Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlarına bakıldığında o kıssalarda öne çıkan olay, adı geçen kavmin kendilerine gelen elçiyi ret etmeleri yüzünden helak edilmiş olmasıdır. Helak kavramı gündeme geldiğinde ise, bu helak edilişin sadece o kavimler ile mi sınırlı olduğu, yoksa helakın devam eden bir süreç olup olmadığı tartışma konusudur.
Kavimlerin helak edilişinin toplumsal bir yasa olduğunu, Allah (c.c) nin tarih boyunca bu yasayı hak eden kişi ve toplumlara gerektiği zaman işlettiğini hesaba kattığımızda, helak dediğimiz olay kıyamete dek sürecek olan bir toplumsal yasadır ve bu yasa hak eden herkes için eşit şekilde işlemeye devam edecektir. Bu yasanın literatürdeki adı bilindiği üzere SÜNNETULLAH tır ve bu yasada asla değişme olmayacağını, yani kıyamete değin süreceğini Rabbimiz bizlere haber vermektedir.
Helak dediğimiz şey sadece gökten insanların başına taş düşmesi gibi olaylarla gerçekleşmez. Bu anlatım Kur'an'ın din dilinin gereği olarak kullandığı bir üsluptur. Bizim için helak olaylarının asıl bakmamız gereken yönü nasıl ve ne şekilde olduğu değil, NEDEN gerçekleştiği yönü olmalıdır. Böyle bir bakış açısı, nedenler üzerinde yoğunlaşacağı için, bir toplum ve kişilerin sahip oldukları işleyen düzenlerinin artık işlemez olması, onlar için bir nevi helak olarak görülmelidir.
Tarihte bu değişmez yasanın uygulandığı kişilerden bir tanesi de bilindiği üzere KARUN dur. Bu kişinin öne çıkan özelliği ise akıl almaz zenginliği olup, onun bu serveti kendisini yıkımdan kurtaramamıştır. Karun'un helakına sebep olan en önemli şey ise, servetini yanlış yolda kullanmış olmasıdır. Onun kıssasının anlatıldığı Kasas s. 76-83. ayetlerde bu konu detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Karun kıssası bize neden anlatılmaktadır?.
Bu soruya verilecek en kısa cevap, "Onun arkasından gelecek olan ve servetini doğru yolda kullanmak yerine, yanlış yolda kullanmak sureti ile yeni bir Karun olmak hevesi güdenlere ibret olması için anlatılmaktadır" şeklinde olacaktır. Dünyanın kuruluşundan beri sahip oldukları mal ve serveti yanlış yolsa kullanan nice Karun'lar helak olmuş, ve bu helak oluş kıyamete değin sürecektir.
Bu günlerde Türkiye gündeminde konuşulan önemli olaylardan bir tanesi Doğan Medya Gurubu adı bildiğimiz, Aydın Doğan adlı kişinin medya sektöründe sahip olduğu bütün yayın organlarını satma kararı almasıdır. Bu sadece normal bir satış kararı değil, bir kuruluşun artık helak olduğunun göstergesidir.
Peki bu olayın helak oluş ile ilgisi nedir?.
Aydın Doğan, Türkiye'nin medya sektörü denildiğinde akla gelen ilk ve tek isimdir. Bu isim kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin yıllarca kaderini elinde tutmuş, siyasal iktidarın ve ekonomik hayatın belirlenmesinde önemli rol oynamış, sahip olduğu medya sektörünü silah gibi kullanarak istediğini vezir, isteğini ise rezil etmiş bir isimdir. Bu isim sahip olduğu gazete, dergi ve tv kanallarında yaptığı yayınlar ile kendisini Türkiye'nin yönlendiricisi olarak görmüş, elindeki gücü bu yönde kullanan bir nevi ÇAĞDAŞ BİR KARUN'DUR.
Şimdi bu çağdaş Karun, yeni aldığı bir kararla, yaşlandığını ileri sürerek elindeki bütün medya gücünü satacağını bildirmektedir. Onun böyle bir satış karar alması ne anlama gelmektedir?.
Dünyanın hiç bir ülkesinde böylesine güçlü bir kuruluş, ani bir kararla asla varını yoğunu satmak sureti ile kendisinin tarih sahnesinden çekmez. Bu tür kuruluşlar kendilerinin devamını sağlayacak bir veliaht mutlaka yetiştirir ve babadan oğula geçiş ile dünya sahnesindeki varlıklarını uzun yıllar sürdürmeye çalışırlar.
Bugün dünyanın kaderi üzerinde etkili olan ve istediklerini yapabilme gücüne sahip olan kuruluşlara baktığımızda, bu kuruluşların uzun yıllar bir nesilden nesile devam ettiklerini görebiliriz. Doğan Medya adındaki kuruluşun böyle bir karar alması büyük şaşkınlığa neden olmuş, Aydın Doğan gibi bir ismin neden nesilden nesile sürebilecek bir kuruluşu satma kararı alarak Türkiye'nin kaderi ile oynama sevdasından vazgeçtiği merak konusu olmuştur. Çünkü artık belirli bir zamandan sonra bu gibi kuruluşların para kazanma sevdası ikinci plana düşerek, birinci plana kazandıkları bu paralar ile ülkeleri istedikleri gibi dizayn etmek ve o ülkelerde kalıcı olabilmek sevdaları öne çıkar.
Bu gibi kuruluşların başlarında olan kişiler, isimlerinin ilelebet yaşamasını arzu etmelerine rağmen, Aydın Doğan isminin artık bundan sonra sadece öldüğü zaman duyulacak olması, onlar için büyük bir yıkım ve helak olmaktan başka bir şey değildir.
Yıllar öncesine geri döndüğümüzde, Türkiye'de şu anda mevcut siyasi iktidarın yerinde başka bir siyasi iktidar olduğunu, bu siyasi iktidarı istediği gibi yönlendiren en önemli kuruluşların başında ise Aydın Doğan isminin geldiğini görebiliriz. Dün siyasal iktidar tarafından hor görülen ve zulme ve baskıya maruz kalan insanların ise, bugün iktidar olduğunu ve dün kendilerine zulüm ve baskı yapanlara hesap sormaya başladığını da görmekteyiz.
Yani keser dönmüş sap dönmüş bir gün gelmiş hesap dönmüş, dün iktidar olanların bugün ellerindeki güç gitmiş, bu güç ise dün zulme maruz kalanların eline iktidar gücü geçmiştir.
Bugün mevcut iktidarın yaptığı icraatlardan bir tanesi, dün kendilerini bazı sıkıntılı durumlara maruz bırakanlardan hesap sormaya başlamak olmuş, hesap sorulanlardan bir tanesi de Aydın Doğan adlı kişidir. Mevcut iktidar bu kişinin elini kolunu öyle bir bağlamıştır ki çareyi bir şekilde kaçmak yolunda bulduğu, varını yoğunu satma kararı almasından anlaşılmaktadır.
Meselemiz sadece bu kişinin varını yoğunu satarak helakının gerçekleşmiş olması değildir. Bu durumun bir diğer yönü ise bu kişinin sattığı medya gurubunu, bir başka kişinin yani bir başka Karun'un alacak olmasıdır. Yani bir Karun yerin dibine batacak ama, başka bir Karun sahnede yerini alacaktır.
Burada kısaca Türkiye'de mevcut olan gazete, dergi, tv gibi yayın organlarının genel durumuna dikkat çekmek gerekmektedir.
Türkiye'de mevcut olan gazete, dergi, tv kanalı gibi yayın organlarının sadece o işi yapan kişi ve kuruluşlara ait olmadığı, holding çatısı altında toplanan şirket kuruluşların sahip oldukları şirketler arasında basın yayın alanı da bulunduğu bilinmektedir.
Bu holdingler sahip oldukları basın yayın kuruluşları ile halkı haber ve olaylar konusunda tarafsız olarak bilgilendirmeyi değil, Algı Operasyonu olarak bildiğimiz yöntem ile insanların olaylara kendilerinin baktığı perspektiften bakmalarını sağlamak amacı güttüğü de bilinmektedir.
Türkiye'de çıkan adı sanı duyulmamış bir kaç dergi gazete haricinde bütün yayın organları böyle bir amaç güderek insanları kendi amaçları doğrultusunda sürü haline sokmayı hedeflemektedir.
Türkiye genelindeki gazete, dergi, tv kanallarına baktığımızda bunların 1- İktidar yanlısı, 2- İktidar karşıtı olmak üzere 2 ana guruba ayrıldığı görülmektedir. İktidar yanlısı yayın organları ne olursa bütün yapılanları doğru ve güzel göstermek sureti ile insanların mevcut iktidara olan desteğini sağlamak, iktidar karşıtı yayın organları ise ne olursa olsun bütün yapılanları yanlış ve çirkin göstermek sureti ile insanların mevcut iktidarı desteklememelerini sağlamayı amaçlamaktadırlar.
Hasılı Türkiye'de objektif ve sadece hak ve haklıdan yana olan bir yayın organı bulmak imkansızdır. Hak ve haklı olmaktan anladıkları şey, sadece borusunu öttürdükleri kişi, holding ve siyasi partinin mevcut olan görüşleridir.
Dün Aydın Doğan adlı kişi tarafından kendi dünyevi menfaatleri doğrultusunda kullanılan basın yayın organları, bugün onları satın alan bir başka kişi tarafından kendi dünyevi menfaatleri doğrultusunda kullanılmak sureti ile Türkiye'nin kaderini elinde tutma mücadelesine devam edeceklerdir. Değişen şey sadece isimler olacak ama Karunluk aynı şekilde devam edecektir.
Ama unutulan bir şey var ki o da Allah'ın sünnetinde yani toplum ve kişilere uyguladığı toplumsal yasada asla değişiklik olmayacağıdır.
Dün Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve iktisadi hayatına yön verecek kadar kuvvetli olan, fakat bugün artık o gücünü yitirmiş olan birisinin yerini, ondan satın aldığı basın yayın kuruluşlarını aynı amaçlar doğrultusunda kullanacak olan bir başkası alacaktır. Fakat bu kişinin akıbeti de Aydın Doğan'dan farklı olmayacak, ilerleyen zamanlarda Türkiye'nin değişecek olan siyasi şartları gereği, bu holding de gücünün elinden gitmesine Aydın Doğan gibi helak olmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak: Kur'an'da geçen helak kavramını Allah (c.c) nin toplum ve kişilere uyguladığı değişmez toplumsal yasalar çerçevesinde düşündüğümüzde, bu helakın kıyamete kadar süreceği ortaya çıkmaktadır.
Kur'an'da anlatılan Karun kıssasının ana mesajı, onun sahip olduğu konumda olanların dünyanın hangi zaman dilimi ve mekanında yaşarlarsa yaşasınlar, aynı şartları yerine getirdiği zaman, helak edilmeyi hak ettiğidir.
Türkiye'de basın yayın alanında sahip olduğu güç ile çağdaş bir Karun olduğunu söyleyebileceğimiz Aydın Doğan'ın, sahip olduğu kuruluşları satmak zorunda kalması, onun bir nevi helak oluşu anlamındadır. Onun bu şekilde helak olması, aynı yolu izleyen diğer Karun'lar için bir ibret vesikasıdır.
Dün iktidara dayanarak elde ettiği gücün bugün elinden gitmiş olması, bugün iktidara dayanarak onun sahip olduğu güce özenenlere ibret olmalı, iktidar gücü ellerinden gittiği zaman Aydın Doğan'ın düştüğü duruma düşeceklerini asla hatırdan çıkarmamalıdırlar.
