Sünnetullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sünnetullah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2015 Çarşamba

Mekke'nin Helak Edilmemesi ve Sünnetullah

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman , bu kıssalarda öne çıkan en bariz nokta, adı geçen kavimlerin helak edilmiş olmasıdır. Kavimlerin bu helakı , "Sünnetullah" dediğimiz yasalara tabi, olup "Kur'an'da adı geçen ve geçmeyen bir çok kavim için işleyen bu yasalar, Mekke için neden işlememiştir ?" sorusu, kafalara takılan sorulardandır. Yoksa Allah (c.c) Muhammed (a.s) ve Mekkeliler için yasasında değişiklik mi yapmıştır ? denilirse  buna cevabımız, "Hayır" şeklinde olacaktır. 

Helak edilen kavimlerin kıssalarının anlatıldığı ayetlere baktığımızda , Helak edilen kavimlerdeki müşriklerin uyguladıkları muamele , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara uygulanan muamele ile aynı olup ,  mecnun olduğu iddiaları , zulüm , baskı , işkence v.s her türlü yol uygulanarak Muhammed (a.s) ve ona tabi olanların yollarından dönmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu baskılar 13 sene boyunca sürmüş, Medine'li bir gurubun Müslüman olması ile Müslümanlar için yeni bir kapı açılmış, ve Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etmeye başlamış en son olarak , Muhammed (a.s) yanında Ebu Bekir (r.a) olduğu halde Medine ye hicret etmiştir. 

 [009.040]  Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.

Bir çok Ayette Mekkelilere , kendilerinden önce helak edilen kavimler örnek gösterilerek , aynı akıbetin onlar içinde meydana gelebileceği haber verilerek bu inatlarından vazgeçmeleri öğütlenmiştir. 

 [040.021]  Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
[030.042] De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.

Bir çok  tehditlere rağmen müşriklerin baskıları sona ermez ve Muhammed (a.s) Mekkeyi terk etmek zorunda kalır.

 [017.076-77] Neredeyse seni memleketten çıkarmak için zorlayacaklardı. O zaman, senin ardından onlar da ancak çok az kalabilirler.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen Bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!
[047.013] Seni çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün nice memleketler vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir yardımcı yoktu.

Yukarıda mealllerini verdiğimiz Ayetlerden , Elçinin terk ettiği  bir beldenin yıkımı hak ettiği anlaşılmaktadır. Allah'ın bu sünneti'nin geçmiş kavimlerde nasıl tecelli ettiği yine Kur'an içinde beyan edilmektedir.

[011.058]  Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
 [011.066] Emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
 [011.094]  Emrimiz geldjğinde Şu'ayb'ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.
 [010.073]  Onu yalancı saydılar; ama Biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik, ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.
 [010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.

Helakın , içinde Elçilerin yaşadığı kavimler ile ilgili olan sünneti'nde , Elçi ve beraberindekilerin tamamının kavmi terketmesi sonucunda gerçekleştiği , yani helak olan beldede tek bir Mü'min olmama şartı vardır. 

[051.035]  Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.

Muhammed (a.s) ın kavmi ona bir çok kereler , kendilerine vaad ettiği azabın gelmesi ona rest çektiğini görmekteyiz. 

  [008.032]  «Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver» demişlerdi.

Enfal s. 32. Ayetinde gördüğümüz , müşriklerin bu restlerini, yani helak edilme isteklerini Allah (c.c) şu gerekçe ile red etmiştir.

 [008.033] Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir.
 [008.034]  Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.

 Müşriklerin bu restleri , Muhammed (a.s) henüz Mekke'de onların içinde iken gerçekleştiği için , "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez" buyurulmaktadır . 

Burada haklı olarak , "Öyleyse Medineye hicret ettikten sonra helak neden gerçekleşmedi?" sorusu da sorulacaktır. Bunun cevabı da aynı Ayetin içindedir , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile kast edilen "Bağışlanma dileyenler" , Müşriklerdir. Bu ayetin bazı meallerinde "Onlar" kelimesi ile kast edilenlerin iman edenler olduğu söylenmiş olsa da , ilgili ayetin siyak ve sibakı ,müşriklerin iman ettikleri takdirde azaptan kurtulacaklarını haber vermektedir.

[011.117]  Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.

Allah (c.c) Muhammed (a.s) as ın hicretinden sonra Mekke'de kalan ve hicretten sonra Müslüman olmaya başlayanlar hala  Mekke içinde ikamet ettiği için orayı helak etmeyeceğini beyan etmektedir. 

Enfal s. 34 . Ayet , aslında bu helakı hak ettiklerini beyan ederek bunu engelleyen şeyin , Mekke'nin içindeki Müslüman nufüsun barınıyor olmasından dolayı olduğunu beyan etmektedir. Muhammed (a.s) ın kavminin toptan helak edilmemiş olması , Sünnetullah'ın işleyişinde bir istisna değil , işlemesi için gerekli olan kuralların gerçekleşmemiş olmasındandır. 

