kur'andan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kur'andan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2015 Çarşamba

"Bana Kur'andan Namazı Göster" Diyenler

Yazımıza başlık olarak aldığımız söz , din konusunda tartışma yapan 2 guruba mensup olan insanların söylemi olarak  dillerde dolanmaktadır. 1. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler , "Ehli hadis" düşüncesinin etrafında buluşanlar olup , "Yalnız Kur'an" diyerek rivayetler konusunda daha dikkatli ve bu rivayetlerin Kur'an ile sağlaması yapılması gerektiğini savunanlara karşı geliştirilmiş bir söylem olarak onların dilindedir. 

2. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler ise, "Yalnız Kur'an" söylemine sahip bir kısım insan olup (Yalnız kur'an diyenlerin hepsini genellemediğimizi hatırlatmak isteriz), bu gurupta olanlar ise, Kur'anı daha önceki bilindikleri veya yaşanan hayatı dikkate almadan , bu gün inen bir kitap olarak okuyarak , bazı kelimelere yeniden anlam bindirmeye çalışarak , özellikle bu kelimelerden bir tanesi "Salat" kelimesi olup ,bu kelimenin bildiğimiz namazı kapsamadığı , Kur'anın namaz kılmayı emretmediğine dair söylemlerle yaptıkları tartışmalarda bu tür sözleri ortaya atmaktadırlar. 

Bu yazımızın konusu , birbirine zıt 2 gurubun, ortak olan bu söylemini değerlendirmeye çalışmak üzerine olacaktır. 

1. gurup "Bana Kur'andan namazı göster" diyenler ; 

Bu guruptaki insanlar, dinlerini rivayetlerin belirleyiciliğinde anlamaya çalıştıkları için , Kur'anı öne çıkarmaya çalışan insanlarla olan tartışmalarında , "Namaz" olarak bilinen ibadetin Kur'anda olmadığı , bu ibadetin esaslarının hadislerde olduğu , dolayısı ile hadisler olmadan namaz kılınamayacağını iddia ederek, bu söylemi dillerine dolamışlardır. 

Hadisler olmadan namaz kılınamaz mı ?. 

Kur'anın geçmişi silmeden inen bir kitap olduğu bilgisinden yoksun olmak , her 2 guruba mensup olanların ortak noktası olarak göze çarpmaktadır. 1. gurup insanların zihninde , namaz ibadetinin Muhammed (a.s) ile başladığı , hatta Cibril'in Kabe de Muhammed (a.s) a namazı öğrettiği rivayetleri doğrultusundaki düşünceler yaygın bir şekilde mevcuttur. 

Bu guruptaki insanların en büyük hatası , Kur'an içinde geçen "Salat" kelimesinin anlamını sadece namaza bağlamış olmalarıdır. Rivayet kitaplarında namaz ile ilgili bilgilere baktığımızda, hayatın sadece namaz kılmak ile geçirmek gibi bir şarta bağlı olduğu gibi bir düşünce ile dini bir söylem geliştirmeye çalışıldığını görebiliriz. Allah (c.c) ve elçisine atılmış bir iftira olan miraç hadisinde 50 vakit olarak farz kılınan namazın , pazarlıkları sonucu 5. vakite indirilmiş olması bu düşüncenin nasıl bir boyuta vardığının göstergesidir. 

1. gurup insanlar , "Yalnız Kur'an" diyen insanlar ile tartışırlarken , sadece hadisleri savunmak amacı ile , Kur'anda namazın olmadığını iddia etmeleri ,bu gurupta olanların da Kur'anın arka plan tarihi gibi bilgilerinden ne kadar yoksun bir halde olduğunu göstermektedir. 

Namaz dediğimiz ibadetin ana rükünleri olan "Kıyam-Rüku-Secde" , insanlığın kadim ibadet şekilleri olarak Mekke müşrikleri tarafından da ifa edilmekteydi. Çünkü onlar da diğer insanlar gibi, yüce olarak bildikleri putlar önünde , o putlara olan saygılarını, insanlığın ortak ritüelleri ile ifade etmekteydiler. Onların bu ibadeti ifa ediş şekilleri aynı olmasına karşın, bu ibadeti yaptıkları Allah (c.c) değil , ona yaklaştırdıklarını umdukları putlar olup , olayı yanlış bir hale sokan durum yapılan bu ritüellerin adresinin yanlış olmasından kaynaklanmakta idi. 

Olayı bu boyutun üzerinden düşündüğümüz zaman , namaz ibadeti ilk defa emredilen ve bilinmeyen bir ibadet değil , şirk bulaşmış bir ibadet olarak icra edilmekte idi , Kur'an bu ibadeti şirk olmaktan çıkararak tevhidi bir boyutu getirmiştir.