Mal ve servetin dünya hayatının geçici bir menfaati olduğunu, bunlara sahip olanların bu serveti doğru yolda harcamaları gerektiği, aksi yolda hareket edenlerin başına neler geleceği Karun örneğinde haber verildiği asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Helak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Helak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
24 Mart 2018 Cumartesi
19 Mart 2017 Pazar
BORÇLU YAŞAM: Fertlerin ve Toplumların Yeni Helak Sebebi
Yolun doğru olması anlamına gelen El Kasdu kelimesinden türemiş olan İKTİSAD , ifrat ve tefrit, israf ve cimrilik arasında bir harcama yolu tutturmak anlamına gelmekte, kişi ve toplumların ayakta kalabilmesi bakımından düşündüğümüzde, yaşayan her kişi ve toplumlar için hayati öneme sahip olan bir kelimedir.İsra s. 29. ayetinde verilen yaşam ölçüsü, kişi ve toplumların hayatlarının her safhasında dikkate almaları gereken bir düstur olarak tüm zamanlara mesajlar taşımaktadır.
[017.029] Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
Kişinin geliri ve gideri arasında denklik kurmak sureti ile, bütçesini gelirine göre ayarlaması, İsra s. 29. ayetinde haber verilen duruma düşmemesi anlamına gelecektir. Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların yıkıma uğraması ise toplumsal bir yasa, yani Sünnetullahtır.
Kur'an kıssalarını okuduğumuzda, bu kıssalarda kendilerine gelen elçileri ret eden bazı kavimlerin helak edildiklerini görmekteyiz. Helak edilen bu kavimlerin helak ediliş biçimlerini dikkate alarak yapılan kıssa okumalarında, bu helaklerin bugün de devam edip etmediği konusu tartışılmakta, bir kısım insan helakin devam eden bir süreç olmadığını iddia etmektedir.
Halbuki yapılan okumalarda, kavimlerin nasıl helak edildiklerinin değil , NEDEN HELAK EDİLDİKLERİ dikkate alınmış olsaydı, bu tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır, kavimlerin helaki ile toplumsal yasaların (Sünnetullah) bağı kurulur, bu yasalarda değişme olmadığı dikkate alındığında ise, helakin devam eden bir süreç olduğu anlaşılarak bu helaktan kurtulmanın çareleri aranabilirdi.
Çağdaş dünya insanını bekleyen yeni helak biçimi İKTİSADİ HELAK
Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların, yaptıkları hatalar sonucunda yıkıma uğramalarının evrensel bir yasa olduğu, yaşadığımız ülkedeki bazı ekonomik verilere bakıldığında açık seçik görülmektedir. Bu iddiamızın ne kadar gerçekçi olduğu, ülkede kaç milyon kişinin kredi kartı taşıdığı, kaç milyon kişinin kredi kartı borçlusu olduğu, kaç kişinin bankalara borçlu olduğu, kaç kişinin hakkında bankalar tarafından haciz işlemi başlatıldığı, kaç ailenin ekonomik meseleler yüzünden dağıldığı, kaç kişinin kredi kartı borcunu ödemek için hırsızlık yaparken yakalandığı, kaç kişinin borç yüzünden fuhşa sürüklendiği dikkate alındığında, bugün içinde bulunduğumuz durumun adı, İKTİSADİ HELAKtan başka bir deyim ile izah edilemez.
Ülke insanının önce nasıl bu hale geldiğini tespit etmek, bu halden nasıl çıkılabileceğinin de yolunu gösterecektir.
Bankalar bilindiği üzere para alım satımı yapan, yaptıkları bu alım satımlar üzerinden faiz alan ve faiz veren kuruluşlardır. Her kuruluş gibi bankalarda ayakta kalabilmek için, para alış verişi yapmak ve faiz yolu ile kar etmek zorundadırlar. Allah (c.c) nin faizi haram kılmış olduğu her Müslüman tarafından bilinmekte olup, bankalar tarafından yapılan para alış verişi, İslam açısından bakıldığında meşru bir kazanç şekli değildir. Bazı Müslümanlar tarafından ortaya atılan banka faizinin haram olmadığı yönündeki düşüncelerin, haramı helal yapmaya yönelik yasağı delme çabalarının bir ürünü olduğunu burada kısaca hatırlatmak istiyoruz.
Kapitalist sistemin mabetleri olarak nitelenebilecek olan bankaların ayakta kalması, bu bankalar ile para alış verişi yolu ile ilişki kuracak olan insan sayısının çokluğuyla yakından alakalıdır. Bankaların, kendileri ile ilişki kuracak insan sayısını çoğaltarak, insanların onlardan para almasını sağlamak için bir takım yollara başvurduğu da bilinen bir gerçektir.
İnsanların Allah (c.c) tarafından Geçici bir oyalanma olarak tabir edilen dünya hayatına olan aşırı ilgileri, onların Dünya Malı olarak özetleyebileceğimiz şeylere olan isteklerini de artırmıştır.
[017.026-7] Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Savurganlığı ve cimriliği yasaklayan bir dinin mensubu olarak, yaşamlarına daha fazla dikkat etmeleri gereken Müslümanların bir kısmı, maalesef dünyevileşmenin getirdiği hayat tarzını benimsemiş, lüks ve israf konusunda başkaları ile yarış haline girmiştir. Lüks ve israfa dayanan bir yaşamı tercih edenler için para, haliyle en çok ihtiyaç duyulan bir madde haline gelecektir. Bu ihtiyacın karşılanması için ise bankalar hazır beklemekte, para ihtiyacı olanların yardımına koşmak için!! her an fırsat kollamaktadırlar.
Bankaların kredi reklamları ile aldanan insanlar, bu krediler ile diğer insanlardan aşağı kalmamak için tatile koşmakta, arabasını veya telefonunu yenilemekte, aldıkları kredi ile bir kaç hafta tatil yaparak, aldıkları yeni araba ve yeni telefonu ile dostlarına karşı övünen insanlar, aldıkları krediyi ödemek için bütün yıl borç ödeyerek, gelecek senenin tatil hayalini veya çıkacak olan yeni model telefonun veya arabanın hayalini kurmaktadırlar.
Reklam yolu ile algı üreterek insanların rahat, kolay, çağdaş yaşamlarını sağlamak için onlara en kolay biçimde krediler vermek için yarışan bankalara boynunu kaptıranlar için, artık çağdaş bir kölelik devri başlamıştır. Maaşını almak için bankamatiklere gelen bir çok kişinin, maaşını aldıktan sonra yaptıkları ilk işleri, aylık kredi kartı borçlarını ödemek olmaktadır. Maaşını alarak kredi kartı borcunu ödeyebilenler bir bakıma şanslı sayılmaktadır. Kredi kartı borcu olup ta, onu ödemek için para bulamayanları ise daha kötü ve zor günler beklemektedir.
Bugün artık kölelik farklı bir şekle bürünerek işlevini sürdürmektedir. Bankaların süslü ve boyalı reklamlarına aldanarak, ihtiyaçları olmadığı halde, başkalarına özenerek lüks ve ihtişamlı bir hayat sürmek isteyenler bankaların kapılarını aşındırmakta, onlarda aldıkları faizli kredileri ödemek için kazançlarını bankalara ipotek ettirmektedirler.
HARCAMALAR KAZANILACAK PARADAN DEĞİL KAZANILMIŞ PARADAN YAPILMALIDIR.
İnsanların iktisadi hayatlarının bozulmasının en önemli sebebi, onların kazandıkları parayı değil, kazanacakları paraya harcamalarıdır. Kazanmadıkları para üzerinden borçlanan insanlar, bazı nedenlerden işlerini kaybettikleri zaman onları artık daha zor günler beklemektedir. Geçmişte kazanarak biriktirdiği parayı değil, gelecekte kazanacağı parayı harcayarak borçlanan insanların bütün hayatı bankalar tarafından ipotek altına alınarak bir nevi köle durumuna sokularak geçmektedir.
Gelir gider dengesini tutturmak devletler için de hayati derecede önemlidir. Gelirleri ile giderleri arasındaki dengeyi sağlayamayarak bütçe açığı veren ülkeler, bu açığı borç almak yolu ile kapatmak zorunda kalmaktadırlar. Diğer ülkelerden borç alarak, bütçe açıklarını kapatmaya çalışan ülkeler, borç aldıkları ülkelere mahkum durumda kalarak, onların boyunduruğu altına girerek, emirlerini tatbik etmek zorunda kalmaktadırlar.
Aldıkları borçları ödemekte sıkıntı çeken devletler, bazı kuruluşlarını satarak elde ettikleri gelir ile borçlarını kapatmak yolunu seçmektedirler. Bu devletlerin sattıkları kurumları alanlar ise, borç aldıkları zengin ülkelerin şirketleri olduğunu dikkate aldığımızda, ülkelerin işgalinin artık askeri yolla değil, ekonomik yolla gerçekleştirildiği gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.
Güçlü ülkeler, kendilerinden güçsüz olan ülkelerin kaynaklarını sömürmek için askeri yönteme ek olarak Ekonomik işgal yöntemine başvurmakta, bu yöntem ise, hem sömüren ülke hem de sömürülen ülke tarafından daha kolay bir şekilde gerçekleşmektedir.
Türkiye'nin I.M.F adı ile bildiğimiz kuruluştan borç almak zorunda kaldığı zamanlarda, bu kuruluş vereceği borcu nasıl kullanmamız gerektiğini bize dikte eder, eğer kabul edersek borcu verir ve emirlerinin uygulanıp uygulanmadığını kontrol ederdi. Verdiği borcun kalkınmamızı sağlayacak şekilde kullanılmaması, bu kuruluşun ilk emri olduğunu o günleri hatırlayanlar çok iyi bilecektir. Çünkü I.M.F adlı kuruluşun verdiği borç eğer ülke kalkınmasında kullanılacak olursa, ülke bu kuruluştan borç almak zorunda kalmayacak, dolayısı ile bu kuruluşlar ülkemiz sömürülerini gerçekleştirmekte zorluğa düşeceklerdir.
BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI DEĞİL YİĞİDE VURULAN BİR PRANGADIR.
İnsanlar ve devletler için asıl olan borçsuz bir yaşam olup, borcu olmayan kişi ve devletler, kimseye karşı boyun eğmek zorunda kalmayacaktır. İnsanların ekonomik yönden felakete sürüklenmesinin sebebi, onların lüks tüketim için bankalardan aldıkları faizli krediler olduğuna göre, bu felakete uğramamak için İhtiyaç kredisi adı altında verdikleri, aslında lüks tüketimi artırmak amaçlı olarak alınan kredi alış verişini kesmek zorundadırlar. Bankalara mahkum kalmamak için ise, kazanacağımız paradan değil, kazandığımız paradan harcamak yoluna gitmek tek çıkar yoldur.
[020.131] Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.
Bizden daha üst gelir gurubuna mensup insanların yaşam tarzlarına özenerek onlar gibi yaşamak arzusu, insanların iktisadi dengelerinin bozulmasına sebep olan en büyük etkendir. Herkes kazandığının kendisine sağladığı yaşam tarzına razı gelen bir yaşam sürecek olsa, borç almaya kimsenin ihtiyacı olmayacağı gibi, bankalara kölelik gibi bir durum da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Bankalar tarafından yapılan reklamlar, maalesef insanların borçlu olarak yaşaması gerektiğini, onların şuur altlarına işleyen algı operasyonları olup, asıl olan borçsuz bir yaşam olması gerekirken, bankalar bu durumu ters çevirerek borçlu yaşamı insanlara empoze etmekte, borçsuz bir insanı, hele hele kredi kartı olmayan bir insanı, çağ dışı kalmış yabani bir insan gibi göstermek sureti ile, insanları kurdukları bu tuzaklara düşürmektedirler.
