verdikleri mücadele örneğinde anlamaktayız.
Musa (a.s) ın doğumu öncesinde başlayan İsrailoğullarına uygulanan soykırım , Musa ve Kardeşi Harun (a.s) ların , Firavuna Elçi olarak gönderilmeleri ile farklı bir ivme kazanır. Bu ivme , Firavunun sihirbazlarının mağlubiyeti ve onların iman etmesi ile birlikte daha hızlanarak yeniden bir soykırımın başlamasına sebeb olur. İsrailoğulları için bundan sonra daha zor bir mücadele süreci başlamıştır , bu süreci Araf s. Ayetlerinde şöyle okumaktayız.
[007.127] Firavun'un kavminin ileri gelenleri: Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesadçılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Oğullarını öldürtürüz, kadınlarını sağ bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz.
[007.128] Musa kavmine dedi ki; Allah'tan yardım isteyiniz ve sabrediniz. Yeryüzü Allah'ındır. Orayı dilediği kullarına miras kılar. Mutlu sonuç, günahlardan sakınanlarındır.»
Musa (a.s) kavmine , 128. Ayet'te görüldüğü üzere, mücadele stratejisinin ana temellerini öğütlemekte ve bu şekil bir mücadelenin nasıl sonuçlanacağını haber vermektedir. Ancak her topluluk içinde olduğu gibi İsrailoğulları içinde de zorluğa ve sıkıntıya sabredemeyen insanlar vardır.
[007.129] Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.» (Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.
Yunus s. 87. Ayetinde , Firavunlar ile evrensel mücadele yöntemi olarak niteleyebileceğimiz emirler verilerek bu doğrultuda bir metod izlenmesi vahyedilmiş ve bu metod İsrailoğullarını başarıya ulaştırmıştır.
[012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.
Yunus s. 87. Ayetinde emredilen metodun uygulanarak başarıya ulaşılması, uzun yıllar süren bir zaman içinde gerçekleşmiş , bu sürecin uzunluğunu Araf s. 130-136 . Ayetler arasında görmekteyiz , bu süreç sonunda başlarına gelen felaketlerin hiçbirinden ders çıkarmayan Firavun ve ordusunun akıbeti suda boğularak helak edilmek ile sonuçlanmıştır.
[007.137] Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik.
[026.057-9]Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
[044.025-8] Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.
Enbiya s. 105 ve diğer Ayetlerde , Allah (c.c) nin vaadi olan , "Arza salih kulların varis edilmesi" Sünneti, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı Ayetlerde canlı örnek olarak bizlere sunulmaktadır. Sünnetullah'ın Firavun ve ordusu üzerinde "Helak edilmek" , İsrailoğulları üzerinde "Kurtarılmak" şeklinde tecelli etmiş olması örneği sadece onlara has bir durum değil , aynı mücadele yönetimini uygulayan bütün müstaz'aflar için bir örnektir.
Bu mücadele örnekliğini , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı da uygulayarak , çıkarıldıkları Mekke ye geri dönmüşlerdir. Sünnetulah'ın , Mekkeli müşrikler üzerinde "Helak edilmek" şeklindeki tecellisi onların mağlubiyeti şeklinde gerçekleşmiş , Müslümanlar üzerinde "Kurtarılmak" şeklindeki tecellisi onların Mekkelilere galebe çalması şeklinde gerçekleşmiştir.
Sünnetullah'ın gerçekleşmesi dün nasıl tecelli ettiyse bu gün ve yarın aynı şekilde gerçekleşecektir bu Allahın inanan kullarına vaadi dir ve Allah vaadinden asla caymaz , ancak bu vaadin gerçekleşmesi için onun önerdiği yöntemin takip edilme şartı vardır. İlahi metodun hayata pratize edilmesi , Elçilerin örnekliğinde kıssa yollu anlatımlar şeklinde canlı ve diri bir şekilde önümüzde durmaktadır.
Muhammed (a.s) kendisine vahyedilen mücadele metodunun kendisinden önceki Elçilere vahyedilen ile aynı olduğunu bilerek, bu mücadelenin nasıl icra edildiğini kendisine vahyedilen Kitap'ta görmüş ve bu anlatımların bir amaca matuf olduğunu bilerek bu amaç doğrultusunda bir mücadele yöntemine uyarak şirk ile mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur , sabır , kararlılık, ve taviz vermemek olmuştur.
Bizler Elçilerin ve onlarla birlikte olanların yolları üzerinde yürüyen Mü'minler olarak , onların bu yolları bizler için birer yol gösterici işaret taşları mesabesindedir. Sünnetullah'ta asla değişiklik olmayacağına göre bizler , yaşamın tek gayesi olan sadece Allaha kulluk etmek yolunda önümüzdeki şirk engellerini aşma yolunda onların yolunu izlediğimiz takdirde Sünnetullah, aynı onlar için tecelli ettiği gibi bizler içinde tecelli edecek ve bizler Arz'a varis olacağız, eğer böyle bir varisliğimiz şimdi olamıyorsa bu bizlerin böyle bir gaye içerisinde olmadığımız içindir.
Kendisini Kur'anı öncelleyenler olarak takdim edenlerin bir kısmı bile bu örnekliğin ne anlama geldiğinden habersiz olarak , Elçi denildiği zaman saçları diken diken olmakta ve bu örnekliklerin ne anlama geldiği noktasında en ufak bir fikre sahip olmayı aklına bile getirmemektedir. Kur'anı sadece sevap makinası gören diğerleri için zaten böyle bir örneklik diye bir şey sözkonusu bile değildir, kısacası bizler daha yolun başında bile değil yolun ne olduğunu dahi bilmeden maalesef "Müslümancılık" oynamakla vakit geçirmekteyiz.
Sonuç olarak ; Yaratılış gayemiz olan sadece bizi yaratana kulluk görevi, ilk insandan son insana kadar devam edecek bir mücadeleyi beraberinde getirmesi bakımından kolay bir görev değildir. Bu görevi kendileri gibi yaratılmışlara tevdi etmek isteyen , veya kendisi yaratılmış olduğu halde yaratıcıdan rol kapmak isteyen bedbahtlar , tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Arz üzerinde kol gezmektedirler. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile geçmişte bu mücadelenin "Tevhid" ve "Şirk" kanatların yer alanların birbirleri ile olan mücadele örneklerini vererek onların bu yolda başlarına gelenleri bizlere anlatarak , örneklikler vermiş ve "Tevhid" kanadında yer alan bizlerin , "Şirk" kanadında yer alanlara karşı nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini beyan etmiştir. Geçmiştekiler için geçerli olan kanunlar bizler içinde geçerli olup , o kanunların yani Sünnetullah'ın işlemesi , gerekli olan şartların bizler tarafından yerine getirilmeye başlanmasından sonra işleyecektir , Allah (c.c) asla vaadinden dönmez.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
4 Nisan 2015 Cumartesi
Kur'an Kıssalarının Sünnetullah İle Olan İlişkisi
Kıssalar, Kur'an içinde önemli bir hacme sahip olup bu anlatımlar ile bizler , bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kesitleri okuyarak , Sünnetullah'ın nasıl tecelli ettiğini görmekteyiz. Kur'an kıssaları, klasik tefsirlerde sadece yaşanmışlık içine hapsedilerek israiliyyat dolu masallar olarak okunurken, modernist okumalarda yaşanmışlık içinde anlatılan bazı sıra dışı olaylar red edilerek, yapılan anlatımların mecaz türünden anlatımlar olduğu düşüncesi öne çıkarılarak okunmaktadır.
Kıssaları modernist okumaya tabi tutanların öne çıkan söylemlerinde , Kur'anın bir çok yerinde "Allahın sünnetinde değişme olmadığı" şeklinde beyan edilen Ayetler delil gösterilerek , bazı sıradışı olayların gerçekleşmesinin mümkün olmadığı iddia edilmektedir. "Musa (a.s) kıssası içinde okuduğumuz , Asanın yılan olması , Denizin yarılması , İbrahim (a.s) kıssası içinde okuduğumuz, ateşin onu yakmaması şeklindeki anlatımlar ile nasıl bir mesaj verilmek istenmiştir?" sorusunun sorularak cevabının aranması şeklinde yapılacak bir okuma yönteminin daha doğru sonuçlar doğuracağını düşünmekteyiz.
Klasik okuma ile modernist okumanın birleştiği ve hatalı bir okuma olduğunu düşündüğümüz nokta şudur; Her iki okuma şekli kıssaları sadece yaşanmışlığı içinde hapsederek okuyup, mesaj içerikli olması noktasında herhangi bir düşünce üretmeye çalışmaktan uzak bir anlayış içine girerek kıssaları okumaya çalışmaktadırlar.
Halbuki kıssalarda öne çıkan ortak nokta , Elçilerin ve onlara inananların Tevhid mücadeleleri ve bu mücadele içinde inananlara yardım eden Allah (c.c) nin , inanmayanları helak etmesi şeklinde gerçekleşmesinin, sadece Elçilerin yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olmadığı , kıyamete kadar yaşanacak bir durum olması gerektiği düşünülecek olursa bu yardım ve helak sünnetinin her zaman işlemesi gerekmektedir. Kıssalardaki sıra dışı bir takım olaylara bu perspektiften baktığımız zaman ,yapılan anlatımın mecazi olduğu düşüncesi , onun gerçekleşmediği iddiası anlamına gelir ki , bu da Allah (c.c) nin hayata müdahelesinin söz konusu olmadığı düşüncesine götürür ve bu düşünce itikadi açıdan kişide problemlere yol açar.
[055.029] Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.
"Sünnetullah" terimini kısaca , "Allahın yarattıkları üzerindeki geçerli olan evrensel yasaları" biçiminde özetleyebiliriz. Bu terimi , tarih boyunca gelen Elçilerin mücadeleleri çerçevesinde okumaya çalıştığımız zaman , yasaların inananlar ve inanmayanlar üzerinde işleyişi olarak söyleyebiliriz.
[016.002] Kullarından dilediğine, kendi emrini vahyile melekleri indiriyor ve: «Şu gerçeği bildirin ki, Benden başka ilah yoktur, o halde Benden korkun!» buyuruyor.
Allah (c.c) tarih boyunca Elçiler göndererek , sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi ve bu yönde bir hayat sürülmesini emretmiştir. Ancak bir çok kişi bu emri kabul etmeyerek Elçilere karşı çıkmış ve neticede helak edilmiştir. Bu helak ediliş Sünnetullah'ın tecellisi olup sadece geçmiştekiler için geçerli bir durum değildir. Elçilerin ve onunla birlikte olanların yaptıkları mücadelenin aynısını bu gün bizler yaptığımız takdirde , aynı kurallar bizler içinde geçerli olacak , bizler arz'a varis olacak , onlarda helak olacaklardır.
[021.105] Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: «Hiç şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır» diye yazdık.
[040.082-85] Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.
Allah (c.c) nin kafirleri helak etme yasasına paralel olarak , iman edenlere yardım yasası vardır. Kafirlerin helak edilmesi ile meydana gelen olayın diğer yüzü , Mü'minlere yardım edilmiş olmasıdır.
[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.
[012.110] Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.
[014.015] Peygamberler, Allah'dan zafer dilediler, bunun üzerine bütün inatçı zorbalar hüsrana uğradılar.
[010.103] Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.
Yukarıdaki Ayet meallerinde gördüğümüz yardım vaadi de Sünnetullah olup , sadece belirli zaman ve mekan ile sınırlı bir yardım sözü değildir. Maaleseftir ki bu konudaki Ayetleri sadece adı geçen Elçiler ve kavimleri ile sınırlı bir zaman mekan içinde geçerli olduğu zannı ile okunduğu için bu yasaların kıyamete kadar geçerli olduğu akla bile gelmemektedir.
Kıssalarda anlatılan sıradışı olay olarak görülen , Asanın yılan olması , Denizin yarılması ve Ateşin yakmamasını Sünnetullah'ın değişmesi olarak değil aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsi olarak anlamak gerekmektedir. Allah (c.c) bu hadiseleri belli bir sebeb sonuç zincirine bağlamıştır ki , bu gün geçmiştekilerin yaşadığı olayların tekerrürü halinde yani Elçiler ve beraberinde olan Mü'minlerin kendilerine çizilen mücadele yolunda tavizsiz olarak yürüdükleri müddetçe bu olayların tekrarlanmayacağını kimse iddia edemez. Bu olaylar bu gün tekrarlanmıyor ise , tekrarlanması gerektirecek çalışmayı ve gayreti bizlerin gösterememiş olmasındandır.
Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması gibi olayların tekrarlanmasından kastımız şu dur ; Bu olayların meydana gelmesine sebeb olan olaylar zincirini Kur'an içinde okuduğumuz zaman meydana gelen olayın sebebi , Allah (c.c) nin inananlara karşı olan yardım vaadi ve inanmayanlara karşı olan helak vaadidir. Bu yardım ve helak bir hakediş neticesinde olup bu hakedişin bu günkü karşılığı illaki denizin yarılması şeklinde olması veya ateşin yakmaması gerektiği şeklinde olması iddiasında değiliz. Geçmişte yaşanan bu olaylar , Allah (c.c) nin kullarına yardım ve helak vaadinin bi sonucu olduğuna göre bu gün veya yarın , bu yardımı ve helakı hak edenlere karşı, insanlar tarafından imkansız olarak görülebilen bir takım olağan üstülüklerin yaşanması gayet normaldir.
Kıssalarda gördüğümüz sıra dışı olayları sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirdiğimiz zaman bu olayların olmuşluğu üzerinde şüpheye düşmek kaçınılmazdır.Kıssalarda ki sıradışı olayları doğru anlamak için önerdiğimiz yol , öncelikle olmuşluğu kabul ederek, bu olmuşluk üzerinden bizlere nasıl bir mesaj verilmekte olduğu üzerinde tefekkür etmeye çalışmak olmalıdır.
Kur'an kıssalarında gördüğümüz bu 3 olayı mesaj içerikli okuduğumuz zaman şunları söylemek mümkündür; Musa (a.s) , Elçilikle görevlendirildiği zaman Firavun gibi güçlü ve zalim bir hükümdara yanlış yaptığını söylemek gibi zor bir vazifeye atanmıştır. Bu vazife de yardımcı olarak kardeşi Harun (a.s) yanına yardımcı olarak verilmiştir. Görevi aldığı zaman elinde sadece bir asası olduğu halde Firavunun karşısına çıkmıştır. Bu çıkıştan önce görevi aldığı Alemlerin Rabbi nin ona bir takım sözler verdiğini görmekteyiz.
Bu gün Asa yine elimizdedir sadece bir farkla , Musa nın elindeki Asa ağaç parçasıydı , bizim elimizdeki Asa kağıt parçası yani Mushaf halindeki Kur'andır. Kur'an bize sihirbazların yapmış oldukları sihirlerin nasıl ortadan kaldırılarak Tevhidin hakim kılıncağını geçmiş Elçilerin kıssaları ile açık seçik anlatarak , bizlerinde aynı metodu takip ettiği takdirde elimizdeki Kitabın , Musanın elindeki Asa misali zalimlerin bütün yaptıklarını yutabileceğini söylemektedir.
[028.035] (Allah) Dedi ki: «Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz de, size uyanlar da galip olanlarsınız.»
Şuara s. 35. Ayetinde , Allah (c.c) onları destekleyeceğine dair bir söz vermiştir. Bu destek sözünün nasıl gerçekleşebileceğini ve sadece lafta kalmadığını , Musa (a.s) ın elindeki Asanın şeklini akıl almaz bir biçimde değiştirerek göstermiştir ki Elçisinin, arkasında nasıl bir destek güce sahip olduğunu gözleri ile görsün ve mutmain olsun. Bu destek sadece Musa ya özel bir destek değildir , eğer bizler Musa misali Firavunların karşısında dimdik durarak , Rab ve İlah olarak sadece Allah (c.c) nin olduğunu korkmadan haykırdığımız müddetçe, Asa olarak bu gün bizlerin elinde bu Kitap adeta bir yılan misali bütün sihirleri ve ifkleri yutacaktır.
Musa (a.s) bu destek güce güvenerek , Firavun ile yıllar süren bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele süreci Kur'anda uzun uzun yer alarak , bizlerin de çağdaş firavunlar ile nasıl bir mücadele yöntemi takip edileceği öğretilmiştir. Uzun yıllar mücadelede öne çıkan en önemli mesaj , Firavun ile hiç bir şekilde uzlaşıya gidilmemiş olmasıdır. Firavunun tüm baskılarına göğüs germeye çalışan Musa ve Harun (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları , Sünnetullah yasalarına uydukları için artık yardımı hak etmişlerdir.
Denizin yarılma olayı , bazılarımız için olmamış bir olay gibi algılanmış olsa da bu yarılma Sünnetullah yasalarının değişmesini değil , aksine işlemesini yani yasanın değişmeMEsini göstermektedir .
Allah (c.c) Kur'anın pek çok yerinde Elçilerine ve inananlara yardım edeceğini vaad etmektedir, ancak bu vaad kuru kuruya bir vaad değildir.Kur'an içinde anlatılan bu tür sıradışılıklar bu vaadin gerçekleşmesini ve sadece ondan başkasının gücü yetmeyecek şeyleri inanan kulları için yapabileceğini göstermektedir , ancak bir şartla ;
Bu şart, yardım talebinde bulunan kulların önce bu yardımın gerçekleşmesi için gerekli olan , gücünün son haddine kadar çalışarak , "Artık bittik" diyecekleri bir zamana kadar çalışmaktır ki , Allah (c.c) "Sizin bittiğiniz yerde ben varım" diyerek kullarına yardım etsin, bunun yasası bu dur. Bakara s. 214. Ayeti bu durumu açıkça beyan etmektedir.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
Şöyle bir geriye giderek kendimizi Musa (a.s) ın kavmi olan İsrailoğullarının bir ferdi olarak düşünelim. Musa (a.s) birlikte yıllarca Firavun zulmune karşı mücadele etmişiz ve Musa (a.s) ın emri ile Mısırı terketmek üzere yola çıkmışız , öyle bir yere gelmişiz ki önümüzde Deniz arkamızda Firavun ordusu ve Deniz ile ordu arasında kalmış bizler , yani önümüzde ve arkamızda her halukarda ölüm tehlikesi.