Hadis taraftarlarının , hadisleri savunmak için kullandıkları "Bana Kur'andan namazı göster" sözü , Kur'anın gerçekleri ile örtüşmeyen bir iddia olup, hadisi öne çıkarmak için ortaya atılmış bir söylemdir , Kur'anın böyle bir ibadeti emretmediği iddiasını beraberinde getirerek , bu ibadeti Muhammed (a.s) ihdas ettiği gibi bir iddiayı beraberinde getirebilme tehlikesi açısından, böyle bir söylem hatalar barındırmaktadır. 

Namazın nasıl kılındığı Kur'anda değil hadislerde mevcuttur , hadisler olmazsa nasıl namaz kılardık ?. 

Bu söylem yine namaz denilen ibadetin Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içinde bilinmediğini ve bu ibadeti ilk olarak Muhammed (a.s) ın ta'lim ettirdiği gibi bir düşüncenin ürünüdür. Halbuki Muhammed (a.s) Mekke şehrinde yaşayan bir insan olarak, elçi olduğu zamana kadar elde ettiği bir takım bilgiler  mevcuttur. Namaz bu bilgilerin içinde olan bir ibadet şekli olup , elçi olmadan önce bildiği namazın aynısını , elçi olduktan sonra devam ettirmiştir.

Muhammed (a.s) ın namaz olarak ibadeti bilmesi ile bunu uygulayıp uygulamadığı konusunu , Kabe nin putlarla dolu olması ve Mekkelilerin bu putlara olan ta'zimini dikkate alarak değerlendirecek olursak , onun bu ibadeti icra etme konusunda müşrikler ile aynı duruma düşme korkusu ile geri durmuş olabileceğini söyleyebiliriz.

Burada yapılan hatalardan birisi , namazı bu günkü ilmihal bilgileri içinde değerlendirerek, aynı formda olduğu gibi bir düşünce içinde olunmasıdır. Bu gün Muhammed (a.s) gelerek yaşadığı zamanda nasıl namaz kıldığını gösterse belki bir çoğumuz ona "Böyle namaz mı olur" şeklinde bir itirazda bulunmamız mümkündür. Muhammed (a.s) namaz kılarken , elinin ayağının , geometrik olarak nasıl olacağından çok , bu namazın tevhidi bir duruş olduğunu öne çıkararak eda etmekte olduğu bu gün bir çoğumuzun aklına bile gelen bir husus değildir. 

Namaz konusunda yapılan tartışmalar işin sadece fıkhi boyutu üzerinden yapılarak, elin hizası , nereden bağlanması gerektiği , işaret parmağının ne söylerken kalkacağı v.s gibi tapınaklarda icra edilen bir ritüel haline getirilmiş ve , insanları kötülükten uzaklaştıramamış olması ,bir kısım insanın tefriti düşünceler içine girmesine sebep olmuştur.

Bugün hangi kişiye "Namazı nereden öğrendiniz" diye sorsanız cevabı ,"Falan hadis kitabına bakarak öğrendim" asla olmayacaktır. Namaz kılan herkes bu namazı binlerce yıldır insanların "Ameli tevatür" olarak ifade edebileceğimiz, ortak bilgi birikimlerinin birbirlerine aktarılması yolu ile öğrenmiştir.

2. gurup insanlara gelince ; Bu insanlar Kur'anda "Namaz" adı ile bilinen ibadet olmadığını , "Salat" kelimesinin böyle bir anlamı karşılamadığını , hatta bu ibadetin icra edilmesinin "Şirk" olduğunu iddia ederek tartıştıkları insanlara "Bana Kurandan namazı göster" diyerek itirazlarda bulunmaktadırlar.

Bu guruptaki insanların en büyük hatası , Kur'anın indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların sahip olduğu bir takım bilgilerin yanlışlığını hatırlatmak üzere inmiş olan bir kitap olduğunu hesaba katmamış olmalarıdır. 

Örneğin ; Hacc adı ile bilinen ibadet , İbrahim (a.s) dan beri bilinen ve icra edilen bir ibadet olarak Mekkeli müşrikler tarafından icra edilmekteydi. Bu ibadet esnasından kesilen kurbanlar tevhidi bir boyuttan uzaklaşmış bir biçimde , Allah (c.c) nin isminin dışında isimler anılarak ifa edilmekteydi. Kur'an şekilsel ibadet boyutunda , Muhammed (a.s) ile başlayan yeni bir tarz asla vaz etmemiş , daha önceki vaz edilen ibadetlerin şirk haline dönüşmüş olmasını eleştirerek , onları doğru bir yöne kanalize etmeye çalışmıştır.

