4 Mart 2014 Salı

Samiri'nin Elçinin İzinden Avuçlaması

Samiri adını , Kur'anda Musa as kıssası içinde geçen , Musa as ın 40 günlüğüne Tur'a çıkmasının  ardından İsrailoğullarına buzağı heykeli yapıp , o buzağıyı " bu sizin ilahınız" diyerek İsrailoğullarını şirke sürükleyen bir kişilik olarak görmekteyiz. Bu isim sadece İsrailoğullarına has olmayıp, firavun,karun,haman vs gibi sembolleşmiş isimler arasında yerini bulmuştur. "Samirilik", Allah cc nin dinini bozmak için onun dininden az bir şey alıp batıl ile karıştırarak halka sunmanın genel adı olmuştur. Musa as kıssası içinde anlatılan bu kıssadaki bazı kelimeler olayın boyutunun evrenselliğini anlatması bakımından dikkat çekicidir.   

Samiri kelimesinin anlamı olayın evrensel boyutunu göstermesi bakımından önemlidir. 
"Essümretü": beyaz ve siyahtan mürekkep renklerden biri(esmer) . "Semreü" sözcüğü kinayeli olarak "buğday" anlamına kullanılmıştır.
"Essemretü": bir tür ağaç,renginden dolayı böyle adlandırılmış olması muhtemeldir.
"Essemrü": gece siyahlığı, gece biriyle konuşmaya veya sohbet etmeye "semerün" denmiştir. 
"Semere fülanün": filan kişi gece biriyle konuştu veya sohbet etti. (El müfredat ) 

Bu kelime mü'minun s. 67. ayetinde şu şekilde geçmektedir.
[023.067]  Kafa tutardınız ve geceleyin(samiren) hezeyanlar savururdunuz.  

Samiri'nin ihaneti Araf s. ve Taha surelerindeki Musa as kıssası içinde anlatılmakta olup bu yazımızda Taha s. içindeki ayetler üzerinde durarak kıssanın evrensel mesajını anlamaya çalışacağız.  

Musa as Tur'a çıkmadan önce kardeşi Harun as ı yerine vekil bırakarak şunları der.
[007.142]  Musa'ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Böylece Rabbının ta'yin ettiği vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde, benim yerime geç. Islah et ve fesadçıların yoluna uyma.

Taha s. deki ayetlerde şu şekildedir. 
[020.083] «Ey Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?»
[020.084]  Musa: «Onlar, benim izimin( eseri) üzerindeler ve ben, hoşnut olasın diye, sana gelmekte acele ettim ey Rabbim!» dedi.

Taha s. 84. ayette geçen "Eser" kelimesi 96. ayette de geçecek olması ve anahtar bir terim olması nedeniyle bu kelimenin anlamı üzerinde durmak gerekmektedir. "Eser" kelimesi ; sözlükte, " bir nesnenin mevcudiyetine delalet edecek bir şeyin husule gelmesi , ortaya çıkması" demektir. Musa as "benim eserim üzerindeler" derken , "onlara senin bana vahyettiklerini tebliğ ettim üstüne de kardeşim Harun'u vekil bıraktım" demek istemektedir.

[020.085] Allah: «Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı» dedi.

Bu ayette, kavmini bırakıp Tur'a çıkan Musa as a Allah cc Samirinin yaptıklarını haber vermektedir , bu durumun bir imtihan olduğu ise İsrailoğullarına Harun as'ın ağzından  şu şekilde dile getirilmektedir.

[020.090]  And olsun ki Harun daha önce onlara: «Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin» demişti.

[020.086] Musa, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü. «Ey milletim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti, yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?» dedi.
[007.150] Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?» dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: «Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim milletle bir sayma» dedi.

Musa as ı bu derece sinirlenmesine sebep olan olay Araf ve Taha surelerinde şu şekilde anlatılmaktadır. 

 [007.148] Musa'nın arkasından kavmi tutmuş takılarından bir dana, böğüren bir heykel edinmişlerdi. Onun kendilerine bir söz söylemediğini ve bir yol göstermediği görmemişler miydi? Fakat onu tanrı edindiler ve zalimdiler.
[020.088]  Derken onlara bir buzağı böğürmesi olan bir ceset çıkardı. Dediler ki: «Bu sizin ilâhınızdır ve Mûsa'nın ilâhıdır, fakat unutmuş.»
[020.089] Görmüyorlar mı idi ki, onlara ne bir söz iade edebiliyordu ve ne de onlar için bir zarara ve bir faideye malik bulunuyordu.

Ayetlerdeki bazı kelimelere dikkat edecek olursak, buzağının ,"böğürmesi" şeklinde bir kelime ile ifade edilmesi sahte ilahlar da olan bir vasfın, yani muhataplarının anlamadığı bir dilden konuşması, "onlara yol göstermemesi" demek ilah olan bir varlığın kullarına yol gösterme özelliği olması gerekmesi olarak anlaşılabilir,yine aynı şekilde "kendileri için ne bir zarar ve yarara sahip olmadıkları" şeklindeki ifade kendilerine bile hayrı olmayanları ilah olarak benimseyenlerin düştükleri trajikomik durumu ortaya koymaktadır.   

Yazımızın ana konusu olan "Samirinin elçinin izinden bir avuç alması" ile ilgili ayetleri okuyup sonra ayetlerin mesajına geçebiliriz.

[020.095]  Ya ey sâmirî, senin derdin ne?
[020.096]  O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç alıp onu  attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.

Samirinin, gerekçe olarak ortaya sürmüş olduğu ifadeler sadece o güne has bir ifade olmayıp dün,bugün ve yarın bütün Samirilerin insanları Allah ile aldatmak yolundaki taktikleridir. Tefsirlere baktığımız zaman özellikle 96. ayet ile yapılan tefsirler ayetin mesajının nasıl yanlış anlaşılacağına dair örnekler ile doludur. Samirinin Cebraili gördüğü ve onun izinden bir avuç toprak aldığı gibi yorumlar tefsirlerde yerini almış olup bu anlayış meallere de yansımıştır. Bu şekil yapılmış meallerden bir kaç örnek vermek istiyoruz. 

Ahmet Varol :
Dedi ki: 'Ben onların görmediklerini gördüm ve elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (buzağı heykelinin içine) attım. Nefsim de böyle yapmayı bana hoş gösterdi.'

 Ali Fikri Yavuz :
Sâmirî şöyle dedi: “- Ben İsrail oğullarının görmedikleri Cibrîl’i gördüm de, O Rasûlün izinden bir avuç toprak aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Böylece bunu, bana, nefsim hoş gösterdi.”

Bekir Sadak :
Samiri: «Onlarin gormedikleri bir sey gordum ve o sana gelen elcinin bastigi yerden bir avuc avucladim. Bunu ziynet esyasinin eritildigi potaya attim. Nefsim boyle yaptirdi» dedi.

Hayrat Neşriyat :
(Sâmirî:) '(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin(Cebrâîl’in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi' dedi.

Yazımızın başında söylediğimiz gibi "Eser" kelimesi burada da "eserirresul" (resulun izi) şeklinde karşımıza çıkmakta olup ayetin mesajını anlama hususunda anahtar terim durumundadır. 

Musa as Tur'a çıkarken yerine kardeşi Harun'u bırakmış ve İsrailoğullarının içlerinde olduğu süre içinde onlara elçilik görevi gereği izleyecekleri yolları tebliğ etmiştir buna rağmen kavmi onun bu tebliğini pek ciddiye almamış ve eski alışkanlıklarına dönme itiyadında olduklarını her defasında dile getirmişlerdir. Allah cc ile buluştuğu zaman "onlar izim üzerindedirler" diyerek yokluğunda da gerekli olan bilgileri onlara anlattığını söylemiştir.  

Buzağı putu Mısırlılarında Allah cc ye şirk koştukları bir put olup israiloğulları mısır esaretinde "celladına aşık mahkumlar" gibi onların putlarına aşık olmuşlardır. Musa as ın yokluğunu fırsat bilen Samiri bu putu yaparak İsrailoğullarına "işte sizinde Musanın'da ilahı bu" diyerek İsrailoğullarının içinde olan şirk hastalığını açığa çıkarmıştır.  

"Errresulun izi" tabiri ile verilmek istenen mesajı şu şekilde anlamak mümkündür , "Musa nın izi" veya "senin izin" tabirinin kullanılmayıp "erresulun izi" terkibinin kullanılması mesajın evrensel bir boyutu olduğu şeklinde anlaşılabilir.

Resuller tarih boyunca Allah cc nin kullarına olan mesajlarını taşımaları nedeniyle insanlık tarihinin en önemli isimlerinden olup bu önem sadece yaşadıkları zaman çerçevesi ile sınırlı değildir. Resullerin ilettikleri bilgiler evrensel boyutlara haiz olup kıyamete kadar gelecek insanlar için ebedi hayatları için gerekli olan bilgileri içermektedir.

Tarih boyunca Allah ile aldatan insanların bu aldatmacalarını gerçekleştirmek için yine dini motifleri kullanmışlardır. Samiri buzağıyı meydana getirirken "resulun izinden alıp attım" demesi tabirinden alınması gereken mesaj şu olabilir; Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesi misali , Allah ile aldatanların bu aldatmayı yapmaları "buzağı" objesi ile tarif edilmiş buzağının içinde "resullerin izinden" atılması yanlışların içine birazcık doğruların katılarak " işte sizin dininiz budur" denilerek insanlar çağdaş samirilerin yapmış oldukları buzağılara kulluk ettirilmektedirler.   

Buzağı ve samiri sembolleri sadece yaşadığı zaman ile sınırlı olmayıp tarihin her devrinde Allah ile aldatmanın sembol hayvanı ve sembol ismi olmuştur. Çağdaş samiriler insanlara sundukları buzağıları hoş göstermek için süslü sözlerle bezenmiş dini motifleri her zaman kullanagelmişlerdir. Bu durumu kıssada buzağının yapılması sırasında kullanılan malzeme ile ilgili olarak kulllanılna ifadeden anlamaktayız.  