Kul olarak elimizden geleni şimdiye yaparak artık bundan sonra elimizden başka bir şeyin gelmediği anda, olmaz denilen şey oluyor ve Deniz ortadan ikiye ayrılarak bizim kurtuluş vesilemiz oluyor ve aynı deniz, Firavun ordusunun helak vesilesi oluyor. Deniz bir tarafı felaha erdirirken , bir başka tarafı helak ediyor.
Aynı şekilde İbrahim (a.s) ı düşünelim , yıllarca en küçük bir taviz vermeden zalim hükümdara ve kavmine karşı mücadele etmiş , ve düşmanlarına öyle korku vermiştir ki ,onu ibret verici bir ceza ile öldürmekten başka bir çare kalmadığına karar vermişlerdir. Bu kararlarını uygulama alanına koymak için , Allah tan başkasının söndürmeye güç yetiremeyeceği bir ateş ile onu yakmaya karar vermişlerdir. Bu ateşi gören İbrahim (a.s) o ana kadar ölümü göze alarak inandığı yoldan geri dönmemiş o ateşi görerek yine ölümü tercih ederek boyun eğmemiş ve Sünnetullahın işlemesine hak etmiştir.
Ateş İbrahimin kurtuluş vesilesi olurken diğerlerinin helak vesilesi oluyor ve kavmi helak ediliyor , İbrahim (a.s) ın kavminin helak edildiği diğer Elçiler gibi kıssaları içinde anlatılmaz , Tevbe s. 70 ve Hacc s. 43.44 . Ayetlerine baktığımızda helak edilen kavimler içinde İbrahim (a.s) ın kavminin de bulunduğunu görürüz.
Sünnetullaha aykırı diyerek bangır bangır bağırdığımız ateşin İbrahim (a.s) ı yakmamış olmasını, İsrailiyyat haberleri eşliğinde okuyanlar için ateşin gül bahçesi olduğu rivayetleri tabiki masaldır ve yalandır. Ancak Sünnetullah'ın işleme yasalarını Kur'andan okuyanlar için o ateş içine atılan İbrahimi yakamayan bir ateştir. Ateşin İbrahime karşı serin ve selamet olması Sünnetullah'ın değişmesi değil , aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsinin ta kendisidir.
İbrahim (a.s) ateşe atılma anına gelene kadar , var gücü ile şirke karşı mücadelesini sürdürmüş ve artık gücünün son haddine gelmiş ve ölüm ile burunadır , kul olarak yapabileceğinin son haddine kadar yapan kul İbrahime, sadece Rabbi yardım edebilirdi ve öyle oldu , ateş ona serin ve selamet oldu.
Görüldüğü üzere bu olaylar aslında , Sünnetullah'ın değiştiğini değil asla değişMEdiğini göstermektedir. Olmuş olayı değil , olmuş olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığı zaman bu olayları daha doğru kavranılarak bize dönük mesajlar olarak okumak mümkündür. Peki Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması şeklindeki olaylar bu gün veya yarın nasıl gerçekleşebilir?.
Bu olayların gerçekleşmesi için öncelikle bizlerin, Elçi atalarımız ve onlarla birlikte olan Mü'minler gibi şirk ve tuğyana savaş açmamız gerekmektedir. Kur'an merkezli düşünceye sahip olmak demek , Kur'anda zikri geçen sıradışı olayların gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde saatlerce entel muhabbetler yapmak değil , zikri geçen Elçilerin ne amaçla gönderildiklerini okuyarak bizlerinde o yolu takip etmesi gerektiğini her zaman diri canlı tutmaktır.
Bizlere bu tür yardımların gelmesi için öncelikle bu yardımlara nail olan öncekilerin başlarına gelen zulüm , işkence , baskı , hakaret v.s gibi yollardan geçmemiz gerekir ki bu yoldan önceki geçenlerin başlarından geçenler bizimde başımızdan geçsin ve yukarıda mealini vermiş olduğumuz Bakara s. 214. Ayetinde beyan edildiği üzere , "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar dara düşelim ve elimizden gelenin son haddine kadar çalışmış olalım , yani Allah (c.c) nin öncekilere yaptığı yardımı nasıl hak ettilerse bizde onu hak edecek duruma gelelim. İşte o zaman gerektiğinde Denizler önümüzde yarılacak , gerektiğinde kimsenin söndüremez dediği ateşler bizlere serin ve selamet olacaktır.
Şurası asla unutulmamalıdır ki , Kur'anda yardım gördüğü beyan edilen bütün Elçi ve beraberindekilerin, bizden kul olarak hiç bir ayrıcalıkları yoktur. Sünnetullah'ın işleyiş kuralları onlar için nasılsa bizim içinde aynıdır asla değişmez. Bizler şayet bu gün Allah (c.c) nin yardımına mazhar olamıyorsak bunun suçunu Allah (c.c) de değil kendimizde aramamız gerekmektedir.
Kur'an kıssalarını eskilerin masalları tadında okuyan geleneksel tefsirciler , yazdıkları tefsirlerde bu konuları hiç gündeme getirmedikleri için , yazdığı tefsir için hacmi ufak olmuş demesinler diye nerde rivayet , nerde israiliyyat varsa doldurarak , " Vay be adam bilmem kaç ciltlik tefsir yazmış helal olsun be" dedirtmeyi başarmışlardır.
Buna karşılık , modernist düşünceye sahip olan bir takım kişiler , aynı yanlışa düşerek "Kıssa içinde dönüp dolaşma" metodu ile bunları okumuşlar , bağlamsız ve ön kabullu okumaların örneklerini sergileyerek "Olmaz böyle şey" deyip işin içinden sıyrılmışlardır. Bu anlayışların kişiyi itikadi yönden sıkıntıya düşürdüğünü daha önce belirtmiştik şöyle ki;
Allah (c.c) nin bir çok Ayette vaadi olan , inanan kullarına Dünya hayatında yardım sözünün gerçekleştiğini beyan eden Ayetlerdeki bir takım sıradışı olayların vaki olmadığını iddia etmek , bu yardım sözünün gerçekleşmediğini iddia etmek anlamına gelir. Akla aykırı olduğu gerekçesi ile vakiliği red edilen bu olaylar neticede , Allah (c.c) nin "Ben sözümü yerine getirdim" ifadesini red ederek "Sen böyle bir şey yapmazsın yapamazsın" demeye getirmektir.
Burada bir öz eleştiri yapmak istiyoruz; Kur'anı okuyan herkes bizde dahil, okuduklarımızdan anladıklarımızı yazıya veya dile dökerek ifade ediyoruz. Söylediklerimizin doğru olduğuna dair olan sözlerimiz kendi okuduklarımızdan yaptığımız çıkarımlardır. Bizim yanlış olarak ifade ettiğimiz karşı düşüncelerin yanlışlığı , bizdede yanlış olma ihtimalini gözden ırak tutmamamızı gerektirir. Ancak yanlış olarak ifade ettiğimiz, kıssalardaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddiasını dile getirenlerin delil olarak ortaya sürdükleri argümanların, neredeyse Kur'anı tahrife varan cüretkar düşünceleri gördüğümüzde , bu konuda o düşünce sahiplerini düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği düşüncesi bizde daha ağır basmaktadır. "Tebyinül Kur'an" adlı eserdeki kıssalar ile ilgili yorumları ele aldığımız yazılara göz atılacak olursa, tahrif iddialarımızın havada kalmadığı görülecektir.
Sonuç olarak ; "Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki Ayetleri kalkan edinerek , Kur'an kıssalarındaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddia etmek , Sünnetullahı anlamaMAktan kaynaklanan bir düşüncedir. Sünnetullah asla değişmez geçmiş Elçilerin ve onların kavimlerinin başlarına gelenler veya o Elçilerde vaki olan sıradışı olaylar Sünnetullahın değişiklik arz ettiğini değil asla böyle bir değişimin sözkonusu olmadığını göstermektedir. Bu gün bu olaylar yeniden cereyan etmiyorsa etmesini gerektirecek aksiyonu biz iman ettiğini iddia edenlerin göstereMEmiş olmasındandır. Bizler Allah tan başka kimsenin söndüremeyeceği ateşlere atılmayı göze aldıkta ateş mi bize serin ve selamet olmadı , veya canımızı dişimize taktık yıllarca şirk ve tuğyana savaş açtık ta "Artık bittik" dediğimiz yerde Allah (c.c) yetişmedimi?. Sünnetullah değişmemesi bizim öncelikle o değişmemeyi hak edecek davranışlar içinde olmamıza bağlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kıssaları modernist okumaya tabi tutanların öne çıkan söylemlerinde , Kur'anın bir çok yerinde "Allahın sünnetinde değişme olmadığı" şeklinde beyan edilen Ayetler delil gösterilerek , bazı sıradışı olayların gerçekleşmesinin mümkün olmadığı iddia edilmektedir. "Musa (a.s) kıssası içinde okuduğumuz , Asanın yılan olması , Denizin yarılması , İbrahim (a.s) kıssası içinde okuduğumuz, ateşin onu yakmaması şeklindeki anlatımlar ile nasıl bir mesaj verilmek istenmiştir?" sorusunun sorularak cevabının aranması şeklinde yapılacak bir okuma yönteminin daha doğru sonuçlar doğuracağını düşünmekteyiz.
Klasik okuma ile modernist okumanın birleştiği ve hatalı bir okuma olduğunu düşündüğümüz nokta şudur; Her iki okuma şekli kıssaları sadece yaşanmışlığı içinde hapsederek okuyup, mesaj içerikli olması noktasında herhangi bir düşünce üretmeye çalışmaktan uzak bir anlayış içine girerek kıssaları okumaya çalışmaktadırlar.
Halbuki kıssalarda öne çıkan ortak nokta , Elçilerin ve onlara inananların Tevhid mücadeleleri ve bu mücadele içinde inananlara yardım eden Allah (c.c) nin , inanmayanları helak etmesi şeklinde gerçekleşmesinin, sadece Elçilerin yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olmadığı , kıyamete kadar yaşanacak bir durum olması gerektiği düşünülecek olursa bu yardım ve helak sünnetinin her zaman işlemesi gerekmektedir. Kıssalardaki sıra dışı bir takım olaylara bu perspektiften baktığımız zaman ,yapılan anlatımın mecazi olduğu düşüncesi , onun gerçekleşmediği iddiası anlamına gelir ki , bu da Allah (c.c) nin hayata müdahelesinin söz konusu olmadığı düşüncesine götürür ve bu düşünce itikadi açıdan kişide problemlere yol açar.
[055.029] Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.
"Sünnetullah" terimini kısaca , "Allahın yarattıkları üzerindeki geçerli olan evrensel yasaları" biçiminde özetleyebiliriz. Bu terimi , tarih boyunca gelen Elçilerin mücadeleleri çerçevesinde okumaya çalıştığımız zaman , yasaların inananlar ve inanmayanlar üzerinde işleyişi olarak söyleyebiliriz.
[016.002] Kullarından dilediğine, kendi emrini vahyile melekleri indiriyor ve: «Şu gerçeği bildirin ki, Benden başka ilah yoktur, o halde Benden korkun!» buyuruyor.
Allah (c.c) tarih boyunca Elçiler göndererek , sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi ve bu yönde bir hayat sürülmesini emretmiştir. Ancak bir çok kişi bu emri kabul etmeyerek Elçilere karşı çıkmış ve neticede helak edilmiştir. Bu helak ediliş Sünnetullah'ın tecellisi olup sadece geçmiştekiler için geçerli bir durum değildir. Elçilerin ve onunla birlikte olanların yaptıkları mücadelenin aynısını bu gün bizler yaptığımız takdirde , aynı kurallar bizler içinde geçerli olacak , bizler arz'a varis olacak , onlarda helak olacaklardır.
[021.105] Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: «Hiç şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır» diye yazdık.
[040.082-85] Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.
Allah (c.c) nin kafirleri helak etme yasasına paralel olarak , iman edenlere yardım yasası vardır. Kafirlerin helak edilmesi ile meydana gelen olayın diğer yüzü , Mü'minlere yardım edilmiş olmasıdır.
[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.
[012.110] Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.
[014.015] Peygamberler, Allah'dan zafer dilediler, bunun üzerine bütün inatçı zorbalar hüsrana uğradılar.
[010.103] Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.
Yukarıdaki Ayet meallerinde gördüğümüz yardım vaadi de Sünnetullah olup , sadece belirli zaman ve mekan ile sınırlı bir yardım sözü değildir. Maaleseftir ki bu konudaki Ayetleri sadece adı geçen Elçiler ve kavimleri ile sınırlı bir zaman mekan içinde geçerli olduğu zannı ile okunduğu için bu yasaların kıyamete kadar geçerli olduğu akla bile gelmemektedir.
Kıssalarda anlatılan sıradışı olay olarak görülen , Asanın yılan olması , Denizin yarılması ve Ateşin yakmamasını Sünnetullah'ın değişmesi olarak değil aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsi olarak anlamak gerekmektedir. Allah (c.c) bu hadiseleri belli bir sebeb sonuç zincirine bağlamıştır ki , bu gün geçmiştekilerin yaşadığı olayların tekerrürü halinde yani Elçiler ve beraberinde olan Mü'minlerin kendilerine çizilen mücadele yolunda tavizsiz olarak yürüdükleri müddetçe bu olayların tekrarlanmayacağını kimse iddia edemez. Bu olaylar bu gün tekrarlanmıyor ise , tekrarlanması gerektirecek çalışmayı ve gayreti bizlerin gösterememiş olmasındandır.
Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması gibi olayların tekrarlanmasından kastımız şu dur ; Bu olayların meydana gelmesine sebeb olan olaylar zincirini Kur'an içinde okuduğumuz zaman meydana gelen olayın sebebi , Allah (c.c) nin inananlara karşı olan yardım vaadi ve inanmayanlara karşı olan helak vaadidir. Bu yardım ve helak bir hakediş neticesinde olup bu hakedişin bu günkü karşılığı illaki denizin yarılması şeklinde olması veya ateşin yakmaması gerektiği şeklinde olması iddiasında değiliz. Geçmişte yaşanan bu olaylar , Allah (c.c) nin kullarına yardım ve helak vaadinin bi sonucu olduğuna göre bu gün veya yarın , bu yardımı ve helakı hak edenlere karşı, insanlar tarafından imkansız olarak görülebilen bir takım olağan üstülüklerin yaşanması gayet normaldir.
Kıssalarda gördüğümüz sıra dışı olayları sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirdiğimiz zaman bu olayların olmuşluğu üzerinde şüpheye düşmek kaçınılmazdır.Kıssalarda ki sıradışı olayları doğru anlamak için önerdiğimiz yol , öncelikle olmuşluğu kabul ederek, bu olmuşluk üzerinden bizlere nasıl bir mesaj verilmekte olduğu üzerinde tefekkür etmeye çalışmak olmalıdır.
Kur'an kıssalarında gördüğümüz bu 3 olayı mesaj içerikli okuduğumuz zaman şunları söylemek mümkündür; Musa (a.s) , Elçilikle görevlendirildiği zaman Firavun gibi güçlü ve zalim bir hükümdara yanlış yaptığını söylemek gibi zor bir vazifeye atanmıştır. Bu vazife de yardımcı olarak kardeşi Harun (a.s) yanına yardımcı olarak verilmiştir. Görevi aldığı zaman elinde sadece bir asası olduğu halde Firavunun karşısına çıkmıştır. Bu çıkıştan önce görevi aldığı Alemlerin Rabbi nin ona bir takım sözler verdiğini görmekteyiz.
Bu gün Asa yine elimizdedir sadece bir farkla , Musa nın elindeki Asa ağaç parçasıydı , bizim elimizdeki Asa kağıt parçası yani Mushaf halindeki Kur'andır. Kur'an bize sihirbazların yapmış oldukları sihirlerin nasıl ortadan kaldırılarak Tevhidin hakim kılıncağını geçmiş Elçilerin kıssaları ile açık seçik anlatarak , bizlerinde aynı metodu takip ettiği takdirde elimizdeki Kitabın , Musanın elindeki Asa misali zalimlerin bütün yaptıklarını yutabileceğini söylemektedir.
[028.035] (Allah) Dedi ki: «Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz de, size uyanlar da galip olanlarsınız.»
Şuara s. 35. Ayetinde , Allah (c.c) onları destekleyeceğine dair bir söz vermiştir. Bu destek sözünün nasıl gerçekleşebileceğini ve sadece lafta kalmadığını , Musa (a.s) ın elindeki Asanın şeklini akıl almaz bir biçimde değiştirerek göstermiştir ki Elçisinin, arkasında nasıl bir destek güce sahip olduğunu gözleri ile görsün ve mutmain olsun. Bu destek sadece Musa ya özel bir destek değildir , eğer bizler Musa misali Firavunların karşısında dimdik durarak , Rab ve İlah olarak sadece Allah (c.c) nin olduğunu korkmadan haykırdığımız müddetçe, Asa olarak bu gün bizlerin elinde bu Kitap adeta bir yılan misali bütün sihirleri ve ifkleri yutacaktır.