"Kur'anda namaz yoktur" şeklinde bir söylem , kendi düşüncesini mutlaklaştıran bir söylem olması açısından bir takım hatalar içermektedir. Kur'anı eline alarak okuyan ve okudukları ile ilgili olarak yorum yapan herkesin yapmış olduğu yorum , kendi bilgisi dahilinde Kur'andan anladıklarıdır. "Kur'an kesin böyle diyor" şeklinde bir ifade hiç bir insana verilmemiş bir yetki olup , böyle bir söylem Allah (c.c) adına konuşmak anlamına gelmektedir. Bu tür konuşma yetkisi Muhammed (a.s) ile son bulmuş bir konuşma olup , biz gibi insanların söylemeleri gereken "Benim bu konudaki fikrim bu dur" şeklinde olmalıdır. 

İşlerine gelmeyen bir konu olduğu zaman Emevilere yüklenen bu insanlar (Emevileri savunduğumuz zannedilmesin), "Emeviler" diye bir iktidarı tarihi bilgilerden öğrenmelerini nasıl izah edebilirler. Eğer tek kaynak Kur'an ise neden tarihi kaynaklara müracaat etmektedirler?. 

Binlerce sene önce arkeolojik kalıntılarda bulunan bazı heykel ve resimlerin, namaz içindeki şekilleri ihtiva etmesi, bu düşünce sahiplerini mal bulmuş mağribi misali sevindirerek , "İşte bak namaz müşrik ibadeti imiş" şeklinde iddialarını daha yüksek sesle getirmelerine sebep olmuştur.Arkeolojik kalıntılardaki namaz kılan şekiller , aslında bu ibadetin kadim bir ibadet olduğunu göstermesi açısından önemli bir bulgu olup , bu düşünce sahiplerinin yanlışlarını ortaya çıkarmaktadır. 

"Abdest ayeti" olarak bildiğimiz , Nisa s. 43 ve Maide s. 6. ayetlerinin , Medine de nazil olmuş olması , namaz ibadetinin olmadığını savunanlar için joker olarak kullanılmaktadır. "Eğer namaz diye bir ibadet var ise , bu ayet inene kadar abdestsiz namaz mı kılındı ?" şeklinde bir soru ile zihinler bulandırılmaya çalışılmaktadır. 

İnsanların yaşamları içinde kuralları , yapmaları ve yapmamaları gerekenleri koyan Allah (c.c) eğer namazdan önce yapılması gereken bir kural koymamış ise bu kuraldan insanlar mes'ul değillerdir. İlgili ayetler inene kadar kılınmış olan abdestsiz namaz , abdest emri olmadığı için herhangi bir problem teşkil etmez. Maide s. 93. te içkinin yasaklamasından önceki içilenlerin herhangi bir vebal teşkil etmediği , yine Nisa s. 23 yasaktan önce yapılanlar konusunda herhangi bir vebal olmadığı beyanlarını dikkate aldığımızda , kişinin sorumluluğu, emri duyduğu anda başlamakta ve duymadan önce yaptıkları herhangi bir cezayı gerektirmemektedir. 

"Namaz" kelimesinin farsçadan gelmiş olması , bu kişilerce yine namazın ret edilmesini gerektiren bir delil olarak sunulmaktadır. "Namaste" kelimesinin , sanskritçe de "Saygı ile eğilmek" anlamına gelen bir kelime olması, yine bu ibadetin kadim bir geçmiş olduğunun açık bir delilidir. İllaki geçmesi gerekir diye bir ifade kullananlara , Nisa s. 43 ve Maide s. 6. ayetlerinde salat öncesi su ile yapılan işlemin adını sorsak "Abdest" olarak cevap verecek ve bu verdikleri cevap ise yine farsça dan gelen bir kelimedir.

Bir kavme mensup olan insanların , diğer bir kavme mensup olan insanlarla olan ilişkileri neticesinde dil alışverişi olduğu bir gerçektir. Bu gün türkçe dilini konuşurken kullandığımız bir çok kelime , Arapça , Farsça , Fransızca , İngilizce den dilimize geçen kelimeler olup, kimse bundan herhangi bir rahatsızlık duymamaktadır.

Belirli vakitlerde , abdest alınarak icra edilen ibadetin adının farsçadan veya herhangi bir yabancı dilden alınmış olmasında herhangi bir beis yoktur , bu ibadetin adı bizim dilimizde namaz değil de başka bir isim olsaydı, biz bu ibadeti o isimle anarak konuşacaktık . 

"Dil" kelimesini; "Bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının , o toplumda ses ve anlam bakımından geçerli ortak ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan bir araç" olarak tarif edebiliriz.