[020.087]  Dediler ki: Biz sana olan vâdimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin  zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.
 

Ayet içinde geçen "zinetilgavm"(kavmin zineti) tabiri ile bu zinetlerin hangi kavmin zinetleri olduğu konusundan ziyade, "zinet" kelimesinin diğer ayetlerde kullanımına bakmak gerekmektedir.

[015.039] (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim(leüzeyyene) ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
[003.014]  Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir(züyyine ). Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.
[006.043] Hiç değilse, onlara şiddetimiz geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi (zeyyene)
[027.024]  Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de(zeyyene) onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
[029.038]  Ad ve Semud milletlerini de yok ettik. Bunu, oturdukları yerler göstermektedir. Şeytan kendilerine, işlediklerini güzel gösterdi; onları doğru yoldan alıkoydu. Oysa kendileri bunu anlayacak durumda idiler.

Şeytanın süslemesi (zinetlemesi) tabiri buzağıyı yaparken kullanılan malzemenin zinet eşyası olması yapılanları şeytanın süslü göstermesi şeklinde bir teşbih olup samiri burada şeytanın rolunu üstlenmiştir.

Samiri ve yaptığı buzağı sadece o güne has bir olay olmayıp bugün aynı kişi ve objeler müslümanların arasında yaygın halde bulunmaktadır. İnsanları Allah ile aldatmak için çabalayan müslüman kılıklı şeytanlar yapmış oldukları buzağının içine dinin doğrularından az bir şey karıştırarak ve çoğunluk olarak şeytanın süslemelerinin olduğu sözler ile insanlara din olarak Allah cc nin söylmediği şeyleri ona iftira atarak söylemektedirler, bunları derkende aynen samiri gibi söyleyerek "işte sizin dininiz budur siz bizden dahamı iyi bileceksiniz" tabirini kullanmaktadırlar.   

 [020.099-100] Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir zikir verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir.

Taha s. nin bu ayetlerini gerideki ayetler ile anlayacak olursak şunları söylemek mümkündür; Musa as ın kavminin zinet eşyalarını yüklenerek yapmış olduğu buzağı onların dünyada yüklenmiş oldukları günahlara tekabül etmektedir. Günahların süslü gösterilmesi ile kavmin süs  eşyalarının kullanılarak buzağı yapılması dünyada yapılan salih olmayan amellerin kıyamet günü alınacak karşılığının dünyada yapılan buzağı gibi olacağının bir anlatımı olarak görmek mümkündür. Süs eşyalarını yani en değerli eşyalarını atarak meydana getirdikleri bir obje onlara karşılık olarak hiçbir şey vermemekte olup aynı şekilde dünyada iken yapmış olduğumuz günahlar ahirette karşımıza işe yaramaz değersiz külleri savrulmuş bir şey olarak karşımıza çıkacaktır.


Sonuç olarak; Samiri ve onun yaptığı buzağısı sadece anlatılan zaman has bir olay olmayıp çağlar boyunca Allah ile aldatanların genel olarak kullandıkları taktikler olarak bizlere sunulmaktdır. Samiri ismi , fravun,karun,haman gibi sembolleşmiş bir isim olarak dün ,bugün ve yarın taa kıyamete kadar yaşayacak din adına aldatıcıların sembol isimi olarak yerini almıştır. Aynı şekilde buzağı objeside evrensel bir obje olarak yerini almış olup çağdaş samirilerin insanları aldatmak için zinetlendirerek gözlere hoş gösterdikleri bir obje olarak kıyamete kadar aramızda yaşayacaktır. Kur'an bu gibi insanların yaptıkları buzağılara onların ne kadar süslü olduklarına bakarak aldanmamamızı istemekte ve Musa as ın samiriye ve buzağıya uyguladığı muameleyi bizlerinde çağdaş samiri ve buzağılarına uygulamamızı istemektedir.  
 [020.097] (Musa ona şöyle) dedi: «Haydi çekil git. Artık senin için hayat boyunca, 'benimle temas yok' diye söylemen var (bir vahşi gibi yapayalnız yaşamağa mahkum olacaksın). Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilâhına bak; elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.»

Bizlerinde yapmamız gerekeni ayet açıklamakta olup samirileri içimizden kovmak ve yaptıkları buzağıları yakarak hayatımızdan atmaktır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Şubat 2014 Çarşamba

Kıyamet s. 16-19. Ayetlerinin İki Farklı Yorumu Üzerine Bir Mülahaza

Kıyamet s. mushafta 75. sırada yer alan bir sure olup isminden'de anlaşılcağı üzere konusu kıyamet ve sonrası olacaklar ile ilgilidir. 16 ile 19. ayetler arasındaki cümlelerin yorumu üzerine iki farklı görüş mevcut olup yazımızda bu görüşler üzerinde durulacaktır. Önce surenin tamamının mealini verelim. 

1 - Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe.
2 - Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse.
3 - İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
4 - Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.
5 - Fakat insan günahı devam ettirmek ister.
6 - O kıyamet günü ne zaman? diye sorar.
7 - Ne zaman ki o göz şimşek çakar,
8 - Ay tutulur,
9 - Güneş ve ay toplanır,
10 - İşte o gün insan, "kaçacak yer neresi?" der.
11 - Hayır, hayır, yok bir siper.
12 - O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13 - O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
14 - Doğrusu insan kendi nefsini görür,
15 - Bir takım özürler ortaya atsa da.
16 - Onu hemen okumak için dilini depretme.
17 - Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18 - O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.
19 - Sonra onu açıklamak da bize aittir.
20 - Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da
21 - Ahireti bırakıyorsunuz.
22 - Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.
23 - Rabbine bakar.
24 - Yüzler de var ki o gün asıktır.
25 - Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.
26 - Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27 - "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28 - Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29 - Bacak bacağa dolaşır..
30 - İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.
31 - Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.
32 - Fakat yalanladı ve döndü.
33 - Sonra da çalım sata sata ailesine gitti.
34 - Gerektir o bela sana, gerek.
35 - Evet, gerektir o bela sana gerek.
36 - İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?
37 - O, dökülen erlik suyundan bir damla (sperm) değil miydi?
38 - Sonra bir aleka (embriyon) oldu da Rabbi onu biçime koydu, sonra şekil verdi.
39 - Ondan da iki cinsi; erkek ve dişiyi var etti.
40 - Peki, bunu yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi.  


Surede geçen -16.19. ayetler ile ilgili görüşler , Muhammed as a vahiy gelirken nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler şeklinde ağırlıklı olarak bir tefsirlerde yer aldığını görmekteyiz ve bu görüşlerin daha tutarlı olduğunu düşünüyoruz. Taha s. 114. ayeti bu konuyu destekler mahiyette bir ayettir.  

 [020.114] [E0] Demek ki Allah o hak şehinşah yüksek, çok yüksek, maamafih sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur'anı acele etme ve de ki «rabbım artır beni ılimce»

Surenin 16-17-18-19. ayetlerine baktığımız ağırlıklı yorumun , Muhammed as a indirilen vahiy ile alakalı olduğu şeklinde olup bizimde katıldığımız bir görüştür. Ancak günümüzden yaklaşık 1000 sene önce yaşamış olan "Kaffal" adındaki müfessirin bu konuda farklı bir yorumu bulunmakta olup , Razi tefsirinde onun bu ayet ile görüşü şu şekildedir. 

 " Kaffâl'ın yaptığı açıklama da şöyledir: "Cenâb-ı Hakk'ın, "Dilini onunla depretme" hitabı, Hz. Peygamber (s.a.s)'e yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, "O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek.., "(Kıyame, 12} ifadesindeki "insan"a yöneltilmiş bir hitabtır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira, ona (amel defteri), kitabı gösterilerek, kendisine, "Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter" (isra. 14) denilecek, o da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, "Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma!.. Çünkü, ya va'din, yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız..." denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice-i kelam şudur: Bu ifade ile, o kafire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, ahirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: "Bu, her ne kadar hakkında eser (hadis) bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir."
 
Müfessir Kaffal bu görüşünü , konu ile ilgili olan bazı ayetleri israiliyyat dediğimiz bilgi ile yoğurarak ortaya koymuştur. Surenin siyak ve sibakı kıyamet ile ilgili olması konu ile ilgili ayetlerinde illaki siyak ve sibak bağlamı içinde okunmasının gerektiği şeklinde bir mecburiyeti gerektirmez. Kur'anın hiç bir yerinde kıyamet günü amel defterlerinin bir başkası tarafından defter sahibine okunması şekilde delil olabilecek bir ayet yoktur. Siyak ve sibaktan bağımsız olarak bazı surelerde bu şekilde anlatım örnekleri bulunmaktadır. 

 Mesela taha suresine baktığımız zaman Musa as kıssasında 54-55. ayetler, ankebut s. de İbrahim as kıssasının anlatıldığı 18-23. ayetler , lokman s. 14-15. ayetler , hud s. de Nuh as ın kıssasının anlatıldığı 35. ayet bu gibi siyak sibak uygunsuzluğuna örnek olarak verilebilecek ayetlerdir.  


[017.013-14] Her insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet gününde açılmış bulacağı bir kitab çıkarırız.Kitâbını oku, bugün senin nefsin senin üzerine muhasip olmaya kifâyet eder.
[017.071]  Bir gün bütün insanları önderleriyle beraber çağırırız. O gün kitabı sağından verilenler, işte onlar kitablarını okurlar. Onlara kıl kadar haksizlik edilmez.
[018.049]  Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
[045.029]  İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk.
[023.062]  Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

Verdiğimiz örnek ayetlerin delaleti ile kıyamet günü amel defterlerinin kişiye bir başkası tarafından değil bizzat kendileri tarafından görüleceği beyan edilmekte olup diğer bir çok ayette ise "kitabı sağından verilenler" veya "kitabı solundan verilenler" şeklinde bilgi verilmektedir. 