Muhammed (a.s) ın yaşadığı hayat sürecine baktığımızda , Sünnetullah dediğimiz yasanın , Yani Allah (c.c) nin Elçilerine ve onlara inananlara verdiği yardım sözünün onun içinde işlediği görülmektedir. Kendisinden önceki Elçiler gibi aynı görevi yüklenen Muhammed (a.s) a , aynı şekilde kendisinden önceki Elçilere uygulanan muamele yapılmıştır. Mekki Surelerde beyan edilen mücadele sürecine baktığımızda , ona sabır ve mücadeleden asla vazgeçmemesi öğütlenmektedir ve bu öğütlerin tatbikini Elçiliğinin ilk gününden son gününe kadar yerine getirmeye var gücüyle gayret etmiş ve öncekiler için geçerli olan yasanın kendisi için de işlmesine hak kazanmıştır.

Sünnetullah'ın gerçekleşmesi , Elçi ve beraberinde olan iman edenlerin göstereceği çaba ve gayret ile orantılıdır. Bu çaba ve gayreti, Mekki sureler içinde kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele ederek gösteren , Elçi ve beraberindeki iman edenler , Medineye hicretten sonra farklı bir mücadeleye girişmişlerdir. Belirli bir güce sahip olduktan sonra Müşrik ve Kafirlerin saldırılarına misli ile mukabele ederek bu çaba ve gayreti aynı şekilde göstermeye devam etmişlerdir.

13 yıl Mekke , 10 yıl Medine mücadelesini , okuyabileceğimiz en sahih kaynak olarak Kur'an içinden okumak mümkündür. Bu süre içinde Sünnetullah gereği yardıma hak kazanan Elçi ve iman edenler Mekke'yi ele geçirerek , şirk adına ne varsa yıkmışlar ve Tevhidin zaferini ilan etmişlerdir. Müslümanların zaferi , Müşriklerin kaybı ile sonuçlanan süreci doğru bir biçimde okuduğumuzda Sünnetullah'ın geçmişler için işlemiş olması aynen tekerrür etmiştir. 

Mekkelilerin yenilgiye uğraması ile sonuçlanan , Tevhide karşı olan mücadeleleri , Müslümanların kendilerine Rableri tarafından öğütlenen mücadele metoduna uygun bir şekilde hareket etmeleri neticesinde bir nevi helak olmaları ile sonuçlanmıştır. Helak edilmenin temelinde'ki asıl anlam olan , kafirlerin Dünya hayatında yenilgiye uğratılması durumu , Mekkeliler boyutunda'da gerçekleşmiştir.

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Rablerinin kendilerine indirmiş olduğu Kitap içinde zikri geçen geçmişte yaşamış olan Elçiler ve onların kavimlerinin kıssalarını , hayatları içinde gerekli olan mücadele de örnek olarak anlatıldığı bilincine vakıf olarak okumuşlardır. Hiç bir Sahabe diğer bir Sahabe ile , Musa (a.s) ın Asasının gerçekten yılan olup olmadığı , veya İbrahim (a.s) ın ateşinin mecaz'mı hakikat'mi olduğu tartışmasını yaparak birbirlerine kılıç çekmemişlerdir.

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kıssa şeklinde yapılan anlatımları bir araya gelerek masal tadında anlatımlar olarak geçmişteki Atalarının kahramanlıkları ile öğünmek gibi bir şey yapmak için okumamışlar , aksine yürüdükleri yolda nasıl bir strateji takip etmeleri gerektiğini anlatan Ayetler olarak okumuş , yaşamları içinde bu Ayetleri pratiğe aktarmışlar  sonuç olarak ta , geçmişteki Ataları nasıl yardıma , ve onların düşmanları nasıl helaka uğradılarsa aynı yasa onlar içinde işlemiş ve onlar başarıya ulaşmış, Mekkeliler helaka uğramışlardır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların yolunda yürüdüğünü iddia eden bizler , onların yaşamlarını Kur'an içinden okuyarak aynı mücadeleyi sabır , kararlılık ve tavizsiz bir biçimde yaparak , onlar için işleyen yasaların bizler içinde işlemesini sağlayabiliriz.Bizim için işleyecek olan yasa , tıpkı Muhammed (a.s) için işleyen yasa gibi olacak ve bizim düşmanlarımız üzerine galebe çalmamız şeklinde tecelli edecektir , tabi bu yasanın tecelli etme şartlarına riayet ettiğimiz takdirde .

Sonuç olarak ; İçlerinde Elçi olan kavimlerin helakı ile ilgili Sünnetullah yasalarının , neden Mekke için işlemediği sorusuna cevap vermeye çalıştığımız yazımız'da toplu helak Sünneti'nin işlememiş olmasının sebebi , Enfal s.32-34. Ayetler içinde görülmektedir. Allah (c.c) nin vaadi olan Elçi ve beraberinde olanlara yardım , Elçi ve beraberinde olanlara düşman olanların helak edilme sünneti, aynen diğer Elçiler ve onların kavimlerinde olduğu gibi işleyerek Müslümanların galibiyeti , Mekkelilerin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır.

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Kur'an Kıssalarının Sünnetullah İle Olan İlişkisi

Kıssalar, Kur'an içinde önemli bir hacme sahip olup  bu anlatımlar ile bizler , bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kesitleri okuyarak , Sünnetullah'ın nasıl tecelli ettiğini görmekteyiz. Kur'an kıssaları, klasik tefsirlerde sadece yaşanmışlık içine hapsedilerek israiliyyat dolu masallar olarak okunurken,  modernist okumalarda yaşanmışlık içinde anlatılan bazı sıra dışı olaylar red edilerek, yapılan anlatımların mecaz türünden anlatımlar olduğu düşüncesi öne çıkarılarak okunmaktadır.