Bankalar para satmayı esas alan kuruluşlar olup, bütün amaçları insanlara faiz karşılığı para satarak kar etmektir. Bu amaçlarına ulaşmak için her yolu meşru gören bu kuruluşların, insanların gözlerini boyamak sureti ile sundukları tuzaklara aldananların düştükleri acı durumlara bir çoğumuz şahit olmaktadır.
Müslüman olmanın verdiği şuuru hayata yansıtmak demek, kapitalist sistemin çarkları arasında ezilmeyi ret etmek demek anlamındadır. Bu sistem kendisini yaşatmak için, tüketime dayalı bir yaşam tarzını insanlara sunmakta, bu yaşam tarzının İslami literatürdeki adı ise İSRAFtır. İsrafı yaşam tarzı seçenlerin akıbeti ise, İsra s. 29. ayetinde belirtildiği üzere, dünya hayatında zelil bir duruma düşmektir.
Müslüman olmak demek, dünya malının geçici hevesine kapılmadan ahireti unutmamak şartı ile dünya hayatını yaşamaktır. Her insan güzel giyinmek, iyi yaşamak, güzel evlerde oturmak ve güzel arabalara binmek ister, ancak bu isteklerine meşru yoldan ulaşmak gerektiğini de çok iyi bilir. Onda var bende niye yok diyerek, başkalarına özenen hayatların sonu maalesef hüsran ile sonuçlanacaktır.
Sonuç olarak; Helak, Allah (c.c) nin emirleri doğrultusunda yaşamamanın getirdiği bir sonuç olup, kıyamete kadar devam edecek olan bir süreçtir. Yaşadığımız dünya içindeki helak biçimlerinden birisi, iktisadi dengeyi sağlamamaktan ötürü kişilerin ve devletlerin borçlanmak sureti ile çöküntüye uğraması, böylelikle borç aldıkları banka ve devletlere köle durumuna düşmeleri şeklinde gerçekleşmektedir.
Kişilerin ve devletlerin iktisadi dengeyi sağlayarak köle durumuna düşmemeleri, Allah (c.c) nin önerdiği yaşam kurallarına uymak ile gerçekleşecektir. Banka adı ile insanlara hizmet verdiğini iddia edenler, bu hizmeti!!! insanların iliklerine kadar sömürerek, onları kendilerine köle haline düşürmek ile yapmaktadırlar.
Bankalara köle olmamanın yolu, onların insanların şuur altlarına işledikleri lüks tüketime rağbet etmeyerek, dengeli bir yaşam sürmek ile gerçekleşecektir.
[017.029] Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
Kişinin geliri ve gideri arasında denklik kurmak sureti ile, bütçesini gelirine göre ayarlaması, İsra s. 29. ayetinde haber verilen duruma düşmemesi anlamına gelecektir. Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların yıkıma uğraması ise toplumsal bir yasa, yani Sünnetullahtır.
Kur'an kıssalarını okuduğumuzda, bu kıssalarda kendilerine gelen elçileri ret eden bazı kavimlerin helak edildiklerini görmekteyiz. Helak edilen bu kavimlerin helak ediliş biçimlerini dikkate alarak yapılan kıssa okumalarında, bu helaklerin bugün de devam edip etmediği konusu tartışılmakta, bir kısım insan helakin devam eden bir süreç olmadığını iddia etmektedir.
Halbuki yapılan okumalarda, kavimlerin nasıl helak edildiklerinin değil , NEDEN HELAK EDİLDİKLERİ dikkate alınmış olsaydı, bu tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır, kavimlerin helaki ile toplumsal yasaların (Sünnetullah) bağı kurulur, bu yasalarda değişme olmadığı dikkate alındığında ise, helakin devam eden bir süreç olduğu anlaşılarak bu helaktan kurtulmanın çareleri aranabilirdi.
Çağdaş dünya insanını bekleyen yeni helak biçimi İKTİSADİ HELAK
Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların, yaptıkları hatalar sonucunda yıkıma uğramalarının evrensel bir yasa olduğu, yaşadığımız ülkedeki bazı ekonomik verilere bakıldığında açık seçik görülmektedir. Bu iddiamızın ne kadar gerçekçi olduğu, ülkede kaç milyon kişinin kredi kartı taşıdığı, kaç milyon kişinin kredi kartı borçlusu olduğu, kaç kişinin bankalara borçlu olduğu, kaç kişinin hakkında bankalar tarafından haciz işlemi başlatıldığı, kaç ailenin ekonomik meseleler yüzünden dağıldığı, kaç kişinin kredi kartı borcunu ödemek için hırsızlık yaparken yakalandığı, kaç kişinin borç yüzünden fuhşa sürüklendiği dikkate alındığında, bugün içinde bulunduğumuz durumun adı, İKTİSADİ HELAKtan başka bir deyim ile izah edilemez.
Ülke insanının önce nasıl bu hale geldiğini tespit etmek, bu halden nasıl çıkılabileceğinin de yolunu gösterecektir.
Bankalar bilindiği üzere para alım satımı yapan, yaptıkları bu alım satımlar üzerinden faiz alan ve faiz veren kuruluşlardır. Her kuruluş gibi bankalarda ayakta kalabilmek için, para alış verişi yapmak ve faiz yolu ile kar etmek zorundadırlar. Allah (c.c) nin faizi haram kılmış olduğu her Müslüman tarafından bilinmekte olup, bankalar tarafından yapılan para alış verişi, İslam açısından bakıldığında meşru bir kazanç şekli değildir. Bazı Müslümanlar tarafından ortaya atılan banka faizinin haram olmadığı yönündeki düşüncelerin, haramı helal yapmaya yönelik yasağı delme çabalarının bir ürünü olduğunu burada kısaca hatırlatmak istiyoruz.
Kapitalist sistemin mabetleri olarak nitelenebilecek olan bankaların ayakta kalması, bu bankalar ile para alış verişi yolu ile ilişki kuracak olan insan sayısının çokluğuyla yakından alakalıdır. Bankaların, kendileri ile ilişki kuracak insan sayısını çoğaltarak, insanların onlardan para almasını sağlamak için bir takım yollara başvurduğu da bilinen bir gerçektir.
İnsanların Allah (c.c) tarafından Geçici bir oyalanma olarak tabir edilen dünya hayatına olan aşırı ilgileri, onların Dünya Malı olarak özetleyebileceğimiz şeylere olan isteklerini de artırmıştır.
[017.026-7] Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Savurganlığı ve cimriliği yasaklayan bir dinin mensubu olarak, yaşamlarına daha fazla dikkat etmeleri gereken Müslümanların bir kısmı, maalesef dünyevileşmenin getirdiği hayat tarzını benimsemiş, lüks ve israf konusunda başkaları ile yarış haline girmiştir. Lüks ve israfa dayanan bir yaşamı tercih edenler için para, haliyle en çok ihtiyaç duyulan bir madde haline gelecektir. Bu ihtiyacın karşılanması için ise bankalar hazır beklemekte, para ihtiyacı olanların yardımına koşmak için!! her an fırsat kollamaktadırlar.
Bankaların kredi reklamları ile aldanan insanlar, bu krediler ile diğer insanlardan aşağı kalmamak için tatile koşmakta, arabasını veya telefonunu yenilemekte, aldıkları kredi ile bir kaç hafta tatil yaparak, aldıkları yeni araba ve yeni telefonu ile dostlarına karşı övünen insanlar, aldıkları krediyi ödemek için bütün yıl borç ödeyerek, gelecek senenin tatil hayalini veya çıkacak olan yeni model telefonun veya arabanın hayalini kurmaktadırlar.
Reklam yolu ile algı üreterek insanların rahat, kolay, çağdaş yaşamlarını sağlamak için onlara en kolay biçimde krediler vermek için yarışan bankalara boynunu kaptıranlar için, artık çağdaş bir kölelik devri başlamıştır. Maaşını almak için bankamatiklere gelen bir çok kişinin, maaşını aldıktan sonra yaptıkları ilk işleri, aylık kredi kartı borçlarını ödemek olmaktadır. Maaşını alarak kredi kartı borcunu ödeyebilenler bir bakıma şanslı sayılmaktadır. Kredi kartı borcu olup ta, onu ödemek için para bulamayanları ise daha kötü ve zor günler beklemektedir.
Bugün artık kölelik farklı bir şekle bürünerek işlevini sürdürmektedir. Bankaların süslü ve boyalı reklamlarına aldanarak, ihtiyaçları olmadığı halde, başkalarına özenerek lüks ve ihtişamlı bir hayat sürmek isteyenler bankaların kapılarını aşındırmakta, onlarda aldıkları faizli kredileri ödemek için kazançlarını bankalara ipotek ettirmektedirler.
HARCAMALAR KAZANILACAK PARADAN DEĞİL KAZANILMIŞ PARADAN YAPILMALIDIR.
İnsanların iktisadi hayatlarının bozulmasının en önemli sebebi, onların kazandıkları parayı değil, kazanacakları paraya harcamalarıdır. Kazanmadıkları para üzerinden borçlanan insanlar, bazı nedenlerden işlerini kaybettikleri zaman onları artık daha zor günler beklemektedir. Geçmişte kazanarak biriktirdiği parayı değil, gelecekte kazanacağı parayı harcayarak borçlanan insanların bütün hayatı bankalar tarafından ipotek altına alınarak bir nevi köle durumuna sokularak geçmektedir.
Gelir gider dengesini tutturmak devletler için de hayati derecede önemlidir. Gelirleri ile giderleri arasındaki dengeyi sağlayamayarak bütçe açığı veren ülkeler, bu açığı borç almak yolu ile kapatmak zorunda kalmaktadırlar. Diğer ülkelerden borç alarak, bütçe açıklarını kapatmaya çalışan ülkeler, borç aldıkları ülkelere mahkum durumda kalarak, onların boyunduruğu altına girerek, emirlerini tatbik etmek zorunda kalmaktadırlar.
Aldıkları borçları ödemekte sıkıntı çeken devletler, bazı kuruluşlarını satarak elde ettikleri gelir ile borçlarını kapatmak yolunu seçmektedirler. Bu devletlerin sattıkları kurumları alanlar ise, borç aldıkları zengin ülkelerin şirketleri olduğunu dikkate aldığımızda, ülkelerin işgalinin artık askeri yolla değil, ekonomik yolla gerçekleştirildiği gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.
Güçlü ülkeler, kendilerinden güçsüz olan ülkelerin kaynaklarını sömürmek için askeri yönteme ek olarak Ekonomik işgal yöntemine başvurmakta, bu yöntem ise, hem sömüren ülke hem de sömürülen ülke tarafından daha kolay bir şekilde gerçekleşmektedir.
Türkiye'nin I.M.F adı ile bildiğimiz kuruluştan borç almak zorunda kaldığı zamanlarda, bu kuruluş vereceği borcu nasıl kullanmamız gerektiğini bize dikte eder, eğer kabul edersek borcu verir ve emirlerinin uygulanıp uygulanmadığını kontrol ederdi. Verdiği borcun kalkınmamızı sağlayacak şekilde kullanılmaması, bu kuruluşun ilk emri olduğunu o günleri hatırlayanlar çok iyi bilecektir. Çünkü I.M.F adlı kuruluşun verdiği borç eğer ülke kalkınmasında kullanılacak olursa, ülke bu kuruluştan borç almak zorunda kalmayacak, dolayısı ile bu kuruluşlar ülkemiz sömürülerini gerçekleştirmekte zorluğa düşeceklerdir.
BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI DEĞİL YİĞİDE VURULAN BİR PRANGADIR.
İnsanlar ve devletler için asıl olan borçsuz bir yaşam olup, borcu olmayan kişi ve devletler, kimseye karşı boyun eğmek zorunda kalmayacaktır. İnsanların ekonomik yönden felakete sürüklenmesinin sebebi, onların lüks tüketim için bankalardan aldıkları faizli krediler olduğuna göre, bu felakete uğramamak için İhtiyaç kredisi adı altında verdikleri, aslında lüks tüketimi artırmak amaçlı olarak alınan kredi alış verişini kesmek zorundadırlar. Bankalara mahkum kalmamak için ise, kazanacağımız paradan değil, kazandığımız paradan harcamak yoluna gitmek tek çıkar yoldur.
[020.131] Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.
Bizden daha üst gelir gurubuna mensup insanların yaşam tarzlarına özenerek onlar gibi yaşamak arzusu, insanların iktisadi dengelerinin bozulmasına sebep olan en büyük etkendir. Herkes kazandığının kendisine sağladığı yaşam tarzına razı gelen bir yaşam sürecek olsa, borç almaya kimsenin ihtiyacı olmayacağı gibi, bankalara kölelik gibi bir durum da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Bankalar tarafından yapılan reklamlar, maalesef insanların borçlu olarak yaşaması gerektiğini, onların şuur altlarına işleyen algı operasyonları olup, asıl olan borçsuz bir yaşam olması gerekirken, bankalar bu durumu ters çevirerek borçlu yaşamı insanlara empoze etmekte, borçsuz bir insanı, hele hele kredi kartı olmayan bir insanı, çağ dışı kalmış yabani bir insan gibi göstermek sureti ile, insanları kurdukları bu tuzaklara düşürmektedirler.
Bankalar para satmayı esas alan kuruluşlar olup, bütün amaçları insanlara faiz karşılığı para satarak kar etmektir. Bu amaçlarına ulaşmak için her yolu meşru gören bu kuruluşların, insanların gözlerini boyamak sureti ile sundukları tuzaklara aldananların düştükleri acı durumlara bir çoğumuz şahit olmaktadır.
Müslüman olmanın verdiği şuuru hayata yansıtmak demek, kapitalist sistemin çarkları arasında ezilmeyi ret etmek demek anlamındadır. Bu sistem kendisini yaşatmak için, tüketime dayalı bir yaşam tarzını insanlara sunmakta, bu yaşam tarzının İslami literatürdeki adı ise İSRAFtır. İsrafı yaşam tarzı seçenlerin akıbeti ise, İsra s. 29. ayetinde belirtildiği üzere, dünya hayatında zelil bir duruma düşmektir.
Müslüman olmak demek, dünya malının geçici hevesine kapılmadan ahireti unutmamak şartı ile dünya hayatını yaşamaktır. Her insan güzel giyinmek, iyi yaşamak, güzel evlerde oturmak ve güzel arabalara binmek ister, ancak bu isteklerine meşru yoldan ulaşmak gerektiğini de çok iyi bilir. Onda var bende niye yok diyerek, başkalarına özenen hayatların sonu maalesef hüsran ile sonuçlanacaktır.
Sonuç olarak; Helak, Allah (c.c) nin emirleri doğrultusunda yaşamamanın getirdiği bir sonuç olup, kıyamete kadar devam edecek olan bir süreçtir. Yaşadığımız dünya içindeki helak biçimlerinden birisi, iktisadi dengeyi sağlamamaktan ötürü kişilerin ve devletlerin borçlanmak sureti ile çöküntüye uğraması, böylelikle borç aldıkları banka ve devletlere köle durumuna düşmeleri şeklinde gerçekleşmektedir.
Kişilerin ve devletlerin iktisadi dengeyi sağlayarak köle durumuna düşmemeleri, Allah (c.c) nin önerdiği yaşam kurallarına uymak ile gerçekleşecektir. Banka adı ile insanlara hizmet verdiğini iddia edenler, bu hizmeti!!! insanların iliklerine kadar sömürerek, onları kendilerine köle haline düşürmek ile yapmaktadırlar.
Bankalara köle olmamanın yolu, onların insanların şuur altlarına işledikleri lüks tüketime rağbet etmeyerek, dengeli bir yaşam sürmek ile gerçekleşecektir.
16 Aralık 2016 Cuma
İsra s. 16. Ayeti : Mütref Tabakanın Toplumların Helak Olmasındaki Rolü
Toplumların Allah (c.c) ye karşı gelmeleri sonucunda helak edildiklerinin haber verildiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplumların helak olmasına öncülük eden bir takım insanların olduklarını görmekteyiz. Bu insanların öne çıkan özelliği, ellerinde maddi güç olması nedeniyle toplumda söz sahibi olmaları , bu güçlerini kullanarak toplumu istedikleri gibi yönlendirme gücüne sahip olmalarıdır. Helakın sona eren bir süreç değil , kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu dikkate aldığımızda , toplumlarda her zaman ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak, insanları kendilerinin istediği yönde kullanan bu tabakaya karşı ,her zaman teyakkuz halinde olmanın önemi ortaya çıkmaktadır.
Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez.
İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir.
[023.031-33] Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»
[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!
[011.116] Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.
[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»
[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[056.041-47] Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?
Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.
Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.
Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.
Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar.
Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.
Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar.
Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler.
Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir.
İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.
Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir.
Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.
Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.
Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar.
Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.
Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır.
İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.
Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır.
Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.
Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır.
Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.
Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır.
Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez.
İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir.
[023.031-33] Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»
[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!
[011.116] Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.
[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»
[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[056.041-47] Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?
Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.
Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.
Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.
Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar.
Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.
Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar.
Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler.
Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir.
İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.
Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir.
Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.
Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.
Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar.
Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.
Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır.
İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.
Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır.
Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.
Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır.
Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.
Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır.
Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
4 Eylül 2016 Pazar
KREDİ KARTLARI : Çağdaş İnsanın Maruz Kaldığı Yeni Helak Biçimi
Kur'an; kıssa yollu anlatımları ile geçmişte yaşamış bazı kavimlerin işledikleri suçlar sebebi ile helak edildiklerini bildirmektedir. Kur'an'ın haber verdiği bu helak olaylarını masal tadında okuyan bir kısım insan, helak olayının devam eden bir süreç olup olmadığı noktasında yapılan tartışmalar ile vaktini geçirerek, bu olayların değişmez toplumsal yasaların bir sonucu olduğu ve bu sürecin Kur'an tarafından beyan edilen aynı suçların işlendiği takdirde kıyamete kadar devam eden bir süreç olduğunu maalesef fark edememektedir.
Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Kur'an kıssalarını okuyanlar, okudukları kıssalarda anlatılan helak olaylarını, sadece o kavme ve o zamana has olaylar olarak değil, "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasaların bir gereği olarak meydana geldiğini ve bu yasaların değişmezliği dikkate alındığında, günümüzde de her an yaşanabilecek olaylar olduğu bilinci içinde okumaları gerekmektedir.
Bu bilinç içinde okunan kıssalar ibret alınacak kıssalar haline gelerek, helak edilen kavimlerin başlarına gelen helak sebebinin aynısının, bizler tarafından hayata geçirilmemesi gerektiği düşüncesi insanlarda hakim olacaktır.
Kavimlerin dünya hayatı içinde yıkıma uğraması, onların kendilerine Allah(c.c) tarafından yüklenmiş olan hayat sistemini icra etmeyerek, başkaları tarafından empoze edilen hayat sistemini yaşama geçirmeleri sebebiyledir. Bu nokta dikkate alındığında, Allah(c.c) dışındaki yaşam sistemi belirleyicileri tarafından insana empoze edilen bütün sistemler yıkıma uğramaya, dolayısı ile bu sistemleri hayatlarına geçirenler de yıkıma uğramaya MAHKUMDUR.
Faize dayalı bir yaşam, Allah(c.c) tarafından yasaklanan bir sistem olup, bu sistemi hayatlarına geçiren kişi ve bu kişilerin oluşturduğu toplumlar, faizin sebep olduğu ekonomik ve sosyal yıkımlar sebebi ile helak olmaya mahkumdur.
Helak devam eden bir süreç olduğuna göre, yaşadığımız dünya insanını tehdit eden helak biçimlerinden bir tanesi de harcamalarında orta yolu tutmalarına engel olan ve özellikle kapitalist sistemin baş aktörü faiz yuvaları olan bankalar tarafından neredeyse zorla verilen kredi kartlarının sebep olduğu helaka dikkat çekmek istiyoruz.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Kur'an kıssalarını okuyanlar, okudukları kıssalarda anlatılan helak olaylarını, sadece o kavme ve o zamana has olaylar olarak değil, "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasaların bir gereği olarak meydana geldiğini ve bu yasaların değişmezliği dikkate alındığında, günümüzde de her an yaşanabilecek olaylar olduğu bilinci içinde okumaları gerekmektedir.
Bu bilinç içinde okunan kıssalar ibret alınacak kıssalar haline gelerek, helak edilen kavimlerin başlarına gelen helak sebebinin aynısının, bizler tarafından hayata geçirilmemesi gerektiği düşüncesi insanlarda hakim olacaktır.
Kavimlerin dünya hayatı içinde yıkıma uğraması, onların kendilerine Allah(c.c) tarafından yüklenmiş olan hayat sistemini icra etmeyerek, başkaları tarafından empoze edilen hayat sistemini yaşama geçirmeleri sebebiyledir. Bu nokta dikkate alındığında, Allah(c.c) dışındaki yaşam sistemi belirleyicileri tarafından insana empoze edilen bütün sistemler yıkıma uğramaya, dolayısı ile bu sistemleri hayatlarına geçirenler de yıkıma uğramaya MAHKUMDUR.
Faize dayalı bir yaşam, Allah(c.c) tarafından yasaklanan bir sistem olup, bu sistemi hayatlarına geçiren kişi ve bu kişilerin oluşturduğu toplumlar, faizin sebep olduğu ekonomik ve sosyal yıkımlar sebebi ile helak olmaya mahkumdur.
Helak devam eden bir süreç olduğuna göre, yaşadığımız dünya insanını tehdit eden helak biçimlerinden bir tanesi de harcamalarında orta yolu tutmalarına engel olan ve özellikle kapitalist sistemin baş aktörü faiz yuvaları olan bankalar tarafından neredeyse zorla verilen kredi kartlarının sebep olduğu helaka dikkat çekmek istiyoruz.
[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
[017.026-27] Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
[017.029] Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
Yukarıdaki ayet mealleri, toplumun çekirdeğini oluşturan bireylerin yaşamları içinde ve bireylerin oluşturduğu toplumların yönetilmesinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğreten ayetlerdendir.
İnsanlar kazandıklarından fazlasını harcadıkları takdirde veya harcamaları gerektiği halde harcama yapmadıkları takdirde, yaşamın gereği olan orta yoldan sapmanın getirdiği toplumsal yasa devreye girerek insanlar dara düşmekte ve sonuçta bir nevi helaka uğramaktadırlar.
Yaşadığımız ülke bazında olaya baktığımızda, cimrilik değil israfın daha revaçta olduğu ve bu israfın en önemli aktörünün BANKALAR ve onlar tarafından kredi ve kredi kartları yolu ile tüketime zorlanan, sabit ve dar gelirli kesim olduğu görülmektedir.