Maalesef farklı bir görüş ortaya koyma adına olsa gerektir ki , Kaffal'ın bu görüşü şaz bir görüş olarak kabul edilmiş olmasına rağmen bazı kişilerin bu şaz görüşü yeniden ortaya attıklarını görmekteyiz. Bu görüşü ortaya atar iken takındıkları tavrı anlamakta zorluk çektiğimizi bu arada söylemek gerekmektedir şöyle ki;  

Sayın Mehmet Okuyan hocamız Akabe vakfında yapmış olduğu "Envar'ülkuran" derslerinin girişinde bu ayetler ile ilgili olarak Kaffal'ın bu görüşünü sanki yeni ve kendisinin yeni ulaştığı bir görüş gibi ortaya koyarak sanki bu ayetlerin en doğru yorumu budur gibi bir söylem ile  bunu anlatmıştır. Sayın hocamıza acizane bir uyarımız şudur ki ; hiçbir ayet ile ilgili görüşünde en doğru görüşün kendi söylediğinin doğpru olduğu yolunda kesin ifadeler kullanmamasıdır. Kul olmak hasebiyle yanılma payını daimi olarak açık bırakması gerekmektedir bu hem ilmi üsluba hemde mütevaziliğe daha uygun bir tutumdur.

Sonuç olarak ; kıyamet suresinin 16-19. ayetlerinin Muhammed as a vahiy alması ile ilgili olarak nasıl davranması gerektiğini beyan eden ayetler olduğu şeklindeki görüşün kur'anın diğer ayetlerinin yardımı ile daha doğru bir görüş olduğunun görünmesine rağmen , 1000 küsur sene önce Kaffal adlı müfessirin görüşlerinin yeniden ısıtılarak ortaya sürülmüş, bu ayetlerin kişiye amel defterlerinin okunurken nasıl davranmasını anlatan ayetler olduğu yolundaki görüşünün şaz bir görüş olarak kalmasına rağmen yüzlerce yıl sonra farklı bir görüş aramak adına onun bu görüşünün yeni ve tek doğru bir görüş olarak lanse edilmesi ilmi bir yaklaşım değildir. Allah cc nin ayetleri ile ilgili görüş beyan edilirken kur'an bütünlüğünün gözetilmesi gerekmekte olup, varılan sonucun tek doğru görüş olduğu şekildeki yaklaşımlardan kaçınmak gerekmektedir.  

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

19 Şubat 2014 Çarşamba

Yusuf a.s'ın Rabb'inden Gördüğü Burhan Ne İdi ?

Yusuf s. kur'anın , "ahsenel kasas" kıssaların en güzeli olarak tanımladığı bir kıssa olup surenin tamamında Yusuf as ın kıssası anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarının muhatablarına yönelik mesajlar taşıması anlayışı üzerinden bu kıssayı okuyacak olursak bir çok mesajı ihtiva ettiği görülecektir. Kıssadaki bu mesajlar teşbihi bir anlatım üzerinden verilmekte olduğunu düşündüğümüz için suredeki bazı olaylar üzerinde durup bu mesajı anlamaya çalışacağız. İlk olarak Yusuf as ın meliğin karısı tarafından zinaya zorlanması ile ilgili ayetlerini okumaya çalışacağız.     

Yusuf as kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra onu kervancılar kuyudan çıkarmış ve değersiz bir kişi olarak görüp ucuz bir paraya mısır'da satmışlar onun alan kişi mısır'ın yöneticisi olup eşine Yusuf'a değer vermesini ister.

[012.021]  Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.» İşte böylece ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

Yusuf as yıllar geçip sarayda büyümüş ve [012.022]  Ergenlik çağına gelince; ona hüküm ve ilim verdik. Biz ihsan edenleri işte böyle mükafaatlandırırız .

Yusuf as ergenlik çağında iken onu büyüten yöneticinin karısı onunla zina etmek ve Yusuf as bunu red eder bu olay bizler için ne gibi bir mesaj taşımaktadır ? sorusunun cevabını aramaya çalışalım.  

 12. 23/ Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte lek(leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).

Yûsuf’un bulunduğu evdeki kadın, Yûsuf’un kendisine yaklaşmasını istedi ve bütün kapıları kapadı: “- Haydi gel.” dedi. Yûsuf ise: “- Allah’a sığınırım. Doğrusu o (kocan) benim rabbimdir, bana güzel bakmıştır. Gerçek budur ki, zalimler (zina yapanlar) kutulamazlar.” dedi.

Yusuf suresine baktığımız zaman kur'anın ıstılahlaştırdığı bazı kelimelerin sözlük anlamında kullanıldığı görülür , "rabb " kelimesi bunlardan biridir, sure içinde bir kaç ayette bu kullanımı görmekteyiz. 23. ayette geçen "innehu rabbi" (muhakkak o benim rabbimdir) şeklindeki ibaredeki "rab" kelimesinin kullanılışının iki farklı şekilde yorumlandığı bilinmektedir, 1. yorum Allah için 2. yorum yönetici için , biz "rab" kelimesinin yönetici için kullanılmış olduğunu tercih edenlerin daha isabetli olduğunu düşünüyoruz.   

"Rab" kelimesi sözlükte , " artmak,yükseltmek,beslemek,büyütmek,yetiştirmek" anlamlarına gelmektedir. Yusuf as ı besleyip büyütmüş olması nedeniyle , Yusuf as tarafından kendisini kelimenin sözlük anlamında kullanılışı olarak "o benim rabbim" denilmiştir.   

22. ayette yöneticinin karısına " ona ikram et" şeklindeki hitabı ile Allah cc nin kullarına ikram etmesi ile paralel bir bağ kurup kişinin kendisine ikram eden birine karşı takınması gereken tavrı Yusuf as ın örnekliğinde görmekteyiz. Bu kelimenin geçtiği bir kaç ayet örneği vererek kıssadaki olayın benzeştirmesini görelim.  

[017.070] Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem (kerremna) kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.
[096.003]  Oku! Rabbin sonsuz kerem(elekrem) sahibidir.
[055.027] Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır.
[055.078]  Celal ve ikram sahibi Rabbının adı ne yücedir.
[026.007]  Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
[031.010] O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip-yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel(kerim) olan çiftten bir bitki bitirdik.
[082.006]  Ey insan! Ne mağrur etti seni o kerîm Rabbına?

Allah cc kullarına karşı ikram sahibi olduğunu birçok ayette zikrederek onların bu ikrama karşı nankörlük yapmamalarını istemesine rağmen insanlardan birçoğu bu emri yerine getirmeyerek nankörlük yapmaktadırlar. Yusuf as kendisine güzel ikramda bulunan rabbına karşı nankörlik yapacak olursa zalimlerden olacağını söyleyerek bizlerede , alemlerin rabbi olan Allah cc tarafından bize ikram edilen nimetlere karşı yaptığımız nankörlüğün zalimlik olduğu mesajını vermektedir. Dünyada herhangi bir kişi tarafından ikrama uğrayan kişinin kendisine ikram eden kişiye karşı nankör olması nasıl düşünülemezse , Allah cc bizlere kur'anın bir çok ayetinde bildirilen nimetlerine karşı nankörlük etmenin nasıl bir zulum olduğu akıldan çıkarılmadan verilen ikrama karşı gerekli olan şükür yerine getirilmelidir.  

 [012.024]  And olsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; Rabbin'in burhanını görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Doğrusu o bizim çok samimi kullarımızdandır.

Bu ayette geçen " levle en burhane rabbihi" (rabbinin burhanını görmeseydi) cümlesi üzerinde tefsir kitaplarına baktığımız zaman bazı yazılanları buraya almaya haya dahi edebileceğimiz yorumlara rastlamaktayız. Üzerinde durmak istediğimiz kelime "rabbinin burhanı" olup burhan kelimesi ile kastedilmek istenilen şeyin ne olabileceği konusunda düşüncelerimizi paylaşacağız.

Öncelikle 24. ayette geçen "rab" kelimesinin , 23. ayette'ki lügat anlamındaki kullanışı gibi aynı şekilde kullanıldığı düşünmekteyiz yani rab kelimesi bu ayettede mısır'ın yöneticisi anlamında kulanılmaktadır. 

"Burhan" kelimesi sözlükte , hüccet ve delil , hakkı batıldan ,doğruyu yanlıştan ayıran güçlü delil anlamındadır. Bu kelime kur'anda elçilerin muhataplarına Allah cc ye iman etmeleri için getirmiş oldukları deliller anlamında kullanılmıştır. 

[004.174]  Ey insanlar! bâkın size rabbınızdan bürhan geldi, size açık bir nur indirdik 
[023.117] [E0] Ve her kim Allahın beraberinde diğer bir tanrı da'vâ ederse onun ona hiç bir bürhanı yoktur ve ancak rabbının ındinde hisabı vardır, hak bu ki kâfirler felâh bulmazlar.
[002.111] [E0] bir de Yehud veya Nasradan başkası asla Cennete giremiyecek dediler, bu onların kendi kuruntuları, haydi de; doğru iseniz getirin bürhanınızı
[028.032] [E0] Elini koynuna sok çıksın bembeyaz, bir âfetsiz, ve heybetten cenahını kendine kavuştur, işte bu ikisi sana iki bürhan, rabbından Fir'avne ve cem'ıyyetine, çünkü onlar fasık bir kavm oldular.

Alemlerin rabbi olan Allah cc nin kullarına göndermiş olduğu burhanın mahiyetinde onlara verdiği nimetleri hatırlatarak nankörlük etmemeleri, ona iman etmeleri için gerekli olan bilgileri içirdiğini hatırlayacak olursak bizlerinde o burhanı görerek nankörlük yapmamamız öğütlenmektedir.