Örneğin ; Türkçe dilinde "Ağaç" kelimesi ile ifade edilen, topraktan biten yeşil yaprakları ve dalları ve gövdesi olan bitkinin adı ağaç değil de, "Cam" olarak bilinseydi biz buna "hayır bu cam değil ağaç" diyemez o objeyi cam adı ile bilirdik , dalları , gövdesi , yeşil yaprakları olan bir şeye konulan isim eğer "Cam" olsaydı mesela biz ,"Camların yaprakları döküldü" diyecek ve bununla ne denilmek istendiğini o dili konuşanlar anlayacaktı. 

"Namaz" kelimesinin Farsça veya başka bir dilden olmasının önemi olmayıp , bizim o kelime ile ne anladığımız önemlidir. 

"Bana Kur'andan namazı göster" diyenlerin 2. guruba dahil olanları , Kur'anın detaylı olmasını içinde namazın ilmihal bilgilerine kadar varan bir detay içinde olması gerektiği şeklinde anlatarak , "Detay yoksa demek ki namaz da yoktur" diyerek işin içinden çıkmaktadırlar. 

Kur'an bize ayakkabımızı nasıl bağlamamız gerektiğini öğreten bir kitap değildir.

Kur'an yaşanmış hayatları anlatarak , yaşanan bir hayata hitap eden bir kitaptır. Hitap ettiği kitle , Kur'andaki hiç bir kelime veya hiç bir ayet ile ilgili olarak "Burada ne denilmek isteniyor?" şeklinde bir soru sormadan söylenilen sözü anında anlamıştır. Bizlerin hala "Salat" kelimesinin namazı kapsayıp kapsamadığı konusunda tartışmalar yapıyor olmamız , Kur'an ile olan bağımızın ne derece zayıf olduğunun işaretidir. 

Örneğin ; Maide s. 4. ayetinde "Allah ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanlar" ibaresi , bizlere insanlığın bilgi birikiminin Kur'anda nasıl kullanıldığının bir göstergesidir. Hiç kimse kalkıp "Köpek eğitimi ile ilgili ayeti bana göster" şeklinde bir ifade kullanamaz , çünkü bu eğitim usulü , insanlığın binlerce yıl önce geliştirdiği bir usül olup , Kur'an bu sistemi bilen ve kullanan insanlara hitap ederek bu eğitimin ayrıntılarını vermeye gerek duymaz. 

Sonuç olarak ; "Bana Kur'andan namazı göster" şeklinde söz kullanan 2 gurup , birbirleri ile her ne kadar zıt bir görünüş arz etmiş olsalar dahi ,  Kur'anın tarihi temellerini ret etmeleri veya bilmemeleri açısından aynı noktada birleşmektedirler. Kur'an bilinen ve yaşanan bilgiler üzerine bina edilmiş bir kitap olup , daha önce kimsenin bilmediği herhangi bir ibadet tarzı önermemiş , aksine bilinen ve uygulanan ibadet tarzlarını aslına döndürmeyi amaçlamıştır. 

Bizler Kur'anı daha dün inmiş bir kitap olarak okumaya çalıştığımız müddetçe bu tür sorunlardan kurtularak , onun önerdiği bir yaşam sürmemiz mümkün olmayacaktır.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

11 Şubat 2014 Salı

Hikmet , Kur'andan Ayrı Olarak İnen Bir Vahiy midir?

Hikmet kelimesi , lügatte ha-ke-me kökünden türeyen bir kelimedir. Ha-ke-me kelimesi anlam olarak , "ıslah etmek,düzenlemek maksadı ile menetmek" , " ata gem takmak" anlamına gelir.
-Hakemtühü=(ıslah etmek düzeltmek maksadıyla) onun kötü bir iş yapmasına veya dilediğini yapmasına mani oldum engel oldum . 
-Hakemtüddabbete= ata gem ile mani oldum, engel oldum. 
-Ahkemtüha= ata gem taktım.
-Ahkemtüssefihe= sefih birinin arzuladığı şeyi yapmasına mani oldum , engel oldum.(el müfredat)

Bu kelimenin lügat anlamı olarak kullanışlarını gördükten sonra aynı kelimeden türeyen "hikmet" şu anlama gelmektedir. İlim ve amel ile hakka isabet etme ulaşma, bu kelime Allah cc için kullanıldığında , "eşyanın bilgisine vakıf olmak, onu en muhkem biçimde var etmek,yaratmak" anlamında, insan için olduğunda ise "yaratılmışların bilgisine vakıf olmak,
(bu vukufiyeti Allah cc nin kitabından almak şartı ile) hayırlı fiilerde bulunmak" anlamındadır. Bu kelime kur'anda 20 kadar yerde geçmekte olup önce kelimenin geçtiği ayetleri verip sonra bu kelimenin ifade ettiği anlam ve bu kelimeye hadis ve  sünnet şeklinde yüklenen anlam üzerinde durmaya çalışacağız.   