Musa (a.s) bu destek güce güvenerek , Firavun ile yıllar süren bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele süreci Kur'anda uzun uzun yer alarak , bizlerin de çağdaş firavunlar ile nasıl bir mücadele yöntemi takip edileceği öğretilmiştir. Uzun yıllar mücadelede öne çıkan en önemli mesaj , Firavun ile hiç bir şekilde uzlaşıya gidilmemiş olmasıdır. Firavunun tüm baskılarına göğüs germeye çalışan Musa ve Harun (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları , Sünnetullah yasalarına uydukları için artık yardımı hak etmişlerdir.
Denizin yarılma olayı , bazılarımız için olmamış bir olay gibi algılanmış olsa da bu yarılma Sünnetullah yasalarının değişmesini değil , aksine işlemesini yani yasanın değişmeMEsini göstermektedir .
Allah (c.c) Kur'anın pek çok yerinde Elçilerine ve inananlara yardım edeceğini vaad etmektedir, ancak bu vaad kuru kuruya bir vaad değildir.Kur'an içinde anlatılan bu tür sıradışılıklar bu vaadin gerçekleşmesini ve sadece ondan başkasının gücü yetmeyecek şeyleri inanan kulları için yapabileceğini göstermektedir , ancak bir şartla ;
Bu şart, yardım talebinde bulunan kulların önce bu yardımın gerçekleşmesi için gerekli olan , gücünün son haddine kadar çalışarak , "Artık bittik" diyecekleri bir zamana kadar çalışmaktır ki , Allah (c.c) "Sizin bittiğiniz yerde ben varım" diyerek kullarına yardım etsin, bunun yasası bu dur. Bakara s. 214. Ayeti bu durumu açıkça beyan etmektedir.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
Şöyle bir geriye giderek kendimizi Musa (a.s) ın kavmi olan İsrailoğullarının bir ferdi olarak düşünelim. Musa (a.s) birlikte yıllarca Firavun zulmune karşı mücadele etmişiz ve Musa (a.s) ın emri ile Mısırı terketmek üzere yola çıkmışız , öyle bir yere gelmişiz ki önümüzde Deniz arkamızda Firavun ordusu ve Deniz ile ordu arasında kalmış bizler , yani önümüzde ve arkamızda her halukarda ölüm tehlikesi.
Kul olarak elimizden geleni şimdiye yaparak artık bundan sonra elimizden başka bir şeyin gelmediği anda, olmaz denilen şey oluyor ve Deniz ortadan ikiye ayrılarak bizim kurtuluş vesilemiz oluyor ve aynı deniz, Firavun ordusunun helak vesilesi oluyor. Deniz bir tarafı felaha erdirirken , bir başka tarafı helak ediyor.
Aynı şekilde İbrahim (a.s) ı düşünelim , yıllarca en küçük bir taviz vermeden zalim hükümdara ve kavmine karşı mücadele etmiş , ve düşmanlarına öyle korku vermiştir ki ,onu ibret verici bir ceza ile öldürmekten başka bir çare kalmadığına karar vermişlerdir. Bu kararlarını uygulama alanına koymak için , Allah tan başkasının söndürmeye güç yetiremeyeceği bir ateş ile onu yakmaya karar vermişlerdir. Bu ateşi gören İbrahim (a.s) o ana kadar ölümü göze alarak inandığı yoldan geri dönmemiş o ateşi görerek yine ölümü tercih ederek boyun eğmemiş ve Sünnetullahın işlemesine hak etmiştir.
Ateş İbrahimin kurtuluş vesilesi olurken diğerlerinin helak vesilesi oluyor ve kavmi helak ediliyor , İbrahim (a.s) ın kavminin helak edildiği diğer Elçiler gibi kıssaları içinde anlatılmaz , Tevbe s. 70 ve Hacc s. 43.44 . Ayetlerine baktığımızda helak edilen kavimler içinde İbrahim (a.s) ın kavminin de bulunduğunu görürüz.
Sünnetullaha aykırı diyerek bangır bangır bağırdığımız ateşin İbrahim (a.s) ı yakmamış olmasını, İsrailiyyat haberleri eşliğinde okuyanlar için ateşin gül bahçesi olduğu rivayetleri tabiki masaldır ve yalandır. Ancak Sünnetullah'ın işleme yasalarını Kur'andan okuyanlar için o ateş içine atılan İbrahimi yakamayan bir ateştir. Ateşin İbrahime karşı serin ve selamet olması Sünnetullah'ın değişmesi değil , aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsinin ta kendisidir.
İbrahim (a.s) ateşe atılma anına gelene kadar , var gücü ile şirke karşı mücadelesini sürdürmüş ve artık gücünün son haddine gelmiş ve ölüm ile burunadır , kul olarak yapabileceğinin son haddine kadar yapan kul İbrahime, sadece Rabbi yardım edebilirdi ve öyle oldu , ateş ona serin ve selamet oldu.
Görüldüğü üzere bu olaylar aslında , Sünnetullah'ın değiştiğini değil asla değişMEdiğini göstermektedir. Olmuş olayı değil , olmuş olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığı zaman bu olayları daha doğru kavranılarak bize dönük mesajlar olarak okumak mümkündür. Peki Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması şeklindeki olaylar bu gün veya yarın nasıl gerçekleşebilir?.
Bu olayların gerçekleşmesi için öncelikle bizlerin, Elçi atalarımız ve onlarla birlikte olan Mü'minler gibi şirk ve tuğyana savaş açmamız gerekmektedir. Kur'an merkezli düşünceye sahip olmak demek , Kur'anda zikri geçen sıradışı olayların gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde saatlerce entel muhabbetler yapmak değil , zikri geçen Elçilerin ne amaçla gönderildiklerini okuyarak bizlerinde o yolu takip etmesi gerektiğini her zaman diri canlı tutmaktır.
Bizlere bu tür yardımların gelmesi için öncelikle bu yardımlara nail olan öncekilerin başlarına gelen zulüm , işkence , baskı , hakaret v.s gibi yollardan geçmemiz gerekir ki bu yoldan önceki geçenlerin başlarından geçenler bizimde başımızdan geçsin ve yukarıda mealini vermiş olduğumuz Bakara s. 214. Ayetinde beyan edildiği üzere , "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar dara düşelim ve elimizden gelenin son haddine kadar çalışmış olalım , yani Allah (c.c) nin öncekilere yaptığı yardımı nasıl hak ettilerse bizde onu hak edecek duruma gelelim. İşte o zaman gerektiğinde Denizler önümüzde yarılacak , gerektiğinde kimsenin söndüremez dediği ateşler bizlere serin ve selamet olacaktır.
Şurası asla unutulmamalıdır ki , Kur'anda yardım gördüğü beyan edilen bütün Elçi ve beraberindekilerin, bizden kul olarak hiç bir ayrıcalıkları yoktur. Sünnetullah'ın işleyiş kuralları onlar için nasılsa bizim içinde aynıdır asla değişmez. Bizler şayet bu gün Allah (c.c) nin yardımına mazhar olamıyorsak bunun suçunu Allah (c.c) de değil kendimizde aramamız gerekmektedir.
Kur'an kıssalarını eskilerin masalları tadında okuyan geleneksel tefsirciler , yazdıkları tefsirlerde bu konuları hiç gündeme getirmedikleri için , yazdığı tefsir için hacmi ufak olmuş demesinler diye nerde rivayet , nerde israiliyyat varsa doldurarak , " Vay be adam bilmem kaç ciltlik tefsir yazmış helal olsun be" dedirtmeyi başarmışlardır.
Buna karşılık , modernist düşünceye sahip olan bir takım kişiler , aynı yanlışa düşerek "Kıssa içinde dönüp dolaşma" metodu ile bunları okumuşlar , bağlamsız ve ön kabullu okumaların örneklerini sergileyerek "Olmaz böyle şey" deyip işin içinden sıyrılmışlardır. Bu anlayışların kişiyi itikadi yönden sıkıntıya düşürdüğünü daha önce belirtmiştik şöyle ki;
Allah (c.c) nin bir çok Ayette vaadi olan , inanan kullarına Dünya hayatında yardım sözünün gerçekleştiğini beyan eden Ayetlerdeki bir takım sıradışı olayların vaki olmadığını iddia etmek , bu yardım sözünün gerçekleşmediğini iddia etmek anlamına gelir. Akla aykırı olduğu gerekçesi ile vakiliği red edilen bu olaylar neticede , Allah (c.c) nin "Ben sözümü yerine getirdim" ifadesini red ederek "Sen böyle bir şey yapmazsın yapamazsın" demeye getirmektir.
Burada bir öz eleştiri yapmak istiyoruz; Kur'anı okuyan herkes bizde dahil, okuduklarımızdan anladıklarımızı yazıya veya dile dökerek ifade ediyoruz. Söylediklerimizin doğru olduğuna dair olan sözlerimiz kendi okuduklarımızdan yaptığımız çıkarımlardır. Bizim yanlış olarak ifade ettiğimiz karşı düşüncelerin yanlışlığı , bizdede yanlış olma ihtimalini gözden ırak tutmamamızı gerektirir. Ancak yanlış olarak ifade ettiğimiz, kıssalardaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddiasını dile getirenlerin delil olarak ortaya sürdükleri argümanların, neredeyse Kur'anı tahrife varan cüretkar düşünceleri gördüğümüzde , bu konuda o düşünce sahiplerini düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği düşüncesi bizde daha ağır basmaktadır. "Tebyinül Kur'an" adlı eserdeki kıssalar ile ilgili yorumları ele aldığımız yazılara göz atılacak olursa, tahrif iddialarımızın havada kalmadığı görülecektir.
Sonuç olarak ; "Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki Ayetleri kalkan edinerek , Kur'an kıssalarındaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddia etmek , Sünnetullahı anlamaMAktan kaynaklanan bir düşüncedir. Sünnetullah asla değişmez geçmiş Elçilerin ve onların kavimlerinin başlarına gelenler veya o Elçilerde vaki olan sıradışı olaylar Sünnetullahın değişiklik arz ettiğini değil asla böyle bir değişimin sözkonusu olmadığını göstermektedir. Bu gün bu olaylar yeniden cereyan etmiyorsa etmesini gerektirecek aksiyonu biz iman ettiğini iddia edenlerin göstereMEmiş olmasındandır. Bizler Allah tan başka kimsenin söndüremeyeceği ateşlere atılmayı göze aldıkta ateş mi bize serin ve selamet olmadı , veya canımızı dişimize taktık yıllarca şirk ve tuğyana savaş açtık ta "Artık bittik" dediğimiz yerde Allah (c.c) yetişmedimi?. Sünnetullah değişmemesi bizim öncelikle o değişmemeyi hak edecek davranışlar içinde olmamıza bağlıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
2 Nisan 2015 Perşembe
Yusuf'un Kardeşlerinin Kıssası
"Ahsenel Kasas" olarak nitelenen Yusuf Suresi , içerisinde bir çok mesajı barındıran bir kıssa olup , Surenin 7. Ayetinde , "Andolsun ki; Yusuf'da ve kardeşlerinde, soranlar için nice ayetler vardır." buyurulmuş olması , kıssayı kardeşlerinin tarafından okuduğumuzda onların yaşadığı hayatın bizlere dönük mesajları olabileceğini düşündürmektedir. Başkalarına karşı işlenen bir günahın içten bir tevbe ile af edileceği , kendilerine karşı yapılan bir hatayı , o hatayı yapanın yüzüne vurmayacak kadar asil bir davranış sergileyenlerin örnekliğinin okunduğu bir sure olarak önümüzde duran surenin, bu mesajını okumaya bu yazımızda gayret edeceğiz."Kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekil arz eden Yusufun kardeşlerinin kıssası şöyledir.
Yakub (a.s) ın 12 oğlu vardır , bu oğullarından 10 tanesi aynı kadından olan çocukları olup , diğer ikisi olan Yusuf ve küçük kardeşi diğer bir eşinden olmadır. Yakub (a.s) ın Yusufa olan ilgisi diğer oğullarını rahatsız etmektedir. Kendilerinin 10 kişi , diğerlerini 2 kişi olması nedeniyle , Babalarının onları daha fazla sevmesi gerektiği gibi bir kanıya sahip olan kardeşlerin , bunu tersi bir duruma düşmüş olmaları onları son derece rahatsız etmektedir.
[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.
Yusufun kardeşlerinin bu rahatsızlığı öyle had safhaya varmıştır ki onu öldürmeyi bile düşünmektedirler.
[012.009] «Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz.»
[012.010] İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur» dedi.
Yapılan toplantı sonucu , onu öldürmeyip bir kuyuya atma fikri daha ağır basarak bunu uygulama safhasına koymak için Babalarının yanına gelirler.
[012.011-12] Dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın. şüphesiz biz onu gözetiriz.» dediler.
Babaları , oğullarının bu isteğine sıcak bakmaz , fakat kardeşleri ısrar ederek onu koruyacaklarına dair söz verirler.
[012.013] Dedi ki: «Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum.»
[012.014] Dediler ki: «Andolsun, biz, birbirini kollayan bir topluluk iken, kurt onu yerse, bu durumda şüphesiz kayba uğrayan (aciz kimseler) oluruz.»
Babalarını ikna edip Yusufu kuyuya attıktan sonra akşam üzeri eve dönerler ve Babalarına önceden tasarladıkları şekilde yalan söylerler.
[012.016-7] Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: «Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın» dediler.
Babaları , oğullarının kendisine yalan söylediklerini bilediği halde buna sabretmesi gerektiğini ve Allah tan yardım istemesi gerektiğini söyleyerek yıllarca sürecek olan bir keder içine girer. Kıskançlık ve hasedin insanları nasıl bir hale sokabildiğini , Yusufun kardeşlerinin örneğinde görmekteyiz. Kendi mutluluklarını , başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmekten çekinmeyen insanların başkalarını ne hale getirebildiği Yakub (a.s) üzerinde görülmektedir.
Aradan yıllar geçer , Yusuf kuyudan kurtularak saraya satılır ve orada başından çeşitli olaylar geçer ve sonunda Mısır yönetiminin başına geçerek baş gösteren kıtlığa karşı aldığı önlemleri uygulamaya koyulur, bu arada kıtlıktan etkilenin kardeşleri Yusufun yanına erzak temini için gelirler fakat Yusufu tanıyamamalarına karşın kardeşleri Yusuf onları tanımıştır.
[012.058] Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde o onları tanıdı.
Yusuf , kardeşlerinden baba bir kardeşi olan en küçüklerini de bir dahaki sefere beraberlerinde getirmelerini ister. Kardeşleri , babalarının bu isteğe sıcak bakmayacağını çok iyi bilmektedirler , çünkü daha önce kendilerine emanet edilen kardeşlerine karşı hainlik etmişlerdi.
[012.059-60] Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»«Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»
[012.061] Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.
Babalarına döndükleri zaman olanları anlatarak Yusuf'un isteğini Babalarına bildirirler. Kardeşleri daha önce , kardeşini istemekle kötü bir niyeti olmadığını bilinmesi için erzak temini için getirdikleri parayı , onların yüklerinin içine koymuştur.
[012.063] Yusuf'un kardeşleri babalarının yanına dönünce dediler ki; «Ey babamız, erzak almamız yasaklandı, kardeşimizi bizimle birlikte gönder ki, erzak alabilelim, biz onu kesinlikle koruruz.»
[012.064] (Babaları) dedi ki: «Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah'dır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.»
[012.065] Zahire yüklerini açıp da ödemiş oldukları bedelin kendilerine geri verildiğini gördüklerinde dediler ki; «Ey babamız, senden yanlış birşey istemiyoruz. İşte ödemiş olduğumuz bedel bize geri verilmiş. Ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz, böylece bir deve yükü daha fazla zahiremiz olur. Bunu sağlamak kolay bir iştir artık.»
Babaları , bu yapılanın iyi niyet göstergesi olduğunu anlayarak , diğer kardeşlerini götürmelerine razı olur ve onlara bir takım tavsiyelerde bulunarak yine Mısıra gönderir. Yusuf küçük kardeşini görünce onu bağrına basar , onun ağabeyi olduğunu ve kendisine güvenmesini söyler. Küçük kardeşinin yanında kalması için bir oyun düzenlemek zorunda olduğunu bilen Yusuf bu oyununun karşılığında küçük kardeşinin yanında kalmasını sağlar. Burada yeri gelmişken , 76. Ayet üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
[012.076] Bunun üzerine kardeşinin kablarından evvel onlarınkini aramaya başladı. Sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz, Yusuf için böyle bir tedbir kullandık. Yoksa o hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi. Meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir bilen vardır.
"Hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi." cümlesi üzerinde bazı spekülasyonlar yapılmakta ve Yusuf (a.s) ın bu durumu üzerinden , içinde bulunduğumuz bazı yanlış durumlara fetva üretilmektedir. Yusuf (a.s) kardeşini alıkoymak istemekte fakat onun kardeşi olduğunu henüz kendisinden başka bilen yoktur. Yöneticilik makamında da olsa, hiç kimse her hangi bir gerekçe göstermeden bir kimseyi alıkoyma hakkı olmaması Mısır Meliki'nin adil birisi olduğunu göstermektedir. Yani Yusuf (a.s) keyfi öyle istediği için herhangi bir kimseyi, üst düzey bir yöneticide olsa alıkoyma hakkına sahip değildir , herkesi bağlayan hükümler onuda bağlamaktadır.
Burada evrensel adalet ilkelerinden olması gereken , kanunların herkes için aynı şekilde işlemesine bir örnek görülmektedir. Hiç bir yönetici halkı için geçerli olan kanunların kendisi için geçerli olmadığını iddia etmeye ve kendisi ve melesi için bu kanunların geçerli olmadığını , yani astığı astık kestiği kestik bir yönetim sergileme hakkı yoktur.
Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı hile , onun orada kalmasını sağlamak için olup onun alıkonulmasının haklı bir sebebe dayanması gerektiği sebebi iledir. Kardeşlerinin onun yerine bir başkasının alıkonularak küçük kardeşi serbest bırakılması istekleri , yine adil bir yönetimde olması gereken " Suçu işleyen kim ise onun ceza görmesi" gerekçesi ile red edilmiştir. 75. Ayete baktığımız da "biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler." cümlesinde hazf bulunup bu sözü söyleyenlerin Yusufun kardeşleri değil , Yusufun muhafızlarıdır. 79. Ayette geçen konuşmaları okuduğumuz zaman , suçu işleyenin yerine başka birisinin alıkonulmasının " Zulum" olduğu ifade edilerek adil bir yönetim örneği sergilendiği ve bu adaleti Yusuf (a.s) ın aynen devam ettirdiği görülür.
[012.078-79] Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!
[012.077] «Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı» dediler. Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. İçinden, «Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir» dedi.
77. Ayette, "Kardeşlerinin böle bir iftiraya başvurma sebebi ne olabilir?" şeklinde akla gelebilecek soruya şöyle bir cevap vermek mümkündür. Yusuf ile küçük kardeşinin aynı anneden , diğer 10 kardeşin aynı anneden doğmuş olmaları sebebiyle , 10 kardeş kendilerini Yusuf ve kardeşine göre daha dürüst , onların ayrı anneden olması nedeniyle böyle bir şey yapabileceğini fakat kendilerinin asla böyle bir şey yapmayacaklarını ifade etmek için olabilir.
İstekleri geri çevrilen kardeşler , çaresizlik içinde bir köşeye çekilerek ne yapacaklarını düşünmeye başlarlar. Yusufa daha önce yaptıklarından ötürü babalarının gözünde sabıkalı olan kardeşler , babalarına ne cevap verecekleri düşünmektedirler. Büyük kardeş ,ya Babaları izin verinceye ya da ölene kadar Mısırda kalacağını ifade ederek , diğer kardeşlerinin olanı biteni Babalarına anlatmaları için geri dönmelerini söyler.
[012.080] Ne zaman ki ondan ümit kestiler, fısıldaşarak çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın, aleyhinizde Allah'tan söz almış olduğunu, bundan öncede Yusuf hakkında yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Ben artık babam izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar buradan ayrılmam; O, hükümverenlerin en hayırlısıdır.»
[012.081] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.
[012.082] Hem bulunduğumuz şehir halkına, hem de içinde geldiğimiz kafileye sor. Ve emin ol ki biz, kesinlikle doğru söylüyoruz.»
Babaları , oğullarının bu sözlerine inanmayarak , yıllarca Yusuf için olan üzüntüsüne en küçük oğlunun , bir de bu meselede kabahatli olan büyük oğlunun üzüntüsüne katlanmak zorunda kalır.
[012.083] Yakup: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O bilendir, hakimdir» dedi.
Yakub (a.s) üzerine yüklenen bu üzüntülere sabr ederek hayatına devam etmekte , fakar oğulları bu durumunu görerek üzülmektedirler. Babalarının Yusuf için gözyaşı dökmekte olduğunu gördükleri halde , yaptıkları hatayı itiraf etmeye yanaşmayan oğulları Babalarının Yusufu unutamamış olmasına hazm edememektedirler.
[012.085] «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.
Yakub (a.s) daha fazla dayanamayarak oğullarını Mısıra geri gönderir ve kendisine bir haber getirmelerini ister. Oğulları bu istek üzerine yola çıkarlar ve Yusufun huzuruna varırlar.
[012.088] Onlar yanına vardıklarında dediler ki: Ey Aziz; bizi de ailemizi de darlık bastı, pek değersiz bir malla geldik. Bize yine tam ölçek ver de tasadduk et. Muhakkak ki Allah, tasadduk edenleri mükafaatlandırır.
Kardeşleri huzuruna gelen Yusuf onlara kim olduğunu söyler .
[012.089] «Siz, Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?» dedi.
Kardeşleri , bu söz üzerine karşılarında duran kişinin Yusuf olduğunu anlarlar ve aralarında şu konuşmalar geçer.
[012.090] «Yoksa sen Yusuf musun?» dediler. «Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu; doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini katiyen zayi etmez» dedi. .
Bunun üzerine kardeşleri , Yusuf tan özür dileyerek yaptıklarının hata olduğunu itiraf ederler.
[012.091] (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.
Kardeşlerinin bu itirafı üzerine Yusuf onların bu hatalarını asla yüzlerine vurmaz , başa kakmaz , bu tür bir alicenaplık örneği kıssanın önemli mesajlarından olup , başımıza böyle bir durum geldiğinde nasıl bir karşılık vermek gerektiğini bizlere öğretmektedir. Kıssanın bu Ayetleri , Allah (c.c) bağışlaması ve merhametinin , kul üzerinde nasıl yansıdığını göstermesi açısından okunması gereken önemli bir bölümdür.
[012.092] Yusuf dedi ki: «Bugün size karşı kınama yok; Allah sizi mağfiretiyle bağışlar! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.Şimdi siz benim şu gömleğim! götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»
Kardeşlerinin ona yaptığını unutan Yusuf (a.s) kardeşlerinin hepsinin ailesi ile birlikte Mısıra gelmelerini ister. Kardeşler Babalarının yanına dönünce , ona karşı yaptıklarından ötürü , kendileri için Allah (c.c) den bağışlama talep ederler , ve bu talepleri Babaları tarafından kabul edilir. Dikkat edilecek olursa , Yakub (a.s) tıpkı oğlu gibi , kendisine yapılan bu zulm karşısında oğullarına en ufak bir söz dahi etmiyor , ve kıssanın önemli mesajlarından birisini burada da görmekteyiz.
Sonuç olarak; Yusuf s. 7. Ayetinde beyan edildiği üzere , kıssa içinde kıssa diyebileceğimiz , Yusuf'un kardeşlerinin kıssasında öne çıkan unsurlar şunlardır. Karşınızdaki insanın size karşı olan sevgi ve saygısında bir azalma gördüyseniz , önce bunun sebebini kendinizde arayarak bunu düzeltme yoluna gitmelisiniz. Kıskançlık ve hased özelliklerini ortaya çıkararak , kendi menfaatiniz için başkalarının menfaatlerini ve haklarını hiçe sayarak yaptığınız bir takım çirkin ameller, bazıları üzerinde çok büyük etkiler bırakarak onların hayatlarını karartabilir. Erdemli bir insan sadece kendi menfaatlerini öne çıkararak , karşısındakileri ezip geçme hakkını kendisinde asla göremez.
İnsanlar hata yapabilir bu bir realitedir , eğer hata yaptığını anlayan insan hatanın boyutu ne olursa olsun bundan tevbe ettiği takdirde Allah (c.c) yi bağışlayıcı ve merhametli bulur. Kıssanın öne çıkan mesajlarından birisi bu olup bunun canlı bir örneği sergilenmektedir. Olayın birde kendisine karşı hata yapılan kişi açısından okunması gereken boyutu da vardır , Yusuf ve Yakub (a.s) ların kardeşlerine ve oğullarına , kendilerine karşı yaptıkları bu zulme karşı bağışlayıcı bir tavır takınmış olmaları , büyük bir erdemlilik gösterisi olup , herkes için örneklik teşkil etmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Yakub (a.s) ın 12 oğlu vardır , bu oğullarından 10 tanesi aynı kadından olan çocukları olup , diğer ikisi olan Yusuf ve küçük kardeşi diğer bir eşinden olmadır. Yakub (a.s) ın Yusufa olan ilgisi diğer oğullarını rahatsız etmektedir. Kendilerinin 10 kişi , diğerlerini 2 kişi olması nedeniyle , Babalarının onları daha fazla sevmesi gerektiği gibi bir kanıya sahip olan kardeşlerin , bunu tersi bir duruma düşmüş olmaları onları son derece rahatsız etmektedir.
[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.
Yusufun kardeşlerinin bu rahatsızlığı öyle had safhaya varmıştır ki onu öldürmeyi bile düşünmektedirler.
[012.009] «Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz.»
[012.010] İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur» dedi.
Yapılan toplantı sonucu , onu öldürmeyip bir kuyuya atma fikri daha ağır basarak bunu uygulama safhasına koymak için Babalarının yanına gelirler.
[012.011-12] Dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın. şüphesiz biz onu gözetiriz.» dediler.
Babaları , oğullarının bu isteğine sıcak bakmaz , fakat kardeşleri ısrar ederek onu koruyacaklarına dair söz verirler.
[012.013] Dedi ki: «Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum.»
[012.014] Dediler ki: «Andolsun, biz, birbirini kollayan bir topluluk iken, kurt onu yerse, bu durumda şüphesiz kayba uğrayan (aciz kimseler) oluruz.»
Babalarını ikna edip Yusufu kuyuya attıktan sonra akşam üzeri eve dönerler ve Babalarına önceden tasarladıkları şekilde yalan söylerler.
[012.016-7] Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: «Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın» dediler.
Babaları , oğullarının kendisine yalan söylediklerini bilediği halde buna sabretmesi gerektiğini ve Allah tan yardım istemesi gerektiğini söyleyerek yıllarca sürecek olan bir keder içine girer. Kıskançlık ve hasedin insanları nasıl bir hale sokabildiğini , Yusufun kardeşlerinin örneğinde görmekteyiz. Kendi mutluluklarını , başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmekten çekinmeyen insanların başkalarını ne hale getirebildiği Yakub (a.s) üzerinde görülmektedir.
Aradan yıllar geçer , Yusuf kuyudan kurtularak saraya satılır ve orada başından çeşitli olaylar geçer ve sonunda Mısır yönetiminin başına geçerek baş gösteren kıtlığa karşı aldığı önlemleri uygulamaya koyulur, bu arada kıtlıktan etkilenin kardeşleri Yusufun yanına erzak temini için gelirler fakat Yusufu tanıyamamalarına karşın kardeşleri Yusuf onları tanımıştır.
[012.058] Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde o onları tanıdı.
Yusuf , kardeşlerinden baba bir kardeşi olan en küçüklerini de bir dahaki sefere beraberlerinde getirmelerini ister. Kardeşleri , babalarının bu isteğe sıcak bakmayacağını çok iyi bilmektedirler , çünkü daha önce kendilerine emanet edilen kardeşlerine karşı hainlik etmişlerdi.
[012.059-60] Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»«Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»
[012.061] Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.
Babalarına döndükleri zaman olanları anlatarak Yusuf'un isteğini Babalarına bildirirler. Kardeşleri daha önce , kardeşini istemekle kötü bir niyeti olmadığını bilinmesi için erzak temini için getirdikleri parayı , onların yüklerinin içine koymuştur.
[012.063] Yusuf'un kardeşleri babalarının yanına dönünce dediler ki; «Ey babamız, erzak almamız yasaklandı, kardeşimizi bizimle birlikte gönder ki, erzak alabilelim, biz onu kesinlikle koruruz.»
[012.064] (Babaları) dedi ki: «Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah'dır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.»
[012.065] Zahire yüklerini açıp da ödemiş oldukları bedelin kendilerine geri verildiğini gördüklerinde dediler ki; «Ey babamız, senden yanlış birşey istemiyoruz. İşte ödemiş olduğumuz bedel bize geri verilmiş. Ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz, böylece bir deve yükü daha fazla zahiremiz olur. Bunu sağlamak kolay bir iştir artık.»
Babaları , bu yapılanın iyi niyet göstergesi olduğunu anlayarak , diğer kardeşlerini götürmelerine razı olur ve onlara bir takım tavsiyelerde bulunarak yine Mısıra gönderir. Yusuf küçük kardeşini görünce onu bağrına basar , onun ağabeyi olduğunu ve kendisine güvenmesini söyler. Küçük kardeşinin yanında kalması için bir oyun düzenlemek zorunda olduğunu bilen Yusuf bu oyununun karşılığında küçük kardeşinin yanında kalmasını sağlar. Burada yeri gelmişken , 76. Ayet üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
[012.076] Bunun üzerine kardeşinin kablarından evvel onlarınkini aramaya başladı. Sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz, Yusuf için böyle bir tedbir kullandık. Yoksa o hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi. Meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir bilen vardır.
"Hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi." cümlesi üzerinde bazı spekülasyonlar yapılmakta ve Yusuf (a.s) ın bu durumu üzerinden , içinde bulunduğumuz bazı yanlış durumlara fetva üretilmektedir. Yusuf (a.s) kardeşini alıkoymak istemekte fakat onun kardeşi olduğunu henüz kendisinden başka bilen yoktur. Yöneticilik makamında da olsa, hiç kimse her hangi bir gerekçe göstermeden bir kimseyi alıkoyma hakkı olmaması Mısır Meliki'nin adil birisi olduğunu göstermektedir. Yani Yusuf (a.s) keyfi öyle istediği için herhangi bir kimseyi, üst düzey bir yöneticide olsa alıkoyma hakkına sahip değildir , herkesi bağlayan hükümler onuda bağlamaktadır.
Burada evrensel adalet ilkelerinden olması gereken , kanunların herkes için aynı şekilde işlemesine bir örnek görülmektedir. Hiç bir yönetici halkı için geçerli olan kanunların kendisi için geçerli olmadığını iddia etmeye ve kendisi ve melesi için bu kanunların geçerli olmadığını , yani astığı astık kestiği kestik bir yönetim sergileme hakkı yoktur.
Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı hile , onun orada kalmasını sağlamak için olup onun alıkonulmasının haklı bir sebebe dayanması gerektiği sebebi iledir. Kardeşlerinin onun yerine bir başkasının alıkonularak küçük kardeşi serbest bırakılması istekleri , yine adil bir yönetimde olması gereken " Suçu işleyen kim ise onun ceza görmesi" gerekçesi ile red edilmiştir. 75. Ayete baktığımız da "biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler." cümlesinde hazf bulunup bu sözü söyleyenlerin Yusufun kardeşleri değil , Yusufun muhafızlarıdır. 79. Ayette geçen konuşmaları okuduğumuz zaman , suçu işleyenin yerine başka birisinin alıkonulmasının " Zulum" olduğu ifade edilerek adil bir yönetim örneği sergilendiği ve bu adaleti Yusuf (a.s) ın aynen devam ettirdiği görülür.
[012.078-79] Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!
[012.077] «Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı» dediler. Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. İçinden, «Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir» dedi.
77. Ayette, "Kardeşlerinin böle bir iftiraya başvurma sebebi ne olabilir?" şeklinde akla gelebilecek soruya şöyle bir cevap vermek mümkündür. Yusuf ile küçük kardeşinin aynı anneden , diğer 10 kardeşin aynı anneden doğmuş olmaları sebebiyle , 10 kardeş kendilerini Yusuf ve kardeşine göre daha dürüst , onların ayrı anneden olması nedeniyle böyle bir şey yapabileceğini fakat kendilerinin asla böyle bir şey yapmayacaklarını ifade etmek için olabilir.
İstekleri geri çevrilen kardeşler , çaresizlik içinde bir köşeye çekilerek ne yapacaklarını düşünmeye başlarlar. Yusufa daha önce yaptıklarından ötürü babalarının gözünde sabıkalı olan kardeşler , babalarına ne cevap verecekleri düşünmektedirler. Büyük kardeş ,ya Babaları izin verinceye ya da ölene kadar Mısırda kalacağını ifade ederek , diğer kardeşlerinin olanı biteni Babalarına anlatmaları için geri dönmelerini söyler.
[012.080] Ne zaman ki ondan ümit kestiler, fısıldaşarak çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın, aleyhinizde Allah'tan söz almış olduğunu, bundan öncede Yusuf hakkında yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Ben artık babam izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar buradan ayrılmam; O, hükümverenlerin en hayırlısıdır.»
[012.081] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.
[012.082] Hem bulunduğumuz şehir halkına, hem de içinde geldiğimiz kafileye sor. Ve emin ol ki biz, kesinlikle doğru söylüyoruz.»
Babaları , oğullarının bu sözlerine inanmayarak , yıllarca Yusuf için olan üzüntüsüne en küçük oğlunun , bir de bu meselede kabahatli olan büyük oğlunun üzüntüsüne katlanmak zorunda kalır.
[012.083] Yakup: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O bilendir, hakimdir» dedi.
Yakub (a.s) üzerine yüklenen bu üzüntülere sabr ederek hayatına devam etmekte , fakar oğulları bu durumunu görerek üzülmektedirler. Babalarının Yusuf için gözyaşı dökmekte olduğunu gördükleri halde , yaptıkları hatayı itiraf etmeye yanaşmayan oğulları Babalarının Yusufu unutamamış olmasına hazm edememektedirler.
[012.085] «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.
Yakub (a.s) daha fazla dayanamayarak oğullarını Mısıra geri gönderir ve kendisine bir haber getirmelerini ister. Oğulları bu istek üzerine yola çıkarlar ve Yusufun huzuruna varırlar.
[012.088] Onlar yanına vardıklarında dediler ki: Ey Aziz; bizi de ailemizi de darlık bastı, pek değersiz bir malla geldik. Bize yine tam ölçek ver de tasadduk et. Muhakkak ki Allah, tasadduk edenleri mükafaatlandırır.
Kardeşleri huzuruna gelen Yusuf onlara kim olduğunu söyler .
[012.089] «Siz, Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?» dedi.
Kardeşleri , bu söz üzerine karşılarında duran kişinin Yusuf olduğunu anlarlar ve aralarında şu konuşmalar geçer.
[012.090] «Yoksa sen Yusuf musun?» dediler. «Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu; doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini katiyen zayi etmez» dedi. .
Bunun üzerine kardeşleri , Yusuf tan özür dileyerek yaptıklarının hata olduğunu itiraf ederler.