Yaşadığımız ülkede hakim olan kapitalist sistemin en önemli sloganı "Harcamak, daha çok harcamak"tır. Cebinde parası olan ve harcama gücü fazla olan elit bir kesim için sorun olmayan bu sistemde en büyük zararı; sabit ve dar gelirli kimseler görmektedir.
Cebinde fazla parası olmayan fakat çeşitli algı yöntemleri ile ihtiyacı olmadığı halde "Bu ürün senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın" şeklinde çağdaş bir sihir yöntemi olan REKLAMLAR ile yapılan sihire tav olan insanların imdadına(!) bankalar "Hızır" misali(!) yetişerek, o ürünü elde etmesini sağlamaktadırlar.
Bankalar bu Hızırlığı(!) (aslında muzurluğu) tabi ki babalarının hayrına yapmamaktadırlar. Çok cazip şekillerde halka sundukları TÜKETİCİ KREDİLERİ ve KREDİ KARTLARI ile insanları gırtlaklarına kadar borçlandırarak, onları iliklerine kadar sömürmektedirler.
Faizle aldığı bu borcu sanki bedava para gibi gören kişiler, bu parayı kısa bir süre içinde harcayarak aylar ve yıllar süren zaman içinde ödemeye mahkum kalmaktadır. Üç günlük zevklerini tatmin için yıllarca borç ödemeyi göze bir insan tipi meydana gelmiş olması, yaşadığımız dünyayı karanlığa sürükleyen en büyük etkenlerden birisidir. Çünkü bu borcu ödeyemedikleri takdirde her türlü yanlışı yapabilecek bir potansiyele sahip olan insandan daha tehlikeli bir varlık yoktur.
Kredi kartları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda; bu kartlara sahip olmayanlar sanki ezik bir durumda bir kimse, bu kart ile yapılan harcamalar sanki bedava gibi bir imaj çizilmekte, cebinde en az bir adet kredi kartı olmayan insan taş devri insanıymış gibi bir his oluşturularak insanlar kredi kartı sahibi olmaya teşvik edilmektedirler.
Bu karta sahip olan insanların bir çoğu, bu kart ile sahip olunan ürünleri zamanı gelince sanki kendisi ödemeyecekmiş gibi bir hisse kapılarak çılgınca alışveriş yapmakta, ödeme zamanı geldiğinde ise bu borcu nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmektedirler. Türkiye genelinde kredi kartı borcundan dolayı icra takibine düşen kimselerin sayısını araştırdığımızda bu söylediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Gözlerini para kazanma hırsı bürümüş olan bankaların, dini bayramları dahi kullanarak "Geleneksel bayram kredisi" adı altında verdikleri faizli krediler ile insanları tatile göndermeleri veya Kurban Bayramları'nda verdikleri "Kurban bayramı kredileri" ile İslam'ın HARAM kıldığı faiz ile, İslam'ın bir rüknü olan kurban kesmeyi bir araya getirmiş olmaları "Şeytanın bile aklına gelmez" dedirtecek kadar akıl almaz ve ŞEYTANCA bir oyundur.
Allah(c.c)'ye yakın olmak için kurban kesmek isteyenlerin, bu kurbanı O'nun tarafından haram kılınmış bir yolla elde etmeye teşvik edilmesi, kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız, zalim ve canavarca olduğunun açık bir göstergesidir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, kişilerin eğer kurban kesebilecek kadar parası yoksa, bu kişiye zaten kurban mecburiyeti yoktur (kurban kesmenin vacip olduğu fıkhi bir hüküm olup ayrı bir tartışma konusudur). Kendisine kurban kesmek mecburiyeti olmadığı halde, kredi yolu ile kurban parası temin ederek kurban kesmeye çalışmak; kişiyi günaha sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kapitalist sistemin bankalar ve onlar tarafından verilen krediler ve kredi kartlarının insanları nasıl bir hale getirdiği, her gün gazete ve TV haberlerinin baş köşelerini süslemektedir.
Bu haberlere konu olmamak için yapılması gerekenler ne olmalıdır?
Öncelikle kişiler ekonomik olarak gelir-gider dengesini gözeten bir hayat üzere yaşamak zorundadırlar. Gideri, gelirinden fazla olan bireyler, zaman içinde iflas etmeye mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu durum ise kişilerin HELAK olması anlamına gelecektir.
Arabası olduğu halde başkasının arabasından daha düşük modelli olduğu için borç alarak arabasını değiştirmeye kalkan, telefonu olduğu halde daha üst model almak için borç ile telefon alan, kendilerinden daha üst gelir seviyesine sahip olan insanlara özenerek onlar gibi yaşamak için borç altına giren insanların sonları; borç batağına girerek iflas etmeleri değişmez bir ekonomik yasadır.
Geliri kadar harcamak veya harcadığından fazlasını kazanmak, kişilerin dikkate alması gereken önemli bir yaşam prensibi olmalıdır. Bu prensip ile yaşanan hayatlarda ekonomik sıkıntılar ve bu sıkıntıların meydana getirdiği sosyal sıkıntılar en aza inecek, hatta yok olacaktır.
Gelir-gider dengesinin önemini dikkate alan bir yaşam sürenleri dahi bekleyen en büyük tehlike; çağdaş sihir yolu olan reklamlar yolu ile suni ihtiyaçlar ortaya çıkarılmasıdır.
Medya yayın organları vasıtası ile oluşturulan algı operasyonları ile "İşte bu senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın." şeklinde empoze edilen sihre aldanan insanlar, bütçelerini zorlayarak o ürüne sahip olmayı kendilerine bir vazife olarak görmeye başladıkları an tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. İpin ucunu kaçıran bir bütçeye sahip olan bireyler, ipin ucunu tekrar yakalayamadıkları sürece helaka mahkum olarak yaşamaya devam edecektir.
Faizin "Haram" olduğu gerekçesi ile bankalardan kredi almaktan imtina eden Müslümanların bir çoğu, o bankaların verdikleri kredi kartlarını cüzdanlarının en nadide yerlerinde taşıyarak dolaylı olarak faize destek vermekte, kart borcunu zamanında ödememekten dolayı düştüğü faiz batağını birçok Müslüman sıradan bir olay olarak görmektedir. Bu durum biz Müslümanları, günaha karşı bir yatkınlık meydana getirmesi bakımından büyük bir tehlikedir.
Kredi kartı ile yapılan alışveriş, genelde kişilerin cebinde karşılığı olmayan bir paranın harcanması demektir. Karşılığı olup da bu karşılığı kart ile ödeyen küçük bir kesim olsa bile, çoğunluktaki kişiler bir önceki ayın borcunu diğer aya devrederek yaşamaktadır. Türkiye geneline baktığımızda "Banka kredisi veya kredi kartı borcum yok" diyebilen kişi sayısı maalesef çok azdır. Bunun en başta gelen sebebi ise lüks ve israfa dayalı bir hayat tarzını, Müslüman olsa dahi içselleştirmiş olmaktır.
Halbuki "Ben Müslümanım" diyen bir kimsenin yapması ve yapmaması gereken bir takım kurallar kendisini bağlamakta olup, bu kurallardan belki de en önemlisi lüks ve israfa dayanMAyan bir hayat tarzı sürme gereğidir. Maaleseftir ki bu lüks ve israfın başını çekenlerin biz Müslümanlar olduğunu gördüğümüzde, inancımız ile yaşamımız arasında derin uçurum ortaya çıkmaktadır.
Lüks ve israf düşkünlüğü çağdaş dünya insanı için büyük bir tehlike olup, insanları ekonomik olarak batağa çeken bir durumdur. İnsanların lüks yaşamak için hırsızlık, fuhuş gibi yasaklanan fiilleri yapmaktan çekinmediği bir ülkenin sonu HELAK olmaktır. Bu helak yaşadığımız ülke için "Geliyorum" demektedir.
Belirli zamanlarda ülke genelinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, aslında bu helakın ayak sesleri olarak görülmesi gerekmektedir. Belirli zamanlarda yaşanan ekonomik sıkıntılar insanları tedbir almaya yönelmesinin gereğini düşündürmesi açısından önemli işaretlerdir. Ancak sıkıntı anında aklı başına gelen insan, nankör tabiatının ortaya çıkması sonucunda sıkıntılardan kurtulduğunda geriye dönük bir öz eleştiri yaparak aynı hataya düşmemek yerine, eskisinden daha azgın hale gelerek geçmişteki yaşadığı sıkıntıları unutmaktadır.
Gazetelerin 3. sayfa haberlerine bir göz atıldığında; kredi kartı borcu yüzünden bunalıma girerek cinnet geçirenlerin, kredi kartı borcu ödemek için hırsızlık yapanların, kredi kartı borcu ödemek için fuhuş yapanların, lüks hayat uğruna her türlü ahlaksızlığı yapanların haberlerini her gün görmek mümkündür.
"Küresel güçler" adı verilen ve dünya genelinde bir elin parmakları kadar olan aile tarafından yönetilen yaşadığımız dünyada, bu güçlerin insan üzerinde oynadığı en büyük oyunlardan birisi; onları borçlu olarak yaşam sürmeye mahkum etmeleridir.
Daha çok kazanma temeline kurulu sistemlerinin yaşaması için sağmal inek mesabesinde olan insanlara ihtiyaç duyan bu güçler, çeşitli algı yöntemleri ile en büyük zillet olan borçlu yaşamayı sanki bir ihtiyaç ve normal bir hal gibi göstermektedirler. Dünyanın her tarafında sahip oldukları bankalar ile insanlara sundukları bu yaşamı onları kendilerine borçlandırarak gerçekleştiren bu şeytani güçler, bu yolla tüm dünyanın kanını emmektedirler.
Türkiye geneline baktığımızda; ülke içindeki bankaların bir çoğunun sahiplerinin yabancı veya yabancı ortaklı olması, faiz yolu ile ülkeleri batırmak isteyenlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları açık ve net olarak göstermektedir. Çeşitli yollarla insanları tüketime alıştıran banka sahiplerinin dünya üzerindeki sayılı birkaç aile olduğu düşünüldüğünde, küresel güçlerin az gelişmiş ülkeler üzerinde nasıl oyunlar oynadığı da ortaya çıkmaktadır.
Türkiye genelindeki sahipleri yerli olan bankaların, kişilere kredi vermek için temin ettikleri parasal kaynak yine yurt dışındaki sahipleri birkaç kişi olan bankalardır. Türkiye'nin dış borcunun büyük bir kısmının bu yolla yurt dışındaki bankalardan alınmış borçlar olduğu düşünüldüğünde işin vehameti ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki insanların, aldıkları borç ile üretime değil tüketime dayalı bir ekonomi oluşturduğunu düşündüğümüzde, küresel güçlerin isteği olan üretmeyen, dışarıdan ithal edilmiş olan malları borç para alarak tüketmeye çalışan ve bunun sonucunda her türlü yaptırımı uygulayabildikleri bir ülke portresini maalesef ülkemiz çizmektedir.
Bugün "özelleştirme" adı ile ülkenin sahip olduğu önemli kaynakların yabancılar eline geçmesinin sebebi; üretemeyen bir ülkenin düştüğü borç batağının ve bu borçtan kurtulmak için varını yoğunu satan müflis tüccar zihniyetinin bir sonucudur.