[002.129]  Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin!
 [002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
[002.231]  Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alaya almayın; Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın, Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin.
 [002.251002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.
[002.269]  Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.
 [003.048] Allah O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.081]  Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak) ' almıştı: «Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksanız.» Demişti ki: «Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?» Onlar: «İkrar ettik» demişlerdi de «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım» demişti.
[003.164]  Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.
 [004.054]  Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.
 [004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.
 [005.110]  Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»
 [016.125] Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
[031.012]  And olsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir, övülmeğe layık olandır.
033.034]  Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
[038.020]  Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hıkmet ve faslı hıtab vermişti
[043.063] İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: «Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin.»
[054.005] Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!
 [062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler

Yukarda meallerini verdiğimiz "hikmet" kelimesi ile ilgili ayetlerin mesajını anlama konusunda müslümanlar maalesef hemfikir değillerdir. Özellikler "kitab ve hikmet" ile birlikte zikredilen ayetlerden, hikmet'in kur'andan ayrı olarak inen bir vahiy olduğu konusunda, özellikle hadis ehli mensupları tarafından iddialar serdedildiğine şahid olmaktayız. Bu düşüncenin sebebinin Muhammed as dan gelen kur'an harici bilgilerin yani hadis ve sünnet'in kaynağını vahye dayamak düşüncesidir.  

Yukardaki ayetlerin mesajını kısaca özetleyecek olursak şöyle bir mesaj çıkarabiliriz; Allah cc yaratmış olduğu kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için kendi cinslerinden elçiler gönderip o elçilere "kitab" vermiştir. Elçiler kendilerine indirilen kitabı muhataplarına okuyarak hayatlarına geçirmişlerdir. Muhammed as a inen kitab'ta diğer elçilere indirilenlerin muhteviyat bakımından aynısı olup o'da kendisine indirilen kitabı tebliğ etmiş ve bu tebliği, kendisine indirilen vahyi hayatına geçirerek yani yaşantı safhasında göstererek (usvetün hasene) güzel örnek olmuştur. Elçilerin vazifesi olan " onlara kitab ve hikmeti ve bilmediklerini öğretmek" şeklinde kur'anda ifadesini bulan cümlenin içeriği konusunda fikirbirliği sağlanamadığı görülmektedir. Muhammed as ın vahyi hayatına tatbik etmesi sırasında söylemiş olduğu sözler (hadis) ve fiiliyatı (sünnet) nı nereye ve nasıl oturtacağımız konusundaki ehli hadis'ten gelen teklife baktığımızda imam şafiinin literatüre sokmuş olduğu bir terim olan "gayri metluv vahiy" teklifini görmekteyiz. Bu terim, hadisi ve sünneti vahiyleştirerek kur'an ile eşdeğer bir seviyeye getirme ameliyesine dayanak teşkil etmektedir. İkinci aşama olarak, oluşturulmuş olan bu terime kur'andan dayanak olabilecek ayetlerin aranmasına geçilmiştir.  

Necm s. ilk ayetleri bağlamından koparılarak Muhammed as ın sözlerinin tamamının vahiy olduğu, "kitab ve hikmet"in birlikte zikredildiği ayetlerden'de hikmet kelimesinin kur'andan ayrı olarak zikredilmesinden hareketle bunun ayrı bir vahiy yani "hadis ve sünnet" olduğu kanaatına varılmıştır. Mesele bu kanaatın doğruluğunun kur'an tarafından onay alıp almadığıdır, başkalarını önkabullere uygun olarak okuma yapmaları ile suçlayıp kendimiz aynı hataya düşmemek için hikmet kelimesini ne kur'andan ayrı olarak inen vahiy şeklinde nede kur'andan başka bir şey indirilmemiştir şeklinde bir ön kabul olmadan bu kelimenin ne ifade ettiğini kur'andan öğrenmek zorundayız. Öncelikle kur'an ve ........ indirdik diye geçen ayetleri okumak ile işe başlayalım. 

[002.053]  Ve bir vakit Musaya o kitabı ve fürkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.
 [021.048]  Andolsun biz, Musa ve Harun'a, takvâ sahipleri için bir ışık, bir öğüt ve Furkan'ı verdik.
Bu ayetlerdeMusa ve Harun' a kitab'tan ayrı olarak "furkan" verildiği bildirilmektedir, ancak diğer ayetlerde "Musa'ya kitabı verdik" şeklinde ayetleride okumaktayız o zaman furkanı ayrı olarak inen bir şey değil ona inen kitabın ayırdedici bir özelliği olarak görmek gerekmektedir. 

 [002.185]  O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden (furkan), hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!
025.001]  Alemleri uyarmak üzere kuluna Furkan'ı indiren ne yücedir.

Furkan kelimesi ile kitabın bir özelliği olması kastedildiği yukardaki ayet meallerinden anlaşılmaktadır.