[012.091] (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.
Kardeşlerinin bu itirafı üzerine Yusuf onların bu hatalarını asla yüzlerine vurmaz , başa kakmaz , bu tür bir alicenaplık örneği kıssanın önemli mesajlarından olup , başımıza böyle bir durum geldiğinde nasıl bir karşılık vermek gerektiğini bizlere öğretmektedir. Kıssanın bu Ayetleri , Allah (c.c) bağışlaması ve merhametinin , kul üzerinde nasıl yansıdığını göstermesi açısından okunması gereken önemli bir bölümdür.
[012.092] Yusuf dedi ki: «Bugün size karşı kınama yok; Allah sizi mağfiretiyle bağışlar! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.Şimdi siz benim şu gömleğim! götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»
Kardeşlerinin ona yaptığını unutan Yusuf (a.s) kardeşlerinin hepsinin ailesi ile birlikte Mısıra gelmelerini ister. Kardeşler Babalarının yanına dönünce , ona karşı yaptıklarından ötürü , kendileri için Allah (c.c) den bağışlama talep ederler , ve bu talepleri Babaları tarafından kabul edilir. Dikkat edilecek olursa , Yakub (a.s) tıpkı oğlu gibi , kendisine yapılan bu zulm karşısında oğullarına en ufak bir söz dahi etmiyor , ve kıssanın önemli mesajlarından birisini burada da görmekteyiz.
Sonuç olarak; Yusuf s. 7. Ayetinde beyan edildiği üzere , kıssa içinde kıssa diyebileceğimiz , Yusuf'un kardeşlerinin kıssasında öne çıkan unsurlar şunlardır. Karşınızdaki insanın size karşı olan sevgi ve saygısında bir azalma gördüyseniz , önce bunun sebebini kendinizde arayarak bunu düzeltme yoluna gitmelisiniz. Kıskançlık ve hased özelliklerini ortaya çıkararak , kendi menfaatiniz için başkalarının menfaatlerini ve haklarını hiçe sayarak yaptığınız bir takım çirkin ameller, bazıları üzerinde çok büyük etkiler bırakarak onların hayatlarını karartabilir. Erdemli bir insan sadece kendi menfaatlerini öne çıkararak , karşısındakileri ezip geçme hakkını kendisinde asla göremez.
İnsanlar hata yapabilir bu bir realitedir , eğer hata yaptığını anlayan insan hatanın boyutu ne olursa olsun bundan tevbe ettiği takdirde Allah (c.c) yi bağışlayıcı ve merhametli bulur. Kıssanın öne çıkan mesajlarından birisi bu olup bunun canlı bir örneği sergilenmektedir. Olayın birde kendisine karşı hata yapılan kişi açısından okunması gereken boyutu da vardır , Yusuf ve Yakub (a.s) ların kardeşlerine ve oğullarına , kendilerine karşı yaptıkları bu zulme karşı bağışlayıcı bir tavır takınmış olmaları , büyük bir erdemlilik gösterisi olup , herkes için örneklik teşkil etmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
30 Mart 2015 Pazartesi
Yakub (a.s) Kıssası ve Evlat İle İmtihanı
Yakub (a.s) Allah (c.c) nin göndermiş olduğu Elçilerdendir , fakat onun diğer Elçiler gibi Kur'anda kıssa yollu bir anlatım dahilinde bir kıssasını görmemekteyiz. Yusuf suresi içindeki Ayetlerden onunda kıssasını okumak mümkündür. Yusuf suresi içinde onun öne çıkan özelliği , tıpkı dedesi İbrahim (a.s) gibi onunda evlat ile imtihan edilmiş olmasıdır. "Kıssa içinde kıssa" olarak niteleyebileceğimiz bir anlatım dahilinde Yakub (a.s) ın kıssasını , oğlu Yusuf (a.s) kıssasının içinde okumak mümkündür.
Kıssa yollu anlatımlardan hasıl olması gereken , kıssanın bize dönük mesaj çıkarılması şeklindeki okumamızı, bu sure içindeki Yakub (a.s) ın kıssasında da yaparak , onun kıssasından bize çıkabilecek mesajlardan birisi, olan evlat ile imtihan konusundaki başarısını ,Yusuf suresindeki Ayetleri , Yakub (a.s) açısından bakarak tefekkür etmeye çalışacağız.
Yakub (a.s) ın 12 oğlundan biri olan Yusuf bir gün babasına şunları söyler.
[012.004] Bir zaman Yusuf babasına, «Babacığım!» dedi. «Ben on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.»
Bunu duyan Yakub (a.s) oğluna şunları öğütler.
[012.005-6] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».«Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir.»
Yakub (a.s) ın 12 oğlundan ikisi olan Yusuf ve kardeşi, muhtemelen başka bir eşten olan çocukları olup , diğer 10 oğlu aynı eşten doğmuşlardır ,bunu aynı surenin 59. Ayetinde ki "Baba dan Kardeş" ibaresinden anlamaktayız. Yakub (a.s) ın Yusuf ve kardeşine karşı olan ilgisi diğer çocukları rahatsız etmektedir.
[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.
Yakub (a.s) ın 10 oğlu , diğer kardeşleri olan yusuf ve kardeşinin , babalarının yanında daha sevgili olmasından şikayetçi olmaktadırlar . Bu şikayetlerinin sebebi ne olabilir ? sorusunun cevabını şöyle vermek mümkündür. Yusuf ve kardeşinin, büyük ihtimal 11. ve 12. çocuk olması nedeniyle yaş bakımından daha küçük olmaları, onların diğer ağabeylerine nazaran himayeye daha fazla muhtaç olduklarını gösterir . Bu durum Yakub (a.s) ın diğer çocuklarını sevmediği anlamına asla gelmez ,Yusufun ağabeylerinin , "Daha sevgilidirler" şeklindeki sözleri bunu göstermekte olup bunun anlamı , Yakub (a.s) ın nezdinde bütün çocukların "Sevgili" olduğu fakat kıskançlık duygularının ağır basarak bu sevginin onlara yansımaması ağabeyleri tarafından istenmektedir.
Bu kıskançlık öyle bir safhaya gelmiştir ki , Yusufu öldürmeyi dahi göze almışlardır.
[012.009] «Yusuf'u öldürün, ya da bir yere atın ki, babanızın yüzü (sevgisi) size kalsın, sonra yine salih bir kavim olursunuz.»
"Öldürdükten sonra salih bir kavim olursunuz" ifadesi , bu yapılanın yanlış olduğunun bilindiği fakat 5. Ayette gördüğümüz üzere "Şeytanın insana apaçık bir düşman olmuş olması" onun, insanlara yaptıklarını güzel göstererek nasıl bir iğva ile yaklaştığını göstermektedir. Ağabeylerden birinin bu şekil bir kurtulma ameliyesi içine sinmemiş olacakki başka bir teklifte bulunur.
[012.010] İçlerinden bir söz sahibi şöyle dedi: «Yusuf'u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da ordan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın.»
Yusufa karşı yapacakları kumpas konusunda aralarında anlaştıktan sonra babalarına gelerek, onu kendileri ile birlikte pikniğe göndermesini ister
[012.011-2] Bunun üzerine «Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde koruruz» dediler.
Ağabeylerinin bu isteğine karşın , bulundukları bölgede vahşi hayvanların bulunduğu ve Yusufun kendisini koruyamacağı gerekçesini ileri sürerek bu isteğe sıcak bakmaz.
[012.013] Beni, dedi: onu götürmeniz her halde mahzun eder ve korkarım ki onu kurt yer de haberiniz olmaz
Yakub (a.s) ın bu sözlerine karşılık , oğulları ısrarcı davranır.
[012.014] «And olsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse, biz aciz sayılırız» dediler.
Bu ısrarlara dayanamayan Yakub (a.s) Yusufu ağabeyleri ile birlikte gönderir.
[012.015] Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.
Yusuf hakkındaki kararlarını uygulamaya koyduktn sonra babalarına dönmüşler ve aralarında şu konuşma geçer.
[012.016-7] Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: «Ey babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!»
Yakub (a.s) oğullarının bu sözlerine inanmaz .
[012.018] Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir» dedi.
Bu Ayetle ilgili olarak , Yakub (a.s) ın Yusufun ölmediğini bildiği halde, neden bu sözlerinin yalan olduğunu ve Yusuf u ya geri getirmelerini ya da ona ne yaptıklarını doğru olarak söylemelerini neden istemediği sorusu akla gelebilir.
Surenin 6. Ayetine baktığımızda , Yakub (a.s) ın oğluna , "Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir." demektedir. Rabbimizin Yusufa olan nimetini tamamlayacağından şüphesi olmayan Yakub (a.s) oğlunun ölmediğine kesin inanmaktadır ve nimetin tamamlanması sürecinde dedesi İbrahim (a.s) gibi , kendisinin de bir tür evlat imtihanın dan geçirildiğini ve buna sabır etmesi gerektiğini anlamış olduğunu çıkarmak mümkündür. "Sabrun Cemilun" deyimi ,Yakub (a.s) ın bunun bir deneme olduğunu idrak ettiğinin göstergesi olup , dedesinin aynı imtihana tabi tutulup ,hem oğlunun bağışlandığını artı bir de babası İshakın ona verildiğini bilen biri olarak bu imtihana güzelce sabretmesi gerektiğini idrak ettiğini göstermektedir.
Aradan yıllar geçer , bu yıllar içinde Yusuf kuyudan kurtulmuş, Mısırda saraya satılmış , orada yetişmiş , iftiraya kurban giderek hapse girmiş , sonra suçsuzluğu anlaşılmış ve hapisten kurtulmuş , kendisini zindana atan tarafından yönetim kademesine getirilmiştir. Yönetime geçtikten sonra Mısırda kıtlık başlamış ve kıtlık ekonomisi onun yönetiminde hasarsız atlatılmaya çalışılmaktadır.
Kıtlık , Yakub (a.s) ve oğullarını da vurarak , onları da zahire yardımı için Yusuf (a.s) ın karşına getirmiş , ağabeyleri kardeşlerini tanımamış olsa da, Yusuf (a.s) ağabeylerini tanımıştır. Onlardan aynı babadan olan diğer kardeşlerini de getirmelerini ister. Bu konuda ısrarcı olan Yusuf (a.s) getirmedikleri takdirde bir daha onlara erzak vermeyeceğini söyler, ağabeyleri bu isteği yerine getirmeye çalışacakları söyleyerek ayrılırlar. Bu isteğinin kötü bir amaca matuf olmadığını bilmeleri için , erzak için getirdikleri parayı yüklerinin içine koyar , evlerine döndüklerinde Yusuf (a.s) ın bu isteğini babalarına ileten oğulları , onun bu isteğinin kötülük amaçlı olmadığını görerek , babalarından kardeşlerini alarak tekrar Mısıra gitmek isteklerini belirtirler. Yakub (a.s) bu isteği bazı şartlar karşılığında yerine getirir.
[012.066-67] Babaları: «Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim» dedi. Söz verdiklerinde: «Sözümüze Allah vekildir» dedi.Babaları: «Oğullarım! Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah'ındır, O'na güvendim, güvenenler de O'na güvensinler» dedi.
"Deveni sağlam bağla sonra Allah tevekkül et" deyimine uygun bir yöntem ile oğullarına tedbirli davranmalarını öğütleyen Yakub (a.s) ın bu sözünü yerine getirmelerine rağmen , kardeşinin Yusufun yanında kalmasını engel olamayacakları şu şekilde beyan edilmektedir.
[012.068] Babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat insanların çoğu bilmezler.
Yakub (a.s) ın küçük oğlunu korumak isteğine rağmen , Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoyma isteği vardı ve bu 2 isteğin hangisinin galip geleceğini gelecek günler gösterecekti. Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı taktik başarıya ulaşmış ve kardeşi ağabeyinin yanında kalmıştı. Yusuf un kardeşleri olduğundan habersiz olan ağabeyleri, babalarına ne cevap verecekleri bilememektedirler.
[012.080] Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
Babalarının yüzüne bakmaktan utanan kardeşlerden bir tanesi geri dönmeyi red ederek , diğer kardeşlerinin geri dönmesini ister.
[012.081-82] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.«Ve içinde bulunduğumuz şehre sor ve içinde gelmiş olduğumuz kervana da. Ve biz şüphe yok ki, elbette sâdık kimseleriz.»
Babalarına dönünce , önceden sabıkalı oldukları için yine oğullarının kendisine yalan söylediklerini düşünen Yakub (a.s) artık 3. oğlundan birden mahrumdur. Sabretmeyi sürdüreceğini söyleyerek , Allah (c.c) den ümidini kesmemenin örneğini gösteren Yakub (a.s) ın bu durumu şöyle anlatılmaktadır.
[012.083] (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»
Yakub (a.s) oğullarının ayrılığına sabredeceğini ifade eder fakat bu sabır kolay değildir ve kederini şu sözlerle ifade etmektedir.
[012.084] Onlara sırt çevirdi, «Vah, Yusuf'a yazık oldu!» dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.
Oğulları babalarının bu hallerini görüyor fakat onlarda onu teselli etmekten başka bir çare bulamıyorlar ve onun sağlığının gittikçe bozulmakta olduğunu görüyorlardı.
[012.085] «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.
Yakub (a.s) oğullarına şu cevabı veriyordu.
[012.086] Dedi ki: «Ben dolgunluğumu ve üzüntümü ancak Allah'a şikayet ederim ve Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim!
Üzüntü ve kederini yalnız Allaha şikayet etmesi , çare nereden gelecekse , derdini ona arzetmesi anlamındadır. Yakub (a.s) ,Yusufun ölmediğini diğer kardeşlerine de söyleyerek ondan diğer kardeşinden kendisine haber getirmelerini isteyerek Mısıra geri dönmelerini ister.
[012.087] «Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.»
Yakub (a.s) üzerinden , Allahın rahmetinden ümit kesilmemesi , böyle bir ümit kesmenin kafirlerin ameli olduğu hatırlatırlak her zaman ümitvar olunması mesajı verilmektedir. Mısıra gidip Yusufun huzuruna çıktıklarında , Yusuf kardeşlerine gerçek kimliğini açıklar ve kardeşleri ona yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını sergilerler. Yusuf büyük bir hoşgörü göstererek kardeşlerine karşı herhangi kötü bür sözde bulunmaz ve gömleğini kardeşlerine vererek onu babalarının yüzüne bırakmalarını söyler.
Yakub (a.s) a ulaşmak için yola çıkan kervandaki gömleğin kokusu uzaklardan kendisine ulaşır , fakat bu kokuyu başkalarının hissetmesi imkansızdır. Yusuf (a.s) ın gömleğinin babasının yüzüne bırakılması sonucu , babasının gözünün açılmasına sebeb olan gömleğin teşbihi bir anlatıma sahip olduğunu düşünerek , "Ravh , ilka , basiran, beşir " gibi kelimelerin Kur'andaki diğer Ayetlerle bağını kurarak ayrı bir çalışmada ele almak istiyoruz.
[012.094-96] Kervan, memleketlerine dönmek üzere ayrıldığında, babaları: «Doğrusu ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin» dedi. Dediler ki: Allah'a yemin ederiz, sen hala eski şaşkınlığındasın.Fakat müjdeci gelip de onu yüzüne sürünce; derhal gördü ve dedi ki: Ben, size Allah katından sizin bilmeyeceğinizi biliyorum, dememiş miydim?
Görme duyusuna yeniden kavuşan Yakub (a.s) ın oğulları yaptıkları hatanın farkına vararak babalarından günahlarının bağışlanması için dua etmelerini istemlerine karşın babaları onlara tek bir kötü söz etmeden bu isteklerini yerine getireceğini söylemektedir. Yakub (a.s) ı yıllarca elem ve keder içinde bırakan, gözlerinin görmemesine sebeb olan hatalarına karşın , babalarının tek bir söz bile etmeyerek hatalarını yüzlerine vurmaması bize dönük bir örneklik olarak okunacak mesajlardandır.
[012.097-98] (Oğulları:) «Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile, bizler hiç şüphesiz suçluyuz» dediler.Dedi ki: «Sonra sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Gerçek şu ki, çok bağışlayan O'dur, merhameteden O'dur.
Yakub (a.s) ın hata yapan oğullarının tevbe etme zamanı önemli olup , can boğaza dayanmadan yapılan bir tevbenin örneğini göstermişlerdir. Böyle bir durumda yapılan tevbelerin geri çevrilmeyeceğini bir çok Ayette beyan eden rabbimiz, bunun canlı bir örneği üzerinden ispatını da yapmıştır.
Yıllar süren hasret sona ermiş ve mutlu sona kavuşulmuş , Yakub (a.s) oğlu ile , oğlu Yusuf(a.s) babası ile yıllar süren hasretlerini sona erdirmişlerdir.
[012.099-100] Yusuf'un yanına geldiklerinde, o, anasını babasını bağrına bastı, «Allah'ın dileğince, güven içinde Mısır'da yerleşin» dedi.Ana ve babasını taht üzerine çıkardı, hepsi Yusuf için secdeye kapandılar. Yusuf da: «Ey babacığım, işte bundan önceki rüyamın yorumu bu; gerçekten Rabbim onu gerçekleştirdi, cidden bana iyilikte bulundu;çünkü beni zindandan çıkardı; şeytan benimle kardeşlerimin arasını dürtüştürdükten (bozduktan) sonra sizi çölden buraya getirdi. Gerçekten Rabbim, dilediği şey için aldığı tedbirde çok hoş davranır. Gerçek şu ki, O, herşeyi çok iyi bilen, her yaptığın bir hikmete göre yapandır!