Bu müstekbirlerin oyunlarının başlarına geçmesi, ancak insana Allah(c.c) tarafından önerilen lüks ve israfa dayanmayan yaşam sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Kredi kartları yolu ile sağlanmaya çalışılan tüketim ekonomisi, kişisel bazdan başlayarak ülkeleri ekonomik çöküşe götüren yolun başlangıcı olması itibarı ile kullanımı toptan iptal edilmesi, yaşadığımız kapitalist sistemin gereği olarak belki mümkün olmayabilir ancak insanların cebinde dolaşan bir bomba haline gelmesine engel olmak yöneticilerin önemli bir görevidir.
Sonuç olarak; Türkiye geneline baktığımızda kredi kartları insanların cebinde gezdirdiği saatli bir bomba haline gelmiştir. Bankalar tarafından cazip reklamlarla empoze edilen bu kartlara sahip olmak birçok kişi için elitlik ve farklılık sembolü olarak görülmektedir. Ancak bu kartları taşıyanlar, bu kartların sahip olduğu bankalar tarafından sağılacak bir inek olarak görülmektedir.
Yukarıdaki ayet mealleri, toplumun çekirdeğini oluşturan bireylerin yaşamları içinde ve bireylerin oluşturduğu toplumların yönetilmesinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğreten ayetlerdendir.
İnsanlar kazandıklarından fazlasını harcadıkları takdirde veya harcamaları gerektiği halde harcama yapmadıkları takdirde, yaşamın gereği olan orta yoldan sapmanın getirdiği toplumsal yasa devreye girerek insanlar dara düşmekte ve sonuçta bir nevi helaka uğramaktadırlar.
Yaşadığımız ülke bazında olaya baktığımızda, cimrilik değil israfın daha revaçta olduğu ve bu israfın en önemli aktörünün BANKALAR ve onlar tarafından kredi ve kredi kartları yolu ile tüketime zorlanan, sabit ve dar gelirli kesim olduğu görülmektedir.
Yaşadığımız ülkede hakim olan kapitalist sistemin en önemli sloganı "Harcamak, daha çok harcamak"tır. Cebinde parası olan ve harcama gücü fazla olan elit bir kesim için sorun olmayan bu sistemde en büyük zararı; sabit ve dar gelirli kimseler görmektedir.
Cebinde fazla parası olmayan fakat çeşitli algı yöntemleri ile ihtiyacı olmadığı halde "Bu ürün senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın" şeklinde çağdaş bir sihir yöntemi olan REKLAMLAR ile yapılan sihire tav olan insanların imdadına(!) bankalar "Hızır" misali(!) yetişerek, o ürünü elde etmesini sağlamaktadırlar.
Bankalar bu Hızırlığı(!) (aslında muzurluğu) tabi ki babalarının hayrına yapmamaktadırlar. Çok cazip şekillerde halka sundukları TÜKETİCİ KREDİLERİ ve KREDİ KARTLARI ile insanları gırtlaklarına kadar borçlandırarak, onları iliklerine kadar sömürmektedirler.
Faizle aldığı bu borcu sanki bedava para gibi gören kişiler, bu parayı kısa bir süre içinde harcayarak aylar ve yıllar süren zaman içinde ödemeye mahkum kalmaktadır. Üç günlük zevklerini tatmin için yıllarca borç ödemeyi göze bir insan tipi meydana gelmiş olması, yaşadığımız dünyayı karanlığa sürükleyen en büyük etkenlerden birisidir. Çünkü bu borcu ödeyemedikleri takdirde her türlü yanlışı yapabilecek bir potansiyele sahip olan insandan daha tehlikeli bir varlık yoktur.
Kredi kartları ile ilgili yapılan reklamlara baktığımızda; bu kartlara sahip olmayanlar sanki ezik bir durumda bir kimse, bu kart ile yapılan harcamalar sanki bedava gibi bir imaj çizilmekte, cebinde en az bir adet kredi kartı olmayan insan taş devri insanıymış gibi bir his oluşturularak insanlar kredi kartı sahibi olmaya teşvik edilmektedirler.
Bu karta sahip olan insanların bir çoğu, bu kart ile sahip olunan ürünleri zamanı gelince sanki kendisi ödemeyecekmiş gibi bir hisse kapılarak çılgınca alışveriş yapmakta, ödeme zamanı geldiğinde ise bu borcu nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmektedirler. Türkiye genelinde kredi kartı borcundan dolayı icra takibine düşen kimselerin sayısını araştırdığımızda bu söylediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Gözlerini para kazanma hırsı bürümüş olan bankaların, dini bayramları dahi kullanarak "Geleneksel bayram kredisi" adı altında verdikleri faizli krediler ile insanları tatile göndermeleri veya Kurban Bayramları'nda verdikleri "Kurban bayramı kredileri" ile İslam'ın HARAM kıldığı faiz ile, İslam'ın bir rüknü olan kurban kesmeyi bir araya getirmiş olmaları "Şeytanın bile aklına gelmez" dedirtecek kadar akıl almaz ve ŞEYTANCA bir oyundur.
Allah(c.c)'ye yakın olmak için kurban kesmek isteyenlerin, bu kurbanı O'nun tarafından haram kılınmış bir yolla elde etmeye teşvik edilmesi, kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız, zalim ve canavarca olduğunun açık bir göstergesidir.
Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki, kişilerin eğer kurban kesebilecek kadar parası yoksa, bu kişiye zaten kurban mecburiyeti yoktur (kurban kesmenin vacip olduğu fıkhi bir hüküm olup ayrı bir tartışma konusudur). Kendisine kurban kesmek mecburiyeti olmadığı halde, kredi yolu ile kurban parası temin ederek kurban kesmeye çalışmak; kişiyi günaha sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Kapitalist sistemin bankalar ve onlar tarafından verilen krediler ve kredi kartlarının insanları nasıl bir hale getirdiği, her gün gazete ve TV haberlerinin baş köşelerini süslemektedir.
Bu haberlere konu olmamak için yapılması gerekenler ne olmalıdır?
Öncelikle kişiler ekonomik olarak gelir-gider dengesini gözeten bir hayat üzere yaşamak zorundadırlar. Gideri, gelirinden fazla olan bireyler, zaman içinde iflas etmeye mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu durum ise kişilerin HELAK olması anlamına gelecektir.
Arabası olduğu halde başkasının arabasından daha düşük modelli olduğu için borç alarak arabasını değiştirmeye kalkan, telefonu olduğu halde daha üst model almak için borç ile telefon alan, kendilerinden daha üst gelir seviyesine sahip olan insanlara özenerek onlar gibi yaşamak için borç altına giren insanların sonları; borç batağına girerek iflas etmeleri değişmez bir ekonomik yasadır.
Geliri kadar harcamak veya harcadığından fazlasını kazanmak, kişilerin dikkate alması gereken önemli bir yaşam prensibi olmalıdır. Bu prensip ile yaşanan hayatlarda ekonomik sıkıntılar ve bu sıkıntıların meydana getirdiği sosyal sıkıntılar en aza inecek, hatta yok olacaktır.
Gelir-gider dengesinin önemini dikkate alan bir yaşam sürenleri dahi bekleyen en büyük tehlike; çağdaş sihir yolu olan reklamlar yolu ile suni ihtiyaçlar ortaya çıkarılmasıdır.
Medya yayın organları vasıtası ile oluşturulan algı operasyonları ile "İşte bu senin ihtiyacın, bunu mutlaka almalısın." şeklinde empoze edilen sihre aldanan insanlar, bütçelerini zorlayarak o ürüne sahip olmayı kendilerine bir vazife olarak görmeye başladıkları an tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. İpin ucunu kaçıran bir bütçeye sahip olan bireyler, ipin ucunu tekrar yakalayamadıkları sürece helaka mahkum olarak yaşamaya devam edecektir.
Faizin "Haram" olduğu gerekçesi ile bankalardan kredi almaktan imtina eden Müslümanların bir çoğu, o bankaların verdikleri kredi kartlarını cüzdanlarının en nadide yerlerinde taşıyarak dolaylı olarak faize destek vermekte, kart borcunu zamanında ödememekten dolayı düştüğü faiz batağını birçok Müslüman sıradan bir olay olarak görmektedir. Bu durum biz Müslümanları, günaha karşı bir yatkınlık meydana getirmesi bakımından büyük bir tehlikedir.
Kredi kartı ile yapılan alışveriş, genelde kişilerin cebinde karşılığı olmayan bir paranın harcanması demektir. Karşılığı olup da bu karşılığı kart ile ödeyen küçük bir kesim olsa bile, çoğunluktaki kişiler bir önceki ayın borcunu diğer aya devrederek yaşamaktadır. Türkiye geneline baktığımızda "Banka kredisi veya kredi kartı borcum yok" diyebilen kişi sayısı maalesef çok azdır. Bunun en başta gelen sebebi ise lüks ve israfa dayalı bir hayat tarzını, Müslüman olsa dahi içselleştirmiş olmaktır.
Halbuki "Ben Müslümanım" diyen bir kimsenin yapması ve yapmaması gereken bir takım kurallar kendisini bağlamakta olup, bu kurallardan belki de en önemlisi lüks ve israfa dayanMAyan bir hayat tarzı sürme gereğidir. Maaleseftir ki bu lüks ve israfın başını çekenlerin biz Müslümanlar olduğunu gördüğümüzde, inancımız ile yaşamımız arasında derin uçurum ortaya çıkmaktadır.
Lüks ve israf düşkünlüğü çağdaş dünya insanı için büyük bir tehlike olup, insanları ekonomik olarak batağa çeken bir durumdur. İnsanların lüks yaşamak için hırsızlık, fuhuş gibi yasaklanan fiilleri yapmaktan çekinmediği bir ülkenin sonu HELAK olmaktır. Bu helak yaşadığımız ülke için "Geliyorum" demektedir.
Belirli zamanlarda ülke genelinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, aslında bu helakın ayak sesleri olarak görülmesi gerekmektedir. Belirli zamanlarda yaşanan ekonomik sıkıntılar insanları tedbir almaya yönelmesinin gereğini düşündürmesi açısından önemli işaretlerdir. Ancak sıkıntı anında aklı başına gelen insan, nankör tabiatının ortaya çıkması sonucunda sıkıntılardan kurtulduğunda geriye dönük bir öz eleştiri yaparak aynı hataya düşmemek yerine, eskisinden daha azgın hale gelerek geçmişteki yaşadığı sıkıntıları unutmaktadır.
Gazetelerin 3. sayfa haberlerine bir göz atıldığında; kredi kartı borcu yüzünden bunalıma girerek cinnet geçirenlerin, kredi kartı borcu ödemek için hırsızlık yapanların, kredi kartı borcu ödemek için fuhuş yapanların, lüks hayat uğruna her türlü ahlaksızlığı yapanların haberlerini her gün görmek mümkündür.
"Küresel güçler" adı verilen ve dünya genelinde bir elin parmakları kadar olan aile tarafından yönetilen yaşadığımız dünyada, bu güçlerin insan üzerinde oynadığı en büyük oyunlardan birisi; onları borçlu olarak yaşam sürmeye mahkum etmeleridir.
Daha çok kazanma temeline kurulu sistemlerinin yaşaması için sağmal inek mesabesinde olan insanlara ihtiyaç duyan bu güçler, çeşitli algı yöntemleri ile en büyük zillet olan borçlu yaşamayı sanki bir ihtiyaç ve normal bir hal gibi göstermektedirler. Dünyanın her tarafında sahip oldukları bankalar ile insanlara sundukları bu yaşamı onları kendilerine borçlandırarak gerçekleştiren bu şeytani güçler, bu yolla tüm dünyanın kanını emmektedirler.