"Rea" (görmek) fiilinin sadece göz ile görmek şeklinde kullanılmış olması düşüncesinden kaynaklanan görülen burhanın ne olduğu konusunda yine tefsir kitaplarından birçok bilgi kirliliği mevcut olup örnek olarak görülen burhandan kastedilenin "cibril" olduğu söylenmektedir. "Rea" fiili sözlükte , "görüleni, görülebilir olanı idrak etmek,algılamak" anlamında olup 1-duyu organları ile 2-zan tahmin ve tahayyül ile 3-tefekkür ve düşünme ile 4-akıl ile olur " . Kelime, anlam olarak sadece göz ile algılamayı kapsamamakta olup daha geniş bir anlamı vardır.  

Yusuf as'ın, "rabbinin burhanını görmesi" cümlesini , onun kendisine mısır yöneticisi tarafından verilen ikramı ve nimetleri nankör olmamak adına akletme ve tefekkür yolu ile görmesi sonucunda, onun eşi ile zina etmesinin onun kendisine verilen iyiliklere karşı nankörlük etmek olacağını görüp zinadan geri durması şeklinde anlamak mümkündür. Yusuf as eğer o yöneticinin ona karşı iyiliklerini unutup sadece nefsinin arzularına uymuş olsaydı o kadınla zina ederdi ama dürüst bir insanın kendisine verilen güveni boşa çıkarmamak adına yapması gerekeni yine bu şekil örneklikle bizlere mesaj olarak verildiğini görüyoruz.

Yöneticinin karısınının durumunuda insanı kötülüğe teşvik eden şeytan'ın durumu olarak görmek mümkündür. Şeytan adı ile anılan şey bizlere her türlü kötülüğü yapmayı teşvik etmesi bakımından insanlardan'da olabilmekte olup, özellikle kötü şeyleri yapmayı süsleyip bizlere güzel göstererek bizim ona yönelmememizi teşvik ederek bizi ateşe götürdüğü unutulmamalıdır.

Sonuç olarak, yusuf as kıssasında mesaj içerikli olarak bizlere teşbihi olarak, kişinin kendisine herhangi bir insan tarafından verilen nimete nasıl nankörlük etmek yakışmaz ise, kulun'da Allah cc tarafından kendisine verilen nimete nankörlük etmemesi gerektiği anlatılmaktadır. Yusuf as kendisini çocuk iken besleyip büyütün yani kendisine rablik eden adama karşı nankörlük yapmayı, onun kendisine yaptığı iyilikleri hatırlayarak red etmiş ve nankör bir kişi olmadığını isbatlamıştır. Kıssanın bu kısım ayetlerinin bizlere bu şekil bir mesaj içerdiğini düşünmekteyiz.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Şubat 2014 Perşembe

ERİKE HADİSİ:Allah ve Elçisine Atılmış Bir İftira

İslam kültüründe "Hadis" denilince akla, Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözler akla gelir. Hadislerin sahihliğinin hangi kritere göre yapılması gerektiği konusunda, Müslümanlar arasında tartışma konusu olduğu'da bir gerçektir. Muhammed as ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözlerin, nasıl bir temele oturtulacağı ayrı bir tartışma konusu olup bugün Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarının başında gelen bir konu olduğu herkesin malumudur.

"Uydurma hadis" terimi, hadis usulu içinde yer alan bir terim olup, Muhammed as a atfedilen fakat onun söylediği kabul edilmeyen sözler için kullanılan bir terimdir. Bir hadisin uydurma olup  olmadığı konusunda kriter belirleyen hadisçiler , bir hadisin uydurma olduğunun kuvvetli bir ihtimal olmasının şartlarının en başında sayılabilecek olarak hadisin gayb'tan haber vermesi şeklinde bir kriter belirlemişlerdir.  

Hadislerin sahih olup olmadığı konusunda kullanılan yöntemi 2 ana başlıkta incelemek mümkündür. 1- sened tenkidi 2- metin tenkidi , senet tenkidi metodu ile bir hadisin sahih olup olmadığını belirleyen yöntem, o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile araştırılması sonucu varılan karar sonucunda oluşmaktadır, metin tenkidi metodu ile bir hadisin sahihliğinin belirlenmesi daha sağlıklı bir yöntem olup bizimde tercih ettiğimiz bir metotdur.  

Yazımızın başlığında adını vermiş olduğumuz hadisi bu yönteme göre bir tenkid süzgecinden geçirmek istiyoruz, "erike hadisi" olarak bilinen hadis şöyledir.  

   “Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]   

" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; TahaviŞerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"

 Rivayet kitaplarında bu hadisin farklı versiyonları olmasına rağmen rivayet özet olarak , gelecekte hadisi ve sünneti red edecek insanların bu reddiyelerini kur'ana dayandırmak sureti ile yapacaklarına işaret etmektedir.

Bu rivayetin senedine baktığımız zaman , 1- Ebu rafi 2- Mikdam bin ma'dikerib' adında iki sahabeyi görmekteyiz. Rivayetin hayber gününde söylenmiş olduğuna dair rivayetler olup bu iki sahabeden birincisinin, haybere iştirak etmediği yönünde tabakat kitablarında bilgiler vardır , 2. sahabenin ise Hayber fethinde küçük bir çocuk olması gerektiği yönünde rivayetlerin olması rivayetin senet tenkidi yönünden bile tartışmalı olduğu açıktır . ( bu konu ile ilgili olarak islamiyat dergisi 1998 yıl sayı 3 Mehmet Emin Özavşar'ın "polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesine bakılabilir). 

Gelelim rivayetin metin tenkidi ile okunmasına; 

Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen fitne olayları ve siyasi düşüncelerin itikadlaşması , her fırkayı kendisinin haklılığının, Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yada karşı fırkanın haksızlığının yine Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yönünde destek arayışına götürmüş ,ve bunun sonucunda bir çok uydurma hadis ortaya çıkmıştır. Haricilerin büyük günah işleyeni kafir görmeleri mürcienin büyük günah işleyenin kafir olmadığı yolunda hadis uydurmasına sebeb olmuş ve " şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenin üzerinedir" gibi büyük günah işleyenin kafir olmadığına delil teşkil edebilecek hadis uydurulmasına sebeb olmuştur.   

"Ehli Hadis" ekolünun hadisleri vahiy sayıp ,onlara Kur'anın yanında hatta ondan daha fazla bir değer atfetmesi, bugün bile yerleşik din algılarında tezahürü görülen bir durumdur. Hadis ve Kur'an ehli çekişmesinin başlangıcı kökü eskilere giden bir çekişme olduğu " Erike hadisi" adı verilen rivayetten anlaşılmaktadır.   

                                       "Biliniz ki bana Kur'an ile bir misli daha verildi"  

Rivayetin bu cümlesi üzerinde biraz duralım; Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen söze göre, kendisine Kur'anla birlikte onun bir benzeri verilmiştir. Bunun ne  olduğunu soracak olursak hemen "Hadis ve Sünnet" karşılığını alırız. Bu rivayeti kur'an içinden ayetle desteklemek için, hemen Necm s. ilk ayetlerinden olan " o hevasından konuşmaz onun konuştuğu vahiydir" veya " sana Kitap ve Hikmet'i indirdik" şeklindeki ayetler delil olarak sunulmaktadır. 

Kur'anın bir çok ayetinde " sana indirilen" şeklinde ibarenin tek bir şeyi anlatmış olması bu kişiler hiç bir şey ifade etmemekte olup, Hikmet'in Kur'andan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bununda sünnet ve hadisler olduğu yerleştirilmeye çalışılmıştır. Kur'an eğer önkabulsuz ve bütüncül bir metodla okunacak olursa sünnet ve hadis'in vahiy olduğuna dair tek bir delil bile bulunamaz aksine bu tür iddiaların iftira olduğu açıkça görülecektir.   


                              "Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir"  

 Bu cümle üzerinde'de biraz durmak gerekmektedir.Muhammed a.s Allah c.c nin elçisi olması nedeniyle, onun kullarına olan emir ne yasaklarını bildirmek şeklinde bir görevinin olduğu malumdur. Helaller ve haramların anlatıldığı ayetler, kur'an içinde yer bulan ayetler topluluğundan olması nedeniyle elçinin de haram veya helal kıldıkları sayılır ama bu haram kılma , Allah c.c den asla bağımsız olmayıp sıkıntılar bu çerçevede düğümlenmektedir.   

Muhammed a.s ın konumunu farklı algılayan "Ehli Hadis" fırkası , ona Kur'anın vermediği bir görev olan kur'an harici helal ve haram koyma yetkisini tanıyarak, elçilik vazifesinin dışında ayrı bir görev yüklemeye çalışmıştır. Muhammed a.s ın elçiliği ile birlikte yürüttüğü yöneticilik yani devlet başkanlığı sıfatıyla, o gün bazı uygulamalar yapması doğal ve gerekli bir durumdur. 

Bu durumun bir yansımasını Hayber gününde'de görmekteyiz. Sahabe darda kaldığı için yük taşımada kullanılan eşekleri keserek yemeye başlaması üzerine  bu durumun ordu üzerinde stratejik açıdan ters bir durum doğurucağını bilen Muhammed a.s eşeklerin kesilmesini yasaklamıştır. Bu yasaklama bazıları tarafından yanlış algılanarak bu yasaklamanın kıyamete kadar geçerli olduğu ve eşek etlerinin haramlılığının domuz eti gibi dini bir hüküm olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki "Haram" kelimesi yasaklama anlamında olup elçinin haram etmesi demek, onun yasaklaması anlamında ve kur'an gibi bir haram değeri taşımamaktadır.   

Muhammed as'ın helal ve haram koyma yetkisi meselesi araf s. 157. ayeti ve benzeri bir kaç ayetin baz alınarak delillendirilmeye çalışılsa da, ayetlerin bütünlük içinde okuması sonucunda böyle bir durumu anlatmadığı ortaya çıkacaktır.   

 "Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır."  

 Bu ibare işin vehametini ortaya çıkarması açısından ibret verici bir cümledir. Öncelikle birçok Kur'an ayetinin "Ben gaybı bilmem" şeklindeki cümlesi gözardı edilerek Muhammed a.s a gaybı bildirten rivayetlerin sahipleri acaba bunun hesabını nasıl vereceklerdir?.  