Kıssaları modernist okumaya tabi tutanların öne çıkan söylemlerinde , Kur'anın bir çok yerinde "Allahın sünnetinde değişme olmadığı" şeklinde beyan edilen Ayetler delil gösterilerek , bazı sıradışı olayların gerçekleşmesinin mümkün olmadığı iddia edilmektedir. "Musa (a.s) kıssası içinde okuduğumuz , Asanın yılan olması , Denizin yarılması , İbrahim (a.s) kıssası içinde okuduğumuz, ateşin onu yakmaması şeklindeki anlatımlar ile nasıl bir mesaj verilmek istenmiştir?" sorusunun sorularak cevabının aranması şeklinde yapılacak bir okuma yönteminin daha doğru sonuçlar doğuracağını düşünmekteyiz. 

Klasik okuma ile modernist okumanın birleştiği ve hatalı bir okuma olduğunu düşündüğümüz nokta şudur; Her iki okuma şekli kıssaları sadece yaşanmışlığı içinde hapsederek okuyup, mesaj içerikli olması noktasında herhangi bir düşünce üretmeye çalışmaktan uzak bir anlayış içine girerek kıssaları okumaya çalışmaktadırlar. 

Halbuki kıssalarda öne çıkan ortak nokta , Elçilerin ve onlara inananların Tevhid mücadeleleri ve bu mücadele içinde inananlara yardım eden Allah (c.c) nin , inanmayanları helak etmesi şeklinde gerçekleşmesinin, sadece Elçilerin yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olmadığı , kıyamete kadar yaşanacak bir durum olması gerektiği düşünülecek olursa bu yardım ve helak sünnetinin her zaman işlemesi gerekmektedir. Kıssalardaki sıra dışı bir takım olaylara bu perspektiften baktığımız zaman ,yapılan anlatımın mecazi olduğu düşüncesi , onun gerçekleşmediği iddiası anlamına gelir ki , bu da Allah (c.c) nin hayata müdahelesinin söz konusu olmadığı düşüncesine götürür ve bu düşünce itikadi açıdan kişide problemlere yol açar.  
[055.029]  Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.

"Sünnetullah" terimini kısaca , "Allahın yarattıkları üzerindeki geçerli olan evrensel yasaları" biçiminde özetleyebiliriz. Bu terimi , tarih boyunca gelen Elçilerin mücadeleleri çerçevesinde okumaya çalıştığımız zaman , yasaların inananlar ve inanmayanlar üzerinde işleyişi olarak söyleyebiliriz. 

 [016.002]  Kullarından dilediğine, kendi emrini vahyile melekleri indiriyor ve: «Şu gerçeği bildirin ki, Benden başka ilah yoktur, o halde Benden korkun!» buyuruyor.

Allah (c.c) tarih boyunca Elçiler göndererek , sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi ve bu yönde bir hayat sürülmesini emretmiştir. Ancak bir çok kişi bu emri kabul etmeyerek Elçilere karşı çıkmış ve neticede helak edilmiştir. Bu helak ediliş Sünnetullah'ın tecellisi olup sadece geçmiştekiler için geçerli bir durum değildir. Elçilerin ve onunla birlikte olanların yaptıkları mücadelenin aynısını bu gün bizler yaptığımız takdirde , aynı kurallar bizler içinde geçerli olacak , bizler arz'a varis olacak , onlarda helak olacaklardır. 

[021.105]  Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: «Hiç şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır» diye yazdık.
 
[040.082-85]  Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Allah (c.c) nin kafirleri helak etme yasasına paralel olarak , iman edenlere yardım yasası vardır. Kafirlerin helak edilmesi ile meydana gelen olayın diğer yüzü , Mü'minlere yardım edilmiş olmasıdır.

 
[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.
[012.110]  Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.
[014.015] Peygamberler, Allah'dan zafer dilediler, bunun üzerine bütün inatçı zorbalar hüsrana uğradılar.
[010.103]  Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

Yukarıdaki Ayet meallerinde gördüğümüz yardım vaadi de Sünnetullah olup , sadece belirli zaman ve mekan ile sınırlı bir yardım sözü değildir. Maaleseftir ki bu konudaki Ayetleri sadece adı geçen Elçiler ve kavimleri ile sınırlı bir zaman mekan içinde geçerli olduğu zannı ile okunduğu için bu yasaların kıyamete kadar geçerli olduğu akla bile gelmemektedir.

Kıssalarda anlatılan sıradışı olay olarak görülen , Asanın yılan olması , Denizin yarılması ve Ateşin yakmamasını Sünnetullah'ın değişmesi olarak değil aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsi olarak anlamak gerekmektedir. Allah (c.c) bu hadiseleri belli bir sebeb sonuç zincirine bağlamıştır ki , bu gün geçmiştekilerin yaşadığı olayların tekerrürü halinde yani Elçiler ve beraberinde olan Mü'minlerin kendilerine çizilen mücadele yolunda tavizsiz olarak yürüdükleri müddetçe bu olayların tekrarlanmayacağını kimse iddia edemez. Bu olaylar bu gün tekrarlanmıyor ise , tekrarlanması gerektirecek çalışmayı ve gayreti bizlerin gösterememiş olmasındandır.

Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması gibi olayların tekrarlanmasından kastımız şu dur ; Bu olayların meydana gelmesine sebeb olan olaylar zincirini Kur'an içinde okuduğumuz zaman meydana gelen olayın sebebi , Allah (c.c) nin inananlara karşı olan yardım vaadi ve inanmayanlara karşı olan helak vaadidir. Bu yardım ve helak bir hakediş neticesinde olup bu hakedişin bu günkü karşılığı illaki denizin yarılması şeklinde olması veya ateşin yakmaması gerektiği şeklinde olması iddiasında değiliz. Geçmişte yaşanan bu olaylar , Allah (c.c) nin kullarına yardım ve helak vaadinin bi sonucu olduğuna göre bu gün veya yarın , bu yardımı ve helakı hak edenlere karşı, insanlar tarafından imkansız olarak görülebilen bir takım olağan üstülüklerin yaşanması gayet normaldir.

Kıssalarda gördüğümüz sıra dışı olayları sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirdiğimiz zaman bu olayların olmuşluğu üzerinde şüpheye düşmek kaçınılmazdır.Kıssalarda ki sıradışı olayları doğru anlamak için önerdiğimiz yol , öncelikle olmuşluğu kabul ederek, bu olmuşluk üzerinden bizlere nasıl bir mesaj verilmekte olduğu üzerinde tefekkür etmeye çalışmak olmalıdır.

Kur'an kıssalarında gördüğümüz bu 3 olayı mesaj içerikli okuduğumuz zaman şunları söylemek mümkündür; Musa (a.s) , Elçilikle görevlendirildiği zaman Firavun gibi güçlü ve zalim bir hükümdara yanlış yaptığını söylemek gibi zor bir vazifeye atanmıştır. Bu vazife de yardımcı olarak kardeşi Harun (a.s) yanına yardımcı olarak verilmiştir. Görevi aldığı zaman elinde sadece bir asası olduğu halde Firavunun karşısına çıkmıştır. Bu çıkıştan önce görevi aldığı Alemlerin Rabbi nin ona bir takım sözler verdiğini görmekteyiz. 

Bu gün Asa yine elimizdedir sadece bir farkla , Musa nın elindeki Asa ağaç parçasıydı , bizim elimizdeki Asa kağıt parçası yani Mushaf halindeki Kur'andır. Kur'an bize sihirbazların yapmış oldukları sihirlerin nasıl ortadan kaldırılarak Tevhidin hakim kılıncağını geçmiş Elçilerin kıssaları ile açık seçik anlatarak , bizlerinde aynı metodu takip ettiği takdirde elimizdeki Kitabın , Musanın elindeki Asa misali zalimlerin bütün yaptıklarını yutabileceğini söylemektedir.

[028.035]  (Allah) Dedi ki: «Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz de, size uyanlar da galip olanlarsınız.»

Şuara s. 35. Ayetinde , Allah (c.c) onları destekleyeceğine dair bir söz vermiştir. Bu destek sözünün nasıl gerçekleşebileceğini ve sadece lafta kalmadığını , Musa (a.s) ın elindeki Asanın şeklini akıl almaz bir biçimde değiştirerek göstermiştir ki  Elçisinin, arkasında nasıl bir destek güce sahip olduğunu gözleri ile görsün ve mutmain olsun. Bu destek sadece Musa ya özel bir destek değildir , eğer bizler Musa misali Firavunların karşısında dimdik durarak , Rab ve İlah olarak sadece Allah (c.c) nin olduğunu korkmadan haykırdığımız müddetçe, Asa olarak bu gün bizlerin elinde bu Kitap adeta bir yılan misali bütün sihirleri ve ifkleri yutacaktır.

Musa (a.s) bu destek güce güvenerek , Firavun ile yıllar süren bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele süreci Kur'anda uzun uzun yer alarak , bizlerin de çağdaş firavunlar ile nasıl bir mücadele yöntemi takip edileceği öğretilmiştir. Uzun yıllar mücadelede öne çıkan en önemli mesaj , Firavun ile hiç bir şekilde uzlaşıya gidilmemiş olmasıdır. Firavunun tüm baskılarına göğüs germeye çalışan Musa ve Harun (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları , Sünnetullah yasalarına uydukları için artık yardımı hak etmişlerdir.

Denizin yarılma olayı , bazılarımız için olmamış bir olay gibi algılanmış olsa da bu yarılma Sünnetullah yasalarının değişmesini değil , aksine işlemesini yani yasanın değişmeMEsini göstermektedir .

Allah (c.c) Kur'anın pek çok yerinde Elçilerine ve inananlara yardım edeceğini vaad etmektedir, ancak bu vaad kuru kuruya bir vaad değildir.Kur'an içinde anlatılan bu tür sıradışılıklar bu vaadin gerçekleşmesini ve sadece ondan başkasının gücü yetmeyecek şeyleri inanan kulları için yapabileceğini göstermektedir , ancak bir şartla ; 

Bu şart, yardım talebinde bulunan kulların önce bu yardımın gerçekleşmesi için gerekli olan , gücünün son haddine kadar çalışarak , "Artık bittik" diyecekleri bir zamana kadar çalışmaktır ki , Allah (c.c) "Sizin bittiğiniz yerde ben varım" diyerek kullarına yardım etsin, bunun yasası bu dur. Bakara s. 214. Ayeti bu durumu açıkça beyan etmektedir. 