Bu Ayette gözümüze çarpan bir durum , Kur'anda bir çok Ayette okuduğumuz nimete eriştikten sonra yan çizerek nankör olan insan yerine , nimete eriştikten sonra dahi Rabbini unutmayan insan portresi çizilerek , olması gerekenin örnekliği Yakub (a.s) ve oğulları üzerinden verilmektedir.
Yakub (a.s) iyice yaşlanmış ve ölüm anı gelip dayanmıştır , o anda bile oğullarına kime kulluk etmeleri konusunda hatırlatmalarda bulunmaktadır.
[002.131-133] Rabbi ona: «Teslim ol» deyince (o:) «Alemlerin Rabbine teslim oldum» demişti.İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakub da: «Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin» dedi.Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.
Sonuç olarak ; Yusuf (a.s) ın kıssası içinde okumaya çalıştığımız babası Yakub (a.s) ın kıssasında öne çıkan mesajlardan birisi , evlat ile olan çetin imtihana tıpkı dedesi İbrahim (a.s) gibi tabi tutulması ve sabrederek başarmasıdır. Bir tarafta oğulları tarafından kendisinden ayrılan oğlu Yusufun hasreti ile yıllarca üzülen Yakub (a.s) , diğer yanda oğlunu kendisinden ayırdıklarını bile bile yıllarca diğer oğulları ile ile yaşayan Yakub (a.s) bu tür bir imtihana sabretmek tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir .Kıssa yollu anlatımları, mesaj içerikli okumaya tabi tuttuğumuzda bir çok mesajı içerdiği görülecektir. Bu yazımızda Yakub (a.s) kıssasını okumaya çalışarak öne çıkan mesajlardan birisini okumaya çalıştık , "Bu kıssa sadece bu kadar mesaj içermektedir" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte bu yazımızda böyle bir örnekliği okumaya çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kıssa yollu anlatımlardan hasıl olması gereken , kıssanın bize dönük mesaj çıkarılması şeklindeki okumamızı, bu sure içindeki Yakub (a.s) ın kıssasında da yaparak , onun kıssasından bize çıkabilecek mesajlardan birisi, olan evlat ile imtihan konusundaki başarısını ,Yusuf suresindeki Ayetleri , Yakub (a.s) açısından bakarak tefekkür etmeye çalışacağız.
Yakub (a.s) ın 12 oğlundan biri olan Yusuf bir gün babasına şunları söyler.
[012.004] Bir zaman Yusuf babasına, «Babacığım!» dedi. «Ben on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.»
Bunu duyan Yakub (a.s) oğluna şunları öğütler.
[012.005-6] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».«Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir.»
Yakub (a.s) ın 12 oğlundan ikisi olan Yusuf ve kardeşi, muhtemelen başka bir eşten olan çocukları olup , diğer 10 oğlu aynı eşten doğmuşlardır ,bunu aynı surenin 59. Ayetinde ki "Baba dan Kardeş" ibaresinden anlamaktayız. Yakub (a.s) ın Yusuf ve kardeşine karşı olan ilgisi diğer çocukları rahatsız etmektedir.
[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.
Yakub (a.s) ın 10 oğlu , diğer kardeşleri olan yusuf ve kardeşinin , babalarının yanında daha sevgili olmasından şikayetçi olmaktadırlar . Bu şikayetlerinin sebebi ne olabilir ? sorusunun cevabını şöyle vermek mümkündür. Yusuf ve kardeşinin, büyük ihtimal 11. ve 12. çocuk olması nedeniyle yaş bakımından daha küçük olmaları, onların diğer ağabeylerine nazaran himayeye daha fazla muhtaç olduklarını gösterir . Bu durum Yakub (a.s) ın diğer çocuklarını sevmediği anlamına asla gelmez ,Yusufun ağabeylerinin , "Daha sevgilidirler" şeklindeki sözleri bunu göstermekte olup bunun anlamı , Yakub (a.s) ın nezdinde bütün çocukların "Sevgili" olduğu fakat kıskançlık duygularının ağır basarak bu sevginin onlara yansımaması ağabeyleri tarafından istenmektedir.
Bu kıskançlık öyle bir safhaya gelmiştir ki , Yusufu öldürmeyi dahi göze almışlardır.
[012.009] «Yusuf'u öldürün, ya da bir yere atın ki, babanızın yüzü (sevgisi) size kalsın, sonra yine salih bir kavim olursunuz.»
"Öldürdükten sonra salih bir kavim olursunuz" ifadesi , bu yapılanın yanlış olduğunun bilindiği fakat 5. Ayette gördüğümüz üzere "Şeytanın insana apaçık bir düşman olmuş olması" onun, insanlara yaptıklarını güzel göstererek nasıl bir iğva ile yaklaştığını göstermektedir. Ağabeylerden birinin bu şekil bir kurtulma ameliyesi içine sinmemiş olacakki başka bir teklifte bulunur.
[012.010] İçlerinden bir söz sahibi şöyle dedi: «Yusuf'u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da ordan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın.»
Yusufa karşı yapacakları kumpas konusunda aralarında anlaştıktan sonra babalarına gelerek, onu kendileri ile birlikte pikniğe göndermesini ister
[012.011-2] Bunun üzerine «Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde koruruz» dediler.
Ağabeylerinin bu isteğine karşın , bulundukları bölgede vahşi hayvanların bulunduğu ve Yusufun kendisini koruyamacağı gerekçesini ileri sürerek bu isteğe sıcak bakmaz.
[012.013] Beni, dedi: onu götürmeniz her halde mahzun eder ve korkarım ki onu kurt yer de haberiniz olmaz
Yakub (a.s) ın bu sözlerine karşılık , oğulları ısrarcı davranır.
[012.014] «And olsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse, biz aciz sayılırız» dediler.
Bu ısrarlara dayanamayan Yakub (a.s) Yusufu ağabeyleri ile birlikte gönderir.
[012.015] Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.
Yusuf hakkındaki kararlarını uygulamaya koyduktn sonra babalarına dönmüşler ve aralarında şu konuşma geçer.
[012.016-7] Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: «Ey babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!»
Yakub (a.s) oğullarının bu sözlerine inanmaz .
[012.018] Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir» dedi.
Bu Ayetle ilgili olarak , Yakub (a.s) ın Yusufun ölmediğini bildiği halde, neden bu sözlerinin yalan olduğunu ve Yusuf u ya geri getirmelerini ya da ona ne yaptıklarını doğru olarak söylemelerini neden istemediği sorusu akla gelebilir.
Surenin 6. Ayetine baktığımızda , Yakub (a.s) ın oğluna , "Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir." demektedir. Rabbimizin Yusufa olan nimetini tamamlayacağından şüphesi olmayan Yakub (a.s) oğlunun ölmediğine kesin inanmaktadır ve nimetin tamamlanması sürecinde dedesi İbrahim (a.s) gibi , kendisinin de bir tür evlat imtihanın dan geçirildiğini ve buna sabır etmesi gerektiğini anlamış olduğunu çıkarmak mümkündür. "Sabrun Cemilun" deyimi ,Yakub (a.s) ın bunun bir deneme olduğunu idrak ettiğinin göstergesi olup , dedesinin aynı imtihana tabi tutulup ,hem oğlunun bağışlandığını artı bir de babası İshakın ona verildiğini bilen biri olarak bu imtihana güzelce sabretmesi gerektiğini idrak ettiğini göstermektedir.
Aradan yıllar geçer , bu yıllar içinde Yusuf kuyudan kurtulmuş, Mısırda saraya satılmış , orada yetişmiş , iftiraya kurban giderek hapse girmiş , sonra suçsuzluğu anlaşılmış ve hapisten kurtulmuş , kendisini zindana atan tarafından yönetim kademesine getirilmiştir. Yönetime geçtikten sonra Mısırda kıtlık başlamış ve kıtlık ekonomisi onun yönetiminde hasarsız atlatılmaya çalışılmaktadır.
Kıtlık , Yakub (a.s) ve oğullarını da vurarak , onları da zahire yardımı için Yusuf (a.s) ın karşına getirmiş , ağabeyleri kardeşlerini tanımamış olsa da, Yusuf (a.s) ağabeylerini tanımıştır. Onlardan aynı babadan olan diğer kardeşlerini de getirmelerini ister. Bu konuda ısrarcı olan Yusuf (a.s) getirmedikleri takdirde bir daha onlara erzak vermeyeceğini söyler, ağabeyleri bu isteği yerine getirmeye çalışacakları söyleyerek ayrılırlar. Bu isteğinin kötü bir amaca matuf olmadığını bilmeleri için , erzak için getirdikleri parayı yüklerinin içine koyar , evlerine döndüklerinde Yusuf (a.s) ın bu isteğini babalarına ileten oğulları , onun bu isteğinin kötülük amaçlı olmadığını görerek , babalarından kardeşlerini alarak tekrar Mısıra gitmek isteklerini belirtirler. Yakub (a.s) bu isteği bazı şartlar karşılığında yerine getirir.
[012.066-67] Babaları: «Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim» dedi. Söz verdiklerinde: «Sözümüze Allah vekildir» dedi.Babaları: «Oğullarım! Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah'ındır, O'na güvendim, güvenenler de O'na güvensinler» dedi.
"Deveni sağlam bağla sonra Allah tevekkül et" deyimine uygun bir yöntem ile oğullarına tedbirli davranmalarını öğütleyen Yakub (a.s) ın bu sözünü yerine getirmelerine rağmen , kardeşinin Yusufun yanında kalmasını engel olamayacakları şu şekilde beyan edilmektedir.
[012.068] Babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat insanların çoğu bilmezler.
Yakub (a.s) ın küçük oğlunu korumak isteğine rağmen , Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoyma isteği vardı ve bu 2 isteğin hangisinin galip geleceğini gelecek günler gösterecekti. Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı taktik başarıya ulaşmış ve kardeşi ağabeyinin yanında kalmıştı. Yusuf un kardeşleri olduğundan habersiz olan ağabeyleri, babalarına ne cevap verecekleri bilememektedirler.
[012.080] Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
Babalarının yüzüne bakmaktan utanan kardeşlerden bir tanesi geri dönmeyi red ederek , diğer kardeşlerinin geri dönmesini ister.
[012.081-82] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.«Ve içinde bulunduğumuz şehre sor ve içinde gelmiş olduğumuz kervana da. Ve biz şüphe yok ki, elbette sâdık kimseleriz.»
Babalarına dönünce , önceden sabıkalı oldukları için yine oğullarının kendisine yalan söylediklerini düşünen Yakub (a.s) artık 3. oğlundan birden mahrumdur. Sabretmeyi sürdüreceğini söyleyerek , Allah (c.c) den ümidini kesmemenin örneğini gösteren Yakub (a.s) ın bu durumu şöyle anlatılmaktadır.
[012.083] (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»
Yakub (a.s) oğullarının ayrılığına sabredeceğini ifade eder fakat bu sabır kolay değildir ve kederini şu sözlerle ifade etmektedir.
[012.084] Onlara sırt çevirdi, «Vah, Yusuf'a yazık oldu!» dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.
Oğulları babalarının bu hallerini görüyor fakat onlarda onu teselli etmekten başka bir çare bulamıyorlar ve onun sağlığının gittikçe bozulmakta olduğunu görüyorlardı.
[012.085] «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.
Yakub (a.s) oğullarına şu cevabı veriyordu.
[012.086] Dedi ki: «Ben dolgunluğumu ve üzüntümü ancak Allah'a şikayet ederim ve Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim!
Üzüntü ve kederini yalnız Allaha şikayet etmesi , çare nereden gelecekse , derdini ona arzetmesi anlamındadır. Yakub (a.s) ,Yusufun ölmediğini diğer kardeşlerine de söyleyerek ondan diğer kardeşinden kendisine haber getirmelerini isteyerek Mısıra geri dönmelerini ister.
[012.087] «Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.»
Yakub (a.s) üzerinden , Allahın rahmetinden ümit kesilmemesi , böyle bir ümit kesmenin kafirlerin ameli olduğu hatırlatırlak her zaman ümitvar olunması mesajı verilmektedir. Mısıra gidip Yusufun huzuruna çıktıklarında , Yusuf kardeşlerine gerçek kimliğini açıklar ve kardeşleri ona yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını sergilerler. Yusuf büyük bir hoşgörü göstererek kardeşlerine karşı herhangi kötü bür sözde bulunmaz ve gömleğini kardeşlerine vererek onu babalarının yüzüne bırakmalarını söyler.
Yakub (a.s) a ulaşmak için yola çıkan kervandaki gömleğin kokusu uzaklardan kendisine ulaşır , fakat bu kokuyu başkalarının hissetmesi imkansızdır. Yusuf (a.s) ın gömleğinin babasının yüzüne bırakılması sonucu , babasının gözünün açılmasına sebeb olan gömleğin teşbihi bir anlatıma sahip olduğunu düşünerek , "Ravh , ilka , basiran, beşir " gibi kelimelerin Kur'andaki diğer Ayetlerle bağını kurarak ayrı bir çalışmada ele almak istiyoruz.
[012.094-96] Kervan, memleketlerine dönmek üzere ayrıldığında, babaları: «Doğrusu ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin» dedi. Dediler ki: Allah'a yemin ederiz, sen hala eski şaşkınlığındasın.Fakat müjdeci gelip de onu yüzüne sürünce; derhal gördü ve dedi ki: Ben, size Allah katından sizin bilmeyeceğinizi biliyorum, dememiş miydim?
Görme duyusuna yeniden kavuşan Yakub (a.s) ın oğulları yaptıkları hatanın farkına vararak babalarından günahlarının bağışlanması için dua etmelerini istemlerine karşın babaları onlara tek bir kötü söz etmeden bu isteklerini yerine getireceğini söylemektedir. Yakub (a.s) ı yıllarca elem ve keder içinde bırakan, gözlerinin görmemesine sebeb olan hatalarına karşın , babalarının tek bir söz bile etmeyerek hatalarını yüzlerine vurmaması bize dönük bir örneklik olarak okunacak mesajlardandır.
[012.097-98] (Oğulları:) «Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile, bizler hiç şüphesiz suçluyuz» dediler.Dedi ki: «Sonra sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Gerçek şu ki, çok bağışlayan O'dur, merhameteden O'dur.
Yakub (a.s) ın hata yapan oğullarının tevbe etme zamanı önemli olup , can boğaza dayanmadan yapılan bir tevbenin örneğini göstermişlerdir. Böyle bir durumda yapılan tevbelerin geri çevrilmeyeceğini bir çok Ayette beyan eden rabbimiz, bunun canlı bir örneği üzerinden ispatını da yapmıştır.
Yıllar süren hasret sona ermiş ve mutlu sona kavuşulmuş , Yakub (a.s) oğlu ile , oğlu Yusuf(a.s) babası ile yıllar süren hasretlerini sona erdirmişlerdir.
[012.099-100] Yusuf'un yanına geldiklerinde, o, anasını babasını bağrına bastı, «Allah'ın dileğince, güven içinde Mısır'da yerleşin» dedi.Ana ve babasını taht üzerine çıkardı, hepsi Yusuf için secdeye kapandılar. Yusuf da: «Ey babacığım, işte bundan önceki rüyamın yorumu bu; gerçekten Rabbim onu gerçekleştirdi, cidden bana iyilikte bulundu;çünkü beni zindandan çıkardı; şeytan benimle kardeşlerimin arasını dürtüştürdükten (bozduktan) sonra sizi çölden buraya getirdi. Gerçekten Rabbim, dilediği şey için aldığı tedbirde çok hoş davranır. Gerçek şu ki, O, herşeyi çok iyi bilen, her yaptığın bir hikmete göre yapandır!
Bu Ayette gözümüze çarpan bir durum , Kur'anda bir çok Ayette okuduğumuz nimete eriştikten sonra yan çizerek nankör olan insan yerine , nimete eriştikten sonra dahi Rabbini unutmayan insan portresi çizilerek , olması gerekenin örnekliği Yakub (a.s) ve oğulları üzerinden verilmektedir.
Yakub (a.s) iyice yaşlanmış ve ölüm anı gelip dayanmıştır , o anda bile oğullarına kime kulluk etmeleri konusunda hatırlatmalarda bulunmaktadır.
[002.131-133] Rabbi ona: «Teslim ol» deyince (o:) «Alemlerin Rabbine teslim oldum» demişti.İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakub da: «Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin» dedi.Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.
Sonuç olarak ; Yusuf (a.s) ın kıssası içinde okumaya çalıştığımız babası Yakub (a.s) ın kıssasında öne çıkan mesajlardan birisi , evlat ile olan çetin imtihana tıpkı dedesi İbrahim (a.s) gibi tabi tutulması ve sabrederek başarmasıdır. Bir tarafta oğulları tarafından kendisinden ayrılan oğlu Yusufun hasreti ile yıllarca üzülen Yakub (a.s) , diğer yanda oğlunu kendisinden ayırdıklarını bile bile yıllarca diğer oğulları ile ile yaşayan Yakub (a.s) bu tür bir imtihana sabretmek tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir .Kıssa yollu anlatımları, mesaj içerikli okumaya tabi tuttuğumuzda bir çok mesajı içerdiği görülecektir. Bu yazımızda Yakub (a.s) kıssasını okumaya çalışarak öne çıkan mesajlardan birisini okumaya çalıştık , "Bu kıssa sadece bu kadar mesaj içermektedir" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte bu yazımızda böyle bir örnekliği okumaya çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
27 Mart 2015 Cuma
Kıble Kavramı Üzerine Bir Düşünce Çalışması
Kıble , insanların hayatlarını tanzim ettikleri düşünce ,sistem , inanç ,yaşam biçimi gibi unsurlar ile birlikte ifade edilen sembolik bir kavramdır. İstisnasız olmak üzere , Yeryüzünde yaşayan tüm insanlar yaşam süreleri içinde belirli bir hayat tarzı üzerinde yol izlerler , bu izledikleri yolu belirleyen bir takım temel kurallar olup, bu kurallar dahilinde bir yön takip etmektedirler. "Yüzünü Çevirmek" olarak ifade edilen bu durum tüm insanlara has bir durum olup , herkesin hayatını belirleyen bir yöne yüzünü çevirmiş olması orasının "Kıble" olarak anlamını bulması demektir. Bu durum Bakara s. 148. Ayetinde şu şekilde beyan aedilmektedir.