Bu cümle, rivayetin neye kılıf olarak hazırlandığının ipuçlarına içermesi açısından dikkat çekicidir. Yüzlerce yıl öncesinden dahi hadis ehlinin rivayetleri din edinme yoluna karşı Kur'anı din edinmeyi savunan Kur'an ehlinin olduğu bu rivayetin söylenme sebebinden açıkça ortaya çıkmaktadır. 

Kur'anı arkaya atarak hadisleri öne çıkaran ehli hadis fırkasının karşısına Kur'an ehli ne güya Muhammed a.s şöyle demektedir.  "Benden sonra Kur'anı öncelleyelim diyen bir cemaat gelecektir sakın bunlara inanmayın ve benim hadislerime ve sünnetime sarılın" bunu desteklemek için başka rivayetlerde hazırdır " ümmetimin fesada uğradığı zamanda kim benim sünnetime yapışırsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanır.” veya " size iki şey bıraktım " şeklindeki rivayetler olup, bir versiyonunda kur'an+sünnet , diğer versiyonunda Kur'an + Ehli Beyt şeklinde olması bizlere rivayetlerin yardımı ile oluşturulmak istenen din algısı hakkında bilgi vermektedir.

Hadis ve sünnet'in dindeki konumunu bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışıp toptan ret etme gibi bir düşünce içinde olmadığımızı burada belirtmek isteriz.  

Burada yeri gelmişken şunu da belirtelim; "Hadis Ehli" ve "Kur'an Ehli" çatışmasının hadis uydurma boyutu kur'an ehlinin de uyguladığı bir yöntemdir. Kur'an Ehli bu yarışa Kur'an okumanın faziletleri ile ilgili bir çok hadis uydurarak katılmıştır. Hadis usulunde uydurma hadisler kategorisinin içine dahil olan konulardan  birisi de " Surelerin fazileti" olup bunları da Kur'an ehli olanlar , Hadis ehline karşı olarak uydurma yoluna gitmiştir.  

Erike hadisi olarak bilinen rivayetin Hayber günü ehli eşeklerin yenmesinin, onların stratejik önemi açısından ordu komutanı olan Muhammed a.s tarafından yasaklanması konusunun içine uydurma olarak idraç edilmiş rivayet , metin açısından incelendiğinde birçok sorunlar oluşturduğu görülmektedir.  

Sonuç olarak; Hadis ehlinin, Kur'an ehlinin karşısına hadis ve sünneti çıkarmak olarak tezahür eden din algısını desteklemek amacı ile böyle bir rivayeti uydurduğu ortadadır. Gaybı bilen ve kendi tebliğ ettiği "Kur'anı öne çıkarın" diyenlere karşı "sakın haa bunlara kanmayın" dedirtilen bir peygamber algısı, ancak Kur'anı arkaya atıp hadisi öne çıkarmak isteyen Hadis ehlinin harcıdır. Sened zinciri açısından bile tartışmalı olan böyle bir rivayet, metin tenkidi açısından bakıldığında neresinden tutsanız elinizde kalan bir rivayet olup bunun Muhammed as atfedilmesi düpedüz bir iftiradan başka değildir. 

Bugün rivayet kitablarında, "Hadis" adı altında bizlere gelen birçok bilginin arka planında Muhammed as ın vefatı sonrası oluşmuş olan fırkaların kendi düşüncelerinin doğru , karşı düşüncenin yanlış olduğunun delilini hadise dayamak şeklindeki bir tezahürü Ehli hadis fırksının gayet güzel kullandığı bir gerçektir. 

Hadis usulunde metin tenkidi metodu ile yapılacak bir elemeden, bugün aşırı bir kutsiyet atfedilmiş olan Buhari , Müslim vs gibi kitaplardaki hadislerin bir kısmının geçemeyecek olması, ehli hadisi metin tenkidine karşı aşırı bir tepki vermeye zorlamakta olup bu metoda olanca güçleri ile karşı çıkmaktadırlar. 

Ancak hadis adı altında gelen bir çok rivayetin uydurma olduğu Kur'an ile sağlaması yapıldığında ortaya çıkınca uydurmaları müdafaa etmek için karşı tarafa hakaret ve sapkınlık suçlamalarından başka bir delil getiremedikleri de herkesin malumudur. Kur'an ehli olduklarını iddia edenlerin, "Hadis adı altında gelen ne varsa atalım" şeklindeki düşünceleri, karşı tarafın "Ne varsa alalım" şeklindeki düşüncesinden farklı bir yanlış olmayıp, hadis adı gelen müktesebatı göz ardı edilemeyeceğini, elimizdeki kitaplardaki hadislerin sahih olup olmadığını Kur'an yardımıyla anlaşılabileceği gerçeğini de artık bilmeleri gerekmektedir.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

11 Şubat 2014 Salı

Hikmet , Kur'andan Ayrı Olarak İnen Bir Vahiy midir?

Hikmet kelimesi , lügatte ha-ke-me kökünden türeyen bir kelimedir. Ha-ke-me kelimesi anlam olarak , "ıslah etmek,düzenlemek maksadı ile menetmek" , " ata gem takmak" anlamına gelir.
-Hakemtühü=(ıslah etmek düzeltmek maksadıyla) onun kötü bir iş yapmasına veya dilediğini yapmasına mani oldum engel oldum . 
-Hakemtüddabbete= ata gem ile mani oldum, engel oldum. 
-Ahkemtüha= ata gem taktım.
-Ahkemtüssefihe= sefih birinin arzuladığı şeyi yapmasına mani oldum , engel oldum.(el müfredat)

Bu kelimenin lügat anlamı olarak kullanışlarını gördükten sonra aynı kelimeden türeyen "hikmet" şu anlama gelmektedir. İlim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma, bu kelime Allah cc için kullanıldığında , "eşyanın bilgisine vakıf olmak, onu en muhkem biçimde var etmek,yaratmak" anlamında, insan için olduğunda ise "yaratılmışların bilgisine vakıf olmak,
(bu vukufiyeti Allah cc nin kitabından almak şartı ile) hayırlı fiilerde bulunmak" anlamındadır. Bu kelime kur'anda 20 kadar yerde geçmekte olup önce kelimenin geçtiği ayetleri verip sonra bu kelimenin ifade ettiği anlam ve bu kelimeye hadis ve  sünnet şeklinde yüklenen anlam üzerinde durmaya çalışacağız.   

[002.129]  Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin!
 [002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[002.231]  Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın; Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın, Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.
 [002.251002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[002.269]  Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.
 [003.048] Allah O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.081]  Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak) ' almıştı: «Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksanız.» Demişti ki: «Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?» Onlar: «İkrar ettik» demişlerdi de «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım» demişti.
[003.164]  Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.
 [004.054]  Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.
 [004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
 [005.110]  Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
 [016.125] Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
[031.012]  And olsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır.
033.034]  Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
[038.020]  Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hıkmet ve faslı hıtab vermişti
[043.063] İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: «Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.»
[054.005] Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!
 [062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler

Yukarda meallerini verdiğimiz "hikmet" kelimesi ile ilgili ayetlerin mesajını anlama konusunda müslümanlar maalesef hemfikir değillerdir. Özellikler "kitab ve hikmet" ile birlikte zikredilen ayetlerden, hikmet'in kur'andan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu konusunda, özellikle hadis ehli mensupları tarafından iddialar serdedildiğine şahid olmaktayız. Bu düşüncenin sebebinin Muhammed as dan gelen kur'an harici bilgilerin yani hadis ve sünnet'in kaynağını vahye dayamak düşüncesidir.  

Yukardaki ayetlerin mesajını kısaca özetleyecek olursak şöyle bir mesaj çıkarabiliriz; Allah cc yaratmış olduğu kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için kendi cinslerinden elçiler gönderip o elçilere "kitab" vermiştir. Elçiler kendilerine indirilen kitabı muhataplarına okuyarak hayatlarına geçirmişlerdir. Muhammed as a inen kitab'ta diğer elçilere indirilenlerin muhteviyat bakımından aynısı olup o'da kendisine indirilen kitabı tebliğ etmiş ve bu tebliği, kendisine indirilen vahyi hayatına geçirerek yani yaşantı safhasında göstererek (usvetün hasene) güzel örnek olmuştur. Elçilerin vazifesi olan " onlara kitab ve hikmeti ve bilmediklerini öğretmek" şeklinde kur'anda ifadesini bulan cümlenin içeriği konusunda fikirbirliği sağlanamadığı görülmektedir. Muhammed as ın vahyi hayatına tatbik etmesi sırasında söylemiş olduğu sözler (hadis) ve fiiliyatı (sünnet) nı nereye ve nasıl oturtacağımız konusundaki ehli hadis'ten gelen teklife baktığımızda imam şafiinin literatüre sokmuş olduğu bir terim olan "gayri metluv vahiy" teklifini görmekteyiz. Bu terim, hadisi ve sünneti vahiyleştirerek kur'an ile eşdeğer bir seviyeye getirme ameliyesine dayanak teşkil etmektedir. İkinci aşama olarak, oluşturulmuş olan bu terime kur'andan dayanak olabilecek ayetlerin aranmasına geçilmiştir.  

Necm s. ilk ayetleri bağlamından koparılarak Muhammed as ın sözlerinin tamamının vahiy olduğu, "kitab ve hikmet"in birlikte zikredildiği ayetlerden'de hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle bunun ayrı bir vahiy yani "hadis ve sünnet" olduğu kanaatına varılmıştır. Mesele bu kanaatın doğruluğunun kur'an tarafından onay alıp almadığıdır, başkalarını önkabullere uygun olarak okuma yapmaları ile suçlayıp kendimiz aynı hataya düşmemek için hikmet kelimesini ne kur'andan ayrı olarak inen vahiy şeklinde nede kur'andan başka bir şey indirilmemiştir şeklinde bir ön kabul olmadan bu kelimenin ne ifade ettiğini kur'andan öğrenmek zorundayız. Öncelikle kur'an ve ........ indirdik diye geçen ayetleri okumak ile işe başlayalım. 