 [002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

Şöyle bir geriye giderek kendimizi Musa (a.s) ın kavmi olan İsrailoğullarının bir ferdi olarak düşünelim. Musa (a.s) birlikte yıllarca Firavun zulmune karşı mücadele etmişiz ve Musa (a.s) ın emri ile Mısırı terketmek üzere yola çıkmışız , öyle bir yere gelmişiz ki önümüzde Deniz arkamızda Firavun ordusu ve Deniz ile ordu arasında kalmış bizler , yani önümüzde ve arkamızda her halukarda ölüm tehlikesi.

Kul olarak elimizden geleni şimdiye yaparak artık bundan sonra elimizden başka bir şeyin gelmediği anda, olmaz denilen şey oluyor ve Deniz ortadan ikiye ayrılarak bizim kurtuluş vesilemiz oluyor ve aynı deniz, Firavun ordusunun helak vesilesi oluyor. Deniz bir tarafı felaha erdirirken , bir başka tarafı helak ediyor.

Aynı şekilde İbrahim (a.s) ı düşünelim , yıllarca en küçük bir taviz vermeden zalim hükümdara ve kavmine karşı mücadele etmiş , ve düşmanlarına öyle korku vermiştir ki ,onu ibret verici bir ceza ile öldürmekten başka bir çare kalmadığına karar vermişlerdir. Bu kararlarını uygulama alanına koymak için , Allah tan başkasının söndürmeye güç yetiremeyeceği bir ateş ile onu yakmaya karar vermişlerdir. Bu ateşi gören İbrahim (a.s) o ana kadar ölümü göze alarak inandığı yoldan geri dönmemiş o ateşi görerek yine ölümü tercih ederek boyun eğmemiş ve Sünnetullahın işlemesine hak etmiştir. 

Ateş İbrahimin kurtuluş vesilesi olurken diğerlerinin helak vesilesi oluyor ve kavmi helak ediliyor , İbrahim (a.s) ın kavminin helak edildiği diğer Elçiler gibi kıssaları içinde anlatılmaz , Tevbe s. 70 ve Hacc s. 43.44 . Ayetlerine baktığımızda helak edilen kavimler içinde İbrahim (a.s) ın kavminin de bulunduğunu görürüz.

Sünnetullaha aykırı diyerek bangır bangır bağırdığımız ateşin İbrahim (a.s) ı yakmamış olmasını, İsrailiyyat haberleri eşliğinde okuyanlar için ateşin gül bahçesi olduğu rivayetleri tabiki masaldır ve yalandır. Ancak Sünnetullah'ın işleme yasalarını Kur'andan okuyanlar için o ateş içine atılan İbrahimi yakamayan bir ateştir. Ateşin İbrahime karşı serin ve selamet olması Sünnetullah'ın değişmesi değil , aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsinin ta kendisidir.

İbrahim (a.s) ateşe atılma anına gelene kadar , var gücü ile şirke karşı mücadelesini sürdürmüş ve artık gücünün son haddine gelmiş ve ölüm ile burunadır , kul olarak yapabileceğinin son haddine kadar yapan kul İbrahime, sadece Rabbi yardım edebilirdi ve öyle oldu , ateş ona serin ve selamet oldu.

Görüldüğü üzere bu olaylar aslında , Sünnetullah'ın değiştiğini değil asla değişMEdiğini göstermektedir. Olmuş olayı değil , olmuş olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığı zaman bu olayları daha doğru kavranılarak bize dönük mesajlar olarak okumak mümkündür. Peki Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması şeklindeki olaylar bu gün veya yarın nasıl gerçekleşebilir?.

Bu olayların gerçekleşmesi için  öncelikle bizlerin, Elçi atalarımız ve onlarla birlikte olan Mü'minler gibi şirk ve tuğyana savaş açmamız gerekmektedir. Kur'an merkezli düşünceye sahip olmak demek , Kur'anda zikri geçen sıradışı olayların gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde saatlerce entel muhabbetler yapmak değil , zikri geçen Elçilerin ne amaçla gönderildiklerini okuyarak bizlerinde o yolu takip etmesi gerektiğini her zaman diri canlı tutmaktır.

Bizlere bu tür yardımların gelmesi için öncelikle bu yardımlara nail olan öncekilerin başlarına gelen zulüm , işkence , baskı , hakaret v.s gibi yollardan geçmemiz gerekir ki bu yoldan önceki geçenlerin başlarından geçenler bizimde başımızdan geçsin ve yukarıda mealini vermiş olduğumuz Bakara s. 214. Ayetinde beyan edildiği üzere , "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar dara düşelim ve elimizden gelenin son haddine kadar çalışmış olalım , yani Allah (c.c) nin öncekilere yaptığı yardımı nasıl hak ettilerse bizde onu hak edecek duruma gelelim. İşte o zaman gerektiğinde Denizler önümüzde yarılacak , gerektiğinde kimsenin söndüremez dediği ateşler bizlere serin ve selamet olacaktır.

Şurası asla unutulmamalıdır ki , Kur'anda yardım gördüğü beyan edilen bütün Elçi ve beraberindekilerin, bizden kul olarak hiç bir ayrıcalıkları yoktur. Sünnetullah'ın işleyiş kuralları onlar için nasılsa bizim içinde aynıdır asla değişmez. Bizler şayet bu gün Allah (c.c) nin yardımına mazhar olamıyorsak bunun suçunu Allah (c.c) de değil kendimizde aramamız gerekmektedir. 