[002.148] Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir'dir.
İnsanlık tarihinin özetini iki kelime ile özetleyecek olursak ,"Kıble Savaşları" olarak özetlemek mümkündür. Her kim olursa olsun kendi tabi olduğu kıblesine diğer insanlarında tabi olması veya başka kıbleye tabi olmamak için bir mücadele içine girer. Bu durumu Bakara s. 145. Ayetinde şöyle görmekteyiz.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
"Kablu" zaman zarfı olup "öncelik" ifade etmektedir , izafe edildiği şeye göre değişkenlik arz eder. Zaman , Mekan , Konum veya yapılan bir işteki önceliği ifade eder. "Kıble" kelimesi ; "Bir yeri öne almak , öncelik vermek" , mekan zarfı olması nedeniyle belirli bir mekanı önüne almak anlamındadır.
Yazımızda bu kelimenin, kişinin yaşantısındaki sosyolojik boyutu ve bu kelime ile bağlantısı olan kelimelerin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Kıble kelimesinin anlaşılabilmesi için "Vech" kelimesinin anlamının anlaşılması önem arz etmektedir.
"Elvechü" ; kelimesinin temel anlamı, "Yüz" dediğimiz, insanın bir organına verilen isimdir. Yüz , kişinin nesneyi ilk karşıladığı yani Göz, Kulak, gibi duyu organları ile algılama imkanına sahip olan en önemli kısmı olması nedeniyle , kişinin yönelişi ile alakalı bir kelimedir. "Yüzünü Döndürmesi" , duyu organları ile algıladıkları neticesinde onu hayatında pratize etmesi anlamındadır.
"Semi , Basar Fuad" olarak Kur'anda yerini bulan bu üçlü duyu organları ile algılananlar neticesinde oluşan bilgiler , kişinin yüzünü o tarafa döndürmesi ile neticelenir. Kişinin elde ettiği bilgi , doğru veya yanlış olabilir, ancak her iki durumda da kişi yüzünü bir yere çevirerek orayı "Kıble" edinir.
Allah (c.c) nin bizler için razı olduğu yüzümüzü çevirmemiz gereken tek bir Din ve onu tek bir Kıblesi vardır. Ancak kullardan bir kısmı, bu Dini ve Kıbleyi red ederek başka Dinler ve Kıbleler ihdas ederek şirk bataklığına düşmektedirler.
Kıble kelimesi ile alakalı olan kelimelerden birisi de "Salat" kelimesidir. Bu kelime, kulun yönelimi ile alakalı olup etle tırnak misali birbiri ile çok yakından alakalıdır. Bu kelime kişinin hayatını tanzim ettiği , adına "Din" dediğimiz yaşam şeklinin ,kulun hayatına yansımış şekli olarak , Kur'an literatüründeki adıdır.
Kişinin duyu organları ile algılayarak bir inanca sahip olması neticesinde VECHini (Yüzünü) döndürdüğü , yaşam biçimi haline getirerek SALATını ikame ettiği , yani inandığı her hangi bir Din için yöneldiği , yerin adı KIBLEdir. Konumuzun asıl amacı bu kavramın Müslüman açısından ifade ettiği anlamdır.
Bakara s. 145. Ayetinde , herkesin Vechini döndürdüğü bir taraf olduğu beyan edilmektedir. Öyleyse , Müslüman için yüzünü döndürmesi gereken yani Salatını ikame edeceği sistemin kaynağını alacağı bir bir merci olmalıdır. Bu merci Allah (c.c) nin kendisi olup , yaşamımız içinde ikame edeceğimiz Salatın nasıl olması gerektiğini haber veren Elçiler ve Kitaplar ile bunları bize beyan etmiştir.
[002.149] Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.
Bakara s. 149. ve 150. Ayetlerinde , Vechin "Mescidi Haram" yönüne döndürülmesi emrini görmekteyiz. "Bu emir hayat içinde nasıl gerçekleşebilir ?" sorusunun cevabını anlamak için Mescidi Haram adı ile anılan bölgedeki "Kabe" nin işlevi ve sembolik olarak ifade ettiği anlamı ortaya koymak gerekmektedir.
"Sembol" kelimesi ; Bir gayeyi , fikri , amacı ifade eden , görüldüğü zaman akla ortak bir şeyin geldiği nesne veya duyu organlarımızı ile algılayamadığımız bazı şeyleri hatıra getiren gözle görülen şeyler anlamındadır.
"Kabe" , Mekke şehrinde imar edilmiş bir yapıdır. Onu görünüş olarak Mekke de imar edilmiş diğer evlerden ayıran herhangi bir özellik yoktur. Mekke nin etrafında bulunan taşlardan inşa edilmiş sıradan bir yapı olması yanısıra orayı farklı kılan Allah (c.c) tarafından ona yüklenen özel bir konum olup sembolize ettiği bazı anlamlar vardır. Mesele sembolize ettiği şey ve o sembolun bize ne ifade ettiği veya etmesi gerektiğidir.
[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev (BEYTİN); çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.
"Kabe" adındaki yapının, "Beyt" olarak ifade edilmesi önemli bir noktadır , bu kelimenin anlamı üzerinde durarak sembolize ettiği anlamın anlaşılması biraz daha kolaylaşacaktır.
"Beyt" kelimesi ; "İnsanın gecenin tehlikesinden ve karanlığından sığındığı yer" anlamındadır. "Gece" kelimesinin kullanıldığı "Zulumat"kelimesi ise , "Işığın yani nurun olmaması" anlamındadır. "Nur" kelimesi ise , "Karanlıkta görmeye yol bulmaya yarayan ışık" temel anlamından hareketle , Kur'ana isim olmuştur. Kur'an kelimelerinin birbirleri ile olan anlam örgüsünüde, bir kaç kelimenin birbiri ile olan bağını kurmaya çalışarak görmeye çalıştık.
Burada yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Kur'an anlatım metodu olarak seçtiği yollardan birisi de mesel yolu ile anlatım metodudur. Nur s. 34.35 Ayetlerde "Nur" kelimesinin mesel yolu ile yapılan anlatımı , Kur'anın en güzel meselli anlatımlarından birisidir.
"Nur s. 35-36.. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu" Başlık bir yazımızda bu konuyu ele almaya çalışmştık.
"Kabe" nin sembolik bir yapı olarak , Allah (c.c) tarafından "Beytim" (2.125/ 22.26) olarak nitelemesinin veya "Beytullah" teriminin ne anlama geldiği şimdi anlaşılabilir.
Allah (c.c) kullarının , küfrün karanlığından sığınarak aydınlık bir ortama kavuşmalarını sembolize eden bir ev yapılmasını emrederek, herkesin buraya sığınması neticesinde , küfrün karanlığından emin olarak aydınlığa kavuşacağını beyan etmiştir.
Bu kavuşmanın , herkesin o evin içinde oturması gibi şekilde olmayacağı kesindir , öyleyse "Buraya sığınmak veya yüzün buraya döndürülmesi nasıl ve ne şekilde hayata yansıtılabilir?" sorusunun cevabını aramak gerekmektedir.
"Salat" kelimesinin anlamına tekrar dönecek olursak, bu kelime kulun , İlah ve Rab kavramlarının içerdiği anlamlar dahilindeki yönelimini ifade etmektedir. Kul hayatında İlah ve Rab olarak kimi kabul ettiyse onun çizdiği yol üzerinde yürür ve Salatını ona yapmış , yüzünü ona çevirmiş ve onun kıblesine dönmüş sayılır.
Kul eğer hayatında Allahı, İlah ve Rab olarak kabul etmişse, bu kabulunu hayatının her anında onun kendisi için çizdiği sisteme göre bir hayat sürerek gösterir ve Salatı gerçek İlah ve Rab olan Allah için ikame etmiş olur. Salatı Allah için yapmış olması onun yüzünü Mescidi Haram yönüne döndürmesi anlamına gelir. "Yüzü Mescidi Haram yönüne döndürme" eylemi sadece Namaz için geçerli bir emir telakki edilir hale geldiği için , bir yerlerde yanlış yapıldığını farkeden bir kısım insan, bu hatayı düzeltmek veya doğru olanı yerine koymayı çalışmak yerine, olanı toptan kaldırmak düşüncesi içine girerek , Kıble , Namaz , Hacc gibi kelimeler ile ifade edilen şeyleri red yoluna gitmektedirler.
"Namaz" , Salat kavramı içinde bir cüz olup , kulun belirli vakitlerde Rabbine karşı olan tezellülünü şekilsel olarak ifade ettiği bir eylemdir. Bu gün her ne kadar içi boşaltılmış bir ibadet olarak yerine getiriliyor olmuş olması , onun Tevhidi bir eylem olduğunun şuuruna vakıf olduğunun unutulmasını gerektirmemektedir. Bu ibadetin en önemli boyutu birlikteliğin , ve kardeşliğin dışa vurumudur. Bu ibadette öne çıkan unsurlardan birisi de, belli bir yere yönelmek ile ortaya çıkmaktadır.
Yeryüzünde Tevhidin sembolize edildiği "Allahın Evi" yani küfrün karanlığından kaçarak nura kavuşulan bir yapı olarak inşa edilen "Kabe" bu yönelmenin yapılacağı tek mekandır. Hayatının her anında Allah (c.c) nin onun için beyan ettiği hükümlere tabi olarak yüzünü ona döndürdüğünü deklere eden kul , aynı deklereyi Namazında oraya yönelerek bir kere daha teyid eder.
Bu bağlamda , Namazda Kabeye yönelmek şeklinde direk bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle , "Nereye canım isterse dönerim" düşüncesi içinde olan bir takım kişilere rastlamaktayız. Namaz ritüel olarak yapılan bir takım eylemlerden ibaret olduğuna , bu eylemlerden amacın Allah kul olduğumuzu deklere etmek olduğuna göre, yöneldiğimiz yön tabi olduğumuz İlah ve Rabbın Yeryüzündeki sembolik evine doğru olmalıdır ki , kime sığındığımızı şekilsel olarak topluca dosta ve düşmana gösterelim.
Şurası unutulmamalıdır ki Kur'an, "Resimli Namaz Hocası" şeklinde bize herşeyi tarif etmesi gereken bir Kitap değildir. "Namazda Kabeye yönelin şeklinde bir emir Kur'anda bulamıyorum" diyen birisi , ya Kur'anın mesajından habersiz bir cahil , ya da Kur'anın mesajından haberdar olan bir haindir bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Özellikle Salat ve Kıble kavramları üzerinde oynanmak istenen bir takım oyunlara bazı yazılarımızda dikkat çekmeye çalıştığımızı burada hatırlatarak , bu kavramların önemini bizlerden daha fazla kavrayan düşmanların, bu kavramlar üzerinde "Kur'an merkezli düşünce" postuna bürünerek içten içe nifak çıkarmak istediklerini dikkati çekmek istiyoruz.
"Kıble" kavramı sosyolojik bir olgu olup , aynı düşünce etrafında birleştiklerini iddia edenlerin , bu iddialarını kendi aralarında ve başkalarına karşı bir göstermelerinin sembolik bir ifadesidir. Namaz ibadeti , Müslümanların kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin tek yürek olmanın bir ifadesi olarak günde 5 vakit tekrarlanmaktadır. Bu ibadeti yapanların farklı noktalara yönelmiş olması veya farklı noktalara yönelme gayretleri , bu ibadetten kast edilen anlamın anlaşılamamış olmasının bir sonucudur.
"Kıble" kavramı bütün düşünce sistemlerinde var olan bir olgu olup , her düşünce sistemi kendi düşüncesinin ilhamını aldığı İlahına belirli zamanlarda yönelerek iman tazelerler. Aynı inanca mensup olduğunu iddia eden bir kimse , herkesin yöneldiği yönün tersine veya o düşünceye aykırı olarak herhangi bir görüş beyan ettiği takdirde genel geçer Kıbleye uymamış olur. "Nereye istersem uyarım" mantığı birlikte düşünme ve hareket etme mantığına uymayan bir davranış olarak hiç bir düşünce sisteminde kabul edilir bir davranış değildir.
KIBLE AYETLERİ
Bu bağlamda Bakara suresi içindeki , Kıblenin değişimi ile ilgili Ayetler üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. İlgili Ayetlerin tarihi arka planını kısaca hatırlayacak olursak , Mekke den Medineye hicret eden Muhammed (a.s) ın Mekke de iken yöneldiği Mescidi Haram yönüde değil , rivayetlerden Kudüs olarak öğrendiğimiz yöne dönmekteydi.
Bu konu ile ilgili olarak şöyle bir problem vardır; Muhammed (a.s) Mekke de iken yöneldiği Kabe'nin yerine, Kudüse yönelmesi için Kur'an içinde buna delalet edebilecek net bir Ayet görülmemektedir. Gayri metluv vahiy düşüncesine sahip olanlar , bu durumun gayri metluv vahiy ile gerçekleştiğini iddia etmekte olmalarına karşın böyle bir durumun vaki olmadığını düşünmekteyiz.
Mekke de nazil olan İsra s. nin 1.ve 8. Ayetler arasının mesajını okumaya çalıştığımızda , bu Ayetlerin Muhammed (a.s) için bir hicret hazırlığı ve hicret edeceği yerde karşılaşacağı kavim olan İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin verilmesi olarak okumak mümkündür. Musa (a.s) a verilen Kitap ile kendisine verilen Kitabın ortak bir kaynağı olduğunu bilen Muhammed (a.s) , bir rivayete göre daha Mekke de iken, bir başka rivayet göre Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelmiştir. Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmaktan çok , rivayetlerin ortak yönü ve Kur'anın desteği ile , Muhammed (a.s) ın Medinede Kabe den farklı bir yöne yönelmiş olduğudur.
Bakara s. 115. Ayetinin Kabe harici bir yöne yönelmesi konusunda vahyin onayı olduğunu düşünmekteyiz. Bu Ayeti günümüzde "Canım nere isterse oraya dönerim" düşüncesinde, olanlar kendi düşüncelerine destek olan bir Ayet zannı ile okumakta olmalarına rağmen , onlara sözümüz Ayetleri bağlam ve siyak sibak dahilinde okumalarıdır.
[002.115] Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
Bakara s. 144. Ayeti, Kıblenin değişimi ile ilgili bir Ayet olup , bu Ayetin tefsiri ile ilgili bazı bilgileri hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Bu Ayet ile ilgili tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın döndüğü yerden memnun olmayarak , yeniden Kabeye dönmek için vahiy beklediğini , "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz." cümlesinden çıkarmaktadırlar , bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz;
Muhammed (a.s) bir Elçidir , vaizfesi Rabbinin ona vahyettiklerini muhataplarına iletmektir. İçide bulunduğu durumdan hoşnutsuz olması gibi bir şeyin olması mümkün değildir. Kıblenin Kudüs yönüne döndürülmesi ile ilgili olarak net bir Ayet olmaması, bu konuda Elçinin içtihadının rol oynadığı kanaatini uyandırmaktadır. Kudüs yönünden eğer memnun değilse Elçinin vahiy beklemesine gerek olmadığını , nasıl Kudüse yöneldiyse , aynı şekilde Mekkeye yönelebilirdi .
Ayet içindeki " Tekallube" kelimesinin, El müfredattaki anlamına baktığımızda bu kelimenin "Çevirip durmak" şeklinde anlamı olduğu gibi , "Tasarrufta bulunmak" anlamına da sahip olduğunu görürüz. "Sema" kelimesini , vahy ile alakalandırırsak bu cümlenin , "Senin yüzünü vahye çevirdiğini görüyoruz" şeklinde bir anlam kurarak , Muhammed (a.s) ın memnuniyetsizlik gibi bir duruma sokmaktan kurutulmuş oluruz. Ebu Müslim İsfahani bu konuyla ilgili olarak " yüzünü göklere döndürmesi duadır" diyerek daha doğru bir yaklaşım sergilemiştir.
Bakara s. 143. Ayeti , Kıblenin sosyolojik boyutu olan , birlik ve beraberlik işareti olmasına işaret etmektedir. Aynı Kıbleye dönmekte tereddüt gösterenler için kullanılan "Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir" cümlesi , bu gün " Canım nereye isterse oraya dönerim" şeklinde kafasına göre takılmak isteyenler için düşünülmesi gereken bir cümledir.
Kıble ile ilgili Ayetleri şöyle bir sıra dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz.
[002.142] İnsanların beyinsizleri, «Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler; de ki: «Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir».
[002.144] Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
[002.143] Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
[002.146] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[002.147] Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[002.148] Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
[002.149] Nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbından bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] [IK] Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede olursanız, yüzünüzü o yana döndürün, Ta ki, zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.
Sonuç olarak; "Kıble" kavramı,"Salat" kavramı gibi Mümin olsun olmasın her insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her insan , yaşamı içinde mutlaka bir inanç sistemine dahil olarak hayatını devam ettirir. Dahil olduğu inanç sisteminin belirlenmiş kuralları olup bu kurallara uymak zorunluluğu herkes için geçerlidir. Kişinin bu kurallara uyması , onun "Yüzünü döndürmesi" anlamına gelip , yüzünü döndürdüğü yerin adı "Kıble"dir. Bu kavram Müslümanın lügatında sadece belirli vakitlerde Mekke şehrinde bulunan Kabeye dönmek şekilde hayat bulmuş olsa da , olması gereken hayatının her anında bu tür yönelimi gerçekleştirmesidir. Bu yönelim 24 saat Kabeye doğru yüzünü döndürmek şeklinde değil , 24 saatinin her anında Allah (c.c) nin onun için vaz ettiği kurallar çerçevesinde hareket etmekle gerçekleşir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
[002.148] Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir'dir.