[002.053]  Ve bir vakit Musaya o kitabı ve fürkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.
 [021.048]  Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik.
Bu ayetlerdeMusa ve Harun' a kitab'tan ayrı olarak "furkan" verildiği bildirilmektedir, ancak diğer ayetlerde "Musa'ya kitabı verdik" şeklinde ayetleride okumaktayız o zaman furkanı ayrı olarak inen bir şey değil ona inen kitabın ayırdedici bir özelliği olarak görmek gerekmektedir. 

 [002.185]  O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden (furkan), hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!
025.001]  Alemleri uyarmak üzere kuluna Furkan'ı indiren ne yücedir.

Furkan kelimesi ile kitabın bir özelliği olması kastedildiği yukardaki ayet meallerinden anlaşılmaktadır.

[042.017]  Kitab'ı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!
[057.025]  Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Yine üstteki iki ayette kitaba ilaveten "mizan" indirildiği beyan edilmektedir, indiği beyan edilen mizan için hiç kimse, kitab'tan ayrı olarak inen bir şey olduğunu iddia etmemiş olup aksine, kitabın özelliklerinden olduğu herkesçe malumdur. Allah cc nin kur'anın dışında başka şeylerde indirdiği iddiasında bulunanların "mizan" adı altında inen şeyin ne olduğunu açıklamak zorundadırlar.

Kur'anın bir çok ayeti , Allah cc nin elçilerine "kitab" indirdiğini bildirir, kitabın haricinde indiği bildirilen şeyler kitab'tan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy değil inen kitabın özelliklerini bildiren kelimeler olup "hikmet" kelimesi ile ifade edilmek istenende budur. Allah eğer birden fazla vahiy indirmiş olsaydı aşağıda örneklerini vereceğimiz ayetlerde neden tek bir şey indiğinin izahını nasıl yapacağız ?

[002.004]  Onlar, sana indirilen Kitap'a da, senden önce indirilenlere de inanırlar; ahirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar
[005.067]  Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.
 
[004.162]  Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.
 [002.091]  Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
[007.003]  Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.  

Aşağıda mealini verdiğimiz maide s.15. ayete dikkat edelim , "nur VE apaçık kitap" şeklinde geçen kelimede ifade edilen iki ayrı şeymidir yoksa tek bir şeymidir? eğer "VE" bağlacı iki ayrı şeyi ifade etmek için kullanılmış dyen varsa inen nur'un ne olduğunu açıklamak zorundadır.

 
[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , kur'anın hiçbir ayetinde kur'anın haricinde inen ayrı bir vahiy olduğunu destekleyecek şekilde "indirilenler" veya " iki indirilen" şeklinde çoğul olarak hiçbir kelime bulunmaz. İndirilen şeyin tek olduğu ve tek olarak inen şeyin adının "kur'an" olduğu , onunda elimizde iki kapak arasındaki mushaf'ta olduğu açık iken acaba neden indirilen şeyin birden fazla olduğu iddiaları yapılmaktadır?. Bu ayetlere rağmen şayet yine , "Muhammed as a indirilen tek değildir birden fazladır" şeklinde yapılacak olan itirazlara ,bir çok ayette tekil olarak bahsedilen indirilen şey ile hikmet'inde indirilmiş olmasına dayanarak indirilenlerin iki olduğunu söyleyenler , dolayısı ile ayetlerdeki doğan çelişkinin!! nasıl izah edileceğini söylemek durumundadırlar.

Bunun cevabı şudur; EHLİ HADİS İNANCININ HADİS VE SÜNNETİN VAHİY OLDUĞU DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞINA DELİL TEŞKİL EDECEK AYETLERİ ARAMAKTIR. EĞER BÖYLE BİR ÖN KABUL OLMADAN BU AYETLER OKUNCAK OLURSA KUR'AN DIŞINDAKİ ELÇİNİN SÖYLEMİŞ OLDUĞU SÖZLER VE FİİLLER İÇİN BÖYLE BİR YAKLAŞIM MÜMKÜN DEĞİLDİR. Mesele hikmet kelimesinin nasıl bir temel oturtup bu kelimenin ihtiva ettiği mesajı anlamaktır.


                                                           HİKMET NEDİR?

Hikmet kelimesinin yukarda vermiş olduğumuz anlamı " ilim ve amelde hakka isabet etmek" şeklinde olduğunu hatırlayacak olursak Muhammed as a indirilen kur'an onun ve bizim için bir ilim ve amel kaynağı olup onu hayatımızda tatbik etmemizdir. isra s. 39. ayetinde " Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın." buyurulmasından önce 22. ayetten itibaren 1-Allah ile başka ilahlar edinme 2-ondan başka kimseye kulluk etme 3-anne ve babaya iyilik et 4-onlara öf bile deme 5-onlara karşı alçakgönüllü ol 6- onlar için dua et 7-akrabaya yoksula yolda kalmışa hakkını ver 8- israf etme 9-onlara yumuşak söz söyle 10-cimrilik etme 11-yoksulluk endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin 12-zinaya yaklaşmayın 13-haklı bir neden olmadan bir cana kıymayın 14-yetimin malına el uzatmayın 16- ahde vefa gösterin16-ölçüyü tam tutun 17-hakkında bilginiz olmayan şeyin ardına düşmeyin 18-yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin şeklinde buyurluna emirlere baktığımız zaman bu emirlerin hayat içinde uygulanması emredilen emirler olduğu görülmektedir. Aynı hikmetleri lokman suresinde lokman as ın oğluna yapmış olduğu öğütlerde görmekteyiz. Hikmet'in vahyin hayata geçirilmesi noktasında yapılan eylemler olduğu, vahyin sadece okunan değil okunup hayata geçirilen eylemleri muhteva ettiği görülür , bu noktada Muhammed as ında bunları tatbik ettiği hatırlanacak olursa hikmeti yine vahiyden alıp hayata geçirdiği görülür. 

Allah cc nin elçi gönderme sebeblerini hikmet kelimesinin içinde geçtiği ayetlerden öğrenmekteyiz. 

[002.129]  Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
 [062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.

Ayetleri dikkatli okuyacak olursak, Allah cc nin kendilerine indirmiş olduğu ayetler ile kitabı , hikmeti ve bilmediklerini öğrenen elçiler bu öğrendiklerini diğer insanlara tebliğ ve ta'lim etmişlerdir. Muhammed as ekseninde bu öğretilenler söz olarak hadis fiili olarak sünnet adı altında bizlere ulaşmıştır. Ancak hadis adı altında gelen sözler arasında ciddi miktarda uydurmalar olması bu konuda çok daha titiz bir çalışma yapılmasını gerekli kılmaktadır. 

 Hikmet'in kitab'tan ayrı bir şey olmadığı kur'anın bu hikmeti içinde bulundurduğu yine şu ayetlerden bizlere bildirilmektedir.
[003.058]  İşte bu sana okuduğumuz, âyetlerden ve hikmetli Kur'ân'dandır.[010.001]  Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.
[031.002] Bunlar, o hikmetli kitabın âyetleridir.
[036.002]  Hikmetli Kur'an'a andolsun. 
[043.004]  O, Bizim nezdimizdeki ana kitapta saklı olup çok yücedir, hikmet doludur.
 

Muhammed as a indirilen kitabın muhtevasında bulunan bu hikmetli ayetler onun öğretmenliğinde ashabına öğretilmiş ve bu öğretilme bizlere hadis ve sünnet adı altında ulaşmıştır. Bütün mesele hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı ve bizler tarafından nasıl bir şekilde kabul edilmesi gerektiğidir.

Sadece iki ayetten yola çıkarak "sana kitabı ve hikmeti indirdik" şeklinde buyurulmasını " bak kitab ayrı hikmet ayrı inmiş" gibi bir delille kuran dışı bilgileri vahiy kapsamına sokmak kur'anın mesajını okumak değil oluşturulmuş olan ön kabule destek sağlanması olarak yapılan bir okumanın ürünü olup kitab bütünlüğü gözetilmeden yapılan bir okumanın ürünüdür.  

 [002.231] Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

Bakara s. 231. ayeti içinde zikredilen Kitabın ve Hikmetin birlikte kullanılması bunların birbirinden ayrı olmadığını göstermesi açısından önemli bir ayettir. Ayet içinde kullanılan "bihi" edatı Kitap ve Hikmetin ayrı şeyler olmadığını göstermektedir. Şayet birbirinden ayrı şeyler olsaydı tesniye yani ikili şeklinde gelip "bihima" olması gerekirdi.

Şimdide ayrı bir mesele olarak hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı meselesidir. Resullerin görevi gereği kendilerine inen kitabı söz ve fiil ile hayata geçirmek gibi bir mecburiyetleri olduğu red edilemez bir gerçek olduğu ortadadır. Muhammed as a atfedilen sözlerin doğru olup olmadığının kriterlerinin belirlenmesi konusunda metod farklıkları mevcut olup , rivayet zincirindeki kişilerin üzerinden hadisin sahih olup olmadığının belirlenmesi sağlıklı bir belirleme metodu olmadığı bellidir. Hadisin bizim için önemli olan metni herhangi bir kritere tabi tutulmadan varılan sonucun sağlıklı olmadığı, bugün geleneksel din anlayışı üzerine kurulmuş olan anlayışa baktığımızda ortadadır.

Hadis denilen sözlerin evrensel doğrular olarak görülüp üstüne birde vahiy gibi bir değer bindirildiği zaman bu konuda ihtilafa düşüldüğü takdirde ehli hadis yandaşları karşı tarafı küfürle suçlayabilmektedir. Hadis adı altında gelen bazı sözlere baktığımız zaman Muhammed as ın günlük hayatında yapmış olduğu bazı uygulamaların diğer sahabeler tarafından aktarılan sözler olduğunu görmekteyiz . El ile yemek ,oturarak yemek , oturarak bevletmek gibi o zamanın şartları dahlinde yapılmış olan eylemler bazıları tarafından yapılması mecburi olan ameller olarak algılanmış olup üstüne vahiy damgasıda vurularak özel bir kutsiyet atfedilmiştir. 