[042.017]  Kitab'ı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!
[057.025]  Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Yine üstteki iki ayette kitaba ilaveten "mizan" indirildiği beyan edilmektedir, indiği beyan edilen mizan için hiç kimse, kitab'tan ayrı olarak inen bir şey olduğunu iddia etmemiş olup aksine, kitabın özelliklerinden olduğu herkesçe malumdur. Allah cc nin kur'anın dışında başka şeylerde indirdiği iddiasında bulunanların "mizan" adı altında inen şeyin ne olduğunu açıklamak zorundadırlar.

Kur'anın bir çok ayeti , Allah cc nin elçilerine "kitab" indirdiğini bildirir, kitabın haricinde indiği bildirilen şeyler kitab'tan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy değil inen kitabın özelliklerini bildiren kelimeler olup "hikmet" kelimesi ile ifade edilmek istenende budur. Allah eğer birden fazla vahiy indirmiş olsaydı aşağıda örneklerini vereceğimiz ayetlerde neden tek bir şey indiğinin izahını nasıl yapacağız ?

[002.004]  Onlar, sana indirilen Kitap'a da, senden önce indirilenlere de inanırlar; ahirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar
[005.067]  Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.
 
[004.162]  Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.
 [002.091]  Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
[007.003]  Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.  

Aşağıda mealini verdiğimiz maide s.15. ayete dikkat edelim , "nur VE apaçık kitap" şeklinde geçen kelimede ifade edilen iki ayrı şeymidir yoksa tek bir şeymidir? eğer "VE" bağlacı iki ayrı şeyi ifade etmek için kullanılmış dyen varsa inen nur'un ne olduğunu açıklamak zorundadır.

 
[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , kur'anın hiçbir ayetinde kur'anın haricinde inen ayrı bir vahiy olduğunu destekleyecek şekilde "indirilenler" veya " iki indirilen" şeklinde çoğul olarak hiçbir kelime bulunmaz. İndirilen şeyin tek olduğu ve tek olarak inen şeyin adının "kur'an" olduğu , onunda elimizde iki kapak arasındaki mushaf'ta olduğu açık iken acaba neden indirilen şeyin birden fazla olduğu iddiaları yapılmaktadır?. Bu ayetlere rağmen şayet yine , "Muhammed as a indirilen tek değildir birden fazladır" şeklinde yapılacak olan itirazlara ,bir çok ayette tekil olarak bahsedilen indirilen şey ile hikmet'inde indirilmiş olmasına dayanarak indirilenlerin iki olduğunu söyleyenler , dolayısı ile ayetlerdeki doğan çelişkinin!! nasıl izah edileceğini söylemek durumundadırlar.

Bunun cevabı şudur; EHLİ HADİS İNANCININ HADİS VE SÜNNETİN VAHİY OLDUĞU DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞINA DELİL TEŞKİL EDECEK AYETLERİ ARAMAKTIR. EĞER BÖYLE BİR ÖN KABUL OLMADAN BU AYETLER OKUNCAK OLURSA KUR'AN DIŞINDAKİ ELÇİNİN SÖYLEMİŞ OLDUĞU SÖZLER VE FİİLLER İÇİN BÖYLE BİR YAKLAŞIM MÜMKÜN DEĞİLDİR. Mesele hikmet kelimesinin nasıl bir temel oturtup bu kelimenin ihtiva ettiği mesajı anlamaktır.


                                                           HİKMET NEDİR?

Hikmet kelimesinin yukarda vermiş olduğumuz anlamı " ilim ve amelde hakka isabet etmek" şeklinde olduğunu hatırlayacak olursak Muhammed as a indirilen kur'an onun ve bizim için bir ilim ve amel kaynağı olup onu hayatımızda tatbik etmemizdir. isra s. 39. ayetinde " Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın." buyurulmasından önce 22. ayetten itibaren 1-Allah ile başka ilahlar edinme 2-ondan başka kimseye kulluk etme 3-anne ve babaya iyilik et 4-onlara öf bile deme 5-onlara karşı alçakgönüllü ol 6- onlar için dua et 7-akrabaya yoksula yolda kalmışa hakkını ver 8- israf etme 9-onlara yumuşak söz söyle 10-cimrilik etme 11-yoksulluk endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin 12-zinaya yaklaşmayın 13-haklı bir neden olmadan bir cana kıymayın 14-yetimin malına el uzatmayın 16- ahde vefa gösterin16-ölçüyü tam tutun 17-hakkında bilginiz olmayan şeyin ardına düşmeyin 18-yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin şeklinde buyurluna emirlere baktığımız zaman bu emirlerin hayat içinde uygulanması emredilen emirler olduğu görülmektedir. Aynı hikmetleri lokman suresinde lokman as ın oğluna yapmış olduğu öğütlerde görmekteyiz. Hikmet'in vahyin hayata geçirilmesi noktasında yapılan eylemler olduğu, vahyin sadece okunan değil okunup hayata geçirilen eylemleri muhteva ettiği görülür , bu noktada Muhammed as ında bunları tatbik ettiği hatırlanacak olursa hikmeti yine vahiyden alıp hayata geçirdiği görülür. 