Kur'an kıssalarını eskilerin masalları tadında okuyan geleneksel tefsirciler , yazdıkları tefsirlerde bu konuları hiç gündeme getirmedikleri için , yazdığı tefsir için hacmi ufak olmuş demesinler diye nerde rivayet , nerde israiliyyat varsa doldurarak , " Vay be adam bilmem kaç ciltlik tefsir yazmış helal olsun be" dedirtmeyi başarmışlardır.

Buna karşılık , modernist düşünceye sahip olan bir takım kişiler , aynı yanlışa düşerek "Kıssa içinde dönüp dolaşma" metodu ile bunları okumuşlar , bağlamsız ve ön kabullu okumaların örneklerini sergileyerek "Olmaz böyle şey" deyip işin içinden sıyrılmışlardır. Bu anlayışların kişiyi itikadi yönden sıkıntıya düşürdüğünü daha önce belirtmiştik şöyle ki;

Allah (c.c) nin bir çok Ayette vaadi olan , inanan kullarına Dünya hayatında yardım sözünün gerçekleştiğini beyan eden Ayetlerdeki bir takım sıradışı olayların vaki olmadığını iddia etmek , bu yardım sözünün gerçekleşmediğini iddia etmek anlamına gelir. Akla aykırı olduğu gerekçesi ile vakiliği red edilen bu olaylar neticede , Allah (c.c) nin "Ben sözümü yerine getirdim" ifadesini red ederek "Sen böyle bir şey yapmazsın yapamazsın" demeye getirmektir. 

Burada bir öz eleştiri yapmak istiyoruz; Kur'anı okuyan herkes bizde dahil, okuduklarımızdan  anladıklarımızı yazıya veya dile dökerek ifade ediyoruz. Söylediklerimizin doğru olduğuna dair olan sözlerimiz kendi okuduklarımızdan yaptığımız çıkarımlardır. Bizim yanlış olarak ifade ettiğimiz karşı düşüncelerin yanlışlığı , bizdede yanlış olma ihtimalini gözden ırak tutmamamızı gerektirir. Ancak yanlış olarak ifade ettiğimiz, kıssalardaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddiasını dile getirenlerin delil olarak ortaya sürdükleri argümanların, neredeyse Kur'anı tahrife varan cüretkar düşünceleri gördüğümüzde , bu konuda o düşünce sahiplerini düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği düşüncesi bizde daha ağır basmaktadır. "Tebyinül Kur'an" adlı eserdeki kıssalar ile ilgili yorumları ele aldığımız yazılara göz atılacak olursa, tahrif iddialarımızın havada kalmadığı görülecektir. 

Sonuç olarak ; "Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki Ayetleri kalkan edinerek , Kur'an kıssalarındaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddia etmek , Sünnetullahı anlamaMAktan kaynaklanan bir düşüncedir. Sünnetullah asla değişmez geçmiş Elçilerin ve onların kavimlerinin başlarına gelenler veya o Elçilerde vaki olan sıradışı olaylar Sünnetullahın değişiklik arz ettiğini değil asla böyle bir değişimin sözkonusu olmadığını göstermektedir. Bu gün bu olaylar yeniden cereyan etmiyorsa etmesini gerektirecek aksiyonu biz iman ettiğini iddia edenlerin göstereMEmiş olmasındandır. Bizler Allah tan başka kimsenin söndüremeyeceği ateşlere atılmayı göze aldıkta ateş mi bize serin ve selamet olmadı , veya canımızı dişimize taktık yıllarca şirk ve tuğyana savaş açtık ta "Artık bittik" dediğimiz yerde Allah (c.c) yetişmedimi?. Sünnetullah değişmemesi bizim öncelikle o değişmemeyi hak edecek davranışlar içinde olmamıza bağlıdır.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Şubat 2015 Salı

Duanın Adabı ve Sünnetullah

Dua kelimesi; kulun Allah(c.c)'den olan isteklerini, O'na sesli olarak bildirmesi anlamında kullanılmaktadır. Kur'an'da bu yönde bize bir takım usul ve adaplar öğretilmiştir. Ancak klasik din kitaplarına baktığımızda "dua adabı" başlığı altında, akıllara zarar şartların konulduğuna da şahit olmaktayız. Adap adına edepsizliğe kadar varan adaplara(!); aslında duanın kabulu için değil, duanın kabul olmaması için gerekli şartlar demek daha doğru olacaktır.

Dua etmeyi, Mehmet Akif'in deyimiyle "Allah(c.c)'yi (haşa) bir yanaşma ve ırgat haline getirmek" şeklindeki anlayışın tipik örneklerini sergileyen Müslümanlar, bunun sonucunda duaların kabul olmadığını görünce Allah(c.c)'yi suçlamakta ve O'na karşı isyankar bir tutum almaktadır. Allah(c.c), "Sünnetullah" adını verdiğimiz bir takım yasalar koymuş ve kendisine yapılan duanın, bu yasalara uyularak yapıldığında gerçekleşeceğini yaşanmış canlı örneklerle sunarak bizlerin de aynı yolu izlemesini istemiştir.

Örnek verecek olursak; Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanlar galip gelmek için Allah(c.c)'ye mutlaka dua etmişlerdir. Ancak Bedir'de galibiyet, Uhud'da ise yenilgi ile sonuçlanan bu savaşlarda, duanın Uhud'da neden kabul edilmediği, Uhud savaşının kritiğinin yapıldığı ÂL-İ İMRAN Suresi ayetlerinde açık seçik okunmaktadır.