Sünnet adı altında gelen uygulamaların bir kısmı özellikle ibadet sahasında olan bazı uygulamalar bizlere örneklik taşıması açısından değerlidir. Bilmediklerimizi öğretmesi hasebiyle ondan din adına gelen uygulamaları müslümanlar olarak bizlerinde uygulaması birlik ve beraberlik açısından önem arzetmektedir. Örneğin namaz vakitleri ve rekatları konusundaki örnekliği bizler için önem arzetmekte olup herkes kendi canının istediği doğrultuda vakit ve reakt belirlemesi yapma hakkı yoktur.

 Kur'ana baktığımız zaman Muhammed as dahil adı geçen bütün elçilerin kavimlerin tebliğ ettikleri vahyi yaşadıkları bir gerçektir. Yaşadıkları o vahiy tevhid akidesini sağlamlaştırmak şirki bertaraf etmek şeklinde özetlenebilir. Muhammed as ın yaşantısında bunu uyguladığı ve bu uygulamadaki metodu bizler için örnek olması gerektiği bir çok kur'an ayeti ile sabit olmasına rağmen maalesef sünnet adı altında gelen uygulamalar esas anlamından uzak saç sakal uzatmak veya sarık sarmak veya misvak kullanmak şeklinde kur'ani anlamda bir örnekliği ihtiva etmeyen şekillerle doldurulduğu görülmektedir.  

Muhammed as üzerinde yapılan bu tür yanlış anlamalar sünnet dediğimiz örnekliğin , bazı kimseler tarafından tamamı ile atılması gerektiği gibi bir düşünceya sevketmesi bazılarının yanlışları red edelim derken ayrı bir yanlışa düşmek anlamına gelmekte olup bir çok kur'an ayetini red etmek anlamınada gelmektedir. Bize düşen görev başkalarının yanlışlarına karşı çıkıp ayrı bir yanlışa düşmeden elçilerin temel vazifeleri olan tevhidi hakim kılma şirki yıkmak şeklindeki sünnetlerini uygulamak olmalıdır. Hadisi ve sünnet'i toptan almak şeklindeki anlayış ne kadar yanlış ise, toptan atmak şeklindeki anlayışta bir o kadar yanlıştır.

 033.034  Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.

Ahzab s. 34. ayetinin mealindeki " kitab'tan ve hikmetten okunanlar" şeklindeki ibareden yola  çıkılarak okunan kitab'ın kur'an , okunan hikmet'in hadis'tir şeklinde bir yorumuna gidilmiştir. Elçinin insan olması hasebiyle elbette bir aile hayatı vardır ve bu aile içinde bazı hoş olmayan durumlarda olmuştur , ahzab s. 34. ayet öncesi ayetlere baktığımızda bunu görürüz. Muhammed as ın ailesinden sorumlu olması onlara Allah cc nin mesajını tebliğ etmek gibi bir görevide vardır. Varsayalımki hikmet kelimesinden hadis kast ediliyor , bu hadisleri eşleri harhangi bir ravi zinciri olmadan acaba sahihmi değilmi bir kaygıdan uzak olarak bunlarıda duyuyorlardı , mesela Aişe validemizden rivayet olarak Muhammed as dan gelen bir söz için kesinlikle, bize kur'an gibi korunarak kelimesi kelimesine geldiğini iddia edemeyiz.   

Sonuç olarak ;Kur'anda geçen hikmet kelimesine hadis ve sünnete vahiy gibi bir eşdeğer vermek suretiyle bindirilmiş olan anlam kur'andan onay alan bir anlam değil, parçacı bir okuma sonucu varılmış ön kabullere kurban edilmek istenen bir anlam olarak karşımıza çıkmaktadır.Örneklerini verdiğimiz ayetlerde, Muhammed as a inen şeyin sadece kur'an vahyi olduğu hikmet'in ise inen ayrı bir vahiy olmadığı görülmektedir. Hikmet kelimesine kur'anın verdiği mesaj çerçevesinde bir anlam yükleyecek olursak bu kelime yaşam rehberi olan kitabın hayata geçirilmesi şeklinde bir anlam olarak görülecektir. Ehli hadisin bu kelimeye bindirmek istediği anlam bu kelimenin taşıdığı mesajın ne olduğu şeklinde değil, hadis ve sünnete imam şafii tarafından yüklenen "gayri metluv vahiy" şeklindeki tarifin delilinin kur'andan aranması sonucu parçacı bir okuma sonucu varılmış bir netice olduğu ortadadır. Hadis ve sünnete ayrı bir vahiy olarak görmenin vahim sonuçlara götürdüğünü bugün müslümanlar arasındaki düşünce farklılıklarının nelerolduğuna bakarak görebiliriz.  

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.





6 Şubat 2014 Perşembe

Allah c.c Elçilerine Kitab Harici Başka Vahiyler İndirdi mi?

Allah cc yaratmış olduğu kullarına sadece kendisini ilah ve rab olarak bilmeleri için , yaratmış olduğu kulları içinden seçmiş olduğu insanları elçiler seçerek onlara vahyetmiş ve o elçiler ile emir yasaklarını o kullarına bildirmiştir. 

[016.002]  O, kullarından dilediği üzerine kendi emrinde Ruh ile melekleri indirir ki, korkutunuz. Şüphe yok ki, Benden başka ilâh yoktur. Artık Benden korkunuz.
[040.015]  O dereceleri yüksek Arş'ın sahibi (Allah), buluşma gününün dehşetini haber vermek için kullarından dilediğine emrinde ruh (melek) indirip vahy veriyor.

Bunun Allah cc nin sünneti olduğunu kur'andaki bazı ayetlerden öğrenmekteyiz.  

 [002.213]  İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.

Allah cc nin insanlara elçi ve onlarla birlikte sadece kitab gönderme sünnetinin bakara s. 213. ayeti ile bizlere beyan edilmiş olmasına rağmen özelikle son elçi Muhammed as etrafında oluşturulan din algısı ona sadece kitab değil başka vahiylerinde indirilmiş olduğu yönünde iddialar serdetmektedir. Bu iddiaların temelinde  Muhammed as a ait olduğu iddia edilen rivayetlere kur'an düzeyinde bir değer atfetmek amacı olduğu hepimizin malumudur.  

"Sana kitabı ve hikmeti indirdik" veya " evlerinizde okunan Allahın ayetlerinin ve hikmeti hatırlayın"  veya " o hevasından konuşmaz konuştukları vahiy iledir" gibi ayetlerin kur'an harici rivayetlerin, ona kur'an gibi indirilmiş olduğu yönündeki iddialarına temel teşkil ettiğini görmekteyiz. Kur'anı anlamanın önündeki en büyük engelin, oluşturulmuş olan ön kabullere göre bir okuma olduğunu her yazımızda vurgulayarak bu tür okumaların bizleri doğru bir anlamaya götürmediğini ifade etmeye çalışmaktayız. Muhammed as a inen kur'an vahyinin haricinde ona hikmet adında ayrı bir vahyin indirildiği bununda hadisler ve sünnet olarak karşılığını bulduğunu iddia edenler çok büyük bir yanılgı içinde olup kur'anda Muhammed as a indirilenlerin bu kadar olmayıp daha başka şeylerinde indirilmiş olduğunu görmezlikten gelmektedirler.

Kur'an-hikmet-zikir-kitab-mizan-furkan şeklinde ifade edilen kelimeler , Alah cc nin Muhammed as a indirmiş olduğu vahyin değişik adlarda kur'anda ifadesini bulan kelimelerdir. Allah cc elçisine melek bir elçi aracılığı ile vahyetmiş ve o vahiy bugün elimizde adına Kur'an denilen kitap içinde mevcuttur. Kur'an, Tevrat, İncil , Zebur şeklinde geçen bu isimler elçilere indirilen vahyin özel isimleri olup , hikmet,zikir,mizan,furkan gibi kelimeler Allah cc nin bütün elçilerine indirmiş olduğu vahyin özelliklerini belirten genel isimlerdir. 

Muhammed as ın yaşamış olduğu hayat içindeki kur'anın ona vermiş olduğu görevler dahilindeki yapmış olduğu uygulamaları iki kategoride değerlendirmek mümkündür. 1-hadis 2-sünnet , bu kelimelerin ifade ettiği anlam ve değer konusunda müslümanlar arasında bazı görüş farklılıkları mevcut olduğuda bir gerçektir.   

Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen düşünce dünyası içinde onun söz ve fiilerine yüklenen anlam konusunda özellikle imam şafii ile literatüre giren "gayri metluv vahiy" deyimi ve bu deyim etrafında geliştirilen , Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırma faaliyetinin uzantıları günümüze kadar gelmiş ve hala geniş bir müslüman kitlesi tarafından kabul görmektedir.

Muhammed as ın söz ve fiillerini kutsallaştırmak şeklinde ortaya çıkan görüşün, bu görüşünü kur'ana dayamak için bazı kur'an ayetlerini uygun bir şekilde te'vil etmeye çalıştığı bilinen bir gerçektir. Necm s 3.4 ayetlerinin " Ve o hevadan söylemiyor,Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahy iledir." mealindeki ayeti baz alarak kur'an harici sözlerininde vahiy mahsulu olduğu ve hadis adı altında bugün mevcut bulunan sözlerinde bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği ve bunun tersi bir düşüncenin kişiyi küfre sokacağı şeklinde önlemler alınarak karşı çıkılması önlenmeye çalışılmıştır.   

 [004.113]  Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
 [033.034]  Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.