Allah cc nin elçi gönderme sebeblerini hikmet kelimesinin içinde geçtiği ayetlerden öğrenmekteyiz. 

[002.129]  Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin
[002.151] Nitekim, size âyetlerimizi okuması, Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.
 [062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[004.113] Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne büyüktür.

Ayetleri dikkatli okuyacak olursak, Allah cc nin kendilerine indirmiş olduğu ayetler ile kitabı , hikmeti ve bilmediklerini öğrenen elçiler bu öğrendiklerini diğer insanlara tebliğ ve ta'lim etmişlerdir. Muhammed as ekseninde bu öğretilenler söz olarak hadis fiili olarak sünnet adı altında bizlere ulaşmıştır. Ancak hadis adı altında gelen sözler arasında ciddi miktarda uydurmalar olması bu konuda çok daha titiz bir çalışma yapılmasını gerekli kılmaktadır. 

 Hikmet'in kitab'tan ayrı bir şey olmadığı kur'anın bu hikmeti içinde bulundurduğu yine şu ayetlerden bizlere bildirilmektedir.
[003.058]  İşte bu sana okuduğumuz, âyetlerden ve hikmetli Kur'ân'dandır.[010.001]  Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.
[031.002] Bunlar, o hikmetli kitabın âyetleridir.
[036.002]  Hikmetli Kur'an'a andolsun. 
[043.004]  O, Bizim nezdimizdeki ana kitapta saklı olup çok yücedir, hikmet doludur.
 

Muhammed as a indirilen kitabın muhtevasında bulunan bu hikmetli ayetler onun öğretmenliğinde ashabına öğretilmiş ve bu öğretilme bizlere hadis ve sünnet adı altında ulaşmıştır. Bütün mesele hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı ve bizler tarafından nasıl bir şekilde kabul edilmesi gerektiğidir.

Sadece iki ayetten yola çıkarak "sana kitabı ve hikmeti indirdik" şeklinde buyurulmasını " bak kitab ayrı hikmet ayrı inmiş" gibi bir delille kuran dışı bilgileri vahiy kapsamına sokmak kur'anın mesajını okumak değil oluşturulmuş olan ön kabule destek sağlanması olarak yapılan bir okumanın ürünü olup kitab bütünlüğü gözetilmeden yapılan bir okumanın ürünüdür.  

 [002.231] Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

Bakara s. 231. ayeti içinde zikredilen Kitabın ve Hikmetin birlikte kullanılması bunların birbirinden ayrı olmadığını göstermesi açısından önemli bir ayettir. Ayet içinde kullanılan "bihi" edatı Kitap ve Hikmetin ayrı şeyler olmadığını göstermektedir. Şayet birbirinden ayrı şeyler olsaydı tesniye yani ikili şeklinde gelip "bihima" olması gerekirdi.

Şimdide ayrı bir mesele olarak hadis ve sünnetin nasıl bir zemine oturtulacağı meselesidir. Resullerin görevi gereği kendilerine inen kitabı söz ve fiil ile hayata geçirmek gibi bir mecburiyetleri olduğu red edilemez bir gerçek olduğu ortadadır. Muhammed as a atfedilen sözlerin doğru olup olmadığının kriterlerinin belirlenmesi konusunda metod farklıkları mevcut olup , rivayet zincirindeki kişilerin üzerinden hadisin sahih olup olmadığının belirlenmesi sağlıklı bir belirleme metodu olmadığı bellidir. Hadisin bizim için önemli olan metni herhangi bir kritere tabi tutulmadan varılan sonucun sağlıklı olmadığı, bugün geleneksel din anlayışı üzerine kurulmuş olan anlayışa baktığımızda ortadadır.

Hadis denilen sözlerin evrensel doğrular olarak görülüp üstüne birde vahiy gibi bir değer bindirildiği zaman bu konuda ihtilafa düşüldüğü takdirde ehli hadis yandaşları karşı tarafı küfürle suçlayabilmektedir. Hadis adı altında gelen bazı sözlere baktığımız zaman Muhammed as ın günlük hayatında yapmış olduğu bazı uygulamaların diğer sahabeler tarafından aktarılan sözler olduğunu görmekteyiz . El ile yemek ,oturarak yemek , oturarak bevletmek gibi o zamanın şartları dahlinde yapılmış olan eylemler bazıları tarafından yapılması mecburi olan ameller olarak algılanmış olup üstüne vahiy damgasıda vurularak özel bir kutsiyet atfedilmiştir. 