Türkiye geneline baktığımızda; ülke içindeki bankaların bir çoğunun sahiplerinin yabancı veya yabancı ortaklı olması, faiz yolu ile ülkeleri batırmak isteyenlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunları açık ve net olarak göstermektedir. Çeşitli yollarla insanları tüketime alıştıran banka sahiplerinin dünya üzerindeki sayılı birkaç aile olduğu düşünüldüğünde, küresel güçlerin az gelişmiş ülkeler üzerinde nasıl oyunlar oynadığı da ortaya çıkmaktadır.
Türkiye genelindeki sahipleri yerli olan bankaların, kişilere kredi vermek için temin ettikleri parasal kaynak yine yurt dışındaki sahipleri birkaç kişi olan bankalardır. Türkiye'nin dış borcunun büyük bir kısmının bu yolla yurt dışındaki bankalardan alınmış borçlar olduğu düşünüldüğünde işin vehameti ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki insanların, aldıkları borç ile üretime değil tüketime dayalı bir ekonomi oluşturduğunu düşündüğümüzde, küresel güçlerin isteği olan üretmeyen, dışarıdan ithal edilmiş olan malları borç para alarak tüketmeye çalışan ve bunun sonucunda her türlü yaptırımı uygulayabildikleri bir ülke portresini maalesef ülkemiz çizmektedir.
Bugün "özelleştirme" adı ile ülkenin sahip olduğu önemli kaynakların yabancılar eline geçmesinin sebebi; üretemeyen bir ülkenin düştüğü borç batağının ve bu borçtan kurtulmak için varını yoğunu satan müflis tüccar zihniyetinin bir sonucudur.
Bu müstekbirlerin oyunlarının başlarına geçmesi, ancak insana Allah(c.c) tarafından önerilen lüks ve israfa dayanmayan yaşam sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Kredi kartları yolu ile sağlanmaya çalışılan tüketim ekonomisi, kişisel bazdan başlayarak ülkeleri ekonomik çöküşe götüren yolun başlangıcı olması itibarı ile kullanımı toptan iptal edilmesi, yaşadığımız kapitalist sistemin gereği olarak belki mümkün olmayabilir ancak insanların cebinde dolaşan bir bomba haline gelmesine engel olmak yöneticilerin önemli bir görevidir.
Sonuç olarak; Türkiye geneline baktığımızda kredi kartları insanların cebinde gezdirdiği saatli bir bomba haline gelmiştir. Bankalar tarafından cazip reklamlarla empoze edilen bu kartlara sahip olmak birçok kişi için elitlik ve farklılık sembolü olarak görülmektedir. Ancak bu kartları taşıyanlar, bu kartların sahip olduğu bankalar tarafından sağılacak bir inek olarak görülmektedir.
Karşılığı olmayan paranın harcanarak insanların borçlu durumuna düşürülmeleri ve bu borcu ödemeleri için her türlü yanlışı yapabilecek duruma gelmeleri, küresel güçlerin en büyük oyunlarından birisidir.
Allah(c.c)'nin insanlığa önerdiği sistem; lüks ve israfa dayanmayan, dolayısı ile insanları birbiri ile yarışır bir hale getirmeyen ve bunun sonucunda onların borç batağına girerek helak olmalarına sebebiyet vermeyen bir sistemdir.
Helak dediğimiz olay; insanların dünya hayatında elleri ile yapmakta oldukları yüzünden meydana gelen değişmez yasalar olup, bu yasalar ekonomik hayatın gereğini yerine getirmemekten ötürü bireyler ve devletler bazında da her zaman gerçekleşecektir. Bize düşen görev; bu tür bir helaka uğramamak için bize verilen görevleri yerine getirmek olmalıdır.
Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki; bir ülkenin geleceği, o ülkeyi oluşturan bireylerin ekonomik açıdan lüks ve israfa dayanmayan bir hayat sürmeleri ile yakından alakalıdır. Lüks ve israf içinde yaşayan bir toplum, borç batağından asla kurtulamaz ve geleceği her zaman küresel güçlerin ipoteği elinin altında kalmaya mahkumdur.
8 Nisan 2015 Çarşamba
Mekke'nin Helak Edilmemesi ve Sünnetullah
Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman , bu kıssalarda öne çıkan en bariz nokta, adı geçen kavimlerin helak edilmiş olmasıdır. Kavimlerin bu helakı , "Sünnetullah" dediğimiz yasalara tabi, olup "Kur'an'da adı geçen ve geçmeyen bir çok kavim için işleyen bu yasalar, Mekke için neden işlememiştir ?" sorusu, kafalara takılan sorulardandır. Yoksa Allah (c.c) Muhammed (a.s) ve Mekkeliler için yasasında değişiklik mi yapmıştır ? denilirse buna cevabımız, "Hayır" şeklinde olacaktır.
Helak edilen kavimlerin kıssalarının anlatıldığı ayetlere baktığımızda , Helak edilen kavimlerdeki müşriklerin uyguladıkları muamele , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara uygulanan muamele ile aynı olup , mecnun olduğu iddiaları , zulüm , baskı , işkence v.s her türlü yol uygulanarak Muhammed (a.s) ve ona tabi olanların yollarından dönmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu baskılar 13 sene boyunca sürmüş, Medine'li bir gurubun Müslüman olması ile Müslümanlar için yeni bir kapı açılmış, ve Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etmeye başlamış en son olarak , Muhammed (a.s) yanında Ebu Bekir (r.a) olduğu halde Medine ye hicret etmiştir.
[009.040] Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
Bir çok Ayette Mekkelilere , kendilerinden önce helak edilen kavimler örnek gösterilerek , aynı akıbetin onlar içinde meydana gelebileceği haber verilerek bu inatlarından vazgeçmeleri öğütlenmiştir.
[040.021] Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.
[027.069] De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
[030.042] De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.
Bir çok tehditlere rağmen müşriklerin baskıları sona ermez ve Muhammed (a.s) Mekkeyi terk etmek zorunda kalır.
[017.076-77] Neredeyse seni memleketten çıkarmak için zorlayacaklardı. O zaman, senin ardından onlar da ancak çok az kalabilirler.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen Bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!
[047.013] Seni çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün nice memleketler vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir yardımcı yoktu.
Yukarıda mealllerini verdiğimiz Ayetlerden , Elçinin terk ettiği bir beldenin yıkımı hak ettiği anlaşılmaktadır. Allah'ın bu sünneti'nin geçmiş kavimlerde nasıl tecelli ettiği yine Kur'an içinde beyan edilmektedir.
[011.058] Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
[011.066] Emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
[011.094] Emrimiz geldjğinde Şu'ayb'ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.
[010.073] Onu yalancı saydılar; ama Biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik, ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.
[010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
Helakın , içinde Elçilerin yaşadığı kavimler ile ilgili olan sünneti'nde , Elçi ve beraberindekilerin tamamının kavmi terketmesi sonucunda gerçekleştiği , yani helak olan beldede tek bir Mü'min olmama şartı vardır.
[051.035] Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Muhammed (a.s) ın kavmi ona bir çok kereler , kendilerine vaad ettiği azabın gelmesi ona rest çektiğini görmekteyiz.
[008.032] «Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver» demişlerdi.
Enfal s. 32. Ayetinde gördüğümüz , müşriklerin bu restlerini, yani helak edilme isteklerini Allah (c.c) şu gerekçe ile red etmiştir.
[008.033] Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir.
[008.034] Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.
Müşriklerin bu restleri , Muhammed (a.s) henüz Mekke'de onların içinde iken gerçekleştiği için , "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez" buyurulmaktadır .
Burada haklı olarak , "Öyleyse Medineye hicret ettikten sonra helak neden gerçekleşmedi?" sorusu da sorulacaktır. Bunun cevabı da aynı Ayetin içindedir , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile kast edilen "Bağışlanma dileyenler" , Müşriklerdir. Bu ayetin bazı meallerinde "Onlar" kelimesi ile kast edilenlerin iman edenler olduğu söylenmiş olsa da , ilgili ayetin siyak ve sibakı ,müşriklerin iman ettikleri takdirde azaptan kurtulacaklarını haber vermektedir.
[011.117] Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.
Allah (c.c) Muhammed (a.s) as ın hicretinden sonra Mekke'de kalan ve hicretten sonra Müslüman olmaya başlayanlar hala Mekke içinde ikamet ettiği için orayı helak etmeyeceğini beyan etmektedir.
Enfal s. 34 . Ayet , aslında bu helakı hak ettiklerini beyan ederek bunu engelleyen şeyin , Mekke'nin içindeki Müslüman nufüsun barınıyor olmasından dolayı olduğunu beyan etmektedir. Muhammed (a.s) ın kavminin toptan helak edilmemiş olması , Sünnetullah'ın işleyişinde bir istisna değil , işlemesi için gerekli olan kuralların gerçekleşmemiş olmasındandır.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı hayat sürecine baktığımızda , Sünnetullah dediğimiz yasanın , Yani Allah (c.c) nin Elçilerine ve onlara inananlara verdiği yardım sözünün onun içinde işlediği görülmektedir. Kendisinden önceki Elçiler gibi aynı görevi yüklenen Muhammed (a.s) a , aynı şekilde kendisinden önceki Elçilere uygulanan muamele yapılmıştır. Mekki Surelerde beyan edilen mücadele sürecine baktığımızda , ona sabır ve mücadeleden asla vazgeçmemesi öğütlenmektedir ve bu öğütlerin tatbikini Elçiliğinin ilk gününden son gününe kadar yerine getirmeye var gücüyle gayret etmiş ve öncekiler için geçerli olan yasanın kendisi için de işlmesine hak kazanmıştır.
Sünnetullah'ın gerçekleşmesi , Elçi ve beraberinde olan iman edenlerin göstereceği çaba ve gayret ile orantılıdır. Bu çaba ve gayreti, Mekki sureler içinde kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele ederek gösteren , Elçi ve beraberindeki iman edenler , Medineye hicretten sonra farklı bir mücadeleye girişmişlerdir. Belirli bir güce sahip olduktan sonra Müşrik ve Kafirlerin saldırılarına misli ile mukabele ederek bu çaba ve gayreti aynı şekilde göstermeye devam etmişlerdir.
13 yıl Mekke , 10 yıl Medine mücadelesini , okuyabileceğimiz en sahih kaynak olarak Kur'an içinden okumak mümkündür. Bu süre içinde Sünnetullah gereği yardıma hak kazanan Elçi ve iman edenler Mekke'yi ele geçirerek , şirk adına ne varsa yıkmışlar ve Tevhidin zaferini ilan etmişlerdir. Müslümanların zaferi , Müşriklerin kaybı ile sonuçlanan süreci doğru bir biçimde okuduğumuzda Sünnetullah'ın geçmişler için işlemiş olması aynen tekerrür etmiştir.