Yukarda mealini verdiğimiz nisa s. 113 ve ahzab s. 34. ayetlerinde geçen "hikmet" kelimesinin kitap ile birlikte zikredilmesinden yola çıkılarak, hikmet'in Muhammed as a kitab'tan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu iddiası dile getirilerek hadis ve sünnet'in kaynağının vahiy olduğunu dolayısı ile kur'an ile eşit bir değer taşıdığı iddiasıda dile getirilmektedir. Eğer kitab ile birlikte indirildiği söylenen hikmet kelimesinden ayrı olarak yine kur'anda kitab ile birlikte indirildiği söylenen "furkan", "mizan" gibi kelimelerle ifade edilen şeylerin kur'an harici olarak indirilen şeyler olduğunu iddia edecek olursak acaba bunlara ne ad verebiliriz?.


            Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz

Hicr s. 9. ayetinde geçen korunacağı ifade edilen "ezzikr" kelimesinin kur'andan ayrı bir şey olduğu ve bu kelimenin Muhammed as a atfedilen hadis ve sünneti kapsadığını , dolayısı ile hicr s 9. ayetinde korunan şeyin bunlar olduğu ifade edilmektedir. Kur'anda geçen "zikr" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılan anlamlarınıda örnek olarak vermek yerinde olacaktır.  


[016.044]  Beyyinelerle ve kitablarla; sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür edeler
[068.051]  O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.
[025.029]  Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.
[038.001] Sad. Zikr dolu Kur'an'a yemin olsun.
[015.006]  Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!
[038.008]  O zikr aramızdan ona mı indirilmiş? doğrusu onlar benim zikrimden bir kuşkulu şekk içindeler, doğrusu henüz azâbımı tatmadılar
[054.025]  O zikir aramızdan ona mı bırakıyorlar? Belki o bir şimarık yalancıdır
[016.043]  Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.
[021.007] Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[021.105]  Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: «Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır» diye yazmıştık.

Yukarda verilen örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere "ezzikr" kelimesinin anlam karşılığı olarak Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahyin genel bir ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi kalkıp bu kelimeye sırf hadis ve sünneti kutsamak amacı ile kur'andan ayrı bir anlam verilecek olursa yapılabilecek en büyük yanlışı yapmış oluruz. Aynı hata "hikmet" kelimesi ile ilgili olarak'ta yapılmaktadır.   

Hikmet kelimesi sözlükte, ıslah etmek , düzeltmek maksadıyla menetmek engellemek anlamına gelen hakeme fiilinden türeyen bir kelimedir. Hikmet ise , ilim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma , bu itibarla hikmet Allah cc den olduğunda eşyanın bilgisine sahip olmak ve onları en muhkem biçimde varetmek yaratmak anlamına gelir. İnsan'dan olduğunda ise varlıklarla ilgili bilgilere sahip olmak hayırlı fiilerde bulunmak anlamına gelmektedir.  

Kur'an ayetlerinde karşımıza çıkan ve diğer elçi adlarıda zikredilerek " ona kitabı ve hikmeti verdik" şeklinde ayetlerden ne anlamalıyız sorusuna verilen cevaplar Muhammed as ın elçiliği ve misyonu konusunda farklı düşünceler için olanlar için delil kaynağı teşkil etmektedir. Tabiki bu delilllere hadis adı altında bazı desteklemelerde yapılarak iddianın kuvvetlenmesi sağlanmıştır, destek arama faaliyetinin en önce olan rivayetlerinden birisi literatürde "erike hadisi" olarak bilinen "Şunu iyi bilin ki bana kitap/Kur’an ve Kur’an-la birlikte Kur’an-ın bir mislide verilmiştir. İyi biliniz ki fazla zaman geçmeden karnı tok şişkince bir adam koltuğuna yaslanarak: Siz Kur’an-a bağlanmaya bakın.( O’ndan başkasına inanmayın) O’nda helal diye gördüğünüz şey helal, haram diye gördüğünüz şeyde haramdır.”diyecektir."" şeklindeki hadistir. 

Rivayetin ilk bakışta bile birşeyleri kurtarmaya yönelik bir  olduğu bellidir , düşünün'ki Allah resulu, kur'ana bağlanın diyenlere karşı gelebilecek tehlikeye (gaybı bilmem diyen ayetlere rağmen) işaret ediyor ve bunlara karşı hadisi ve sünneti öne çıkarın diyor . 

Bu rivayetin uydurulma sebebleri, hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın kutsallaştırılma ameliyesi dahilinde olup , hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle hadis ve sünnet'in , hikmet kelimesinin karşılığı olarak inenler olduğu düşüncesi yerleştirilmeye çalışılmıştır.   

Allah cc nin elçisi Muhammed as a elimizdeki kur'an haricinde herhangi bir vahyin indirilmiş olduğunu iddia etmek büyük bir cesaret olup , ayetlerin  salim bir düşünce ile okunması sonucunda çıkarılmış bir düşünce değildir. Üstüne üstlük hicr s. 9. ayetine dayanarak bunların korunmuş olduğu bile getirilerek ilahi bir zırh giydirilmeye çalışılmaktadır.   

Hal böyle iken hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatın müslümanlar tarafından nereye konulacağı konusu mühim bir yer işgal etmektedir. Günümüzde kur'ana dönüş adı altındaki düşünce hareketinin ilmi bir tabanı olmadığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Kur'ana dönüş hareketi geleneğin yanlış din algısını red ederek saf bir din algısı şeklinde bir hareket olmasına rağmen kur'an dışı bilgilerin nereye konulacağı konusunda birliktelik sağlanamadığıda bir gerçektir.  

Kur'an harici gelen bilgilerin gelenekteki yanlış ve aşırı tutucu yorumu kur'ana dönüş hareketi mensuplarının bir kısmını hadis ve sünnete karşı aşırı bir tutuma sevkederek geleneğin ifrat çizgisine kaşı tefrit çizgisi oluşturmalarına sebebiyet vermiştir. 

"Sadece kur'an" söylemi veya kur'anın yeterliliği konusu hala ciddi bir bilgi eksikliği olarak karşımızda durmaktadır. Bu söylem kur'anın oluşturduğu akide çerçevesinde değerlendirlmeye tabi tutulacak olursa tabiki sadece kur'an ve tabiki kur'an yeterlidir buna hiç kimsenin itirazı olamaz aksi takdirde kur'an+ ........ şeklinde ikilemelerin arkası kesilmez.

Özellikle sünnet adı altında gelen bilgilerin yaşam içinde uygulamalı olarak gelmesi bizleri elçi Muhammed as ın örnekliğini öğrenme konusunda yardımcı olacaktır. Sünnet adı altında gelen bilgilerin elçinin o günkü yaşamı içinde yaptığı bazı insani uygulamalar çerçevesinde bırakılıp (sarık,ayakta su içmemek bevl etmemek, misvak elle yemek) bütün elçilerin tek sünneti diyebileceğimiz ŞİRKLE MÜCADELE boyutu atlanmıştır. Sünnet kelimesinin Muhammed as ın bireysel eylemleri şeklinde algılanması kur'an müslümanları tarafından haliyle farkına varılmış ve bu kelimenin bu şekilde anlaşılması bir kısım tarafından sünnet ve hadis çöplük pislik tu kaka gibi hoş olmayan tabirlerle saf dışı edilmeye çalışılmıştır. 

Kur'ana baktığımız zaman adı geçen elçilerin kıssalarının anlatıldığı ayetler ,onların küfre,
şirke ve zulme nasıl başkaldırdıklarınıncanlı birer örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Esas sorun bu sünnetin kur'anda anlatılan ayetlerden çıkarılmaya çalışılmamasındadır.

Allah cc Muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçileri örneklik olsun diye göndermiş olduğunun bizlere bildirmiştir.

[033.021] Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.
[060.004]  İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Elçilerin örnekliğini geleneksel algı doğrultusunda sakal bırakıp sarık sarmak gibi şeylere indirgeyip bu örneklikleri göz ardı eden düşünce ile herşeyi çöpe atın diyen modern düşünce arasında bu örneklikliği anlamama açısından bir fark yoktur.

Bir başka tehlike ise geçmiş ile bağı koparıp yaşanmış örneklikleri dışlamak sureti ile yaşanmış örneği olmayan bir din algısı oluşturulmaya çalışılmasıdır. Bu algının oluşmasında maalesef bazı kur'an ehli müslümanlarda bilmeden rol oynamaktadırlar. Bizlerin üzerinde çalışmamız gereken  konu elçilerin örnekliklerini şahsi eylemleri üzerinden değil elçiliğini yaptıklarını vahyin hayata yansıtılması yönünde yaptıkları çalışmalar olmalıdır.  

Bu şekil çalışma özellikle Muhammed as a mekke'de inen ayetlerin nasıl bir tebliğ metodu takip edileceğinin örneği, medine'de inen ayetlerde ise müşriklere ve ehli kitaba karşı nasıl bir tavır sergileneceğinin örnekliği şeklinde yapılmalıdır.  

Sonuç olarak; Muhammed as a inenvahyin adı sadece "kur'an" adı altında elimizde mevcut olup , ayetlerde hikmet-zikir-furkan-mizan gibi farklı isimlerle kur'an ile birlikte zikredilen isimler kur'andan ayrı inen bir vahiy değildir. Hadis ve sünnet adı altında gelen müktesabatı iki farklı uçta yorumlayıp kur'ana eşdeğer veya çöpe atılması gereken şeyler olduğu düşüncesi yanlıştır. Sünnet dediğimiz malzeme elçilerin tevhid mücadeleleri içinde başlarına gelen olaylarda takındıkları tavrın genel bir ismi olup bu örnekliklerin açığa çıkarılması için kur'anın yaşantıya dair emirleri olduğunun şuuruna vakıf olarak okunması gerekmektedir, aksi bir okuma bir tarafın hadis ve sünnetin vahiy olduğuna dair ayet aramaya sevkederken öteki tarafıda hadis ve sünnetin çöpe atılması gereken malzemeler olduğuna dair ayetler aramaya sevkeder. Bu tür okumaların mesajı anlamaya yönelik değil kafada oluşan önkabulleri kur'andan delillendirme çalışmasından başka bir şey olmadığıda bilinmelidir.  

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.