Sünnet adı altında gelen uygulamaların bir kısmı özellikle ibadet sahasında olan bazı uygulamalar bizlere örneklik taşıması açısından değerlidir. Bilmediklerimizi öğretmesi hasebiyle ondan din adına gelen uygulamaları müslümanlar olarak bizlerinde uygulaması birlik ve beraberlik açısından önem arzetmektedir. Örneğin namaz vakitleri ve rekatları konusundaki örnekliği bizler için önem arzetmekte olup herkes kendi canının istediği doğrultuda vakit ve reakt belirlemesi yapma hakkı yoktur.

 Kur'ana baktığımız zaman Muhammed as dahil adı geçen bütün elçilerin kavimlerin tebliğ ettikleri vahyi yaşadıkları bir gerçektir. Yaşadıkları o vahiy tevhid akidesini sağlamlaştırmak şirki bertaraf etmek şeklinde özetlenebilir. Muhammed as ın yaşantısında bunu uyguladığı ve bu uygulamadaki metodu bizler için örnek olması gerektiği bir çok kur'an ayeti ile sabit olmasına rağmen maalesef sünnet adı altında gelen uygulamalar esas anlamından uzak saç sakal uzatmak veya sarık sarmak veya misvak kullanmak şeklinde kur'ani anlamda bir örnekliği ihtiva etmeyen şekillerle doldurulduğu görülmektedir.  

Muhammed as üzerinde yapılan bu tür yanlış anlamalar sünnet dediğimiz örnekliğin , bazı kimseler tarafından tamamı ile atılması gerektiği gibi bir düşünceya sevketmesi bazılarının yanlışları red edelim derken ayrı bir yanlışa düşmek anlamına gelmekte olup bir çok kur'an ayetini red etmek anlamınada gelmektedir. Bize düşen görev başkalarının yanlışlarına karşı çıkıp ayrı bir yanlışa düşmeden elçilerin temel vazifeleri olan tevhidi hakim kılma şirki yıkmak şeklindeki sünnetlerini uygulamak olmalıdır. Hadisi ve sünnet'i toptan almak şeklindeki anlayış ne kadar yanlış ise, toptan atmak şeklindeki anlayışta bir o kadar yanlıştır.

 033.034  Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.

Ahzab s. 34. ayetinin mealindeki " kitab'tan ve hikmetten okunanlar" şeklindeki ibareden yola  çıkılarak okunan kitab'ın kur'an , okunan hikmet'in hadis'tir şeklinde bir yorumuna gidilmiştir. Elçinin insan olması hasebiyle elbette bir aile hayatı vardır ve bu aile içinde bazı hoş olmayan durumlarda olmuştur , ahzab s. 34. ayet öncesi ayetlere baktığımızda bunu görürüz. Muhammed as ın ailesinden sorumlu olması onlara Allah cc nin mesajını tebliğ etmek gibi bir görevide vardır. Varsayalımki hikmet kelimesinden hadis kast ediliyor , bu hadisleri eşleri harhangi bir ravi zinciri olmadan acaba sahihmi değilmi bir kaygıdan uzak olarak bunlarıda duyuyorlardı , mesela Aişe validemizden rivayet olarak Muhammed as dan gelen bir söz için kesinlikle, bize kur'an gibi korunarak kelimesi kelimesine geldiğini iddia edemeyiz.   

Sonuç olarak ;Kur'anda geçen hikmet kelimesine hadis ve sünnete vahiy gibi bir eşdeğer vermek suretiyle bindirilmiş olan anlam kur'andan onay alan bir anlam değil, parçacı bir okuma sonucu varılmış ön kabullere kurban edilmek istenen bir anlam olarak karşımıza çıkmaktadır.Örneklerini verdiğimiz ayetlerde, Muhammed as a inen şeyin sadece kur'an vahyi olduğu hikmet'in ise inen ayrı bir vahiy olmadığı görülmektedir. Hikmet kelimesine kur'anın verdiği mesaj çerçevesinde bir anlam yükleyecek olursak bu kelime yaşam rehberi olan kitabın hayata geçirilmesi şeklinde bir anlam olarak görülecektir. Ehli hadisin bu kelimeye bindirmek istediği anlam bu kelimenin taşıdığı mesajın ne olduğu şeklinde değil, hadis ve sünnete imam şafii tarafından yüklenen "gayri metluv vahiy" şeklindeki tarifin delilinin kur'andan aranması sonucu parçacı bir okuma sonucu varılmış bir netice olduğu ortadadır. Hadis ve sünnete ayrı bir vahiy olarak görmenin vahim sonuçlara götürdüğünü bugün müslümanlar arasındaki düşünce farklılıklarının nelerolduğuna bakarak görebiliriz.  

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.