Klasik din kitaplarında "dua adabı" başlığı altında yazılanlara baktığımızda; gördüğümüz şartlar üzerinde durarak nasıl bir yanlış içinde olduğumuzu görelim.

Dua ile pratik hayatı birbirinden ayıran bu tür şartlar kişiyi miskin bir hale sokarak çalışmasını engellemektedir.

Adap yapılan adapsızlıkların başında duaya "Peygamberimiz'e salavat" ile başlanması gerektiği yönündeki şart gelmektedir. Salavat getirmek meselesi ayrı bir konu olup bunu "AHZAB Suresi 56 Ayeti ve Salavat Kültürü" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık.

Klasik din kitaplarındaki düşünceleri tasvip edenler için bu düşüncemizin Peygamberimiz'e çok ağır bir hakaret içerdiği akla gelecektir. Ancak Muhammed(a.s)'ın O'nun kulu ve elçisi olduğu düşüncesini sadece dilde değil pratikte de uygulayanlar için bu düşüncemiz ters gelmeyecektir. Allah(c.c), kendisine dua ederken kim olursa olsun araya katılmamasını, aracıya gerek olmadığını defaatle beyan etmesine rağmen yapılan duaların veya salavatların önce Peygamberimiz'e arz edildiği yalanına inananlar, maalesef O'na salavat getirmedikçe veya O'nun yüzü suyu hürmetine istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağı yalanlarına inandırılarak, bunun tersi bir işlemin Peygamber düşmanlığı olduğuna inandırılmışlardır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

BAKARA 186 ayetinin beyanına göre; kullarına YAKIN olduğunu haber veren Rabbimiz, bunu haber vermekle uzak olmadığını, uzak olduğunu sananların bu uzaklığı kaldırmak için araya aracılar koymasına gerek olmadığını, bu aracı Peygamber dahi olsa doğru olmadığını, bu tür bir işlemin adının ŞİRK olduğunu bildirmektedir.

[039.003] İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

ZÜMER 3 ayetini okurken; "Bu ayet müşrikler için inmiş" diyerek kendimize herhangi bir pay çıkarmadığımız için "Allah'a daha çok yaklaştırsınlar" diye başta Peygamber(a.s) ve veliliği kendilerinden veya müritlerinden menkul zatları araya koymakta herhangi bir besi görmediğimiz gibi, duanın kabul şartı olarak görmek ŞİRK'in en katmerlisidir.

DEMEK OLUYOR Kİ DUANIN NE BAŞTA GELEN ŞARTI; ARAYA BİRİNİ KOYMAK DEĞİL, ARAYA KİMSEYİ KOYMAMAKTIR.

Bu bağlamda "yüzü suyu hürmetine" şeklinde çokça kullanılan ifadenin; araya birini koymak olarak bilinmesi gerektiğinde fayda vardır. Birçok Müslüman'ın, sanki birilerinin yüzü suyu hürmetine istenmedikçe Allah(c.c)'nin duaları kabul etmeyeceğine dair olan yanılgısı, dua etme konusunda yapılan büyük hatalardandır.

Böyle bir istememe şeklinin, sanki Peygamber'e hakaret anlamı taşıdığı gibi bir düşünce doğru olmayıp, asıl hakaret ve yanlış bu tür bir isteme şeklindedir. Peygamber'i sevmek demek, onu Allah(c.c) ile aramıza koymak değil, onu bu şekil bir düşünce içinde anmaktan uzak tutmak olmalıdır.

Dua adabı olarak öğretilen şartların içinde, dua yapılacak yerin kutsal bir mekanda yapılmasının kabul oranını yükselttiği(!!!) vardır. Bu adab(sızlığ)a uymak için, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi "bilmem ne baba türbeleri" önünde birbirini çiğneyenlerin yaptıkları dua değil; maalesef bir şirk ayininden öteye geçmemektedir.

Duanın belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği iddiası da yapılan yanlışlardandır. Kandil geceleri adında ihdas edilen ve Hıristiyanlık özentisinin bir ürünü olan bu geceler, dua etmeyi sadece belli zamana hapseden ve olayı sadece bir ritüele dönüştüren adapsızlıklardandır.

Duanın adaplarından bir diğeri de "Esma-ul Husna" yani Allah(c.c)'nin güzel isimleri ile O'na dua etmektir. Bu adap yanlış anlaşılmakta ve sadece o isimleri tekrarlayarak duanın kabul olacağı zannını oluşturulmaktadır. Halbuki Allah(c.c) kuluna yardım etmeye söz vermiştir ancak bu sözün yerine gelmesi, o kulun bir takım şartları yerine getirmesi ile karşılık bulacaktır.

Hasta olan bir kul elini açıp sadece "Yâ şafi" (Ey şifa veren) şeklinde dua ederek, tedavi olmak şeklindeki yapılması gerekenleri yapmadıkça şifa bulamaz. Elini açıp bu şekilde dua etmesi, Allah(c.c)'ın şifa veren olmasının gereğinin yerine getirilmesinden sonra olabilir.

Hasta olduğunda şu sure, şu dua veya şu salavat şeklindeki paket duaların tümü Sünnetullah'a aykırı dualar olup, yerine getirilmediğinde kulun Allah'a olan isyanının artmasına sebep olmaktadır.

Duada yapılan adapsızlıklardan bir tanesi de "Ya Rabbi bizleri ...... ile imtihan eyleme" şeklindeki hitaplardır.