Mekkelilerin yenilgiye uğraması ile sonuçlanan , Tevhide karşı olan mücadeleleri , Müslümanların kendilerine Rableri tarafından öğütlenen mücadele metoduna uygun bir şekilde hareket etmeleri neticesinde bir nevi helak olmaları ile sonuçlanmıştır. Helak edilmenin temelinde'ki asıl anlam olan , kafirlerin Dünya hayatında yenilgiye uğratılması durumu , Mekkeliler boyutunda'da gerçekleşmiştir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Rablerinin kendilerine indirmiş olduğu Kitap içinde zikri geçen geçmişte yaşamış olan Elçiler ve onların kavimlerinin kıssalarını , hayatları içinde gerekli olan mücadele de örnek olarak anlatıldığı bilincine vakıf olarak okumuşlardır. Hiç bir Sahabe diğer bir Sahabe ile , Musa (a.s) ın Asasının gerçekten yılan olup olmadığı , veya İbrahim (a.s) ın ateşinin mecaz'mı hakikat'mi olduğu tartışmasını yaparak birbirlerine kılıç çekmemişlerdir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kıssa şeklinde yapılan anlatımları bir araya gelerek masal tadında anlatımlar olarak geçmişteki Atalarının kahramanlıkları ile öğünmek gibi bir şey yapmak için okumamışlar , aksine yürüdükleri yolda nasıl bir strateji takip etmeleri gerektiğini anlatan Ayetler olarak okumuş , yaşamları içinde bu Ayetleri pratiğe aktarmışlar sonuç olarak ta , geçmişteki Ataları nasıl yardıma , ve onların düşmanları nasıl helaka uğradılarsa aynı yasa onlar içinde işlemiş ve onlar başarıya ulaşmış, Mekkeliler helaka uğramışlardır.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların yolunda yürüdüğünü iddia eden bizler , onların yaşamlarını Kur'an içinden okuyarak aynı mücadeleyi sabır , kararlılık ve tavizsiz bir biçimde yaparak , onlar için işleyen yasaların bizler içinde işlemesini sağlayabiliriz.Bizim için işleyecek olan yasa , tıpkı Muhammed (a.s) için işleyen yasa gibi olacak ve bizim düşmanlarımız üzerine galebe çalmamız şeklinde tecelli edecektir , tabi bu yasanın tecelli etme şartlarına riayet ettiğimiz takdirde .
Sonuç olarak ; İçlerinde Elçi olan kavimlerin helakı ile ilgili Sünnetullah yasalarının , neden Mekke için işlemediği sorusuna cevap vermeye çalıştığımız yazımız'da toplu helak Sünneti'nin işlememiş olmasının sebebi , Enfal s.32-34. Ayetler içinde görülmektedir. Allah (c.c) nin vaadi olan Elçi ve beraberinde olanlara yardım , Elçi ve beraberinde olanlara düşman olanların helak edilme sünneti, aynen diğer Elçiler ve onların kavimlerinde olduğu gibi işleyerek Müslümanların galibiyeti , Mekkelilerin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Helak edilen kavimlerin kıssalarının anlatıldığı ayetlere baktığımızda , Helak edilen kavimlerdeki müşriklerin uyguladıkları muamele , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara uygulanan muamele ile aynı olup , mecnun olduğu iddiaları , zulüm , baskı , işkence v.s her türlü yol uygulanarak Muhammed (a.s) ve ona tabi olanların yollarından dönmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu baskılar 13 sene boyunca sürmüş, Medine'li bir gurubun Müslüman olması ile Müslümanlar için yeni bir kapı açılmış, ve Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etmeye başlamış en son olarak , Muhammed (a.s) yanında Ebu Bekir (r.a) olduğu halde Medine ye hicret etmiştir.
[009.040] Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.
Bir çok Ayette Mekkelilere , kendilerinden önce helak edilen kavimler örnek gösterilerek , aynı akıbetin onlar içinde meydana gelebileceği haber verilerek bu inatlarından vazgeçmeleri öğütlenmiştir.
[040.021] Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.
[027.069] De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
[030.042] De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.
Bir çok tehditlere rağmen müşriklerin baskıları sona ermez ve Muhammed (a.s) Mekkeyi terk etmek zorunda kalır.
[017.076-77] Neredeyse seni memleketten çıkarmak için zorlayacaklardı. O zaman, senin ardından onlar da ancak çok az kalabilirler.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen Bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!
[047.013] Seni çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün nice memleketler vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir yardımcı yoktu.
Yukarıda mealllerini verdiğimiz Ayetlerden , Elçinin terk ettiği bir beldenin yıkımı hak ettiği anlaşılmaktadır. Allah'ın bu sünneti'nin geçmiş kavimlerde nasıl tecelli ettiği yine Kur'an içinde beyan edilmektedir.
[011.058] Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
[011.066] Emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
[011.094] Emrimiz geldjğinde Şu'ayb'ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.
[010.073] Onu yalancı saydılar; ama Biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik, ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.
[010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
Helakın , içinde Elçilerin yaşadığı kavimler ile ilgili olan sünneti'nde , Elçi ve beraberindekilerin tamamının kavmi terketmesi sonucunda gerçekleştiği , yani helak olan beldede tek bir Mü'min olmama şartı vardır.
[051.035] Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Muhammed (a.s) ın kavmi ona bir çok kereler , kendilerine vaad ettiği azabın gelmesi ona rest çektiğini görmekteyiz.
[008.032] «Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver» demişlerdi.
Enfal s. 32. Ayetinde gördüğümüz , müşriklerin bu restlerini, yani helak edilme isteklerini Allah (c.c) şu gerekçe ile red etmiştir.
[008.033] Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir.
[008.034] Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.
Müşriklerin bu restleri , Muhammed (a.s) henüz Mekke'de onların içinde iken gerçekleştiği için , "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez" buyurulmaktadır .
Burada haklı olarak , "Öyleyse Medineye hicret ettikten sonra helak neden gerçekleşmedi?" sorusu da sorulacaktır. Bunun cevabı da aynı Ayetin içindedir , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile kast edilen "Bağışlanma dileyenler" , Müşriklerdir. Bu ayetin bazı meallerinde "Onlar" kelimesi ile kast edilenlerin iman edenler olduğu söylenmiş olsa da , ilgili ayetin siyak ve sibakı ,müşriklerin iman ettikleri takdirde azaptan kurtulacaklarını haber vermektedir.
[011.117] Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.
Allah (c.c) Muhammed (a.s) as ın hicretinden sonra Mekke'de kalan ve hicretten sonra Müslüman olmaya başlayanlar hala Mekke içinde ikamet ettiği için orayı helak etmeyeceğini beyan etmektedir.
Enfal s. 34 . Ayet , aslında bu helakı hak ettiklerini beyan ederek bunu engelleyen şeyin , Mekke'nin içindeki Müslüman nufüsun barınıyor olmasından dolayı olduğunu beyan etmektedir. Muhammed (a.s) ın kavminin toptan helak edilmemiş olması , Sünnetullah'ın işleyişinde bir istisna değil , işlemesi için gerekli olan kuralların gerçekleşmemiş olmasındandır.
Muhammed (a.s) ın yaşadığı hayat sürecine baktığımızda , Sünnetullah dediğimiz yasanın , Yani Allah (c.c) nin Elçilerine ve onlara inananlara verdiği yardım sözünün onun içinde işlediği görülmektedir. Kendisinden önceki Elçiler gibi aynı görevi yüklenen Muhammed (a.s) a , aynı şekilde kendisinden önceki Elçilere uygulanan muamele yapılmıştır. Mekki Surelerde beyan edilen mücadele sürecine baktığımızda , ona sabır ve mücadeleden asla vazgeçmemesi öğütlenmektedir ve bu öğütlerin tatbikini Elçiliğinin ilk gününden son gününe kadar yerine getirmeye var gücüyle gayret etmiş ve öncekiler için geçerli olan yasanın kendisi için de işlmesine hak kazanmıştır.
Sünnetullah'ın gerçekleşmesi , Elçi ve beraberinde olan iman edenlerin göstereceği çaba ve gayret ile orantılıdır. Bu çaba ve gayreti, Mekki sureler içinde kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele ederek gösteren , Elçi ve beraberindeki iman edenler , Medineye hicretten sonra farklı bir mücadeleye girişmişlerdir. Belirli bir güce sahip olduktan sonra Müşrik ve Kafirlerin saldırılarına misli ile mukabele ederek bu çaba ve gayreti aynı şekilde göstermeye devam etmişlerdir.
13 yıl Mekke , 10 yıl Medine mücadelesini , okuyabileceğimiz en sahih kaynak olarak Kur'an içinden okumak mümkündür. Bu süre içinde Sünnetullah gereği yardıma hak kazanan Elçi ve iman edenler Mekke'yi ele geçirerek , şirk adına ne varsa yıkmışlar ve Tevhidin zaferini ilan etmişlerdir. Müslümanların zaferi , Müşriklerin kaybı ile sonuçlanan süreci doğru bir biçimde okuduğumuzda Sünnetullah'ın geçmişler için işlemiş olması aynen tekerrür etmiştir.
Mekkelilerin yenilgiye uğraması ile sonuçlanan , Tevhide karşı olan mücadeleleri , Müslümanların kendilerine Rableri tarafından öğütlenen mücadele metoduna uygun bir şekilde hareket etmeleri neticesinde bir nevi helak olmaları ile sonuçlanmıştır. Helak edilmenin temelinde'ki asıl anlam olan , kafirlerin Dünya hayatında yenilgiye uğratılması durumu , Mekkeliler boyutunda'da gerçekleşmiştir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Rablerinin kendilerine indirmiş olduğu Kitap içinde zikri geçen geçmişte yaşamış olan Elçiler ve onların kavimlerinin kıssalarını , hayatları içinde gerekli olan mücadele de örnek olarak anlatıldığı bilincine vakıf olarak okumuşlardır. Hiç bir Sahabe diğer bir Sahabe ile , Musa (a.s) ın Asasının gerçekten yılan olup olmadığı , veya İbrahim (a.s) ın ateşinin mecaz'mı hakikat'mi olduğu tartışmasını yaparak birbirlerine kılıç çekmemişlerdir.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kıssa şeklinde yapılan anlatımları bir araya gelerek masal tadında anlatımlar olarak geçmişteki Atalarının kahramanlıkları ile öğünmek gibi bir şey yapmak için okumamışlar , aksine yürüdükleri yolda nasıl bir strateji takip etmeleri gerektiğini anlatan Ayetler olarak okumuş , yaşamları içinde bu Ayetleri pratiğe aktarmışlar sonuç olarak ta , geçmişteki Ataları nasıl yardıma , ve onların düşmanları nasıl helaka uğradılarsa aynı yasa onlar içinde işlemiş ve onlar başarıya ulaşmış, Mekkeliler helaka uğramışlardır.
Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların yolunda yürüdüğünü iddia eden bizler , onların yaşamlarını Kur'an içinden okuyarak aynı mücadeleyi sabır , kararlılık ve tavizsiz bir biçimde yaparak , onlar için işleyen yasaların bizler içinde işlemesini sağlayabiliriz.Bizim için işleyecek olan yasa , tıpkı Muhammed (a.s) için işleyen yasa gibi olacak ve bizim düşmanlarımız üzerine galebe çalmamız şeklinde tecelli edecektir , tabi bu yasanın tecelli etme şartlarına riayet ettiğimiz takdirde .
Sonuç olarak ; İçlerinde Elçi olan kavimlerin helakı ile ilgili Sünnetullah yasalarının , neden Mekke için işlemediği sorusuna cevap vermeye çalıştığımız yazımız'da toplu helak Sünneti'nin işlememiş olmasının sebebi , Enfal s.32-34. Ayetler içinde görülmektedir. Allah (c.c) nin vaadi olan Elçi ve beraberinde olanlara yardım , Elçi ve beraberinde olanlara düşman olanların helak edilme sünneti, aynen diğer Elçiler ve onların kavimlerinde olduğu gibi işleyerek Müslümanların galibiyeti , Mekkelilerin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)