İnsanlık tarihinin özetini iki kelime ile özetleyecek olursak ,"Kıble Savaşları" olarak özetlemek mümkündür. Her kim olursa olsun kendi tabi olduğu kıblesine diğer insanlarında tabi olması veya başka kıbleye tabi olmamak için bir mücadele içine girer. Bu durumu Bakara s. 145. Ayetinde şöyle görmekteyiz.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
"Kablu" zaman zarfı olup "öncelik" ifade etmektedir , izafe edildiği şeye göre değişkenlik arz eder. Zaman , Mekan , Konum veya yapılan bir işteki önceliği ifade eder. "Kıble" kelimesi ; "Bir yeri öne almak , öncelik vermek" , mekan zarfı olması nedeniyle belirli bir mekanı önüne almak anlamındadır.
Yazımızda bu kelimenin, kişinin yaşantısındaki sosyolojik boyutu ve bu kelime ile bağlantısı olan kelimelerin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Kıble kelimesinin anlaşılabilmesi için "Vech" kelimesinin anlamının anlaşılması önem arz etmektedir.
"Elvechü" ; kelimesinin temel anlamı, "Yüz" dediğimiz, insanın bir organına verilen isimdir. Yüz , kişinin nesneyi ilk karşıladığı yani Göz, Kulak, gibi duyu organları ile algılama imkanına sahip olan en önemli kısmı olması nedeniyle , kişinin yönelişi ile alakalı bir kelimedir. "Yüzünü Döndürmesi" , duyu organları ile algıladıkları neticesinde onu hayatında pratize etmesi anlamındadır.
"Semi , Basar Fuad" olarak Kur'anda yerini bulan bu üçlü duyu organları ile algılananlar neticesinde oluşan bilgiler , kişinin yüzünü o tarafa döndürmesi ile neticelenir. Kişinin elde ettiği bilgi , doğru veya yanlış olabilir, ancak her iki durumda da kişi yüzünü bir yere çevirerek orayı "Kıble" edinir.
Allah (c.c) nin bizler için razı olduğu yüzümüzü çevirmemiz gereken tek bir Din ve onu tek bir Kıblesi vardır. Ancak kullardan bir kısmı, bu Dini ve Kıbleyi red ederek başka Dinler ve Kıbleler ihdas ederek şirk bataklığına düşmektedirler.
Kıble kelimesi ile alakalı olan kelimelerden birisi de "Salat" kelimesidir. Bu kelime, kulun yönelimi ile alakalı olup etle tırnak misali birbiri ile çok yakından alakalıdır. Bu kelime kişinin hayatını tanzim ettiği , adına "Din" dediğimiz yaşam şeklinin ,kulun hayatına yansımış şekli olarak , Kur'an literatüründeki adıdır.
Kişinin duyu organları ile algılayarak bir inanca sahip olması neticesinde VECHini (Yüzünü) döndürdüğü , yaşam biçimi haline getirerek SALATını ikame ettiği , yani inandığı her hangi bir Din için yöneldiği , yerin adı KIBLEdir. Konumuzun asıl amacı bu kavramın Müslüman açısından ifade ettiği anlamdır.
Bakara s. 145. Ayetinde , herkesin Vechini döndürdüğü bir taraf olduğu beyan edilmektedir. Öyleyse , Müslüman için yüzünü döndürmesi gereken yani Salatını ikame edeceği sistemin kaynağını alacağı bir bir merci olmalıdır. Bu merci Allah (c.c) nin kendisi olup , yaşamımız içinde ikame edeceğimiz Salatın nasıl olması gerektiğini haber veren Elçiler ve Kitaplar ile bunları bize beyan etmiştir.
[002.149] Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.
Bakara s. 149. ve 150. Ayetlerinde , Vechin "Mescidi Haram" yönüne döndürülmesi emrini görmekteyiz. "Bu emir hayat içinde nasıl gerçekleşebilir ?" sorusunun cevabını anlamak için Mescidi Haram adı ile anılan bölgedeki "Kabe" nin işlevi ve sembolik olarak ifade ettiği anlamı ortaya koymak gerekmektedir.
"Sembol" kelimesi ; Bir gayeyi , fikri , amacı ifade eden , görüldüğü zaman akla ortak bir şeyin geldiği nesne veya duyu organlarımızı ile algılayamadığımız bazı şeyleri hatıra getiren gözle görülen şeyler anlamındadır.
"Kabe" , Mekke şehrinde imar edilmiş bir yapıdır. Onu görünüş olarak Mekke de imar edilmiş diğer evlerden ayıran herhangi bir özellik yoktur. Mekke nin etrafında bulunan taşlardan inşa edilmiş sıradan bir yapı olması yanısıra orayı farklı kılan Allah (c.c) tarafından ona yüklenen özel bir konum olup sembolize ettiği bazı anlamlar vardır. Mesele sembolize ettiği şey ve o sembolun bize ne ifade ettiği veya etmesi gerektiğidir.
[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev (BEYTİN); çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.
"Kabe" adındaki yapının, "Beyt" olarak ifade edilmesi önemli bir noktadır , bu kelimenin anlamı üzerinde durarak sembolize ettiği anlamın anlaşılması biraz daha kolaylaşacaktır.
"Beyt" kelimesi ; "İnsanın gecenin tehlikesinden ve karanlığından sığındığı yer" anlamındadır. "Gece" kelimesinin kullanıldığı "Zulumat"kelimesi ise , "Işığın yani nurun olmaması" anlamındadır. "Nur" kelimesi ise , "Karanlıkta görmeye yol bulmaya yarayan ışık" temel anlamından hareketle , Kur'ana isim olmuştur. Kur'an kelimelerinin birbirleri ile olan anlam örgüsünüde, bir kaç kelimenin birbiri ile olan bağını kurmaya çalışarak görmeye çalıştık.
Burada yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Kur'an anlatım metodu olarak seçtiği yollardan birisi de mesel yolu ile anlatım metodudur. Nur s. 34.35 Ayetlerde "Nur" kelimesinin mesel yolu ile yapılan anlatımı , Kur'anın en güzel meselli anlatımlarından birisidir.
"Nur s. 35-36.. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu" Başlık bir yazımızda bu konuyu ele almaya çalışmştık.
Allah (c.c) kullarının , küfrün karanlığından sığınarak aydınlık bir ortama kavuşmalarını sembolize eden bir ev yapılmasını emrederek, herkesin buraya sığınması neticesinde , küfrün karanlığından emin olarak aydınlığa kavuşacağını beyan etmiştir.
Bu kavuşmanın , herkesin o evin içinde oturması gibi şekilde olmayacağı kesindir , öyleyse "Buraya sığınmak veya yüzün buraya döndürülmesi nasıl ve ne şekilde hayata yansıtılabilir?" sorusunun cevabını aramak gerekmektedir.
"Salat" kelimesinin anlamına tekrar dönecek olursak, bu kelime kulun , İlah ve Rab kavramlarının içerdiği anlamlar dahilindeki yönelimini ifade etmektedir. Kul hayatında İlah ve Rab olarak kimi kabul ettiyse onun çizdiği yol üzerinde yürür ve Salatını ona yapmış , yüzünü ona çevirmiş ve onun kıblesine dönmüş sayılır.
Kul eğer hayatında Allahı, İlah ve Rab olarak kabul etmişse, bu kabulunu hayatının her anında onun kendisi için çizdiği sisteme göre bir hayat sürerek gösterir ve Salatı gerçek İlah ve Rab olan Allah için ikame etmiş olur. Salatı Allah için yapmış olması onun yüzünü Mescidi Haram yönüne döndürmesi anlamına gelir. "Yüzü Mescidi Haram yönüne döndürme" eylemi sadece Namaz için geçerli bir emir telakki edilir hale geldiği için , bir yerlerde yanlış yapıldığını farkeden bir kısım insan, bu hatayı düzeltmek veya doğru olanı yerine koymayı çalışmak yerine, olanı toptan kaldırmak düşüncesi içine girerek , Kıble , Namaz , Hacc gibi kelimeler ile ifade edilen şeyleri red yoluna gitmektedirler.
"Namaz" , Salat kavramı içinde bir cüz olup , kulun belirli vakitlerde Rabbine karşı olan tezellülünü şekilsel olarak ifade ettiği bir eylemdir. Bu gün her ne kadar içi boşaltılmış bir ibadet olarak yerine getiriliyor olmuş olması , onun Tevhidi bir eylem olduğunun şuuruna vakıf olduğunun unutulmasını gerektirmemektedir. Bu ibadetin en önemli boyutu birlikteliğin , ve kardeşliğin dışa vurumudur. Bu ibadette öne çıkan unsurlardan birisi de, belli bir yere yönelmek ile ortaya çıkmaktadır.
Yeryüzünde Tevhidin sembolize edildiği "Allahın Evi" yani küfrün karanlığından kaçarak nura kavuşulan bir yapı olarak inşa edilen "Kabe" bu yönelmenin yapılacağı tek mekandır. Hayatının her anında Allah (c.c) nin onun için beyan ettiği hükümlere tabi olarak yüzünü ona döndürdüğünü deklere eden kul , aynı deklereyi Namazında oraya yönelerek bir kere daha teyid eder.
Bu bağlamda , Namazda Kabeye yönelmek şeklinde direk bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle , "Nereye canım isterse dönerim" düşüncesi içinde olan bir takım kişilere rastlamaktayız. Namaz ritüel olarak yapılan bir takım eylemlerden ibaret olduğuna , bu eylemlerden amacın Allah kul olduğumuzu deklere etmek olduğuna göre, yöneldiğimiz yön tabi olduğumuz İlah ve Rabbın Yeryüzündeki sembolik evine doğru olmalıdır ki , kime sığındığımızı şekilsel olarak topluca dosta ve düşmana gösterelim.
Şurası unutulmamalıdır ki Kur'an, "Resimli Namaz Hocası" şeklinde bize herşeyi tarif etmesi gereken bir Kitap değildir. "Namazda Kabeye yönelin şeklinde bir emir Kur'anda bulamıyorum" diyen birisi , ya Kur'anın mesajından habersiz bir cahil , ya da Kur'anın mesajından haberdar olan bir haindir bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Özellikle Salat ve Kıble kavramları üzerinde oynanmak istenen bir takım oyunlara bazı yazılarımızda dikkat çekmeye çalıştığımızı burada hatırlatarak , bu kavramların önemini bizlerden daha fazla kavrayan düşmanların, bu kavramlar üzerinde "Kur'an merkezli düşünce" postuna bürünerek içten içe nifak çıkarmak istediklerini dikkati çekmek istiyoruz.
"Kıble" kavramı sosyolojik bir olgu olup , aynı düşünce etrafında birleştiklerini iddia edenlerin , bu iddialarını kendi aralarında ve başkalarına karşı bir göstermelerinin sembolik bir ifadesidir. Namaz ibadeti , Müslümanların kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin tek yürek olmanın bir ifadesi olarak günde 5 vakit tekrarlanmaktadır. Bu ibadeti yapanların farklı noktalara yönelmiş olması veya farklı noktalara yönelme gayretleri , bu ibadetten kast edilen anlamın anlaşılamamış olmasının bir sonucudur.
"Kıble" kavramı bütün düşünce sistemlerinde var olan bir olgu olup , her düşünce sistemi kendi düşüncesinin ilhamını aldığı İlahına belirli zamanlarda yönelerek iman tazelerler. Aynı inanca mensup olduğunu iddia eden bir kimse , herkesin yöneldiği yönün tersine veya o düşünceye aykırı olarak herhangi bir görüş beyan ettiği takdirde genel geçer Kıbleye uymamış olur. "Nereye istersem uyarım" mantığı birlikte düşünme ve hareket etme mantığına uymayan bir davranış olarak hiç bir düşünce sisteminde kabul edilir bir davranış değildir.
KIBLE AYETLERİ
Bu bağlamda Bakara suresi içindeki , Kıblenin değişimi ile ilgili Ayetler üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. İlgili Ayetlerin tarihi arka planını kısaca hatırlayacak olursak , Mekke den Medineye hicret eden Muhammed (a.s) ın Mekke de iken yöneldiği Mescidi Haram yönüde değil , rivayetlerden Kudüs olarak öğrendiğimiz yöne dönmekteydi.
Bu konu ile ilgili olarak şöyle bir problem vardır; Muhammed (a.s) Mekke de iken yöneldiği Kabe'nin yerine, Kudüse yönelmesi için Kur'an içinde buna delalet edebilecek net bir Ayet görülmemektedir. Gayri metluv vahiy düşüncesine sahip olanlar , bu durumun gayri metluv vahiy ile gerçekleştiğini iddia etmekte olmalarına karşın böyle bir durumun vaki olmadığını düşünmekteyiz.
Mekke de nazil olan İsra s. nin 1.ve 8. Ayetler arasının mesajını okumaya çalıştığımızda , bu Ayetlerin Muhammed (a.s) için bir hicret hazırlığı ve hicret edeceği yerde karşılaşacağı kavim olan İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin verilmesi olarak okumak mümkündür. Musa (a.s) a verilen Kitap ile kendisine verilen Kitabın ortak bir kaynağı olduğunu bilen Muhammed (a.s) , bir rivayete göre daha Mekke de iken, bir başka rivayet göre Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelmiştir. Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmaktan çok , rivayetlerin ortak yönü ve Kur'anın desteği ile , Muhammed (a.s) ın Medinede Kabe den farklı bir yöne yönelmiş olduğudur.
Bakara s. 115. Ayetinin Kabe harici bir yöne yönelmesi konusunda vahyin onayı olduğunu düşünmekteyiz. Bu Ayeti günümüzde "Canım nere isterse oraya dönerim" düşüncesinde, olanlar kendi düşüncelerine destek olan bir Ayet zannı ile okumakta olmalarına rağmen , onlara sözümüz Ayetleri bağlam ve siyak sibak dahilinde okumalarıdır.
[002.115] Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
Bakara s. 144. Ayeti, Kıblenin değişimi ile ilgili bir Ayet olup , bu Ayetin tefsiri ile ilgili bazı bilgileri hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Bu Ayet ile ilgili tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın döndüğü yerden memnun olmayarak , yeniden Kabeye dönmek için vahiy beklediğini , "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz." cümlesinden çıkarmaktadırlar , bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz;
Muhammed (a.s) bir Elçidir , vaizfesi Rabbinin ona vahyettiklerini muhataplarına iletmektir. İçide bulunduğu durumdan hoşnutsuz olması gibi bir şeyin olması mümkün değildir. Kıblenin Kudüs yönüne döndürülmesi ile ilgili olarak net bir Ayet olmaması, bu konuda Elçinin içtihadının rol oynadığı kanaatini uyandırmaktadır. Kudüs yönünden eğer memnun değilse Elçinin vahiy beklemesine gerek olmadığını , nasıl Kudüse yöneldiyse , aynı şekilde Mekkeye yönelebilirdi .
Ayet içindeki " Tekallube" kelimesinin, El müfredattaki anlamına baktığımızda bu kelimenin "Çevirip durmak" şeklinde anlamı olduğu gibi , "Tasarrufta bulunmak" anlamına da sahip olduğunu görürüz. "Sema" kelimesini , vahy ile alakalandırırsak bu cümlenin , "Senin yüzünü vahye çevirdiğini görüyoruz" şeklinde bir anlam kurarak , Muhammed (a.s) ın memnuniyetsizlik gibi bir duruma sokmaktan kurutulmuş oluruz. Ebu Müslim İsfahani bu konuyla ilgili olarak " yüzünü göklere döndürmesi duadır" diyerek daha doğru bir yaklaşım sergilemiştir.
Bakara s. 143. Ayeti , Kıblenin sosyolojik boyutu olan , birlik ve beraberlik işareti olmasına işaret etmektedir. Aynı Kıbleye dönmekte tereddüt gösterenler için kullanılan "Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir" cümlesi , bu gün " Canım nereye isterse oraya dönerim" şeklinde kafasına göre takılmak isteyenler için düşünülmesi gereken bir cümledir.
Kıble ile ilgili Ayetleri şöyle bir sıra dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz.
[002.142] İnsanların beyinsizleri, «Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler; de ki: «Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir».
[002.144] Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
[002.143] Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
[002.146] Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[002.147] Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[002.148] Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
[002.149] Nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbından bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] [IK] Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede olursanız, yüzünüzü o yana döndürün, Ta ki, zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.
Sonuç olarak; "Kıble" kavramı,"Salat" kavramı gibi Mümin olsun olmasın her insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her insan , yaşamı içinde mutlaka bir inanç sistemine dahil olarak hayatını devam ettirir. Dahil olduğu inanç sisteminin belirlenmiş kuralları olup bu kurallara uymak zorunluluğu herkes için geçerlidir. Kişinin bu kurallara uyması , onun "Yüzünü döndürmesi" anlamına gelip , yüzünü döndürdüğü yerin adı "Kıble"dir. Bu kavram Müslümanın lügatında sadece belirli vakitlerde Mekke şehrinde bulunan Kabeye dönmek şekilde hayat bulmuş olsa da , olması gereken hayatının her anında bu tür yönelimi gerçekleştirmesidir. Bu yönelim 24 saat Kabeye doğru yüzünü döndürmek şeklinde değil , 24 saatinin her anında Allah (c.c) nin onun için vaz ettiği kurallar çerçevesinde hareket etmekle gerçekleşir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)