[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki; «Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.»

BAKARA 155-156 ayetlerinde bu şekilde buyuran Rabbimiz'in bu beyanına karşı "biz bunları istemiyoruz" anlamına gelen bu şekil hitaplardır. Allah(c.c); kulun istediği imtihanı değil, kuluna istediği imtihanı göndermek hakkına sahiptir. Kula düşense; bu imtihan gereğini yerine getirmek olmalıdır. Rabbimiz'in bu tür siparişlere tabi olmak gibi bir durumu olmadığını asla unutmayalım.

Müslümanlar olarak yaptığımız en büyük yanlış; Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Mushaf içinde aramak ve içindeki ayetleri bazı dertlere deva olan ayetler bellememizdir. Halbuki Allah'ın ayetleri sadece Mushaf içindekiler değil, yarattığı herşeydir. Bu bağlamda hastalığa şifa için kullanılması gereken tedavi usulleri de onun ayetlerinden olup, tedavi için önce bunları okumak yani uygulamak gerekmektedir.

Hasta olan bir kişi bunları okumayıp sadece "Ya Şafi" diye dua ettiğinde, binlerce kere söylese dahi hastalığı iyileşmeyecek ve sonunda ölüp gidecektir. Sünnetullah'tan haberi olmayan bir kişi de "bu kişi Allah'a bu kadar dua etti ama Allah onun duasını kabul etmedi" diyerek suçu Allah'a yükleyecektir. Halbuki suç; duanın adabını yanlış bilerek sebeplere sarılmayan kuldadır.

İşleri kötüye giden veya rızık darlığı çeken kişi, aynı şekilde Sünnetullah yasalarına uymadan "Ya Rezzak" (Ey rızık veren) diye akşamlara kadar dua edip rızkını temin için çalışmaz ise, istediği rızık gökten başına asla düşmeyecektir.

Bundan birkaç sene önce, dini yayın yaptığını zannettiğimiz bazı televizyon kanallarında "Sır Kapısı" adı altında bir takım dizileri hepimiz hatırlarız. Bu dizilerde Sünnetullah'a aykırı olarak bazı kimselere yapılan iyilikler, gerçek hayatta aynı durumda olan diğer insanların "bana da neden yapılmıyor? Allah'ın torpilli kulları mı var?" şeklinde itirazlara sebep olmuştur. Bu programları yapanlar sebep oldukları yanlış düşüncelerin farkında bile olmadan, sadece reyting kaygısı içide bunları yapmışlar ancak bir sürü insanı isyana ve küfre sürüklemişlerdir.

Dua adabını Kur'an'dan öğrenecek olursak şunları söylemek mümkündür;
  1. Dua ederken, araya Peygamber(a.s) dahi olsa kimseyi koymamak,
  2. Özel mekan ve özel gece şeklinde bir düşünce içinde olmamak,
  3. Sünnetullah olgusuna, yani Allah(c.c)'nin duanın kabulu için koyduğu evrensel yasalara uymak. Bu yasalara örnek verecek olursak; hasta olduğumuzda tedavi imkanlarına tabi olmak, rızkımız daraldığında genişlemesi için gerekli olan çalışmaları yapmak, düşman işgaline uğradığımızda düşmana beddua seansları yerine düşmanın silahı ile silahlanıp ona misli ile karşı koymak.
Bunlara "fiili dua" demek mümkündür. "Kavli Dua" şeklindeki yakarışlarımız "fiili dua"nın ardından gelmelidir ki dualarımızın kabul oranı yükselsin. Aksi takdirde yaptığımız dualar suyu akmayan bir çeşmeye avucumuzu uzatıp, suyun akmasını beklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Gelenekçi kesimde bu tür hatalar mevcut olup, kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayan bir kısım insanlar tarafından duanın sonunda "amin" demenin, eski Mısır'ın "Amon" adlı tanrısından geldiği şeklinde iddialar ortaya atılarak suni gündemler peşinde koşulmaktadır. Bu konuyu "Amin demek şirk midir?" başlıklı bir yazı ele almaya çalıştığımız için kısa kesiyor, bu tür tartışmaları adapsızlığın diğer uçtaki yansımaları olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Sonuç olarak; kulun Rabbi'ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua, maalesef bir takım Kur'an dışı şartlara bağlanarak adap yerine edepsizlik haline getirilmiştir. Tevhid merkezli bir inancın, maalesef şirk merkezli bir inanç haline dönüşmesine sebep olan gelenekteki dua adaplarının içindeki bazı şirk unsurlarının acilen temizlenmesi gerekmektedir. Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah'ın verme mecburiyeti haline getirdiğimizden dolayı, yerine gelmediği zaman Allah'a karşı isyan içine girenler maalesef Allah'ın bizim yanaşma veya ırgatımız olmadığını unutmaktadırlar. Kur'an'ı hayat ile bağını kopararak okumanın tezahürlerinden olan dua adapsızlıkları şeklinde sıralanan şartlar, maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak mevcuttur. Sünnetullah olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar, maalesef karşılığını bulmayacak, öncelikle "sebeplere tevessül" olarak bildiğimiz şartları yerine getirmek duanın ilk kabul şartı olarak bilinmeden yapılacak dualar kuru kuruya söylenen sözler olarak kalacaktır. Rabbimiz bizleri Sünnetullah'ın doğrultusunda dua eden kullarından kılsın.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.